Göçmenlerin Gündemi
Göçmen ve mülteci çocukların hayatta kalma haklarının dahi gözardı edildiğini kaydeden Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 ...
21 Kasım - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: ‘Çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun’ Devamı21 Kasım - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: ‘Çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun’
Göçmen ve mülteci çocukların hayatta kalma haklarının dahi gözardı edildiğini kaydeden Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde katledilen çocukları andı, derhal yerine getirilmesi üzerine taleplerini sıraladı.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde Şişhane Meydanında açıklama yaptı. “Çocuk Hakları Hemen şimdi. Göçmen mülteci çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun” pankartı açıldı. Eylemde ayrıca, “End child labor! Migrant and refugee children belong to schools”, “On the streets, in the work place; child murders are everywhere” dövizleri taşındı.
Türkçe ve Kürtçe yapılan açıklamanın Türkçesini Şamil Özçelik, Kürtçesini Abdullah Kılıç okudu.
Özçelik, Çocuk Hakları Günü’nün tarihçesine değindi. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1989 yılında kabul edilmesiyle “çocuk haklarının yasalarda tanındığını” ve bugünün “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kabul edildiğini söyledi.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, 197 ülkenin onayıyla “en fazla imza atılmış” insan hakları belgesi olduğunu vurgulayan Özçelik, çocuk hakları içinde göçmen çocukların yaşadıkları travmalar nedeniyle haklarının daha fazla önem kazandığını” belirtti.
Çocuklar göç sırasında büyük travmalar yaşıyorlar
Açıklamada, bugün iş cinayetine kurban giden 11 yaşındaki Ahmet Avan, öldürülen 15 yaşındaki Abdullatif Davvara, vahşice öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran davası, yeni doğan çocukları katleden Yenidoğan Çetesi davası ve İzmir Selçuk’ta en büyüğü 5 yaşındaki 5 kardeşin yanarak ölümü olayının gölgesi ve ağırlığı altında olduğumuz dile getirildi.
“Çocuk hakları içinde göçmen çocukların hakları, yaşadıkları olağanüstü travmalar nedeniyle daha da önem kazanmaktadır. Göç esnasında çocuklar; evlerinden ayrılma, yaşadıkları yere tekrar dönüp dönemeyeceklerinin belirsizliği, aileden, okullarından ve okul arkadaşlarından ayrı kalmak, ailesinden birilerini göç ederken kaybetmek gibi, birçok problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu problemler, çocuklarda ağır travmaya ve psikolojilerinin bozulmasına neden olmakta, bu ve benzeri nedenlerle, çocuklar hem göç̧ sırasında hem de göçmen konumundayken korunmaya en muhtaç̧ grup olarak öne çıkmaktadırlar” dedi.
Hayatta kalma hakkı
Göçmenlerin yaklaşık 50 milyonunu, Türkiye’de ise 2 milyona yakınını çocukların oluşturduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Göçmen çocukları bekleyen tehlikelerin ne yazık ki bir sınırı yok; şiddet, cinsel saldırı, insan ticareti, organ ticareti, zorla çalıştırılma gibi çok çeşitli saldırılara maruz kalıyorlar.
‘Çocuğun hayatta kalma, güvenlik ve gelişme hakkı’, ‘Çocuğun yüksek yararı’, ‘Çocukların her türlü istismar, şiddet, ihmal ve sömürüden korunma hakkı’ ve ‘Ayrım yapmama, çocuğun görüşlerini serbestçe açıklama ve katılım hakkı’ olarak sayılan temel koruma prensiplerinden yoksun yaşıyorlar.
Hayatta kalma hakkı, devletlerin olağanüstü durumlarda hatta savaşta bile göz ardı etmemesi gereken bir haktır. Sağlık hakkı, çocukların yaşama hakkını ve var olmaları için gerekli olan temel ihtiyaçlarını ifade eder” denildi.
Korunma hakkı
Çocuk istismarının çocukların fiziksel gelişimi ile psikolojik gelişimlerini olumsuz olarak etkileyen faaliyetlerin tümü olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şöyle devam edildi:
“Bu faaliyetler bir çocuğun sadece cinsel olarak istismarının değil, aynı zamanda her türlü şiddete maruz kalmasının, okula gönderilmemesinin, yetersiz beslenmesinin, bakım ve sağlık haklarından yeterince yararlanamamasının, travmatik sonuçları olabilecek çatışmaların ortasında bırakılmasının ve işçiliğe zorlanmasının tamamıdır.
Dolayısıyla korunma hakkı, göçmen kız çocuklarının cinsel sömürü ve istismardan korunmalarını, yabancı bir ülkeden sınır dışı edilmemeyi, tutuklanmamayı, ayrımcılık, işkence ve aşağılayıcı davranışlardan korunmayı ifade etmektedir.”
6 milyon mültecinin 2 milyonu çocuk
Mülteci çocukların Türkiye’deki tüm çocuklar gibi derin yoksulluk, çocuk işçiliği, ırkçılık ve istismara maruz bırakıldıklarına dikkat çekilen açıklama, şöyle devam etti:
“Türkiye’de bulunan yaklaşık 6 milyon göçmenin 2 milyona yakınını çocuklar oluşturuyor. Türkiye’de doğanların sayısı 900 bin ve çocukların 1 milyon 300 bini ilkokul çağında. Ancak, bu çocukların en az 300 bini eğitim imkânlarına erişemiyor, tarım, ayakkabıcılık, tekstil gibi işkollarında çalıştırılıyorlar. Göçmen çocukları şiddet, cinsel saldırı, insan ticareti, organ ticareti, zorla çalıştırılma gibi çok çeşitli saldırılara maruz kalıyorlar.”
Türkçe bilmedikleri için eğitim alamıyorlar
BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin maddeleri hatırlatıldı, “anadilde eğitim hakkı”na vurgu yapıldı: “Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17, 29 ve 30. Maddelerine çekince koyan ve anadilde eğitim hakkını tanımayan Türkiye’de, okullara kaydolan göçmen çocukların büyük çoğunluğu Türkçe bilmedikleri için eğitim alamıyor. Bu engeller nedeniyle, okula gidip gelerek eğitimlerine devam etmiş gibi görünen çocuklar, bir süre sonra okula gitmek istemiyorlar.”
Katledilen göçmen çocuklar
Göçmen çocukların hem ırkçılık hem çocuk işçiliği yüzünden hayatlarını kaybettiği ancak cezasızlık devam ettiği için cinayetlerin önlenmediği kaydedilen açıklama, şu örneklerle devam etti:
- 28 Nisan 2020, Ali Hemdan, 18 yaşında, Adana’da dur ihtarına uymadığı için polis tarafından
öldürüldü. - 15 Temmuz 2020, Hamza Acan, 17 yaşında, Bursa’da pazardaki kavga sırasında öldürüldü.
- 4 Nisan 2023, Gina Mercimek, 9 yaşında, Kilis’te tecavüze uğradıktan sonra öldürüldü, kuyuya atıldı.
- 13 Haziran 2024, Ahmet Avan, 11 yaşında, Adana’da çalıştığı tekstil atölyesinde, asansörle duvar arasına sıkışıp hayatını kaybetti.
- 21 Eylül 2024, Abdullatif Davvara, 15 yaşında, maskeli saldırganlar tarafından İstanbul’da
parkta öldürüldü.
20 Kasım Çocuk Hakları Günü vesilesi ile derhal yerine getirilmesi için şu talepler sıralandı:
- Devlet, Cenevre Mülteciler Sözleşmesine ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceleri kaldırmalı ve çocuk haklarına bütüncül bir yaklaşımla koruma altına alınmalıdır.
- 18 yaş altındaki bütün kişileri çocuk kabul eden Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda vatandaş olan olmayan ve hukuki statü ayrımı yapılmaksızın bütün çocuklar haklardan eşit yararlandırılmalı, sağlıklı bireyler olarak yaşayabilmeleri için gerekli sağlık, barınma, beslenme, eğitim gibi imkânlar sağlanmalıdır.
- Cinsel istismar ve çocuk evlilikleri ile mağdur edilme riski taşımaları nedeniyle kız çocukları için pozitif önlemler alınmalı,
- Çocukları her türlü istismar, cinsel sömürü ve şiddetten koruyacak önlemler artırılmalı, Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun’da yer alan sorunlu düzenlemeler çocuk hakları gözetilerek yeniden düzenlenmeli,
- Göçmen mülteci çocukların şiddet ve istismardan korunmasında etkin mekanizmalar içeren İstanbul Sözleşmesine geri dönülmeli,
- Göçmen çocukların eğitime erişimi önündeki engeller kaldırılmalı, çocuklara yönelik ayrımcılık önlenmeli, eğitimde fırsat eşitliği ve anadilde eğitim sağlanmalı, Milli Eğitim Bakanlığı ve hükümet bu konuda çocuğun yararı doğrultusunda sorumluluk üstlenmeli, göçmen çocuklara yönelik PICTES projesi amacına uygun olarak kullanılmalıdır.
- Okullarda çocuklara psikolojik danışmanlık hizmetleri sağlanarak savaş ve göç travması ile baş etmelerine olanak yaratılmalı,
- Okullarda çocuklar arasındaki ilişkileri geliştirecek sosyal hizmeti sağlanmalı,
- Göçmen ve mülteci yoksulluğu önlenerek, çocuk yoksulluğu ve buna bağlı çocuk işçiliği önlenmeli, İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gerekli denetim ve önleme mekanizmalarının hayata geçirilmesinde çocuğun yararı doğrultusunda sorumluluk üstlenmeli,
- İktidarın ve siyasetçilerin, mülteci çocuklara yönelik ayrımcılık ve şiddeti körükleyen, kutuplaştırıcı ve mültecileri hedef gösteren tutum ve söylemleri önlenmeli, nefret saldırılarında ve iş cinayetlerinde cezasızlık önlenmeli,
- Kayıp çocuklar konusu ivedilikle ele alınmalı, çocukların insan ticareti ve organ ticareti mağduru olmaları engellenmeli, kaç çocuğun kayıp olduğu kamuoyuna açıklanmalı, olayların takibi yapılarak çocukların güvende olması sağlanmalı,
- Aile birliğini parçalayan idari gözetim ve il bazında ikamet zorunluluğu aile birliğinin sağlanması amacı ile yeniden düzenlenmeli,
- Refakatsiz çocuklar için koruyucu önlemler alınmalı, çocukların güvende olacağı bir sistem kurulmalı,
- Yerel yönetimler göçmen çocukların haklarını koruyacak, sağlıklı gelişimlerine imkan sağlayacak kalıcı mekanizmalar oluşturarak, hayata geçirmelidir.”
Kapat
Deprem mağduru Suriyeli aileye sınır dışı kararı verildi. Ankara'da yaşayan Sabsabi ailesi GGM’ye alındı ve zorla 'gönüllü geri ...
20 Kasım - GGM’de soğuk oda (buzdolabında tutulma) işkencesi yapıldı Devamı20 Kasım - GGM’de soğuk oda (buzdolabında tutulma) işkencesi yapıldı
Deprem mağduru Suriyeli aileye sınır dışı kararı verildi. Ankara'da yaşayan Sabsabi ailesi GGM’ye alındı ve zorla 'gönüllü geri dönüş formu' imzalatılarak Suriye'ye gönderildi. Ailenin birisi çocuk üç üyesi hala geri gönderme merkezinde tutuluyor.
Sınır dışı edilen Selam Sabsabi, "Soğuk oda işkencesine maruz kaldığım için formu imzalayıp Suriye'ye dönmek zorunda kaldım" dedi.
Soğuk oda işkencesinde, sığınmacılar, bodrum katlarda bulunan büyük buzdolaplarına gece boyunca koyuluyorlar.
https://x.com/refugee11move/status/1859123543499317506?s=46
KapatMÜSİAD’ın alt kuruluşu olan UTESAV tarafından hazırlanan “Türkiye'nin Göç Raporu” lansman toplantısı yapıldı. Rapor, ...
20 Kasım - Türkiye’nin göç raporu: Göçü anlamak ve yönetmek Devamı20 Kasım - Türkiye’nin göç raporu: Göçü anlamak ve yönetmek
MÜSİAD’ın alt kuruluşu olan UTESAV tarafından hazırlanan “Türkiye'nin Göç Raporu” lansman toplantısı yapıldı. Rapor, bütünleşik bir göç politikasının önemine dikkat çekerken, göçün iyi yönetildiği takdirde dezavantajdan avantaja çevrilebileceğini ve ekonomiye katkı sağlayacak bir araç olarak değerlendirilebileceğini vurguluyor. Ayrıca, göç yönetiminde eğitim, farkındalık faaliyetleri ve sivil toplum kuruluşlarının rolünün altı çizildi. Toplantıdan bazı önemli mesajlar:
- Göç bir sorun değil, iyi yönetilmesi gereken bir süreçtir.
- Göç akan su gibidir: İyi yönetilirse bereket olur, kötü yönetilirse felakete dönüşür.
Bu değerli çalışmayı hazırlayan Bekir Berat Özipek’in ve tüm UTESAV ekibinin emeklerine sağlık. İlerleyen süreçte etkisi olacak bir rapor ortaya çıktı.
https://x.com/mohammadakta/status/1859147751402905860?t=ktBmR_PmdONUWexEXep2Ig&s=19
KapatGeri Gönderme Merkezlerinde kadınlar başta olmak üzere göçmenlere yönelik hak ihlallerine dikkat çeken DEM Parti Kadın Meclisi, ...
19 Kasım - DEM Parti Kadın Meclisi: GGM’ler kapatılsın (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Kasım - DEM Parti Kadın Meclisi: GGM’ler kapatılsın (Enternasyonal Dayanışma)
Geri Gönderme Merkezlerinde kadınlar başta olmak üzere göçmenlere yönelik hak ihlallerine dikkat çeken DEM Parti Kadın Meclisi, ‘GGM’ler derhal kapatılmalı’ dedi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Kadın Meclisi, “Göçmen ve mülteci kadınlara yönelik ayrımcılığa karşıyız” şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Çatalca’da bulunan Geri Gönderme Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirmek isteyen kadınlara kaymakamlık tarafından bir haftalığına Çatalca ve çevresinde eylem ve etkinliklerin yasaklandığı tebliğ edildi. Bunun üzerine DEM Parti Avcılar ilçe örgütü binasında bir araya gelen kadınlar burada basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamaya Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) temsilcileri, İstanbul Barış Anneleri İnisiyatifi, DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki’nin yanı sıra çok sayıda kadın örgütü katıldı. Basın metnini GÖÇİZDER Eşbaşkanı Kamile Kandal okudu.
31 Ekim 2024 tarihinde göçmenlerin Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde göçmenlerin maruz kaldıkları şiddet ve kötü koşullar nedeniyle seslerini duyurmaya çalıştıklarına dair görüntülerin basına yansıdığını hatırlatan Kamile Kandal, benzer uygulamaların Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde de yaşandığına dair şikâyetler olduğunu kaydetti.
Kadın dayanışmamızı büyütüyoruz
Kamile Kandal şu ifadeleri kullandı: “25 Kasım’a giderken evlerden işyerlerine, GGM’lere ve hapishanelere, erkek devlet şiddetiyle mücadeleye devam ediyor, kadın dayanışmamızı büyütüyoruz. Irkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına, nefrete geçit vermiyoruz. Bedenlerimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkarak hep birlikte özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam inşa etmeye mücadelemizi büyütüyoruz. GGM’lerdeki insanlık dışı uygulamalara son verilmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
GGM’ler kapatılsın
Açıklamanın ardından söz alan DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki, devletin politikaları sonucunda göçmen ve mültecilerin pazarlık konusu haline getirildiğini vurguladı. Göçmenlerin GGM’de işkence, taciz ve tecavüze uğradıklarını dile getiren Özgül Saki GGM’lerin kapatılması gerektiğini söyledi.
Özgül Saki, GGM’de işkence ve kötü muamelenin son bulması için Göç İdaresi Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın yapması gerekenleri şu şekilde sıraladı:
- “Göçmen kadınların erkek şiddetine karşı başvuru yollarını kullandıklarında, Geri Gönderme Merkezlerine sevk edilmesi önlenmelidir.
- GGM’lerde koğuş ve odalarda kalan kişi sayısı alanın kapasitesine uygun olmalı, yatak, yastık, battaniye ve nevresimler temiz olmalı, yeterli beslenme ve temiz içme suyu sağlanmalıdır.
- Sağlık hizmetleri, topluca muayene şeklinde değil, tıp biliminin gereklerine uygun ve hasta hakları gözetilerek sağlanmalıdır.
- Geri gönderme merkezlerinde çalışan kamu görevlilerinin suç işlemesinin önlenmesi için; işkence, kötü muamele, cinsel taciz, rüşvet ve benzeri suçlar etkin soruşturmalara tabi tutulmalıdır,
Özgül Saki sözlerini “Göçmenlerin hukuki başvuru imkânlarına ve çevirmene erişimlerinin sağlanması için takipte olmaya devam edeceğiz” diyerek tamamladı.
Açıklama, alkış ve sloganlarla son buldu.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/11/19/dem-parti-kadin-meclisi-ggmler-kapatilsin/
Kapat
Gaziantep'te sokakta oynarken gürültü yaptığı için 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır'ı pompalı tüfekle öldüren ...
19 Kasım - Suriyeli zannedilerek öldürülen çocuğun dramı (Harmony Projesi) Devamı19 Kasım - Suriyeli zannedilerek öldürülen çocuğun dramı (Harmony Projesi)
Gaziantep'te sokakta oynarken gürültü yaptığı için 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır'ı pompalı tüfekle öldüren Mühsün Taşkın ilk duruşmada verdiği ifadede "Ben çocukları Suriyeli zannediyordum” dedi. Sanki ölen çocuk Suriyeli olsa ölümünün bir önemi ya da cezai bir bedeli olmayacakmış gibi.
“Suriyeli zannediyordum”. Suriyelilere ya da Suriyeli zannettiklerimize neler yapabileceğimizin bir sınırı yok mu? Suriyeli zannettiklerimizi öldürmek serbest mi? Mallarını gasp etmek? Suriyelileri ya da Suriyeli zannettiklerimizi emniyet hissinden hayatlarının her alanında mahrum bırakabilir miyiz? Ve tüm bunları yaparken cezasız mı kalırız?
Suriyeli olduğu için can güvenliği olmayan, öldürülebilir görülen, ölümü hak ettiği düşünülen çocukların olduğunu biliyorduk. 9 yaşında komşusu tarafından öldürülüp kuyuya atılan Gina Mercimek ya da İstanbul’da bir parkta motorlu silahlı çeteler tarafından vurulan Abdullatif Davvara gibi. Ama belli ki Türk çocuklar da Suriyeli sanıldığı için öldürülme riskiyle karşı karşıya.
Bu cinayetin azdırıcıları toplumda Suriyelilere karşı ırkçı nefreti büyütenler. Bize yönelmez sandığımız nefret söylemleri canımızı yakmaya devam ediyor.
https://www.instagram.com/p/DCj2Xdhiz3E/?igsh=M2phZHc2ejBtc2Vi
Kapat
Küçükçekmece'de öldürülen 14 yaşındaki Salim Attal cinayetinin detaylara ortaya ...
19 Kasım - 14 Yaşındaki Salim, 500 TL İçin Öldürüldü (Son Dakika) Devamı19 Kasım - 14 Yaşındaki Salim, 500 TL İçin Öldürüldü (Son Dakika)
Küçükçekmece'de öldürülen 14 yaşındaki Salim Attal cinayetinin detaylara ortaya çıktı.
Küçükçekmece Söğütlü Çeşme Mahallesi Gülbahar Sokak'ta dün Suriyeli 14 yaşındaki Salim Attal ve 17 yaşındaki Samet K. silahlı kavgada vurularak yaralanmış. Salim Attal olayda hayatını kaybetmiş, Samet K. ise hastaneye kaldırılmıştı. 14 yaşındaki gencin cinayetine ilişkin detaylar ortaya çıktı.
500 TL için öldürülmüş
Ali isimli arkadaşının 500 TL alacağı için, Salim Attal, abisi Ahmet ve arkadaşı Samet K. beraber olayın yaşandığı yere gittiler. Ali Çolak alacağı olan 500 TL'sini saldırgandan istedi. Saldırgan Ahmet Attal'a tokat attı. Daha sonra Salim Attal abimi nasıl vurursun diye saldırgana vurdu. Öfkelenen saldırgan silahını çekip Samet K. ve Salim'i vurup olay yerinden kaçtığı öğrenildi.
Olay anını anlatan Hüseyin Gürbüz, "Alacak verecek meselesi yüzünden olduğunu söylüyorlar. Önceden para için kavga etmişler. Hala daha kanlar yerde duruyordu. Bizim çocuklar burada oynuyordu. Çocuklara da gelebilirdi" dedi.
https://www.sondakika.com/3-sayfa/haber-14-yasindaki-salim-500-tl-icin-olduruldu-18062594/
KapatTİHEK, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde bir göçmenin kötü muameleye maruz bırakıldığına karar verdi. TİHEK’in talep ettiği kamera ...
17 Kasım - Göçmene darp TİHEK kararında (Birgün) Devamı17 Kasım - Göçmene darp TİHEK kararında (Birgün)
TİHEK, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde bir göçmenin kötü muameleye maruz bırakıldığına karar verdi. TİHEK’in talep ettiği kamera kayıtları kurum tarafından “elektrik kesintisi” gerekçe gösterilerek teslim edilmedi.
Göçmenlere yönelik Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) yaşanan ihlaller, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) kararlarına da yansıdı.
TİHEK’e yapılan başvuruda, Tunus asıllı göçmen M.M.’nin İstanbul’da bulunan Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde kötü muameleye maruz bırakıldığı ortaya çıktı. Yapılan başvuruda, M.M.’nin 25 Nisan’da Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nden, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildiği, burada ise Arap asıllı olması nedeniyle ırkçılığa maruz bırakıldığı ifade edildi.
28 Nisan’da M.M.’nin tuvalette olması nedeniyle sabah sayımına geç kaldığı ifade edilen başvuruda, olayın akşamında 6 jandarma personeli tarafından işkenceye maruz bırakıldığı aktarıldı. Başvuruda, M.M.’nin darp sonucu parmağının kırıldığına dikkat çekildi. Ayrıca M.M.’nin avukat görüşü sırasında elinin alçıda olduğu, vücudunda yara ve darp izlerinin olduğu, olaydan bir gün sonra hastaneye götürüldüğü belirtildi. TİHEK tarafından oy birliğiyle “kötü muamele yasağının ihlal edildiğine” karar verildi.
Kayıtlar verilmedi
M.M.’nin sabah sayımına geç kalması nedeniyle, aynı günün akşam saatlerinde görevli personel tarafından kamera olmayan bir odaya götürüldüğü ifade edilen başvuruda, burada kötü muamele gördüğü ve kameranın yalnızca odanın bağlı olduğu koridorda olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca M.M.’nin söz konusu olaya karışan personelden birinin ismini verdiği ancak bu isimde üç personel olması nedeniyle ‘tespit edilemediği’ belirtildi.
TİHEK, başvurunun ardından Tuzla GGM’den olayın yaşandığı yer ve zamanı içeren güvenlik kamerası kayıtlarını istedi. Ancak merkez söz konusu kayıtları “güvenlik kameralarının elektrik kesintisi yaşandığı anlarda kayıt almadığı” iddiasıyla teslim etmedi. TİHEK kararında kurumun, “kesintiye” ilişkin örnek olması için çeşitli tarih ve saatlere ilişkin tutanak ilettiği aktarıldı. Ancak söz konusu tutanakların, başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarih ve saatle ilgili olmadığı, bazı tutanaklarda tarih ve saatlerin karalanarak değiştirildiği görüldü. Ayrıca kararda, tutanakların resmi makamlara sunulduğunu ya da işleme alındığını gösterir bir üst yazının tespit edilemediği belirtildi. Aynı zamanda 6 Haziran tarihli bir tutanakta 24 Mayıs tarihinde yapılan kontrollerde 37 güvenlik kamerasının geçmişe ait kayıt tutmadığının tespit edildiği aktarıldı.
Suçlu göçmenmiş!
TİHEK kararında aynı zamanda şu tespitlere yer verildi: “28 Nisan saat 21.00 sıralarında M.M.’nin jandarma personeli ile görüşmek istemesi üzerine jandarma güvenlik odasına getirildiği, görüşme sırasında M.M.’nin serbest bırakılmayı talep ettiği, odasına dönmeyi reddettiği ve avluda bulunan diğer tutulanları isyana teşvik ettiği; bunun üzerine Jandarma Nöbetçi Amiri’nin bilgisi dahilinde M.M.’nin bir odaya alındığı ifade edilmektedir. Ancak tutanakta yer alan ifadeleri doğrulayan bir güvenlik kamerası kaydı bulunmamaktadır.”
İşkence sabit
M.M.’nin kötü muameleye maruz kaldığı 28 Nisan’dan bir gün sonra götürüldüğü Tuzla Devlet Hastanesi tarafından gönderilen raporda ise M.M.’ye “el bileğinde ve el düzeyinde eklem ve ligamentlerin çıkık, burkulma ve gerilmesi” tanısı konulduğu ve elinin alçıya alındığı tespit edildi. Ayrıca Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde görevli Hekim K.E.’nin olaydan yaklaşık 20 gün sonra hastaneye sevk için bilgi notu yazdığı ve notta M.M.’nin sağ el başparmağında travması olduğu ve ağrısının arttığının belirtildiği görüldü.
M.M.’nin Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nden Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilmeden önce yapılan adli muayenesinde herhangi bir darp izine rastlanmadığına dikkat çekilen TİHEK kararında, M.M.’nin sağ elinin Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde zarar gördüğüne karar verildi. Kararda ayrıca İl Göç İdaresi Müdürlüğü’nden M.M.’nin sağ elindeki zararın nasıl gerçekleştiğine dair bir açıklama sunulmadığı belirtildi.
TİHEK’in Tuzla Geri Gönderme Merkezi Ziyareti Raporu’na da değinilen kararda şunlar aktarıldı:
“Alıkonulmuş kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia ettiği, kapısında ‘tadilattadır’ yazan bir oda bulunduğu, bu odadaki güvenlik kamerasının bantla kapatılmış olduğu, odanın giriş ve çıkışlarını gösteren bir güvenlik kamerası bulunmadığı, konuya ilişkin yapılan görüşmede odanın jandarma personeli tarafından giyinme odası olarak kullanıldığının ifade edildiği belirtilmektedir.”
https://www.birgun.net/haber/gocmene-darp-tihek-kararinda-576551
Kapat2022 yılının Ekim ayında gerçekleşen kazada vefat eden Şerif El Cebeli’nin ölümüne taksirle sebebiyet veren şirketin sahibi ve vekili ...
15 Kasım - Suriyeli Şerif El Cebeli’nin ölümüne sebep olan işverenlere ceza! (Haksöz) Devamı15 Kasım - Suriyeli Şerif El Cebeli’nin ölümüne sebep olan işverenlere ceza! (Haksöz)
2022 yılının Ekim ayında gerçekleşen kazada vefat eden Şerif El Cebeli’nin ölümüne taksirle sebebiyet veren şirketin sahibi ve vekili hakkında, Küçükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesince 2 yıl 6 ay, iş güvenliği uzmanı olan sanığa ise 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi.
İş güvenliği konusunda yeterli önlemin alınmadığı, kanuni sorumlulukların yerine getirilmediği işyerinde gerçekleşen kazada, şirket yetkililerinin ağır kusurlarının bulunduğu bilirkişi raporuyla ortaya konulmuştu.
Sigortasız bir şekilde ve düşük ücretle çalıştırılan Şerif el Cebeli’nin asansör boşluğuna düşmesi şeklinde gerçekleşen kazanın neticesinde uzun bir süre acil sağlık birimlerine haber verilmemiş, usulsüzlükleri örtbas edebilmek için muhasebeci ve asansör servisi aranarak işyerine çağrılmıştı. Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre kaza sebebiyle yaralama ölümcül olmamasına rağmen, yetkililerin ağır ihmali neticesinde ölüm gerçekleşti. Bilirkişi raporuna göre yetkililerin kusur oranı yüzde 95 olarak belirlendi.
Bugün görülen son celsede müşteki vekili, sanıklar ve müdafileri son sözlerini söylediler. Küçükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi asli kusurlu sanıkların 2 yıl 6 ay ve 2 yıl 1 ay olmak üzere cezalandırılmalarına hükmetti.
İşveren ve vekili olan iki sanık 91 bin TL, İSG uzmanı olan sanık ise 76 bin TL adli para cezası ödeyecekler.
Sanıklar ayrıca maktulün yakınlarına yüklü bir meblağ da tazminat ödeyecekler.
KapatGaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ı vuran sanık ...
15 Kasım - Gürültü yaptığı gerekçesiyle öldürülen çocuğun sanığından pes dedirten savunma (İHA) Devamı15 Kasım - Gürültü yaptığı gerekçesiyle öldürülen çocuğun sanığından pes dedirten savunma (İHA)
Gaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ı vuran sanık Mühsün Taşkın ilk duruşmada verdiği ifadede, "Ben çocukları Suriyeli zannediyordum. Türk olan çocukların bu kadar terbiyesiz olduğunu düşünmedim. Bu çocukların mahalleden olmadıklarını bilmiyordum. 20 metre uzaklıktan sıktım diyebilirim. Benim ne çocukla ne de ailesiyle hiçbir düşmanlığım bulunmamaktadır” dedi.
Gaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ın ölümüyle ilgili davanın ilk duruşması bugün Gaziantep 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Duruşmaya, sanık Mühsün Taşkın, sanık avukatları, maktul çocuğun ailesi, maktul avukatları, görgü tanıkları ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında görevli memur katıldı.
“En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum”
Duruşmada konuşan Anne Tülay Bayındır, sanığın ifadesinin yalan olduğunu söyleyerek, “Olay günü oğlunun yanında arkadaşları vardı. Sanığın ifadeleri hepsi yalan. Görgü tanıkları var. Sanık oğlumu köşeye sıkıştırıp öldürmüş. En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” dedi.
“Benim oğlumun da her çocuk gibi sokakta oynamaya hakkı var”
Baba Celal Bayındır, “Benim çocuğum küfür etmez. Bize hiçbir şekilde şikâyet gelmedi. Her çocuk gibi benim çocuğumun da oyun oynaması en doğal hakkı. Sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” ifadelerine yer verdi.
Ne olmuştu?
Olay, Şahinbey ilçesi Güzelvadi Mahallesi’nde 26 Ağustos tarihinde akşam saatlerinde meydana geldi. 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır aynı mahallede esnaflık yapan manav Mühsün Taşkın tarafından fazla ses yaptığı iddiasıyla pompalı tüfek ile vurularak ağır yaralandı. Çevredeki vatandaşlar tarafından hemen yakındaki özel bir hastaneye götürülen 10 yaşındaki çocuk, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Emir Baki Bayındır’ın cenazesi, Adli Tıp Kurumu morgundaki otopsi işlemlerinin ardından Yeşilkent Mezarlığı’nda toprağa verilirken katil zanlısı tutuklandı.
Kapat“Birbirimize her zaman destek olurduk. Hatta çoğu zaman, yabancı öğrencilerden Türklere kadar tanımadığımız insanlara da yardım ...
13 Kasım - 10lar medya: Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti Devamı13 Kasım - 10lar medya: Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti
“Birbirimize her zaman destek olurduk. Hatta çoğu zaman, yabancı öğrencilerden Türklere kadar tanımadığımız insanlara da yardım ederdik.”
Türkiye’deki Suriyeli üniversite öğrencileri arasında çok sevilen, İzmir Üniversitesindeki Suriyeli öğrenci topluluğunun başkanı olan Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti.
https://x.com/10larmedya/status/1856699899674268132?s=46
Göçmenlerle Kardeşiz: ÇOK ÜZGÜN VE ÖFKELİYİZ!
Türkiye'de öğrenci ikamet izni ile kalan sevgili kardeşimiz Saad Abo Ali, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği'nden yeni mezun olmuş, hayalleri ve idealleri olan bir gençti.
İstanbul'da çalıştığı makine üretimi şirketi için çalışma iznine başvuru esnasında adresinin silindiğini fark etmişti. Bu problemle epey uğraştığına dair çevresi de haberdardı.
Sorunu halletmek için 8 Kasım 2024 Cuma günü İzmir’deki Göç İdaresi'ne gitti. Ancak 10 Kasım 2024 Pazar sabahı İstanbul'a dönüş yolunda otobüsün devrilmesi sonucu maalesef hayatını kaybetti.
Kardeşimizi kaybetmenin üzüntüsünü paylaşıyor; ailesine, arkadaşlarına ve tüm göçmen dostlarına baş sağlığı diliyoruz.
Hem çok üzgün hem de öfkeliyiz. Son günlerde birçok Suriyeli ailenin adreslerinin ihtarsız bir şekilde silindiği ve bir anda eğitim, sağlık, çalışma vb. haklardan mahrum konuma düştüklerini, adres tescil randevularının aylar sonrasına verilerek basit bir işlem için göçmenlerin hayatlarının nasıl zorlaştırıldığını biliyoruz.
Bu uygulamalar Saad'ın dolaylı ölümüne yol açmıştır. Bu şekilde yıldırarak "gönüllü" geri dönmesini beklediğiniz insanlar genç yaşta hayattan kopuyor, hesap vereceksiniz!
https://x.com/gocmenlerle/status/1856306474428911691?s=46
KapatGöç ve Diaspora Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Başkanı Recep Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ...
11 Kasım - Göç ve Diaspora Vakfının "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu" yayımlandı (Bizim Sakarya) Devamı11 Kasım - Göç ve Diaspora Vakfının "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu" yayımlandı (Bizim Sakarya)
Göç ve Diaspora Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Başkanı Recep Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ülke. En çok göçmeni barındıran ülke biz değiliz. 2021 yılı itibarıyla son 3 yıldır Türkiye'ye artık Suriyeli akını yok" ifadelerini kullandı
Göç ve Diaspora Vakfı tarafından Fatih'te bir otelde düzenlenen basın toplantısında "Türkiye Göçmen Hareketliliği Raporu" açıklandı.
Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Recep Seyyar, hazırladıkları raporun sonuçlarına göre, Türkiye'de göçle ilgili oluşturulmuş algıların yanlış bilgiye dayandığını söyledi.
"Sığınmacı varlığı yoğunluklu olarak var"
Türkiye'nin dünyanın mülteci toplanma alanı olmadığını belirten Seyyar, "Türkiye'de sığınmacı varlığı yoğunluklu olarak var. Suriyeliler ana gündemimizi oluşturuyor" dedi.
Sığınmacıların bir ülkeye savaş, ağır insan hakları ihlali ve benzeri sebeplerle geldiğini aktaran Seyyar, "Türkiye Göçmen Hareketliliği Raporu"nda yer alan yabancı uyruklu düzenli göçmen verileri ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
"Türkiye'ye gelen giden yabancı uyruklu düzenli göçmen verilerinin yer aldığı bir grafikte, 2022 ve 2023 yıllarında Türkiye'ye gelen düzenli göçmen sayılarında ciddi bir düşüş olduğu görülmekte. Türkiye'den ayrılan göçmen sayılarında da ciddi bir artış görülmekte. Daha önce Türkiye'ye yerleşmiş, bu ülkede yaşamak isteyen, düzenli bir şekilde hukuki, hukukun kendisine tanımladığı statüler ile burada bulunmak isteyen insanlar da artık Türkiye'den ayrılmakta."
Uluslararası göç verileri üzerinden raporu değerlendiren Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ülke. En çok göçmeni barındıran ülke biz değiliz. 2021 yılı itibarıyla son 3 yıldır Türkiye'ye Suriyeli akını yok. Suriyelilere geçici koruma kimliği vermeyi durdurduk. Dolayısıyla 2021 yılından beri sığınmacı gelmemesine, 500 binden fazla Suriyelinin geri dönmüş olmasına rağmen, hala sığınmacı nüfusunda biz 2. sıradayız ama dünya göçmen varlığında 12. sıradayız" ifadelerini kullandı.
Türkiye'ye 2021 yılı itibariyle sığınmacı akını durdu
Vakfın "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu"nda (2016-2023), Türkiye'nin sığınmacı sayısı bakımından dünyada 2. sırada olduğu ancak 2021 itibariyle sığınmacı akınının durduğu belirtiliyor. Türkiye'deki esas sorunun yeni sığınmacıların gelişi değil, 12 yıl önce sığınmacı olarak gelenlerin hala bu statüde kalmaya devam etmesi olduğu vurgulanan raporda, göçmen nüfusunun ülke nüfusuna oranının yüzde 7 olduğu, bu oranla dünya sıralamasında 102. sırada bulunduğu ve genel göçmen nüfusu bakımından ise dünyada 12. sırada yer aldığı bildirildi.
"Eğitimlerini tamamladıktan sonra başka ülkelere göç ediyorlar"
Türkiye'de eğitim sistemine dahil edilen sığınmacı gençlerin, eğitimlerini tamamladıktan sonra başka ülkelere göç etmeleri nedeniyle büyük bir kayıp yaşandığına dikkat çekilen raporda, Türkiye'nin eğitim süreçlerinde destek verdiği bu gençlerin, tam üretim çağında Batılı ülkeler tarafından "nitelikli göçmen" olarak kabul edilerek devşirilmesinin Türkiye için ciddi bir kayıp olduğu vurgulandı.
Bu duruma karşı çözüm olarak, eğitim süreçlerini tamamlayarak dil yeterliliği sağlayan gençlerin Türkiye’de kalıcı bir statü elde etmeleri öneriliyor.
https://www.bizimsakarya.com.tr/goc-ve-diaspora-vakfinin-turkiye-goc-hareketliligi-raporu-yayimlandi
Kapat
GGM'lerdeki kötü muamele ve şartlara dair avukatlarımızın aktarımları, birinci derece tanıklıklar ve medyaya yansıyan görüntüler aksini ...
9 Kasım - Sınırsız Dayanışma: Keşke öyle olmasaydı ama maalesef Göç İdaresi'nin iddiaları gerçeklikle uyuşmuyor Devamı9 Kasım - Sınırsız Dayanışma: Keşke öyle olmasaydı ama maalesef Göç İdaresi'nin iddiaları gerçeklikle uyuşmuyor
GGM'lerdeki kötü muamele ve şartlara dair avukatlarımızın aktarımları, birinci derece tanıklıklar ve medyaya yansıyan görüntüler aksini ispat için yeterli.
Son iddiaların merkezindeki Çatalca GGMye alınan arkadaşımız, sağlanan kısıtlı görüşmelerde personelin kadın göçmenlerin mahremiyetine dikkat etmediğini, yerde yatanlar olduğunu, hijyen sorunları bulunduğunu, kamera görmeyen alanlarda kötü muamele gerçekleştiğini belirtmiştir.
Göç İdaresi'ne düşen bu iddiaları şeffaflıkla soruşturmak ve gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Bu gerçeklik hiçbirimizin uzağında değildir. Eğer komşunuz olan göçmenin yolu düşmediyse muhakkak onun bir arkadaşı GGM'den geçmiş, bu kötü şartlara tanıklık etmiştir.
Sorun sadece bu kötü koşullar değil. GGMler düzenli göçmenleri düzensiz hale de getiriyor. Keyfi uygulamalar, kötü koşullar ve imzalatılan "gönüllü" geri dönüş belgeleri sonucu aile bütünlüğü, ekonomik sürdürülebilirlik, yasal statü onarılmaz şekilde zarar görüyor.
Konuya dair MazlumDer, TİHEK ve Lighthouse Reports'un kapsamlı raporları mevcut:
MazlumDer Göç İdaresi Uygulamalarında Yaşanan Sorunlar Raporu: https://drive.google.com/file/d/184IeO_dtVUP39HMb0fgoIFUc0Ccyi2Cu/view…
TİHEK Bursa GGM Ziyareti Raporu: https://tihek.gov.tr/public/images/kararlar/jyic99.pdf…
Lighthouse Reports Raporu: https://lighthousereports.com/investigation/turkeys-eu-funded-deportation-machine/
https://x.com/sinirsizdayanis/status/1855242208414212604
KapatYaklaşık 12 yıldır Türkiye’de yaşayan 48 yaşındaki Alisher Ismanov, ailesiyle birlikte Yalova’da tarım ve hayvancılıkla uğraşarak hayatını ...
8 Kasım - Kalp Hastası Alisher Ismanov Sınır Dışı Edilirse Hayatı Tehlikede: “Özbekistan’da Kuran Öğrettiği İçin Yargılanıyordu” – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı8 Kasım - Kalp Hastası Alisher Ismanov Sınır Dışı Edilirse Hayatı Tehlikede: “Özbekistan’da Kuran Öğrettiği İçin Yargılanıyordu” – Sema Kızılarslan (Karar)
Yaklaşık 12 yıldır Türkiye’de yaşayan 48 yaşındaki Alisher Ismanov, ailesiyle birlikte Yalova’da tarım ve hayvancılıkla uğraşarak hayatını sürdürüyordu. Türkiye’ye, Özbekistan’daki baskılardan kaçmak amacıyla sığınan Ismanov, eski Cumhurbaşkanı İslam Kerimov döneminde dini faaliyetleri nedeniyle yargılanarak ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Ismanov’un son üç yıldır Türkiye’de oturum izni yenilenmedi, bu da onu yasadışı duruma düşürdü. Çarşamba gözaltına alınan Ismaov, şu anda İzmir Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor.
En küçüğü 3 yaşında 7 çocuk babası Ismanov, dört ay önce İzmit’te gözaltına alınmış ve sivil toplum kuruluşları ile avukatların müdahaleleri sonucunda sınır dışı edilmesi önlenmişti. Kalp hastası olan Ismanov, geri gönderme merkezindeyken defalarca hastaneye kaldırıldı.
“SINIR DIŞI EDİLİRSE İŞKENCE GÖRECEK”
Ismanov’un aile yakınları, eski Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un dönemi boyunca dini baskının yoğun olduğunu, bu nedenle ailesinin de yıllar önce Türkiye’ye sığındığını belirtti.
Ismanov’un kayınpederinin neredeyse on yıl hapis yattığını anlatan yakınları, ülkedeki benzer zulüm ve işkencelerin tekrarlanmasından korkuyor.
KARAR’a konuşan aile yakınları,
“Alisher, burada kimseye zarar vermeden, sadece ailesinin geçimini sağlamak için hayvancılıkla uğraşan biri. Sağlık sorunları var; kalp hastası ve felç geçirmiş. Gözaltındayken birkaç kez hastaneye kaldırıldı. Türkiye, kendisi ve ailesi için artık bir vatan gibi oldu; çocukları burada doğup büyüdü, bu düzenin bozulmaması için Türkiye’ye güveniyoruz.”dedi.
“Devletin, bu insanları dinleyerek hakikati araştırması ve durumlarına tek tek bakması gerek” diyerek çağrıda bulunan aile yakınları, yetkililere çağrı yaparak Ismanov’un Türkiye’de kalmasına izin verilmesini ve ülkeye iade edilmemesini talep ediyor.
“10 YIL ÖNCE AKRABASI DA ÖZBEKİSTAN’A DÖNDÜ, 22 YIL HAPSE MAHKUM EDİLDİ”
Durumu yakından takip eden Türkistander Başkanı Burhan Kavuncu ise Alisher Ismanov’un Özbekistan’a iade edilmesinin, hem kendisi hem de ailesi için ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.
Kavuncu, Özbekistan’da dini faaliyetleri nedeniyle birçok mülteciye benzer baskıların yapıldığını hatırlatarak, “Alişer, Özbekistan’da akrabalarına Kur’an öğretmek gibi gerekçelerle yargılanıyor. Orada kendisine zulmedileceğini biliyoruz. 10 yıl önce bir akrabası da Özbekistan’a döndüğünde aynı suçlamalarla 22 yıl hapse mahkum edildi. Alisher’in de benzer bir akıbete uğramasından endişeliyiz." dedi.
Kapat
Bazı basın yayın organları ile sosyal medya platformları üzerinden dolaşıma sokulan geri gönderme merkezleri ile ilgili iftira niteliğindeki dezenformasyon ...
8 Kasım - Göç İdaresi Başkanlığı: Geri Gönderme Merkezlerini Hedef Alan Gerçek Dışı İddialar Hakkında Basın Açıklaması Devamı8 Kasım - Göç İdaresi Başkanlığı: Geri Gönderme Merkezlerini Hedef Alan Gerçek Dışı İddialar Hakkında Basın Açıklaması
Bazı basın yayın organları ile sosyal medya platformları üzerinden dolaşıma sokulan geri gönderme merkezleri ile ilgili iftira niteliğindeki dezenformasyon içerikli iddialara ilişkin açıklama yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Daha önce de birçok defa ifade ettiğimiz gibi geri gönderme merkezlerinin tamamı Başkanlığımızca “kötü muameleye sıfır tolerans” prensibi ile işletilmektedir.
Çatalca Geri Gönderme Merkezi dahil tüm geri gönderme merkezlerinde, idari gözetim altında olanların (özel hayatın mahremiyeti gereği kaldıkları odalar dışında) bulunabilecekleri tüm alanlar kör nokta kalmayacak şekilde 24 saat kamera ile takip edilmektedir. Ortaya atılan iddialar ile ilgili vakalar dikkatle incelenmekte; herhangi bir şüphe görülmesi durumunda adli ve idari yönden etkin soruşturma yürütülmekte; herhangi bir hata, kusur veya ihmalin tespiti durumunda kanunun öngördüğü müeyyideler uygulanmaktadır. Hiçbir iddia göz ardı edilmemektedir.
İlgili mevzuat gereği geri gönderme merkezinde çalışan personellere, kötü muamele yasağı yazılı ve sözlü olarak tebliğ edilmekte, temel insan hakları başta olmak üzere çeşitli eğitimler verilmektedir.
Ayrıca geri gönderme merkezleri, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve iç hukukumuzda yer alan kurumlar tarafından haberli ve habersiz olarak sürekli denetlenmekte ve ziyaret edilmektedir. Bu kapsamda 2024 yılında 631 denetim ve 134 ziyaret gerçekleştirilmiştir.
Tüm geri gönderme merkezlerinde barınanlara; yemek, temizlik, havalandırma, sağlık hizmetlerine erişim, avukata ve adli yardıma erişim, ailesi ile görüşme, dış dünya ile iletişim, psikososyal destek hizmetleri, tercümanlık, ibadet odaları, dilek-şikayet mekanizması vb. hizmetler kesintisiz olarak sunulmaktadır.
Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında bulunan yabancılar, görüşmelerini, avukat-müvekkil mahremiyet kurallarına uygun olarak görüşme odasında gerçekleştirmektedir. Hukuki yardıma erişimde sistemin eksiksiz çalışmasına engel teşkil eden herhangi bir durum bulunmamaktadır. Geri gönderme merkezlerindeki tüm faaliyetler gibi idari gözetim altında bulunan yabancıların avukatlarıyla görüşme sayıları da kayıt altında tutulmaktadır. Buna göre, 2024 yılında geri gönderme merkezlerine 27 bin 390
Geri gönderme merkezlerinin kapasiteleri ve sağlanan hizmetlere ilişkin şartlar, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) belirlediği standartlar çerçevesinde oluşturulmuştur. Geri gönderme merkezleri arasında yapılan sevkler kapasite yönetimi kapsamında yapılmakta olup söz konusu sevklerin başka bir amacı bulunmamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin sayısı ve kapasitesinin artırılması çalışmaları yapılmış olup son bir yılda dört yeni geri gönderme merkezinin daha açılmasıyla toplam sayı 32’ye çıkarılmıştır.
Yabancılar hakkındaki tüm iş ve işlemler, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na uygun olarak yapılmaktadır. Hiçbir yabancı hukuka aykırı bir şekilde geri gönderme merkezlerinde tutulmamaktadır.
Geri gönderme merkezleri ile ilgili mesnetsiz yakıştırmalar yapılması kabul edilemez. Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bu haksız ithamlar, ülkemizin hukuk, insan hakları ve medeniyet değerlerimizi temel alan göç yönetimi faaliyetlerine gölge düşürmeyi amaçlamaktadır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkemiz mazlumlara yardım elini uzatmaktadır. Diğer taraftan ülkemiz, düzensiz göçle mücadele de dahil tüm göç yönetim süreçlerini insan haklarına uygun olarak yürütmektedir. Ülkemizde yakalanan düzensiz göçmenlerin tespiti ve yakalanmasından, geri gönderme merkezinde idari gözetim altına alınmasına ve sonrasında ülkelerine ya da güvenli üçüncü ülkelere sınır dışı edilmelerine kadar yürüttüğümüz tüm süreç boyunca hukuk, insan hakları ve medeniyet değerlerimizi gözeterek hareket etmekteyiz.
Hiçbir kanıta dayanmayan provokatif ve tek taraflı iddialar üzerinden devlet kurumlarını karalamayı ve algı oluşturmayı amaçlayan, kamuoyunu yanıltıcı bilgileri alenen yayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Kapat
Geçtiğimiz hafta Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanını KARAR gündeme getirdi. Çatalca ...
7 Kasım - Avukatlardan Geri Gönderme Merkezi için çarpıcı iddialar: göçmenlere ‘Sessiz Oda’ ve ‘Soğuk Oda’ işkencesi – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar) Devamı7 Kasım - Avukatlardan Geri Gönderme Merkezi için çarpıcı iddialar: göçmenlere ‘Sessiz Oda’ ve ‘Soğuk Oda’ işkencesi – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar)
Geçtiğimiz hafta Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanını KARAR gündeme getirdi. Çatalca GGM’de neler yaşandığını göçmen avukatlarına sorduk. Avukat Halim Yılmaz, “Göç İdaresi, sevk işlemini yaşanan hak ihlallerinin üzerini örtmenin yöntemi olarak kullanıyor” dedi. Avukat Yakup Sevinçhan, “Guantanamo ve Ebu Gureyb cezaevlerinin altında yatan temel mantıkla GGM’leri temellendiren mantık aynı: ülke vatandaşı değilseniz sizin için insan hakları geçerli değildir” dedi.
KARAR, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan kadınların isyanını gündeme getirdi. Göçmen kadınların ‘Bize yardım edin, kadına şiddete hayır, biz katil değiliz’ bağırışlarına şahit olan Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, “Bağırma ve çığlık seslerini duyduk. Sonrasında yaklaşık 15 çevik kuvvet cop ve kalkanlarla merkezin içerisine girdi” dedi. Yılıcak, kadınların şiddet gördüklerini ifade ederek demir parmaklıklara vurduğunu KARAR’a anlattı.
Sözlü cinsel tacize uğradığı için eşiyle beraber karıştığı bir arbededen dolayı karakola giden Şirin H. ve Halil M. haklarında bir suçlama olmamasına ve kadının mağduriyeti dolayısıyla karakola gitmesine rağmen geri gönderme merkezine götürüldüler. Şirin H. hakkında 31 Ekim’de sınır dışı kararı çıktı. Ancak Halil M. hakkında henüz verilmiş bir sınır dışı kararı olmadığını söyleyen Avukat Yılıcak, “31 Ekim’de ve 1 Kasım’da müvekkilimle görüşmeye gittiğim halde bana dosya yok dendi. Ancak müvekkilimin Şanlıurfa’ya sevki sonrası dosyasına baktığımda 31 Ekim'de sınır dışı ve idari gözetim kararı verildiğini gördüm. GGM’ler bilgiye erişimi bu şekilde sıkça engelliyor, yine aynı şey olmuş ve kararı görmeyelim diye dosya yok demişler” dedi.
‘GÖRÜŞME ODASINDA KAMERA VAR MI?’
Avukat Mehmet Yılıcak, müvekkilinin kendisine Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde şahit olduğu şiddeti anlatmak istediğini ancak tereddüt ettiğini söyledi:
“Dün müvekkilimle görüşmeye gittiğimde bana görüşme odasında kamera ve ses kaydı olup olmadığını sorarak, görüşmeden hemen önce içeride bir kadına şiddet uygulandığı söyledi. Şiddetin yalnızca bir kere değil merkezdeki görevliler tarafından sürekli uygulandığını, yapılan muameleye birazcık itiraz edenin yemek, yatak ve sabun vermemekle cezalandırıldığından bahsetti. Bunun yanı sıra içeride birbiriyle iletişim kuran göçmen kadınlara ciddi bir şekilde müdahale ettiklerini ve kimsenin birbiriyle iletişim kurmasına izin vermediklerini ifade etti.”
‘GÖÇMENLERE SABUN VERİLMİYOR’
Geri gönderme merkezlerinde, özellikle son dönemde gündem olan, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’ne dair hak ihlalleri bitmiyor. Yemek, kişisel temizlik, yatacak yer gibi birçok insani konuda dahi göçmenler mağdur ediliyor. Avukat Beyza Akyüz, Çatalca GGM’de kalan müvekkillerinin sabun gibi kişisel bakım ihtiyaçlarının karşılanmadığını, yeterli sayıda yatak olmadığını, bazı günler verilmemek üzere çok kötü yiyecekler verildiğini söylediklerini ifade etti.
HAK İHLALLERİNİ GİZLEMENİN YOLU: SEVK İŞLEMİ
İnsan hakları ve mülteciler konusunda uzman olan Avukat Abdulhalim Yılmaz, göçmenlerin kendi haklarını talep etme konusunda çok çekindiklerini söyledi:
“Yabancılar, suç mağduru dahi olsa çoğunlukla şikayet etmek veya devlete karşı dava açmak istemiyorlar. Böyle bir dava veya şikayetin kendi aleyhlerine olacağını düşünerek endişe ediyorlar. Böyle olunca da, yasal haklarını dahi kullanmaktan korkuyorlar.”
Abdulhalim Yılmaz, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan olaydan sonra göçmenlerin bulundukalrı merkezden başka merkezlere sevk edildiğini ifade etti. Asıl sorunun Göç İdaresi’nin şikayet üzerine ciddi bir soruşturma yapmamasından doğduğunu ve Çatalca’da yaşanan olaya benzer durumların üstünün örtülmesi olduğunu anlattı.
“Bir merkezde olay olduğunda ise göç idaresi genel olarak o kişilerle ilgili soruşturmak, suç veya kusur varsa delilleri toplamak, böylece durumu düzeltmek yerine, olayın üzerini kapatmayı tercih ediyor görünüyor. Bu da aynı sorunların tekrar yaşanmasına neden oluyor.”
‘ÇATALCA’DA YAŞANAN İLK DEĞİL’
“Yıllardır gördüğüm kadarıyla bir kötü muamele, intihar vakası, ihmalen ya da kasten işlenmiş bir vaka da olsa olay fark etmeksizin üstünü kapatmayı tercih ediyorlar. Böyle durumlarda, olası denetimler için ortada delil bırakmamak adına olayın gerçekleştiği merkezde tutulan kişileri hemen başka şehirlerdeki farklı merkezlere sevk ediyorlar. Bugün Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan olayın örneklerini farklı şehir ve merkezlerde daha önce defalarca yaşandı. Bunun sebebi olarak, denetim için gelen yetkililere herhangi bir şekilde bilgi aktarımı olmaması için olaylara şahit olan göçmenleri oradan sevk yoluyla uzaklaştırma tedbirine başvuruluyor. Göç İdaresinin refleksi bu şekilde, bir yerde olay olduğu zaman hemen orada bulunan herkesi dağıtıyor. Savcılık, mülkiye müfettişi, kamu denetçisi, Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu veya Meclis İnsan Hakları Komisyonu gibi bu işi denetleyen mercilere sağlıklı bir bilgi ulaşmamış oluyor.”
50 GÖÇMEN BODRUMA HAPSEDİLMİŞTİ
Avukat Yılmaz, GGM’lerde uygulanan yasadışı pratiklerin kötü muamele, yetersiz beslenme, ısınma gibi sorunlarda öte, “buzdolabı odası” olarak adlandırılan kanuna aykırı fiili uygulamalardan kaynaklandığını bahsetti. Yılmaz geçtiğimiz Şubat ayında 50’ye yakın göçmenin bodrum katına hapsedildiğini hatırlattı:
“Kötü muamele, az yemek verme ya da kişilerin yasal haklarını kullandırmamak tabiki kanunlara aykırı uygulamalar. Bunu yanı sıra, tutulan şahısların buzdolabı odası dedikleri, uygulamada ise soğuk veya sessiz oda dedikleri yerler var. Bu tür odaların yasal bir dayanağı olmadığı gibi, nasıl uygulanacağına dair kurallar da yok ve bir denetimi de yok. Şanlıurfa ve Gaziantep gibi illerde, -aşırı soğuk olduğu için- göçmeler bu odaya buzdolabı odası diyor. Buna benzer uygulamaların, başka illerde de ses izolasyonu malzemesiyle kapatıldığı için sessiz oda denilen kısımlarda görülüyor. Bu tür pratiklerin disiplin veya düzen sağlamak gerekçesiyle kullanma iddiası kabul edilemez. Çünkü, bir çok vakada, insanları cezalandırmak için ya da onların iradelerini zorlayarak sınır dışı etmek, gönüllü geri dönüş belgesini imza attırmak için bu odalar kullanılıyor. Geçen şubat ayında on beş gün boyunca Şanlıurfa Geri Gönderme Merkezinin bodrum katında içerisinde hamile kadın ve çocuklarında olduğu yaklaşık 50 insanı oraya hapsedildi Oraya giden aile, avukat veya baro temsilcilerine burada değiller diye bir de yazılı cevap veriyorlardı. Müvekkillerine ulaşamayan avukatların basın açıklaması yapması sonucunda, Göç İdaresi onları farklı illere sevk ettikten sonra, aile ve avukatlarına iletişim kurmalarına izin verdi. Bir yerde sorun varsa, bunu kanunları veya mahkeme kararlarını bir kenara iterek, ya da kişilerin temel haklarını yok sayarak çözmek mümkün değil. Bu tür olaylar, yapılan iyi politikalara veya idari uygulama ve başarılara da gölge düşürüyor. Bunun görüntüsü bile kamu hizmetine zarar veriyor.”
‘DENETİM MAKAMLARI ETKİLİ DEĞİL’
Abdulhalim Yılmaz, Göç İdaresinin denetime ihtiyaç duyduğunu, etkili bir denetim olmadığı için sorunların kronikleştiğini ifade etti. İç denetim yapan makamların bağımsız olmadığını, bunun yanısıra son zamanlarda hakim, savcı gibi yargı makamlarının iradesine müdahale edildiğini anlattı:
“Jandarma, polis, güvenlik ve göç memuru şiddet uygulayan taraf olurken bu durumlarla ilgili şikayetleri çoğunlukla savcılıklar etkili bir soruşturma yapmadan kapatmaya çalışıyor. Etkili bir adli veya idari denetim mekanizması olmadığı için mağdur olan, darp edilen, hastanede yatan raporu olan göçmenler için dahi 'bir sorun yok, hak ihlali yok' şeklinde karar çıkıyor. Göç İdaresi veya İçişleri Bakanlığı içinde veya kurum dışında bağımsız ve gerçekten etkili bir denetim mekanizması yok. Çünkü denetim yapan makamlar bağımsız makamlar değil. GGM’lerde intihar edenler, ciddi şiddet görenler, rüşvet olayları veya suiistimaller sıkça yaşanıyor. Binlerce insanın olduğu yerde elbette sorunlar olacak, ama bunların bir daha tekrar etmesini önleyecek tedbirler alınması gerekir. Göç İdaresi, dışarıdan görebildiğimiz kadarıyla, bu durumu basına ve kamuoyuna kapalı tutarak yürütmeye çalışıyor ama bu çözüm değil. Sorunlar tekrarlandığına göre, ciddi bir denetim mekanizması da ihtiyaç var."
‘AVRUPADAN GÖÇMENLER İÇİN PARA ALIP ONLARI HAPSEDİYORUZ’
Göçmenlere karşı politik nefret söyleminin de göç idaresinin bu tutumuyla büyümeye devam ettiğinin altını çizen Avukat Yılmaz, “Neredeyse her göçmeni GGM’ye alan bu hukuksuz sistem, Avrupa’dan parasını alırız göçmeni de hapsederiz mantığıyla yürüyor” dedi.
“Göç İdaresi işleyişi düzeltmek yerine savcı ve hakimlerle görüşme, eğitim, çalıştay vs. adlar altında onların iradesini etkiliyor. Hakimlerin tavrı da hem konjonktürden hem de göç idaresi söylemlerinden etkileniyor, olumlu olabilecek kararlar olumsuza dönüyor. Göçmenler hakkında olumlu karar çıkmasını engellemek için olmadık suçlamalar yapılıyor. İdare mahkemelerin verdiği kararları da uygulamıyorlar. Hakimleri etkilemeleri, aleyhte karar çıktığında uygulamamaları, bu sonuçla adeta dokunulmaz, hesap veremez, kanun ve mahkemeye karşı adeta sorumsuz gibi bir görüntü veriyor. Göç İdaresi, polisle muhatap olan, hatta müşteki olan neredeyse her göçmeni GGM’ye almak, özgürlüğünü kısıtlamak zorunluluğunu hissediyor. Ancak kanuna göre ailesi, eşi ve çocuğu, gayrimenkulü olan kişilerin, ya da idari davası devam ederken imza karşılığı idari gözetime alternatif tedbirlerle serbest bırakma imkanı varken bunun yerine içerde tutuklu gibi olmasını tercih ediyor. Kamuya da yük bindiriyor, şahsa ve ailesine de. GGM’ye alınan kişilerin durumlarının gerçekten incelenmesi, zorunlu değilse alternatif tedbirlerle bırakılması gerekiyor. Ama bunun yerine sınır dışı etmesi mümkün olmayacak kişileri, mesela Uygurları bile bir yıl içerde tutuyor, bunun makul bir açıklaması yok. Cezalandırma yeri değil. Bu bir anlamda Avrupa’dan parasını alırız, göçmeni de hapsederiz mantığıyla yürüyor. Bu muameleler nedeniyle daha geçen hafta Çatalca GGM’de yaşanan durum gibi isyanlar yaşanıyor. Göçmenlerin sayısı, güvenlik sorunları vs. işi zorlaştırıyor, ama daha insani bir yaklaşımla sorunlar önemli ölçüde çözülecek ve azalacaktır.”
ÇATALCA’DA YEMEK BİLE İŞKENCE YÖNTEMİ
Dokuz yıldır avukatlık yapan ve mültecilerle ilgilenen Avukat Yakup Sevinçhan, dokuz yıl boyunca Türkiye’de hak ihlallerinin hiç bitmediğini İstanbul’da açılan ilk GGM’den Çatalca GGM’ye kadar yaşanan mağduriyetin artarak devam ettiğini KARAR’a anlattı.
“Çatalca GGM diğer GGM’ler gibi kapasitesinin üstünde göçmen bulunduruyor. Son yaşanan olayda yemek dağıtan personel ve içeride bulunan güvenlik görevlileriyle göçmenler arasında yaşanan bir münakaşa sonucu sert müdahalede bulundular. Buna karşılık insanlar isyan etti. O gün öğleden sonra 3’e kadar avukat görüşü yapılmadı. Hiçbir şekilde içeriye dışarıdan birileri alınmadı. Güvenlik personeli yetersiz kaldığı için destek ekibi ve polis dahil oldu. Olay sosyal medyada yer alıp tepki çekince Çatalca’daki durum biraz daha normal denebilecek bir hale geldi. GGM'ler de bir sorun çıktığında denetim yapılmasına karşılık kısa süreli olarak usullere uygun hareket edildiğini daha önce de görmüştük. Ancak bazı müvekkillerin söylediğine göre yemek konusunda yaşanan sıkıntı büyümüş. Az ve soğuk yemek dışında iddialara göre yemeğe ilaç katıldığı da söylenmiş. Tabii bir göçmenin yemeğin hazırlanma aşamasına şahit olması da çok zor.”
GUANTANAMO, EBU GUREYB VE GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ
Mazlumder Mülteci Komisyonu Başkanı Avukat Yakup Sevinçhan, GGM, personellerinin göçmenler konusunda eğitimsiz olduğunu, GGM’de tutulan insanlara bir nevi düşman ceza hukuku ile muamele edildiğini ifade etti. Sevinçhan, “Almanya’da Führer'in uyguladı aynı zamanda Guantanamo ve Ebu Gureyb cezaevlerinin altında yatan temel mantık şudur: Vatandaş değilseniz sizin için insan hakları geçerli değildir. Bizde bu temellendirme GGM’lerde kullanılıyor” dedi.
“GGM personeli herhangi bir eğitimden geçmiyor ve oradaki insanları insan yerine koymuyor. Personel tarafından ‘zaten bizim ülkemizden değilsiniz bizim vatandaşımız değilsiniz’ diyerek düşmanlaştırılıyorlar. Bir nevi düşman ceza hukukuna göre muamele yapılıyor. Buna göre herhangi bir ülkenin vatandaşı olmayan bir kişi o ülkenin haklarından faydalanamaz temeline dayalı. GGM personeline sorulduğunda tabiki böyle bir şey olmadığını söylüyor ancak bu muamele göçmenlere ceza olarak veriliyor.”
YILDIRMA POLİTİKASI: ‘BU EZİYETİ ÇEKECEĞİME ÜLKEME DÖNERİM’
Göç İdaresinin, yıldırmaya politikasının vücut bulmuş hali olduğunu söyleyen Sevinçhan, göçmenleri ‘bunca eziyeti çekeceğime belgeyi imzalar ülkeme dönerim’ diyecek raddeye getirdikten sonra, onlara hem gönüllü geri dönüş formuna hem de açılan hak ihlalleri davalarından feragat ettiğine dair bir dilekçeye imza attırıldığını ifade etti. Sevinçhan Çatalca’da yaşanan olayın tek olmadığını anlattı:
“Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde göçmen kadınları isyan ettiren muameleler Türkiye’de bulunan bir çok GGM’de karşımıza çıkıyor. Yemeklerin soğuk ve az verilmesi, kapasitenin üzerinde insan tutulması, yatakların kişi sayısına göre yarıda olması, insanlar yerlerde battaniye üzerlerinde yatmak zorunda kalması, sıcak su verilmemesi... Kış aylarında yeterli ödenek olmadığı için binaları ısıtmamaları, GGM içerisindeki yatak ve çarşafların hiç değiştirilmemesi ve kan gibi lekelerle dolu olması, koğuşlara temizlik hizmeti sunulmaması, tuvaletlerin temizlenmemesi, tuvalet ve banyoların temizliğinin yabancılara yaptırılması ama bunu yaptırırken de temizlik malzemesi verilmemesi... Bu koşullar yüzünden göçmenler kantinden aldıkları havluları el sabunuyla köpürterek tuvalet ve banyoları temizlemeye çalışıyor. Müvekkillerin vücudundaki böcek ısırıklarını gördüm. Hijyen öyle bir noktaya gelmiş ki GGM’ler, bit, böcek ve envai çeşit haşerenin olduğu yerler haline geldi. Tuvalet ve banyoların kapılarının olmaması gibi bir çok insani olmayan koşul sıralanabilir.”
Kapat"Göçmenler, yemeklerine ilaç katılarak uyutuluyor ve yemek yemek istemeyenler, yemek vermeme cezasıyla tehdit ...
5 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi'nde neler oluyor? Devamı5 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi'nde neler oluyor?
"Göçmenler, yemeklerine ilaç katılarak uyutuluyor ve yemek yemek istemeyenler, yemek vermeme cezasıyla tehdit ediliyor."
Geçtiğimiz hafta İstanbul’daki Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yabancı uyruklu göçmenlere yönelik kötü muamele iddiaları gündeme gelmişti. Müvekkilleri içeride bulunan avukatlarla yaptığım görüşmeler sonucunda, göçmenlerin yemeklerine ilaç katıldığı ve yemek verilmemekle tehdit edildikleri bilgisine ulaştım.
İddialara göre, göçmenler, yemekhanede sunulan yemeklere ilaç katıldığını fark etti. Yemek sonrasında baygınlık geçirip uyuduklarını anlayan göçmenler, aşçılarla tartışmaya başladılar. Yemekhane çalışanları ise “Köpek gibi gelip yiyeceksiniz, tantana yapmayın” demiş.
Yemeklerine ilaç katılmasını istemeyen göçmenler, yemek verilmeme cezasıyla tehdit ediliyor. Ayrıca, geçtiğimiz hafta medyaya yansıyan eylem sonrasında, ceza olarak farklı geri gönderme merkezlerine sevkler başlatılmış durumda.
Göçmenlerin aileleri ve avukatlarıyla görüşme hakları kısıtlanarak, hangi merkeze gönderildikleri de gizleniyor. Sevk edilen göçmenler, ailelerine nerede olduklarını bildiremeden farklı şehirlere yollanıyor. Merkezden günlerdir birçok otobüs kalktığı da öne sürülen iddialar arasında.
https://x.com/semaklsn/status/1853810501009997880
Kapatİstanbul’da sözlü cinsel tacize maruz kaldıktan sonra götürüldüğü Geri Gönderme Merkezi’nde birçok hak ihlaline ...
5 Kasım - Tacize uğrayan göçmen kadına deport kararı (Yeni Yaşam) Devamı5 Kasım - Tacize uğrayan göçmen kadına deport kararı (Yeni Yaşam)
İstanbul’da sözlü cinsel tacize maruz kaldıktan sonra götürüldüğü Geri Gönderme Merkezi’nde birçok hak ihlaline maruz kalan Suriyeli Ş.N. hakkında deport kararı çıkarıldı
İstanbul’un Bahçelievler ilçesinde Suriyeli Ş.N. adlı kadın ile eşi M.N., 29 Ekim’de bir erkeğin sözcü cinsel tacizine maruz kaldı. M.N. ile tacizde bulunan erkek arasında arbede çıktı. Olayın Bahçelievler Karakolu’na intikal etmesiyle tarafların ifadeleri alındı.
Suriyeli çift, daha sonra “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturmak” iddiasıyla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi. M.N., Arnavutköy GGM’ye, Ş.N. ise Çatalca GGM’ye gönderildi. M.N. daha sonra Riha’daki (Urfa) GMM’ye sevk edildi.
Suriyeli çiftin avukatı, Mehmet Behzat Yılıcak, 31 Ekim’de Çatalca GGM’ye gitti. Ancak “yemek saati” olduğu gerekçesiyle avukat görüşüne izin verilmedi. Avukat Yılıcak, GGM önünde beklediği sırada da göçmen kadınların hak ihlallerini dönük protestolarına tanıklık etti.
Göçmen kadınların protestosu
Yaşananları anlatan Av. Yılıcak, göçmen kadınların yatak ve yemek verilmemesini protesto ettiklerine işaret ederek, “İçeride bulunan kadınlar, camlara vurarak, ‘Biz katil değiliz. Bize yardım edin. Kadın şiddetine hayır’ şeklinde bağırıyordu. GMM önündeki çevik kuvvet polisleri, hemen içeri girdi. Biz de içeri girmek istedik ancak ‘görüşemezsiniz’ denildi. Bu durumu meslektaşlarımızla tutanak altına aldık. Yaşananları İstanbul Barosu ve derneklere aktardım” dedi.
GGM’de hak ihlalleri
Protestolar nedeniyle müvekkili Ş.N. ile görüştürülmediğine dikkati çeken Yılıcak, 1 Kasım’da yeniden GMM’ye gittiğini ifade etti. Yılıcak, müvekkilinin yaşadığı ihlallere dair şunları belirtti: “Müvekkilime yatak verilmemiş, çıplak zeminde yatıyormuş. Protestonun yaşandığı gün ise görevliler öğlen ve akşam yemeğinin verilmeyeceğini söylemiş. Personellerin hakaretlerine, psikolojik şiddetine, aşağılayıcı tavırlarına maruz kalmış. Çıplak zeminde yatmak zorunda kalan yabancılar, gıda ihtiyaçlarının da karşılanmayacağını öğrenince mecburen protesto etmişler. Bu protestolardan sonra kendilerine yer yatağı verildiğini ve normal yemek servisinin yapıldığını söyledi.”
Dosyalar verilmiyor
Görüşme sonrası müvekkiline dair istediği dosyanın “hazır değil” gerekçesiyle verilmediğini aktaran Yılıcak, müvekkili hakkında sınır dışı kararı olduğunu öğrendiğini paylaştı. Yılıcak, “İstanbul Valiliği, müşteki olarak yer aldığı dosya nedeniyle sınır dışı etme kararı vermiş. Suriyeli müvekkilim, geçici koruma statüsünde. Ancak hukuki koruma sağlanmamış. Bununla ‘ne karakola ne savcılığa ne de hakime git’ deniliyor. ‘Adli mercileri uğraştırma’ demek oluyor” dedi.
Karar beklenmeden sevk edildi
Dosya hazırlanmadan ve Sulh Ceza Hakimliği’ne itiraz prosedürü beklenmeden bir müvekkillerinin farklı illere sevk edildiğini kaydeden Yılıcak, “Belki itiraz sonrası hakimlik serbest bırakılması kararı verecek. Sevk edildikleri yerlerde de birçok engelle karşı karşıya kalıyoruz. Arnavutköy GGM’ye iki kere gittik. Orada bulunan erkek müvekkilimin dosyası hazır olmadığı için inceleyemedik. Ancak 3 Kasım’da Urfa GGM’ye gönderildiğini öğrendik” diye kaydetti.
Duyarlılık çağrısı
Müvekkilinin tutulduğu Çatalca GGm’deki ihlallerin araştırılması gerektiğini ifade eden Yılıcak, protesto eylemlerinin yaşandığı güne dair görüntülerin paylaşılması gerektiğini vurguladı. İstanbul Barosu ve hukuk örgütlerinin bu konuda reaksiyon göstermediklerini ifade eden Yılıcak, “Baronun Avukat Hakları Merkezi’yle muhatap oldum, durumu kendilerine aktardıktan sonra beni İnsan Hakları Merkezi’ne yönlendirdiler. Oradakiler de ‘ilgili komisyona ileteceğiz, karar alacağız’ dedi. Olan bir olay var. Neden hızlı bir aksiyon alamıyoruz. Bunlar birer bahane olamaz. Mevcut komisyon gerekli aksiyonu almak zorunda. Bazı hukuk örgütleri ve dernekleri de ‘Bizi sosyal medyada paylaşın bizi etiketleyin biz paylaşırız’ dedi. Sizin vazifeniz bu değil. Sizin olayın olduğu gün her şeyi bırakıp Çatalca GGM’ye gidip tespitlerde bulunmanız gerekirdi” ifadelerini kullandı.
https://yeniyasamgazetesi6.com/tacize-ugrayan-gocmen-kadina-deport-karari/
KapatDün akşam vefat eden bir aile dostumuzun defin işlemleri için bugün İBB'ye bağlı Arnavutköy Mezarlıklar Müdürlüğüne geldik. ...
3 Kasım - İBB'de skandal uygulama. Ölülere bile ırkçılık uygulanıyor! Devamı3 Kasım - İBB'de skandal uygulama. Ölülere bile ırkçılık uygulanıyor!
Dün akşam vefat eden bir aile dostumuzun defin işlemleri için bugün İBB'ye bağlı Arnavutköy Mezarlıklar Müdürlüğüne geldik. Merhum kişi yabancı kökenli olduğu için ikametine yakın olan mezarlık yerine yabancıların defnedildiği uzak bir mezarlığa defnedilmesi gerektiği söylendi. Şahıs Türk vatandaşı olmasına rağmen yine de kabul edilmedi. Mesele hukuki bir uygulama değil, ırkçı yaklaşımla alınan ve hukuka aykırı bir karar. İBB yönetimi bu ırkçı kararından vazgeçmeli!
https://x.com/mohammadakta/status/1853010089407324597?t=ETCt5mHM76l854O-5gmCqA&s=19
KapatÇatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan göçmenlerin yaptığı eyleme tanıklık eden Av. Mehmet Yılıcak yaşananları anlattı. Av. ...
1 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde neler oluyor? (Haksöz haber) Devamı1 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde neler oluyor? (Haksöz haber)
Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan göçmenlerin yaptığı eyleme tanıklık eden Av. Mehmet Yılıcak yaşananları anlattı. Av. Yılıcak’ın iddiaları yetkililer tarafından derhal işleme alınmalı.
Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, 31 Ekim sabahı Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde bulunan Suriyeli müvekkilinin kendisi arayarak ‘burada bana çok kötü davranıyorlar, eziyet ediyorlar’ dediğini bunun üzerine müvekkili ile görüşmeye gittiğini anlattı. Yılıcak, “Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nin önünde müvekkilimle görüşmek için beklerken içeriden gelen bağırma ve çığlık seslerini duyduk. Sonrasında yaklaşık 15 çevik kuvvet cop ve kalkanlarla merkezin içerisine girdi. Kadınlar şiddet gördüklerini ifade ederek demir parmaklıklara vurmaya başladı. Göçmen kadınlar, ‘bize yardım edin, kadına şiddete hayır, biz katil değiliz’ diye bağırıyordu. Civarda bulunan ve olaya şahit olan vatandaşlarla birlikte tutanak tuttuk” dedi.
Göçmen kadınlar şiddete maruz kaldı
Göç İdaresi Başkanlığı’nın göçmenleri hukuksuzca gözetim altında tuttuğunu, Göç İdaresi’ne bağlı geri gönderme merkezlerinde uygulanan kötü muameleyi, zorla imzalatılan ‘geri gönderilme’ evrakını ve haklarında ispatlanmış bir suç olmamasına rağmen tahdit kodu verilerek sınır dışı edilen göçmenleri Karar gazetesi gündeme getirmişti. Avukat ve göçmenlerin şahitliklerini dinleyerek yayımladığı haberini, Göç İdaresi Başkanlığı, geri gönderme merkezlerinde kötü muamele olmadığını ve hiçbir göçmene zorla ‘geri dönmek istiyorum’ evrakının imzalatılmadığını söyleyerek yalanladı. Ancak yaşanan yeni olaylar Göç İdaresi Başkanlığı'nın yaptığı açıklama üzerindeki şüpheleri arttırdı.
Bize yardım edin, biz suçlu değiliz
Dün Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan göçmen kadınların ‘biz katil değiliz, bize yardım edin’ diyerek isyan ettiği görüntüler sosyal medyada gündem oldu. Olayı sosyal medya hesabından paylaşan Avukat Mehmet Yılıcak, şiddet gördüğünü söyleyerek kendisini arayan müvekkiliyle, yaşanan olay nedeniyle geri gönderme merkezindeki memurların görüşmelerine izin vermediği için bugün tekrar GGM’ye giderek müvekkiliyle görüşüp olayın detaylarını öğrendiğini söyledi.
Avukat Yılıcak, geri gönderme merkezinde sürekli olarak göçmenlerin sözlü hakarete ve psikolojik şiddete maruz kaldıklarını ifade etti. Müvekkilinin kendisine dün yaşanan olayın nedeninin, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde çalışan yetkililerin göçmenlere ‘öğlen ve akşam yemekleri size verilmeyecek’ açıklaması yaptıklarını söylediğini anlatan Yılıcak, “Yetkililer hiçbir gerekçe de belirtmemiş. Göçmenler sürekli olarak aşağılanıyor ve en temel ihtiyaçları olan gıda bile kesiliyor” dedi.
Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, “Müvekkilim eylem sonrasında göçmenlere yemek verildiğini söyledi. Ancak Çatalca GGM’nin kesinlikle denetlenmesi gerekiyor. Ben yalnızca bir kişiyle görüştüm, diğer göçmenlerin neler yaşadığını bilmiyorum” dedi.
https://www.haksozhaber.net/catalca-geri-gonderme-merkezinde-neler-oluyor-182476h.htm
Kapat
Çatalca GGM'deki göçmen kadınlar, kötü koşullar ve uğradıkları şiddet nedeniyle eylemdeler. Müvekkilleriyle görüşmek ...
31 Ekim - Çatalca GGM’de göçmen kadınlara şiddet uygulanıyor Devamı31 Ekim - Çatalca GGM’de göçmen kadınlara şiddet uygulanıyor
Çatalca GGM'deki göçmen kadınlar, kötü koşullar ve uğradıkları şiddet nedeniyle eylemdeler. Müvekkilleriyle görüşmek için Geri Gönderme Merkezine giden avukatlar içeri alınmıyor.
Çatalca Geri Gönderme Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kadınlar şiddet gördükleri gerekçesiyle eylemdeler. Müvekkilimle görüşmeye geldiysem de yaşanan olaylar nedeniyle görüşmelerin yapılmayacağını belirttiler. TUTANAK EKTEDİR.
https://x.com/gocmenlerle/status/1852003481260810745
KapatGözü dönmüş güruhun kamyonlarla taşınıp getirilmesini, evlerin-işyerlerinin yakılmasını ve katliam girişiminde bulunulmasını 'haklı bir ...
30 Ekim - Kayseri'de Suriyelilere yönelik katliam girişiminin provokatörlerinden Dursun Ataş, İYİ Parti'den istifa ederek AK Parti’ye katıldı. Ataş'a rozetini Cumhurbaşkanı Erdoğan taktı. Devamı30 Ekim - Kayseri'de Suriyelilere yönelik katliam girişiminin provokatörlerinden Dursun Ataş, İYİ Parti'den istifa ederek AK Parti’ye katıldı. Ataş'a rozetini Cumhurbaşkanı Erdoğan taktı.
Gözü dönmüş güruhun kamyonlarla taşınıp getirilmesini, evlerin-işyerlerinin yakılmasını ve katliam girişiminde bulunulmasını 'haklı bir tepki' olarak adlandıran bu kişi, olaylar esnasındaki provakatif söylemlerinden dolayı herhangi bir ceza almış mıydı?
https://x.com/PerenMut/status/1851665914539683882?t=cE7N59zx2leT9XJ7rdQsiA&s=08
KapatHiçbir suçu olmayan masum insanları Geri Gönderme Merkezlerine almaktan vazgeçin. Bu uygulamanızın nasıl zararlara sebep olduğunu fark ...
29 Ekim - Aliya Vakfı: Tekil bir vakayı çözmek için değil, bu zulmü tamamen durdurmak için buradayız. Devamı29 Ekim - Aliya Vakfı: Tekil bir vakayı çözmek için değil, bu zulmü tamamen durdurmak için buradayız.
Hiçbir suçu olmayan masum insanları Geri Gönderme Merkezlerine almaktan vazgeçin. Bu uygulamanızın nasıl zararlara sebep olduğunu fark edin.
https://x.com/aliyavakfi/status/1851337814363029633?s=46
KapatKonya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, ...
27 Ekim - Şeker komaya soktu, polis gözaltına Aldı: Suriyeli Hamza’dan haber alınamıyor - Sema Kızılarslan (Karar) Devamı27 Ekim - Şeker komaya soktu, polis gözaltına Aldı: Suriyeli Hamza’dan haber alınamıyor - Sema Kızılarslan (Karar)
Konya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, şekeri 600’e yükselen Hamza’dan hastaneye kaldırıldığından beri haber alamıyor. Hangi geri gönderme merkezine götürüldüğünü dahi bilmeyen ailesi, Hamza’nın hayati durumundan endişe ediyor.
Konya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, şekeri 600’e yükselen Hamza’dan hastaneye kaldırıldığından beri haber alamıyor. Hangi geri gönderme merkezine götürüldüğünü dahi bilmeyen ailesi, Hamza’nın hayati durumundan endişe ediyor.
25 Ekim’de şekeri 600’e çıkan Hamza El Hafyen, ambulansla Konya Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Durumunun kritik olduğunu gören doktor ve hemşireler, ilk müdahalenin ardından onu yoğun bakıma aldı. Ancak 26 Ekim’de hastaneye gelen polisler, Hamza’nın durumu hala kötü olmasına rağmen kimliği olmadığı gerekçesiyle onu gözaltına aldı ve sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezine götürdü.
HAMZA'DAN HİÇ HABER YOK
Hamza’nın ailesine hiçbir bilgi verilmeden götürülen genç adamdan haber alınamıyor. Ailesi ve ablası, Hamza’nın kritik durumda olduğunu ve hayatından endişe ettiklerini belirtiyor.
2004 doğumlu Hamza, Suriye’deki anne ve babasına para gönderebilmek için Konya’da bir sanayide çalışıyordu. Yaşlı anne ve babasının endişeli olduğunu söyleyen aile yakınları, Hamza’nın hangi geri gönderme merkezine götürüldüğü ve sağlık durumu hakkında bilgilendirilmek istiyor.
ZORLA GERİ GÖNDERME, İMZA ATTIRMA VAKALARI ARTTI
Türkiye’de zorla geri gönderme uygulamaları, özellikle son yıllarda artış gösterdi. Göçmenlerin sınır dışı edilmeden önce gözaltında tutuldukları geri gönderme merkezlerinin kötü koşullarda olduğu, kalabalık ve steril olmayan ortamların bulunduğu biliniyor.
Geçtiğimiz günlerde KARAR’ın gündeme getirdiği Kırklareli Geri Gönderme Merkezi’nde 37 yaşındaki Suriyeli göçmen İbrahim İzziddin, geri gönderme merkezi yetkililerinden gördüğü şiddet sonucu hayatını kaybetmişti. Bu merkezlerde yaşanan insan hakları ihlalleri sık sık gündeme geliyor.
Hamza’nın yakınları, 20 yaşındaki gencin hayatı için endişe duyuyor ve yetkililerden acil yardım talep ediyor.
Kapat
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, “Göç ...
25 Ekim - Mülteciler şiddet ve hukuksuzluk kıskacında: GGM’lerde işkence ve şüpheli ölümler arttı (bianet) Devamı25 Ekim - Mülteciler şiddet ve hukuksuzluk kıskacında: GGM’lerde işkence ve şüpheli ölümler arttı (bianet)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, “Göç politikaları mültecilerin hayatta kalmasını sağlamaktan uzak” diyor.
- Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda.
- Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği.
- Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, Türkiye’deki göçmen ve mültecilerin yaşadıkları sorunları böyle sıraladı.
Bir de çözüm önerisi sundu: “Bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.”
Avukat Ömer Taş Geri gönderme merkezlerinde yaşananları, Türkiye’nin göç politikaları ve deport kararlarını bianet’e anlattı.
“Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda”
Geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan bir göçmeni ve avukatını nasıl bir süreç bekliyor?
Hâlihazırda geri gönderme merkezlerinde geri gönderilmeye çalışılan göçmen/mülteci sayısı astronomik rakamlara ulaşmış durumda. Bu durum göçmenin insani koşullarda yaşamasına müsaade etmiyor, beslenmesine ve sağlık problemi yaşadığında sağlık hizmetine ulaşmasında büyük engel teşkil ediyor. Avukatlar ise geri gönderme merkezlerinde müvekkil ile yapacakları en basit görüşme veya dosya incelemek için saatlerce bekliyorlar.
“Avukat görüşmeleri zorlaştırılıyor”
Avukatların geri gönderme merkezine alınan müvekkillerine ulaşamadığı, görüştürülmediği yönünde iddialar ortaya atıldı. Doğru mu bu?
Geri gönderme merkezine götürülmek üzere alınan göçmenler örneğin Avrupa yakasında alındıysa Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’ne götürülür, ardından uyruğuna göre farklı geri gönderme merkezlerine sevk edilir. Sözünü ettiğimiz bu sevk sürecinde müvekkil ile avukatın görüşmesi neredeyse imkânsız.
Yine bu aşamada dosya incelemesi dahi yapılamıyor. Gerek iç hukukta gerek uluslararası hukukta defaatle savunma hakkının önemine değinilse de idari makamların avukat ile müvekkilin görüşmesi noktasında gerekli adımları attığı söylenemez. Aksine idare, bu hususta avukat görüşmelerini zorlaştıran ve hatta kısıtlayan bir tutum içine giriyor.
GGM’lerde göçmenlere yönelik darp ve işkence uygulandığı, şüpheli ölüm-intihar vakalarının arttığını görüyoruz. Ne yaşanıyor arka planda? Sizde konuya dair detaylı bilgi var mı?
Bilindiği üzere Türkiye’de bir cezasızlık algısı aldı başını gidiyor. Ancak bu cezasızlık algısı elbette kendiliğinden oluşmadı. Basına yansıyan olaylarda verilen mahkeme kararları, siyasi otoritelerin yaptığı birtakım açıklamalar bu algının oluşmasında etkili oldu.
Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği. Dosyasını takip ettiğimiz ve sınır dışı kararına karşı idari yargıda dava açtığımız bazı müvekkillerimiz baskıya dayanamayıp ülkelerine döndüler.
“Süreç uzuyor, göçmenler ‘gönüllü’ olarak dönmek zorunda kalıyor”
Hukuksuz deport kararlarının göçmenleri mağdur ettiğini biliyoruz. Bu kararlarda ve yapılan itirazlarda nasıl bir süreç işliyor?
İdari işlemler, Anayasa’nın 125. Maddesi uyarınca yargı denetimine tabidir. Dolayısıyla idari bir makam olan Göç İdaresi’nin kararlarına karşı idari yargıda dava açılabiliyor. Ancak açılan bu davaların sonuçlanması o kadar uzun sürüyor ki müvekkiller daha fazla dayanamayıp “gönüllü” olarak geri dönmek zorunda kalıyor.
Bir idari işleme karşı her ne kadar başvuru yapılabilecek bir yol varsa da mahkemelerin iş yükü dikkate alındığında söz konusu başvuru gerekli faydayı sağlamıyor. Uzayan yargılama süreçlerinde müvekkillerimiz adeta ceza yargılaması olmaksızın hapis yatıyor. Bu denli kişi hak ve hürriyetlerinin kısıtlandığı az sayıda durum var.
Gönüllü geri dönüş
Ülkesine ziyarete gitmek isteyen yabancılara gönüllü geri dönüş evraklarının zorla imzalattırıldığı iddiaları gündeme geliyor. Yurt dışına çıkan kişinin geçici koruma statüsü kalktığı için de geri dönemeyebiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası koruma statüleri ile geçici koruma statüsü kural olarak kendi ülkesinin korumasından faydalanamayan kişilere verilir. İdari makamlar bu doğrultuda ülkesine dönen birinin hayati tehlikesinin artık olmadığını, uluslararası koruma gerektiren durumların ortadan kalktığını iddia ediyor ve buna göre işlem tesis ediyorlar. Ancak idari makamlar bu tespitlerini herkes açısından genelleme yolu ile yapıyorlar. Halbuki her olay özelinde ayrı bir değerlendirme yapılmalı.
Gerçekten de Türkiye’de yıllardır bulunan ve burada kurulu bir düzen inşa eden göçmenlerin sırf ülkesini ziyaret etmek istemesi sebebiyle statülerinin kaldırılması hukuka uygun değil. İnsan haklarını uygulamayı kendine ilke edinen, bununla övünen bir devletin pratiğinin de bu ilkelere paralel ilerlemesi gerekiyor. Aksi yöndeki tutum, içinde çelişki barındırır.
Kamu görevlilerinin yabancılarla kurdukları ilişkilerde rüşvet gibi birçok hukuksuzluk söz konusu olduğu söyleniyor. Bunun gerçeklik payı ne?
Denetlenmeyen, yargılanma korkusu olmayan kamu görevlisi rüşvet suçunun faili olabilir. Müvekkillerim özelinde henüz böyle bir sorun ile karşılaşmasam da maalesef sözünü ettiğiniz hususlar uygulamada denk geldiğimiz sorunlar. Fakat başka avukatlar tarafından müvekkillerimize, sizi 10 dakikada çıkarabiliriz, orada tanıdığımız memurlar ve görevliler var şeklinde yaklaşıldığını biliyoruz.
“Mültecilik bir neden değil sonuç”
Irkçı saldırıların artmasıyla göçmenlere yönelik kamusal baskı da arttı. Bunun Göç İdaresi’nde, geri gönderme merkezlerinde ve geçici barınma merkezlerinde bir belirleyiciliği oluyor mu? Oradaki göçmenlerin ve avukatlarının üstünde bir baskı oluşturuluyor mu?
Türkiye’de göçmenlere karşı körüklenen nefret dili; can alıyor, aç bırakıyor ve ötekileştiriyor. Fakirliğinin ve mevcut ekonomik durumun müsebbibi olarak göçmenleri gören kitleler; küfretmeye, saldırmaya hatta öldürmeye hazır. Halbuki göçmenlik/mültecilik bir neden değil bir sonuçtur. Sömürgecinin yayılmacı politikası sebebiyle çıkan savaşlardan kaçar, yaşama çabası içerisinde bir sığınak arar.
Savaşları çıkaranları eleştiremeyenler, bu cesareti kendinde bulamayanlar en savunmasız gördüklerine saldırıyor.
Sözünü ettiğimiz bu nefret dili toplumun her kesimine sirayet ediyor. Göç idaresinde ve geri gönderme merkezlerinde çalışanlar ile geçici barınma merkezinde çalışanlar da bu nefret dilinden etkileniyor ve siyasi otoritelerin “mancınıkla geri göndereceğiz” şeklindeki söylemleri bu kişilere mantıklı geliyor.
Hâlbuki bu tür bir yorumun 21. Yüzyılda herhangi bir karşılığı olmamalı. Sorunuzun bir kısmında mevcut durumun göçmenler ve avukatlar üzerinde bir baskı yaratıp yaratmadığını sordunuz.
Özne olan göçmenin/mültecinin bu tür bir nefret dili ve ona bağlı gelişen pratiklerden etkileneceği tartışmasız. Görevi müvekkiline hukuki destek sağlamak ve olası hak kayıplarının önüne geçmek olan avukatlar ise müvekkillerle görüşemiyor, süreçleri takip etmekte zorlanıyorlar.
Göç alanında, göçmenlerle çalışan sivil toplum kuruluşları, inisiyatiflere dair neler düşünüyorsunuz?
Tahmin edeceğimiz üzere; suyu, taşı, toprağı, ağaçları, hayvanları, insanları ile tamamen yabancı bir ortama giren bir insan, müthiş yalnız hisseder. Hele bir de kaçtığı savaşın ortasında annesini, babasını, kız kardeşini, çocuğunu bırakmışsa… İşte sözünü ettiğimiz bu yalnızlığın ortasında dayanışma gösteren sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler adeta kurtarıcıdır.
Sesini çıkaramayana ses olur, haklarını hatırlatır ve yaşatmaya çalışır. Özellikle göçmenin mağdur sıfatını taşıdığı yargılamalarda sanıklara karşı mağdurun yanında olmak önemli. Takip ettiğimiz davalarda desteğimizi gören göçmenler daha cesur yaklaşıyor ve gerçek anlamıyla dahil olmaya çalışıyorlar.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin gerek iktidarı gerek yargıyı denetleyen bir yönü de mevcut.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin ortaya çıkardığı kamuoyu tepkisi ile karşılaşan iktidar/idare hukuka uygun hareket etme gayretinde bulunuyor. Dayanışmayı büyüten ve konumuz özelinde mültecilerle dayanışma içerisinde olan sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin sayısı artırılmalı, bu oluşumların faaliyetini engelleyecek yasaklamalardan kaçınılmalıdır.
Sizce geri gönderme merkezinde yaşananların ve hukuksuz deport edilme kararlarının önüne nasıl geçilebilir?
Etkin bir denetim sistemi kurulmadan, gerekli teftişler sağlanmadan sözü edilen hususlarda iyileştirme yapılması mümkün değil.
Denetleme faaliyetlerinin yapılması önünde herhangi bir engel bulunmasa da idari makamlar bu konuda gerekli özeni göstermiyor.
Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var. Bu ihtiyacın meclisten çıkacak kanuni düzenlemeler ile karşılanması pek tabi mümkün. Ancak her halükarda öncelikle olumlu yönde bir kamuoyunun oluşturulması gerekiyor. Bu kamuoyu; sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler, dernekler ve siyasi partilerin ortak çabası ile oluşturulabilir.
“Mültecilerin can güvenliği sağlanmıyor”
Türkiye’nin mültecilere yönelik göç politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de mültecilere yönelik göç politikaları maalesef uluslararası sözleşmeler ve iç hukuk düzenlemelerine bağlı kalınmaksızın siyasi saiklerle sürdürüldüğünden hukuki bir değerlendirme yapmak zorlaşıyor. Ancak gelinen aşamada, ölüm haberlerini Antalya’dan, Zonguldak’tan, Gaziosmanpaşa’dan duyduğumuz mültecilerin can güvenliğinin dahi sağlanmadığını görüyoruz.
Bir devlet bütün kurumlarıyla öncelikle sınırları içerisinde bulunanların can güvenliğini sağlamak zorundadır. Irkçılık ve faşizm baskısı altında olan mültecilerin ise bu korumaya fazladan ihtiyacı var. Sözünü ettiğimiz devletin göç politikası öncelikle sınırlarına gelen ve kabul ettiği mültecileri yaşatmaktır.
Bununla birlikte vatandaş olsun veya olmasın herkesin eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden eşit yararlanmasını sağlamak göç politikası haline getirilmelidir.
Ancak daha önce de değindiğimiz üzere; bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.
KapatMahemuti Anayeti üçüncü kez deport işlemiyle karşı karşıya kaldı. Zorla 'Çin'e geri dönmek istiyorum' evrakı ...
23 Ekim - Göç İdaresinin usulsüz uygulamaları devam ediyor Devamı23 Ekim - Göç İdaresinin usulsüz uygulamaları devam ediyor
Mahemuti Anayeti üçüncü kez deport işlemiyle karşı karşıya kaldı. Zorla 'Çin'e geri dönmek istiyorum' evrakı imzalatılıyor. Hakkında tutuklama kararı çıkmamasına rağmen geri gönderme merkezinde tutuluyor.
https://x.com/nurcalk_/status/1848821386216714682
KapatSığınmacılarla ilgili olarak sahadaki ihtiyaçlar arasında savunuculuk güncel olarak ilk sıralarda yer alıyor. Çünkü geldiğimiz ...
22 Ekim - Sığınmacılar nasıl düşmanlaştırıldı? Adaletin dostları nereden başlamalı? Savunuculuk için neler yapmalı? – Bekir Berat Özipek (Enternasyonal Dayanışma) Devamı22 Ekim - Sığınmacılar nasıl düşmanlaştırıldı? Adaletin dostları nereden başlamalı? Savunuculuk için neler yapmalı? – Bekir Berat Özipek (Enternasyonal Dayanışma)
Sığınmacılarla ilgili olarak sahadaki ihtiyaçlar arasında savunuculuk güncel olarak ilk sıralarda yer alıyor. Çünkü geldiğimiz aşamada onların da onlarla dayanışma içindeki kişilerin de sesleri yeterince duyulmuyor. Oysa duyulmalı. Sesi kısılanların ve sessizleştirilenlerin yanında durmak, onların sesini çoğaltmak, sorunlarını görünür hâle getirmek gerek. Peki, bunu nasıl yapmalı?
Bu yazı sığınmacıların adım adım nasıl hedef tahtasına oturtulduğunu, meydanın ayrımcı odaklara nasıl bırakıldığını ele alıyor ve savunuculuk ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğini tartışıyor.
Sığınmacıların şeytanlaştırılması, Suriye göçünün başlangıcına kadar giden uzun bir tarihe sahip. Ama bugünkü düzeyine elbette 13 yıl önce ulaşmadı.
Suriye’de rejimin zulmünden ve katliamlarından dolayı insanların kitlesel olarak evlerini terk ederek Türkiye’ye geldiklerinde ilk net olumsuz yargı ve suçlamalar, başta CHP olmak üzere seküler milliyetçi çevrelerle Suriye’deki Baas rejimini mezhepçi bir körlükle inanç temelli olarak savunan çevrelerden geldi. Kılıçdaroğlu Suriyelileri keskin bir nefret diliyle hedef tahtasına koyduğunda, toplumda onlara yönelik yaygın bir önyargı yoktu. Hatta dayanışma ve sempati ifadeleri belirgindi. MHP ve diğer siyasi partilerin dili bile Suriyeliler konusunda o kadar kötü değildi.
İkinci saldırı sosyal medya üzerinden geldi. Bunun bir kısmı iç, bir kısmı da dış kaynaklıydı. Sosyal medya Türkiye’nin yumuşak karnıydı ve adeta bokstaki gibi birileri de “oradan çalıştı.” Twitterdan facebooka sayısız sahte hesap üzerinden her kesime hitap edecek farklılaşmış bir ayrımcılık diliyle sürekli yayın yapıldı. Sırf bu amaçla kurulmuş sahte hesaplardan uzun süre sahte görsellerle gerçek, hayal ve haberi karıştıran, sıkışınca “şakaydı” dedirten paylaşımlar yapıldı. Kötü bakışlı bir adamın resmini koyarak “Suriyeli bakan, Türkiye’de çoğalacağız dedi” gibi (Gerçekte ise ne öyle bir Suriyeli bakan vardı, ne de öyle bir açıklama) paylaşımlar artarak devam etti. Ta ki bu yayınlar bir taban bularak, kendi kendisini yeniden üreten bir kötülüğe dönünceye kadar.
Sosyal medya üzerinden yapılanların üç-beş ırkçının işi olmadığı açıktı; zaman, emek ve harcama gerektiren bir kurgu ile profesyonel bir siyasal iletişim dili söz konusuydu ve bu hâliyle Türkiye’deki malum çevrelerin propaganda becerisini fazlasıyla aşıyordu.
Ancak bu aşamada bile, Ekşi Sözlük’te “Suriyeliler” başlığı altında kötülük oluk gibi akarken, toplumda belirgin bir önyargı ve nefret dalgası hissedilmiyor, bilimsel araştırmalara bu tür bulgular yansımıyordu.
Ancak 2015-2016 yıllarına gelindiğinde, toplumdaki tek yönlü yayın, telkin ve propaganda etkisini göstermeye başladı. 2016 yılında Başbakan Erdoğan “Suriyeli kardeşlerimize vatandaşlık imkânı vereceğiz” açıklaması yaptığında CHP, HDP ve MHP’den tepki geldi. CHP “milli irade diyordun, haydi o zaman referandum yap” derken, HDP’den de “kendine o kadar güveniyorsan referanduma götür” açıklaması geldi. Hiçbir konuda olmayan, görülmeyen dokunaklı bir yakınlaşma, göz yaşartıcı bir “birlik ve beraberlik duygusu”ydu muhalefette gözlemlenen. Ve bütün bunlar olurken ortada Zafer Partisi yoktu.
Sağdan sola muhalefetin, iktidar mücadelesinde “en alttakiler”in üstüne basmakta beis görmemesi, son seçimlere kadar devam etti. 2023 Başkanlık seçiminde Kılıçdaroğlu ana propagandasını sığınmacıları gönderme üzerine kurup, 100 yıl sonra yeni bir tehcir vaat ettiğinde bile, kendisini demokrat olarak tanımlayan birçok siyasi partinin ona desteği değişmedi. Gelecek ve DEVA da “ortak mutabakat”ın tehcir maddesini onayladılar.
Ancak sığınmacılar konusunda ilk günah muhalefetinse ikinci günah iktidarındı. Yıllar içinde CHP düzenli olarak dezenformasyon yaparken, sosyal medya üzerinden bir operasyon yürütülürken ve genellikle Atatürkçü-Kemalist profiller altında yalan yanlış bilgilerle sığınmacılar bir eli yağda devlet kaynaklarını tüketip, hastanede, okulda öncelikli “zevkusefa içindeki birinci sınıf vatandaşlar” olarak resmedilirken, iktidar suskun kalmayı tercih etti. Kamu Diplomasisi Başkanlığı gibi tam da bu amaçla kurulmuş birimler görevini yapmadı. Kurumlar çalışmadı veya çalıştırılmadı.
Suriyeliler konusunda sosyal medyayı teslim almaya başlayan dezenformasyon içeriklerinin ağırlıklı olarak yurtdışı kaynaklı olduğu, Rusya ve İran’dan geldiği gibi açıklamaların kimi zaman devlete ve hükümete yakın çevrelerden gelmesine rağmen, bu çevrelerin mülteci meselesi üzerinden bazı devletlerin müdahalesinden ve bu anlamda bir “dış operasyon”dan söz etmelerine rağmen, en azından ilk planda alınabilecek önlemler kapsamında bilgi güvenliği ve doğru yönde bilgilendirme temelli adımlar atmasının beklenmesine rağmen, bunların hiçbiri olmadı.
Sonuçta muhalefetin ayrımcı propaganda yaptığı, iktidarın da konuşmadığı yıllar içinde ayrımcı önyargı kamusal algıya nüfuz etmeye başladı. Artık 2019 yılına gelindiğinde bu konuda yaygın bir önyargıdan ve “Suriyeliler dilediği üniversitede bedava okuyor” türünden gerçek dışı bilgiye dayalı kanaatlerden ve ekonominin kötüleşmesini de Suriyelilere bağlayan açıklamaların -aksinin dile getirilmediği bir ortamda- ikna ediciliğinden söz etmek mümkündü.
Üçüncü aşama savunucuların yıldırılması ve bertaraf edilmesiydi. Burada da oldukça sistematik bir iletişim dili, adeta iş bölümü vardı. “Sığınmacıları savunan, dincilerle Kürtçülerden başka kimse kalmadı” diye söylüyordu gururla, sadece Suriyelilere değil dindarlara, Kürtlere ve kadınlara karşı da sicili kötü bir gazeteci. Sosyal medyada Suriyelilerle ilgili olumlu paylaşımlar yapanlar özellikle hedef seçildi. Onlara yönelik özelleştirilmiş bir itibarsızlaştırma, küçültme ve hedef alma söz konusuydu. Sonuçta bunda önemli bir başarı da sağlandı. Sosyal arena mülteci savunucularından boşaldıkça, ana akım siyasetçiler ve ana akım medya iktidarla mücadelede sığınmacıları manivela olarak kullanarak ırkçılık ve ayrımcılıktan nemalanma imkanını değerlendirmeyi tercih ettikçe, ayrımcılık daha fazla yükseldi. Zafer Partisi kurulduğunda böyle bir ortam büyük ölçüde oluşmuştu.
Nereden başlamalı?
“Bizde ırkçılık olmaz, benim çocuğum yapmaz” dememek gerektiğini yaşayarak öğrendik. “Bazen bütün bir toplum da şeytanın egemenliği altına girebilir” diyor Horkheimer. Neyse ki henüz o aşamada değiliz, ama sessiz kalırsak yaygın ama derin olmayan mülteci düşmanlığının toplumun kılcal damarlarına doğru derinleşerek sirayet etmesi de pekâlâ mümkün. Dahası, dünya da doludizgin oraya doğru çekiliyor. Milliyetçi tepkisellik, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık artık pek çok toplumda egemen fikirlerin bir parçası hâline gelmiş durumda.
Bütün bir dünyanın sorunlarını çözemeyiz elbette. Ama bir yerden başlayabiliriz.
Bunun için ayrımcı ve ırkçı kötülüğün en fazla üreme ve topluma enfekte etme imkânı bulduğu yere bakmak ve oradan başlamak gerek. Kimsenin avucunda tutmak istemediği, bir kor veya ateş gibi üstünden atmaya çalıştığı, en çok adaletsizlik üreten yerden yani. Mültecilerden.
Kimseye prim sağlamayan, herhangi bir kesimin kendi hakkını değil başkasının hakkını savunması anlamına gelen ve örgütlü bir kötülük tarafından sürekli olarak saldırıya uğramayı ve itibarsızlaştırılmayı sineye çekmeyi gerektiren bir konudur mülteci meselesi. Bu yönüyle gerçek bir turnusol testidir. Pek çok hak savunucusunun çirkefe bulaşmamak ve “al evine karına götür” türünden hakaretlere maruz kalmamak için susmayı tercih eder hâle getirildiği bir sorun.
Ve işte tam da bu yüzden adalet ve hak mücadelesine oradan başlamak gerek.
Sahnedeki eksik aktör: Savunucular bekleniyor
Siyasal iletişim tekniklerini iyi kullanan, mülteci haklarını savunanları aynı anda hem ahlakçı argümanlarla hem de küfür ve hakaret ederek sindirmekte talimli ayrımcı ve ırkçı unsurların sesinin gür olduğu yer sosyal medya. Elit kuramcılarının dile getirdiği “Örgütlü azınlıklar örgütsüz çoğunlukları yönetir” kuralı en iyi orada işliyor ve bir şebeke hâlinde faaliyet gösterdikleri için göze çok görünüyorlar.
Ancak sosyal medyanın kısa olmakla beraber oldukça öğretici olan tarihi, doğru ve haklı fikirlerin her hâlükârda etki gücünün çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Yalanın yayılma hızı yüksek olabilir; yalan söylemek bir siyasi örgüt ya da çete tarafından ideolojik bir mücadele tarzı veya yaşam biçimi olarak görülüp icra ediliyor da olabilir. Sonuçta hepimiz bu hayatı nasıl yaşayacağımıza dair bir tercih yapıyoruz.
Bugünkü tablonun iç açıcı olmadığı doğru. Ama bu tablo pekâlâ değişebilir; değiştirilebilir. Hem de kısa bir zamanda. Önce bir denge sağlanır, sonra doğru bilgi ve fikirlerin kamusal gündeme egemen olduğu görülebilir.
Bunun için küçük de olsa birlikte hak temelli gündemleştirme yapacak gönüllülere ihtiyaç var. Egemen fikirlere ve yargılara karşı kale gibi sağlam biçimde horlanan ve aşağılananlardan yana durup, başına yıldırımlar yağsa serinkanlılığını bozmadan ısrarla ve inatla doğruları söyleyecek küçük gruplardan söz ediyorum.
Özellikle sosyal medyada bıkmadan, yorulmadan, usanmadan, trolleşmeden, en aşağılık hakaretlere dahi aynı dozda cevap vermeden, daha doğrusu hakaret etmeden, hak temelli bir biçimde mültecilerin meselelerini dile getirecek 30-40 kişi bile bütün atmosferi değiştirebilir. Şu an mültecilerin en fazla ihtiyaç duydukları ve mültecilerin hakları ile ilgili olarak da en fazla ihtiyaç duyulan mesele bu: Savunuculuk meselesi.
Bu nasıl olabilir? Siyasi veya insani sebeplerle bir araya gelen küçük bir grup, makul bir süre makul bir ses çıkarmayı başarırsa, bu konuda bugün susan sayısız insan yavaş yavaş cesaret bularak hak temelli paylaşımlara omuz verecektir.
Bunun için öncelikle savunuculukla ilgili faaliyet yürütmek isteyen grubun iki adım veya aşamadan oluşabilecek bir çalışmaya bu iş için birkaç hafta da olsa zaman ayırması gerekir.
Birinci adımda mülteci meselesinin ne olduğu, dünyada ve Anadolu’da insanların hangi saikler altında göç ettikleri, Türkiye’deki Suriyelilerin, Afganistanlıların ve diğer coğrafyalardan gelenlerin içinde bulundukları durum hakkında konuşmayı mümkün kılacak bir bilgilendirme gerçekleştirilir. Bu ilk adım online olarak tüm herkese yönelik olabileceği gibi grup üyelerine özel de olabilir.
Ancak doğru bilgiye sahip olmak önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Bir de doğru bilgiyi doğru bir dille gündemleştirmek gerek. Bunun nasıl yapılabileceğini de bilmek gerek. Buradaki anahtar kavram adaletin ve barışın dilidir. Ama bunun somut pratikte nasıl görünürlük kazanacağı, bir tartışma esnasında sarf edilmesi gereken ve gerekmeyen sözlerle, asla yapılmaması gerekenlere, yani usule dair bilinmesi gerekenler de meselenin ikinci adımı olabilir.
Doğru bilgi ve doğru dille, kamusal gündemi hak temelli bir biçimde dönüştürmek için birlikte yola çıkılabilir. Böyle bir yola çıkıldığında zaman içinde varılacak olan yer, özgürlük, adalet ve barış adına bambaşka, ilk aşamada tahayyül edilenin çok daha ötesinde bir yer de olabilir.
Elbette bu yaklaşımı fazla iyimser bulanlar olabilir. Ama iyimser veya kötümser olmak yapılması gerekeni değiştirmemeli. Öte yandan başarılı olmayı tek başına kamusal gündemi oluşturan fikirleri biçimlendirme gücüne de endekslememek gerek. Böyle bir mücadele, sonuçlarından bağımsız olarak gerçekleştirilmeli. En kötümser yaklaşımla amaçlanan gündemin dönüşümünde beklenen etkinin bir an için gerçekleşmemiş olması söz konusu olsa dahi, böyle bir mücadeleyi birlikte yürütmenin öğreticiliği, bizzat onu gerçekleştirenler üzerindeki sağaltıcı ve olgunlaştırıcı etkisi için yine de değer.
Tarihin zor dönemleri vardır ki o anlarda nerede durduğunuz önemlidir. O zor dönemlerin elde ateş gibi yakıcı olan meselesi, yeni ve daha insani bir gelecek için bir kaldıraç olabilir. Gazze’de soykırımın ürettiği dehşet ne kadar büyükse, burada ortaya çıkan enerjinin küresel düzeyde statükoyu değiştirmeye yetecek kadar güçlü bir potansiyeli ifade etmesi gibi, mülteci meselesi üzerinden yeni bir dönemin kapısı aranabilir.
Ama hepsi bir yana, yeni bir ülkede hayata tutunmaya çalışan bir mülteci çocuğa yalnız olmadığını göstermek ve gözlerinde bir güven ışığı görmek için de uğraşmaya değer.
Bekir Berat Özipek
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır.)
https://www.instagram.com/p/DBbEaRMsigv/
https://x.com/Enternasyonal_D/status/1848671640059510873
https://www.facebook.com/permalink.php?st
Kapat
Adana'da yatağın altına konulan ısıtıcıdan çıkan yangından dolayı en büyüğü 6, en küçüğü 1 yaşındaki 3 ...
22 Ekim - Adana'da ısıtıcıdan çıkan yangında 3 çocuk yaşamını yitirdi Devamı22 Ekim - Adana'da ısıtıcıdan çıkan yangında 3 çocuk yaşamını yitirdi
Adana'da yatağın altına konulan ısıtıcıdan çıkan yangından dolayı en büyüğü 6, en küçüğü 1 yaşındaki 3 çocuk yanarak feci şekilde hayatını kaybetti.
Olay, merkez Yüreğir ilçesine bağlı 19 Mayıs Mahallesi 1106 sokak 3 numaralı evde meydana geldi. İddiaya göre, Suriyeli ailenin kaldığı ve en büyüğü 6 en küçüğü 1 yaşında olan 3 çocuğun yaşadığı evde çocuklar üşümesin diye bir çocuğun yatağının altına ısıtıcı konuldu.
Daha sonra baba işe giderken anne ile çocuklar evde uyudu. Bir süre sonra ısıtıcıdan dolayı yangın çıktı. Yangını gören vatandaşlar itfaiyeye haber verdi. Olay yerine gelen ekipler yangını söndürdü ancak 3 çocuk yanarak feci şekilde hayatını kaybetti. Annenin evden çıkarak kurtulduğu öğrenildi. Polis yangınla ilgili inceleme başlattı.
Yapılan incelemede çocuklardan 2'sinin kız olduğu öğrenildi. Çocukların isimlerinin ise Hüseyin Hüseyin (6), Şam Hüseyin (3) ve Şahad Hüseyin (1) olduğu belirlendi. Yapılan incelemenin ardından cenazeler otopsi için adli tıp kurumu morguna kaldırıldı.
https://www.yenimesaj.com.tr/adanada-isiticidan-cikan-yanginda-3-cocuk-yasamini-yitirdi-H1545377.htm
Kapat
“Kitlesel sınır dışı kampanyası; Türkiye'yi, bir zamanlar en fazla mülteciyi barındırdığı için övülen bir ülkeden, ...
21 Ekim - Geri Gönderme Merkezleri dünya gündeminde! Devamı21 Ekim - Geri Gönderme Merkezleri dünya gündeminde!
“Kitlesel sınır dışı kampanyası; Türkiye'yi, bir zamanlar en fazla mülteciyi barındırdığı için övülen bir ülkeden, mültecilerin sokaktan gözaltına alınma ve zorla sınır dışı edilme korkusuyla evlerine saklandıkları bir ülkeye dönüştürdü."
Lighthouse Report ve New Lines Magazine, Türkiye’den zorla geri gönderilen mülteciler için bir rapor yayınladı.
https://x.com/10larmedya/status/1848376620463083577?s=46
KapatAfganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammed Nourtani, Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında çalışırken sebebi henüz aydınlatılmamış ...
20 Ekim - Bir kaybetme pratiği olarak ırkçılık – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma) Devamı20 Ekim - Bir kaybetme pratiği olarak ırkçılık – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammed Nourtani, Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında çalışırken sebebi henüz aydınlatılmamış şekilde hayatını kaybetti ve bedeni patron talimatıyla ocak dışına çıkarılarak yakıldı, yok edilmek istendi. Beden yakmaktaki saik, patronları kaçak maden ocağından ötürü ceza almaktan kurtarmaktı. Magdoff’un “Kullan At Emekçileri” olarak formüle ettiği mülteci/göçmen işçiler, böylece ölüm mertebesine terfi ettirilerek buhar edilmekteydi.
Benzer kaybetme vakası daha önce Adana-Mersin karayolunda, bir portakal bahçesinde vuku bulmuştu. Mustafa El Recep isimli Suriyeli işçinin bedeni fabrikadan çıkarılarak gözden ırak bir yere atılmıştı. Konya’da 150 TL alacağı var diye öldürülen Afganistanlı genç de kör bir kuyunun dibinde bulunmuştu. İzmir Güzelbahçe’de ırkçı ve nefret söylemiyle yakılan Suriyeli üç işçi de kül edilmek istenmişti.
Mülteci bedenleri yakma, yol kenarına, bahçelere atma ya da kuyu dibinde saklama gibi eylemler, aslında mülteciyi kaybederek suç delillerini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Çoğu kayıt dışı çalışan enformel endüstrinin bu “görünmez” işçilerini zora düşünce ortadan kaldırmak, en azından yerli işçileri öldürüp yok etmekten daha kolay. Öldürme ve/veya yok etme eylemine alt taşeronların yahut aynı işyerindeki yerli işçilerin suç ortağı yapılması giderek sıradanlaşıyor. Afgan işçi Nourtani’nin yanan bedeni başında boş bir viski şişesi ve kuruyemiş kabuklarının bulunması oldukça düşündürücü bir örnek.
Gelinen yerde, “bizden olan bizden olmayan” ya da “yerli olan yerli olmayan” şeklinde tezahür eden milliyetçi işçi ayrımının; şoven propagandanın da desteğiyle, mülteci bedenleri yok etme sınırına kadar geldiğini söyleyebiliriz. “Bizden olan” işçiler en azından öldürülüp buhar edilmeme ayrıcalığına sahip: elbette şimdilik! Bu durumun yerli işçiler ya da köylüler için bir üst kimlik ya da imtiyaz hâline dönüştüğü her yerde, ırkçılık tıpkı zehirli bir yılanın deri değiştirmesi gibi yüz değiştirerek kendisini gösteriyor.
İşsiz, bunalım içinde ve gelecekten ümitsiz lümpen proleterlerin, işyeri temelinde, faşizmin sivil sıradan erleri olarak mültecilerin üzerine salınması; tam da kapitalist ekonomik kriz, buhran, bunalım ya da en azından derin yoksulluk günlerinin tarihten bilinen şaşmaz pratiği. Sınıf bilincinden ve sendikal örgütten mahrum çalışan ve en alt işlerde sömürülen proleter kesimlerin mafyatik “işveren” şebekelerine dâhil edilmelerinin, kanlı cinayetlere suç ortağı edilmelerinin de hazin bir öyküsüdür bu.
*
Öldürerek ya da öldükten sonra işyerinden mülteci bedenleri çıkarıp buhar etmek dışında da kaybetme pratikleri var egemen göç rejiminin. Son olarak Kayseri’de bunun açık örneği yaşandı. Bir çocuğa cinsel istismar haberiyle birlikte sokaklara çıkan kalabalıklar Suriyelilere ait araçları yaktı, evleri ve dükkânları ateşe verdi ya da taş yağmuruna tuttu.
Irkçı sloganlarla gerçekleşen bütün bu saldırıların belki de tek hedefi vardı: mülteci toplumu şehir dışına sürmek ya da en azından tümden görünmez hâle getirerek kendi gettolarında sinmelerini sağlamak. Sonuç başarılı oldu mu? Oldu. Nitekim 3 bin kadar mülteci işçi aileleriyle birlikte Kayseri’yi terk etmek zorunda kaldı. Kentte kalanlar ev ya da atölyelerine kapandı, mülteciler için “görünmezlik” ölçüsü tavan yaptı. Geri Gönderme Merkezleri dolup taşarken, sınır dışı etme işlemleri için bu provokasyon iklimi hükümetin elini kolaylaştırdı.
Eylem ve linç dalgasına katıldıktan sonra gözaltına alınan, tutuklanan tipler de bize bir şeyler söylüyor. Bin civarında gözaltının neredeyse yarısı sabıkalıydı. Üstelik bu sabıkalar; göçmen kaçakçılığı, tecavüz, dolandırıcılık, uyuşturucu, yağma, hırsızlık gibi suçlardı. Irkçılık bir yandan göçmenleri sindirmeyi ve gözlerden kaybetmeyi hedeflerken, linç dalgası önüne kattığı kurbanlarını kim vurduya getirmeyi de düşünmüştü. Antalya Serik’te öldürülen Suriyeli tekstil işçisi bu kurbanlardan biriydi. Irkçı galeyan ve linç silsilesinin yerli yurttaşları -şimdilik- kapsam dışı bırakarak mültecilere yönelmesi; “görünmez kılma” eyleminin vazgeçilmeziydi. Fakat ilk fırsatta yeniden Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, sosyalistlere yönelecek bu gerici dalga, öncelikle bütün kesimleri ortak kümede toplayacak “göçmenlere karşı ırkçılık” harcına ihtiyaç duymaktaydı. Muğla, Manisa ve başka kentlerde Kürt tarım işçilerine, Kürt inşaat ve güneş paneli kurulum işçilerine yapılan saldırılar bu tespitin müspet kanıtları olarak çok kısa sürede kendini gösterecekti.
*
Diyarbakır’da kayıp bedeni günlerce aranan ve bir dere yatağında bulunan küçük Narin cinayeti de bizlere ırkçılık tartışmasının bir başka yüzünü göstermiş oldu. Narin Güran cinayeti sonrasında sosyal medyada Kürt’e mubah görülen ırkçı paylaşımlar kendini göstermekte gecikmedi. Kürt toplum yaşamının oryantalist aşağılanmaya maruz kalması da entelektüel linçin en korkunç örneklerindendi. Oysa 17 bin faili meçhul cinayetin işlendiği bu topraklarda insanlar asit kuyularında, kuytu alanlarda kaybedilmek istenmişti. Böylece bir çocuğun kaybedilen küçük bedeniyle ortaya çıkan toplumsal travma; bölge illerindeki faili meçhuller ve faillerin karanlık eylemleriyle hafıza tazelemişti.
Narin cinayetini İsrail ve batı değerlerine bağlayan radikal İslamizasyoncu zihniyet de bir başka ırkçılık türüyle karşımızdaydı: anti-semitizm. Bu karanlık akıl, iktidarın “makbul Kürt’ünün” karşısındaki tüm Kürtleri “kökü dışarda” bir alt kimlikle aşağılayarak özgün bir ırkçılığa da imza atmış oluyordu.
*
Sonuç olarak, ırkçılığa gösterilecek en küçük hoşgörü ya da prim; mültecilerden ve en alttakilerden başlayarak bütün topluma yayılacak vahşi katliam ve kaybetmelerin de habercisidir. Tarihsel yaşanmışlıklar ve bugün bize başka bir şey söylemiyor.
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır.)
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/10/19/bir-kaybetme-pratigi-olarak-irkcilik-ercument-akdeniz/
Kapat''Bu konuda bu uygulamalara bir dur demek için ve bu tekil vakaları çözmektense, talebimizi iletmek istedik. Bu da, ırkçı olmadığımız ...
20 Ekim - İstanbul'da bir grup genç, ırkçılığa ve yaşanan hukuksuzluklara karşı yürüyüş gerçekleştirdi. Devamı20 Ekim - İstanbul'da bir grup genç, ırkçılığa ve yaşanan hukuksuzluklara karşı yürüyüş gerçekleştirdi.
''Bu konuda bu uygulamalara bir dur demek için ve bu tekil vakaları çözmektense, talebimizi iletmek istedik. Bu da, ırkçı olmadığımız ve onun bir olumlaması olan bu uygulamaların artık sonunun gelmesiydi.''
“Bir, ırkçı değiliz. Ve kesinlikle ırkçı değiliz.”
“İki, GGM’lere suçsuz insanların gönderilmesini, GGM’lerdeki hukuksuz deport ve gözetim uygulamalarını reddediyoruz!”
https://x.com/10larMedya/status/1847982673886593181
KapatDemokratik sistemler bir devamlı değişen hükûmetler serisi olarak görülebilir. Her hükûmet göreve gelir ve bir süre sonra ...
19 Ekim - Hükûmetin değişen sığınmacı politikası – Atilla Yayla (Türkiye Gazetesi) Devamı19 Ekim - Hükûmetin değişen sığınmacı politikası – Atilla Yayla (Türkiye Gazetesi)
Demokratik sistemler bir devamlı değişen hükûmetler serisi olarak görülebilir. Her hükûmet göreve gelir ve bir süre sonra görevden gider. Hükûmetler doğal olarak doğru yanında yanlış, iyi şeyler yanında kötü şeyler de yapar. Bazen hayatın akışı içinde bugün doğru görünen şey yarın kendiliğinden kötü, kötü görünen şey doğru hâline gelebilir. Bu yüzden, demokratik hükûmetlere kategorik olarak taraftar veya kategorik olarak karşı olmak çok yanıltıcı bir tavırdır.
Bazen doğruyu yapan bir hükûmetin tavrı adım adım yanlışa dönüşebilir. Bunda değişen şartlar ve kanaat değişikliği yanında demokratik mekanizmaların da tesiri olur. Mesela, tipik bir durum olarak, hükûmetler kendilerine seçimlerde oy kazandıracağına veya oy kaybetmesini engelleyeceğine inandığı şeylere, onları yanlış görse de imza atabilir, yol verebilir. Türkiye’nin yakın tarihinde EYT olayı bunun tipik bir örneğidir. EYT, neresinden bakılırsa bakılsın, hatadır. Erdoğan 2018’de, mealen, siyasi hayatına mal olsa bile gerçekleştirmeyeceğini söylediği bu uygulamayı maalesef 2023 seçimleri öncesinde hayata aktardı. Bunda muhalefetin sırtında yumurta küfesi olmamasının verdiği rahatlıkla gerçekleştirdiği ölçüsüz seçim vaatleri ve yaklaşan seçimlerin bunun da tesiriyle kaybedilebileceği endişesi önemi rol oynadı.
AK Parti iktidarında son zamanlarda dikkat çekici bir değişiklik özellikle Suriyeli sığınmacılara yönelik kamu politikasında göze çarpmakta. Aslında bu politika Erdoğan hükûmetlerinin, hassaten Erdoğan’ın, en doğru durduğu yerlerden biriydi. Komşumuz Suriye’de bir iç savaş patlak verdi. Acımasız bir diktatör olan Esad Türkiye’nin telkin ve tavsiyelerine aldırmadı. Bir azınlığa dayanan mezhepçi rejimini ayakta tutmaya çalıştı. Tüm demokrasi ve demokratik hak taleplerine silahla karşılık verdi. Silahlı güçlerini sivil insanların üzerine sürdür. Can havliyle yüzlerce yıldır vatanları olan toprakları terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan en yakın yerlerden biri olduğu için Türkiye’ye sığınmaya çalıştı. Türkiye gerekeni yaptı ve sığınmacılara karşı açık kapı politikası izledi. Bu yolu aynı zamanda uluslararası hukuka ve evrensel insan haklarına göre de izlemek zorundaydı. Böylece binlerce Suriyeli sığınmacı Türkiye’ye akın etti.
Türkiye bu insanları topraklarına aldı. Önce onlar için kurulmuş olan kamplara yerleştirdi. Sonra bunun yanlış olduğu düşüncesiyle sığınmacıların ülke içinde dağılmasına izin verdi. Sığınmacılar çeşitli yerlere yerleşti. Başlarda ülkeye bir yük getirdiği düşünülen sığınmacılar zaman içinde ülkeye önemli ölçüde entegre odu ve ekonomide önemi roller üstlenmeye başladı. Bugün ülke ekonomisinin üretken ve vazgeçilmez bir parçası. Bazı sektörler onlar olmasa duracak hâlde. Yani sığınmacılar artık ülkeye yük getirmemekte, aksine, büyük katkı sağlamakta.
Buna rağmen, 2023 seçimlerinin ardından yeni hükûmetin sığınmacılara karşı politikası değişmeye başladı. Olur olmaz sebeplerle, bazen uyduruk gerekçelerle sığınmacılar taciz edilmeye başladı. Binlercesi Geri Gönderme Merkezlerine alındı ve sudan bahanelerle geri gönderildi. Aynı şeyler bu konuda faşist ve ırkçı politika taleplerini dile getiren CHP veya Zafer Partisi iktidarda olsa yine yapılacaktı. Aradaki tek fark CHP ve ZP’nin bu konuda büyük gürültü çıkaracak olmasına karşılık hükûmetin aynı şeyleri daha sessiz sedasız gerçekleştirmesi...
Hükûmetin tersine dönen sığınmacılar politikası sadece sığınmacıları mağdur etmekle kalmayacak. Ne yazık ki, Türkiye’ye de fayda sağlamayacak, zarar verecek.
KapatAvrupa Birliği liderleri, mülteci sorunu ile ilgili, tutum değişimine işaret eden bir zirveyi geride bıraktı.
Perşembe günü yapılan zirveden, ...
18 Ekim - AB'de sığınmacılar için 'geri dönüş merkezleri' planı hayata geçirilebilir mi? Devamı18 Ekim - AB'de sığınmacılar için 'geri dönüş merkezleri' planı hayata geçirilebilir mi?
Avrupa Birliği liderleri, mülteci sorunu ile ilgili, tutum değişimine işaret eden bir zirveyi geride bıraktı.
Perşembe günü yapılan zirveden, sığınma başvurusu reddedilenlerin sınır dışılarının hızlandırılması için yasa değişikliği yapılması kararı çıktı.
Yasal yolları tüketen sığınmacılar için Avrupa sınırları dışında "geri dönüş merkezleri" kurulması önerisi Avrupalı liderlerin çoğu tarafından desteklendi.
Ancak İspanya ve Belçika, Avrupa hukukuna göre, kişilerin üçüncü bir ülkeye gönderilmesinin mümkün olmadığını belirterek öneriye karşı çıkıyor.
Zirvede verilen önemli mesajlardan biri de "Suriye'nin artık güvenli bir ülke olduğuna" yönelik açıklama oldu.
Birlik, Beşar Esad yönetimiyle bağların yeniden kurularak, Suriyeli sığınmacıların "gönüllü ve güvenli" şekilde ülkelerine dönmesinin sağlanmasını tartıştı.
AB Komisyonu tarafından bu yılın ortalarında kabul edilen yeni Avrupa Göç Anlaşması 2026 yılı ortasında yürürlüğe girecek. Bazı AB liderleri ise bu zirvede daha acil ve "yenilikçi" önlem önerilerini gündeme getirdi.
Zirvede, Avrupa sınırları dışında geri dönüş merkezleri kurulması önerisi üzerinde ortak tutum oluşmadı.
Çek Cumhuriyeti Başbakanı Peter Fialla'nın deyimiyle, Afganistan ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine gönderilmesi de dahil, daha önce "tabu" sayılan birçok konuda AB liderleri görüşlerini açıkladı.
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, sığınma başvurusu reddedilen göçmenler için Arnavutluk'ta açılan iki geri dönüş merkezi hakkında bilgi verdi.
'Suriye artık güvenli ülke'
Hollanda Başbakanı Dick Schoof da, sığınma başvurusu reddedilen Afrikalılar için Uganda'da geri dönüş merkezi kurmayı planladıklarını ve bu konuda Uganda ile yapılan temasları anlattı.
Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırıları sonrası buradaki 250 bin civarında Suriyeli sığınmacının ülkelerine geri döndüğünü belirtti ve Suriye'nin artık güvenli bir ülke haline geldiğini savundu.
Nehammer, Avrupa'daki Suriyeli ve Afgan sığınmacıların kendi ülkelerine geri gönderilmesi önerisinde bulundu.
İtalya Başbakanı Meloni de, Suriyeli sığınmacıların güvenli bir şekilde ve gönüllü olarak geri dönüşünün sağlanması için Esad rejimi ile bağların yeniden kurulmasını istedi.
Rusya ve Belarus suçlanıyor
Rusya ve Belarus'un sığınmacıları "silah olarak" kullandığını belirten Polonya Başbakanı Donald Tusk da, bu hafta başı açıkladığı, sığınma başvurularını geçici olarak askıya alma planı hakkında bilgi verdi.
Polonya Başbakanı'nın bu önerisi, AB liderlerinin büyük çoğunluğundan destek gördü. AB Komisyonu Başkanı von der Leyen de, Tusk'un talebine kapıyı kapatmadı.
Donald Tusk, liderler zirvesi sonrası yaptığı açıklamada, "Az önce tüm liderlerle önemli bir toplantıdan çıktım ve istediklerimi başardım" açıklamasını yaptı.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, talepleri reddedilen sığınmacıların sınır dışı edilmesi konusunda kısa sürede bir yasa önerisi sunacaklarını açıkladı.
Von der Leyen, yasal yolları tüketen sığınmacıların sadece beşte birinin sınır dışı edilebildiğine de işaret etti.
İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, von der Leyen tarafından gündeme getirilen Avrupa sınırları dışında geri dönüş merkezleri önerisine taraf olmadıklarını söyledi.
Sánchez, zirve sonrası yaptığı açıklamada, "Bu hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi, yeni sorunlar da yaratacaktır" dedi.
Belçika Başbakanı Alexande De Croo da, Avrupa sınırları dışında kurulacak göçmen merkezlerinin hem maliyetli hem de etkisiz olduğunu savundu.
İtalya'da mahkeme iptali
İtalya'da ise sığınma talebinde bulunan göçmenleri Arnavutluk’ta kurulan merkezlere gönderme projesi başladıktan hemen sonra mahkeme engeliyle karşı karşıya kaldı.
Çarşamba günü 16 göçmen, İtalya donanmasına ait bir gemiyle Arnavutluk’a götürülmüştü.
Roma’daki mahkeme, bu göçmenlerin Arnavutluk’taki merkezlerde tutulmasının onanması talebini reddetti.
Mahkemenin kararında, Arnavutluk’ta ‘gözaltında tutulan’ bu kişilerin geldikleri ülkelerin ‘güvenli’ olarak tanımlanmasının mümkün olmadığı ve İtalya’ya getirilme haklarının bulunduğu belirtildi.
Mısır ve Bangladeşli oldukları açıklanan bu 16 kişiden 4’ü Arnavutluk’a götürüldükten sonra küçük yaşta ya da korunmaya muhtaç durumda olduklarının tespit edilmesiyle tekrar İtalya’ya gönderilmişti.
İtalya hükümeti binlerce göçmeni sığınma başvuruları değerlendirilirken Arnavutluk’ta kurulan iki merkezde tutmayı planlıyor.
Başka bazı Avrupa ülkelerinin de göç meselesini 3. ülkelere nakil yoluyla çözme girişimleri açısından bu plana ilgi gösterdiği belirtiliyor.
Ancak İtalya-Arnavutluk arasındaki anlaşma insan hakları ve uluslararası yasaların ihlal edilmesi endişesine de yol açtı.
İlk aşamada 16 kişinin Arnavutluk’a götürülmesinin masrafının 300 bin euroyu bulduğu, göçmenleri bu ülkede tutmanın İtalyan vergi mükelleflerine çok daha pahalıya mal olduğu eleştirileri de var.
Hafta başında 16 kişinin Arnavutluk’taki merkezlere götürülmesinden bu yana İtalya’ya deniz yoluyla gelen göçmen sayısı ise 2 binin üzerinde oldu.
Bu nedenlerle muhalefet ve insan hakları örgütleri İtalya-Arnavutluk anlaşmasını hükümetin pahalı ama etkisiz bir propaganda aracı olarak yorumluyor.
KapatMülteci meselesi siyasetin ana gündem maddelerinden biri ve uzun yıllar da böyle olmaya devam edecek gibi görünürken, dünyanın en ...
17 Ekim - Röportaj: Avukat Derman Güler: 'CHP ırkçı siyasetçileri makamla onurlandırıyor' – Nuray Babacan (Gazete Duvar) Devamı17 Ekim - Röportaj: Avukat Derman Güler: 'CHP ırkçı siyasetçileri makamla onurlandırıyor' – Nuray Babacan (Gazete Duvar)
Mülteci meselesi siyasetin ana gündem maddelerinden biri ve uzun yıllar da böyle olmaya devam edecek gibi görünürken, dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesi olan Türkiye’nin de bu meseleye akılcı ve hakkaniyetli çözümler üretmesi bekleniyor. Ancak merkezdeki partilerin yapısal sorunları gidermek yerine, ‘öteki’ni işaret etmeye başladıkları bu süreçte ne yazık ki konu ırkçı siyasetin inisiyatifine terk edilmiş durumda.
Yaşadığımız dönemde insanlık krizine dönüşen mülteci meselesinin uluslararası boyutlarını, sağ popülizme karşı solun nasıl bir tavır alması gerektiğini ve konunun çözüm imkanlarını insan hakları hukukçusu, avukat Ali Deman Güler ile konuştuk.
‘GÖÇ İNSANLIK TARİHİNİN, MÜLTECİLİK İSE KAPİTALİST ÇAĞIN BİR ÜRÜNÜ’
Uzun yıllardır insan hakları ve mülteci hukuku alanında çalışıyorsunuz. Sizce dünyada ve Türkiye'de insanlık krizine dönüşen mülteci meselesindeki ırkçı popülist siyasete karşı sol neden etkili bir politika geliştiremiyor?
Mülteci meselesinin çözümüne yönelik solun neden etkili bir politika geliştiremediğini sorgulamadan önce solun bu konuda nasıl bir yaklaşımı olması gerektiğini konuşalım isterseniz. Sosyalistler, hepimizin bildiği üzere, emek sömürüsünün son bulduğu, sınıflı toplumun ortadan kalktığı, devletin tedrici olarak sönümlendiği bir dünya için mücadele ederler. Sosyalist solun bu bağlamda tarihi henüz birkaç yüzyılı bulan ulus devletleri ve bunlarca çizilmiş siyasal sınırları aşan apayrı bir dünya tahayyülü vardır. Dolayısıyla kapitalist dünyanın reel politiği ile sosyalist fikriyatın gelecek kurgusu arasındaki fark bugün sizin sorduğunuz sorunun cevaplarını içinde barındırıyor.
Örneğin, sosyalistler için kapitalist dünyanın çizdiği siyasal sınırlar hiçbir anlam ifade etmez. Buna göre dünyadaki temel çelişki emek ve sermaye arasındadır. Bu bağlamda Komünist Manifesto'da söylendiği gibi "işçilerin vatanı yoktur!" Dolayısıyla tüm dünya proleterlerinin sınıf mücadelesi etrafında birleşmesini öngören bir ideolojinin kapitalist dünyanın ulus devlet sınırlarıyla doğrudan bağlantılı olan ‘mültecilik’ gibi bir kavrama parlamenter siyaset içinde yanıt verirken zorlanması kadar doğal bir şey olamaz.
İnsanlık tarihi aynı zamanda bir göç tarihi…
Evet, yeri gelmişken sıklıkla yapılan bir hatayı düzeltelim o halde. Göç, insanın dünya üzerinde yaşamaya başladığı ilk günden beri var olan bir olgudur, hatta bir bakıma evrimseldir. İlkel toplumda da feodal toplumda da kapitalist toplumda da var olmuştur. Bugün gibi yarın da var olmaya devam edecektir. Mültecilik ise devlet sınırlarının belirginleştiği, kulun vatandaş olduğu, ulus devletlerin güçlü sınır denetimlerine başladığı henüz çok yakın bir tarihsel dönemin meselesi. Şöyle diyelim, insan yeryüzü üstünde yetmiş bin yıldır yaşıyorsa, mültecilik taş çatlasın yüz elli yıllık bir konu. Dolayısıyla yetmiş bin yıllık göç olgusuyla yüz elli yıllık mülteciliği birbirinden ayırmak gerekir. Göç insanlık tarihinin, mültecilik ise kapitalist çağın bir ürünüdür diyebiliriz.
‘1951 MÜLTECİ SÖZLEŞMESİNİN KURGUSU 73 YILDA ÇÖKTÜ’
Avrupa Birliği (AB) gibi siyasal aktörler iltica hukuku kavramlarını işine geldiği şekilde kullanırken göç ve mültecilik terminolojisine ilişkin bir kargaşa da yaşanıyor. Peki, mülteciler uluslararası hukuk tarafından nasıl tanımlanıyor?
Benim de uzun süredir üzerinde düşündüğüm bir konu bu. Elimizde burjuva hukukunun 1951 Sözleşmesi tanımı dışında bir veri yok. Buna göre kabaca ‘dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan kişi’ diye tanımlanıyor mülteciler. Bu tanım, adil bir dünya hayali kuran bizler için başlı başına bir sorun. Öncelikle tanımın çerçevesi çok dar. Örneğin, kıtlık çeken bir ülkenin yurttaşı açlıktan ölecek duruma gelse bile mülteci olmaya hak kazanamıyor, uluslararası hukuk onu korumuyor. Mülteci Sözleşmesi'nin üzerinden geçen 73 yılda metnin ana kurgusu çöktü. Küreselleşen yağmacı kapitalizm dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirdi. Mesela bugün iklim mültecileri diye bir kavram oluştu. 2050 yılına kadar içinde Fiji ve Solomon Adaları’nın bulunduğu beş ülke sular altında kalacak. Milyonlarca insan bu felakette yurtlarını yitirecek. Vatansız kalacak bu halklar için mevcut uluslararası hukuk bir koruma sağlamıyor, onlara mültecilik statüsü vermiyor.
‘SİSTEM, MİLYONLARCA YURTTAŞI MÜLTECİ İŞÇİ SOPASIYLA TEDİP EDİYOR’
Peki, siz genel olarak ülkemizdeki mültecileri nasıl tanımlıyorsunuz? Bununla birlikte Türkiye’de siyasal rejimin mülteci politikalarını nasıl anlamalıyız?
Ben ülkemize gelmiş, çoğu Suriyeli, milyonlarca insanı ‘güvencesiz göçmen proleterler’ olarak tanımlıyorum. Bu grubun tümünün işçi sınıfına dahil olmadığı elbette aşikar. Fakat ‘Erdoğan Devletinin’ mültecileri konumlandırdığı yer tam olarak burası. Bir ikame topluluktan bahsediyoruz. Ekonomik ve siyasi ikame rejimine tabi bir grup bu. Düşük ücrete, kötü çalışma koşullarına, sendikalılığa karşı Türkiyeli proleterleri ikame ediyor. Suriyeliler olmasa fabrikalar durur diyen ahlaksız zihniyet buradan besleniyor. Çalışma izni sayılarına bakın lütfen. Bu insanların sigortasız şekilde, asgari ücretin altında kalan maaşlarla, azami çalışma sürelerinin çok üzerindeki saatler boyunca çalıştırıldığını bilmeyen var mı? Sistem işte milyonlarca yurttaşı bu mülteci ikame işçi sopasıyla tedip ediyor. İşin ekonomik ikame boyutu bu… İnsan haklarına, uluslararası hukuka, anayasaya aykırı binlerce uygulamayı da mültecileri üzerinize salarım diye AB ve uluslararası siyaset nezdinde görünmez kılıyor. Bu sayede sistem, mülteci meselesini kişi hak ve özgürlüklerine yedeklemiş oluyor. Fiilen çökmüş uluslararası insan hakları rejimi de bu aşağılık durumu kabulleniyor. Mültecilerin ikame rejimi dediğim uygulamadaki siyasi rolü de bu. İşte sol siyasetin önündeki görevin bu gerçekleri halka anlatmak; durumu “mücadelede ortaklaşmamız gereken mültecilerdir, karşı çıkılması gereken ise iktidar ve kapitalizmin mülteci yaratan politikalarıdır” diye ifşa etmek olduğunu düşünüyorum. Tabi bu dilin yozlaşmış sağ söylemin dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı diskuru kadar kolay kurulamayacağını, yurttaş nezdinde karşılık bulması için yoğun çaba gösterilmesi gerektiğini kabul etmemiz gerekiyor.
‘KILIÇDAROĞLU'NUN ‘GÖNDERECEĞİZ’ SÖZÜNÜ HATIRLAYIN’
Sanırım bu yanıt baştaki ırkçı popülist siyasete karşı solun etkili politika geliştirmesinin önündeki zorlukları açıklıyor. Peki, bu güçlükler, ırkçı popülist söylemlere teslim olup zaman zaman da benzer politikalar üretmeyi haklı kılar mı?
Ben sınıf perspektifi olmayan bir siyaseti sol olarak adlandırmaya karşıyım. Bu açıdan, hadi adını açıkça analım CHP, olsa olsa burjuva demokratik değerleri savunan bir kitle partisi olarak adlandırılabilir. CHP'den ulus devlet sınırlarını inkar eden, emeğin serbest dolaşımını, enternasyonalist güç birliğini savunan bir yaklaşım beklemek makul de mantıklı da değildir. Ancak, sıkıntı da esasen burada başlıyor. CHP demin yetersizliğinden dem vurduğumuz 1951 Sözleşmesi'nin bile gerisinde tutum alan bir parti oldu. Kılıçdaroğlu'nun defalarca ‘göndereceğiz’ sözünü kullanmasını hatırlayın. Geri gönderme yasağı gibi temel, aksine işlem yapmanın mümkün olmadığı bir "jus cogens" normu dahi popülizm uğruna feda edebilen bir bakış bu.
‘CHP, IRKÇILARI TALTİF EDİYOR, MAKAMLA ONURLANDIRIYOR!’
Bu bağlamda CHP’nin özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ırkçı bir partiyle aynı söylemleri kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kapalı kapılar ardında meselenin en ırkçı kanadını teşkil eden Ümit Özdağ gibi bir kişiye bakanlık verebilen bir anlayışa söylenecek çok da bir söz yok aslında. Bu basiretsiz siyasi bezirganlık olsa olsa politika kısırlığı, kadro kalitesizliği ve siyasi körlük ile açıklanabilir. Yalnız bir o kadar vahimi de CHP'nin güncel durumunda saklı bence. Bugünkü CHP yönetiminin yerel seçimlerde iki üç fazla belediye almak adına düştüğü acziyet mutlaka tartışılmalıdır. Ben mültecilere iş yeri ruhsatı vermiyorum, sularını on kat pahalıya satıyorum diyen Tanju Özcan'ı Bolu'ya; mültecilerin nikah ücretini yirmi dört kat artırdım, onları göndereceğim diyen Burcu Köksal'ı Afyon'a belediye başkanı yapan da bugünkü Özel'in CHP'si. Burada Kılıçdaroğlu'ndan Özel'e devamlılık arz eden bir siyasal patern olduğunu görüyoruz. Artık kabul edelim ki bu sağcı duruş, CHP'nin mülteci konusundaki tercihi, genel geçer siyaseti olmuştur. Yoksa bu iki belediye başkanının uygulamalarının CHP tarafından tepki görmesi, bu rezilliğe kurumsal olarak karşı çıkılması beklenirdi.
Söz konusu açıklamaları Avrupa'da herhangi bir ırkçı parti yetkilisi yapsa mahkemeden ceza alır, üyesi oldukları ırkçı partiler dahi kamuoyu tepkisinden sakındıkları için böylelerinin üyeliklerini derhal sonlandırır. Bizde ise CHP, adı geçen bu ırkçı siyasetçileri taltif ediyor, makamla onurlandırıyor. Söz konusu açıklamaları bırakın kınamayı, bunlara bir düzeltme dahi yapamıyor. Bu durum hem siyasi acziyet hem de sözün en usturuplu hali ile ayıptır. Bir insanın suyuyla, ekmeğiyle, evi ve evliliği ile uğraşmaktan; bunları siyasi malzeme yapmaktan insanım diyen herkes utanır, hicap duyar. Faşistlerle, faşistleri makam sahibi yaparak mücadele edemezsiniz. Bunu yapıyorsanız da artık o saatten sonra değil sol, demokratız deme lüksünüz bile kalmaz. Sağcılarla iş tutup sosyalistlere laf çakmanın, onların aldığı oy oranlarını küçümserken sokakta yürüse tanınmayacak figürlere milletvekili dağıtmanın CHP'yi gömdüğü ideolojik çukur işte tam da burasıdır. Sol bu çarpık zihniyete mahkûm değildir diye düşünüyorum.
‘MÜLTECİLER TÜRKİYE’DEKİ EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN ASLİ UNSURUDUR’
Peki, söyleşimizi bitirirken mülteci meselesinde ırkçılığa karşı kalıcı ve etkili bir politika için nereden başlamalı, nasıl bir söylem geliştirmeliyiz diye soralım isterseniz...
Solun, sosyalistlerin tarafı amasız fakatsız ezilenlerin yanıdır. Bugün uluslararası hukukun kazanımlarından bir adım bile olsun geri adım atmak asla kabul edilemez. Beğenmesek, yeterli bulmasak dahi bu düzenlemeler insanlığın ortak kazanımlarıdır. Bu bağlamda mültecileri statüsüzleştirmeye hizmet eden ‘geçici koruma’ gibi muğlak ve hukuka aykırı kavramları reddetmekle işe başlayabiliriz. Bu geçiciliğin yabancı işçiler ve emekçiler için güvencesizlik anlamına geldiğini, bunun da Türkiyeli yoksulları tehdit ve terbiye etmek için kullanıldığını ısrarla dile getirmeliyiz. Türkiye'nin mülteci meselesi ülkenin tüm ilerici unsurlarının birlikte mücadelesi ile hakkaniyetli bir çözüme ulaştırılabilir. Mültecilerin kendisini de bu mücadelenin içinde temel bir özne olarak kabul etmekten başka yol yoktur. Kadın meselesini kadınsız, Kürt meselesini Kürtsüz çözmek nasıl mümkün değilse, mülteci meselesini de mülteciler olmadan, onların fikrini sormadan, mültecileri mücadeleye ortak etmeden çözmek mümkün değildir. Mültecilerden bir eşya gibi söz etmek, onları alınıp satılacak, bir yerden bir yere taşınacak unsurlar olarak görmek yaygın ırkçı aklın hastalıklı bir çıkarımıdır. Mülteci meselesini ülkenin diğer meselelerinden ayırmayı, onu burjuva demokrasinin hapsettiği alandan tartışmayı doğru bulmuyorum. Mülteciler uzunca bir süredir Türkiye'deki eşitlik ve özgürlük mücadelesinin asli unsurlarıdır. Çözüm öncelikle bunu kabul etmek, ardından yurttaşları ve mültecileri bu ortak mücadelede bir araya getirmektedir diye düşünüyorum.
‘KÜRESEL KAPİTALİZMİN SÖMÜRÜ DÜZENİ DEVAM ETTİKÇE MÜLTECİLİK VAR OLACAK’
Dünyada savaşlar, yoksullaşma ve iklim krizi ile birlikte oluşan global devletsizleştirme ve istikrarsızlaştırma politikaları sonucunda neredeyse bütün coğrafyalarda yurtsuzlaştırılmış, topraklarından koparılmış insanların daha güvenceli gördükleri bölgelere akın ettiği bir tablo ile karşı karşıyayız. Göçün her geçen gün daha fazla arttığı bir süreçten geçiyoruz. Son olarak şunu sormak istiyorum, sizce aslında bu durumun müsebbibi olan büyük devletler kendi yarattıkları krizi yönetebilecekler mi? Bu gidişata göre 10 yıl sonra dünyayı nasıl bir tablo bekliyor?
Kapitalist sistemin batıda yarattığı refah devletlerinin ne pahasına varlıklarını sürdürdüklerini hatırlamadan bu sorulara yanıt vermek oldukça zor. Konuyu açıklamak adına Okyanusya’daki küçük ada devleti Nauru ilginç bir örnektir. Bu ada halkının hayatı 1900’lerin başında ülkelerinde bulunan fosfat sayesinde geri dönülemez biçimde değişti. Ülkenin 1968 yılında bağımsız olmasını izleyen on yıl içinde Naurulular önemli bir gelire sahip oldular ve ülkede gayri safi milli hasıla 1981 yılında zirveye çıktı. Fakat aradan geçen yıllarda ülke ekonomisinin bel kemiği olan fosfatın tükenmesiyle Nauru ciddi bir ekonomik krize girdi. Bu süre zarfında fosfattan kazanılan gelirin büyük kısmı sömürgeci kapitalistleri zengin etmiş, Nauru halkı bu gelirin ancak çok küçük bir kısmından yararlanabilmişti. Bunun yanında yaklaşık yüz yıllık madencilik serüveni adanın yüzde seksenini ekonomik olarak kullanılamaz duruma getirmiş, suyunu içilmez toprağını ekilmez kılmıştı. Bugün ada, bu sömürünün ana bileşeni Avustralya tarafından bir mülteci gözaltı merkezi olarak kullanılıyor. Bu iş için Nauru hükümeti Avustralya’dan çeşitli adlar altında milyonlarca dolar ödeme alıyor. Ülkeden çıkarılıp götürülen fosfatın yanında devede kulak kalsa da, ödemeler 2015 yılında, artık iyice fakirleşmiş ülkenin bütçesinin üçte birine kadar yükseldi. Kendisi de bir göçmen ülkesi olan Avustralya’nın Nauru’ya para karşılığı bir mülteci hapishanesi muamelesi yapması size bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
Adı Nauru ya da Türkiye olsun, küresel kapitalizmin ekonomik sömürü ve savaşla dizayn ettiği yoksul ülkelerin vatandaşları ya kendisi mülteci oluyor ya da bu hale gelmelerinin sebebi olan devletlerin mevcut refahını sürdürmesi için ülkelerinin sınır karakolları olmasına razı bırakılıyorlar. Bugünkü uluslararası mülteci mevzuatı küresel kapitalizmin kendi yarattığı sorunları yine kendi sistemi içinde çözme çabasından başka bir şey değil. Bu açıdan durum bana kesik kuyruğunu yakalamak için etrafında dört dönen çaresiz bir kediyi anımsatıyor. Küresel kapitalizmin sömürü düzeni ve saldırganlığı devam ettikçe mülteci krizi devam edecek ve bu krizi yönetmek mümkün olmayacaktır. Solun önündeki güncel görev bu nedenle, uluslararası hukukun kazanımlarını korumak, iklim krizi, kıtlık ve derin yoksulluk gibi alanları mevzuata yeni iltica sebepleri olarak eklemek olmalıdır diye düşünüyorum. Ancak, sistemin temel çelişkilerine küresel çapta bir yanıt verilmedikçe, on yıl sonrasının bugünden farklı olmayacağını, hatta kazanımlarda kısmi geriye gidişlerin mümkün olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
KapatAylarca süren ortak soruşturma, Brüksel'den gelen fonlarla işletilen ve hak ihlalleriyle dolu bir sistemi ortaya ...
14 Ekim - Türkiye'nin AB tarafından finanse edilen sınır dışı etme makinesinin İçindeki ihlaller Devamı14 Ekim - Türkiye'nin AB tarafından finanse edilen sınır dışı etme makinesinin İçindeki ihlaller
Aylarca süren ortak soruşturma, Brüksel'den gelen fonlarla işletilen ve hak ihlalleriyle dolu bir sistemi ortaya çıkardı
Dawood, geçen yıl tutulduğu sınır dışı merkezindeki Türk güvenlik görevlilerinin gözlerindeki iğrenmeyi hatırlıyor. "İnsanlığın öldüğünü hissettim," dedi, güvenliğini korumak için takma adla tanımlanan 30'lu yaşlarındaki yumuşak sesli Suriyeli adam. "Sadece bağırmaya devam ettiler: 'Siz hayvanlar gibisiniz! Sizden bıktık. Eğer bir erkekseniz, Suriye'ye geri dönün ve savaşın!'"
Cesaretten ve ülkesine olan sevgiden yoksun olmayan Dawood için aşağılanma çok ağır oldu. Suriye'ye döndüğünde, Beyaz Miğferler olarak da bilinen Suriye Sivil Savunması için gönüllü kurtarma görevlisi olarak çalıştı. Dawood, beş yıl boyunca Beşşar Esad rejimi ve Ruslar tarafından bombalanan yanan binalara daldı, başkalarını kurtarmak için kendi hayatını riske attı ve sonunda 2022'de Suriye'nin İdlib eyaletinden kaçıp geçerli belgeleri olmadan İstanbul'a yerleşti.
Dawood, şu anda saklandığı Suriye restoranından bir röportaj sırasında bu muhabire, "O gardiyanlara Suriyelilerin neler deneyimlediğini anlatmaya çalıştım," dedi. "Ama onlar, 'Umursamıyoruz. Öleceksen, git Suriye'de öl,' dediler."
Dawood, Eylül 2023'te Türkiye'den Bulgaristan'a yasadışı yollardan geçmeye çalışırken yakalandıktan sonra, Türkiye'nin Gaziantep şehrinin hemen dışında bulunan sınır dışı merkezinde son bulmuştu. Diğer Suriyelilerle dolu bir otobüsle Suriye sınırına yakın tesise vardığında, metal çitler ve dikenli tellerle kaplı uzun duvarlarla çevrili devasa beş katlı bir kompleks gördü. Girişte, "Bu proje Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilmektedir" yazan soluk bir tabela duruyordu.
Dawood geldiğinde telefonuna el konuldu ve bir odanın önünde sıraya girmesi söylendi. Sırasını beklerken, önünde sırada duran adamın iki sivil polis memuru tarafından odadan sürüklenerek çıkarıldığını ve dövüldüğünü hatırladı. Sonra Dawood çağrıldı. Odanın içinde, 30'lu yaşlarında, sarıya boyanmış saçlı bir kadın bir bilgisayarın başında oturuyordu ve ona daha sonra el konulan eşyalarını alabilmek için "bazı standart evrakları" imzalamasını söyledi. Dawood önündeki forma baktı ve "Suriye Arap Cumhuriyeti'ne gönüllü dönüş" kelimelerini gördü.
“Daha sonra o kadına bir avukatla görüşmek istediğimi söyledim, ancak o kadar çok insanın sırada beklediği bir ortamda böyle şeyler için zaman olmadığını söyledi,” diye hatırlıyor Dawood. “Israr ettiğimde, 'Gerçekten o polis memurlarını tekrar aramamı mı istiyorsun?' diyerek beni tehdit etmeye başladı.”
Dawood'un anlattıkları anormal bir olay değil. AB'nin göç yönetimini üçüncü ülkelere dış kaynak olarak vermesinin ve mültecilerin hakları ihlal edildiğinde göz yummasının karanlık yüzü. Bu makalenin yazarlarının Lighthouse Reports tarafından koordine edilen ortak bir soruşturmada bildirdiği gibi, AB göçmenlerin ve mültecilerin kötü muamele gördüğü, aşağılandığı ve sözde "gönüllü sınır dışı formları" imzalamaya zorlandığı 32 "geri gönderme merkezi"nden oluşan geniş bir ağın kurulması ve işletilmesi için en az 200 milyon avro fon ayırdı. Soruşturma, El Pais, NRC, Der Spiegel, Al Jumhuriya, Politico, Le Monde, L'Espresso, Etilaat Roz ve Suriye Araştırmacı Gazeteciliği Hesap Verebilir Gazetecilik (SIRAJ)'dan 20'den fazla gazetecinin yarım yıldan fazla süren haberciliğini içeriyordu.
Ankara, Haziran 2023'ten bu yana yetkililerin 180.000 "düzensiz göçmeni" sınır dışı ettiğini ve 160.000 Suriyelinin ülkelerine "gönüllü olarak geri döndüğünü" söylüyor. Türkiye ayrıca geçen Temmuz ayında ülke çapında binlerce kişinin Suriyelilerin evlerini, dükkanlarını ve diğer mülklerini ateşe verdiği ve Suriyelilere saldırdığı, 17 yaşında bir Suriyeli çocuğun öldüğü isyanlara tanık oldu. Bu tür ırkçı şiddet patlamaları, Türk hükümetinin kitlesel sınır dışı etme kampanyasıyla birleşince, Türkiye'yi bir zamanlar dünyanın en fazla mültecisine ev sahipliği yaptığı için övülen bir ülkeden, bu mültecilerin sokaktan alınma, gözaltına alınma ve zorla sınır dışı edilme korkusuyla evlerinin içinde saklandıkları bir yere dönüştürdü.
AB, bu baskının sorumluluğunu birkaç şekilde paylaşıyor. Brüksel, milyonlarca mülteciyi Türkiye'de tutmak için Ankara ile anlaşmalar yaparak Türk toplumuna muazzam bir baskı yapmakla kalmadı, aynı zamanda göçmenleri ve mültecileri yakalama, gözaltına alma ve uzaklaştırma sistemini de finanse etti, araştırmamız bunu buldu. Geçtiğimiz yıl bir bilgi edinme özgürlüğü talebiyle elde edilen yüzlerce sayfalık AB iç belgelerini inceleyerek, AB'nin geri gönderme merkezleriyle ilgili bir düzine projeye 213 milyon avro taahhüt ettiğini ve yatak çarşaflarından dikenli tellere kadar neyin finanse edildiğini ayrıntılı bir şekilde belgeleyebildiğimizi hesapladık. AB yetkililerinin merkezler içinde bildirilen suiistimallerin farkında olduğuna dair açık kanıtlar bulmamıza rağmen, finansman kesintiye uğramadan devam etti ve Brüksel şu anda yeni bir uzatma hakkında görüşüyor.
Ayrıca geri gönderme merkezlerinde ve yardımcı tesislerde tutulan (ve bazı durumlarda hala tutulan) yaklaşık 40 kişiyle görüştük. Bireysel tanıklıkları görsel kanıtlar, kamu ve iç AB belgeleri ve hükümet dışı örgüt raporlarından elde edilen bulgularla doğrulayarak geri gönderme merkezlerindeki koşulları ayrıntılı bir şekilde araştırdık ve aşırı kalabalıklık, kötü hijyen, dayak, ırkçı taciz ve intihar girişimlerinin yanı sıra belirsiz koşullar altında meydana gelen bildirilen ölümlere dair ezici kanıtlar bulduk. Lighthouse araştırması hem Suriyelilerin hem de Afganların deneyimlerini kapsarken - Türkiye'deki iki ana mülteci grubu ve en sık gözaltına alınanlar - New Lines özellikle Suriyelilere odaklandı.
Lighthouse'un yazılı sorularına yanıt olarak Ankara, hem Türk hem de uluslararası hukukta yerleşik geri göndermeme ilkesine olan bağlılığını yineledi, bu ilkenin Suriye için geçerli olduğunu teyit etti ve bu nedenle Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşlerin "gönüllü, güvenli ve onurlu" olduğunu savundu. Ancak bu soruşturma, sadece çok sayıda avukat da dahil olmak üzere zorla sınır dışı edilen Suriyelilerin ifadelerinde değil, aynı zamanda hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem de Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında ve hatta mevcut ve eski Türk yetkililerin itiraflarında aksine ezici kanıtlar buldu. Bu yetkililerden biri, geçen yıla kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanıydı ve Suriye'ye gönderilen kişilerin geri dönmek istememesi durumunda hükümetin "onları yine de gönderdiğini" teyit etti.
Ankara'nın sınır dışı etme makinesi yıllardır tam gaz çalışıyor, ancak 2023'teki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından aşırı ısındı. Bu kritik oylama sırasında Erdoğan devrilmeye yaklaştı ve göç konusundaki "yumuşak duruşu" nedeniyle sürekli olarak saldırıya uğradı. Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), en azından 2018'den beri bu konuyu öne çıkardı, ancak bu sefer bir adım daha ileri giderek ülkedeki sözde "13 milyon Suriyelinin" toplu olarak sınır dışı edilmesini isteyen aşırı sağcı bir uç parti olan sözde Zafer Partisi ile ittifak kurdu (gerçekte, Türkiye'de 3 milyondan fazla kayıtlı ve en az yüz binlerce kayıtsız Suriyeli var). Sonuç, milliyetçi öfke ve ırkçı söylemlerle dolu bir kampanya oldu ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu mültecileri "her gün damarlarımıza sızan kontrolsüz bir sel ... ve bir gün varlığımızı tehdit edecek" olarak tanımladı.
Erdoğan muhalefetin tonunu eleştirirken, sonunda onların mesajını devraldı ve aynı şekilde bir milyon Suriyelinin "geri dönüşünü" sağlama sözü verdi. 20 yıl önce iktidara geldiğinden beri en dar farkla yeniden seçildiğinde, Ankara'daki birkaç kaynak, yeni içişleri bakanına ve Göç İdaresi Başkanlığı (PMM) müdürüne verdiği talimatların açık olduğunu söyledi: sınırı kontrol edin, düzensiz göçü bastırın ve Suriyelilerin sayısını azaltın. PMM ile sık sık temas halinde olan bu kaynaklardan biri, ortak soruşturmaya isminin açıklanmaması koşuluyla "Entegrasyon çabaları bir kenara bırakıldı" dedi. "Şimdi tüm odak mümkün olduğunca çok sayıda insanı sınır dışı etmek."
Bu hedefe ulaşmak için Başbakanlık, seçimden hemen sonra Temmuz 2023'te yeni bir amiral gemisi projesi başlattı: sözde mobil göç araçları. İçişleri bakanına göre, şu anda dolaşımda 270 adet kırmızı-beyaz minibüs bulunuyor. Bunlar Türkiye sokaklarında devriye geziyor veya otobüs ve metro istasyonlarının dışında belgesiz yabancı olabilecek kişileri arıyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bu yılın Ağustos ayında Türk kanalı Habertürk'e verdiği röportajda, "Bu araçlar geldiğinde kimse dışarı çıkamaz," diye övündü. "Elbette kayıtlı yasal göçmenlerden bahsetmiyorum," diye hemen ekledi. "Ama diğerleri için: Dışarı çıkar çıkmaz onları yakalayacağız."
Birkaç diplomat ve avukat, Türkiye'deki Afgan mülteciler için, Taliban'ın 2021'de Afganistan'ı ele geçirmesine rağmen uluslararası koruma elde etmenin çok zor olduğunu söyledi. Suriyeliler, Türkiye'nin mültecileri hala açık kollarla karşıladığı ve Erdoğan'ın onlara "kardeşlerim" dediği 2013'te onlar için oluşturulan bir statü olan "geçici koruma" için hak kazanırken, belirli bir eyalette kayıtlı olmaları gerekiyor ve 2022'den beri İstanbul, Ankara ve diğer 14 eyalette bu statüye başvurmaları engelleniyor. Yasal statü elde edenler bile - "kimlik" olarak bilinen imrenilen kimlik kartını edinenler - hala işgücü piyasasına erişimlerini ve hareket özgürlüklerini sınırlayan bir dizi kısıtlamaya tabi tutuluyor, örneğin bir eyaletten diğerine taşınmadan önce önceden "seyahat izni" alma zorunluluğu gibi.
İbrahim ismiyle tanınan üniversite öğrencisi genç bir Suriyeli adam, bu yaz Gaziantep'in şehirlerarası otobüs istasyonunda mobil göç aracına bindirildiğinde ve gerekli seyahat izin belgelerini gösteremediğinde yaşadığı bir çileyi hatırladı. İbrahim, yazarlardan birinin duyduğu kız kardeşiyle yaptığı bir telefon görüşmesinde, "Adama Türk üniversitesinde öğrenci olduğumu ve sadece orada yaşayan kız kardeşimi ziyaret etmek için Gaziantep'e geldiğimi söyledim," dedi. "Ama adam bana 'Umurumuzda değil. Beni takip et' dedi."
İbrahim, aynı gün Suriye sınırında bulunan Elbeyli kasabasının dışındaki bir kampa götürüldüğünü söyledi. İbrahim, Dawood'un aksine telefonunu saklamasına izin verilen kampın içinden, "Her iki saatte bir buraya bir otobüs geliyor ve insanları Suriye'ye götürüyor," dedi. "Bizi dövüyorlar ve Suriye'ye gitmek istediğimizi söyleyen bir kağıt imzalamamızı söylüyorlar. Hatta beni su olmayan bir odaya koydular ve gardiyana 'Suriye'ye gitmek istiyorsa su alabilir' dediler."
Başbakanlık Müsteşarlığı, ortak soruşturmanın sorularına verdiği yanıtta, mobil göç araçlarında her zaman bir göç uzmanı ve bir tercümanın bulunduğunu, Başbakanlık Müsteşarlığının “düzensiz göçle mücadelesini medeniyet değerleri, insan hakları ve hukuka uygun olarak” yürüttüğünü belirtti.
Ankara'daki üç kaynağa göre, mobil göç araçları projesi İngiltere'den fon aldı. Ne Ankara'daki İngiltere Büyükelçiliği ne de Londra'daki Dışişleri, Milletler Topluluğu ve Kalkınma Ofisi bu iddiaya yanıt verdi. Öte yandan AB, araçların içinde kullanılan teknolojiye yatırım yaptı. 2020 tarihli bir AB iç belgesinde gösterildiği gibi, Brüksel en az 800 parmak izi tarayıcısı sağladı ve GocNet (MigrationNet) adlı dijital bir veritabanını geliştirmek için yaklaşık 10 milyon avro yatırım yaptı. PMM web sitesinin söylediğine göre bu veritabanı minibüslerin içinde kimlik kontrolleri için kullanılıyor. Dahası, yakalamalar sırasında AB logoları taşıyan farklı tipte araçlar da kullanılıyor. Örneğin, İstanbul'daki merkezi bir meydanda, mobil göç ekipleri tarafından yakalanan kişilerin kimliklerini kontrol etmek için kullanılan AB logolu bir minibüs gördük. Aracın arka kapısında AB ve Türk bayraklarının bulunduğu bir tabela ve yine o bilindik ifade vardı: "Bu proje Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir."
Erdoğan hükümeti için bu proje siyasi bir nimet gibi görünüyor. Yerlikaya, göçü kontrol altına alma konusundaki başarılarıyla övünmesi için neredeyse her ay hükümet yanlısı televizyon kanalları tarafından davet ediliyor. Geçtiğimiz Eylül ayında A Haber kanalına verdiği bir röportajda, arkasındaki büyük ekranda sınır dışı istatistikleri gösterilirken stüdyoda volta atarken, "Size iyi bir haber vereyim!" dedi. Bakan, bir önceki yılın Haziran ayından bu yana mobil göç araçlarının 1,5 milyondan fazla kimlik kontrolü gerçekleştirdiğini ve yaklaşık 190.000 "düzensiz göçmen" tespit ettiğini söyledi. Aynı dönemde 180.000 kişi sınır dışı edilmiş ve yaklaşık 160.000 Suriyeli "gönüllü olarak" Suriye'ye dönmüştü. Sunucunun iltifatlarına maruz kalan Yerlikaya, "Bunu bu şekilde yapan dünyadaki tek ülkeyiz," dedi. Geçtiğimiz yıl, "Tüm zamanların en büyük sınır dışı etme kampanyasını yaptık."
Göçmenler ve mülteciler yakalandıktan sonra sınır dışı etme sürecinin ikinci aşamasına geçiyorlar: bir geri gönderme merkezinde gözaltına alınma. Yerlikaya aynı röportajda ülke genelinde yaklaşık 20.000 tutukluya resmi toplam kapasitesi olan 32 tane böyle merkez faaliyette olduğunu söyledi.
AB, 2007'den itibaren merkezlere fon sağlamaya başladı ve uydu görüntüleri inşaatın 2012 civarında başladığını gösteriyor. Dawood'un tutulduğu Gaziantep dışındaki merkez inşa edilen ilk merkezlerden biriydi. Ayrıca Avrupa Komisyonu, bu muhabirlerin gördüğü 2022 tarihli İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne yazdığı mektupta, "başlangıçta sığınmacılar ve mülteciler için kabul merkezleri olarak planlanmış ve tasarlanmış" altı tesisten biriydi. "2015'te Türk Hükümeti'nin talebi üzerine [kabul merkezleri] Avrupa Komisyonu ile mutabakata varılarak geri gönderme merkezlerine dönüştürüldü."
Avrupa Komisyonu raporunda, "Bu dönüşümün maliyeti Türkiye Hükümeti tarafından finanse edildi" denildi.
Ancak tüm maliyetler değil. PMM “tüm pencerelere demir parmaklıklar” ve “gerekli kapıları ahşaptan çeliğe değiştirmek” için ödeme yaparken, yakın zamanda dönüştürülen merkezlerde güvenlik bir sorun olmaya devam etti; bu soruşturmayla elde edilen 2016-2019 yılları arasında yürütülen bir AB projesine ilişkin dahili bir raporda belirtildi. AB daha sonra dönüştürülen merkezlerde güvenlik panelleri ve dikenli tellerle “dış duvarların yüksekliklerinin artırılması” için en az 1,4 milyon avro ödemeyi kabul etti; Dawood'un parmaklıklar ardındaki penceresinden baktığını söylediği dikenli telin aynısı. Raporda, Avrupa vergi parasının bu şekilde yatırılması sonucunda “kaçış oranının önemli ölçüde azaldığı” belirtildi.
Avrupa Komisyonu sözcüsü, ortak soruşturmalarda sorulan sorulara verdiği yanıtta, burada bahsi geçen yatırımların “geri gönderme merkezlerindeki standart güvenlik sistemlerine atıfta bulunduğunu” ve “genel olarak, geri gönderme merkezlerine sağlanan AB yardımı, Türk yetkililerin merkezlerdeki fiziksel ve maddi koşulları iyileştirme çabalarına önemli ölçüde yardımcı oldu” dedi.
Toplam değeri 60 milyon avro olan bu özel proje, dahili ve kamusal belgelerde bulduğumuz Türkiye'nin geri gönderme merkezleriyle ilgili bir düzine AB projesinden yalnızca biri. Geri gönderme merkezleriyle ilgili projelere taahhüt edilen toplam AB fonunun en az 213 milyon avro olduğunu hesapladık. Bulgularımıza yanıt olarak yazan bir Avrupa Komisyonu temsilcisi, toplamın 200 milyon avronun hemen altında olduğunu söyledi ancak bu paranın harcandığı bireysel projelerin kesin bir dökümünü vermedi.
AB, bu soruşturma boyunca bu tür ayrıntılar konusunda pek açık sözlü olmadı. Örneğin, bir Avrupa Komisyonu sözcüsü, AB'nin 14 merkezin inşası ve 11'inin yenilenmesi veya tadilatı için ödeme yaptığını belirtti. Ancak, iç belgelerde AB'nin sözcü tarafından belirtilmeyen dokuz merkezde daha duvarların uzatılması veya personel alımı için ödeme yaptığına dair kanıtlar bulduk (bu tutarın toplamı, bazıları zamanla kapandığı için şu anda faaliyette olan 32 merkezden daha fazladır).
AB'nin merkezlere sağladığı fonların neredeyse tamamı, sözde "Katılım Öncesi Yardım Aracı"ndan (IPA) geliyor. Teoride, bu katılım öncesi fonlar, Türkiye gibi AB aday ülkelerinin AB üyeliğine nihai katılım için gereken reformları uygulamalarına yardımcı olmak için tasarlanmıştır. Ancak Brüksel ve Ankara arasındaki katılım müzakereleri 2016'dan beri durmuş durumda ve AB, Erdoğan'ın artan otoriterliği nedeniyle bazı IPA yardımlarını askıya aldı, ancak göç alanındaki IPA desteği devam etti.
Ankara'nın AB için göç yönetimi açısından ne kadar önemli bir ortak olduğu, Brüksel ve Ankara'nın sözde AB-Türkiye anlaşmasını imzaladığı Mart 2016'da netleşti. Anlaşmanın özü, Ankara'nın Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapmak için her biri 3 milyar avroluk iki yardım paketi karşılığında Yunan adalarına geçen "düzensiz göçmenleri" geri almasıydı. 2021'de 3 milyar avroluk üçüncü bir dilim eklendi. Bu paranın büyük çoğunluğu Suriyeli mülteciler için çok ihtiyaç duyulan nakit desteğine, sağlık hizmetlerine ve eğitime giderken, AB-Türkiye anlaşması kapsamında bütçelenen paranın bir kısmı da Dawood'un baktığı dikenli tellerin parasını ödeyen 60 milyon avroluk proje dahil olmak üzere sınır dışı merkezleri için projeleri finanse etti.
Elbette, AB fonları merkezlerdeki yaşam standartlarını iyileştirmeye de gitti, AB hijyen kitleri, battaniyeler, yastıklar ve hatta müzik aletleri için ödeme yaptı. Ancak konuştuğumuz tutukluların birkaçı böyle bir yardımdan faydalanmadıklarını belirtti. “Kampa girdiğimizde şampuan, sabun, battaniye ve yastık alacağımızı söyleyen bir kağıt parçası imzalamak zorunda kaldık, ancak sonra almadık,” dedi İngiliz ordusunda tercüman olarak çalışan ve Taliban'dan kaçmak zorunda kalan Afgan bir adam olan Ghani, Kırklareli merkezinde geçirdiği zaman hakkında. “AB'nin ödediği duşlar veya futbol sahaları gibi birçok iyi şey vardı. Ancak bunların hiçbirini kullanmamıza izin verilmedi.”
Yerlikaya, Ağustos ayında Habertürk'teki röportajında, herkesin gelip merkezleri "herhangi bir zamanda" ziyaret edebileceğini belirtmesine rağmen, birkaç Avrupalı diplomat, bir diplomatın "propaganda turları" olarak tanımladığı önceden ayarlanmış ziyaretler dışında böylesine sınırsız bir erişime sahip olmadıklarını bize bildirdi. BM Mülteci Ajansı ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) de merkezlere sınırlı erişimle mücadele ediyor, başka bir diplomat kaydetti. "İzlemek istediklerini izleyemiyorlar."
Avrupa Komisyonu sözcüsü, AB'nin AB parasının nasıl harcandığını kontrol etmek için merkezlere düzenli "izleme misyonları" gerçekleştirdiğini yazdı. Komisyon, bu raporları elde etmek için yaptığımız bilgi edinme özgürlüğü talebimizi kabul etmedi ve belgelerin, üçüncü taraflarla paylaşılırsa "Avrupa Komisyonu ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilere zarar verebilecek" "kritik gözlemler" içerdiğini belirtti.
Koşulların merkezden merkeze değiştiği ve bazılarında son zamanlarda iyileşme olduğu söylense de, eski personelle yapılan görüşmeler, merkezleri ziyaret eden birkaç avukat ve üç dört tesisteki koşullara tanık olan yaklaşık 40 eski tutukluyla yapılan görüşmeler, kötü muamelenin çeşitli biçimlerinin sistemsel ve sürekli olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Konuştuğumuz üç eski ve mevcut personel, merkezlerin “hapishanelerden daha kötü” olduğunu söyledi. “Hijyen berbat, yemekler berbat, her şey kirli ve binalar aşırı kalabalık,” dedi hala birkaç merkezde çalışan bir Türk tercüman. Başka bir mevcut personel, kötü muamelenin ciddiyetinin, tutukluların “Türk vatandaşı olmaması” ve personelin aşırı çalıştırılması ve düşük ücret almasıyla da ilgili olduğunu söyledi. “Çoğu o kadar bitkin ki 'yabancıları' sadece sayı olarak görüyorlar,” diyor.
Aşırı kalabalıklık yapısal bir sorundur. Birçok tutuklu bize en az sekiz kişiyle dört yataklı odaları paylaşmak zorunda kaldıklarını ve açık avlularda veya kapalı spor sahalarında uyuduklarını söyledi. Sosyal medyada doğrulanan görüntüler, İstanbul'un hemen doğusunda bulunan Tuzla merkezindeki tutukluları, çöp yığınlarının ortasında çitle çevrili bir basketbol sahasında sıkışmış halde gösteriyor. (Buradaki durumun, kısmen geçen yılın sonunda İstanbul'un batı ucunda başka bir büyük geri gönderme merkezinin açılması nedeniyle yakın zamanda iyileştiği söyleniyor.)
"Sardalya gibi sıkıştık" dedi 2023 sonbaharında Tuzla'da olduğunu söyleyen Azerbaycanlı bir adam. "Her dört kişiye bir battaniye verildi ve donarak ölmemek için tamamen yabancı insanlara doğru sürünmek zorunda kaldık." 2023 depreminden sağ kurtulduktan sonra başka bir yerde kayıtlıyken İstanbul'a taşınan bir başka Suriyeli adam, Tuzla'da "kanalizasyonlardan sıçrayan fareler" olduğunu söyledi. Aşırı kalabalık ve kötü hijyen, hastalıkların yayılmasını körükledi. İlkbaharda Şanlıurfa geri gönderme merkezinde tutulan 20'li yaşlarının başındaki bir Suriyeli, "Birçok kişide mide hastalıkları, diş sorunları ve uyuz gibi cilt hastalıkları vardı" dedi. Aynı merkezde aynı zamanlarda gözaltına alınan bir başka Suriyeli adam, oraya vardıktan kısa bir süre sonra dayanılmaz mide ağrısı çektiğini söyledi. Üç hafta içinde midesinin tamamen sıvıyla şiştiğini ve ağrıdan yürüyemediğini, ancak merkezdeki doktorun onu hastaneye nakletmeden önce iki aydan fazla beklediğini söyledi. Kuzey Suriye'deki bir kasabadan yaptığı telefon görüşmesinde, tıbbi tedavisi tamamlanmadan sınır dışı edildiğini söylediği adam, "Şanlıurfa'ya girdiğimde 73 kiloydum ve çıktığımda 44 kiloydum," dedi. Ortak soruşturmada, Şanlıurfa'daki gözaltına alınmasına dair kağıt kanıtların yanı sıra zayıflığını gösteren yakın tarihli bir video da görüldü.
Bu bildirilen sefil koşulların üstüne, tutuklular rutin olarak dövülüyor. Konuştuğumuz tutukluların yaklaşık yarısı kendilerinin dövüldüğünü söylerken, yaklaşık dörtte üçü böyle bir şiddete tanık olduklarını söyledi. Bunlardan dördü ve iki avukat bize "özel vakaların" dövüldüğü veya üzerlerine buzlu su döküldüğü "buzdolabı odalarından" bahsetti. PMM, bu iddialara yanıt olarak merkezlerin "kötü muameleye sıfır tolerans" ilkesiyle işletildiğini söyledi ve buzdolabı odalarının kullanımını reddetti.
İstismar mağdurlarının neredeyse tamamı dayakların kameraların olmadığı alanlarda gerçekleştiğini vurgularken, CCTV görüntüleri çok nadiren basına sızıyor. Örneğin, geçen Kasım ayında Türk kanalı T24, iç çamaşırı giymiş, bacağı kanlı bir adamın, AB parasıyla inşa edilen merkezlerden biri olan İzmir sınır dışı merkezinin koridorlarında gardiyanlar tarafından kovalandığını gösteren gözetleme görüntülerini yayınladı. T24'e göre, olayda bir Suriyeli ve bir Filistinli adam ağır şekilde dövüldü ancak şimdiye kadar kimse mahkum edilmedi.
"Tam bir dokunulmazlık var," dedi iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bir üyesi olan ancak muhalefetteki Demokrasi ve İlerleme Partisi'ne geçen ve mültecilerin haklarının güçlü bir savunucusu olan milletvekili Mustafa Yeneroğlu. Parlamentodaki ofisinden konuşan o da, "istismarın, korkutmanın ve zorlamanın sistematik olarak her yerde sınır dışı merkezlerinde gerçekleştiğinin iyi bilindiğini" söylüyor. Ancak yabancılara karşı olduğu sürece, bu tür şeyler bu ülkede normal kabul ediliyor."
Türkiye'nin Şanlıurfa şehrinde, 17 yaşında bir Suriyeli çocuk, ailesinin dükkanında durup fındık satıyor, akıcı Türkçe konuşuyor ve Türk müşterilerine hangi fıstık türünü satın almaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyordu. Türkler ayrıldığında, kırık bir pencereyi işaret etti ve bu yılın Temmuz ayının başlarında orada neler olduğunu anlattı.
"Hiçbir şeyden çıkıp saldırmaya başladılar," dedi çocuk. "50 taneydiler, çok korkutucuydu." Aynı yoldaki başka bir dükkan sahibi de dükkanının saldırıya uğradığını söyledi ve genç Türk adamların ve hatta oğlanların Suriyelilere tahta sopalarla vurduğu bir videoyu ve kırık camların ve yerdeki kan damlalarının fotoğraflarını gösterdi. Dükkan sahibi, "Güvenlik kamerası görüntüleri var, ama ne yapabiliriz?" dedi. "Polisle şikayette bulunursak sınır dışı ediliriz."
Türkiye'nin birçok farklı şehrinde patlak veren isyanlar, sosyal medyada Suriyeli bir adamın genç bir kıza tecavüz ettiği iddialarının ardından Orta Anadolu şehri Kayseri'de başladı. Yerel polis şefi isyancılara derhal "kurbanın Türk olmadığını" garanti etti ve adama ve "ailesine" karşı "sınır dışı etme" dahil olmak üzere gerekli tüm adımları atacağına söz verdi, ancak bu isyancıları sakinleştirmedi. Sonraki günlerde, birkaç bin kadar adam Kayseri sokaklarına çıktı ve tahmini 400 Suriyeli dükkanı, arabası, evi ve diğer mülkü tahrip etti veya yaktı.
Mülteci haklarını savunan Türk milletvekili Yeneroğlu, "Bu bir pogromdu" dedi. "Türkiye'de Suriyelilere ve diğer mültecilere karşı bir linç kültürü var ve ekonomi daha da kötüleştikçe bu daha da kötüleşecek. Ne yazık ki, Türkiye tarihinde ilk kez olmayacak."
Ancak hükümetin tepkisinin bir kısmı, öfkeyi yatıştırmak amacıyla Suriyelilerin sınır dışı edilmesini artırmak oldu. Yeneroğlu, PMM'de tanıdığı insanların yaptıklarının yanlış olduğunun farkında olduğunu söyledi. "Ancak endişeleri artıracak çok fazla korku var. Ve her durumda, yabancı düşmanlığı ve Arap karşıtı duygular zirvede. Bu, onların kontrolü dışında bir gelişme."
"Hadi imzala," dedi boyalı sarı saçlı kadın, Dawood'a tehditkar bir bakış atarak. Eski kurtarma görevlisi tereddüt etti, sonra birkaç dakika önce bu odadan sürüklenen adamı düşündü ve kalemi aldı. "İmzaladım çünkü dövülmek istemiyordum," dedi Dawood. "Onurumu korumak için imzaladım."
Bu soruşturma için konuştuğumuz gözaltına alınan Suriyelilerin dörtte üçünden fazlası, gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaları için baskı gördüklerini veya fiziksel olarak zorlandıklarını söyledi. Zorlamanın çoğu merkezlerde gerçekleşse de, bazı gözaltına alınanlar Suriye sınırında belgeleri imzalamaya zorlandıklarını söyledi. Bunlardan biri, geçen yıl Tuzla'da gözaltına alınan Suriyeli depremzede Mohammed'di. Elbeyli tarafından bir kampa transfer edildikten ve orada dört ay daha tutulduktan sonra (aynı kampta "İbrahim" de tutuluyordu) gece yarısı civarında Türk kasabası Öncüpınar'ın sınır kapısına götürüldüğünü söyledi.
“Bizi bir odaya koydular ve 'Kim Suriye'ye gitmek istiyor?' diye sordular,” dedi Mohammed. “Sonra ışıkları kapattılar ve Türkiye'de kalmak istediklerini söyleyen insanları demir çubuklarla dövdüler. Sonra ışıkları tekrar açtılar ve herkes 'Suriye'ye gitmek istiyoruz' dedi.” O ve diğerleri daha sonra formları imzalamak için yakındaki bir yere götürüldüler. “Ayrıca gidip bir kameranın önüne geçip Suriye'ye gönüllü olarak gideceğimizi söylemek zorundaydık. Bazıları bunu söylerken ağlıyordu, diğerlerinin yüzlerinde dayak izleri vardı.”
Yazılı sorulara yanıt olarak, PMM, “Suriyelilerin ülkelerine gönüllü olarak geri dönme isteklerini ifade ettikleri anların video kaydının alınması” uygulamasını doğruladı. Ancak herhangi bir zorlamanın kullanıldığı iddialarını reddetti ve Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşlerin “gönüllü, güvenli ve onurlu” olduğunu söyledi. PMM ayrıca “tüm tutuklulara hukuki desteğe erişim sağlandığını” vurguladı.
Ancak bir AB projesinin 2023 değerlendirme raporunda, 2022'de tutukluların yalnızca %20'sinin bir avukat atadığı belirtiliyor. Bir önceki yıl bu oran %10 kadar düşüktü. Bazı tutuklular hukuki yardım almaya gücü yetmeyebilir (çoğu, nispeten basit prosedürler için binlerce dolar talep eden avukatlık uygulamaları bildirdi) ancak birçoğu da avukatlarla iletişime geçmekte zorlanıyor. Türk yasaları, tutuklanma anından itibaren hukuki yardıma anında ve sınırsız erişimi açıkça öngörse de, konuştuğumuz birkaç tutuklu, günlerce iletişimsiz tutulduklarını ve gözaltına alındıklarını arkadaşlarına veya akrabalarına bildiremediklerini, hatta bir avukatla iletişime geçemediklerini söyledi. Başbakanlık bu iddiaları reddetti ve merkezlerde ankesörlü telefonlar sağlandığını ve yeterli imkânı olmayanlara ücretsiz telefon kartları verildiğini iddia etti. Hukuki yardıma erişim açısından bir diğer önemli sorun da tutukluların sürekli hareket halinde olmasıdır. Başbakanlık Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi, transferlerin "kısa süreli aşırı kalabalık" sorununu çözmek için yapıldığını söylerken, görüştüğümüz bazı avukatlar ve tutuklular, transferlerin aynı zamanda avukatların ilk görüşmeden sonra müvekkilleriyle iletişimini kaybetmesi nedeniyle hukuki süreci engellediğini söyledi.
Bazı yerler kanunun erişiminden daha da uzak. Türkiye, geri gönderme merkezlerinin yanı sıra, fiili gözaltı tesisleri olarak sözde "geçici konaklama merkezleri" (TAC'ler) kullanmaya başladı. Bu büyük konteyner kamplarının çoğu, Suriye'deki savaşın başlamasından kısa bir süre sonra mültecileri karşılamak için inşa edildi, ancak bugün en azından bazıları Türkiye'nin sınır dışı etme makinesinin yardımcıları olarak hareket ediyor. Birkaç avukat ve tutuklu, açık ara en kötüsünün, Şanlıurfa şehrinin güneyinde ve Suriye sınırına yakın Harran ilçesindeki geçici barınma merkezi olduğunu söyledi. Sitenin etrafında dolaştığımızda uzun duvarlar, gözetleme kuleleri ve dikenli tellerle karşılaştık. Uydu görüntüleri, gözetleme kulelerinden bazılarının 2018 ortasından sonra inşa edildiğini ortaya koyuyor. Dikenli tellere takılıp, geçmişteki kaçış girişimlerinin kalıntıları olan bir sırt çantası ve bir kadının çantası gibi nesneler var.
Yakındaki Urfa kasabasının Baro Başkanı Abdullah Oncel, “Burayı Guantanamo olarak düşünün,” dedi. “Orada çok uzun süre tutulabilirsiniz ve kimse orada ne olduğunu bilmez. Bir avukata erişim çok zordur. Adalete erişim imkansızdır.”
Harran TAC'de tutulan beş Suriyeli erkek ve bir Afgan kadınla konuştuk. Bazıları telefonlarını saklamayı başarmış ve bize kampın içinden fotoğraflar ve videolar göndermişlerdi. Görüntülerde kavurucu sıcakta kalan erkekler, bazılarında ciddi cilt enfeksiyonları ve küçük çocuklar ve kadınların sızdıran tuvaletlerin hemen yanında uyudukları küçük kapların yanında durduğu görülüyordu. "Bu aşağılanma dayanılmaz," diye yazmıştı bir Suriyeli erkek bu yaz kampın içinden Signal mesajlaşma servisine. "Bugün bir kadın sadece dışarı çıkmak için kendini bıçakladı."
Bazı tutuklular kampın içinden bizimle konuşabildi. Bunlardan biri bir gün önce ağır bir şekilde dövülmüştü. Arkadaşının telefonundaki kamerayı kısaca açıp kanlı ve morarmış bir göğüs gösterdiğinde, "Çok vahşiydi, bu sefer sopa kullandılar," dedi. Arkadaşı istismara tanık olduğunu doğruladı. Orada kalan beş Suriyeli adamın hepsi kamp içinde intihar girişiminde bulunduklarından bahsetti. Biri, "O kadar çok intihar girişimi oldu ki sayamıyorum bile," dedi. "Buradaki insanlar psikolojik olarak çökmüş durumda." Hem AB hem de Başbakanlık, Harran TAC'nin AB'den hiçbir fon almadığını söyledi. Başbakanlık ayrıca, personel tarafından tutukluların dövülmesi ve intihar girişimleri hakkındaki raporları reddetti ve "geçici konaklama merkezlerinin ... geri gönderme merkezleri olarak kullanılmasına dair kesinlikle hiçbir uygulama olmadığını" iddia etti - bu iddia, yalnızca Harran TAC'de değil, aynı zamanda "geçici konaklama merkezi" olan Elbeyli'de (örneğin "İbrahim" ve "Muhammed") kalan tutukluların ifadeleriyle çelişiyor.
Başbakanlık, ancak, geçen yılın ekim ayından bu yana çeşitli AB fonlu merkezlerde tutulan üç tutuklunun ölümlerini doğruladı. Ölümlerin tıbbi rahatsızlıklardan kaynaklandığını söyledi veya aynı iddiayı ileri süren Türk yetkililerin daha önce yaptığı açıklamalara atıfta bulundu. Bu vakaların en sonuncusu, bu yıl 16 Temmuz'da, AB fonlarıyla inşa edilen merkezlerden biri olan Kırklareli'nde gözaltına alındıktan birkaç gün sonra ölen İbrahim İzzeddin adlı 37 yaşındaki Suriyeli bir adamın ölümüdür (ortak soruşturmada ölüm belgesinin bir kopyası bulunmaktadır). Bir hafta sonra, Türk gazetesi Karar'da Suriyeli adamın dövüldükten sonra öldüğüne dair bir haberin ardından, Kırklareli valisi, İzzeddin'in "ön tanısı büyük pulmoner emboli ile hayatını kaybettiğini ... ve otopsi raporunda herhangi bir saldırı veya güç belirtisi bulunmadığını" belirten bir açıklama yaptı.
İbrahim'in kardeşi bunun doğru olduğundan şüphe ediyor. Almanya'daki evinden yaptığı bir telefon görüşmesinde, İbrahim'in ölümünden üç gün sonra iki farklı Suriyeli tarafından arandığını ve her birinin kendisine İbrahim ile aynı merkezde kaldıklarını ve ölümünden hemen sonra sınır dışı edildiklerini söylediğini anlattı. Kardeş, her iki adamın da İbrahim'in güvenlik görevlilerinden birinden ölüm tehditleri aldığını ve birinin de ölmeden önceki gece feci şekilde dövüldüğünü doğruladığını söyledi. Ertesi sabah erken saatlerde arayan adamlardan biri, İbrahim'in ağzından köpük gelmeye başladığını ve yardım istediğini, ancak çenesini kapatması gerektiğini söylediğini ve ancak gardiyanlar vardiya değiştirdiğinde ambulans çağrıldığını söyledi. "O adam bana İbrahim'in ölmek üzere olduğunu bildiğini ve oğluna babasının onu sevdiğini söylemesini istediğini söyledi."
Ortak soruşturma, Kırklareli valisine otopsi raporunun bir kopyasını talep etmek için mektup yazdı ancak herhangi bir yanıt alamadı. Kardeş de böyle bir rapor almadığını söyledi. Karar gazetesindeki orijinal makale Türk yetkililer tarafından engellendi.
Amsterdam'daki Prakken d'Oliveira hukuk firmasından Tom de Boer, bu yıl AB-Türkiye anlaşmasına katılımı nedeniyle Hollanda devletini bir dizi STK adına dava eden, "Bu, birçok ilginç hukuki soru ortaya çıkarıyor," dedi. De Boer, AB'nin AB tarafından finanse edilen merkezlerdeki insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulmasının da yolları olabileceğini söyledi. "Hem AB hem de üye devletler, kendi toprakları dışında da dahil olmak üzere, insan hakları ihlallerine aktif olarak katkıda bulunmama konusunda bir özen yükümlülüğüne sahiptir. Bu nedenle, AB'nin insan hakları ihlallerinin risklerini bilip bilmediğini veya bilmesi gerekip gerekmediğini ve buna rağmen finansmana devam etmeyi seçip seçmediklerini incelemeniz gerekir."
Brüksel ve Türkiye'deki bir düzineden fazla Avrupalı diplomat ve yetkiliyle yapılan görüşmeler, bu tür risklerin farkındalığının yaygın olduğunu gösteriyor. Neredeyse hepsi, en azından 2015'ten beri AB tarafından finanse edilen merkezlerdeki ihlaller ve Suriye'ye yasadışı sınır dışı etmeler hakkında rapor veren Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi STK'ların raporlarından haberdar olduklarını gösteriyor. Bunun da ötesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2022'de Türkiye'nin bir Suriyeli mülteciyi "gönüllü geri dönüş formu" imzalamaya zorladıktan sonra zorla sınır dışı ettiğine karar verdi ve Avrupa Komisyonu'nun 2020 yıllık "Türkiye raporu" "göçmenlerin gönüllü geri dönüş formları imzalamaya zorlandığı vakalar olduğunu" belirtiyor. "Onlar biliyor. Herkes biliyor. İnsanlar gözlerini kapatıyor," dedi eski bir komisyon görevlisi ve AB tarafından finanse edilen merkezlerde bildirilen ihlallerin bloğa itibar ve yasal riskler oluşturacağı konusunda "sürekli bir endişe" olduğunu doğruladı.
Ancak AB'nin politikası değişmedi - tam tersine. Brüksel 2021'de Türkiye anlaşması kapsamında 3 milyar avroluk üçüncü yardım ödemesini taahhüt ettiğinde, 250 milyon avro sınır ve göç yönetimine gitti. Aynı eski komisyon görevlisi, 2019'da göreve başlayan AB'nin mahalle ve genişleme komiseri Oliver Varhelyi'nin Türkiye'nin Afganları toplu halde sınır dışı ettiği yönündeki haberlerden "çok mutlu" olduğunu ve içeride Türkiye'nin Suriyelileri geri göndermesine destek olmak için yollar araştırılmasını savunduğunu söyledi. Varhelyi ayrıca Mısır ve Tunus ile yakın zamanda yapılan göç anlaşmalarını zorladı ve radikal sağcı Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın parti meslektaşı.
Türkiye'de görevli beş uyruktan altı Avrupalı diplomat, bizimle isimlerini gizli tutarak konuştular ve merkezlerde bildirilen ihlallerden de haberdar olduklarını söylediler. Bunlardan biri bunu "günümüzde gözden kaçırılmayacak konu" olarak adlandırdı. Bir diğeri ise "AB tarafından finanse edilen 'kabul merkezleri' fiili hapishanelere dönüştürüldü" dedi. Birkaç diplomat, bu endişelerini düzenli olarak kendi hükümetlerine ve Ankara'daki AB delegasyonuna ilettiklerini bize bildirdi.
Ancak Türk muadilleriyle yüzleşmek daha zor. Bir diplomat, Türklerin zorla sınır dışı etmelerle ilgili tüm iddiaları reddettiğini ve BM ve AB ajansları tarafından daha fazla denetim olmadan, suistimallerin ne kadar "sistematik" olduğunu bilmenin zor olduğunu söyledi. Başka bir diplomat, "Biz o kadar çatışmacı değiliz," dedi. "Biz sadece Türklere, 'Geri dönüşün gönüllü olmasını nasıl sağlıyorsunuz?' diye soruyoruz. Sonra, 'Her şey gönüllü, çünkü insanlar bir form imzalıyor ve avukatlara erişebiliyor.' diyorlar. Genellikle konuşmanın sonu bu oluyor."
Geçtiğimiz yılın ekim ayının başlarında bir sabah, Dawood, Gaziantep merkezdeki gardiyanlar tarafından uyandırıldı ve hazırlanması söylendi. “Bizi yaklaşık 50 ila 60 kişiyle basketbol sahasının dışına oturttular ve bir otobüse bindirdiler,” dedi Dawood, o gün Türkiye'nin Karkamış kasabası ile Suriye'nin Cerablus kasabası arasındaki sınır kapısından sınır dışı edildi. Ortak soruşturmada, Cerablus sınır kapısı tarafından verilen, tam adının yazılı olduğu damgalı ve tarihli bir giriş kağıdının fotoğrafı görüldü.
Sınır dışı sürecinin bu son aşamasında bile Türkiye görünüşe göre AB tarafından finanse edilen ekipman kullanıyor. Ağustos ayında aynı sınır kapısının Türk tarafını ziyaret ettiğimizde, ön kapısında PMM logosu ve AB bayrağı bulunan beyaz bir yolcu otobüsü gördük. Ortak soruşturmanın sorularına yazılı bir yanıt veren bir Avrupa Komisyonu sözcüsü, "AB tarafından finanse edilen ekipmanların, örneğin ... araçların, amaçlanan amaçlar dışında kullanıldığına dair hiçbir rapor yok" dedi. Sözcü, "Her zamanki gibi," diye ekledi, "kanıt sağlanırsa her türlü iddia araştırılacak.
Aynı sınır kapısında ve Türkiye'nin Öncüpınar ilçesindeki bir diğerinde, bavul taşıyan ve kendilerinin ayrılmaya karar verdiklerini söyleyen Suriyelilerle de karşılaştık. Ancak bu vakaların bazılarında bile Suriye'ye dönüşlerinin ne kadar "gönüllü, güvenli ve onurlu" olduğu tartışmaya açık. Örneğin yaşlı bir çift, oğullarının sınır dışı edilmesi nedeniyle ayrıldıklarını söyledi. Bebeği olan başka bir kadın, denediğini ancak geçerli bir kimlik edinemediğini, bu yüzden ayrılmanın daha iyi olduğunu söyledi.
Kamuya açık Türk istatistikleri Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşleri "gönüllü" olarak kaydederken, Ankara'nın Suriyelileri sınır dışı etmek için rutin olarak kullandığı dört sınır kapısından en çok kullanılanı olan Bab al-Hawa olarak bilinen kapı, web sitesinde yayınlanan istatistiklerde "sınır dışı etme" ve "gönüllü geri dönüş" arasında ayrım yapmıyor. Bu yılın nisan ayından bu yana, Bab al-Hawa yaklaşık 11.000 gönüllü geri dönüş ve 10.000 sınır dışı kaydetti. Bab al-Salama'daki bir diğer sınır kapısı yalnızca "gönüllü geri dönüş" terimini kullanıyor. Sınırda bulunan bir Suriyeli kaynak, isminin açıklanmaması koşuluyla bize "Türkler hükümetin güvenilirliğini artırmak için bu kelimeyi kullanmamızı istediler" dedi. "Gerçeği gizlememizi istiyorlar."
Sınırı geçtikten sonra Suriyeliler kendilerini İdlib ilinde Hayat Tahrir el-Şam'ın, Afrin, Azez ve Tel Abyad çevresindeki bölgede ise Türkiye destekli "Suriye Ulusal Ordusu"nun kontrolündeki topraklarda buluyorlar. Her iki grubun da keyfi tutuklamalar, kaçırmalar, işkence ve gasplarda bulunduğu biliniyor. Dahası, bölge hala Esad rejimi ve Rus savaş uçakları tarafından düzenli olarak bombalanıyor ve insani durum felaket: BM'ye göre, kuzeybatı Suriye'deki 5 milyon kişiden 3,6 milyonu hala iç göç içinde ve nüfusun %80'i insani yardıma bağımlı.
Burada sınır dışı edilen Suriyeliler, "bölgedeki en zayıf halka" dedi, kuzeybatı Suriye'de çalışan Gaziantep'teki bir Suriyeli yardım görevlisi. "Giysileri yok, SIM kartları yok ve çoğu zaman aileleri nerede olduklarını bile bilmiyor. Birçoğu camilerde ve askeri üslerde uyuyor ve son derece savunmasızlar: Geçimlerini sağlamak için her işi yapıyorlar ve herkes tarafından işe alınabiliyorlar."
Dawood'un başına gelen de tam olarak buydu. Cerablus'ta iş bulamayıp İdlib'e taşınmaya karar verdiğinde, Sultan Murat Tugayı'nın savaşçıları ona yaklaşıp Nijer'de bir iş teklif ettiler. Nijer, Suriyeli paralı askerlerin Türk aracılar aracılığıyla gönderildiği son yerlerden biriydi (öncekiler arasında Libya ve Azerbaycan da vardı). Dawood, eklendiği potansiyel adayların yer aldığı WhatsApp grubunu göstererek, "Bana ayda 3.500 dolar alacaklarını ve savaşmak zorunda kalmayacaklarını söylediler." dedi. "Bazıları için tek çıkış yolu bu. Ama ben paralı asker olmak istemiyorum." dedi.
Bunun yerine Dawood, kendisini sınır dışı eden ülkeye geri getirmesi için bir kaçakçıya 2.600 dolar ödedi. Bunu yapan tek kişi o değil: Konuştuğumuz diğer birkaç Suriyeli Türkiye'ye geri dönmeye çalıştı ve başardı, ancak yol tehlikeli. Dawood, "Yolda, sınır muhafızları tarafından vahşice dövülen birçok insan gördüm," dedi. "12 kez geçmeyi denedik ve başaramadık. Ancak 13. seferde başardık ve bir kaçakçı beni ta İstanbul'a kadar götürdü. Tanrıya şükür, çünkü Nijer'e giden adamların çoğu artık öldü."
Sınır dışı edildikten sonra Türkiye'ye dönen Suriyelilerin orada çok az veya hiç gelecek beklentileri yok. Türk kimlik kartlarını yenileyemiyorlar, eğer varsa ve herhangi bir zamanda tekrar yakalanıp sınır dışı edilebilirler. Birçok Suriyelinin yanı sıra — ve Türkiye'deki diğer mülteciler ve göçmenler — geçerli belgeleri olanlar arasında bile, Avrupa'ya ulaşma hedefi en önemli hale gelmiş gibi görünüyor.
Gerçekten de BM Mülteci Ajansı istatistiklerine göre, Türkiye'den Yunanistan'a düzensiz girişler 2023'te bir önceki yıla göre üç kat artarak yaklaşık 50.000'e ulaştı ve bu, Ankara'nın "düzensiz göçmenlerin" sınır dışı edilmesini hızlandırmaya karar vermesiyle yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleriyle aynı zamana denk geldi. Birkaç diplomat, sınır dışı edilme korkusunun şu anda insanları Avrupa'ya iten faktörlerden biri olduğunu söyledi. Bir diplomat, AB'nin Türkiye'nin sınır dışı merkezlerine yatırım yapma politikası hakkında "Bu tamamen bir başarısızlık" dedi. "Sadece insan hakları açısından değil, aynı zamanda göç yönetimi açısından da."
Bu arada Brüksel'de AB yetkilileri, bloğun Şubat ayında Türkiye'ye tahsis ettiği 2 milyar avroluk yeni yardım paketinin tam olarak nasıl harcanacağını tartışıyor. Hollanda Dışişleri Bakanlığı, merkezler için potansiyel yeni fonlamanın bu tartışmanın bir parçası olduğunu doğruladı. Bir AB diplomatı, "Göç ve sınır yönetimi için fonlamanın artırılması bekleniyor, çünkü bu komisyon üyemizin bir taahhüdüydü." dedi.
Dawood şimdi İstanbul'un dış mahallelerindeki bir Suriye restoranında saklanarak bir hayat yaşıyor, arkadaşları ona sığınak teklif etti. Bunlardan biri de Suriye Sivil Savunması'nda gönüllü olarak çalışan eski bir meslektaşı. Dawood, "Birlikte çok şey atlattık," dedi. "Kardeş gibiyiz."
Dawood, son birkaç aydır buradan yalnızca bir kez ayrıldığını söyledi. Restoranın arka tarafında uyuyor ve birkaç eşyasını -birkaç düzgünce katlanmış gömlek, bir battaniye, bir şişe parfüm- tuvaletlerin yanındaki gardıropta saklıyor. Her gün aklını korumak için 60 mekik ve 60 şınav çekiyor. Geri kalan zamanını mutfakta çalışarak, önceki kaçakçıya olan borçlarını ödeyerek ve tıpkı bir yıl önce yaptığı gibi onu Avrupa'ya götürecek başka bir kaçakçı için para biriktirerek geçiriyor.
"Tek istediğim tekrar bir insan gibi muamele görmek," dedi Dawood. Avrupa'daki akrabaları ona para göndermeyi teklif etti, ancak eski kurtarma görevlisi bu sefer kendini kurtarmayı tercih ettiğini söyledi. Neden diye sorulduğunda, şakayla bir pazısını esneterek, "Çünkü ben bir erkeğim." dedi.
Lighthouse soruşturmasının tamamı için buraya tıklayın.
Bu soruşturmaya katılan muhabirler arasında Andrés Mourenza (El Pais), Melvyn Ingleby (NRC), Ylenia Gostoli (L'Espresso), Mesut Tatuz (Al Jumhuriya), Mohannad Al-Najjar, Şebnem Arsu, Muriel Kalisch ve Steffen Lüdke (Der Spiegel) yer aldı. , Zia Weise (POLITICO), Nicolas Bourcier (Le Monde), Mohammad Bassiki (Sorumluluk Gazeteciliği için Suriye Araştırmacı Gazeteciliği Derneği), Jalil Rawnaq (Etilaat Roz), bağımsız gazeteciler Mahmoud Naffakh, Giacomo Zandonini ve J. Jalali ve May Bulman, Fahim Lighthouse Reports'tan Abed, Bashar Deeb, Elena DeBre ve Charlotte Alfred.
https://newlinesmag.com/reportage/inside-turkeys-eu-funded-deportation-machine/
KapatGöçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Suriye göçü 13. yılına girerken Suriyelilerin kitlesel olarak sınırdışı edildiklerini, vatandaşlık ...
13 Ekim - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı13 Ekim - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Suriye göçü 13. yılına girerken Suriyelilerin kitlesel olarak sınırdışı edildiklerini, vatandaşlık hakkı olanların bu haklarının askıya alındığını açıkladı.
Bu uygulamalarla, temel insan haklarının yanı sıra göç ve iltica hukukunun da yerle bir edildiğini belirten Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı; iktidarı, geçici koruma ve vatandaşlık iptallerine dair bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya ve bu hukuka aykırı uygulamalara derhal son vermeye çağırdı.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” başlığıyla hazırladığı deklarasyona ilişkin İstanbul Beyoğlu’ndaki İnsan Hakları Derneği (İHD) Şubesi’nde açıklama yaptı. Basın açıklamasına Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen, gazeteci Ercüment Akdeniz, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri’nin yanı sıra çok sayıda hak savunucusu katıldı.
Basın açıklamasında açılış konuşmasını Gülseren Yoleri yaptı. Avukat Ömer Taş ve Ali Diler sorunun hukuki boyutundan bahsettiler. Açıklama metnini Yıldız Önen okudu.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın basın açıklamasında okunan metin şöyle:
Basına ve Kamuoyuna
İSTİSNAİ VATANDAŞLIK İPTALLERİNİ DURDURUN!
Türkiye’de Geçici Koruma kapsamındaki Suriyeliler, son dönemde gerek “seyreltme” operasyonları gerekse geri gönderme merkezlerindeki yıldırma politikasıyla süratle ve kitlesel olarak sınır dışı edilmektedir. Bu uygulamalarla, temel insan haklarının yanı sıra göç ve iltica hukuku yerle bir edilmektedir. Suriye göçünün 13’ncü yılında, daha önce vatandaşlık başvurusu kabul edilmiş olan Suriyelilerin vatandaşlık belgeleri de askıya alınmaktadır. Resmi olarak açıklanmadığı için tam sayı bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklardan yapılan bildirimlere göre yaklaşık 4 bin kişinin vatandaşlığı askıya alınmış yahut iptal edilmiştir.
Bilindiği üzere, Suriye savaşı ve Suriye göçünün ardından Türkiye’ye sığınmış bulunan Suriyeliler, aslında “sığınma hakkı ellerinden alınmış mülteciler”dir. Türkiye’nin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi (Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi)’ne koyduğu coğrafi çekince nedeniyle Suriyeliler Türkiye’de “mülteci statüsü” elde edemedikleri gibi, kendilerine Geçici Koruma Statüsü tanındığı için, istisnai durumlar dışında uluslararası koruma/ Türkiye dışında bir ülkeye sığınma hakları da ellerinden alınmıştır.
Hal böyle olunca, “geçici koruma” uygulaması kalıcı hale gelmiş, Suriyeliler 12 yıldır “geçicilik” sürecine sıkıştırılmışlardır. Milyonlarca insanı etkileyen bu durum insani ve vicdani olmadığı gibi, sığınma hakkını düzenleyen Uluslararası insan hakları sözleşmelerine de açıkça aykırıdır. Bu nedenle Suriye ve diğer ülkelerden Türkiye’ye sığınan ve uzun süre Türkiye’de yaşamak zorunda kalan insanların temel haklarının korunması için, Türkiye ya sözleşmeye koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırarak mülteci statüsü vermeli ya da vatandaşlık statüsü sağlamalıdır.
1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşmenin 34. Maddesinde “vatandaşlık hakkı” şu şekilde ifade edilmektedir: “Taraf devletler, mültecileri özümlemeyi ve vatandaşlığa almayı her türlü imkân dâhilinde kolaylaştıracaklardır. Vatandaşlığa alma işlemlerini çabuklaştırmaya ve bu işlemlerin masraf ve resimlerini her türlü imkân dâhilinde azaltmaya özen ve çaba göstereceklerdir.”
Aynı sözleşmede ayrıca; sığınmacı ya da mülteciyi vatandaşlığa hazırlama gerekleri sıralanmaktadır. Dil ve meslek edindirme, barınma ve eğitim bunlardan bazılarıdır. Türkiye’deki az sayıda Suriyeliye tanınan istisnai vatandaşlık sürecinde bu gerekler göz ardı edilmekle kalmamış, vatandaşlık verilenlere sağlanması gereken güvencelerden de yoksun bırakılmışlardır. Bu durum, hukuki dayanağı olmayan kararlarla vatandaşlığın askıya alınması veya iptaline imkân yaratmış, vatandaşlığı askıya alınan ya da iptal edilen mültecileri her türlü hukuki statüden yoksun, korunmasız bir duruma düşürmüştür. Vatandaşlıkları iptal edilerek bir anda korumasız bırakılan mülteciler; ikamet, çalışma, eğitim, seyahat ve aile birliği gibi temel haklarından yoksun kalmıştır.
2019 yılı sonunda yaptığı bir açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan; “110 bin Suriyeliye vatandaşlık verdik. Diğerleri için de vatandaşlık sürecini daha da artırma konumundayız. Niye? Çünkü bu insanlar ülkemde kaçak köçek yaşamasın. Her hangi bir kurumda, kuruluşta rahatlıkla işini bulsun, çalışsın…” diyerek, vatandaşlık verilmesinin önemine işaret ederken, bugün, tanınmış olan istisnai vatandaşlıklar, keyfi gerekçelerle iptal yoluna gidilmektedir.
Soruna demografik siyaset penceresinden bakan iktidar, işine geldiğinde savaş politikalarını ve göçü teşvik etmekte, işine gelmediğinde sınırdışı etme politikalarına hız vermektedir. Haksızlığa itiraz eden, mağduriyetini dile getiren, hükümetlerin ya da devletlerin göç politikasını eleştiren, temel haklara erişim için mücadele eden sivil örgütlerle işbirliği yapan, etkinliklere katılan herhangi bir mülteci sınır dışı etme uygulamasıyla baş başa kalmakta, varsa geçici koruma statüsü ve vatandaşlığı hiçbir açıklama yapılmadan iptal edilmektedir.
Hükümeti, geçici koruma ve vatandaşlık iptallerine dair bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya ve bu hukuka aykırı uygulamalara derhal son vermeye çağırıyoruz. (Hukukçu arkadaşlarımızın mevzuata, sürece ve hak ihlallerine dair hazırladığı metin aşağıdadır.)
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
Kapat
İstanbul’un yoksul kategorisinde sayılan mahallelerinden birindeyiz: kas hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç hale gelmiş, emekli bir belediye işçisi ...
12 Ekim - Türkmenistanlı bakıcı Tazegül: Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey – Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV) Devamı12 Ekim - Türkmenistanlı bakıcı Tazegül: Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey – Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV)
İstanbul’un yoksul kategorisinde sayılan mahallelerinden birindeyiz: kas hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç hale gelmiş, emekli bir belediye işçisi kadının evinde. Yürümek bir yana, kendi başına ayakta durması bile mümkün olmayan bir hastalık bu.
Kızları ve damadı ona çok düşkünler. Fakat evin yetişkinleri gündüz çalışmak zorundalar. Sadece bir kızı çalışmıyor. O da bazı kronik hastalıklara sahip ve annesine yeterli bakımı yapacak durumda değil. Bakıma muhtaç hastanın ve çalışan çocukların maaşlarından yıllarca SGK primi kesilmiş. Sosyal devlet ilkesi neo liberal politikalarla tırpanlandığı için, aileler uzun süren hasta bakımı için başka çözümler aramak zorundalar. Tam da bu aşamada göçmen işçi kadınlar aranır hale geliyor. Türkmenistanlı Tazegül bunlardan biri.
Alenin ve Tazegül’ün rızasıyla, onları bir gün boyunca evlerinde gözledim. Masaj, yemek, tuvalete çıkarma ve diğer işler görülürken arada sorular sordum. Ve ortaya göçmen bir kadın işçinin portresi çıktı. İsterseniz Tazegül’ün dünyasına şimdi birlikte bakalım…
Kendinizden biraz bahseder misiniz? Çalışmaya nasıl karar verdiniz, neden Türkiye’yi tercih ettiniz?
Adım Tazegül, 35 yaşındayım. Türkmenistanlıyım. Evliyim, üç çocuğum var. Beş aydır Türkiye’deyim, 4 aydır da çalışıyorum. Bu benim ilk işim. Hasta bakımı yapıyorum. Bu işte tecrübeliyim. Türkmenistan’dayken yaşlı ve hasta olan anneme baktım, ölene kadar. Annemi bir yıl önce kaybettik. Annem tavuk çiftliğinde çalışıyordu. Aylık 150 dolar kazanıyordu. Bize yardım ediyordu. Babam polis emeklisidir. O da aylık 150 dolar alıyor. Burada, yanında çalıştığım aile beni şirket üzerinden buldu. Ben de işi internet üzerinden buldum.
Kadın işçi transferinde aracı şirketler
Tazegül’den şirketin adını istiyorum. Şirketi hemen internetten araştırıyorum. Türkiye çapında yaklaşık olarak 350 bin bakıcı portföyü var. Bu şirketin sitesinde ise 10 bin bakıcının tanıtım ilanları mevcut. Özbekistan’dan Gürcistan’a, Türkmenistan’dan Filipinler’e kadar oldukça geniş bir işçi kiralama pazarı oluşturulmuş. En pahalı işçiler Filipinli kadınlar, çünkü İngilizce biliyorlar ve çocuk bakımında tercih ediliyorlar. Sosyal medya hesabı üzerinden tanıtılan işçi kadınların resimlerini, videolarını görebiliyorsunuz. Bakıcı kadınlar bir dakikada kendini tanıtıyorlar, talep etmeniz durumunda şirketle iletişime geçiyorsunuz. Adı geçen şirket 81 ile bakıcı temin edebildiklerini reklam ediyor.
Bakıcıların İŞKUR güvencesinde çalıştıkları belirtiliyor. Ama Tazegül örneğinde olduğu gibi aslında işçi kadınların çoğu kayıt dışı kiralanıyor. Çalışacak insanların SGK kaydı kiralayan kişinin keyfine kalmış. Gelir durumu düşük ya da az para vermek isteyen aileler bakıcı kadınları sigortasız çalıştırmayı tercih ediyor. Kayıt dışı çalışmanın bir nedeni de göçmen kadınların durumuyla ilgili. Çünkü Türkmenistan örneğinde olduğu gibi çoğu kadın geçici turistik vizelerle çalışmaya geliyor. Vize süresi bitiminde yakalanana kadar kaçak çalışmak zorundalar. Geride kalan çocuklara para göndermenin başka bir yolu yok onlar için. Güvencesizlik hali, işgücünü kiralayan aracılar için adeta bir fırsata dönüşüyor. İnternet siteleri ve sosyal medya üzerinden işçi kiralayan şirketler ise yeterli denetime tabi değil.
Biz, sorularımıza devam edelim…
Çalışma şartlarınız, çalışma koşullarınız nedir?
Şirket beni kiralık verdiği aileden önce 500 TL aldı. Buna “eleman bulma” parası diyorlar. Aile memnun kalır ve karar verirse 5 bin TL daha veriyor. Benden önce bu evde iki Türkmenistanlı işçi denemişler, sonunda aile bende karar kıldı. Ben işe başladıktan sonra şirket 3 defa aileyi aradı, “memnun musunuz” diye sordu. Kural böyledir. Şirkette Rusça konuşan elemanlar da var. Biz göçmenlerin dilinden anlıyorlar, Antalya gibi yerlere de işçi pazarlayabiliyorlar.
Bakım yaptığım teyzenin kas erimesi var. Bu evde 24 saat ona bakmalıyım. Ona “annem” diyorum, annemi hatırlatıyor. Türkmenistan’da güreş eğitimi gördüm. Bu nedenle onu koltuktan kaldırıp gezdirebiliyorum. Duş alması, ilaç takibi, yemek yapılması, temizliği, nabız ölçümü, gece takibi benim yaptığım işler. Gece hastayla aynı odada yatıyorum, en küçük kıpırtıda kalkıyorum. Nefesini kontrol ediyorum.
‘Yakalamasınlar diye güneş gözlüğü takıyorum’
İzin günün var mı?
Var, haftada bir gün. Yemek, kira, yol giderim olmuyor. Çünkü bu evde birlikte yaşıyoruz, izin günü dışında dışarı çıkmıyorum. Yakalanma korkumuz var, hem de para biriktirme şansım oluyor. Başka türlü para birikmez.
İzin günü ne yapıyorsun?
Gezmeye gidiyorum, denize de gittim. Ben üç aylık turistik vize ile geldim, sürem bitti, şimdi kaçak durumdayım. Yakalanırsam Türkmenistan’a deport ederler. O zaman 7 yıl boyunca Türkmenistan dışına çıkamam, pasaporta damga yerim. Bu yüzden dışarı çıkarken güneş gözlüğü takıyorum. Minibüste bile çıkartmıyorum çünkü gözlerim çekik. Yani korka korka geziyoruz.
Gelirin ne kadar?
İşe başladığımda maaşım 500 dolara eşitti. Ama Türk lirası değer kaybetti. Enflasyon durumu feci. Bugün aynı parayı alıyorum ama maaşım 350 dolara geriledi. Ev halkı biraz iyileştirme düşünüyor ama süreç herkesi zorluyor. Burada iki defa hastalandım, doktora gidemiyorum. İlaçları aile yazdırıp getiriyor bana.
Ailene parayı nasıl gönderiyorsun?
Önce maaşımı dövize çeviriyorum. Sonra Türkmenistan’a göndermek için Aksaray’da bir kuyumcuya gidiyorum. Buradaki kuyumcu 100 dolara karşılık 1,5 dolar kesiyor. Türkmenistan’da anlaşmalı kuyumcu o parayı alıp aileme teslim ediyor. Karşı tarafta ayrıca kesinti olmuyor. Geçen 330 dolar gönderdim, 5 dolar kestiler. Kaçak çalıştığımız için banka hesabı açamıyoruz. Kargo göndermek istersen kilo başına 1,5 dolar alıyorlar. Kamyonlar, tırlar götürüyor, onlarla anlaşıyoruz.
‘Banyosu içinde olan bir ev olsun diye’
Ailen ne durumda, geçim durumu nasıl?
Türkiye’ye gelebilmek için ablamdan borç para aldım. O da İstanbul’da yaşıyor. Eşinden ayrı, onun da üç çocuğu var. Ablam 6 yıl boyunca burada çocuk bakıcılığı yaptı. Aldığım ilk 3 maaşla borçlarımı kapattım. İkisi kız, biri erkek 15, 14 ve 6 yaşlarında üç çocuğum var.
Çocukları bırakıp gelmek zorunda kaldım. Çünkü onların geleceği benim ellerimde. Onlar okusun istiyorum. Büyük kızım doktor olmak istiyor. Oğlan da dedesi gibi polis olmak istiyor. Büyük kızım ve en küçükleri okulda sabahçı. Çünkü büyük kızım ona bakıyor. Ortanca olan öğlenci. Yemekleri büyük kızım yapıyor. Yemek yapmayı öğrettim onlara. Büyük kızım derslerinde çok başarılı, okul birincisidir. Türkmenistan’da çocuklar aynı anda dört dil öğreniyorlar. Biri de Rusça. Üniversiteyi Rusya’da okumasını istiyorum. Belki burs alır, ben de çalışmaya devam ederim.
Eşim 40 yaşında, demircilik yapıyor, ayda 100 dolar kazanıyor. Ama içki bağımlısı olduğu için eve para getirmiyor. Çocuklara faydası yok. Bir defa bana şiddet uygulamaya çalıştı, bağırdım, durdu. Boşanmak istedim. Ama devlet her defasında ona 6 aylık süre veriyor. Bitince özür diliyor, eve geri dönüyor. En büyük korkum burada yakalanmak ve bu arada onun bu durumu kullanarak çocukları benden alması. Çocuklar da babasız olmak istemiyor.
Ben ayda 350 dolar alıyorum, 50’sini çocuklara gönderiyorum. Kalan 300’ü ev almak için biriktiriyorum. Türkmenistan’daki evimiz bir oda ve mutfaktan ibaret. Evimiz oldukça kötü durumda. Eski sosyal konutlardan kalma bir ev bu. Farklı odalarda yaşayan 15 insan ortak tuvaleti kullanıyor. Şimdi ben buradayım, çocuklar orda. Korkuyorum. Evimizin anahtarı bile yok. Küçüğün oturağı var, kovaya yapıyor, sabah atıyorlar. Anahtarlı kapı yapmak 100 dolar, yapamadık. En büyük hayalim çocuklarımla birlikte kalacağım bir ev yapmak. Kocamı da boşayacağım. Tuvaleti banyosu içinde olan bir evim olacak. Çocuklarım dedelerine gidip yıkanmak zorunda kalmayacak.
Düzenli çalışırsam ve ayda 500 dolar gönderirsem ev 5 yılda biter. Sovyet zamanından beri doğalgaz, su, elektrik çok ucuz. Ama kiralar pahalı, evler de pahalı. Türkmenistan’da ciddi konut sorunu var, iş yok, gelirler çok düşük.
‘Bizi kahredenler de aynısını yaşasın’
Devlet Başkanınız Kurbangül Berdimuhammedov başkent Aşkabat’ın merkezine, köpeğinin dev heykelini diktirdi. Sanırım Alabay cinsi bir köpek bu. Heykelin boyunun 6 metre olduğu söyleniyor. Altın varakla kaplıymış heykel. Ama siz göçmen kadın işçiler de bu durumdasınız. Ne söylemek istersiniz?
Halk sefalet yaşıyor, bizler gurbetteyiz. Çocukları bile ararken yasaklıyız. Bizim ülkemizde Whatsapp yasak, Imo denen bir haberleşme sistemi var. O da takip ediliyor. Her şeyi konuşamıyoruz. Telefonda şikâyet yok, çünkü başın belaya girer. Bu yüzden çocukları sürekli uyarıyorum. Çünkü devlet izliyor. Mesela pandemi zamanı çok insan öldü, bizler de gördük ama kimse konuşamadı.
Çocuklarımızdan utanmıyorlar. Çocuklarımızı kahrediyorlar. Bizi kahredenler de aynısını yaşasın. Ben burada, kızım sılada. Her gün ağlıyor, onun bana ihtiyacı var.
Telefonda ne konuşuyorsunuz, çocuklara ilk neleri soruyorsunuz?
Bugün ne yedin, küçüğe ne yedirdin? Bugün yumurta yedirmeyi unutmuş, çok üzüldüm.
Derslerine yardım ediyor musun?
Dışarı çıkmayın, çok sıcak!
Akşam baban kaçta geldi, içti mi?
İşte bunları söylüyorum. Dede ile nine ayrı evdeler, çocuklarım korumasız. Kızım çok güzel, onun için korkuyorum. Yakalanmadan çalışırsam 5 yıl çocuklarımdan ayrı kalacağım. Ben onlar için bunu göze aldım. Çocuklar anasız, anneler çocuklarından ayrı. Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey!
https://ilketv.com.tr/turkmenistanli-bakici-tazegul-su-dunyada-gocmen-olmak-korkunc-bir-sey/
Kapat
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana düzenli olarak ...
11 Ekim - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı neden azalıyor? (BBC Türkçe) Devamı11 Ekim - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı neden azalıyor? (BBC Türkçe)
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana düzenli olarak azalıyor.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre 2021’de 3 milyon 737 bin 369’a kadar çıkan sayı 3 Ekim 2024 itibarıyla 3 milyon 89 bin 904’e gerilemiş durumda.
Yeni doğumlar da hesaba katıldığında bu, sayılarda ciddi bir düşüşe işaret ediyor.
İçişleri Bakanlığı’nın adreslerini güncellemeyen Suriyelilere verdiği ek sürenin 1 Kasım'da dolmasının ardından, bu güncellemeyi yapmayanların geçici koruma statüsü kaydından silinecek olması nedeniyle bu sayının önümüzdeki aylarda daha da azalması olası görülüyor.
Ortadaki düşüşün en önemli nedenleri arasında Suriye’ye geri dönüşler ve Avrupa’ya yasa dış göç gösteriliyor.
Suriyelilerin sayısındaki düşüşü, açık kaynaklardaki verileri ve açıklamaları inceleyip; uzmanlar, yetkililer ve sivil toplum örgütleriyle görüşerek araştırdık.
Suriyelilerin sayısı nereden nereye geldi?
Türkiye'deki Suriyelilerin tamamına yakınının sunulan imkanlar nedeniyle geçici koruma statüsüyle yaşadığı düşünülüyor.
Göç İdaresi’nin verilerine göre bu statüdeki Suriyelilerin sayısı, 2011 ile 2021 arasındaki 10 yıllık dönemde, 2019’daki küçük bir düşüş dönemi dışında, sürekli arttı.
2021’de sayı en üst seviye olan 3 milyon 737 bin 369’a ulaştı. Ancak 2021’den sonra sayı sürekli düştü.
Göç İdaresi’nin sitesindeki en güncel veri 3 Ekim tarihine ait. Bu tarihte açıklanan sayı, 3 milyon 89 bin 904’e gerilemiş durumda.
Uzmanların sahadan aktardıkları da bu düşüş eğilimiyle paralellikler gösteriyor.
BBC Türkçe’nin görüştüğü, "Türkiye’deki Suriyeliler" kitabının yazarı, Harran Üniversitesi sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mahmut Kaya, “Saha gözlemlerim çeşitli nedenlere bağlı olarak sayının düştüğü yönünde” diyor.
Görüştüğümüz göç araştırmacısı Hakan Ünay da son yıllarda bunu sahada gözlemlediğini söylüyor.
‘Değişen göç politikasının sonucu’
Konuştuğumuz uzmanlar, sayının azalışını anlamak için Türkiye’nin son yıllardaki göç politikasındaki değişime bakmak gerektiği kanısında.
Prof. Dr. Mahmut Kaya, son yıllarda bazı siyasi ve ekonomik sorunlar ile afetlerin göç politikalarını etkilediğini belirtiyor ve ekliyor:
“Yerel ve genel seçimlerde mülteciler üzerinden oluşturulan politik gerilim geri dönüş tartışmalarını beraberinde getirdi. Bu da hükümetin gönüllü geri dönüş söylemlerini etkiledi ve güvenli bölgelere göç akışları gerçekleşti.”
Göç araştırmacısı Hakan Ünay ise değişen göç politikasının Avrupa Birliği’nin (AB) değişen politikasından bağımsız olmadığı kanısında:
“Türkiye’nin ‘açık kapı’, ‘ensar-muhacir’ politikasından tam tersi bir yere döndüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu, AB’nin politika değişimden bağımsız düşünemeyiz. AB göç politikasının asıl finansman kaynağı ve AB’nin daha önce Türkiye’deki göçmenlerin uyumu üzerine verdiği proje hibeleri göçmenlerin geri döndürülmesine evrildi.”
BBC Türkçe’ye konuşan Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği'den Doç. Dr. Didem Danış, sayılardaki azalmayı, “Türkiye’deki bir kısım Suriyelinin kalıcı olarak yerleşeceğini kabullenen hükümetin bu sayıyı 'hazmedilebilir' bir orana çekmek için yaptığı bir politikanın yansıması” olarak yorumluyor.
Danış; ekonomik sorunlardan, Zafer Partisi’nin gücünü artırması ve eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen yılki seçim kampanyasına kadar farklı nedenlerin, göç politikasındaki değişimi etkilediği kanısında.
Suriyelilerin belirli yerlere yoğunlaşmasını engellemeye yönelik seyreltme uygulamasının ve Göç İdaresi’nin son dönemde yaygınlaşan mobil denetim araçlarının da bu değişimi yansıttığı kanısında, Danış.
Sonuç itibarıyla uzmanlara göre bu politika değişiminin sonucu olarak Suriyelilerin sayısı azalıyor.
Peki nasıl azalıyor?
Sayılardaki düşüşün en büyük sebebi geri dönüşler mi?
Konuştuğumuz birçok uzman ve bir hükümet yetkilisine göre sayılardaki düşüşün en büyük nedeni Suriye’ye geri dönüşler.
Suriye’ye gönüllü olarak geri dönenlerle ilgili sayı dönem dönem yetkililer tarafından açıklanıyor.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu konudaki en güncel veriyi 26 Eylül tarihinde katıldığı A Haber yayınında açıkladı.
Yerlikaya, “Gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş” olarak tarif ettiği süreçle ilgili “2016-2024 yıllar arasında toplam 715 bini aşkın Suriyeli karşı tarafa gitmiş. 1 Haziran 2023 yani bu kabine döneminde 160 bin 236'sı gitmiş” dedi.
BBC Türkçe’nin görüştüğü bir hükümet yetkilisi bu açıklamayı hatırlatarak Suriyelilerin sayısındaki düşüşün en büyük nedeninin geri dönüşler olduğunu söylüyor.
Görüştüğümüz, Türkiye’deki Suriye asıllı sivil toplum kuruluşları tarafından kurulan Uluslararası STK Federasyonu’nun (ULFED) Genel Müdürü, Muhammed Akta, “Özellikle depremden sonra bölgeye çok yoğun dönüşlere şahit olduk” diyor.
Akta, gönüllü olarak geri dönenler dışında bir de geri gönderilenler olduğunu ekliyor:
“Geçici koruma kapsamındakiler kurallara uymamaları veya suça karışmaları durumunda Suriye'ye geri gönderilirler. Kamu düzenini bozanlarla alakalı geçici koruması iptali ve sınır dışı kararı veriliyor. Fakat bu kamu düzenini bozma değerlendirmesi çok fazla suistimal ediliyor. Komşusundan şikayet alanların da bu kapsamda değerlendirildiği çokça vakaya şahit oluyoruz.”
Prof. Dr. Kaya, bazı toplumsal ve siyasi gelişmelerin de geri dönüşleri etkilediği kanısında:
“Son yıllardaki sosyopolitik ortam itici bir güç olarak Suriyelilerin geri dönüşünü de tetikliyor Kayseri’deki mültecilere yönelik saldırılar, artan ırkçı ve ayrımcı söylem korku ve tedirginliğe neden oluyor. Bu ve benzeri faktörler göç etme planlarını da etkiliyor.”
‘Geri dönüşler gönüllü değil’ iddiası
Bugüne kadar çeşitli ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri geri dönüşlerdeki süreci eleştirdiler.
Göç araştırmacısı Hakan Ünay, saha gözlemlerine dayanarak, “Geri dönüşlerin çoğu gönüllü değil” iddiasında bulunuyor ve ekliyor:
“Kişiler, ülkelerine gönüllü bir şekilde geri dönmek istediklerine dair bir belge imzalıyor. Ama fiiliyatta başlarında polis, sınır görevlisi bekliyor. Maalesef geri gönderme çoğunlukla zorla geri göndererek yapılıyor.
“Gerçekten gönüllü geri dönmek isteyenler de var. Bunun pandemi, depremler, ekonomik kriz gibi gerekçeleri olabilir. Ayrıca Türkiye sınır ötesi operasyonlarıyla orada bir güvenli bölge oluşturup bir sosyal hayat inşa etmeye çalışıyor. Bunun da etkisi olmuştur.”
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder), geçen günlerde yayımladığı “Göç İdaresi Uygulamalarında Yaşanan Sorunlar” adlı raporda geri dönüşlerle ilgili hak ihlali iddialarına yer verdi.
Raporda, göçmenlerin geri dönüşündeki evrakların zorla imzalatılması veya personel tarafından imzalanmış evrakların göçmenler tarafından imzalanmış gibi işleme koyulması gibi iddialardan bahsediliyor.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Mazlumder Mülteci Hakları Komisyonu üyesi avukat Rumeysa Kılıç Uğurlu, bu iddiaları şöyle açıklıyor:
“Genel olarak, ismi gönüllü geri dönüş formu olan belgelerin, tamamen rıza dışı bir şekilde imzalattırılması sorunu ile karşılaşıyoruz. Kimi zaman; başka bir belgeymiş gibi irade yanıltılarak, kimi zaman geri gönderme merkezlerinde uzun süre kötü koşullarda tutulanlara buradan çıkmalarının tek yolu olarak gösterilerek, kimi zaman da kötü muamele ile bu belgelerin imzalattırıldığı yönünde iddialar ile karşılaşıyoruz.”
“Uygulamada Suriyeliler sınır dışı edilemeyen kişiler olarak değerlendirildiğinden bu form imzalatılarak tabi olunan uluslararası sözleşmeler ve mevzuata aykırı bir şekilde aslında üstü örtülü bir menşe ülkesine sınır dışı işlemi yapılıyor” yorumunu yapıyor Uğurlu.
Uğurlu, “Bize yansıyan yönüyle söyleyecek olursak; gönüllü geri dönüş formları hakkında ciddi bir şaibe var diyebiliriz. Çünkü; Suriye hala riskli bir bölge ve özellikle Türkiye’de bir hayat kurmuş kişiler bakımından gitmek çok da akıl karı değil” diyor.
Bu tür iddiaların Suriyelilerin geri dönüşünde etkili olup olmadığını sorduğumuz Uğurlu şu cevabı veriyor:
“Maalesef çok etkili. Suriyeliler halen çatışma bölgesi olan Suriye’ye, haklı olarak kendi özgür iradeleri ile gitmek istemiyor. Ancak Türkiye’deki ekonomik sorunlarla beraber yaşanan hak İhlallerinin etkisiyle Suriye’de İdlib’e yerleşmek amacı ile ayrılanlar bulunmaktadır.”
Yetkililer 'zorla geri gönderme' iddialarına ne diyor?
BBC Türkçe bu iddiaları hükümet yetkilisine sordu.
Yetkili iddiaları reddetti:
“Tüm gönüllü geri dönüşlerde dilekçe alınıyor. Bu sadece bizim tek başımızda yürüttüğümüz bir süreç de değil. Valilikler koordine ediyor, içinde STK’lar var, uluslararası kuruluşlar var.
“Suriye şu anda geri göndermeme ilkesinin uygulandığı bir ülke. Bu, hukuka aykırı. Buradaki gönüllü geri dönüş. Suriye’nin kuzeyinde harekatlar yapıldı, orada bir iyileştirme, hayatın normalleştirmesi çalışması yapılıyor. Oradaki çalışmalara paralel olarak bizim gönüllü geri dönüşlerimizin tamamı mevzuata uygun bir şekilde yürütülüyor.”
Konuştuğumuz yetkili, bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da referans veriyor:
“Ortada Cumhurbaşkanının da iradesi var. O da gönüllü geri dönüş diyor. Dolayısıyla bizim daha farklı bir şey yapmamız mümkün değil. Son seçim döneminde birkaç parti Suriyeliler üzerinden bir siyaset üretti. Cumhurbaşkanımız ona rağmen o dönem dahi 'güvenli, onurlu, geri dönüş' dedi.”
Avrupa’ya geçenlerin sayısı ne kadar?
Geçici koruma statüsünde olup yasadışı yollarla Avrupa’ya geçiş yapan Suriyelilerin de olduğu anlaşılıyor.
ULFED Genel Müdürü Muhammed Akta, “Düzensiz bir şekilde Avrupa'ya gidenlerin en büyük faktör olduğunu düşünüyorum” diyor.
Konuştuğumuz hükümet yetkilisine göre Suriyelilerin sayısının düşmesinin ilk nedeni geri dönüşler ikinci neden ise Avrupa’ya düzensiz göç.
Yetkili hem Türk hem de Yunan tarafında sınır güvenlik önlemleri alındığını ancak yine de Avrupa’ya geçişler olduğunu belirtiyor.
Bunun sayısı henüz net olarak açıklanmamış olmamakla birlikte, adres güncellemeleri süreci sonrası daha fazla netleşmesi olası görünüyor.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 9 Ağustos’ta yaptığı açıklamada adres tahkikatı yaptıklarını, 731 bin Suriyelinin adreslerini güncellemediğini belirtti ve bunun için onlara 90 günlük süre verdi.
Bu süre dolduğunda ise iki aylık ek süre verdi.
Bu ek süre de 1 Kasım tarihinde dolacak.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu konudaki en güncel veriyi 26 Eylül’de katıldığı A Haber yayınındaki açıklamasında 731 bin 146 Suriyelinin adreslerinin güncel olmadığını tespit ettiklerini, bunlardan 242 bin 853’ünün yaptıkları çağrı ardından adreslerini güncellediklerini, 196 bin 812’sinin ise adreslerini güncellemek için randevu aldıklarını söyledi.
Geriye kalan 291 bin 481 Suriyelinin ise henüz adreslerini güncellemediklerini belirtti.
Yerlikaya, bazı açıklamalarında AB sınır gücü örgütü Frontex'in verilerine dikkat çekerek adres güncellemesi yapmayan Suriyelilerden bazılarının kaçak yollarla Avrupa’ya geçen göçmenler arasında olabileceğini aktardı.
Bakan Yerlikaya, henüz adresini güncellememiş 291 bin 481 Suriyeliden bir bölümünün Avrupa’ya gitmiş olabileceğini belirtti.
Konuştuğumuz hükümet yetkilisi bu konuda şunu diyor:
“Bakan Bey şuna işaret ediyor. Bir kişi hizmet almıyorsa, kaydını güncellemediyse o kişinin artık Türkiye’de olduğuna dair bir emare yok. O yüzden Avrupa'ya geçmiş olabileceklerini değerlendiriliyor.”
Öte yandan Doç. Dr. Didem Danış, sahadaki görüşmelerine dayanarak, bazı Suriyelilerin kayıttan düştüğü halde Türkiye’de yaşamaya devam ettiğinden bahsediyor.
Danış’a göre bunu en net gözlemlediği yer deprem bölgesi. Bunu, Hatay örneği üzerinden anlatıyor:
“Depremden sonra Hatay’da bulundum. Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin büyük kısmının evi yıkılmış. Statülerini sürdürmek için adres güncellemesi yapmaları lazım. Ama kentte çok ciddi bir barınma sorunu var ve emlak fiyatları uçmuş durumda. Konteyner kentlere de alınmayabiliyorlar.
"Bakın Hatay’da 11 Haziran 2021’de, geçici koruma statüsünde 429 bin 21 Suriyeli varmış. 19 Mayıs 2024’te bu sayı 259 bin 449’a inmiş. Bence bunun çok önemli bir sebebi kayıt olmanın giderek zorlaşması, kişilerin aslında Türkiye’de yaşamaya devam ederken geçici koruma statülerini kaybetmeleri.”
Vatandaşlık verilenler de düşüşte etkili mi?
Suriyelilerin bir kısmına Türk vatandaşlığı da verildi.
Bunun da kayıtlı Suriyeli sayısının düşmesinde bir etkisinin olduğu iddia ediliyor.
Bununla birlikte hem konuştuğumuz uzmanlar hem de hükümet yetkilisi, vatandaşlık verilenlerin Suriyeli sayısının düşüşündeki etkisinin az olduğunu söylüyor.
Vatandaşlık verilen Suriyelilerle ilgili son resmi veri, 21 Ağustos’ta Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından açıklandı.
Açıklamada, Türkiye'de geçici koruma kapsamında bulunup Türk vatandaşlığını kazanan Suriye uyruklu kişi sayısının 238 bin 768 olduğu belirtildi.
Yeni kabine döneminde ise 183 Suriye uyruklu kişinin Türk vatandaşlığını kazandığı aktarıldı.
Ali Yerlikaya’nın bakanlığı döneminde Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin neredeyse durduğu iddia ediliyor.
Böyle bir politika değişikliği olup olmadığını sorduğumuz hükümet yetkilisi, “Vatandaşlık verilen sayısı 183 kişi. Tam olarak durdu denilemiyor. Ama sayı bu olduğu için yavaşlama söz konusu gibi görünüyor” diyor.
‘Suriyelilerin sayısı daha da azalacak’
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya göre, 2022 Haziran ayından beri yeni hiçbir Suriyelinin kaydı yapılmıyor.
Veriler 2021’den bu yana da Suriyelilerin sayısının azaldığını gösteriyor.
Bakan Yerlikaya, henüz adresini güncellememiş 291 bin 481 Suriyeli için ek sürenin 1 Kasım'da dolacağını ve o dönemde de adresini yenilememiş olan Suriyelilerin kayıttan düşeceğini belirtiyor.
BBC Türkçe’ye konuşan hükümet yetkilisi 1 Kasım'dan sonra elde edilecek verilerle, mevcut sayının düşebileceğini söylüyor.
Doç. Dr. Didem Danış bir yandan geri dönüşler yaşandığını ama bir yandan da Suriye’den Türkiye’ye kaçak geçişlerin yapıldığına dikkat çekiyor:
“Önemli sayıda insan Suriye’ye gönderildi ama onların hepsi hâlâ Suriye’de mi? Bu büyük bir soru işareti. Bugün iki - üç bin dolar gibi fiyatlarla yeniden Suriye’den Türkiye’ye kaçak geçişler yaşanıyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda birlik komutanı bir tuğgeneralin makam aracıyla insan kaçakçılığı yaptığı haberini okuduk.”
Göç araştırmacısı Hakan Ünay ise önümüzdeki yıllarda göç politikasının temel odağının geri gönderme olacağını, o yüzden Suriyelilerin sayısının azalmaya devam edeceğini tahmin ettiğini söylüyor.
Bununla birlikte, “Suriyelilerin tamamımın gideceğini beklemek bir hayalden ibaret olur çünkü çoğunluğu artık burada bir hayat kurdu” diye ekliyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cn9dqn9eldpo
KapatAvrupa Birliği (AB) Komisyonu, AB tarafından finanse edilen merkezlerde sığınmacıların kötü muameleye uğradıkları ve zorla sınır dışı ...
11 Ekim - AB, Türkiye'den 'sığınmacıların istismarı ve zorla sınır dışı edilmesi' iddialarını araştırmasını istedi (BBC Türkçe) Devamı11 Ekim - AB, Türkiye'den 'sığınmacıların istismarı ve zorla sınır dışı edilmesi' iddialarını araştırmasını istedi (BBC Türkçe)
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, AB tarafından finanse edilen merkezlerde sığınmacıların kötü muameleye uğradıkları ve zorla sınır dışı edildikleri yönündeki iddiaları araştırmasını istedi.
Ankara ise iddiaların doğru olmadığını, sınır dışı işlemlerinin uluslararası kurallara uygun bir biçimde gerçekleştirildiğini belirtiyor.
Hollanda merkezli gazetecilik kolektifi Light House öncülüğünde Almanya, Fransa, İngiltere ve İspanya'dan 21 gazeteci tarafından yapılan araştırmada, Türk makamlarının, AB tarafından finanse edilen merkezlerde, sığınmacıları zorla sınır dışı ettiği öne sürüldü.
Hollanda’nın etkin gazetelerinden NRC’de yayımlanan araştırmaya göre, toplam 20 bin kişilik 32 sınır dışı merkezinde, özellikle Suriyeli sığınmacılara büyük baskı uygulanıyor.
Haberde, Türk makamlarının AB Komisyonu'nu tarafından sağlanan araçlarla toplu olarak gözaltına alınan sığınmacıların, yine AB tarafından finanse edilen merkezlerde "gönüllü geri dönüşe zorlandığı" öne sürüldü.
Gazetecilik kolektifinin araştırmasına göre, AB'nin sığınmacılara ilişkin soruşturma ve parmak izi sistemlerinin genişletilmesi gibi hizmetleri genişletmek için sağladığı kaynaklar artık göçmenleri takip etmek, toplamak ya da sınır dışı merkezlerini dikenli tel ve daha yüksek duvarlarla donatmak için kullanılıyor.
Haberde, sınır dışı merkezindeki sığınmacılara çoğu zaman hukuki yardım sağlanmadığı, aşırı kalabalık, sağlıksız merkezlere tıkıştırıldıkları, "istismara ve hatta işkenceye" maruz kaldıkları ileri sürüldü.
NRC gazetesi, araştırma kapsamında Suriye'deki Beyaz Baretliler örgütünün eski bir üyesinin iddialarına yer verdi.
Suriye vatandaşı olan kaynak, kendisine zorla "gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini" içeren bir belge imzaltıldığını öne sürdü.
Gazetecilerin araştırmasına göre, AB, bu merkezlerde yaşananların farkında ancak finansmanı durdurmayacağını bildiriyor.
AB yetkilileri, Brüksel tarafından sağlanan desteğin, sınır dışı merkezlerindeki koşulların daha iyi olmasına katkıda bulunduğunu belirtiyor.
Türkiye'deki sınır dışı merkezlerindeki durumdan "tamamen Türkiye'nin sorumlu olduğunu bildiren AB yetkilileri, Komisyonun durumu yakından takip ettiğini söylüyor.
Geri gönderme konusunda uluslararası ilkelere her zaman saygı gösterilmesi gerektiğini belirten AB yetkilileri, Avrupa'nın finansal destek verdiği projelerin insan haklarına uygun olması koşuluna işaret ediyor.
'İddialar titizlikle araştırılıyor'
NRC’ye konuşan Türk makamları ise Suriyelilerin zorla geri gönderildiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını söylüyor.
Göç İdaresi yetkililerine göre, AB tarafından sağlanan mobil araçlarda her zaman bir çevirmen ile bir göç uzmanı bulunuyor.
Merkezlerdeki durumun hem Türk makamları hem AB hem de Birleşmiş Milletler tarafından yakından izlendiğini belirten Türk yetkililer, istismar iddialarının da titizlikle araştırıldığını belirtiyor.
Hollanda medyasına göre, AB yönetimi daha önce de Tunus'taki sığınma merkezleri nedeniyle benzer suçlamalarla karşı karşıya geldi.
AB Komisyonu, bu yıl kabul edilen yeni göç anlaşması ile sığınmacıların Avrupa sınırları dışında tutulmasını amaçlıyor.
Perşembe günü Lüksemburg'da yapılan Avrupa Göç Bakanları toplantısında, Avrupa sınırına yakın ülkelerde yeni sığınma merkezleri kurulması ve iltica başvurusu reddedilen kişilerin ülkelerine dönene kadar buralarda barındırılması önerisi gündeme getirildi.
BM rakamlarına göre Türkiye, diğer uyruklara ek olarak 3 milyonu aşkın Suriyeli mülteciyle dünya çapında en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerden biri.
AB, Avrupa'ya göçmen akışını durdurmak için 2016'da Ankara ile yaptığı anlaşma uyarınca Türkiye'ye insani yardım ve kalkınma yardımı olarak 6 milyar euro ödedi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2k191qxlpo
KapatÇok sayıda göçmene verilen istisnai vatandaşlıklar, son birkaç yıldır geçerli hukuki bir sebep olmadan iptal edilmektedir. Bu konu ...
8 Ekim - Basın toplantısına çağrı: “İstisnai Vatandaşlık İptallerini Durdurun!” Devamı8 Ekim - Basın toplantısına çağrı: “İstisnai Vatandaşlık İptallerini Durdurun!”
Çok sayıda göçmene verilen istisnai vatandaşlıklar, son birkaç yıldır geçerli hukuki bir sebep olmadan iptal edilmektedir. Bu konu hakkında avukat arkadaşlarımızın sunum yapacağı, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın vatandaşlık iptallerinin durdurulması talebini kamuoyu ile paylaşacağı basın açıklamasına katılımınızı dileriz.
Tarih: 13 Ekim, Pazar Saat: 13.00
Yer: İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Toplantı Salonu
Kapat
Göç İdaresi Başkanlığı skandal niteliğinde kararlara imza atmayı sürdürüyor!
Türkiye’nin göç ...
7 Ekim - Suçsuz insanları sınır dışı ederek ne amaçlıyorsunuz? Devamı7 Ekim - Suçsuz insanları sınır dışı ederek ne amaçlıyorsunuz?
Göç İdaresi Başkanlığı skandal niteliğinde kararlara imza atmayı sürdürüyor!
Türkiye’nin göç yönetiminde son yıllarda izah edilmesi güç adımlara imza atılıyor. Türkiye mültecilere ev sahipliği yaparken insanlık adına oldukça önemli bir misyon yüklendi. Birçok ülkeye örnek olacak bu politika son dönemde ise sorumsuz bürokratların uygulamalarıyla ciddi anlamda yara aldı.
Türkiye’nin başta ekonomi olmak üzere birçok açıdan destekçisi olan Arap coğrafyası da mülteci meselesindeki olumsuz gelişmelerden etkilendi. Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik darboğaz da düşünüldüğünde mülteci düşmanlığını körükleyen insanlık dışı uygulamaların niçin devreye sokulduğunu izah etmek mümkün değil. Göç İdaresi Başkanlığı ise skandal niteliğinde kararlara imza atmaya devam ediyor!
2014’ten beri sorunsuz bir şekilde Türkiye’de yaşayan Fatih Eid’in İstanbul Valiliği onaylı Geçici Koruma Kimlik Belgesi mevcut. Arap Dili ve Edebiyatı mezunu olan Eid, Arapça öğretmenliği ile geçimini sağlıyor. 03.10.2024 tarihinde sabah altı sularında emniyet güçleri Fatih Eid’i asılsız bir ihbarla gözaltına alıyor. İhbardaki isnat edilen suçla Eid’in alakası olmadığını anlayan görevli savcı suç unsuru bulunmadığına kanaat getirerek konunun mahkemeye intikal etmesine gerek görmüyor. İşte tam da bu aşamada kendisini vazifelendiren bir takım yetkililer Fatih Eid’i sınır dışı edilmek üzere Arnavutköy İl Göç İdaresine ardından ise Binkılıç Geri Gönderme Merkezi’ne gönderiyor.
Fatih Eid hangi suçtan dolayı başına bunların geldiğini bilmezken yaşadığı mağduriyetin acilen çözülmesi gerekiyor. Eid’in sınır dışı edilmesi durumunda suçsuz bir insan daha sebepsiz yere büyük bir adaletsizliğe maruz kalmış olacak!
https://www.haksozhaber.net/sucsuz-insanlari-sinir-disi-ederek-ne-amacliyorsunuz-181566h.htm
Kapat
Doğu Türkistanlı göçmen Ahmet Can, Türkiye’de soydaş olarak kabul edilse de, ırk temelli ayrımcılık ve hükümetin göç ...
5 Ekim - Doğu Türkistanlı Ahmet Can: ‘Irk temelli yakınlaşma bizi rahatsız ediyor’ Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV) Devamı5 Ekim - Doğu Türkistanlı Ahmet Can: ‘Irk temelli yakınlaşma bizi rahatsız ediyor’ Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV)
Doğu Türkistanlı göçmen Ahmet Can, Türkiye’de soydaş olarak kabul edilse de, ırk temelli ayrımcılık ve hükümetin göç politikalarından rahatsız olduğunu ifade ediyor.
Türkiye’de göçmenler ya da mülteciler deyince akla daha çok Suriyeliler gelir. Oysa savaş, zulüm ya da yoksulluk nedeniyle çok çeşitli ülkelerden insanların yolu Türkiye’den geçiyor. Bu topluluklardan biri de Doğu Türkistanlı göçmenler. Soydaş kültürü, hem resmi hem sivil alanda onlara “pozitif bir ayrımcılık” alanı açsa da; Hükümetin Doğu Türkistanlılara ve göçe dair politikalarına eleştirileri var.
Mahlas adını Ahmet Can olarak seçen Doğu Türkistanlı gençle söyleşiyoruz. Kendisi 24 yaşında ve üniversite öğrencisi. Hem çalışıp hem okuyor. Türkiye’ye 7 yıl önce göç etmek zorunda kalmış. Sonraki yıllarda vatandaşlık hakkını kazanmış. Kendini ırkçılık karşısında tarif eden Ahmet Can, “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” diyenlerden rahatsız olduğunu söylüyor.
Ezilmiş bir halkın göçmeni olarak Suriyelilere ve Kürtlere bakışı da oldukça çarpıcı: “Meseleye ırk temelinde bakmamak lazım. ‘Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım’ gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Bakıyorum, bazı konularda Kürtlerin hakları bizden bile geri. Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar”. Devamında şu örneği veriyor: “Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyorduk. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir…”
İsterseniz, Doğu Türkistanlı göçmenleri tanımak ve liberteryan bir genç olarak Ahmetcan’ı dinlemek için söyleşimize başlayalım:
Kendinizi nasıl tanımıyorsunuz, Uygur mu, Uygur Türk mü?
Her ikisi de kullanılıyor. Ama genel olarak kendimizi Doğu Türkistanlı olarak tanımlıyoruz. Çin’de bulunduğumuz yer Doğu Türkistan yani Sincan olarak geçiyor.
Türkiye’de şu anda ne kadar Doğu Türkistanlı nüfus var? Neden gelmek durumunda kaldınız?
Çok göç veriyoruz memleketten. Sanırım Türkiye’de 30 bin kadar kişiyiz. Gelenlerin bir bölümü de buradan Avrupa’ya gitti. Diasporamızdaki en yüksek nüfus Kazakistan’da, ikinci sırada Türkiye var. 1980 ile 2000 yılları arasında göç Kazakistan’a yönelmişti. Orada yerel bir Uygur nüfusu da var zaten. Türkiye kültürel olarak Uygurlara Avrupa’dan daha yakın geliyor. Çünkü Doğu Türkistanlılar Müslüman bir toplum. Çin 2016’da adı konulmamış bir tehcir politikası uyguladı. Çin’deki Uygur vatandaşlarına zorla pasaport dağıtıldı. Öncesinde pasaport almak çok zor, hatta imkânsız bir şeydi. Sadece çok zenginler iyi bir rüşvet karşılığında pasaport alabiliyordu. Politika değişikliğinin sebebi yeni ipek yolunun başlamasıydı. “Ebedi barış” adı altında bir uygulamaya gidildi. Milliyetçilikten terörizmden arındırılmış bir bölge kurma amacıyla asimilasyon başladı. Bu proje kapsamında herkese pasaport verildi. İnsanlar baskı rejiminin başladığını hissettiler. Başörtüsü ve sakal yasakları geldi. Ramazanda oruç yasağı da geldi. Baskıdan rahatsız olan insanlar göç etmeye başladı. Pasaportlar da göç edelim, yerimizden edilelim diye verilmişti.
Kamp politikası da bu planın içindeydi. Kamplar asimilasyon ve “dönüşüm” için kuruldu. Uyum sağlamayanlar pasaport kolaylığıyla gönderildi. Bu yolla 60 ile 100 bin arasında insan göç etti. 2016’nın Ramazan ayında Çin devleti herkesin elindeki pasaportu geri aldı. Sakıncalıların gittiği düşünülmüştü. Üç milyon insanı kamplarda tutmak maliyetli olduğu için insanları kamplarda çalıştırdılar. Örneğin pamuk tarlalarına götürüp çalıştırdılar, doğru düzgün para vermediler tabi.
Doğu Türkistan’da partinin başındaki kişi Çin devletinin atadığı kişiydi. Yönetim yurt dışına çıkanların bir daha Doğu Türkistan’a alınmamasını emretti. Gelen olursa içeri tıkılacaktı. Bağımsızlık ve demokrasi fikirlerine yer yoktu. Biz Uygurlar olarak parti de kuramıyoruz, çünkü yasak.
Türkiye’deki statünüz nedir, sizi nasıl kabul ettiler?
Bizler sığınma değil ikamet başvurusu yaptık. Soydaşlık hukukuna göre insanlar Türkiye’de ikametgâh alabiliyor. Beş seneyi doldurunca kısa bir mülakat yapılıyor, sonra sınav ve ardından vatandaşlık veriliyor. Tabii sabıka kaydı olmamak şartıyla. Gelenlerin üçte biri vatandaş olmuştur sanırım. Fakat son dönem göç politikaları sertleşti. Vatandaşlık süreci duraklamaya başladı. Başvurular yine alınıyor ama bekletiliyor insanlar.
Ailelerimizle iletişim kurmak, para göndermek yasak!
Talepleriniz neler, bunları dile getirebiliyor musunuz?
Türkiye’de rahatça eylem yapabiliyoruz. Sadece bir defa bir polis memurunun ağır müdahalesi oldu. Çin konsolosluğu önündeydi eylem. Onun dışında sorun olmadı. Eylemlerimiz elçilik önünde izinli oluyor. Sanat sergisi gibi etkinlikler de düzenliyoruz.
Taleplerimize gelince: Diasporadaki insanların Doğu Türkistan’daki aileleriyle iletişim kurmaları mümkün değil. Aradığımız zaman aileler ajan ya da işbirlikçi muamelesi görüyor. Ailelerimizi tehlikeye atmak istemiyoruz. Misal, telefonda “İyi değilim” diyenler 5 ile 10 yıl arasında hapis cezası alabiliyor. BM’nin de bu konuda hak ihlalleri raporları var.
Bizler diasporayı güçlendirmek istiyoruz. Siyasal taleplerimizi anlatmak istiyoruz. Ekonomi de önemli, hayatı güvence almak için bu gerekli. Toprağından kopup gelenlerin başını koyacak bir yer alması Türkiye şartlarında çok zor. Bu yüzden Avrupa’ya göçler oluyor. Örneğin Kanada 10 bin Uygurluyu almayı kabul etti.
Ailelerimize para göndermiyoruz. Çin sisteminde para göndermek “terörizmi fonlamak” olarak algılanıyor, para ve haber akışı yasak. Çocuklara bile para gönderemiyorsunuz. Herkes çalışıp para kazanarak geleceğe yatırım yapıyor. Eşler çocuklar da buraya gelemiyor.
Eğer geri dönüş yolu açılırsa ve Çin’de yaşayacaksak, kampların kapatılmasını istiyoruz. Anadilde eğitimin geri gelmesini istiyoruz. Bizim aydınlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Yurtdışı ile iletişim serbest olmalı. İnsanlar rahat gidip gelebilmeli. Doğu Türkistan’da inanç haklarımız tanınmalı. Türkiye “geri göndermeme” ilkesine uymalı. Otonomi hakkımız, Çin’de, 1948’de imzalandığı gibi uygulanmalı. Dışardan atamalara son verilmeli. Taleplerimiz böyle. Ama maalesef Türkiye’de hükümet Doğu Türkistan sorununa mesafeli duruyor. Çünkü bu sorunları dile getirdiğinde akla Kürt sorunu gelecek. Adama demezler mi “Sen bunları Kürtlere niye vermiyorsunuz kardeşim” diye. Bunlar zor şeyler.
‘Irkçılık Çinlilere de yapılsa kötüdür bizim için’
Soydaş göçmenler ile Suriyeliler gibi soydaş olmayan göçmenler arasında nasıl bir ilişki var? Temaslarınız oluyor mu? İzlenimleriniz neler?
Buradaki bazı vatandaşlar “Hükümet size iyi davranmalı ama Suriyelilere iyi davranıyor” diyor. Bunu doğru bulmuyoruz. Meseleye ırk temelinde bakılmamalı. “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Çünkü göçmenler benimle aynı şeyi yaşayan insanlar. Suriyeliler bir savaştan geldiler, ekstra ırkçılıkla karşılaştıkları zaman bu insanların psikolojisinin ne denli kötü olduğunu anlayabiliyorum. Bir insanın ailesinden, toprağından ayrı kalması kolay bir şey değil. Bana ırkım üzerinden bir yakınlık duyulması beni rahatsız eder. Uygurlar arasında kendisini Türklere yakın hisseden ya da bu konfordan yararlanmak isteyen insanlar var. Ama Uygurlar genel olarak ırkçılığa mesafelidir. Çünkü İslami hassasiyetleri daha ön planda. Çin’de yaşanan baskı da daha çok dinsel bir baskıydı. Dedelerimizden ırkçılığa karşı olmayı öğrendik. Irkçılık Çinlilere yapılsa da kötü bizim için. Suriyelilere karşı da ırkçılık söz konusu olmaz. Irkçılık ahlaki çürümedir.
Kişisel olarak ve dünya görüşü bakımından kendinizi nerede tarif ediyorsunuz?
Ben liberteryanım yani özgürlükçüyüm. Devletler sisteminin, insanların ihtiyacı olmayan bir kötülük olduğunu düşünüyorum. Şu anki ÇKP’yi komünist olarak görmüyorum. ÇKP’nin ılımlı yönetim zamanları da oldu. O zamanlar Doğu Türkistan’a federal yapı da savunulmuştu. Ama sonra değişti durum.
Burada Türk olmayan yabancı arkadaşlarım da var. Gördüğüm kadarıyla Suriyeli küçük çocuklar akran zorbalığına uğruyor. Ebeveynlerdeki ırkçı yaklaşım ve Arap düşmanlığı çocukları etkiliyor. Çocuklarda travma oluşuyor. Uygurlu çocuklar bunu yaşamıyor çünkü pozitif ayrımcılık var onlara. Ne yazık ki durum böyle.
Çalışma koşullarınız nasıl? Hakkınızı arayabiliyor musunuz?
Uygurlar genellikle ticaretle uğraşıyor. Her şeyi deniyorlar, lokanta, turizm işkolunda çalışıyorlar. Çince ve Türkçe bilme avantajları var. Afrika’da madenlerde çalışanlarımız da var. Çin yemekleri yapabiliyoruz. İkametle yaşayan Uygurlar, vatandaş Uygurlara göre daha kötü durumda. Çünkü aynı parayı alamıyorlar, sigorta sorun. Bu sorunları aşmak için bir araya geliyoruz. Burada hem iş bulunuyor hem de hak gaspı varsa avukat tutuluyor. Biz buna sendika diyoruz ama aslında sendika değil dernek gibi bir yapı.
Uygur göçmen toplumunda sosyal kültürel hayat nasıl?
Misal, eğlence yapamıyoruz. Doğu Türkistan’da “heydgah” dediğimiz bayram yerleri vardı. Orda bayram çıkışında Uygurlar “sama” dansı yapar, sonra evlere dağılırdı. Türkiye’de bunu yapmayı düşündük ama hoş karşılanmayacağından çekindik ve vazgeçtik. Düğünlerimiz düğün salonlarında oluyor. Cenazeleri memlekete gönderemiyoruz, burada gömüyoruz mecburen. Cenazelerimizin Çin’e gitmesine izin verilmiyor. Memlekette biri ölünce Tiktok’tan görebiliyoruz. Onlar için burada namaz kılıyoruz.
‘Paranın üzerinde Kürtçe yazsa’
Vatandaş olarak oy kullandınız mı hiç, hangi partiye oy verdiniz?
Son iki seçimde YSP ve DEM Parti’ye oy verdim. Kürt arkadaşlarımın bizim gibi baskı gördüğünü düşünüyorum. Ben Türkiye’ye geldikten sonra ve Kürtlerin durumunu görünce bazı haklar konusunda bizden bile geri olduğunu fark ettim.
Mesela Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar. Ya da Doğu Türkistan’da Çin marşı okuyoruz. Her ne kadar benimsemesek de marşı Uygurca okuyabiliyoruz. Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyoruz. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir. Ben doğu Türkistan’da kendi anadilimde eğitim gördüm. Okulda Çince dâhil üç dil seçebiliyorsun. Maalesef 2014’te tek dil seçeneği olarak Uygurca kaldırıldı. Ama çift dil eğitimi hala mevcut. Üniversite’de de Uygurca seçmeli ders var. Türkiye’de Kürtlerin anadilde eğitim konusu aktif bir tartışma konusu bile olamıyorsa bu durum üzücü.
Örneğin Doğu Türkistan hala bir otonom bölgedir. Gerçi devlet adamları merkezden ve Çinlilerden atanıyor ama yine de otonomi tanınıyor. Anayasa’da haklarımız çok, pratik olarak Çin istediği gibi kullanıyor. Bu haliyle bile otonomi Türkiye’de gündeme gelemiyor. Gelse bölücülük olarak karşılanır. İnsanların kafasında “bölücülük” fikrinin normalleşmesi beni üzüyor.
Diğer muhalefet partileri için ne söylersiniz?
Bir dönem DEVA partisini destekledim ama adayını beğenmedim. Selahattin Demirtaş bırakılsın diye DEM’e oy verdim. CHP’ye mesafeliyim çünkü benzer taleplerimize uzak.
Gelecek Partisi ve DEVA, Doğu Türkistanlılarla ilgili hükümeti eleştiren açıklamalar yaptı. BM’nin Doğu Türkistan’la ilgili hak ihlali raporu çıkmıştı. Hükümet bu raporlara mesafeliydi. Geri göndermeler de oldu Doğu Türkistan’a ama tepkiler üzerine şimdilik durdu. Zafer Partisi de Türkçülük üzerinden Doğu Türkistan sorununu gündeme getirdi. Ama mesafeli onlara duruyoruz. Çünkü bizler mazlumuz. Mazlumlar arasında ırkçılık üzerinden bir karşılaştırma ya da ayrım yapılamaz. Filistin konusunda tüm Uygurlular hassastır. Arapları dışlayıp karşısına Doğu Türkistanlıları koymak doğru değil.
https://ilketv.com.tr/dogu-turkistanli-ahmet-can-irk-temelli-yakinlasma-bizi-rahatsiz-ediyor/
KapatSMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporuna göre;
Suriye'nin kuzeybatı bölgesinde ...
2 Ekim - SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporu Devamı2 Ekim - SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporu
SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporuna göre;
Suriye'nin kuzeybatı bölgesinde bulunan kamplarındaki demografi: Kamplarda yaşayan toplam nüfus 2 milyon 14 bin 363 kişiye ulaşmış durumda. Toplam nüfusun %55'ini 0-18 yaş arası çocuklar oluşturuyor.
Kamplardaki Barınma Durumu: %53'ü yarı kalıcı odalarda barınmaktadır. %39'u geçici çadırlarda kalmaktadır. %7'si ise prefabrik barakalarda barınmaktadır. Konutların yarısı ek yalıtıma ihtiyaç duymaktadır.
Kış Mevsiminde Kamplardaki Endişeler ve Zorluklar: Kampların yarısı, yağmur yağdığında yolların kapanması nedeniyle temel hizmetlere erişimde zorluk yaşamaktadır. Kampların %75'i kış aylarında güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Kampların %99'u besleyici gıdaya erişimde sıkıntı yaşamaktadır.
Kış İhtiyaçları: Kampların %82'si battaniyeye ihtiyaç duymakta, sobalar ve yakıt yetersizdir. Halk, ısınmak için güvenli olmayan alternatifler kullanmaktadır.
Tavsiyeler: Soba, yakıt, battaniye ve kışlık giysi sağlanmasının yanı sıra barınaklardaki yalıtımın iyileştirilmesi gerekmektedir. Sel baskınlarını önlemek için altyapının geliştirilmesi önem arz etmektedir.
https://x.com/mohammadakta/status/1841378060181839992
Kapat
Göç Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II ...
30 Eylül - Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı Devamı30 Eylül - Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı
Göç Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı.
Çalıştay, Türkiye’deki göçmenlerin karşılaştığı temel sorunları ele almak ve bu sorunlara yönelik etkili çözümler geliştirmek amacıyla gerçekleştirildi. Türkiye’nin göçmen politikalarını daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir yapıya kavuşturma yolunda önemli bir adım olan bu organizasyon, göçmenlerin yaşadığı zorlukları ve bu zorlukların toplumsal uyum üzerindeki etkilerini derinlemesine inceleme fırsatı sundu.
Kapat
Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı ...
28 Eylül - Af Örgütü: Eritreliler zorla geri gönderilme riski altında Devamı28 Eylül - Af Örgütü: Eritreliler zorla geri gönderilme riski altında
Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı karşıya kalacak.
Yüzlerce Eritreli, işkence, keyfi gözaltı ve diğer ciddi insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalabilecekleri Eritre'ye zorla geri gönderilme tehlikesiyle karşı karşıya. Son raporlar, yeterli iletişim veya hukuki desteğe erişim olmadan yaklaşık 300 Eritrelinin kısa süre önce Eritre'ye sınır dışı edildiğini gösteriyor.
Uluslararası Af Örgütü'ne göre, Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı karşıya kalacak.
Örgüt, Eritre’ye geri dönen kişilerin izinsiz ülke dışına çıkma gerekçesiyle gözaltına alınıp işkence gördüğünü belgelemiş durumda.
Eritre'de gözaltı ve kötü muamele riski
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (UNCHR) de zorla geri gönderilen Eritrelilerin, suçlama olmaksızın tutuklanabileceğini, kötü muamele ve işkenceye maruz kalabileceğini vurguladı.
UNCHR, Eritre'de gözaltı koşullarının son derece kalabalık, hijyenik olmayan ve tıbbi bakım imkanlarından yoksun olduğunu belirtiyor. Eritre’den yasa dışı yollarla çıkmış kişilerin, ülkelerine geri döndüklerinde incelemeye ve sert cezalara maruz kalabileceği kaydediliyor.
Türkiye'nin Mülteci Sözleşmesi'ne yaklaşımı
Türkiye, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü'ne taraf olsa da, coğrafi kısıtlamalar nedeniyle yalnızca Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelen kişilere mülteci statüsü tanıyor. Avrupa dışından gelen sığınmacılar ise "şartlı mülteci" statüsüne başvurabiliyor ve bu statü, tam mülteci statüsüne kıyasla daha sınırlı haklar içeriyor.
Uluslararası Af Örgütü, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’den sınır dışı edilen yaklaşık 180 Eritrelinin, Eritre'nin başkenti Asmara yakınlarındaki Adi Abeto Cezaevi'nde gözaltında tutulduğunu açıkladı. Türkiye'deki göçmen gözaltı merkezlerinde tutulan Eritreliler, yetkililerin kendilerini de sınır dışı etmeye hazırlandığını ailelerine bildirdi.
Uluslararası Af Örgütü ve diğer insan hakları kuruluşları, Türkiye'nin Eritrelileri geri gönderme işlemlerini derhal durdurması çağrısında bulunuyor.
Yetkililerden, Eritrelilerin güvenli bir şekilde Türkiye’de uluslararası koruma başvurusunda bulunmalarına izin verilmesi ve gözaltı koşullarının uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi talep ediliyor.
Türkiye’nin, Eritrelileri ciddi insan hakları ihlalleri riskiyle karşılaşacakları Eritre’ye geri göndermesi halinde, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve BM İşkenceye Karşı Sözleşme'deki yükümlülüklerini ihlal etmiş olacağı belirtiliyor.
https://bianet.org/haber/af-orgutu-eritreliler-zorla-geri-gonderilme-riski-altinda-299651
Kapatİstanbul Akgün Otelde; İHH İnsani Yardım Vakfı, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü ...
27 Eylül - STK'lardan Abdullatif Davvara cinayetine tepki: “Cezalar caydırıcı hale getirilmeli” Devamı27 Eylül - STK'lardan Abdullatif Davvara cinayetine tepki: “Cezalar caydırıcı hale getirilmeli”
İstanbul Akgün Otelde; İHH İnsani Yardım Vakfı, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü Avukatlar Derneği ve Mülteci Dernekler Federasyonu tarafından “Çocuk katliamlarına, ayrımcılık ve şiddete dur de” başlıklı basın toplantısı yapıldı.
İstanbul Gaziosmanpaşa’da 21 Eylül 2024 tarihinde 15 yaşındaki tekstil işçisi Abdullatif Davvara parkta oturduğu sırada, kimliği belirsiz 2 kişi tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Yaşanan cinayet sonrasında; Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü Avukatlar Derneği, Mülteci Dernekler Federasyonu ve İHH İnsani Yardım Vakfı öncülüğünde çeşitli sivil toplum kuruluşları bir basın toplantısı düzenleyerek, çocuk cinayetlerine dikkat çekti.
Basın toplantısında, 6 Şubat 2023 depremlerinde annesini ve kardeşini kaybeden Abdullatif’in canice bir cinayete kurban gittiği vurgulandı. Toplantıda, toplumda giderek artan çocuklara yönelik şiddet olaylarının sosyal huzur ve güvenliği tehdit ettiği ifade edildi.
Artan çocuk cinayeti haberlerine bir yenisinin daha eklenmiş olmasından büyük bir üzüntü ve hicap duyuyoruz
Toplantıda basın açıklamasını okuyan Yeryüzü Çocukları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Av. Betül Zağlı Topal, "Son günlerde artan çocuk cinayeti haberlerine bir yenisinin daha eklenmiş olmasından büyük bir üzüntü ve hicap duyuyoruz. Çocuğa yönelik şiddetin toplumumuzdaki artış hızı toplumsal huzur ve güven ortamı için ciddi bir tehlike teşkil etmektedir. Çocuklarımızı cinayetlere kurban verdiğimiz sokaklarımızda çocuklar için hayat gitgide güvensiz hale gelmektedir. Narin'i Diyarbakır'da, Sıla'yı Tekirdağ'da kaybettik. 21.09.2024 tarihinde de İstanbul Gaziosmanpaşa'da 15 yaşındaki tekstil işçisi Suriyeli Abdullatif, arkadaşlarıyla bir çocuk parkında otururken silahlı saldırıya uğramıştır. Saldırganlar parkta oturan çocuklara 12 kurşun sıkarak ateş açmışlardır. Bu saldırıda Abdullatif'e 4 kurşun isabet etmiştir. Henüz hayatının baharında, sadece 15 yaşındaki Abdullatif bu hayattan acımasızca koparılmıştır. Bir yıl önce, 6 Şubat 2023 depreminde, annesi ve kardeşinin vefatının acı tazelinde Abdullatif de onların aralarına katılarak hayata veda etmiştir." dedi.
Abdullatif Davvara'nın katledilmesinin ardından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklama ile olaya karışan 5 kişinin gözaltına alındığını hatırlatan Topal, dernek ve ailenin avukatları olarak tüm suçluların, azmettirenlerin hak ettiği cezayı alması için olayın takipçisi olacaklarını ifade etti.
"Cezalar yeterli ve caydırıcı hale getirilmeli"
Toplumda gittikçe artan şiddet ortamı ve toplumsal öfke nedeniyle çocukların katledildiğini aktaran Topal, "Çocukların korunması ve haklarının güvenceye alınması adına suçların caydırıcılığının artırılması, sokakların güvenliğin sağlanması zaruridir. Yaşanan çocuk cinayetlerinde ve istismar olaylarında bu gibi vahşi eylemler işleyenlerin genellikle ilk suç eylem olmadığı bilinmektedir. Suçla mücadelede, faillerin mükerrer eylemler çocuklarımız için tehdit oluşturmadan harekete geçilmeler. Cezaların yetersizliği, herhangi bir ıslah ediciliğin olmadığı ve hatta verilen cezaların infaz edilmediği açıkça ortadadır. Cezalar yeterli ve caydırıcı hale getirilmeli, cezaların infazı için infaz kanununda gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Aksi halde katledilen nice çocuk haberin almamız kaçınılmaz hale gelecektir." diye konuştu.
"Davanın takipçisi olacağız"
Topal, "Milliyet, din, dil, ırk fark etmeksizin tüm çocukları korumak ve gözetmek toplumun asla sorumluluğudur. Narin, Sıla, Gina, Ahmed, Abdullatif ve şiddete, istismara kurban gitmiş tüm çocuklarımız adına adaletin sağlanmasını, sokakların güvenilir hale getirilmeseni talep ediyoruz. Ahlak yozlaşmanın, kötülüğün, ötekileştirmenin çocuklarımıza yönelmesini toplumun çöküşünün çığlığı olarak görüyoruz. Sosyal medyada ve çeşitli kitle iletişim mecralarında toplumsal ayrımcılığa yönelik ifadeler kullananların da çocuklara karşı işlenen suçların fitilini ateşlediklerini biliyoruz. Adalet sağlayacak mercilerden beklentimiz, toplum içinde öfke ve ayrımcılık tohumları ekenlere de caydırıcı yaptırımların uygulanmasıdır. Yeryüzünün tüm çocuklarının haklarına kavuşması için çalışan, gayret gösteren Yeryüzü Çocukları Derneği olarak Abdullatif'e davasının da takipçisi olacağımızı bir kez daha bildiriyoruz. Bizler tüm çocuklar adli bir dünya sistemde yaşayana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Toplumsal şiddete, ayrımcı söylemlere, istismar ve cinayete kurban edecek bir çocuğumuz daha yoktur." şeklinde konuştu.
"Halkı kin ve düşmanlığa sevk edenlerin cezalandırılmaması göçmenlere karşı işlenen suçların cezasız kalacağı algısını oluşturdu"
Katledilen Abdullatif Davvara'nın Suriyeli olması nedeniyle sürece müdahil olduklarını belirten Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Av. Abdullah Resul Demir, "Ne acıdır ki bu menfur hadise ilk değildir ve korkarız ki son da olmayacaktır. Ülkemizde meydana gelen ve tarafı göç eden yabancılar olan her türlü olay derneğin çalışma konuları arasında bulunmaktadır. Bu kapsamda Gaziosmanpaşa'da yaşanan bu olay da derneğimizce takip edilmekte olup yargılamanın hukuka uygun şekilde yürütülmesi amacıyla dosyanın takipçisi olacağımızı sizlere bildirmekteyiz. Ancak biz bu basın toplantısıyla bu olay özelinde birkaç hususunda daha altını çizmek istiyoruz. Ülkemizde giderek yükselen nefret söylemleri neticesinde göç eden yabancıların mağduriyetine sebebiyet veren çok sayıda olaya şahit olduk. Uzun yıllardır nefret söyleminin arttığını ve bu söylemlerin suç unsuru oluşturduğunu çeşitli vasıtalar ile gündeme getirmeye gayret ettik. Derneğimizin avukatları tarafından yıllar içerisinde açıkça halkı kin ve düşmanlığa sevk eden siyasiler, gazeteciler, bireyler hakkında sayısız suç duyurusunda bulunulmuş olunmasına rağmen neredeyse hiç birinden 'TCK'nın 216'ncı maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama' kapsamında kovuşturma yapılmamıştır. Kamu barışına karşı suçlar arasında yer alan 216'ncı madde kapsamına giren ve bugüne kadar defalarca açıkça işlenen bu eylemler bugün toplumda yabancılara karşı işlenen suçların cezasız kalacağı algısını oluşturmuştur. Toplumun dezavantajlı gruplarına yönelen bu şiddetin derhal ve kesin bir şekilde durdurulması gerekmektedir. Yargının ve İdarecilerin yaşanan bunca olay karşısında sessiz kalmış olması kötülerin seslerini daha gür çıkarmasını sağlamıştır." dedi.
İnfaz hukukunun en önemli amacının suçluların topluma kazandırılması ve ıslahı olduğunu ancak suçluların topluma kazandırılmasına yönelik düzenlemelerin hiçbir şekilde cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmaması gerektiğini vurgulayan Yeryüzü Avukatları Derneği Başkanı Av. Enes Kafadar, Türkiye'de 5 yıldan az hapis cezasına çarptırılan suçlulara hapis cezasının infaz edilmediğini, benzer düzenlemelerle cezaların caydırıcılığın ortadan kaldırıldığını söyledi.
"Konuşulan sorunlar buz dağının görünen yüzü"
Son 10 yıldır ayrımcılığa maruz kalan insanlarla muhatap olduklarını belirten İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Av. Uğur Yıldırım, "Bugün konuştuğumuz sorunlar Türkiye'de bulunan göçmenlerin, sığınmacıların yaşadığı sorunlar aslında buz dağının sadece görünen yüzü. Bunun altında çok daha fazla şiddete, ayrımcılığa maruz kalan, korkuları olan, kendiişlerinde sorunları olan insanlarla son 10 yıldır daha fazla muhatap oluyoruz. Türkiye'deki infaz sisteminden, adalet sisteminden kaynaklanan, kanuni bir karşılığı olmayan veya kanuni karşılığı olmasına rağmen düzgün yürütülmeyen soruşturmalar ve diğer koşullar sebebiyle maalesef yaptıkları yanına kar kalan bir sistemde suça meyilli kişilerin göçmenleri hedef aldığını görüyoruz. Çünkü onlar toplumun zaten en zayıf kesimi. Diğerleri zalimliklerini göçmenlere, çocuklara yönelik gerçekleştirmeyi bir adet haline getirmiş durumdalar." diye konuştu.
Kapat
İstanbul Gaziosmanpaşa'da 21 Eylül’de parkta oynarken 12 el ateş edilerek vurulan 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara’nın ölümüne ...
25 Eylül - Öldürülen Suriyeli çocuğun ailesinden adalet çağrısı (bianet) Devamı25 Eylül - Öldürülen Suriyeli çocuğun ailesinden adalet çağrısı (bianet)
İstanbul Gaziosmanpaşa'da 21 Eylül’de parkta oynarken 12 el ateş edilerek vurulan 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara’nın ölümüne dair bianet’e konuşan Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı ile Özgürlükçü Hukukçular Derneği avukatlarından Ömer Taş, çocuğun ailesinin adalet mücadelesi başlatacağını söyledi.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği avukatlarından Ömer Taş, olayın ardından Davvara’nın ailesini ziyaret etti ve bilgi aldı.
Taş, bianet’e yaptığı açıklamada, olayın ırkçı saiklerle işlenmiş olabileceği üzerinde durduklarını belirtti ancak soruşturmanın devam ettiğini ve net bir bilgiye ulaşmadan kesin bir yargıya varmanın doğru olmayacağını ekledi.
Taş, saldırı sırasında Davvara ve arkadaşlarının Arapça konuştuklarını ve bu sırada motosikletli iki kişinin parkta bulunan gençlere ateş açtığını belirtti. "Olay sırasında Abdullatif ve diğer gençler kaykay ve kaydırakların arkasına saklanmaya çalıştı. Ancak Abdullatif başarılı olamadı ve 12 kurşundan 4’ü vücuduna isabet etti. Hastaneye kaldırıldı ancak maalesef kurtarılamadı" dedi.
Davvara ailesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı desteğiyle adalet mücadelesine devam edeceklerini belirtti.
Avukat Ömer Taş, sürecin takipçisi olacaklarını vurguladı. "Aile, çocuklarının suçsuz olduğunu, hiçbir şekilde karıştığı olumsuz bir durum olmadığını ifade etti. Adalet arayışlarından vazgeçmeyecekler" dedi.
Soruşturma devam ediyor
İstanbul Emniyeti, olayla ilgili 5 kişinin gözaltına alındığını ve 2 ruhsatsız silah ile bir motosikletin emniyette tutulduğunu açıkladı. Olayla ilişkisi olduğu düşünülen bu kişiler hakkında soruşturma devam ediyor.
Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında, saldırının nedenine ve olası ırkçı bir saikle işlenip işlenmediğine dair daha fazla bilgi elde edilmesi bekleniyor.
Davvara ailesi, oğullarına hak ettiği adaletin sağlanması için yetkililere çağrıda bulunurken, bu vahim olayın aydınlatılması adına hukuk mücadelesini sürdüreceklerini vurguladı.
https://bianet.org/haber/oldurulen-suriyeli-cocugun-ailesinden-adalet-cagrisi-300053
Kapat
Son birkaç yıla bakıldığında Avrupa’da arka arkaya pek çok aşırı sağcı hükümet ve liderle karşı karşıya olduğumuz ...
24 Eylül - Her yerde göçmenleri savunacağız! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma) Devamı24 Eylül - Her yerde göçmenleri savunacağız! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma)
Son birkaç yıla bakıldığında Avrupa’da arka arkaya pek çok aşırı sağcı hükümet ve liderle karşı karşıya olduğumuz görünüyor. Guardian’da 17 Eylül’de çıkan bir yazıda Avrupa’daki aşırı sağcı ittifakların yükselişinden ve buna karşı nelerin yapılması gerektiğinden bahsediliyor[1]. Gordon Brown yazıda şunları söylüyor: “Avrupa’ya musallat olan hayalet, Karl Marx’ın bir zamanlar yazdığı gibi komünizm değil, aşırı sağcılıktır… Avrupa’da şu anda aşırı sağcı partilerin desteklediği ya da koalisyonda yer aldığı yedi hükümet var, bir zamanlar kirlenmenin önündeki aşılmaz engeller merkez sağ yatıştırıcılar tarafından bir kenara itilirken, sırada muhtemelen Avusturya var.”
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Marine Le Pen’in aşırı sağcı göçmen karşıtı gündemine teslim oldu. Her ne kadar Temmuz ayında sol cepheyle yaptığı seçim anlaşması sonucu Le Pen’e karşı bir güvenlik duvarı oluşturduysa da seçim sonrası aşırı sağa döndü. Macron, parlamento seçimlerinin birincisi solcu Yeni Halk Cephesi’ne (NFP) hükümeti kurma görevini vermeyi reddedip sağcı bir siyasetçi olan Michel Barnier’i başbakan olarak atadı. Macron, aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisinin desteğini alan bir hükümet kurmaya çalışıyor.
Avusturya’da iki eski Nazi üyesi tarafından kurulan Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) ay sonuna kadar göçmen karşıtı ve Rusya yanlısı bir hükümet kurması bekleniyor. Aşırı sağ eksen; Avusturya, Macaristan ve Slovakya’da ve daha da önemlisi, aşırı sağcı Başbakan Giorgia Meloni’nin adım adım basını ve yargıyı kontrol altına almakla suçlandığı İtalya’da giderek güçleniyor.
Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Doğu Almanya’daki bölgesel seçimleri Thüringen’de kazandı, Saksonya’da ikinci oldu. Bu durum, Almanya’nın iç istihbarat teşkilatının AfD’yi üç eyalette “aşırılık yanlısı” bir örgüt olarak listelemesine, bazı üyelerinin Holokost inkârı ve aşırı sağcı siyasi şiddetle bağlantıları konusundaki endişelerini yansıtmasına ve partinin Thüringen lideri Björn Höcke’nin Alman mahkemelerinde iki kez suçlu bulunmasına rağmen gerçekleşti. Maalesef geçen hafta Alman koalisyon hükümeti AfD’nin başarısına, düzensiz göçü engellemek amacıyla sınırların kontrolünü sıkılaştırarak tepki verdi.
Hollanda’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (PVV) öncülüğünde kurulan hükümet, sığınma ve göçün önemli ölçüde sınırlandırılması için, bugüne kadarki en katı uygulamaları hayata geçirmeye hazırlanıyor. Eski istihbarat servisi şefi Dick Schoof’un başkanlığında kurulan dört partili sağcı hükümetin programı, Cuma günü açıklandı. Yeni hükümet programına göre, sığınmacılar konusunda “acil durum” ilan edilecek. Süresiz sığınma izni sona erecek. Suçlu yabancıların sınır dışı edilmesi kolaylaştırılacak. Aile birleşimi büyük ölçüde sınırlanacak.
Avrupa’da yükselen aşırı sağın nasıl büyüdüğünün tartışılması, bu durumdan çıkışın da yolunu gösterecektir.
2008’de başlayan ekonomik kriz ile aşırı sağın yükselmesinin paralel gittiğini söylemek mümkün. Ama Avrupa’da aşırı sağın mültecileri kullanarak yükselmesi, Britanya’daki Brexit sürecinde oldu. Nigel Farage’ın 2016 yılında Brexit referandumu kampanyası sırasında kullandığı, sakallı ve koyu tenli göçmenlerin sürüler hâlinde yürüdüğü posterin sloganı “Kırılma Noktası” idi. Brexit’e, yani Britanya’nın AB’den ayrılmasına “evet” oyu verenlerin arasında en büyük nedenin yabancı işçiler olduğu anketlere yansımıştı. Aynı fotoğraf daha sonra Macaristan’da kullanıldı, ancak başlık “Kırılma noktası” yerine “Dur” olarak değiştirildi. Benzer sloganlar arasında Matteo Salvini’nin İtalyan Ligi partisi tarafından kullanılan “İstilayı durdurun”, Alman aşırı sağ grupları AfD ve Pegida (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) tarafından benimsenen “Sınırları kapatın” yer almaktadır. Tüm bu sloganların Türkiye’deki ırkçı siyasetçiler tarafında kullanılması tabii ki tesadüf değil.
Aşırı sağ siyasetçiler ve partileri, mültecileri “Günah Keçisi” ilan ederek popüler olmaya ve seçimlerde başarılı olmaya devam ediyorlar. Bu yükselişte neoliberalizmin etkisini görmek son derece önemli. Meşhur tarihçi Fukuyama’nın dediği gibi olmadı, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun yıkılışı kapitalizm büyük bir zafer kazandırmadı. Fukuyama 1990’larda “Tarihin Sonu mu?” tezinde, genel anlamda “Batının zaferi” ile sonuçlanan tarihsel bir süreçten, liberalizmin zaferinden söz etmekteydi. Fukuyama, Batı genelinde, Amerika özelinde, liberal demokrasiyle insanlığın ulaşabileceği en son noktaya ulaştığını, bundan sonra insanların yapacakları pek bir şey kalmadığını, liberalizmin çözemediği veya çözemeyeceği hiçbir meseleyi çözebilecek ideoloji olmadığını ve artık tarihin sonunun geldiğini iddia etmekteydi.
İçinde yaşadığımız krizler çağı bunun ne kadar yanlış bir tez olduğunu defalarca kanıtladı. Neoliberalizm ile işçi sınıfının direnişi kırıldı ama bu durum burjuva demokrasisinin çöküşüne de vesile oldu. Her ne kadar Fukuyama hâlâ aynı rüyaları anlatmaya devam etse de gerçekler tam tersini söylüyor. Fukuyama 2024’teki seçim sonuçlarına bakarak “Demokrasinin gerilemesine pek çok ülkede direnilebilir ve direnildi de” diye değerlendirmeler yaparken, yukarıdaki manzarayı görmezlikten geliyor.
Neoliberal merkez partilerin “aşırı sağ güçlenmesin” diye verdikleri tüm tavizler aşırı sağı güçlendirdi, maalesef aynı teraneye devam ediyorlar. Aşırı sağın istismar ettiği tüm “sistem karşıtı” öfke, buradan göçmenleri hedef hâline getiren çok tehlikeli bir yere doğru gidiyor.
Enternasyonal Dayanışma’da yayınlanan bir yazıda söylendiği gibi sosyal demokrat partilerin halkta yarattığı hayal kırıklığı, aşırı sağın yükselişinin sebepleri arasında yer alıyor: “AfD’nin yükselişinin ana nedeni SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan federal hükümetin, sosyal altyapının ihmal edilmesini kabul ederken devasa bir askeri yığınağa milyarlarca yatırım yapan politikasıdır.”[2]
20 Eylül’de seçime giderken sayıları birkaç bini bulan AfD’li faşist güruh, ellerinde taşıdıkları pankartlarda, Brandenburg ve Berlin’de iktidarda olan Sosyal Demokratlara atfen “Bıktık usandık” ya da “Kızıl fareler defolun” yazılı pankartlar taşıdı. Bu pankartlar, ırkçılığın göçmenlerle sınırlı olmadığını, büyüdükleri takdirde işçi sınıfına ve sosyal demokratlara yöneleceğinin en iyi örneği. 1930’lar Almanya’sını yeniden yaşamak istemiyorsak göçmenleri savunmak, işçi sınıfının ve sosyal demokratların kendilerini savunması anlamına geliyor.
Göçmen düşmanlığında yarışan ülkeler kervanına Türkiye’nin katılmasının miladı 2019 yılıdır. Daha önce de tabii ki ırkçılık etkindi ama 2019 yerel seçimlerinde İYİ Parti Fatih Belediye başkan adayı İlay Aksoy’un “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” pankartı, bu işin startını verdi.
Geçen hafta Zonguldak’ta görülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’yi yakıp, cesedini yok etmeye çalışan maden ocağı sahipleri “Afganlı işçi, kim peşine düşer ki yakalım gitsin” demişlerdi. Bunu sağlayan politik iklim, muhalefetin AKP-MHP ittifakını yenmek için mülteci kozunu kullanma çabası ve iktidarın da bunu büyük bir ustalıkla alıp uygulaması ile gelişti. Serbestiyet’te yazdığım gibi “Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu.”[3]
AKP-MHP iktidarı son 5-6 senedir Avrupa’daki aşırı sağı aratmayacak uygulamalar ile göçmenlere karşı büyük bir saldırıyı sürdürüyor. Ali Yerlikaya’nın sık sık “illegalize ettikleri” göçmenler hakkında yakalama ve sınırdışı etme rakamları vermesi, komple teorisyenlerinin “İstilayı durdurun” havasına büyük destek sağlıyor.
Türkiye’de ekonomik, politik krizleri yaratan, istikrarı bozan 4 milyon göçmenmiş gibi bir hava yaratılıyor. 1980’lerin, 2000’lerin ekonomik krizleri hemen unutuluyor. Kapitalizmde ekonomik krizi üreten, bir avuç elitin milyonlarca işçinin sömürüsü üzerinden kazanma hırsı unutuluyor. Milyarlarca dolar kazanırken sıfır vergi vermeleri, üzerine Kovid vs bahane edilerek devletten kredi almaları unutuluyor. Bunun yerine savaştan, şiddetten, baskıdan ve diktatörlükten kaçıp başka bir ülkeye sığınan göçmenler suçlanıyor.
Bugün sigorta hakkı, sosyal yardım hakkı olmadan “kaçak” çalışan milyonlarca göçmen işçi ile Türkiyeli işçilerin, Avrupalı işçilerin kaderi bir ve tektir. Afgan işçi Nourtani yüzbinlerce maden ocağı işçisinden biridir. Onları insanlık dışı işlerde çalıştıran işverenler de bir ve tektir. Bu işverenlere destek verenler de…
Enternasyonal Dayanışmadaki yazıda yazıldığı gibi: “Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, başta AKP-MHP iktidarı olmak üzere Türkiye kapitalizminin işçi düşmanı yüzünü sergilemektedir. Ancak muhalefet de, başta CHP olmak üzere Türkiye’de çalışan mültecilerin kayıtlı olarak çalışabilmeleri için gerekli yasal izinlerin verilmesi konusunda iktidarı sıkıştıran herhangi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Mülteciler ve göçmenler yasal çalışma iznine sahip olsalar, yasal ikamet iznine sahip olsalar, ucuz iş gücü söylemleri sona erer.”[4]
“Ya sosyalizm ya barbarlık” çağrısının bugünkü karşılığı, sınıf mücadelesinin en kritik unsuru olarak, uluslararası düzeyde her yerde göçmenleri savunmaktır. Bu mücadele kazanırsa aşırı sağ gerileyecek. Göçmenler yalnız bırakılırsa işçi sınıfı ve tüm ezilenler kaybedecek.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/24/her-yerde-gocmenleri-savunacagiz-yildiz-onen/
Kapat
21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki ...
24 Eylül - İstanbul’da maskeli ırkçı grup dehşeti: 15 yaşındaki Suriyeli çocuk 12 el ateş edilerek öldürüldü – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı24 Eylül - İstanbul’da maskeli ırkçı grup dehşeti: 15 yaşındaki Suriyeli çocuk 12 el ateş edilerek öldürüldü – Sema Kızılarslan (Karar)
21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki Abdullatif Davvara, hayatını kaybetti. KARAR’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in öldürüldüğü parkta sık sık Suriyeli çocukların ırkçı saldırılara maruz kaldıklarını anlattı. Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, “Yeğenim için adalet istiyorum” dedi.
Abdullatif, Suriye'den Türkiye'ye ailesiyle birlikte savaş nedeniyle göç eden binlerce çocuktan biriydi. Parkta arkadaşlarıyla oyun oynadığı sırada hedef alınan çocuğa 12 el ateş edildi. Abdüllatif, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Olayın ardından saldırganlar kayıplara karıştı.
MASKELİ VE SİYAH GİYİMLİ SALDIRGANLAR 12 EL ATEŞ ETTİ
Abdullatif’in saldırıya uğradığı sırada yanında olan arkadaşlarının ifadelerine ve güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerde iki saldırganın da siyah giyindiği ve maske taktığı tespit edildi.
Annesi ve kardeşleri 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybettiği için amcasıyla birlikte Gaziosmanpaşa’da yaşayan 15 yaşındaki Abdullatif, bir tekstil fabrikasında çalışıyordu.
BU PARKTA OYNAYAN SURİYELİ ÇOCUKLAR SIKLIKLA HEDEFTE
Olay günü amcasından izin aldıktan sonra arkadaşlarıyla oyun parkına giden
Abdullatif’in kimseyle kavgalı olmadığı belirtildi.
KARAR’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in 12 el ateş açılarak öldürüldüğü parkta iki aydır sıkça ırkçı saldırılar olduğunu ve özellikle Suriyeli çocukların parktan kovulduğunu ileri sürdü.
HASTANE MÜDAHALESİ YETERSİZ KALDI, GEÇ SEVK EDİLDİ
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, Gaziosmanpaşa’da yaşayan bir esnaf olduğunu ve kimseyle bir sorunu olmadığını anlattı:
“Benden arkadaşlarıyla oyun oynamak için izin aldı. Berberden gelmişti. Ben de 15 dakika müsaade ettim. Kamera kayıtlarını izledik. Abdullatif’e saldıranlar simsiyah giyinmiş ve maske takmıştı. Ben bu bölgede esnaflık yapan biriyim. Kimseyle hiçbir kavgam, tartışmam yok. Yeğenim vurulduktan sonra kadın doğum hastanesine kaldırıldı ve orada gerekli müdahaleler yapılamadı. Sonrasında Başakşehir’de bir hastaneye sevk edildi ama artık çok geçti.”
Amca Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif'in cenazesi Kilis'te defnedildi.
Kapat
İstanbul’da yaşayan Üsküdar Üniversitesi öğrencisi Naya Alsaffan, evlilik teklifini defalarca reddettiği erkek tarafından silahlı saldırıya ...
20 Eylül - Suriyeli öğrenci Naya saldırıya uğradı (Enternasyonal Dayanışma) Devamı20 Eylül - Suriyeli öğrenci Naya saldırıya uğradı (Enternasyonal Dayanışma)
İstanbul’da yaşayan Üsküdar Üniversitesi öğrencisi Naya Alsaffan, evlilik teklifini defalarca reddettiği erkek tarafından silahlı saldırıya uğradı.
Suriyeli üniversite öğrencisi Naya Alsaffan, evlenme teklifini reddettiği Türkiyeli Mustafa Öztaşçı tarafından silahlı saldırıya uğradı.
Defalarca şikâyette bulunmasına rağmen polis tarafından şikâyetleri ciddiye alınmayan Naya, 17 Eylül’de evine dönerken iki kurşunla vuruldu. Saffan yoğun bakıma alındı.
Evlenme teklifini reddettiği Mustafa Öztaşçı tarafından silahlı saldırıya uğrayan Naya Alsaffan için #NayaİçinAdalet etiketiyle sosyal medyada paylaşımlar yapılıyor.
Kadınlara ve göçmenlere yönelik suçların cezasız kalmaması için tüm kamuoyunu #NayaİçinAdalet hastagi ile dayanışmaya davet ediyoruz.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/20/suriyeli-ogrenci-naya-saldiriya-ugradi/
KapatAfganlar, Türkiye’deki çoban ihtiyacının karşılanmaması ve hayvancılık sektöründe Afgan çobanların varlığı üzerinden ...
19 Eylül - Türkiye'deki Afganlarla ilgili neler biliniyor? Afgan çoban tartışması neden gündemde? (BBC Türkçe) Devamı19 Eylül - Türkiye'deki Afganlarla ilgili neler biliniyor? Afgan çoban tartışması neden gündemde? (BBC Türkçe)
Afganlar, Türkiye’deki çoban ihtiyacının karşılanmaması ve hayvancılık sektöründe Afgan çobanların varlığı üzerinden gündeme geliyor.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın “Bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz” sözleri konunun yeniden tartışılmasına neden oldu.
Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik de Afganistan ve Türki cumhuriyetleri ile yabancı çoban istihdamı için görüşmeler yapıldığını da iddia etti.
Peki, Türkiye’deki Afganlarla ilgili neler biliniyor?
Türkiye'deki Afgan göçmenlerle ilgili merak edilenleri çeşitli kurum ile kuruluşların verilerini kullanarak, buralardaki kaynaklarla konuşarak, teyitli olarak ve güncel bilgiler üzerinden bir araya getirdik.
Afganların Türkiye'ye göçü yeni mi?
Afganistan'dan ülke dışına göç hareketi yeni değil.
1970'lerin sonundan itibaren bu göç hareketi, çatışmalar ile siyasi ve ekonomik sorunlar gibi nedenlerle sürüyor.
Suriye krizi başlamadan önce Afganistan, dünyaya en fazla mülteci ve sığınmacı veren ülke konumundaydı.
Çeşitli sorunlarla ülkesinden ayrılan Afganların büyük bölümü bugün İran ve Pakistan'da bulunuyor.
Türkiye de yıllardır, Afganların hem yaşamak için hem de transit ülke olarak geldikleri ülkelerden biri.
2000'li yıllara bakıldığında, Afganistanlıların yasa dışı yollarla ülkeye girişinin 2018'de sıçrama gösterdiği, 2019'da bunun da daha arttığı, 2020'de düştüğü, 2021 ve 2022’de tekrar artıp sonra yeniden düştüğü görülüyor.
Afganlar neden Türkiye'ye geliyor?
Sivil toplum ve akademi alanında yapılan saha araştırmaları ile medyada yer alan haberler, Afganların ülkelerinden ayrılma nedenleri arasında şiddet ve ekonomik nedenlerin ön sıralarda olduğuna işaret ediyor.
Avustralya merkezli, göçmenlerle ilgili bir araştırma kuruluşu olan Mixed Migration Center'ın 2020 yılında yayımladığı "Bilinmeyen Yön: Türkiye'de İlerleyen Afganlar" adlı raporunda, 2018 sonrasında Türkiye'ye gelen bir grup Afgan ile yapılan ankette, bu kişilerin ülkeden ayrılma nedenleriyle ilgili çoktan seçmeli sorulara yüzde 66,3 oranında "şiddet" cevabını verdikleri görülüyor.
Bunu, yüzde 63,6 ile "ekonomik nedenler", yüzde 34,3 ile "haklar ve özgürlükler" ve yüzde 28,2 ile "kişisel veya ailevi sebepler" yanıtları izliyor.
Türkiye’ye gelen Afganların bir bölümünün ülkede yaşamak, diğer bir bölümüyse Batı ülkelerine geçmek için geldiği anlaşılıyor.
Türkiye'ye nasıl geliyorlar?
Yasal yollarla da gelenler olmakla birlikte Türkiye'ye gelen Afganların büyük bir bölümünün, yasa dışı yollarla sınırı geçip ülkeye giriş yaptığı düşünülüyor.
Bunun için önce Pakistan'a, sonra İran'a, oradan da Türkiye'ye uzanan ya da direkt önce İran'a geçilen, oradan da Türkiye'ye uzanan rotalar takip ediliyor.
Aralarında İran'da bir süre yaşamış olup Türkiye'ye geçmeye karar vermiş olanlar da var.
Anlatımlarına göre Afganistanlılar, yer yer yürümek zorunda da kaldıkları bu yolculuk için göçmen kaçakçılarına ödeme yapıyor.
Türkiye sınırında geçişlerin en fazla, İran'la yaklaşık 300 kilometrelik sınırı olan Van'dan yapıldığı anlaşılıyor.
Bunun yanında Ağrı, Hakkari, Iğdır ve Kars'tan da geçişler yaşanıyor.
Türkiye'deki Afganların statüsü ne? Toplam kaç kişi var?
Türkiye'de farklı statülerde Afganlar bulunuyor.
Ülkeye yasa dışı yollarla giriş yapan ve hiçbir kaydı olmayan bir kesim olduğu anlaşılıyor.
Ülkeye girdikten sonra kayıt altına alınanların bir kısmı uluslararası koruma statüsü için başvurmuş olanlar.
Geçici koruma statüsü sadece Suriyelilere veriliyor. Bu, Afganlar ya da diğer yabancılar için geçerli değil.
Bir başka grup ise ikamet izni ile Türkiye'de yaşayan Afganlar.
Bu grup, gelir düzeyi nispeten daha yüksek kişilerden oluşuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem Afganistan’dan 1,5 milyon düzensiz göçmen geldiği iddialarına karşı 20 Ağustos 2021’de yaptığı açıklamada, "Türkiye'de şu anda emniyet kayıtlarımızda ve kayıt dışı 300 bin Afganistanlı göçmen söz konusudur" demişti.
Türkiye'deki düzensiz Afgan göçmenlerle ilgili durum ne?
Yasadışı giriş, giriş koşullarının ihlali, vizenin geçerlilik tarihinin sona ermesi, izinsiz çalışma veya yasadışı çıkış nedenleriyle, bulundukları ülkedeki hukuki statüden yoksun olan kişilere düzensiz göçmen deniyor.
Türkiye'de 2024 yılında yakalanan düzensiz göçmenler arasında en büyük grubu Afganlar oluşturuyor.
Göç İdaresi'nin en son 12 Eylül 2024’te güncellediği verilerine göre yıl içinde, 12 Eylül tarihine kadarki sürede yakalanan toplam düzensiz göçmenlerin sayısı 155 bin 271.
Bu kişilerin arasındaki Afgan uyrukluların sayısı ise 42 bin 674.
Afganları; Suriye, Filistin, Türkmenistan, Fas, Özbekistan, Irak, İran ve Yemen uyruklular takip ediyor.
2005-2024 yılları arasındaki dönemde yakalanan düzensiz Afgan göçmenlerin sayısının 2018 yılında 268 bin ile büyük bir sıçrama gösterdiği ve 2019'da daha da artarak 454 bin 662 olduğu görülüyor.
Birleşmiş Milletler Afganistan Yardım Misyonu'na (UNAMA) göre 2018 yılı, 2001 sonrası süreçte Afganistan'da, sivil ölümlerin en fazla gerçekleştiği yıl oldu.
2018'de çatışmalar, intihar saldırıları, bombalı saldırılar ve hava operasyonları sonucu 10 binden fazla sivil hayatını kaybetti.
2019'da yayımlanan Dünya Küresel Barış Endeksi'nde Afganistan, Suriye'yi de geçerek listenin en alt sırasında yer aldı yani dünyanın en az güvenli ülkesi oldu.
2015 ile 2024 yılları arasında bakıldığında 2020 yılında, genel olarak yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısının düştüğü görülüyor.
2020'de 50 bin 161 düzensiz Afgan göçmen yakalandı.
Bunun Covid-19 salgınına bağlı gelişmelerle ilgili olduğu düşünülüyor.
Normal şartlarda yakalanan düzensiz göçmenler, geri gönderme merkezlerine götürülüyor ve uluslararası koruma başvurusu gibi bir sürecin başlamaması durumunda sınır dışı ediliyor.
Uluslararası koruma nedir? Kaç Afgan buna başvurdu?
Savaş veya zulüm sebebiyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan ve geri dönemeyecek durumda olan kişilerin Türkiye'de sığınma başvurusu yapma hakkı bulunuyor.
Türkiye kanunlarına göre bu başvurunun adı, uluslararası koruma başvurusu.
Türkiye'ye gelen bir yabancının bunun için Valilikler bünyesindeki İl Göç Müdürlüğü'ne başvurması gerekiyor.
Eğer kişi yasa dışı yollarla ülkeye girip, yakalanıp Geri Gönderme Merkezi'ne gönderildiyse, burada idari gözetim altındayken de başvuruda bulunabiliyor.
Başvuru sonrası kişiye Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi veriliyor ve bu kişiye başvuruyla ilgili karar çıkıncaya kadar Türkiye'de kalma izni ile bazı temel hak ve hizmetlerden yararlanma imkanı sağlanıyor.
Bu kişi kendisine gösterilen şehirde yasal olarak kalmaya başlıyor. Buralar, uydu şehir olarak da anılıyor.
Başvurunun kabul edilmesi durumunda başvurucuya uluslararası koruma statüsü veriliyor.
Afganların uluslararası koruma başvurularının sonucunda, eğer olumlu karar verilirse onlara, durumlarına göre şartlı mülteci veya ikinci koruma statüsü veriliyor.
Bu şekilde oluşan uluslararası koruma statüsü sonucu kişilere uzun vadeli ülkede kalma ya da vatandaşlık alma imkanı verilmiş olmuyor.
Bununla birlikte bu kişilere ancak, ülkelerindeki durum düzelmediği veya uzun vadeli yerleşmek için onları kabul eden başka bir ülke bulunmadığı müddetçe Türkiye'de kalmaları ve bazı hak ve hizmetlerden yararlanmaları imkanı veriliyor.
Başvurusu kabul edilmeyenler bu karara çeşitli yöntemlerle itiraz edebiliyor.
İtiraz süreci sonunda da başvuruları olumsuz bulunanlar sınır dışı ediliyor.
Göç İdaresi’nin son güncel verilerine göre Türkiye’de 2023 yılında en fazla uluslararası koruma başvurusu yapanlar Afgan uyruklular oldu.
2023’te 13 bin 68 Afganistanlı, Türkiye'de uluslararası koruma başvuru yaptı.
Afganları 2776 başvuruyla Iraklılar, 1416 başvuruyla İranlılar takip etti.
İkamet izni ile Türkiye'de yaşayan Afganların sayısı ne kadar?
Göç İdaresi'nin son olarak 12 Eylül 2024 tarihinde güncellediği verilerine göre, Türkiye'de ikamet izni ile yaşayan 1 milyon 84 bin 425 yabancı bulunuyor.
İkamet izni ile Türkiye'de bulunan yabancıların önemli bir bölümü İstanbul'da yaşıyor.
Bu izinle İstanbul'da yaşayanların sayısı 528 bin 102.
İlk beş kente bakıldığında İstanbul'u 124 bin 872 ile Antalya, 69 bin 899 ile Ankara, 49 bin 40 ile Bursa ve 43 bin 847 ile Mersin takip ediyor.
Bu izinle Türkiye'de yaşayan yabancıların uyruklarına bakıldığında Afganistanlılar dokuzuncu sırada bulunuyor.
Ülkede ikamet izni sahibi 38 bin 808 Afganistanlı yaşıyor.
İkamet izni ile Türkiye’de bulunan yabancı uyrukluların ülkelerinin sıralaması şöyle; Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Irak, İran, Suriye, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Afganistan, Ukrayna.
Kaç Afganistanlıya çalışma izni verildi?
Afganların Türkiye'de çalışabilmeleri için tıpkı diğer tüm yabancılar gibi çalışma iznine sahip olmaları gerekiyor.
Genel olarak çalışma izni başvurusu, işverenler tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yapılıyor.
İzin sonrası işverenin yabancıya ödeyeceği ücret en az asgari ücret tutarı kadar olmak zorunda.
Eğer kişi kendi nam ve hesabına çalışacak ise de kendi adına Bakanlığa başvuru yapabiliyor.
Mevsimlik tarım ve hayvancılık işlerinde çalışacak olan uluslararası koruma başvuru sahibi ve şartlı mülteci yabancılar, çalışma izni almalarına gerek olmaksızın, resmi makamlardan çalışma izni muafiyet formu alarak çalışabiliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın sitesinde Yabancı Çalışma İzinleri İstatistikleri adlı yıllık raporlar bulunuyor.
Bu raporların sonuncusu 2023’te yayımlanmış.
Rapora göre 2022'de 4 bin 957, 2023’te ise 6 bin 204 Afganistan vatandaşına çalışma izni verilmiş.
Afgan çoban tartışması neden gündemde?
Türkiye’deki Afganların yaptıkları işler arasında çobanlığın (resmi adıyla sürü yöneticiliği) yaygın olduğu anlaşılıyor.
Göç Araştırmaları Derneği’nin 2021 yılında yayımladığı “İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin Kıyısında Afganlar” adlı saha araştırmasına dayanan raporda, “Afgan göçmenler arasında belgesiz ve kayıtsız olanların çoğunluğu oluşturduğu, ve İstanbul’daki en ağır çalışma koşullarına maruz kaldıklarını” aktarıyor.
Bunların arasında çöp-kağıt toplamadan inşaat işçiliğine kadar geniş bir yelpazede bedensel emeğe dayalı işlerin olduğu, bunlardan birinin de çobanlık olduğu belirtiliyor.
Günümüzde Facebook sosyal medya mecralarında Afgan çoban arayanların kullandığı gruplar bulunuyor.
Eski Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde verdiği bir röportajda Suriyelilerin geri gönderilmesini anlatırken şu sözleri sarf etmişti:
"Sahadayız dolaşıyoruz. Seçim öncesi popülizm yapmak doğru değildir. Tamamını yüzde 100 göndereceğiz dersek doğru olmaz. Şu anda Türkiye'de tarım sektörü, sanayide, hallerde istihdama ihtiyaç var. Benim babamın koyunları var mesela çoban bulamıyorum diye söyleniyor.”
Ticaret Bakanı Bolat ise 7 Temmuz 2024'te Sabah gazetesinde yayımlanan söyleşisinde tarım ve hayvancılıktaki eleman ihtiyacıyla ilgili şunları söyledi:
“Ürün o kadar çok ki, çiftçi toplayacak adam bulamıyor. Ciddi bir elemansızlık problemi var. Bu açık yabancı işçilerle de kapatılamıyor. Örneğin bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz. Limon 1 ile 3 TL arasında satılıyor diye ağaçta çürüdü.”
Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik de 14 Eylül’de yaptığı açıklamada, Türkiye’de bazı işletmelerde Afgan çobanların çalıştığını söyledi.
Hâli hazırda yaklaşık 50 bin çobanın çalıştığını belirtti ve sektörde sürdürülebilirliğin sağlanması açısından 150 bin çobanın daha çalışmasının şart olduğunu savundu.
Çelik, “Bizim önceliğimiz Afgan çobanlar değil, kendi vatandaşlarımızın bu işi yapmasıdır. Birinci planımız yerli çobanlarımızı bu işe yönlendirmemiz, ikinci planımız sınırlandırılmayla Afgan çobanlar istihdam edilebilir” dedi.
Bununla birlikte “insanları çobanlığa yönlendirmenin de pek mümkün olmadığını” söyledi.
Çelik, hükümetin Afganistan ve Türk cumhuriyetleri ile yabancı çoban istihdamı için görüşmeler yaptığını da iddia etti. Bu iddia ile ilgili henüz hükümet tarafından bir açıklama yapılmadı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c79nzjy0gdxo
KapatZonguldak’ta cesedi yakılmış hâlde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması ...
19 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Muhammed Nourtani’nin davası 20 Aralık’a ertelendi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Muhammed Nourtani’nin davası 20 Aralık’a ertelendi (Enternasyonal Dayanışma)
Zonguldak’ta cesedi yakılmış hâlde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması öncesi adliye önünde açıklama yapıldı. Duruşmada tutuklu sanıkların tutukluluğunun devamı kararı verilirken dava 20 Aralık tarihine ertelendi.
Haklarında müebbet hapis cezası istenen, Nourtani’nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnüş (46), Enver Gideroğlu (34) ve Körnüş’ün kuzeni Ahmet Aydın (52) tutuklu yargılanırken, kaçak maden ocağında çalışan Sercan Kayabaş (28), Eray Demiro (22) ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı (46) ise tutuksuz yargılanıyor.
Duruşma sonrası açıklama yapmak isteyen Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı üyelerine sanık aileleri saldırdı. Siyasi partiler ve göçmen kuruluşlarının üyelerinin üstüne yürüyen sanık aileleri, “Biz ona ekmek verdik”, “Göçmenler dışarı” dedi.
Nourtani için adalet istiyoruz
Enternasyonal Dayanışma grubu üyelerinin de içinde yer aldığı Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, duruşma öncesi yaptığı basın açıklamasında Nourtani için adalet istedi. Zonguldak Adliyesi önünde “Vezir Nourtani için Adalet” pankartı açılırken, “Vezir’in hesabı sorulacak”, “Hepimiz göçmeniz, göçmenlere özgürlük”, “Yaşasın halkların eşitliği” sloganları atıldı.
Basın açıklamasında konuşan DEM Parti milletvekili Özgül Saki, “Bu bölgede kaçak madenlerde mültecilerin çalıştırılmasına AKP iktidarı fiilen göz yumuyor. Vezir Nourtani ailesiyle birlikte Taliban baskısından kaçarak buraya gelen, onurlu bir yaşam sürdürmek isteyen binlerce mülteciden biriydi. Ancak ona sunulan; maden ocaklarında ucuza, güvencesiz çalıştırıldığı bir sömürü sistemi. Mülteci göçmen düşmanlığı artıyor. Çalışma izni patronların insafına bırakılmış, koşullara tepki gösteren geri gönderme merkezlerine kapatılıyor. Bu dava mültecilerin katmerli sömürüsüne karşı bir mücadeledir, tüm sanıkların tutuklu yargılanmasını istiyoruz. Tek bir işçinin bile hakkını almadan mücadeleyi bırakmayacağız” dedi.
EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “En ağır cezanın çıkması gerekiyor. Buradan çıkacak sonuç bundan sonra göçmenlere dönük ırkçı, faşist saldırılara, onları katletme, onlara dönük her türlü hak gasplarına karşı örnek bir dava olacaktır” dedi.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı adına konuşan Yağmur Yurtsever ise göçmen ve mültecilerin güvencesiz bir şekilde yaşadığı ve çalıştırıldığına dikkat çekti. Dava sürecinde Nourtani’nin ailesinin sınır dışı edilmekle tehdit edildiğini hatırlattı. “Nourtani davasında adalet için herkesi bu davaya sahip çıkmaya çağırıyoruz” diye konuştu.
Nourtani’nin avukatı Şeker: Bu dosya insanlığa karşı suç olarak değerlendirilmelidir
Birinci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada tutuksuz sanıklar Alaattin Çayırlı ve Eray Demiro hazır bulunurken, tutuksuz sanık Sercan Kayabaş bir kez daha davaya gelmedi. Tutuklu sanıklar Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Ahmet Aydın ise SEGBİS sistemiyle duruşmaya katıldı.
Duruşmada Nourtani’nin eşi Kamer Gül, “Sanıkların cezalandırılmasını ve hapisten çıkmamalarını istiyorum” dedi.
Avukatı Kerim Bahadır Şeker ise, ölümün ne şekilde meydana geldiğini hatırlatarak, sanıkların “zaten ölmüştü” ifadelerine karşın Koç Üniversitesinin bilimsel raporunu mahkemeye sundu. “Bu otopsi raporunda, Nourtani’nin; sanıkların söylediğinin aksine kalp krizi geçirmediği, ayrıca yakılmadan önce canlı olabileceği belirtiliyor. Bu dosya insanlığa karşı işlenen suç olarak değerlendirilmeli. Canavarca hisle tasarlayarak kasten cinayetin işlendiği ortada. Sanıkların bu suçlardan cezalandırılmalarını talep ediyoruz” dedi.
Duruşma ertelendi
Mahkeme, tutuklulukların devamına, Adli Tıp Kurumundan yeni rapor talep edilmesine, Sercan Kayabaş’ın bir sonraki duruşmada hazır edilmesine karar verdi, duruşmayı 20 Aralık saat 14’e erteledi.
Sanık yakınları, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın basın açıklamasına saldırdı
Dava sonrası davayı takip eden siyasi partiler ve göçmen kuruluşlarının yaptığı basın açıklamasına sanık aileleri saldırdı. Sanık yakınları açıklama yapanların üzerine yürürken yaktıkları Afgan işçi için “Biz ekmek verdik onlara” dedi. Dava avukatı Kerim Bahadır Şeker “ekmek verdiğiniz için mi yaktınız?” diyerek duruma tepki gösterdi. Ailelerden bazıları “Göçmenler dışarı” diye bağırdı.
Saldırının ardından açıklamalarına devam eden grup adına söz alan DEM Parti milletvekili Özgül Saki, “Biraz önce yaşadığımız şey tam da ırkçılığın mülteci düşmanlığının nasıl yayıldığının göstergesi. Yakılarak öldürüldüğü tespit edilmiş, bütün sanıkları dinlemişiz, birbirlerine çakmak verdiklerini, benzin aldıklarını bile itiraf etmişler. ‘Afgandır yakalım zaten kimliği yok’ dedikleri halde böyle bir tepkiye maruz kalıyoruz. Bu topraklarda savaştan ekonomik krizden kaçmak zorunda kalanlarla dayanışmak isteyenlerin 20 Aralık’ta burada olması gerekiyor. Bunun ciddiyetini tüm siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri biliyorlar, bunu fiili olarak da burada göstermek zorundayız” dedi.
Ne olmuştu?
Olay, 10 Kasım 2023’te Kırat Mahallesi Koca Osman Sokak’ta meydana geldi. Yoldan geçenler, yandaki ormanda yanmış cesedi fark edip, ihbarda bulundu. Gelen ekipler tarafından, benzin dökülüp yakıldığı belirlenen ceset, otopsi için Atatürk Devlet Hastanesi’nin morguna götürüldü. Cesedin kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan 3 çocuk babası Afganistan uyruklu Vezir Mohammad Nourtani’ye ait olduğu belirlendi. Otopside Nourtani’nin 9 Kasım’da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi. Afgan madencinin cenazesi, 11 Kasım’da toprağa verildi.
Kapat– Hastalanan Afgan işçiyi hastaneye götürmek yerine öldürüp yaktılar
– Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan ...
19 Eylül - Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi? (Can TV) Devamı19 Eylül - Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi? (Can TV)
– Hastalanan Afgan işçiyi hastaneye götürmek yerine öldürüp yaktılar
– Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan Hakları Programının Konuğu Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı Üyesi Yıldız Önen
KapatZonguldak'ta cansız bedeni yakılmış halde, yoldan geçenlerce fark edilen Afgan maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani'nin ölümüne ...
19 Eylül - Mütalaa raporu: "Ölüm sonrası yakıldığı kesin değil" Nourtani "diri diri yakılmış olabilir" (DW Türkçe) Devamı19 Eylül - Mütalaa raporu: "Ölüm sonrası yakıldığı kesin değil" Nourtani "diri diri yakılmış olabilir" (DW Türkçe)
Zonguldak'ta cansız bedeni yakılmış halde, yoldan geçenlerce fark edilen Afgan maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani'nin ölümüne ilişkin dava Çarşamba günü yapıldı.
https://x.com/dw_turkce/status/1836076397267447880?s=46&t=i9cCn79PiGQx19cVsyULhw
KapatEnternasyonal Dayanışma üyesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı aktivisti Yıldız Önen, DW Türkçe ve Can TV’de patronu ...
19 Eylül - Yıldız Önen ile Vezir Muhammed Nourtani davası üzerine söyleşi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Eylül - Yıldız Önen ile Vezir Muhammed Nourtani davası üzerine söyleşi (Enternasyonal Dayanışma)
Enternasyonal Dayanışma üyesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı aktivisti Yıldız Önen, DW Türkçe ve Can TV’de patronu tarafından öldürülüp yakılan göçmen işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davasıyla ilgili son gelişmeleri paylaştı.
Yıldız Önen, davayı takip etmek için her duruşmada Zonguldak’a giden ekiplerin içerisinde yer alıyor.
DW Türkçe, son duruşmanın hemen öncesinde yaptığı haberde Önen’in görüşlerine yer verdi.
Aynı zamanda Can TV’de Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan Hakları programının bu haftaki konuğu da Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı üyesi Yıldız Önen oldu.
Programda “Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi?” sorusuna yanıt arandı.
KapatAntep’te saldırıya uğrayan ve GGM’ye gönderilen Hasan Kubabi’nin yaşadıkları Meclis gündemine taşındı. EMEP Milletvekili Sevda Karaca, ...
18 Eylül - Göçmenlerin korunması için tedbir alınıyor mu? (Enternasyonal Dayanışma) Devamı18 Eylül - Göçmenlerin korunması için tedbir alınıyor mu? (Enternasyonal Dayanışma)
Antep’te saldırıya uğrayan ve GGM’ye gönderilen Hasan Kubabi’nin yaşadıkları Meclis gündemine taşındı. EMEP Milletvekili Sevda Karaca, İçişleri Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
14 Eylül Cumartesi günü Gaziantep’in Kolejtepe mahallesinde Ahmet T., ikamet ettiği apartmanın giriş katında bakkal dükkanı işleten Suriyeli Hasan Kubabi ve oğullarına “gürültü yaptıkları” iddiasıyla saldırdı, dükkanı bastı, dükkanın camlarını kırdı, Hasan Kubabi’yi darp etti.
Gürültüler nedeniyle Suriyeli esnaf için endişelenen komşuları polisi aradı.
Ahmet T., polisin arandığını duymasının ardından Kubabi’ye, aile bireylerine ve komşuya bıçak salladı, Hasan Kubabi’nin oğlu Adil’in karnına bıçak dayadı. Olay yerine polislerin gelmesinin ardından da Ahmet T. bir süre daha saldırılarına devam etti.
Olayın ardından Hasan Kubabi ve oğlu GGM’ye gönderildi
Olayın ardından karakola şikâyetçi olmaya gidildiğinde, polis Suriyeli mağdurların ifadesinin alınması sırasında alaycı davrandı, tutanağa ifadeleri yanlış geçirmeye çalıştı, avukat eşliğinde alınan ifadede avukatın müdahalesi ile tutanakta defalarca düzeltme yapıldı.
İfadeler alındıktan sonra Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi’ye işlemlerin Yabancılar Şube’de devam etmesi gerektiği söylendi, kişiler önce Yeşilvadi Polis Merkezi’ne daha sonra Oğuzeli’nde bulunan GGM’ye gönderildi.
Mağdur bile olsa sınır dışı ediliyor
Bu sevk işlemine dayanak olarak polisler tarafından, Bakanlığın “hizmete özel genelgesine” dayanarak, mağdur olup olmamasına bakılmaksızın herhangi bir Suriyelinin bir olayda isminin geçmesinin GGM’ye gönderilmesi için yeterli olduğu ve sonrasında sınır dışı edileceği, mağdur Suriyelilere söylendi.
Konuyu meclis gündemine taşıyan EMEP Milletvekili Sevda Karaca, Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi’nin halihazırda mağduru oldukları bir olay sebebiyle GGM’de rehin tutulduğunu vurgulayarak Bakan Yerlikaya’ya şunları sordu:
- Bir süredir saldırı tehdidi altında bulunan, Gaziantep’te yaşayan Suriyeli göçmen ve mültecilerin korunması için Bakanlığınız ne tür tedbirler almaktadır?
- Kubabi ailesine ve komşularına silahla saldırarak darp eden, tehdit ve hakaret eden saldırgan Ahmet T. ve saldırıya karışan aile bireyleri için ne tür adli işlemler uygulanmıştır? Kubabi ailesinin canına kast eden bu kişiler serbest midir?
- Mağdur oldukları tartışmasız olan Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi hangi gerekçeyle GGM’ye gönderilmiştir? Bu kişilerin sınır dışı edilecekleri doğru mudur?
- Avukatlara bahsedilen ancak verilmeyen/gösterilmeyen “hizmete özel genelge”nin mahiyeti nedir? Kamuoyuyla paylaşır mısınız?
- Genelge kanunların üzerinde midir? İçeriği her ne olursa olsun, mağdur edilen kişileri sınır dışı etmeyi emreden bu hukuk dışı genelgenin iptali için ne yapacaksınız?
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/18/gocmenlerin-korunmasi-icin-tedbir-aliniyor-mu/
Kapat
Sığınmacı girişini büyük ölçüde kısıtlamayı planlayan Hollanda hükümeti, Avrupa Birliği (AB) göç kurallarının ...
18 Eylül - Hollanda, sığınmacı girişini sınırlamak amacıyla AB göç kurallarından muafiyet için başvuruda bulundu Devamı18 Eylül - Hollanda, sığınmacı girişini sınırlamak amacıyla AB göç kurallarından muafiyet için başvuruda bulundu
Sığınmacı girişini büyük ölçüde kısıtlamayı planlayan Hollanda hükümeti, Avrupa Birliği (AB) göç kurallarının askıya alınması için harekete geçti.
Aşırı sağcı Özgürlük Partisi'ne (PVV) mensup Sığınma ve Göç Bakanı Marjolein Faber, Çarşamba günü AB Komisyonu'na resmen başvurarak yeni bir Avrupa anlaşması kapsamında, sığınma kuralları konusunda Hollanda'ya istisna tanınmasını istedi.
AB yönetimi, mevcut sığınma kurallarının Hollanda için bağlayıcı olmaya devam edeceğini bildirdi.
AB, daha önce sadece Danimarka ve İrlanda'ya göç konusunda istisna uygulamıştı.
Hollanda, "sığınmacı krizi" nedeniyle benzer bir hakkın kendisine de tanınmasını istiyor.
Bakan Faber, AB Komisyonu'na yaptığı resmi başvuruda, Hollanda'nın sığınma konusunda kapsam dışı kalmak istediğini belirtti.
Hollandalı bakan, ülkesinin yeniden kendi sığınma politikasını uygulaması gerektiğini vurguladı.
Aşırı sağcı PVV lideri Geert Wilders, sağ kolu olan bakan Faber'in "tarih yazdığını" savunarak "Hollanda, göçten vazgeçmek istediğini AB Komisyonu'na bildirdi" dedi.
Hollanda'nın talebi kabul edilebilir mi?
Ancak Brüksel yönetimi, AB sığınma ve göç kurallarının Hollanda için bağlayıcı olmaya devam edeceğini açıkladı.
Komisyondan yapılan açıklamada, AB anlaşmasında herhangi bir değişiklik yapılana kadar bu durumun devam edeceğinin altı çizildi.
Komisyon sözcüsü, AB sığınma ve göç politikasının yakın gelecekte değiştirilmesini beklemediğini de sözlerine ekledi.
AB üyesi Danimarka ve İrlanda'ya, 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması'ında yapılan bir değişiklik uyarınca, sığınma kurallarında istisna tanınmıştı.
Kapsam dışı bırakılan bu iki ülke, sığınma ve göç konularında AB düzenlemelerini askıya alabiliyor.
Danimarka, Maastricht Antlaşması'nın reddedildiği referandum sonucu, İrlanda da İngiltere ile özel ilişki ve iki ülke arasındaki ortak seyahat alanı nedeniyle böyle bir istisna elde etmişti.
Ancak Brüksel'deki kaynaklar, böyle bir istisnanın Hollanda için tanınmasının uzun zaman alacak zorlu bir süreç olacağına işaret ediyor.
Bunun için Maastricht Anlaşması'ında yeni bir değişikliğe gidilmesi, ardından 27 AB üyesi ülke parlamentosunda bunun onaylanması gerekiyor.
AB mevzuatı ne diyor?
Mevcut AB yasalarına göre, üye ülkeler, sığınma ve göç konusunda kendi inisiyatifi ile hareket edemiyor.
Sığınma konusunda istisna talebinin Avrupa hukuku ile çelişen maddeler içermemesi gerekiyor.
Hollanda hükümeti, AB’nin tanıdığı istisna çerçevesinde sığınma başvurularını geçici olarak askıya almak istiyor. Ancak AB yasaları gereği bu mümkün değil. Şu anki düzenlemelere göre, sığınma hakkı temel bir insan hakkı kabul edildiği için, AB mevzuatı Hollanda’nın hayata geçirmek istediği katı sınırlamalara izin vermiyor.
İstisna talebinin, AB'nin genel sığınma politikasına zarar vermemesi gerekiyor. Bu nedenle, Hollanda hükümetinin sığınma hakkı ve aile birleşimi konusundaki planlarının AB politikasına ters düştüğü vurgulanıyor.
Hollanda Sığınma ve Göç Bakanı Faber, AB Komisyonu'na yaptığı başvurunun önemli bir sinyal olduğunu belirterek, Almanya ve İsveç'in de daha sıkı bir sığınma politikasından yana olduğunu vurguladı.
Hollandalı bakan, bu konudaki taleplerin artması durumunda Brüksel yönetiminin kendilerine kulak vermek zorunda kalacağına inanıyor.
Hollanda bundan sonra ne yapacak?
Hollanda Başbakanı Dick Schoof da, sığınma politikalarını kendi uygun gördükleri biçimde şekillendirmek istediklerini söyledi.
Hollanda hükümetine göre, şu anda bir "sığınmacı krizi" yaşanıyor. Ülkenin en büyük sığınmacı kabul merkezi Ter Apel'daki aşırı kalabalık nedeniyle çok sayıda kişi, geceyi civardaki bir spor salonunda geçiriyor.
Aşırı sağ ve sağcı partilerden oluşan koalisyonun, geçen hafta açıklanan hükümet programında, sığınma ve göç konusunda istisna tanınması konusunda kısa sürede AB yönetimine başvuru yapılacağı belirtilmişti.
Hollanda hükümetinin programına göre, bir sonraki adım Başbakan Dick Schoof tarafından bir olağanüstü hal kararnamesi çıkarılarak, sığınma başvurularının askıya alınması ve aile birleşiminin zorlaştırılması olacak.
Hükümet programına göre, aile birleşimi için en az iki yıl bekleme koşulu getirilecek. Evi ve yeterli resmi aylık geliri olanlar aile birleşimi talep edebilecek. 18 yaşından büyük çocuklar aile birleşimi kapsamından çıkarılacak.
Sığınmacılara artık süresiz oturma izni verilmeyecek.
Savaş bölgelerinden gelen sığınmacılar, orada durumun normale dönmesinin ardından ülkelerine geri gönderilecek.
Geçen yıl toplam 48 bin sığınmacının gittiği Hollanda'da bu yıl bu sayının 32 ila 63 bin arasında olması bekleniyor.
Hollanda'da yaklaşık 40 bin sığınmacı da aile birleşimi için sırada bekliyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cdxrv0vdgpvo
KapatGöçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağında çalışan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir ...
17 Eylül - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen Vezir Mohammad Nourtani’nin duruşmasına katılım çağrısı yaptı. (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen Vezir Mohammad Nourtani’nin duruşmasına katılım çağrısı yaptı. (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağında çalışan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşmasına çağrı yaptı. 18 Eylül’de Zonguldak 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmaya ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda “Patron tarafından öldürülüp yakılan Vezir Mohammad Nourtani için adalet” pankartı asıldı. Toplantıya, Mayısta Yaşam Kooperatifi, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Enternasyonal Dayanışma, Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticileri ve çok sayıda kişi katıldı.
Toplantıda konuşan Enternasyonal Dayanışma üyesi Yıldız Önen, savcının bu duruşmada mütalaa açıklamasını beklediklerini söyledi. Adli tıp raporunun hazırlandığını ve rapora göre Vezir Mohammad Nourtani’nin “diri diri yakılmış olabileceği” bilgisinin yer aldığını aktaran Önen, adaletin sağlanması için herkesi duruşmaya çağırdı.
Mülteci işçiler ırkçı nefret saldırılarına uğruyor
Basın açıklamasını Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı adına Yağmur Yurtsever okudu. Göçmenlerin emperyalistlerin kurguladığı savaşlardan dolayı, her tür kötü ihtimali göze alarak yola çıktıklarını ifade eden Yurtsever, pek çok mültecinin ırkçı nefret saldırılarının hedefi olarak hayatını kaybettiğini vurguladı. Yurtsever, göç yollarında hayatta kalmayı başarıp Türkiye’ye gelen göçmenlerin, güvencesiz ucuz işgücü olarak kullanıldıklarını, her an üzerlerindeki sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya olduklarını belirtti. “Bu durumun sonuçlarının en acı örneklerinden biri de 9 Kasım 2023’te Zonguldak’ta ruhsatsız, kaçak işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz olarak çalıştırılırken fenalaşan, daha sonra maden ocağı sahipleri tarafından öldürülüp bedeni de yakılarak yok edilmek istenen Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’dir” diye konuştu.
Ailenin koruma başvurusuna ret
Sanıkların tutuksuz yargılandığını aktaran Yurtsever, “Sanıklar görülen ilk iki duruşmada Vezir Muhammed Nourtani’yi madende fenalaştıktan sonra hastaneye götürmeyip öldürmeye karar verdiklerini, ‘hastaneye götürürsek başımız belaya girer. Bu adamın kimliği yok, Afgan zaten, yakalım’ diyerek birbirlerini suçlamışlardır. Dava sürerken Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi ise sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ailenin Zonguldak İdare Mahkemesi’ne yaptığı uluslararası geçici koruma başvurusu reddedilmiştir” dedi.
Davanın takipçisiyiz
Göçmen işçilerle yerli işçilerin kaderinin ortak olduğunun altını çizen Yurtsever, sözlerini şöyle noktaladı: “Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu ölüme mahkûm edilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.”
Basın açıklamasının tam metni şöyle:
Vezir Mohammad Nourtani için adalet!
Göçmenler, emperyalistlerin kurguladığı savaşlardan, hakları ve halkları yok sayan faşizan rejimlerin politikalarından, çatışmadan, yoksulluktan kaçıp, büyük ekonomik bedelleri ve her tür kötü ihtimali göze alarak çıktıkları yolda, bazen denizin ortasında, bazen bir kamyon kasası altında, bazen bir madende, bazen ırkçı nefret saldırılarının hedefi olarak hayatını kaybetmektedir.
Bugün geldiğimiz durumda göç yollarında hayatta kalmayı başarıp Türkiye’ye gelen göçmenler ülkede yalnızca güvencesiz ucuz işgücü olarak, her an üzerlerindeki sınır dışı edilme tehdidiyle sömürüye, şiddete, düşmanlığa açık halde, hiçbir talepte bulunmalarına izin verilmeden tutulmaktadır. Bu durumun sonuçlarının en acı örneklerinden biri de Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalıştırılırken fenalaşan Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından öldürülmesi ve bedeninin yakılarak yok edilmek istenmesidir.
Nourtani’nin öldürülmesinin ardından açılan Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Nourtani’nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Körnöş’ün kuzeni Ahmet Aydın tutuklu yargılanırken, ocak çalışanları Sercan Kayabaş, Eray Demiro ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı ise tutuksuz yargılanmaktadır. Sanıklar görülen ilk iki duruşmada Vezir Muhammed Nourtani’yi madende fenalaştıktan sonra hastaneye götürmeyip öldürmeye karar verdiklerini, “hastaneye götürürsek başımız belaya girer” “Bu adamın kimliği yok, Afgan zaten, yakalım” dediklerini birbirlerini suçlayarak anlatmışlardır.. Dava sürerken Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi ise sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ailenin Zonguldak İdare Mahkemesi’ne yaptığı uluslararası geçici koruma başvurusu reddedilmiştir.
Hiçbir resmiyeti ve iş güvenliği olmayan kaçak ocaklarda çalışmak zorunda kalan ve patronlar tarafından “harcanabilir işçiler” olarak görülen kimliksiz göçmen olarak yaşayan çoğu Afganistanlı işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden yoksun, emek-yoğun ve insanlık dışı koşullarda madenlerde çalıştırılmakta, bunun sonucu olarak da iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmektedirler. Vezir Muhammed Nourtani cinayetinden anlaşılmaktadır ki patronlar için iş kazası geçiren bir göçmenin öldürülerek bedeninin yakılması, hastaneye götürülmesinden daha kolay görülmektedir!
Göçmen işçilerle yerli işçilerin kaderinin ortak olduğunu biliyoruz. Kaçak ocakların bulunduğu bölgelerdeki halk tarafından; ocakta ölen işçilerin hastane önüne bırakılıp kaçılması, elektrik çarptığı süsü vermek için yıkandıktan sonra elektrik direği dibine bırakılması, trafik kazası süsü vermek için ölen işçilerin ısısız dağlarda yol kenarlarına bırakılması, ölen işçilerin kaçak şekilde gömülmesi gibi birçok olay bilinmektedir. Kaçak madenlerde ölen işçilerin ailelerine bir miktar para verilerek ocak sahibi olarak gösterilip patronların sorumluluktan kurtulmasının değişmeyen bir Zonguldak gerçeği olduğu ifade edilmektedir. Bazı kaçak ocak patronlarının işçilere maaş vermediği, hakkını isteyenleri tehdit edip şiddet uyguladığı, Vezir Muhammed Nourtani’yi öldüren Hakan Kornoş örneğinde olduğu gibi üye ya da yöneticisi olduğu iktidar partilerinin gücünü kullanarak yetkililere siyasi baskı uyguladığı gündeme gelmiştir. Vezir Muhammed Nourtan’nin kaçak madenlerde çalıştırılan ve yaşamına kast edilen binlerce göçmenden biri olduğunu, patronların gözünde işçilerinin yaşamının kaçak madenlere kesilen para cezasından daha ucuz olduğunu biliyoruz.
Nourtani’nin katillerinin yargılandığı davanın üçüncü duruşması 18 Eylül 2024 saat 14:00’te Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu ölüme mahkum edilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
Kapatİtalya’da İçişleri Bakanlığı döneminde bir göçmen kurtarma gemisini denizin ortasında bırakmakla suçlanan aşırı sağcı LİGA ...
17 Eylül - Göçmenleri denizde bırakan aşırı sağcı Salvini için hapis istemi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Göçmenleri denizde bırakan aşırı sağcı Salvini için hapis istemi (Enternasyonal Dayanışma)
İtalya’da İçişleri Bakanlığı döneminde bir göçmen kurtarma gemisini denizin ortasında bırakmakla suçlanan aşırı sağcı LİGA lideri Matteo Salvini’nin altı yıl hapsi istendi.
Savcıların gerekçesi, sağcı liderin 2019’da içişleri bakanlığı döneminde 100’den fazla göçmenin İtalya’ya ayak basmasını engelleme kararı.
Salvini, insani yardım örgütü Open Arms’ın işlettiği bir kurtarma gemisinin 19 gün boyunca denizin ortasında mahsur kalmasına yol açarak, gemidekileri özgürlüğünden yoksun bırakmakla suçlanıyor.
Olayda geminin kaptanı güvenli bir liman talep ederken, bazı göçmenler yaşadıkları umutsuzluk nedeniyle güverteden atlamıştı. Gemide kalan 89 kişinin ise mahkeme kararıyla Lampedusa adasına ayak basmalarına izin verilmişti.
İtalyan Senatosu 2020’de Salvini’nin dokunulmazlığının kaldırılmasını oy çokluğuyla kabul etmiş ve bakanın mültecilere karşı izlediği sert siyasetten dolayı yargılanmasının önü açılmıştı.
Salvini sosyal medya hesabından kararından pişmanlık duymadığını ifade ederek “Hepsini yine yapardım” dedi.
İtalya Başbakan aşırı sağcı Meloni, Salvini’ye destek mesajı yayınladı. Milyarder girişimci Elon Musk da Salvini’nin açıklamasını paylaşarak “Bravo!” notunu düştü.
KapatCHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın açıklamalarına tepki ...
17 Eylül - Özgür Özel’e yanıt: Sorun göçmenler değil kapitalizm! (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Özgür Özel’e yanıt: Sorun göçmenler değil kapitalizm! (Enternasyonal Dayanışma)
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdi.
CHP lideri Özel, AKP’ye Bilal Erdoğan’ın EYT ve Suriyeliler ile ilgili sözleri üzerinden yüklendi.
Balıkesir Susurluk Belediyesi’nde açıklamalarda bulunan Özel’in konuşmasının özellikle Suriyelilerle ilgili bölümleri, sosyal medyada daha önce pek çok defa yanlış olduğu ortaya çıkan bilgilerle dolu.
CHP Genel Başkanının Suriyeliler ile ilgili söylediği gerçek dışı açıklamaları, Enternasyonal Dayanışma olarak sıraladık:
Suç oranları karşılaştırması
Özgür Özel: “Ne diyor? Efendim diyor, Suriyelilerin Türkiye’de suç işlediklerini kabul etmiyorum diyor. Suriyeliler Türklere göre diyor, suç oranında daha düşükler diyor. Onlar bizim vatandaşımıza göre Türkiye ile daha uyumlular diyor. Onları uyumlu görüyor, burada tutmak istiyor. Bilal Bey sen Suriyelileri burada tut. Biz önce sizin iktidarınızı yollayacağız, sonra da Suriyelileri memleketine yollayacağız.”
Mülteci karşıtı söylemlerin başında olan “Suriyeliler suç oranını artırıyor” iddiasını TÜİK verileri yalanlıyor. Suç oranının en yüksek olduğu 10 il içerisinde Suriyelilerin yoğun olduğu iller yok. Suç oranının yüz binde 156 ile en düşük olduğu Adıyaman’da Suriyeli mülteci nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 3,34 iken, en yüksek olduğu Aydın’da mülteci nüfus oranı yüzde 0,75.
Özel’in Suriyelileri geri yollayacağız sözü, hem uluslararası, hem de ulusal yasalara aykırı. Mülteciler, tehlike altındaki bir ülkeye gönderilemezler. Birleşmiş Milletler daha geçen hafta yayınladığı bir raporda, Suriye’de savaşın devam ettiğini, mülteciler için bu bölgenin tehlikeli olduğunu teyit etti.
Suriyeliler işsizliğin kaynağı
Özgür Özel: “Efendim, ucuz iş gücü imiş. Bu kadar Susurluklu, bu kadar Balıkesirli, bu kadar vatan evladı gencimiz işsizken ucuz iş gücü diye Suriyelileri övmek nasıl bir akıldır. Her gün bir suç bulaşan bunları suç işlemiyorlar diye sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermek nasıl bir vicdandır, bunu bir kenara yazalım. İşte AK Parti budur, işte Bilal Erdoğan budur, işte Recep Tayyip Erdoğan budur… Bunlar Suriyelinin dostu, bu milletin karşıtıdır.”
Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, başta AKP-MHP iktidarı olmak üzere Türkiye kapitalizminin işçi düşmanı yüzünü sergilemektedir. Ancak muhalefet de, başta CHP olmak üzere Türkiye’de çalışan mültecilerin kayıtlı olarak çalışabilmeleri için gerekli yasal izinlerin verilmesi konusunda iktidarı sıkıştıran herhangi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Mülteciler ve göçmenler yasal çalışma iznine sahip olsalar, yasal ikamet iznine sahip olsalar, ucuz iş gücü söylemleri sona erer.
İşsizlik Türkiye’nin yapısal bir sorunu. Bu sorun mülteci göçmen işçileri kovmakla çözülmez.
EYT, Suriyeli karşılaştırması
Özgür Özel: “Yaşa takılanları emekli ettik, çok yanlış yaptık. Öyle diyor, yattığı yerden para almak yok hiçbir ülkede diyor. Bak sen! dünya kadar Suriyeli yattığı yerden para alacak buna alkış tutacaksın, CHP’nin gayretleriyle birer maaş bağlandı, o da 10 bin lira bağlandı, bugün 12 bin 500 lira, bunu çok görüp, yan gelip yatıyor diyorlar.”
EYT’lilerin haklarını alması konusunda, CHP dahil çaba gösteren bütün partilerin, sendikaların, kurumların emekleri elbette değerli. Yine Özel’in dediği gibi emeklilerin aldığı 12 bin 500 lira para, açlık sınırının neredeyse yarısı, 4 kişilik ailenin karnını bile doyurmaya yetmez. Ama Suriyelilerin yan gelip yattığını Özel’e kim söylüyor, bunu nereden çıkarıyor. Bir yandan Suriyeliler ucuz iş gücü olarak en pis işleri yapıyorlar denirken, bir yandan yan gelip yatıyorlar denmesi tam bir demagoji. Suriyeliler ve diğer mülteciler, Türkiye toplumunun en yoksul, en dezavantajlı kesimini oluşturuyorlar. Gelir düzeyleri, ortalama bir Türkiye vatandaşının yarısı kadar. Özgür Özel, konuşmasının özellikle bu bölümünde her türlü insaf çizgisinden uzaklaşıyor.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/17/ozgur-ozele-yanit-sorun-gocmenler-degil-kapitalizm/
KapatAvrupa’da son yıllarda artan Müslüman göçü ve Avrupa'daki aşırı sağın yükselişi, komplo teorilerini arttı. KARAR’a ...
16 Eylül - Avrupa'da aşırı sağ ile birlikte İslam düşmanlığı artıyor: "Göçmen Karşıtlığı ile Müslüman Düşmanlığı birleşiyor” – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı16 Eylül - Avrupa'da aşırı sağ ile birlikte İslam düşmanlığı artıyor: "Göçmen Karşıtlığı ile Müslüman Düşmanlığı birleşiyor” – Sema Kızılarslan (Karar)
Avrupa’da son yıllarda artan Müslüman göçü ve Avrupa'daki aşırı sağın yükselişi, komplo teorilerini arttı. KARAR’a konuşan Araştırmacı Hasan Ayer, aşırı sağ ve İslam karşıtlığının nedenlerini anlattı. Ayer, Avrupa’da bazı komplo teorilerinin çok yaygınlaştığını ve göç karşıtlığı üzerinden Türkiye ile benzerliklerine de dikkat çekti.
"Avrabiya" ve "Büyük İkame Teorisi" gibi komplo teorileri, Avrupa’da giderek daha yaygın hale geliyor. Özünde göçmen karşıtlığı ve İslamofobiye dayanan bu popülist stratejilerin nasıl toplumsal kabul gördüğünü, ODTÜ'de aşırı sağ hareketler ve çok kültürcülük üzerine çalışan Araştırmacı Hasan Ayer ile konuştuk.
Son yıllarda Avrupa’da artan Müslüman göçü, kıtanın siyasi atmosferini ciddi şekilde etkilerken, aşırı sağın yükselişiyle birlikte İslam karşıtlığı ve göçmen düşmanlığı da hızla yaygınlaştı. Bu durum, özellikle aşırı sağ grupların söylemlerinde komplo teorilerinin daha fazla yer bulmasına neden oldu.
En dikkat çekici komplo teorilerinden biri olan "Avrabiya"ya göre, 2000’li yılların sonunda Avrupa Birliği, Müslümanlar tarafından ele geçirilip, Arap Birliği olarak ilan edilecek. Bu teori, Avrupa’daki İslamofobiyi besleyen önemli bir söylem haline gelmiş durumda.
Hasan Ayer, Avrupa'daki aşırı sağ hareketlerin temel motivasyonlarını ve bu grupların İslam karşıtlığını nasıl körüklediğini detaylandırdı. Ayer’e göre, Avrupa’da hızla yayılan bu komplo teorileri, göçmen karşıtlığı üzerinden Türkiye’deki gelişmelerle benzerlikler taşıyor.
Aşırı sağ grupların, göçmenleri kültürel bir tehdit olarak görüp bu söylemi kullanarak Müslüman karşıtı propagandayı nasıl yaygınlaştırdığını anlatan Ayer, bu eğilimlerin kıta genelinde toplumsal kutuplaşmayı nasıl derinleştirdiğini de değerlendirdi.
Türkiye'deki göçmen karşıtı söylemler ile Avrupa’daki aşırı sağın söylemleri arasındaki benzerliklere dikkat çeken Ayer, “Ümit Özdağ'ın göçmen karşıtı söylemlerinde Avrupa’daki aşırı sağ grupların benimsediği "liberal blaming" (liberalleri suçlama) söylemiyle örtüşen ifadeler görüyoruz. Özdağ, özellikle liberaller ve sol demokrat grupları "foncular" gibi aşağılayıcı terimlerle hedef alarak, Avrupa’daki aşırı sağın kullandığı söylemlerle benzer bir çizgi izliyor.” dedi.
AVRUPA’NIN “AVRABİYA: ARAP BİRLİĞİ” OLACAĞI KEHANETİ
-Popülist sağın yükselişiyle komplo teorilerinin ana akıma taşınması arasında nasıl bir ilişki var ve bu teoriler seçim başarılarını nasıl etkiliyor?
Her ne kadar Türkiye’de çok gündemde olmasa da, Avrupa’da 90’lı yıllardan bu yana popülist ve radikal sağ siyasetin yükseldiğini görüyoruz. Bilhassa 1996-2010 arası dönem önemli zira bu dönem arasında birçok Batı Avrupa ülkesinde radikal sağ, koalisyon hükümetlerinin parçası haline geldi.
Öte yandan, sorunuza daha net cevap vermem gerekirse buradaki temel mesele, popülist sağın pek çok siyasi argümana sahip olmasının ve yükselişinin yanı sıra, komplo teorilerinin bu hareketin önemli bir parçasını oluşturması. Komplo teorileri aşırı sağın merkezinde olmasa bile, bu teoriler ile aşırı sağ arasında sıkı bir ilişki mevcut olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca bu teoriler, kitleleri cezbettiği gibi aşırı sağın seçim başarılarına katkıda bulunuyor. Komplo teorilerinin ana akım siyasette dolaşıma girmesi de bu başarıda etkili.
“Avrabiya” teorisi haricinde Büyük İkame Teorisi gibi diğer birçok aşırı sağ komplo teorisini de dikkate almakta fayda var. Bu teoriler, Avrupa dışı toplumlardan gelen göçü, bir kültürel ve zihinsel istila olarak gören bir anlayışa dayanıyor. Özellikle 80'lerden itibaren aşırı sağın söylemleri çeperlerden ana akıma kaydı ve bu söylemler artık sadece aşırı sağın değil, merkez partilerin de kullandığı argümanlar haline geldi. Bu açıdan merkez siyasetin bu teorileri dolaşıma sokmadaki rollerini de tartışmaya açmak elzem.
Örneğin, Fransız yazar ve teorisyen Renaud Camus tarafından ortaya atılan Büyük İkame Teorisi bu bağlamda dikkate değer. Camus, Fransa’daki göçün ve liberal kurumsallığın, ülkenin kültürel kimliğini tehdit ettiğini savunarak "The Great Replacement" adlı bir kitapçık yayınladı. Bu kitapçıkta, Fransa'nın Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen göçmenler tarafından istila edildiğini ve bu olgunun Fransa'nın ruhunu yok eden bir süreç olduğunu iddia ediyor. Teori sadece Fransa’da değil, ABD ve Avrupa'daki aşırı sağ çevrelerde de yaygın olarak kullanılıyor. Wilders, Le Pen, Salvini ve Orban gibi siyasetçiler de bu teoriyi benimsedi ve yer yer siyasi söylemlerine entegre etti.
MÜSLÜMANLARI YEKPARE BİR BİÇİMDE KARİKATÜRİZE EDEREK DEMOKRATİK DEĞERLERE HİÇBİR ŞEKİLDE ENTEGRE OLAMAYACAKLARI İDDİASI
-Bu tür teorilerin toplumları kutuplaştırması konusunda neler söylenebilir?
Bu teoriler birbirine benzer ve birçok noktada ortaklık taşıyor. Örneğin, Avrabiya teorisi, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa'da Arapça konuşan Müslümanların toplumsal yapıyı domine edeceğini ve Hristiyan-Yahudi mirasının bütünüyle tasfiye edileceğini öngörür. Müslümanlara yönelik önyargıları pekiştiren bu söylem, Avrupa'nın yüzyılın sonlarına doğru şeriata mahkum olacağı ve Hristiyanların da zımni statüsüne indirgeneceği bir gelecek tasavvuru sunuyor.
Teori, geçmişin gelecekte yeniden yaşanacağına dair bir kehanet sunması açısından da önemli; Yahudiler ve Hristiyanlar tekrar baskı altında olacak ve “İslami barbarlık”, eşcinselleri ve “zinakarları” hedef alacak. Dahası, liberaller, feministler ve çokkültürcülerin de bu politik doğrucu yaklaşımlarının bedelini ağır bir biçimde ödeyeceğini iddia ediyorlar.
Avrabiya, kültürel bir karşıtlık teorisi yaratıyor ve Müslümanları yekpare bir biçimde karikatürize ederek demokratik değerlere hiçbir şekilde entegre olamayacaklarını iddia ediyor. Bu söylem, Batılı liberal değerlerle Müslümanların kültürel olarak sürekli çatışma içinde olduğu tezine dayanır ve böylece uzlaşması mümkün olmayan kültürel bir çatışma teorisi kurgular.
Müslüman kültürünün değişime kapalı olduğu, demokratik bir düşünce yapısına sahip olamayacağı ise beraberinde iddia ediliyor. Bunun sebebinin ise kültürün kendisinde aranması gerektiğini iddia ederek bu insanların kültürel karakterinin hiçbir şekilde entegrasyonu mümkün kılamayacağı öne sürülüyor. Bu da, çokkültürcülüğün tamamen çöktüğünü işaret eden bir müesses nizam karşıtlığına kapı aralıyor.
"BİZİM ÜLKELERİMİZE GELİYORLAR VE BURADA ÜRÜYORLAR. BU YOLLA İSTİLA SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR”
-Müslümanlar gerçekten barbar bir ordu gibi mi görülüyor? Burada dikkat çekici olan, günümüzde İslam devleti veya Müslümanların geniş bir ordusu olmamasına rağmen bu tür bir korku söyleminin neden yaygınlaştığı. Müslümanların dahil olduğu ve büyük ölçüde kazandıkları bir savaş da yok. Örneğin Filistin’de tam tersi ciddi bir soykırıma maruz kalıyor Müslümanlar.
Avrabiya teorisyenleri de zaten bu durumu kabul ediyor. Onlara göre, Müslümanlar oldukça zeki bir strateji izleyerek Avrupa’yı içeriden istila ediyorlar. Askeri bir savaşta kazanamayacaklarını bilen Müslümanlar, bilinçli olarak üreyerek kültürel ve zihinsel bir istila gerçekleştiriyorlar. Avrabiyacı Müslüman stratejisi, askeri bir istilanın değil, bu tür bir doğum stratejisinin Avrupa’yı fethedeceğini iddia ediliyor. Bu nedenle aşırı sağ, özellikle doğum oranlarına odaklanıyor. Yani, Müslümanların askeri güçle değil, bu kurnaz stratejiyle Avrupa’yı ele geçireceklerine inanılıyor.
"Bizim ülkelerimize geliyorlar ve burada ürüyorlar. Bu yolla istila sürecini hızlandırıyorlar. Toplumun içeriden kolonize edilmesi söz konusu" diyorlar. Burada asıl dikkat çekici noktalardan biri, Avrabiya gibi teorilerin doğum oranlarına yaptığı vurgu. Müslümanların radikal bir biçimde üredikleri ve bu yolla Avrupa'yı ele geçirecekleri iddiası, Batılıların ise daha az ürediği şeklindeki sanrıyla birleşiyor.
Bu durum, Avrupalı kadınlara bir misyon yüklüyor. Aşırı sağ söylemde, beyaz ırkın yeniden üremesi ahlaki bir zorunluluk olarak kadınlara sunuluyor ve dayatılıyor. Bu, yalnızca Avrabiya ve Büyük İkame Teorisi'nde değil, Avrupa ve Amerika’daki diğer radikal sağ gruplarda ve partilerde de benzer şekilde dile getiriliyor. Kadın cinselliği ve doğurganlığı üzerinden bir anlatı kurgulanıyor. Bu açıdan bakıldığında, aşırı sağın güçlü bir üreme stratejisi olduğu ortada. Ancak bu strateji kendisini beyaz üstünlükçüsü bir yerden kurduğu gibi, aynı zamanda kadınlara ilişkin geleneksel rolleri yeniden diriltmeyi de hedefliyor.
“ARAP VE ORTA DOĞU DEVLETLERİ, AVRUPA’DAKİ ELİTLERLE ANLAŞTI” KEHANETİ
Gelinen noktada aşırı sağ için savaş, artık demografik bir savaş olarak görülüyor Sema Hanım. Bu savaşta kendi kültürünü ve ırkını sürdürebilmenin yolu, kadınlara yüklenen misyonla, daha fazla doğum yapmaları gerektiği üzerinden şekilleniyor.
Bir diğer önemli nokta, Bat Yeor’un Avrabiya’yı kamusallaştırmadaki rolüdür. Yeor, Mısır doğumlu bir Yahudi yazar olarak, Arap ve Orta Doğu devletlerinin Avrupa’daki elitlerle anlaştığını ve Avrupa’yı bilinçli olarak bir Avrabiya haline getirmeye çalıştıklarını iddia ediyor.
Bu teorilerin komplocu yapısını anlamak için bu önemli bir nokta. Dikkatinizi çekerim Yeor, Müslümanların Avrupa’da üremek suretiyle kıtanın demografik yapısını değiştirdiğini kabul etse de, aynı zamanda Avrupalı ve Ortadoğulu elitler arasında bir anlaşma olduğunu da öne sürüyor. Bu anlaşmaya göre, Avrupa’nın bilinçli olarak bir Avrabiya haline getirilmesi planlanıyor. İki elit grup arasında bir anlaşma olduğu savunuluyor.
Bu tür iddialar, absürtlükleri nedeniyle yanlış anlaşılması zor teoriler. Aşırı sağ komplocu tasavvur gücünü tam da buradan alıyor.
Zira olmayan bir şeyi yanlışlamak zordur. Bat Ye’or, Avrupa’daki müfredatın değiştiğini ve Avrupa medeniyetine Hristiyan-Yahudi mirasdan daha çok Müslüman grupların katkılarının anlatıldığını belirtiyor. Örneğin, Avrupa’da bilinçli olarak Endülüs'ün ve İslam'ın altın çağının anlatıldığı bir müfredat stratejisine gidildiğini belirtiyor. Avrabiyacılar için bu “yeni durum”, muhalif seslerin bastırıldığı ve liberal elitlerin Müslümanlara ilişkin eleştirileri topyekün reddettiği bir kurumsal siyasete kapı aralamıştır.
Bat Ye’or, Avrupa’daki medya ve üniversitelerin Arap propagandasına maruz kaldığını ve kitapların yeniden yazıldığını da savunuyor. Ayrıca, Avrupa Birliği'nin Müslüman grupların entegrasyonunu ve Batılılar ile Müslümanlar arasında uyum sağlamayı amaçlayan teşviklerinin, farklı düşünceleri baskı altında tutmak için bilinçli olarak yapıldığını düşünüyor. Bu yaklaşım, George Orwell’ın 1984 romanındaki düşünce kontrolü mekanizmasına benzetiliyor.
Hollanda'da Geert Wilders'ın karşısında bulunan Mark Rutte'nin liderliğindeki VVD partisi, seçim döneminde “nasıl bir ülke istiyoruz” başlığı altında bir mektup yayınlamıştı. Bu mektupta, merkez parti figürlerden biri olan Rutte, aşırı sağ söylemi benzer şekilde kullanarak Müslüman gruplara ilişkin oldukça önyargılı sözler sarf etmişti. Bu durumun benzerini, 2023 seçimlerinde Türkiye’de de yaşamıştık.
Zafer Partisi’nin çıkışıyla birlikte, DEVA Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin göçmenlere ilişkin söylemlerinde bir kayış gözlemledik. Bu bağlamda, aşırı sağ komplo teorilerini ve tasavvurlarını tartışırken merkez siyasetin rolünü de düşünmemiz gerekiyor. Merkez siyaset, aşırı sağın yayılmasında ve göçmenlere yönelik yaklaşımların kamusallaşmasında etkili oldu.
-Siz anlatırken Türkiye'deki göçmen karşıtı söylemler ile Avrupa'daki aşırı sağ söylemler arasında belirgin benzerlikler gördüm. Örneğin, Türkiye'de sosyal medyada sıkça rastladığımız "Göçmenleri mancınıkla yollayacağız" gibi ifadeler, Avrupa'daki "İstilacı göçmenler" temalı argümanlarla paralellik taşıyor. Türkiye'deki diğer birçok söylem de Avrupa’daki aşırı sağın kullandığı "kültürel istila" ve "güvenlik tehdidi" gibi metaforlarla da örtüşüyor. Türkiye’yle bir kıyaslama yaparsanız benzeşen ve farklılaşan noktalar nedir?
Türkiye’deki "Araplaşma" ve "istila" argümanları, Avrupa’daki aşırı sağcı grupların öne sürdüğü "kültürel çürüme" ve "etnik temizlik" gibi söylemlerle benzerlik taşıyor. Bu benzerlikler, hem Avrupa’daki hem de Türkiye’deki aşırı sağ söylemlerin ve politikaların göçmenleri dışlama ve ötekileştirme eğilimlerini yansıttığını gösteriyor.
Ayrıca, Türkiye’de göçmen karşıtı partiler, özellikle Zafer Partisi, Avrupa’daki aşırı sağcı partilerle benzer bir dil ve retorik kullanıyor. Küresel olarak, göç krizine verilen tepkiler, hem Avrupa'da hem de Türkiye’de sağcı hareketlerin yükselmesine yol açıyor.
Özdağ’ın eleştirilerinde, Türkiye’deki göçmen karşıtı söylemlerle Avrupa’daki aşırı sağcı söylemler arasında benzerlikler görüyoruz. Örneğin Özdağ, liberaller yahut “yetmez ama evetçiler” olarak nitelendirdiği demokrat grupları ki bu demokrat grupların içinde elbette sol liberaller de var, “foncular” gibi ifadeler kullanarak aşağılıyor. Bu söylemler, Avrupa’daki aşırı sağcı grupların "liberal blaming" (liberalleri suçlama) argümanlarıyla özdeşleşiyor.
Tabii Türkiye’de Avrupa’daki gibi liberal bir elit bulunmuyor. Avrupa’daki tartışmalar genellikle Brüksel’in politikalarını ve kamusal alanı dizayn etme çabalarını hedef alırken, Türkiye’de göçmen karşıtı söylemler daha çok yerel ve ulusal politikalar üzerinden yürütülüyor. Türkiye’deki göçmen karşıtı söylemler, Brüksel ile yapılan anlaşmaları, özellikle geri kabul anlaşmasını AK Parti’nin Türkiye’ye ihanet ettiği bir durum olarak sunuyor.
Örneğin, "istila" metaforu hem Türkiye’de hem de Avrupa’da göçmenleri hedef alarak kullanılan ortak bir kavram. Ancak, Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’dan farklı bir konumda olduğu ve farklı bir sosyal ve siyasi bağlamı olduğu unutulmamalı. Yine de, temel eğilimler ve suçlanan kişiler, kurumlar, elitler ve gruplar arasında örtüşmeler bulunuyor.
Yine örneğin, bir Suriyelinin gerçekleştirdiği tekil bir şiddet eylemi, tüm Suriyelilere yönelik olumsuz bir yargı oluşturabiliyor. Bu tür bir bakış açısı, "bizler" ve "onlar" ayrımını radikalize ediyor.
Avrupa’daki aşırı sağ "biz" yerine "onlar"ın tercih edildiğini öne sürüyor. Bu, "bizim yerimize onlar" söylemiyle kendini gösteriyor. Türkiye’de de benzer bir retorik var. Hastaneler, sosyal yardımlar ve diğer sosyal hizmetlerde Suriyelilerin avantaj sağladığı iddiaları, yerel halkın hakkının gasp edildiği şeklindeki söylemle birleşiyor. Özdağ, göçmenlere yönelik söylemlerinde bu temaları sıkça işliyor.
Ancak Türkiye’nin özgül koşulları ve sosyal bağlamı, batıdaki aşırı sağ hareketlerle doğrudan özdeşleştirilemez. Yine de, popülizm ve radikal sağ, kültürler-arası bir etkileşim içeriyor ve küresel aşırı sağ blok benzer temalar üzerinde birleşebiliyor.
Zafer Partisi ve benzeri grupların korkuları, "İslamcı Tehdit" olarak adlandırılabilir. Türkiye'deki bu grupların endişeleri, Suriyelilerin geçmişteki radikal gruplarla ilişkili olabileceği düşüncesiyle şekilleniyor. Bu korku, Suriyelilerin Türkiye’de nasıl bir değişim getireceği konusunda belirsizlik yaratıyor. Özellikle, Suriyelilerin ileride Türkiye’de siyasi haklar talep edip edemeyeceği, ana dil hakları isteyip istemeyeceği gibi sorular, bu korkuların temelini oluşturuyor.
Türkiye’deki bazı komplo teorileri, Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin AK Parti'ye oy kazandırma amacı güttüğünü de iddia ediyor. Bu görüşler, Suriyelilerin Türkiye’de demografik bir değişim yaratacağı ve böylece İslamcı bir yapının daha da güçleneceği şeklindeki endişelere dayanıyor.
Bu anlamda Avrupa’da da aşırı sağ komploları Türkiye’yle örtüşüyor.
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan ve İran’a iade edilmek istenen dört Kürt mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından ...
16 Eylül - İki mültecinin İran’a gönderilmesi kararından vazgeçildi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı16 Eylül - İki mültecinin İran’a gönderilmesi kararından vazgeçildi (Enternasyonal Dayanışma)
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan ve İran’a iade edilmek istenen dört Kürt mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından vazgeçildi. Aileler, diğer iki mülteci hakkında da aynı kararın verilmesini istiyor.
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutulan ve idam riskine rağmen İran’a iade edilmek istenen dört mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından vazgeçildi.
Dört Kürt mülteci, İran’da Mahsa Jîna Amini’nin 16 Eylül 2022’de öldürülmesi üzerine başlayan protestolara katıldığı için haklarında dava açılmış ve bu nedenle Türkiye’ye gelmişlerdi.
Yaklaşık bir aydır GGM’de tutulan mültecilerden Hüseyin Minbarî ve Şewgar Muhammadî’nin İran’a iade kararından vazgeçildi. Aileler, Minbarî ve Muhammadî’nin yakın zamanda serbest bırakılacağını aktardı.
Aileler, haklarında deport kararı bulunan gazeteciler Reşad Muhammadî ve Fahîme Hüseynî için de baskı oluşturulması gerektiğini vurguladı: “İran’a geldiklerinde ya idam edilecekler ya da uzun süre tutuklu kalacaklar. Onlar için kamuoyu oluşturmak zorundayız. İran’a iade edilmemeliler.”
Kapat
"Kayseri Anadolu Haber" isimli haber sitesi "Kayseri'de MA plakalı araçların sırrı çözüldü – İşte ...
16 Eylül - Zafer Partisi Bursa'da Suriyelilerin Kurduğu Dükkânları Hedef Gösteriyor! Devamı16 Eylül - Zafer Partisi Bursa'da Suriyelilerin Kurduğu Dükkânları Hedef Gösteriyor!
"Kayseri Anadolu Haber" isimli haber sitesi "Kayseri'de MA plakalı araçların sırrı çözüldü – İşte çoğalmasının sebebi" başlıklı bir haber yayınladıktan 2 hafta sonra Kayseri'de patlak veren 1 Temmuz olaylarında Suriyelilere ait 300'den fazla MA plakalı araba kundaklanmıştı.
Şimdi ise Zafer Partisi Bursa'da, Suriyelilere ait birkaç dükkânın fotoğrafıyla "Bursa işgalden yeniden kurtarılacak" yazılı bir pankart asıyor. Peki, ne iktidar ne muhalefet ortağı olmayan Zafer Partisi, Bursa'yı, işgal olarak iddia ettiği bu dükkânlardan nasıl kurtaracak? Parti teşkilatı açık bir şekilde Suriyelileri hedef göstererek şiddet çağrısı yapıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi Zafer Partisi bir milli güvenlik sorunudur.
https://x.com/mohammadakta/status/1835645946765476235
KapatGeçen yıl çalıştırıldığı kaçak maden ocağında fenalaştıktan sonra, önce böbreği alınıp sonra canlı canlı yakılarak katledilen ...
15 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davası 18 Eylül’de Zonguldak’ta Devamı15 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davası 18 Eylül’de Zonguldak’ta
Geçen yıl çalıştırıldığı kaçak maden ocağında fenalaştıktan sonra, önce böbreği alınıp sonra canlı canlı yakılarak katledilen 55 yaşındaki mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani için görülen davada, kararın açıklanacağını beklediğimiz duruşma 18 Eylül Çarşamba günü, Zonguldak Adliyesi'nde saat 14:00 te görülecek. Bütün aktivistlerin ve kurumların davaya katılması önemli.
8 Temmuz'da görülen ikinci duruşmaya ve olaya dair haberler şöyle:
https://www.evrensel.net/haber/522775/nourtani-davasinin-ikinci-durusmasi-goruldu
Kapat
Bir göç idaresi hadisesi daha...
Çok çalıştı, kazandı. Tekirdağ'da Namık Kemal Fakültesi'nde Acil Afet ve Yardım ...
15 Eylül - 10lar Medya: Suriyeli Abdülillah okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor Devamı15 Eylül - 10lar Medya: Suriyeli Abdülillah okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor
Bir göç idaresi hadisesi daha...
Çok çalıştı, kazandı. Tekirdağ'da Namık Kemal Fakültesi'nde Acil Afet ve Yardım Yönetmeliği bölümünde okuyordu.
Kayıtlı olduğu ve ailesinin yaşadığı Hatay'da tüm mahalleler yabancılara kapalı olduğu için adresini yenileyemedi.
Göç İdaresi'ne birçok kez çözüm aramak için gitti, öğrenci olduğu için "yardımcı olacaklarını" söylediler ancak "bir kadın görevli", onu karakola ve kampa yönlendirdi, sınır dışı ettirdi!
Abdülilah 6. sınıftan beri okuduğu Türkiye'ye ikinci vatanım diyerek sesleniyor ve okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor!
https://x.com/10larMedya/status/1835273409237799149
KapatÖHD "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. ÖHD’li Rezan Gezer, adil yargılama ...
14 Eylül - ÖHD’li Gezer: Mülteciler adil yargılanma hakkı istiyor (Evrensel) Devamı14 Eylül - ÖHD’li Gezer: Mülteciler adil yargılanma hakkı istiyor (Evrensel)
ÖHD "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. ÖHD’li Rezan Gezer, adil yargılama hakkının mültecilerin talepleri içinde ön plana çıktığını ifade etti.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi Göç ve Mülteci Komisyonu, mültecilere dönük ırkçı saldırılara dair 30 Ağustos’ta "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. Sosyal medya taraması, bilimsel makaleler ve uluslararası bulguların incelemesiyle hazırlanan raporda, 1 Ocak 2020 ile 31 Aralık 2022 tarihleri arasında yaşanan ırkçı saldırılara ve nefret söylemlerine yer verildi. İhlaller, yaşam hakkı, mültecilerin maruz kaldığı şiddet, nefret söylemleri ve nefret suçu işleyen kamu personelleri, siyasilerin-siyasi partilerin mültecilere yönelik nefret suçu içeren ifadeleri, mülteci LGBTİ+’lara dönük şiddet, cinsel saldırı, toplumsal linç, ayrımcı uygulamalar ve barınma hakkı başlıkları altında sıralandı.
Mültecilere dönük 675 hak ihlalinin yer aldığı raporun sonuç ve değerlendirme bölümünde ise cezasızlığa dikkat çekildi. Derneğin Göç ve Mülteci Komisyonu üyesi Rezan Gezer, rapora ilişkin konuştu.
Haberin devamı aşağıdaki linkte:
https://www.evrensel.net/haber/528205/ohdli-gezer-multeciler-adil-yargilanma-hakki-istiyor
Kapatİtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini hakkında beş yıl önce bir göçmen gemisine limanları açmayı reddettiği için açılan ...
14 Eylül - İtalya’da göçmenleri denizde ‘mahsur bırakan’ Başbakan Yardımcısı Salvini’ye 6 yıl hapis istemi (BBC) Devamı14 Eylül - İtalya’da göçmenleri denizde ‘mahsur bırakan’ Başbakan Yardımcısı Salvini’ye 6 yıl hapis istemi (BBC)
İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini hakkında beş yıl önce bir göçmen gemisine limanları açmayı reddettiği için açılan davada savcılık 6 yıl hapis talep etti.
Salvini o dönem iktidarda olan başka bir koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapıyordu ve İtalya limanlarını göçmenleri taşıyan yardım gemilerine kapama politikası yürütüyordu.
Ağustos 2019'da Akdeniz'de yaklaşık 160 kişiyi kurtaran yardım gemisi Open Arms, Salvini’nin bu politikasıyla denizde mahsur kalmış, ancak 19 gün sonra mahkeme kararıyla İtalya'nın Lampedusa adasına yanaşabilmişti.
https://www.bbc.com/turkce/articles/ckgn1krd6ndo
KapatGaziantep'te 11 Ocak'ta ırkçıların işkence ederek öldü diye yol kenarına attığı Ahmed hala hastanede gözetim altında. Ailesi Ahmed ile ...
13 Eylül - Irkçıların işkence ettiği Ahmed’e Göç İdaresi geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi Devamı13 Eylül - Irkçıların işkence ettiği Ahmed’e Göç İdaresi geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi
Gaziantep'te 11 Ocak'ta ırkçıların işkence ederek öldü diye yol kenarına attığı Ahmed hala hastanede gözetim altında. Ailesi Ahmed ile ilgilenirken göç idaresi, adres güncellemesi yapılmadığı için Suriye'ye geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi.
https://x.com/Ferhatpolatt1/status/1834613919983251822?t=5Q2KnzsEygc7TJWY76lw6w&s=19
KapatIrkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef ...
12 Eylül - Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı12 Eylül - Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar)
Irkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef gösterildi. Gaziantep’te okuyan Suriyeli çocuğun durumu ile ilgili emniyet ekipleri harekete geçti.
Kayseri'de bir kişinin 7 yaşındaki çocuğu istismar ettiği iddiası ile başlayan Suriyelilere karşı saldırı dalgası sonrası bir takım Telegram sayfaları gençleri örgütleyerek ırkçı saldırıların devamı için organizasyonlar ve toplantılar düzenlemeye başlamıştı.
En son Eskişehir’deki Tepebaşı Cami’ne girip beş kişiyi yaralayan 18 Yaşındaki Arda K.’nin saldırısı sonrası da KARAR, bu telegram gruplarını gündeme getirmişti. Saldırı sonrası saldırıyı destekleyen kişilerin olduğu gruplarda skandal tartışmalar yaşanmış, Arda K.’nin neden Suriyelileri hedef almadığına ilişkin şiddet içerikli mesajlar paylaşılmıştı.
ORTAOKUL ÖĞRENCİSİNİN GİZLİCE FOTOĞRAFI ÇEKİLMİŞ
Yine KARAR’ın eriştiği benzer ırkçı Telegram gruplarından birinde Gaziantep’te yaşayan Suriyeli bir ortaokul öğrencisi hedef gösterildi. Okul ve adres bilgileri paylaşılarak saldırı çağrısı yapıldı. Telegram gruplarında olan kişilerin yazdıkları mesajlardan öğrenci oldukları anlaşılıyor. Gruplarda ayrıca hangi şehirde yaşadığını belirten öğrencilere “saha eğitimi” vereceklerine ilişkin bir duyuru da paylaşıldı.
Gaziantep’te yaşayan ortaokul öğrencisinin durumu ile ilgili KARAR, hem okul yönetimi hem de bölgedeki emniyet güçleri ile görüştü. Olayın takipçisi olduklarını söyleyen güvenlik birimleri, gerekli önlemlerin alındığını belirtti.
Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar)
Irkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef gösterildi. Gaziantep’te okuyan Suriyeli çocuğun durumu ile ilgili emniyet ekipleri harekete geçti.
Kayseri'de bir kişinin 7 yaşındaki çocuğu istismar ettiği iddiası ile başlayan Suriyelilere karşı saldırı dalgası sonrası bir takım Telegram sayfaları gençleri örgütleyerek ırkçı saldırıların devamı için organizasyonlar ve toplantılar düzenlemeye başlamıştı.
En son Eskişehir’deki Tepebaşı Cami’ne girip beş kişiyi yaralayan 18 Yaşındaki Arda K.’nin saldırısı sonrası da KARAR, bu telegram gruplarını gündeme getirmişti. Saldırı sonrası saldırıyı destekleyen kişilerin olduğu gruplarda skandal tartışmalar yaşanmış, Arda K.’nin neden Suriyelileri hedef almadığına ilişkin şiddet içerikli mesajlar paylaşılmıştı.
ORTAOKUL ÖĞRENCİSİNİN GİZLİCE FOTOĞRAFI ÇEKİLMİŞ
Yine KARAR’ın eriştiği benzer ırkçı Telegram gruplarından birinde Gaziantep’te yaşayan Suriyeli bir ortaokul öğrencisi hedef gösterildi. Okul ve adres bilgileri paylaşılarak saldırı çağrısı yapıldı. Telegram gruplarında olan kişilerin yazdıkları mesajlardan öğrenci oldukları anlaşılıyor. Gruplarda ayrıca hangi şehirde yaşadığını belirten öğrencilere “saha eğitimi” vereceklerine ilişkin bir duyuru da paylaşıldı.
Gaziantep’te yaşayan ortaokul öğrencisinin durumu ile ilgili KARAR, hem okul yönetimi hem de bölgedeki emniyet güçleri ile görüştü. Olayın takipçisi olduklarını söyleyen güvenlik birimleri, gerekli önlemlerin alındığını belirtti.
Kapat
Türkiye tarafından sınır dışı edilen Suriyeli bir sığınmacının, Esed rejimi tarafından Halep'te yakalandığı ve işkence sonucu hayatını ...
12 Eylül - Türkiye'nin sınır dışı ettiği Suriyeli sığınmacı Esed rejimi tarafından işkenceyle öldürüldü Devamı12 Eylül - Türkiye'nin sınır dışı ettiği Suriyeli sığınmacı Esed rejimi tarafından işkenceyle öldürüldü
Türkiye tarafından sınır dışı edilen Suriyeli bir sığınmacının, Esed rejimi tarafından Halep'te yakalandığı ve işkence sonucu hayatını kaybettiği bildirildi.
Suriyeli kaynakların haberine göre, 33 yaşındaki Suriyeli mühendis Abdulgani Münir, sınır dışı edilmesinin ardından, iş bulamadığı için Halep’e geçmek istedi, kontrol noktasında rejim güçleri tarafından tutuklandı. Halep'teki Askeri Güvenlik Şubesi'nde işkence sonucu hayatını kaybetti.
Evli olan ve iki çocuğu bulunan Münir'in yaklaşık bir yıl önce bir Türk vatandaşıyla mali anlaşmazlık yaşayarak tutuklandığı ve bunun ardından sınır dışı edilerek Cerablus'a gönderildiği ifade edildi. Yasal olmayan yollarla Türkiye'deki ailesinin yanına geri dönen Münir yeniden sınır dışı edildi.
Azez'de yaşamaya başlayan ve Esed rejimine karşı herhangi bir hukuki problemi bulunmayan Abdulgani Münir, iş için Halep'e girdiğinde gözaltına alındı. Esed rejiminin 24 gün boyunca işkence ettiği Münir, sonunda işkenceler sebebiyle can verdi. Esed rejimi 24 günün ardından Münir'in ailesine haber vererek cenazesini almalarını talep etti.
Esed rejiminin Suriye'ye geri dönen sığınmacılara yönelik işkence ve kötü muamelesinin sürdüğü biliniyordu.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) şimdiye kadar geri dönen sığınmacıların rejim güçleri tarafından keyfi olarak tutuklandığı en az 4 bin 714 vakayı belgeledi.
SNHR sadece Ağustos ayında, 19'u Lübnan'dan zorla geri gönderilenler olmak üzere 214 Suriyelinin keyfi olarak tutuklandığını ifade etti.
Türkiye'de kimi çevrelerin son aylarda dile getirmeye başladığı "Esed ile normalleşme" söylemlerinin içinin boş olduğunu kanıtlayan bu durum Suriye'de hiçbir şeyin normalleşmediğini, Esed rejiminin kendi halkına düşmanlığa devam ettiğini gösteriyor.
Kapat
Savaşlar, göç ve göçmenlik milyonlarca çocuğun eğitim alamamasına neden oluyor.
Birleşmiş Milletler ...
10 Eylül Dünyada 7,2 milyon mülteci, Gazze’de 625 bin çocuk eğitimden mahrum Devamı10 Eylül Dünyada 7,2 milyon mülteci, Gazze’de 625 bin çocuk eğitimden mahrum
Savaşlar, göç ve göçmenlik milyonlarca çocuğun eğitim alamamasına neden oluyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), dünya genelinde 7,2 milyon mülteci çocuğun eğitimden mahrum kaldığını bildirdi.
BMMYK’nin yayınladığı ‘mülteci eğitim raporu’na göre dünyada 14,8 milyon civarındaki mülteci çocuğun eğitim hayatlarını iyileştirmede bazı ilerlemeler sağlansa da sorunlar devam ediyor.
Rapordaki değerlendirme şöyle:
“Mültecilere ev sahipliği yapan 65 ülkeden alınan veriler, yaklaşık 7,2 milyon mülteci çocuğun güvensizlik, kapsayıcı eğitim politikaları eksikliği, kapasite kısıtlamaları ve dil engelleri gibi faktörler nedeniyle eğitimden mahrum kaldığını, gençlerin gelecekteki refahını riske attığını ve potansiyellerini gösterme şansını ellerinden aldığını gösteriyor.”
Ayrıca Ukraynalı 600 binden fazla yerinden edilmiş çocuk ve gencin 2022’den bu yana Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle okuldan uzak kaldığı aktarıldı.
Gazzeli çocuklar
Gazze’de savaş yüzünden dersbaşı yapılmadı. BM’ye göre yaklaşık 625 bin çocuk okuldan uzak.
Gazze Şeridi’nde normal takvime göre dün yüz binlerce öğrenci dersbaşı yapacaktı ancak savaş nedeniyle eğitim başlayamıyor.
Pazartesi günü sezonun ilk ders zilinin çalması gereken saatlerde çocukların çoğu çamur içindeki derme çatma çadırlarda oturuyor veya yardım kuruluşlarının mutfakları önünde yiyecek sırasında bekliyordu.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) sözcüsü Tess Ingram eğitimden uzak kalınan süre uzadıkça Gazzelilerin geleceğine olan olumsuz etkisinin de büyüdüğünü söyledi. Özellikle küçük çocukların bilişsel, sosyal ve duygusal gelişim sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu belirtti.
Ingram, “Çocuğun okuldan uzak geçirdiği süre uzadıkça eğitimi tamamen bırakma ve bir daha okula dönmeme riski artıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Gazze’de yaklaşık 625 bin çocuk geçen eğitim yılının neredeyse tamamını okuldan uzakta geçirdi. Okullar 7 Ekim’den sonra İsrail’in Gazze’yi bombalamaya başlamasıyla kapılarını kapatmıştı.
Global Education Cluster’e göre Gazze’deki okulların yüzde 90’ından fazlası geçen 11 aydaki İsrail saldırılarında zarar gördü, birçoğunun tekrar kullanılabilmesi için yıllar süren onarım çalışmasına ihtiyacı var. Bu okulların çoğu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından işletiliyordu.
UNICEF ve çeşitli sivil toplum örgütleri Mayıs sonlarına doğru Gazze’de 175 geçici eğitim merkezi açtı, buralarda bin 200 gönüllü öğretmek yaklaşık 30 bin çocuğa temel dersleri öğretiyor. Ancak BM kağıt, kalem gibi en temel eğitim materyalini dahi bölgeye göndermekte zorlandıklarını bildirdi.
Çatışmalar Gazze dışında Batı Şeria’da da eğitimi olumsuz etkiliyor. Ingram, “Ekim’den beri hemen her gün okulların yüzde sekiz ila 20’si kapalı. Okullar açık olsa bile güvenlik endişesiyle öğrencilerin devamlılığı düştü” dedi.
Bu arada BM Filistin Ajansı (UNRWA) Komiseri Philippe Lazzarini, Batı Şeria’daki UNRWA okullarında eğitime başlanacağını açıkladı. Lazzarini, “Çocukların eğitim hakkı korunmak zorunda” dedi.
KapatBM Suriye'de şiddet olaylarının yeniden artışa geçtiği uyarısında bulundu. Aralarında Almanya'nın da olduğu bazı ülkeler bir süredir, ...
10 Eylül - BM uyardı: Suriye'de şiddet tekrar tırmanıyor (DW Türkçe) Devamı10 Eylül - BM uyardı: Suriye'de şiddet tekrar tırmanıyor (DW Türkçe)
BM Suriye'de şiddet olaylarının yeniden artışa geçtiği uyarısında bulundu. Aralarında Almanya'nın da olduğu bazı ülkeler bir süredir, Suriye'de çatışmaların azaldığı gerekçesiyle sığınmacıları geri göndermeyi tartışıyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye'de çatışmaların yeniden artmaya başladığı uyarısında bulundu. Ülkede yeni bir şiddet dalgası yaşandığını dile getiren BM Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam rejimine bağlı birlikler arasında yaşanan yeni çatışmalara dikkat çekti.
Pinheiro sahadaki son duruma dair raporunda, İsrail'in Gazze Savaşı'nın başından beri Suriye'ye hava saldırılarını artırdığını da kaydetti. Raporda, İsrail'in Suriye'deki İran destekli militanlara saldırılarının bölgede Amerikan üslerine yönelik karşı saldırıları tetiklediği belirtildi.
Komisyonun 1 Ocak-30 Haziran tarihlerini kapsayan altı aylık raporunda aralarında Türkiye, Rusya ve ABD'nin de olduğu altı ülkenin Suriye'de askeri faaliyetlerde bulunduğu kaydediliyor. Söz konusu dönemde Şam rejimine bağlı güçlerin ülkenin kuzeybatısında yasaklı misket bombaları kullandığı, yarısı kadın ve çocuklardan oluşan 150 kişiyi öldürdüğü veya yaraladığı da raporda yer alıyor. Ayrıca Türk güçlerinin Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik hava saldırılarında enerji santralleri ve tıbbi tesisleri bombaladığı, bunun da yasa dışı olduğu vurgulanıyor.
Raporda Suriye hükümeti mahkûmlara işkence etmekle suçlanırken, Kürt güçlerden oluşan SDG de 30 bin çocuğu ebeveynleri IŞİD üyesi olduğu gerekçesiyle yıllardır kötü koşullarda tutmakla eleştirildi.
Alman mahkemesinin kararı
Almanya'da bir mahkeme, Suriye'nin bazı bölgelerinin "artık güvenli" olduğu gerekçesiyle Suriyeli sığınmacıların geri gönderilebileceğine hükmetmişti. Ülkesinde güvende olmayacağı gerekçesiyle koruma statüsü isteyen bir Suriyelinin iadesine dair yargı süreci 28 Ağustos'ta kesinleşmiş, Almanya'da son aylarda yaşanan terör eylemlerinin ardından birçok siyasi parti ve eyalet yönetiminden de geri göndermelere başlanması çağrısı gelmişti.
Suriye'de 2011'de patlak veren iç savaşta 500 binden fazla kişi hayatını kaybetti, ülke nüfusunun büyük bölümü göç etmek zorunda kaldı. Savaş ve izolasyon döneminde iktidarını korumayı başaran Devlet Başkanı Beşar Esad, ülkesinin tamamına hakim olamasa da bölge ülkeleriyle yeniden ilişkiler kurdu. İç savaşta silahlı rejim muhaliflerine destek veren Türkiye de bir süredir Şam ile normalleşme arayışında.
Kapat
İstanbul Sefaköy'de dört çocuğuyla birlikte yaşayan Uygur müslümanı Hafife İbrahim, evlerine yapılan baskınla 'sebep ...
9 Eylül - Uygur müslümanı 4 çocuk annesi Hafife İbrahim GGM’ye alındı Devamı9 Eylül - Uygur müslümanı 4 çocuk annesi Hafife İbrahim GGM’ye alındı
İstanbul Sefaköy'de dört çocuğuyla birlikte yaşayan Uygur müslümanı Hafife İbrahim, evlerine yapılan baskınla 'sebep belirtilmeden' gözaltına alındı. Hafife İbrahim'in Geri Gönderme Merkezi'ne alındığı bildirilirken, dört çocuğu şimdilik komşularıyla birlikte.
https://x.com/dailyislamist/status/1833065293154824623?t=vPv9dyb4uSozynfXCY9mRA&s=08
KapatHollanda hükümeti, sığınma başvurusu reddedilen ve kaçak durumdaki yabancılara barınma ve beslenme olanağı sağlayan Ulusal Göçmenlik ...
5 Eylül - Hollanda hükümeti yılbaşından itibaren kaçak yabancılara destek vermeyecek Devamı5 Eylül - Hollanda hükümeti yılbaşından itibaren kaçak yabancılara destek vermeyecek
Hollanda hükümeti, sığınma başvurusu reddedilen ve kaçak durumdaki yabancılara barınma ve beslenme olanağı sağlayan Ulusal Göçmenlik Hizmetleri’nin (LVV) ödeneğini yılbaşından itibaren kesme kararı aldı.
Aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) öncülüğünde kurulan koalisyon hükümetindeki tüm partiler, Ulusal Göçmenlik Hizmetleri ödeneğinin durdurulması konusunda anlaşma sağladı.
PVV'den Sığınma ve Göç Bakanı Marjolein Faber, alınan kararla, sığınma konusunda tüm yasal yolları tüketen kişileri, geldikleri ülkeye geri dönmeye zorlamak istiyor.
Belediyeler ise desteği kesilen yabancıların sokaklara düşerek rahatsızlık yaratacağını belirterek, hükümetin kararına tepki gösteriyor.
Hollanda’da sığınma başvuruları tamamen reddedilen ve kaçak duruma düşen yabancılar için, sokaklarda yaşayarak halka rahatsızlık vermemeleri için özel barınaklar bulunuyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cdxl8975dn2o
Kapatİnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch - HRW) tarafından Çarşamba günü yayınlanan yeni bir raporda, Lübnan'dan ...
4 Eylül - HRW Raporu: Güney Kıbrıs ve Lübnan güçleri Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı Devamı4 Eylül - HRW Raporu: Güney Kıbrıs ve Lübnan güçleri Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch - HRW) tarafından Çarşamba günü yayınlanan yeni bir raporda, Lübnan'dan Güney Kıbrıs'a ulaşmaya çalışan Suriyeli mültecilerin savaş ve zulümden kaçmalarına rağmen Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen Lübnanlı yetkililer tarafından zorla ülkelerine geri gönderildiği iddia edildi.
Raporda ayrıca, Güney Kıbrıs sahil güvenliğinin mültecileri Lübnan'a geri iterek zorla göndermelere olanak sağladığı, AB'nin ise tekrarlanan insan hakları ihlallerinden sorumlu Lübnan silahlı kuvvetlerine para aktardığı belirtildi.
Raporda, "Avrupalı bağışçıların insan hakları yükümlülüklerine sözde hizmet etmelerine rağmen, Avrupa'nın sınır yönetimi için Lübnan güvenlik kurumlarına sağladığı fonlar devam ederken, aynı kurumlar Suriyeli mültecileri kötü niyetli bir şekilde geri çekmeye ve topluca sınır dışı etmeye devam etti," ifadelerine yer verildi.
Bulgular, New York merkezli sivil toplum örgütü tarafından fotoğraf ve video kanıtları, uçak ve tekne izleme verilerinin yanı sıra Lübnan'ı terk etmeye çalışan ve giderek daha düşmanca koşullarla karşılaşan 16 Suriyeli mülteci ve sığınmacının tanıklıklarına dayanılarak toplandı.
Bu sadece uluslararası koruma talep etme hakkının -ki bu onların hakkıdır ve hem Kıbrıslı hem de Lübnanlı yetkililer tarafından bu haktan mahrum bırakıldılar- açıkça ihlal edilmesi değil. Aynı zamanda dövüldüler, itilip kakıldılar, kelepçelendiler, keyfi olarak alıkonuldular ve insanlık dışı muameleye maruz bırakıldılar.
16 mülteciden 15'inin, Lübnan ya da Güney Kıbrıs makamları tarafından, gözaltı, dayak ve sözlü hakaret gibi insan hakları ihlallerine maruz kaldığı belirtildi.
Bu kişilerden 11'i Lübnan Silahlı Kuvvetleri (LAF) tarafından zorla Suriye'ye geri gönderilmiş olup, bunlardan dördü daha önce Güney Kıbrıs'tan Lübnan'a geri gönderilmişti.
Euronews'e konuşan HRW Mülteci ve Göçmen Hakları Bölümü araştırmacısı Nadia Hardman, "Bu sadece uluslararası koruma talep etme hakkının -ki bu onların hakkıdır ve hem Güney Kıbrıslı hem de Lübnanlı yetkililer tarafından bu haktan mahrum bırakıldılar- açıkça ihlal edilmesi değil. Aynı zamanda dövüldüler, itilip kakıldılar, kelepçelendiler, keyfi olarak alıkonuldular ve insanlık dışı muameleye maruz bırakıldılar," dedi.
"Tüm bunlar, hikayenin en yıkıcı kısmı olan, bazen Suriye'ye geri dönmeye zorlandıkları ve (...) geri dönen mültecilerin keyfi olarak gözaltına alındığını, kaybolduğunu ve bazen öldürüldüğünü belgelememizden önce yaşandı."
Hardman, Güney Kıbrıslı ve Lübnanlı yetkililerin eylemlerinin, bir devletin herhangi bir kişiyi zalim veya aşağılayıcı muameleye maruz kalabileceği bir ülkeye sınır dışı etmesini yasaklayan "geri göndermeme" ilkesinin açık bir ihlali olduğunu söyledi.
Aralarında 1,5 milyon Suriyeli mültecinin de bulunduğu dünyanın kişi başına en fazla mültecisine ev sahipliği yapan Lübnan'da Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kaldığı koşullar, mülteci karşıtlığı arttıkça son yıllarda önemli ölçüde kötüleşti.
Bölgesel istikrarsızlığın arttığı Nisan ayında AB üyesi Güney Kıbrıs'a düzensiz geçiş yapan Suriyeli mültecilerin sayısında ciddi bir artış tespit edilmiş ve Güney Kıbrıslı yetkililer iltica başvurularının işleme alınmasını askıya almıştı.
AB, Mayıs ayında Lübnan'a 2026 yılına kadar 1 milyar euro'luk bir mali destek vereceğini açıkladı. AB'nin mali desteği, Lübnan silahlı kuvvetlerinin sınırı daha iyi yönetebilmesi için donatılmasını ve eğitilmesini de kapsıyordu.
Mali desteğin yarısı Ağustos ayında kabul edildi ve bunun 368 milyon euro'luk kısmı Suriyeli mülteciler de dâhil olmak üzere Lübnan'daki hassas durumdaki kişilerin desteklenmesini hedefliyordu. Komisyon'a göre geriye kalan 132 milyon euro ise "güvenlik sektörüne ve sınır yönetimine verilen desteğin" arttırılması da dâhil olmak üzere bir dizi ekonomik ve güvenlik reformunun uygulanması için ayrıldı.
AB 'anlamlı kontroller' yapmadan kurumları 'finanse ediyor'
HRW, AB'nin Lübnan devlet yetkililerine ve kurumlarına, temel haklara uymalarını sağlamak için gerekli kontrol ve dengeler olmaksızın para aktardığını iddia ediyor.
Euronews'e konuşan Hardman,"Bu kurum ve kuruluşların temel insan hakları ilkelerine uymaları konusunda herhangi bir koşulluluk yok," dedi.
"Aslında, AB-Lübnan anlaşmasında gördüğümüz şey neredeyse bir ödül. Burada da herhangi bir koşula bağlı olmaksızın büyük miktarlarda para sağlama taahhüdü var" diyen Hardman, örgütünün Lübnanlı yetkililere fon sağlanmasına karşı olmadığını, ancak AB'nin bu ihlallere ortak olmamasını sağlamak için açık koşullar ve izleme mekanizmaları getirilmesi gerektiğini söyledi.
HRW ayrıca AB yönetiminin, Lübnanlı yetkililere sınır yönetimi desteği sağlamak üzere sözleşme yaptığı ortakların -Viyana merkezli Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi (ICMPD) gibi- AB'nin insan hakları çerçevelerine tabi olmadıkları göz önüne alındığında, temel haklara uyup uymadıklarını tespit etme kapasitesini de sorguluyor.
Avrupa Komisyonu 20 Ağustos tarihli bir mektupla HRW'ye ICMPD tarafından yürütülen AB finansmanlı müdahalelerin "Beyrut'taki AB Delegasyonu da dahil olmak üzere Avrupa Komisyonu tarafından yakından takip edildiğini" söyledi.
HRW'ye göre mektupta, "[ICMPD'ye] yapılan her ödemeden önce AB, uygulayıcı ortak tarafından sunulan anlatı ve mali raporlar temelinde mali ve operasyonel ilerlemenin bir doğrulamasını yapar" deniyor.
HRW, erişebildiği belgelerde AB yönetiminin, "AB projelerinden yararlanan güvenlik aktörlerinin uluslararası insan hakları standartlarına aykırı davranabileceğini" kabul ettiğini de ekliyor.
Güney Kıbrıs, Akdeniz Komiseri rolüne göz dikti
HRW'nin açıklamaları, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in önümüzdeki beş yıl boyunca AB yürütme organının çalışmalarına yön vermekten sorumlu olacak Komisyoner adaylarıyla görüştüğü sırada geldi.
Güney Kıbrıs'ın adayı Costas Kadis Pazartesi günü yerel medyaya yaptığı açıklamada, Akdeniz'den sorumlu yeni Komisyon Üyesi pozisyonunun hükümetinin "ilgisini çektiğini" belirtti.
Bu görev, bloğun güney komşusu olan ülkelerle yaptığı göç yönetimi anlaşmalarının denetlenmesini ve Mısır, Lübnan, Moritanya ve Tunus ile göçmen akınlarını durdurmak için yapılan mevcut anlaşmaları içerecek.
Bu anlaşmalardan bazıları, ülkelerin belgelenmiş ihlallerini görmezden geldikleri için insan hakları savunucuları tarafından ağır bir şekilde eleştirildi.
Önümüzdeki dönem için siyasi önceliklerini açıklayan von der Leyen, AB üyesi olmayan ülkelerle göç ve güvenlik konularında "stratejik ilişkiler" geliştirmeye devam etme sözü verirken, "Akdeniz için yeni bir pakt" ile bu ortaklıkları derinleştirmeyi hedeflediğini de sözlerine ekledi.
HRW, Komisyonu'nun Akdeniz'den sorumlu yeni üyeliğinin Güney Kıbrıs'a tahsis edilmesinin uygunluğunu sorguluyor.
Hardman, "Kıbrıs yasa dışı bir şekilde sınır dışı ediyor. AB'nin çok güçlü insan hakları çerçevesi ve normları ile bağlılar, ancak bunlar göz ardı edilmektedir," dedi.
"Uluslararası hukukun aleni ihlalleri konusunda bir soruşturma ve hesap verebilirlik sağlanana kadar, göç gibi önemli konulardan sorumlu olmaları gerektiğini düşünmüyorum," diyerek ekledi.
Kapat
Bursa'da 23 yaşındaki Suriyeli Hani Kasım, aynı mahallede yaşayan 9 Türk tarafından 12 kez bıçaklanarak acımasızca katledildi. Kasım'ı ...
3 Eylül - Suriyeli Hani Kasım öldürüldü Devamı3 Eylül - Suriyeli Hani Kasım öldürüldü
Bursa'da 23 yaşındaki Suriyeli Hani Kasım, aynı mahallede yaşayan 9 Türk tarafından 12 kez bıçaklanarak acımasızca katledildi. Kasım'ı öldürenler 16-17 yaşında çocuklar. Kasım, aslında arkadaşını Türk komşularıyla yaşanan bir kavgadan uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Babası sekiz yıldır Esad rejiminin cezaevinde esir tutulan Kasım, Türkiye'de parçalanmış ailesini bir araya getirmek ve yeni bir hayat kurmak istiyordu.
Türkiye'de yaşayan bir Suriyeliyseniz, her an geri gönderme merkezinde işkence görerek ölebilir, sokakta bıçaklanarak can verebilirsiniz.
Suriyeli bir gencin böyle vahşice öldürülmesi, siyasilerin yıllardır beslediği nefret söylemlerinin nasıl ölümcül sonuçlar doğurduğunun ispatı. Bu gerçekliğin kabul edilmesi için daha kaç göçmenin ırkçı saldırılarla vahşice öldürülmesi gerekiyor?
Kapat
İhbar sonrası bölgeye giden ekiplerin 50'den fazla kişiyi kurtardığı bildirildi.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Salı günü ...
3 Eylül - Manş Denizi'nde mülteci teknesi alabora oldu: Üçü çocuk 12 kişi hayatını kaybetti Devamı3 Eylül - Manş Denizi'nde mülteci teknesi alabora oldu: Üçü çocuk 12 kişi hayatını kaybetti
İhbar sonrası bölgeye giden ekiplerin 50'den fazla kişiyi kurtardığı bildirildi.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Salı günü sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Manş Denizi'nde bir mülteci teknesinin alabora olduğunu, üçü çocuk 12 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Darmanin, "Wimereux açıklarındaki Pas-De-Calais'te korkunç kaza. Son bilançoya göre 12 ölü, 2 kayıp ve birkaç yaralı var," dedi.
"Kayıpları bulmak ve mağdurların ihtiyaçlarını karşılamak için kamu hizmetleri seferber edildi," diyerek ekledi.
İngiltere İçişleri Bakanı Yvette Cooper ise, Gerald Darmanin ile iletişim halinde olduklarını belirtirken, "Hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla ve yaralılarla beraberiz. Birçok mağdurun hayatını kurtaran Fransız sahil güvenlik ekiplerine saygılarımızı sunuyoruz. Şimdi Fransa'da yapılacak soruşturmanın sonucunu bekleyeceğiz," ifadelerini kullandı.
50'den fazla kişinin kurtarıldığı operasyonda kaybolan iki kişi için sahadaki ekiplerin mücadelesinin devam ettiği aktarıldı.
Olayın yaşandığı bölgenin yakınlarındaki Le Portel kasabasının belediye başkanı Olivier Barbarin, teknenin zemininde meydana gelen ağır hasardan ötürü facianın yaşandığını iddia etti.
Uluslararası Göç Örgütü (International Organization for Migration - IOM) kayıt tutmaya başladığı 2014 yılından beri en fazla can kaybının geçen yıl yaşandığını duyurmuştu.
2023'te göçmen ölümlerinin bir önceki yıla kıyasla yüzde 20 artarak 8 bin 565'e çıktığını ve bunun da son 10 yılın en yükseği olduğunu açıkladı.
IOM Genel Müdür Yardımcısı Ugochi Daniels, Kayıp Göçmenler Projesi'nin 10. yılında, "Bu can kayıplarının her biri, aileler ve topluluklar arasında yıllar boyu yankılanacak korkunç bir insanlık trajedisidir," dedi.
IOM'nin Kayıp Göçmenler Projesi, göçmen ölümleri ve kaybolmalarına ilişkin açık erişimli bir veri tabanı olarak 2014 yılında kuruldu. O zamandan beri dünya çapında 63 bin 872 vakayı belgeledi.
Atlas Okyanusu ile Kuzey Denizi'ni birbirine bağlayan Manş Denizi, Fransa'dan İngiltere'ye giden mültecilerin rotaları arasında. Denizin ortalama derinliğinin 63 metre olduğu belirtiliyor.
KapatSon yıllarda artan göç hareketleri, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde önemli sorunları da beraberinde getirdi. MAZLUMDER olarak, ...
3 Eylül - MAZLUMDER Göç İdaresi uygulamaları ile ilgili bir rapor yayınladı Devamı3 Eylül - MAZLUMDER Göç İdaresi uygulamaları ile ilgili bir rapor yayınladı
Son yıllarda artan göç hareketleri, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde önemli sorunları da beraberinde getirdi. MAZLUMDER olarak, Türkiye'deki göçmenlerin karşılaştığı zorlukları ve Göç İdaresi uygulamalarındaki sorunları derinlemesine inceledik.
Bu raporda, Göç İdaresi Müdürlükleri ve Geri Gönderme Merkezleri'nde yaşanan hak ihlalleri, idari gözetim altındaki yabancıların maruz kaldığı koşullar ve bürokratik engeller ayrıntılı vaka örnekleri ile ele alınmıştır. Raporumuz, daha insani ve adil bir göç yönetimi için çözüm önerileri sunmaktadır.
İnsan haklarına saygının her zaman öncelikli olması gerektiğini vurgulayan bu çalışmamız, kamuoyunun ve ilgili tüm paydaşların dikkatine sunulmuştur. Daha adil bir gelecek için bu raporu yaygınlaştırmayı ve farkındalık oluşturmayı hedefliyoruz. Raporu incelemek için bağlantıya tıklayın:
https://drive.google.com/file/d/184IeO_dtVUP39HMb0fgoIFUc0Ccyi2Cu/view?usp=drive_link…
Kapat
Geçmişte pek çok konuda olumlu açıklamalarda bulunan Papa Franciscus, Vatikan’da yaptığı konuşmada göçmenlerin denizlerde ...
2 Eylül - Papa: “Göçmenleri geri itmek ciddi bir günah” Devamı2 Eylül - Papa: “Göçmenleri geri itmek ciddi bir günah”
Geçmişte pek çok konuda olumlu açıklamalarda bulunan Papa Franciscus, Vatikan’da yaptığı konuşmada göçmenlerin denizlerde ölmesini, “medeniyetin bir zulmü” olarak tanımladı.
Papa Franciscus çarşamba günü yapılan genel kabul oturumunda Akdeniz’de yaşanan göçmen ölümleri hakkında konuştu. Papa, göçmenleri türlü yöntemler ile geri itmenin ciddi bir günah olduğunu duyurdu. Uydu ve insansız hava araçlarının olduğu bir çağda çöllerde ve denizlerde insanların ölmesini “medeniyetin bir zulmü” olarak tanımladı.
Papa, her Çarşamba, Vatikan’da yaptığı genel kabul oturumunda açıklamalarda bulunuyor. Bu Çarşamba Akdeniz’de yaşanan düzensiz göç konusuna değinen Papa; “Bir zamanlar, halklar ve medeniyetler arasında bir iletişim yeri olan ‘Bizim Deniz’ şimdi mezarlığa dönüşmüş vaziyette. Ve trajedi aslında şu ki; bu ölümlerin pek çoğu önlenebilir, kurtarılabilirdi. Bunu açıkça söylemek gerekir ki göçmenleri sistematik olarak ve türlü yöntemlerle geri gönderenler var ve bu, bilinçli yapıldığında ciddi bir günahtır” dedi.
Yetimlerin ve mazlumların korunmasından bahseden Papa; “Bir konuda hemfikir olabiliriz; bugünün göçmenleri, o ölümcül denizlerde ve çöllerde olmamalıydı. Ancak bu sonucu, kısıtlayıcı yasalarla, sınırların askerileştirilmesiyle veya geri itmelerle sağlayamayız. Bunu, göçmenler için güvenli ve düzenli erişim yollarını genişleterek, savaşlardan, şiddetten, zulümden ve çeşitli felaketlerden kaçanlar için sığınmayı kolaylaştırarak ve insan ticaretine karşı mücadele etmek, insan kaçakçısı suçluları durdurmak için güçleri birleştirerek başaracağız” dedi.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/08/29/papa-gocmenleri-geri-itmek-ciddi-bir-gunah/
KapatBursa’nın İnegöl ilçesinde 16 yaşındaki genç Suriyeli genci bıçaklayarak öldürdü.
Olay, saat 00.30 sıralarında ...
2 Eylül - Irkçılık can almaya devam ediyor! Devamı2 Eylül - Irkçılık can almaya devam ediyor!
Bursa’nın İnegöl ilçesinde 16 yaşındaki genç Suriyeli genci bıçaklayarak öldürdü.
Olay, saat 00.30 sıralarında İnegöl ilçesi Sinanbey Mahallesi, Arap Cami Sokak'ta meydana geldi. Efe G. ile Suriye uyruklu Hani K. arasında bilinmeyen nedenle tartışma çıktı. Tartışma kısa sürede büyürken Efe G., yanındaki bıçakla Hani K.'yı yaralayıp kaçtı. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Hani K., sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından İnegöl Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. 12 yerinden bıçaklandığı öğrenilen Hani K., doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı.
Polis ekipleri, olay yerinden kaçan Efe G.'yi kısa sürede yakaladı. Olayla ilgili başlatılan soruşturma sürdürülüyor.
Öldürülen Suriyeli gencin babası 8 yıldan beri Esed cezaevlerinde tutuklu.
https://www.evrensel.net/haber/527068/bursada-16-yasindaki-cocuk-suriyeli-genci-bicaklayarak-oldurdu
Kapatİstanbul Bahçelievler'de polisten kaçan 3 şüpheliden biri, çıktığı çatı katındaki daireden düşerek hayatını ...
1 Eylül - Polisten kaçan Suriyeli mülteci çatı katındaki daireden düşüp öldü Devamı1 Eylül - Polisten kaçan Suriyeli mülteci çatı katındaki daireden düşüp öldü
İstanbul Bahçelievler'de polisten kaçan 3 şüpheliden biri, çıktığı çatı katındaki daireden düşerek hayatını kaybetti.
Kocasinan Mahallesi'nde devriye gezen polis ekipleri, şüpheli gördükleri 3 kişinin kimliğini kontrol etmek istedi. Polisi gören şüpheliler ise kaçarak oturdukları evin bulunduğu sokağa girdi.
Suriye uyruklu oldukları ve kimlikleri olmadığı için polisten kaçtıkları öğrenilen şüphelilerden 2'si gözaltına alındı. Diğer şüpheli ise çatı katına çıktı.
Polis, kaçan kişinin girdiği dairenin kapısını çaldığı sırada şüpheli balkondan düştü.
İhbar üzerine olay yerine sağlık ve takviye polis ekibi sevk edildi. Sağlık ekipleri 4'üncü kattan düşen kişinin hayatını kaybettiğini belirledi.
Olayı anlatan bina sakini Fikri Kelkik, polisin kimliğini sorduğu kişilerden birinin koşup aşağı atladığını söyledi.
Olay yeri inceleme ekiplerinin çalışmasının ardından, hayatını kaybeden kişinin cenazesi Adli Tıp Kurumu morguna götürüldü.
https://manage.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/3108202410
Kapat
Suriye uyruklu, geçici koruma kimliğine sahip İsmail Cisri, eşi ve 3 küçük çocuğuyla birlikte Harran Geçici Barınma ...
29 Ağustos - Suriyeli aile 2 aydır Harran GBM’de hukuk dışı olarak tutuluyor Devamı29 Ağustos - Suriyeli aile 2 aydır Harran GBM’de hukuk dışı olarak tutuluyor
Suriye uyruklu, geçici koruma kimliğine sahip İsmail Cisri, eşi ve 3 küçük çocuğuyla birlikte Harran Geçici Barınma Merkezinde hukuk dışı şekilde tutuluyor.
Kendisi ve aile fertleri Geçici koruma statüsü ile Antep ilinde yasal olarak kalmaktayken eşi küçük çocuklarıyla birlikte markete gittiği sırada gbt kontrolüne takılıyor ve kimlikleri yanlarında olmadığı için sınır dışı ediliyorlar. Ancak daha sonra baba İsmail Cisri'nin konu hakkında video çekmesi üzerine olay kamuoyunda gündeme geliyor ve İsmail, eşi ve çocuklarıyla Çobanbey sınır kapısında buluşturuluyor. Fakat bu defa tüm aile Harran Geçici Barınma merkezine alınıyorlar.
Haklarında herhangi cezai veya idari işlem yok. Barınma Merkezinde olduğu için herhangi bir idari karar da verilmemiş ve tebliğ yapılmamış durumda. Yaklaşık 2 aydır Harran'da küçük çocuklarıyla birlikte tutulmaktalar. Yaklaşık 2 aydır aynı kıyafetlerle yaşıyorlar, dilekçe hakkından dahi mahrum bırakılmışlar. Bu süre zarfında Antep’teki ruhsatlı dükkanı, dükkan sahibi tarafından kira ödenmediği için boşaltılmış, ailenin ciddi maddi zararı da mevcut. Bir an evvel hukuka aykırı şekilde alıkonulduğu Harran Geçici Barınma Merkezinden çıkmayı bekliyor.
Kapat
İstanbul metrosunda bir şahıs, toka satan Suriyeli çocuğu dövdü. Polis ırkçı saldırganı gözaltına aldı.
İçişleri ...
29 Ağustos - Suriyeli çocuğa ırkçı saldırı Devamı29 Ağustos - Suriyeli çocuğa ırkçı saldırı
İstanbul metrosunda bir şahıs, toka satan Suriyeli çocuğu dövdü. Polis ırkçı saldırganı gözaltına aldı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, İstanbul'da metroda yabancı uyruklu bir çocuğa saldırıda bulunan kişinin gözaltına alındığını duyurdu.
Yerlikaya, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, metroda yabancı uyruklu bir çocuğa şiddet uygulayan kişiyle ilgili görüntülerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerince incelendiğini belirtti.
Yapılan araştırmalar sonrasında olayın Yenikapı-Hacıosman M2 metrosunda meydana geldiğinin, çocuğa şiddet uygulayan kişinin ise 41 yaşındaki D.A. olduğunun tespit edildiğini aktaran Yerlikaya, "Şüpheli şahıs bugün gözaltına alınmıştır. Çocuklar dünyanın en masum varlıkları, en büyük zenginliğimizdir. Çocuklara yönelik şiddet asla kabul edilemez." ifadelerini kullandı.
https://x.com/dokuz8haber/status/1829149095149310154?s=48&t=iHY9qQAbnu7pPF4LUHKq1w
KapatYıldız Önen, İlke Tv'de göçmenler ve mültecilerin sorunlarını konuştu. Konuşma 9. Dakikadan itibaren başlıyor.
29 Ağustos - Yıldız Önen, İlke TV’de göçmenlerin sorunlarını anlattı Devamı
29 Ağustos - Yıldız Önen, İlke TV’de göçmenlerin sorunlarını anlattı
Yıldız Önen, İlke Tv'de göçmenler ve mültecilerin sorunlarını konuştu. Konuşma 9. Dakikadan itibaren başlıyor.
https://www.youtube.com/live/GCKW-4715CY?si=SzkCozZ1av1ANxqU
KapatGöçmenlere yönelik ırkçı saldırılara karşı birlikte hareket eden aktivistler, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı isimli bir ...
28 Ağustos - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: Eşit ve özgür birlikte yaşamı inşa edelim Devamı28 Ağustos - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: Eşit ve özgür birlikte yaşamı inşa edelim
Göçmenlere yönelik ırkçı saldırılara karşı birlikte hareket eden aktivistler, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı isimli bir platform oluşturdu.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nda bir araya gelen aktivistler, daha önce Dünya Mülteciler Günü etkinliklerini organize etmişlerdi. Kayseri’de başlayıp birçok yere yayılan göçmenlere karşı pogrom girişimlerinde, göçmen düşmanlarına karşı birlikte hareket eden ırkçılık karşıtları; İstanbul’da İHD bürosunda gerçekleştirilen basın toplantısında, “Eşit Özgür Birlikte Yaşamın İnşası ve Hak İhlallerinin Çözümü İçin Bir Aradayız” sloganıyla bir deklarasyon yayınladı.
Basın toplantısının açılışını İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaptı. Çok sayıda hak savunucusunun katılım sağladığı toplantıya Enternasyonal Dayanışma’dan Yıldız Önen, Ozan Tekin ve Mehmet Doğan da katıldı.
Deklarasyon metnini Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’dan Buse Mine okudu. Deklarasyonun tam metni şöyle:
Eşit Özgür Birlikte Yaşamın İnşası ve Hak İhlallerinin Çözümü İçin Bir Aradayız
İnsan hakları, barış ve demokrasi için faaliyet yürüten bizler; göçmen ve mülteci düşmanlığı üzerinden yükseltilen ırkçılığa karşı mücadele etmek, hakları ihlal edilen göçmen ve mültecilerle dayanışmak için bir araya geldik.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre; Mayıs 2024 itibarıyla 120 milyon insan zorla yerinden edildi ve dünya genelinde uluslararası göçmen sayısı tahmini olarak 300 milyona ulaştı.
Emperyalist paylaşımın, kapitalist neoliberal politikaların ve saldırıların sonucu olarak savaş, çatışma, yoksulluk, ekolojik kriz, şiddet, baskı, ayrımcılık gibi kitlesel göç ve mülteciliğe yol açan nedenleri üreten devletler ise; sığınma hakkını temel bir hak olarak düzenleyen uluslar arası insan hakları belgelerine imza koymuş olmalarına rağmen, göçmen ve mültecileri ülkelerinde barındırmak istemiyor, hatta sınırlarından içeri sokmamak için yoğun bir çaba sarf ediyorlar. Giderek insan haklarından uzaklaşan göç politikaları ile milyonlarca insanı sığınma hakkı yanında bütün temel hak ve özgürlüklerinden mahrum ediyor, ağır sömürü, istismar ve şiddet karşısında korumasız bırakıyorlar.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi çekince koyduğu için Avrupa dışından gelenlere mültecilik statüsü vermeyen Türkiye de dahil bir çok ülkede, faaliyetlerini durdurarak görevlerini yerel makamlara terk etmesi ile, bugün göçmen mülteciler uluslararası koruma mekanizmasının da dışına itilmekte, tehlikeli yollardan umut yolculuklarına mecbur ya da bulundukları ülkelerde her türlü baskı, şiddet ve sömürüye açık bir yaşama mahkum edilmektedirler.
Avrupa Birliği ülkelerinin göç ve sınır politikalarının bir aracı olarak gündemimize giren geri kabul anlaşmaları ve geri gönderme yasağına rağmen yaygın bir uygulama haline gelen hukuki dayanaktan yoksun sınır dışı ve geri itme uygulamaları ise, sığınma hakkını fiili olarak ortadan kaldırmaktadır.
Geri kabul anlaşmalarının tarafı olmasının yanında, sığınma hakkını yok sayan yasal mevzuat, sınırlarına ördüğü duvarlar, şiddet ve işkencenin meşrulaştığı sınır güvenliği uygulamaları, geri itme ve geri gönderme yasağını ihlal eden uygulamaları, ırkçı ve ayrımcı politika ve uygulamaları, yoğun sömürü, istismar, toplu linç saldırıları ile göçmen mülteciler için güvensiz bir ülke haline gelen Türkiye, Avrupa’ya göç yolunu göçmen mültecilere neredeyse tamamen kapatmış ve büyük bir göçmen mülteci hapishanesine dönüşmüş bulunuyor. Nitekim;
Türkiye’de bir yanda siyasetçiler göçmen mülteci düşmanı politikalarla oy toplamaya çalışırken, diğer yandan devlet Orta Doğu’da halkları yerinden eden savaşın derinleştirilmesinde rol oynamaya devam etmektedir.
Çeşitli Afrika ve Asya ülkelerinden Türkiye’ye gelen çok sayıda kayıt dışı göçmen mülteci gibi, Geçici Koruma Kimliği verilen milyonlarca Suriyeli de bugün insan hakları ve hukukun koruması dışındadır.
Göçmen mülteciler, sırf göçmen olmakla maruz kaldıkları ayrımcılık, şiddet ve nefret saldırıları yanında, kayıt dışı ekonominin motoru denilerek, kayıt dışı angarya koşullarında çalıştırılmaktadırlar.
Göçmen çocuklar yoksulluk nedeniyle çalışmaya mecbur kalmakta, göçmen kız çocukları, yoksulluk ve güvencesizlik nedeniyle erken yaşta evlendirilmektedirler.
Göçmen kadınlar ve LGBTİ+lar şiddet ve ayrımcılığa maruz kalmakta; kadınlar ve çocuklar organ mafyası ve insan ticareti mağduru haline getirilmektedirler.
Sonuç olarak;
Devasa bir insani krizin ortasında yaşayan göçmen mülteciler için insanca ve güvenceli bir yaşamın inşası, siyasi ve insani bir sorumluluk olarak sahiplenilmeyi beklemektedir.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak bir araya gelen ve bu ağı yeni katılımlarla genişletmek amacında olan bizler; Faaliyetlerimizi;
- Sığınma hakkının gaspının ve göçmen mültecilere yönelik hak ihlallerinin önlenmesi,
- Halkların dayanışması temelinde eşit ve özgür birlikte yaşamın inşası,
- Ortak mücadele zemininin güçlendirilmesi,
temelinde sürdüreceğimizi kamuoyuna duyuruyor, duyarlı kurum ve kişileri ağımıza katılmaya çağırıyoruz.
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
KapatTRT World'ün panelinde İsrail'e tedarik edilen petrolü ifşa eden Filistinli üniversite öğrencisi, Arnavutköy'de Geri ...
27 Ağustos - Filistinli öğrenci “Petrol Vanalarını kesin” dediği için Arnavutköy GGM’ye kapatıldı Devamı27 Ağustos - Filistinli öğrenci “Petrol Vanalarını kesin” dediği için Arnavutköy GGM’ye kapatıldı
TRT World'ün panelinde İsrail'e tedarik edilen petrolü ifşa eden Filistinli üniversite öğrencisi, Arnavutköy'de Geri Gönderme Merkezine alındı. Kendisi telefonla arayıp polisin telefonunu alacağını söyledikten sonra hattı kesilen Filistinli gençten ancak 2 gün sonra haber alınabildi. İki günün ardından nihayet avukatları, Filistinli gence ulaşabildi.
Geri Gönderme Merkezleri’nin olağan işleyişi haline gelmiş olan hukuksuzluk, soykırımı besleyen petrol akışına karşı çıkmakla suçlanan Filistinli gence karşı da işletilmeye devam ediliyor. Bilgi alma çabalarını Göç İdaresi süreci sürüncemede bırakıyor. Her söyleminde Filistin’e verdiği destekle övünen hükümetin ve Göç İdaresinin göçmenlere karşı yaptıkları tam bir ikiyüzlü zulüm politikasıdır.
Avukatları Filistinli genç ve Arnavutköy GGM’de yaşananları anlattı
“Görünen o ki eylem sebebiyle kendisini almışlar ve şu anda Geri Gönderme Merkezi’nde işlemleri devam ediyor. Geri Gönderme Merkezleri, içerideki insanların, dışarıdaki yakınları ve avukatlarıyla iletişimine, hafta sonu olması gerekçesi ile izin vermiyor. Yapılan bu muamele bir hak ihlalidir.”
Salı akşam saatlerinden beri Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan Filistinli öğrencinin neden gözetim altında tutulduğu konusunda resmi açıklama ve gerekçe henüz yok. Ayrıca Filistinlinin öğrencinin avukatı Üsame Sarıyaşar’a göre, müvekkili hakkında gerekçe çıkmadığı gibi, görüşmeyi engellemek için, ihtiyaçlarını sormak gibi konularda da önlerine engel konuyor.
GGM’ler hapishaneden beter
“Normal şartlarda gözaltında ve tutuklu olan kişiler cezaevlerinde avukat yardımından mahrum bırakılamaz. Ancak Geri Gönderme Merkezi’nde ve söz konusu durumda tutukluluk kararı olmamasına rağmen ‘idari gözetim’ gibi farklı bir kavram kullanarak kişiyi avukat yardımından yoksun bırakıyorlar. Cezaevlerinde avukat olarak görüşmek istediğimizde bu talebimiz sağlanırken Geri Gönderme Merkezi’nde hafta içi ve mesai saatleriyle sınırlıyız. En temel haklardan uzak bu uygulamalar nedeniyle kişinin acil bir durumda en temel hakkı olan hukuk ve avukat desteğinden mahrum kalmasına sebep oluyor.”
Ne olmuştu?
Çekimleri TRT World ekibi tarafından işgal altındaki Filistin topraklarında gerçekleştirilen ‘Kutsal İşgal’ belgeselinin galası 24 Ağustos’ta düzenlendi. Belgesel gösteriminin öncesinde gerçekleşen panelde çeşitli konukların katılımıyla “Gazze’de barış ve ateşkesin önündeki engeller” tartışıldı. Galaya katılan Filistin için Bin Genç hareketinden eylemciler, panel sırasında ‘Türkiye’nin İsrail’e Azerbaycan şirketi olan Socar üzerinden taşıdığı petrolü’ dile getiren pankart ve sloganlarla protesto düzenlediler.
Eylemin gerçekleştiği günden üç gün sonra, eylemciler içerisinde olan Filistinli bir üniversite öğrencisi, evine gelen polisler tarafından Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi'ne (GGM) götürüldü. 27 Ağustos’tan itibaren ailesi ve arkadaşları Filistinli genç kızdan haber alamıyordu.
Kapat
Teoman: "Norveçli sarışın çocukları görseler harika olmuş diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar. 'Her yer Arap ...
26 Ağustos - Sanatçı Teoman Suriyelilere dönük ırkçılığa tepki gösterdi Devamı26 Ağustos - Sanatçı Teoman Suriyelilere dönük ırkçılığa tepki gösterdi
Teoman: "Norveçli sarışın çocukları görseler harika olmuş diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar. 'Her yer Arap oldu' demek ırkçılıktır. Suriyelilerden rahatsız olanların hepsi İngiltere'ye gitmek istiyor. Kendine hak gördüğünü başkasına görmüyor."
https://x.com/etkilihaber/status/1827821999022055866?t=5LrMS1RwAXQyHt6-KhtoOA&s=08
Kapatİngiltere’de Manş Denizi'ni teknelerle geçerek gelen göçmenlerin sayısı yılın ilk yarısında rekor kırdı. Sağlık çalışanları ...
23 Ağustos - İngiltere’de yılın ilk yarısı botlarla ülkeye düzensiz giriş yapanların yüzde 10’u Türk Devamı23 Ağustos - İngiltere’de yılın ilk yarısı botlarla ülkeye düzensiz giriş yapanların yüzde 10’u Türk
İngiltere’de Manş Denizi'ni teknelerle geçerek gelen göçmenlerin sayısı yılın ilk yarısında rekor kırdı. Sağlık çalışanları ve öğrencilerin düzenli göçüyle ülkeye gelişinde ise azalma görüldü.
İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre ülkeye ilk altı ay küçük botlarla gelenlerin sayısı geçen yıla göre yüzde 18 artarak 13 bin 489’a çıktı.
Haziran ayına kadarki verilere göre İngiltere’ye yasal izni olmadan giriş yapan göçmenlerin yüzde 81’i botlarla giriş yaptı.
Hükümetin düzenli olmayan girişleri saymaya başladığı 2018 yılından beri 133 bin kişi bu şekilde ülkeye geldi. Bu kişilerin yüzde 70’i erkek ve beşte biri de 18 yaşın altında.
Bu yılın ilk yarısı düzensiz olarak ülkeye gelenlerin yüzde 18’i ise Afgan. Yüzde 13’ü İranlı, yüzde 10’u Vietnamlı, yüzde 10’u Türk ve yüzde 9’u Suriyeli.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c5y3qxdlgrdo
KapatGöçmenler, günümüzde Türk kamuoyunun toplumsal sorun önceliklerinde ilk sıralarda yer almaktadır. Güncel tartışmalarda ...
23 Ağustos - Göçmenlere Yönelik Tutumlar: İşgücü Piyasaları Bağlamında Bir Analiz (İlke Vakfı) Devamı23 Ağustos - Göçmenlere Yönelik Tutumlar: İşgücü Piyasaları Bağlamında Bir Analiz (İlke Vakfı)
Göçmenler, günümüzde Türk kamuoyunun toplumsal sorun önceliklerinde ilk sıralarda yer almaktadır. Güncel tartışmalarda göç sorununun, kültürel ve politik yönlerinin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Ancak kapsamlı kamuoyu araştırmaları, vatandaşların göçmenlere ilişkin olumsuz tutumlarının temelinde, işgücü piyasalarındaki rekabet tehdidi algısının yattığını göstermektedir. Ülkemizde göçmen işgücü figürü, 1990’ların ortasından itibaren görünür olmakla birlikte; kamuoyunun ilgisi 2011 sonrası Suriyelilerin göçüyle canlanmıştır. Suriyeli göçmenlerin varlığı, diğer göçmen grupları gibi, kayıt dışı ve güvencesiz işlerde yoğunlaşmıştır.
Bu analiz raporu, göçmenlere yönelik tutumları yönlendiren işgücü piyasalarıyla bağlantılı koşulları, Türk toplumu bağlamında değerlendirmeyi hedeflemektedir. Raporda, vatandaşların tutumlarının işgücü piyasalarındaki koşullardan nasıl etkilendiği kuramlar üzerinden tartışmaya açılmış ve işgücü piyasalarında bir göçmen alt segmenti oluşmasına neden olan koşullar değerlendirilmiştir. Son olarak, var olan kapsamlı veri setleri üzerinden vatandaşların işgücü piyasalarındaki konumlarına göre tutum farkları analiz edilmiştir.
https://ilke.org.tr/gocmenlere-yonelik-tutumlar-isgucu-piyasalari-baglaminda-bir-analiz#hakkinda
KapatMuhammed Akta: ''Suriyeliler, Türkiye'ye hem katma değer olmak için çabalıyor, hem de kendi ihtiyaçları, aileleri için ...
23 Ağustos - 10lar medya: “Suriyeliler yardımla yaşamıyor, çalışıyor, üretiyorlar Devamı23 Ağustos - 10lar medya: “Suriyeliler yardımla yaşamıyor, çalışıyor, üretiyorlar
Muhammed Akta: ''Suriyeliler, Türkiye'ye hem katma değer olmak için çabalıyor, hem de kendi ihtiyaçları, aileleri için çalışıyor, üretiyorlar, yardımla yaşamıyorlar."
https://x.com/10larmedya/status/1826990276281303458?s=46
Kapat
KARAR, Kırklareli Geri Gönderme Merkezinde Suriyeli bir göçmen hayatını kaybettiğini gündeme getirmiş ve haber mahkeme kararıyla erişime ...
22 Ağustos - Ölüme tanık olan göçmenler zorla sınır dışı edildi, şiddet kurbanının ses kaydı ortaya çıktı - SEMA KIZILARSLAN (Karar) Devamı22 Ağustos - Ölüme tanık olan göçmenler zorla sınır dışı edildi, şiddet kurbanının ses kaydı ortaya çıktı - SEMA KIZILARSLAN (Karar)
KARAR, Kırklareli Geri Gönderme Merkezinde Suriyeli bir göçmen hayatını kaybettiğini gündeme getirmiş ve haber mahkeme kararıyla erişime engellenmişti. 37 yaşındaki İbrahim İzziddin’in geri gönderme merkezinde gördüğü şiddet sonrası nefes darlığı çekerek öldüğü iddia ediliyordu. Olayla ilgili yeni ayrıntılar, kafalardaki soru işaretlerini daha belirginleştirdi.
KARAR’ın ulaştığı bilgilere göre, 37 yaşındaki İbrahim İzziddin, sınırdan Avrupa’ya kaçmaya çalışırken yakalandı ve geri gönderme merkezine alındı. Daha önce iki kere kaçma girişiminde bulunan ve gözaltına alınarak geri gönderme merkezine götürülen İzziddin, iddialara göre görevliler tarafından maruz kaldığı şiddet sonrası nefes darlığı yaşadı ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. KARAR’ın duyurduğu habere Kırklareli Sulh Ceza Hakimliğinin 24 Temmuz tarihli kararıyla erişim engeli getirildi.
İBRAHİM ABİSİNE ATTIĞI SES KAYDINDA AĞIR ŞİDDET GÖRDÜĞÜNÜ SÖYLEMİŞ, O SES KAYDINA KARAR ULAŞTI
İzziddin, daha önce aynı geri gönderme merkezinde farklı zamanlarda gözaltına alınmış ve arkadaşlarına şiddet gördüğünü anlatmıştı. KARAR’a konuşan arkadaşları, gözaltı sonrası serbest bırakılan İzziddin’in vücudunda çok sayıda morluk ve şişlik olduğunu ifade etti.
Yine KARAR’a konuşan İbrahim’in abisi Ahmet İzziddin'in ise kardeşinin kendisine attığı son ses kaydını bizimle paylaştı.
Arapça ses kaydında İbrahim İzziddin, abisine geri gönderme merkezinde şiddet gördüğünü ve vücudunda morluklar olduğunu anlattı. Abisi Ahmet, İbrahim’e polise gitmesini söylemiş ancak İbrahim, “Polisi, polise şikayet edemem. Hastaneye gidip darp raporu da alamam. Çünkü kimliğim yok.” diyor.
O GÜN İBRAHİM’İN ŞİDDETE MARUZ KALDIĞINI GÖREN GÖÇMENLER ZORLA İMZA ATTIRILARAK SINIR DIŞI EDİLDİ
Olayın yaşandığı gün İbrahim, zorla geri gönderme uygulamasıyla sınır dışı edilmek için imza atmak istemiyor. İbrahim’in olduğu geri gönderme merkezinde olan arkadaşları “Hepimiz sınır dışı edilmek için imzayı attık, şiddete dayanamadığımız için. Ama İbrahim direndi ve sabaha kadar şiddet gördü. Sonra yardım için çok bağırdı ama gardiyanlar onunla ilgilenmedi. Sabah nöbet değişimi olduğunda gelen gardiyanlar hastaneye kaldırdı ama o zamana kadar İbrahim çok fenalaşmıştı zaten. Bu olaya şahit olan herkes imza attırılarak sınır dışı edildi. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde bir bölgedeyiz.”
En büyüğü 13 yaşında dört çocuk babası olan İzziddin’in herhangi bir sağlık problemi bulunmuyordu. Kırklareli Geri Gönderme Merkezi yetkilileri, İzziddin’in ölüm nedeninin “kalp krizi” olduğunu ve doğal ölüm olduğunu söylüyor. Kayıtlara normal ölüm olarak geçildiği için otopsi raporu da hazırlanmadı.
İbrahim'in ölümüne şahit olan arkadaşları şu an sınır dışında, Suriye'nin kuzeyinde bir bölgede bulunuyor.
Uluslararası faaliyet gösteren ve kâr amacı gütmeyen Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü, Libya açıklarında denizde ...
19 Ağustos - Libya açıklarında onlarca göçmen kurtarıldı (Euronews) Devamı19 Ağustos - Libya açıklarında onlarca göçmen kurtarıldı (Euronews)
Uluslararası faaliyet gösteren ve kâr amacı gütmeyen Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü, Libya açıklarında denizde gerçekleştirdiği iki operasyonla 73 kişinin kurtarıldığını açıkladı.
İlk olarak Cuma gecesi gerçekleşen operasyonda zor durumda bulunan dalgalara dayanıksız olan bir fiberglas tekneden 47 kişi kurtarıldı.
Cumartesi sabahı yapılan ikinci operasyonda ise ahşap bir teknede bulunan 26 kişi daha kurtarıldı.
Hepsi güvenli bir şekilde MSF tarafından işletilen ve şu anda İtalya'daki Ravenna limanına doğru yola çıkan GeoBarents kurtarma gemisine bindirildi.
MSF kurtarma ekibi, Cuma günü gerçekleşen operasyonda iki kişinin yardımı reddettiğini ve teknede kalmaya karar verdiğini söyledi.
Daha sonra kendilerini Libya sahil güvenliği olarak tanımlayan ancak üzerinde buna dair herhangi bir logo taşımayan iki teknenin bu kişilere yardım ettiği bildirildi.
Özellikle göçmenleri kurtarmak için gemileri görevlendirerek Akdeniz'de faaliyet gösteren bir Alman sivil toplum kuruluşu olan Sea-Watch ise Cumartesi günü Libya sahil güvenliğinin 80 kadar göçmeni aşırı kalabalık bir sandaldan iki teknesine aldığını tespit etti.
KapatTarih 22 Temmuz 2011. 32 yaşındaki Anders Behring Breivik, aynı gün içerisinde biri Oslo’da diğeri de Utøya Adası’nda olmak üzere ...
14 Ağustos - Oslo’dan Eskişehir’e: Aşırı sağın azizleri ve şövalyeleri – Hasan Ayer (Serbestiyet) Devamı14 Ağustos - Oslo’dan Eskişehir’e: Aşırı sağın azizleri ve şövalyeleri – Hasan Ayer (Serbestiyet)
Tarih 22 Temmuz 2011. 32 yaşındaki Anders Behring Breivik, aynı gün içerisinde biri Oslo’da diğeri de Utøya Adası’nda olmak üzere iki katliamda toplam 77 kişiyi öldürdü. O gün Norveç İşçi Partisi Utøya Adası’nda her yıl düzenlediği yaz toplantılarından birini gerçekleştiriyordu. Breivik adaya gitti ve büyük oranda gençlerden oluşan 69 kişiyi katletti.
Saldırıyı gerçekleştirmek için evinden ayrılmadan hemen önce Breivik, 2083: A European Declaration of Independence adlı 1500 sayfa uzunluğundaki manifestoyu, kendisi ile benzer düşünen aşırı sağ ve neo-nazi çevrelere mail yoluyla iletti ve kamusallaşmasını sağladı. Yaşanan korkunç hadise, çağdaş İskandinav aşırı sağının kanlı bir gövde gösterisi olarak kayıtlara geçti.
Breivik’in yayınladığı manifesto, Avrupa’nın demografik bir kıyametin eşiğinde olduğunu ve kıtanın Müslümanlar tarafından kolonize edildiğini iddia ediyor. Dahası, manifestoya göre bu kolonizasyon süreci liberal elitler, sosyal demokratlar, feministler ve kültürel Marksistler eliyle gerçekleşiyor. Bu da saldırının niçin İşçi Partisi’ne yöneldiğini açıklar nitelikte…
Breivik, bu terör eylemini Avrupa’nın kültürel intiharını önlemek için yaptığını belirttiği gibi, Avrupa’daki bütün Müslüman toplulukların sınır dışı edilmesi çağrısında bulunmayı es geçmiyor. Kendisini de Hıristiyan bir şövalye olarak nitelendirerek, bu “kutsal” çağrıyı Avrupa halklarına bildiriyor…
Hollandalı aşırı sağ siyasetçi Wilders’in de içinde olduğu aşırı sağcı küresel figürlere, neo-nazi çevrelere ve counter-jihadist blogger’lara selam çakmayı da ihmal etmiyor. Oslo sınırlarını aşan bu uluslararası/küresel birliktelik, aşırı sağın ulusal sınırları aşan bir ortak siyasal havza içerisinde şekillendiğini gösterir nitelikte.
Bu uluslararasılık, Eskişehir’de bulunan Tepebaşı Camisi gibi ilk bakışta alâkasız görülebilecek bir bölgede 7 kişinin yaralanmasına yol açan bir saldırıyı kapsayacak kadar geniş. Zira saldırının faili 18 yaşındaki Arda K., giriştiği eylem öncesinde Mass Cleaner adlı bir manifesto yayınlayarak Norveçli Breivik’i bir aziz olarak gördüğünü ilan ediyor ve tıpkı aynı üslupla ortak düşmanlara (komünistler, liberaller, küreselciler, göçmenler) karşı bir direniş hattı örgütlenmesi gerektiği çağrısında bulunuyor.
Yayınlanan manifesto içerisinde Yeni Zelanda’daki Christchurch camisinde 51 Müslümanın katledilmesine yol açan saldırıyı gerçekleştiren ve saldırı öncesinde The Great Replacement başlıklı bir manifesto yayınlayan aşırı sağcı Brenton Tarrant da azizler içerisinde sayılıyor.
Oslo’dan Christchurch’e, oradan da Eskişehir’e kadar uzanan bu yeni saldırgan manifesto siyaseti, aşırı sağın kültürler-arası (intercultural) yapısını gözler önüne seriyor. Bu bağlamda bu kısa inceleme yazısı, yayınlanan manifestolar arasındaki benzerlikleri vurgulamak suretiyle, bir veçhesi internet alt kültürü etrafında şekillenen uluslararası aşırı sağın küresel boyutunu ve ortak söylemsel çerçevesini göstermeye çalışacaktır. Eskişehir saldırısı özelinde de seküler milliyetçilik ve aşırı sağ arasındaki dirsek temasına, daha yerel bir bağlamdan hareketle değinecektir.
Kolektif Anlatıların Gücü: Uluslararası Aşırı Sağın Lingua Franca’sı
Kolektif anlatılar aşırı sağ siyasi diskur içerisinde önemli rol oynayan araçlardır. Bilhassa sosyal medyanın etkisiyle de bu türden anlatılar aşırı sağ çevreler arasında dolaşıma sokulmakta ve sınırları aşarak ortak bir siyasal dil (lingua franca) tutturmaktadır. Bu ortak zemin, uluslararası alanda sağ popülistleri, paleo-muhafazakârları, counter-jihadist networkleri, neo-nazileri, yeni sağı ve aşırı sağı ortak bir çerçevede buluşturmaktadır. Öte yandan, stratejilerin ve söylemlerin örtüşmesi, belirli bir ülkenin özgül koşullarından kopuk olmak anlamına gelmiyor.
Doğal olarak, aşırı sağ ortak zemin ile kurulan ilişki, farklı ülkelerdeki aşırı sağ grupların ve siyasilerin kendi sosyo-kültürel dinamikleriyle iç içe vuku buluyor. Örneğin, Le Pen seküler idealler ve cumhuriyetçi bir çerçeve üzerinden Müslüman göçmenlere karşı cephe oluştururken, Orban ise Macaristan’ın Hristiyan mirasının korunması gerektiği fikri üzerinden bu cepheyi kuruyor. Günün sonunda ortak zeminin bir veçhesi kendini göçmen karşıtlığı temelinde şekillendiriyor ve bu ortak zemin komplo teorilerine ve metaforlara başvurarak kitleleri ortak düşmana karşı mobilize etmeyi amaçlıyor.
Aşırı sağ metafor siyaseti, günün sonunda gerçek hayatta yaşanmış olayları çok daha farklı bağlamlara oturtarak spesifik gruplara ilişkin hezeyanları ve şiddet sarmallarını besleyen bir ortak politik dil inşa ediyor.
Bu bağlamda, Breivik, Tarrant ve Eskişehir’deki saldırının failinin manifestolarında dile getirdiği ortak zemin şöyle özetlenebilir:
- Kıyamet (apocalypse) ve geleceğe dönük pesimizm
- Nativizm/kültürel çeşitlilikten duyulan hoşnutsuzluk
- Göçmen karşıtlığı ve ırksal otonomi
- Liberalizm, Komünizm, küreselleşme ve çokkültürcülük karşıtlığı
- Her şeyin arkasındaki gizli güçler komploculuğu
Her ne kadar birbirlerinden ayrı gözükseler de bu 5 madde aslında aşırı sağ internet çevrelerindeki siyasal iletişimin temel nüvelerini taşıyor ve ulvi bir amaç uğruna birleşiyor: müesses nizam karşıtlığı (anti-establishment). Bu bağlamda vurgulanması gereken en önemli husus, kültürel farklılıklardan duyulan hoşnutsuzluk ve “yitirilen geçmiş” algısının pasif bir öfke açığa vurmak yerine, aktif bir biçimde siyasallaştığıdır. Aşırı sağın azizleri tam da bu kıyamet ihtimalini ortadan kaldırmak için liberal eliti (kimisi için yahudi elitler) ve uluslararası kurumları yok etme çağrısını yineliyor. Müesses nizam karşıtlığı kendini bu şekliyle dışa vuruyor.
Doğal olarak Eskişehir saldırısının failinin yayınladığı Mass Cleaner el kitabı, kendisini Türkiye sınırlarının dışındaki bir network’ün parçası olarak görerek bu 5 maddeyi benimsediğini açıkça ikrar ediyor ve “yahudi siyasi elitler tarafından idare edilen dünya”ya karşı bir başkaldırı çağrısında bulunarak aşırı sağın şovalyeliğine soyunuyor ve Batı’daki azizler koalisyonunun bir parçası olmak istiyor. Bu, sanıyorum, aşırı sağın uluslararasılaşmasına ilişkin bize çok şey söylüyor…
Skinheadler Cepheyi Genişletirken: Seküler Milliyetçilik Meselenin Neresinde?
İşin uluslararası boyutunu Türkiye düzlemine indirgersek, şu soru haklı olarak ortaya çıkıyor: liberal söylemleri ahlakçılık olarak yaftalayıp değersizleştiren seküler milliyetçi networkler Eskişehir’deki saldırının söylemsel zemininin kurulmasında bir rol oynuyor mu? Bana kalırsa bu sorunun cevabı şüphesiz oynadığı yönünde zira milliyetçi hezeyanlarla bezeli bir göçmen ve Kürt karşıtı komploculuk bu çevrelerin sosyal medyada yarattıkları rüzgârla iç içe geçmiş bir halde.
Failin radikalleşmesinde seküler milliyetçi internet alt-kültürünün hiçbir tesiri olmadığını iddia etmek anlamsız olacaktır. Bu açıdan bakıldığında, azizler koalisyonunun içine seküler milliyetçiler de eklenebilir. Tam da bu yüzden Türkiye’de serinkanlı müzakereyi dinamitleyen ve sosyal medyada kümelenen seküler milliyetçilik tehlikesini cesurca konuşmakta entelektüel ve siyasi açıdan fayda var.
Zira böylesi bir hamasi milliyetçilik 18 yaşındaki bir genci etkilediği gibi, Breivik ve Tallant ile özdeşleşim kurmasına da dolaylı olarak aracı olabilme potansiyeli taşıyor. Tıpkı Batı’daki geniş çaplı radikal sağ blok içerisinde sağ liberteryenleri, sağ siyonistleri, counter-jihadist çevreleri, aşırı sağı ve NRx’cileri barındırdığı gibi, Türkiye’de seküler milliyetçilik, sosyal medyadaki belli başlı gençleri bu geniş çaplı koalisyonun bir parçası kılma konusunda dolaylı olarak işlevsel olabilir. Seküler milliyetçiliğin aşırı sağa açılan bir pencere olma potansiyeli taşımasını vurgulamakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Seküler milliyetçiliğin ve daha geniş ölçekte hamasi milliyetçiliğin şiddet sarmallarını besleyen politik dilini açık bir neo-faşizm olarak nitelendirmekte fayda var. Sosyal medyada “göçmenleri mancınıkla yollayacağız” esprileri ile başlayan ve istila metaforlarıyla el arttıran bu milliyetçi rüzgâr, günün sonunda Mass Cleaner manifestosunun politik dilini yerel ölçekte besleyebiliyor.
Bu saldırının ardından gözlemlenen bir diğer olgu, failin radikalleşmesinde kuvvetle muhtemel tesiri olan ve aynı ideolojik çizgiyi (praksis’e dökmeden) yıllardır kamuoyunda savunan seküler milliyetçilerin çaresizliği ve saldırganı yok saymaları. Oysa manifestosunda saldırgan, eski devirlerin halk kahramanlarının ve cengâverlerinin dilden dile destanlaşması gibi, “editlenme” hayalleri kurduğunu itiraf ediyordu.
Bariz gerçek şu ki aşırı sağcılık; bir vibe, faşist bir estetik ve “cool” olma hali üzerinden esen rüzgarla ivmeleniyor. Onu “uncool” yapmak, internet meme kültürünün saldırganlığını ayna gibi seküler milliyetçiliğe yansıtmakla mümkün. Emellerine erişemeden camii cemaatince tokatlanıp kıskıvrak yakalanan kendi saflarından bir serserinin (“lolcow”?) görüntüsü, aşırı sağa ve seküler milliyetçiliğe karşı hiçbir liberalin yapamayacağı tahribatı gerçekleştirmiş oldu.
Bu süreçte son ayların popüler tabiri olan “kanzi” de, aşırı sağ teyakkuzuna karşı eşsiz bir antidot işlevi görüyor. İlk defa soyutlanıp streotipikleşen, internet meme kültüründe hasımlarınca bir karikatüre dönüştürülenler Türkiye’deki bu yeni sağcılar oldu. “Kanzi” tabirini duydukları andaki öfke, “kar tanesi” olmanın solculara özgü olmadığını kanıtlar nitelikte…
Demokratların internet üzerindeki kültür savaşlarında galip gelmesinin, çağımızın siyasî münakaşalarının ağırlıklı olarak meme ve “edit”ler üzerinden döndüğü Z ve Alfa nesline yönelik yeni ideolojik ve söylemsel teçhizatlarına geliştirilmesini gerekli kıldığını vurgulamak lazım.
Son olarak, Türkiye’deki liberal, sol ve muhafazakâr demokratlara düşen bir diğer şey, seküler milliyetçilik fenomenini hakkıyla tahlil ederek bu türden bir milliyetçiliğin Türkiye’deki toplumsal huzuru dinamitleyen yapısını ve aşırı sağın azizleri ile olan örtük yahut açık ilişkisini cesurca ifşa etmek olmalıdır.
https://serbestiyet.com/featured/oslodan-eskisehire-asiri-sagin-azizleri-ve-sovalyeleri-178405/
Kapat
‘Fabrikalar üretimi durdurdu’…
Bu ifade, Kayseri’de Suriyelilere yönelik son saldırılardan sonra ...
13 Ağustos - Suriyeli iş gücü, Türkiye ekonomisi için hayati bir gereklilik (10lar medya) Devamı13 Ağustos - Suriyeli iş gücü, Türkiye ekonomisi için hayati bir gereklilik (10lar medya)
‘Fabrikalar üretimi durdurdu’…
Bu ifade, Kayseri’de Suriyelilere yönelik son saldırılardan sonra medyada yer alan haberlerle özetlenen, Suriyeli iş gücünün Türk fabrikaları üzerindeki önemini ve etkisini ortaya koyuyor. Bu etki yalnızca iş gücü olarak değil, aynı zamanda üretimin sürekliliğine katkı sağlama açısından da büyük. Özellikle bu ani duruş, Suriyelilerin Türkiye’deki bazı hayati sektörlerin işletilmesindeki rolünü vurguladı.
Suriyelilere yönelik saldırı ve nefret söyleminin artmasıyla birlikte, Suriyeli iş gücünün Türk fabrika sahipleri üzerindeki etkisi hakkında tartışmalar yeniden gündeme geliyor. Bu tartışmalar, Suriyeli işçilerin beceri ve deneyimlerine bağımlı olan bazı ekonomik sektörlerin ne kadar kırılgan olduğunu ve bu iş gücünün eksikliğinde yaşanabilecek potansiyel aksaklıkları gün yüzüne çıkarıyor. Bu aksaklıklar, iş gücünün göçü ya da artan denetimler ve sınır dışı edilme korkusu nedeniyle çalışma güçlüğü çekmesinden kaynaklanabilir.
Suriyelilerin varlığına karşı artan karşıt sesler ve bazı politikacıların ülkelerine dönmeleri yönündeki çağrıları arasında, bu iş gücünü koruma çağrısını yapan sessiz bir ses var. Bu ses, büyük ölçüde Suriyeli iş gücüne bağımlı olan fabrika ve şirket sahiplerinin sesidir. Bu iş gücü, onlara Türk iş gücünde bulamayacakları birçok avantaj sunmaktadır.
İşçilerin üçte biri Suriyeli
30 Haziran’da Kayseri’de, bazı kişilerin Suriyelilere ait işyerlerine saldırdığı, bu işyerlerini ateşe verdiği, araçlarını ve mülklerini hedef aldığı olaylar yaşandı. Bu saldırılar sonucunda 14 polis memuru ve itfaiyeci yaralandı. Olayların ardından Türk polisi, saldırıyı gerçekleştiren yüzlerce kişiyi gözaltına aldı.
Bu olaylar sadece Suriyelileri etkilemekle kalmadı, aynı zamanda Türk fabrikalarını ve işletmelerini de etkiledi. Suriyeli işçilerin birkaç gün boyunca evlerinden çıkamaması nedeniyle birçok fabrika, üretime ara verdi.
Kayseri’deki yerel sosyal medya hesaplarının paylaştığına göre, bölgedeki birçok sanayi tesisi üretimi durdurdu. “Hükümete yakınlığı ile bilinen” Yeni Şafak gazetesi, tahribatın şehirdeki sanayi üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtti.
Gazete, Kayseri’deki sanayi bölgesinde çalışan 35 bin Suriyelinin birkaç gün boyunca evlerinden çıkamadığını, bu durumun Kayseri’nin sanayi ve ticaret hareketliliğini felç ettiğini aktardı. Kayseri, Türkiye’nin önemli sanayi şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Gazete, Kayseri’deki işverenlerin iş gücüne ihtiyaç duyduğunu ancak Suriyeliler gelmeden önce işçi bulmakta zorluk yaşadıklarını, Suriyelilerin bu boşluğu doldurduğunu ve şehrin sanayi ve ticaret hareketliliğini artırmada merkezi bir rol oynadıklarını belirtti.
Kayseri’deki sanayi bölgesinde yaklaşık 1605 fabrika bulunuyor ve Suriyeli işçiler, toplam iş gücünün %30’unu oluşturuyor. Suriyeliler, Türk gençlerin çalışmak istemediği çoğu işte çalışıyorlar. Ayrıca, bazı şirketler işlerini genişletmek ve ihracat kapasitelerini artırmak istiyor, ancak çoğu Türk işçinin büro/ofis işlerine yönelmesi nedeniyle işçi bulmakta zorlanıyorlar.
Başka bir raporda, gazete son üç hafta içinde 3 bin Suriyeli işçinin Kayseri’yi terk ettiğini ve sanayi bölgesindeki 15 şirkette üretimin durduğunu bildirdi.
Gazete, Suriyeli işçileri sanayi bölgesinin “belkemiği” olarak nitelendirirken, iş insanları Suriyeli çalışanların önemli bir boşluğu doldurduğunu belirttiler. Eğer Suriyeliler geri dönmezse, bu boşluğun Hindistanlı, İranlı veya diğer göçmen işçilerle doldurulmak zorunda kalınacağını vurguladılar. Suriyelilerin 13 yıl kadar deneyime sahip olduklarını ve bu nedenle onların ayrılmasının “büyük zarar” verebileceğini eklediler.
Birkaç gün süren duraklamanın ardından, Kayseri’deki fabrika sahipleri üretimi yeniden başlatmanın yollarını aramaya başladılar. Suriyeli işçileri evlerinden iş yerlerine taşımaya karar verdiler. Türk haber kanalı T24, küçük ve orta ölçekli fabrika sahiplerinin düşük ücretlerle ve sigorta olmadan çalışan işçi bulmakta zorlanacaklarını belirtti.
Kayseri’deki bir Suriyeli işçi, mevcut durumun hassasiyetinden dolayı isminin paylaşılmasını istemedi. Noon Post’a, Kayseri sanayi bölgesindeki çoğu fabrikanın Suriyeli işçilerin evlerinden çıkmaması nedeniyle üretimi durdurduğunu söyledi. 20 işçiden 15’inin Suriyeli olduğu mobilya üretiminde çalışan bu işçi, Suriyeli işçilerin eksikliği nedeniyle fabrikanın bir hafta boyunca kapalı kaldığını belirtti. Bölgedeki bazı fabrikalarda 300 işçiden 200’ünün Suriyeli olduğunu vurguladı.
Fabrika sahiplerinin işçileri evlerinden iş yerine taşımak için otobüsler gönderdiklerini belirtti. Önceden sabahları işçileri almak için belirli bir noktada toplandıkları, ancak bu yerin evden yaklaşık 400 metre uzaklıkta olduğunu, olaylardan sonra ise otobüslerin evlerin önüne gelerek işçileri kapıdan alıp fabrikaya götürdüğünü söyledi. Akşamları ise evlerine aynı şekilde geri döndüklerini ekledi.
Birçok fabrika sahibinin mevcut durumdan oldukça rahatsız olduğu, ancak olayları kontrol altına alamadıkları için kamuoyuna yansıtmadıkları ifade edildi. Gazeteye göre, iş insanları büyük bir etki yaşadıkları halde, tahripçiler hakkında bir açıklama yapmaktan veya isimlerini açıklamaktan kaçındılar, çünkü kendilerinin de hedef olabileceğinden korkuyorlar.
Suriyeliler olmasaydı fabrikalar üretimi durdururdu
Son yıllarda Suriyeli göçmenler, Türkiye ekonomisinde olumlu bir rol oynamışlardır. Bu, hem yatırımları ve şirketler, fabrikalar ve restoranlar kurmaları yoluyla hem de iş gücü olarak katkıda bulunarak üretimi artırmaları ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika bölgelerine ihracatı canlandırmalarıyla gerçekleşti.
Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısı 3 milyonu aşarken, Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün Mart 2020’de yayımladığı bir çalışmaya göre, Türkiye iş gücünde yaklaşık bir milyon Suriyelinin yer aldığı tahmin edilmektedir.
Türk Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın istatistiklerine göre, 2011 yılından geçen yıla kadar yaklaşık yarım milyon Suriyeliye çalışma izni verilmiştir.
Bu izinler yıllara göre şu şekilde dağılmıştır:
2011’de 188, 2012’de 220, 2013’te 794, 2014’te 2541, 2015’te 4019, 2016’da 13.290, 2017’de 20.966, 2018’de 34.573, 2019’da 93.789, 2020’de 62.369, 2021’de 91.500, 2022’de 113.208 ve 2023’te 108.520.
Bu rakamlar, Türkiye’deki Suriyeli işçilerin yarısının resmi sözleşme veya sosyal güvenceleri olmadan kayıt dışı ekonomide çalıştığını, düşük maaşlar ve uzun çalışma saatleri ile karşı karşıya olduklarını göstermektedir.
Son birkaç ay içinde artan nefret söylemleri, ırkçı saldırılar ve Türk İçişleri Bakanlığı’nın düzensiz göçe karşı faaliyetleri nedeniyle Suriyelilerin Türkiye’yi terk etme oranının arttığı gözlemlendi. Bu durum, “Suriyeliler ayrılırsa ne olur?” sorusunu gündeme getirdi.
Sürekli olarak Suriyelilerin ayrılmasını talep eden politikacıların yanı sıra, Türk yetkililer, ekonomistler ve iş insanlarının daha önce yaptıkları açıklamalar, Suriyeli iş gücünün Türk ekonomisindeki önemini ve etkilerini vurgulamaktadır.
Eski Türkiye Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, 2017 yılında yaptığı bir açıklamada, “Eğer Suriyeliler olmasaydı, fabrikalar dururdu” dedi ve Kayseri, Adana, Osmaniye, Gaziantep ve hatta Ankara gibi şehirlerde Suriyeliler olmadan bu tür işlerin yapılamayacağını, fabrikaların kapanacağını belirtti.
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, 2018 yılında Suriyeli mültecilerin şehrin büyümesinde ve ekonomisinin canlanmasında önemli bir rol oynadığını ve şehrin sanayi kuruluşlarının %50’sine katkıda bulunduklarını söyledi. Türk İçişleri eski Bakanı Süleyman Soylu, 2022’de, Türkiye’de “Suriyeli işçileri istihdam eden ve onları sigortasız çalıştıran işverenlerin, Suriyelilerin geri dönmelerini istemediklerini” belirtti.
Antakya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Başkanı Hikmet Çinçin, Suriyeli işçilerin tarım ve yoğun iş gücü gerektiren sektörlerde bulunmasının ciddi bir eksikliği önlediğini, çoğunlukla tekstil, giyim, örme, deri ve ayakkabı sektörlerinde çalıştıklarını ifade etti.
Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, Suriyeli işçilerin Türk sanayisindeki rolünün önemini vurguladı. Suriyeli işçilerin Ankara’da büyük ölçüde görünür olmadığını belirten Ardıç, Türkiye’nin birçok bölgesinde büyük bir Suriyeli işçi oranı olduğunu ve Suriyelilerin sınır dışı edilmesinin sanayiyi büyük sorunlarla karşı karşıya bırakacağını söyledi.
Geçtiğimiz hafta, Türk Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın açıklamaları, Türkiye’deki tarım ve hayvancılık sektörlerinin geleceği hakkında büyük endişelere neden oldu. Bolat, göçmen işçi eksikliğinin tarım ve hayvancılık sektörlerinde üretkenliği ve sürdürülebilirliği olumsuz yönde etkileyebileceğini vurguladı.
Bolat’ın açıklamaları, 25 bin Afgan işçiyi hedef almış olsa da, resmi istatistikler daha önce Suriyeli işçilerin bu sektörlerdeki önemini özellikle İzmir’in Torbalı ilçesinde, Türkiye’nin önemli sebze üretim merkezlerinden biri olarak doğrulamıştı.
Torbalı Ziraat Odası Başkanı Yılmaz Gürgin, Suriyelilerin tarım iş gücünün yüzde 95’ini oluşturduğunu ve durumun Türkiye genelinde farklı olmadığını belirtti. Tarım üreticisi İsa Belik, Suriyeli işçiler olmadan Torbalı’da tarım yapmanın ve hasat toplamanın mümkün olmayacağını söyledi.
Resmi açıklamaların yanı sıra, medya da Suriyeli işçilerin önemine dikkat çekti ve Türk iş insanları bu konuda görüş bildirdi. Türkiye Gazetesi, Suriyelilerin ülkelerine dönmesinin bazı sektörlerde insan kaynağı eksikliğine neden olduğunu ve işverenlerin Suriyelilerin gitmesi sonrası korku yaşadığını belirtti. Türk işçilerin, Suriyelilere ödenen maaşları kabul etmediklerini ekledi.
2022 yılı itibarıyla gazetenin verilerine göre, tekstil sektöründe 60 bin, deri fabrikalarında 10 bin, mobilya sektöründe 25 bin, makine sektöründe 20 bin, turizm ve gıda sektörlerinde 15 bin, otomotiv ve yan sanayi sektörlerinde ise 5 bin işçi eksikliği bulunduğu ifade edildi.
Türk iş insanı ve Türkiye’deki önemli yol ve asfalt markalarından Oras Asfalt’ın genel müdürü Muhammed Ercan, asfalt sektörünün büyük ölçüde Suriyeli ve Afgan mültecilere bağımlı olduğunu belirtti. Ercan, “Herkes (Türkler) iş bulamadıklarından şikayet ediyor, ancak birçok fabrika bu sektörde işçiye ihtiyaç duyuyor” dedi.
Adana’da bir giyim mağazası sahibi ise Mayıs ayında, “Suriyeli işçiler bu sektörü çökmekten kurtarıyor. Onlar olmadan tekstil sektörü durma noktasına gelir” şeklinde bir açıklamada bulundu.
Neden Suriyeli işçi?
Suriyeli işgücü, Türk fabrikaları ve atölyeleri arasında tercih edilen bir seçenek olarak öne çıkmıştır. Bu tercih, rastgele bir durum değil, Suriyeli işçilerin daha düşük maaşlarla ve sosyal güvence olmadan çalışmaya istekli olmaları, yüksek pozitif ruh halleri, gelişmiş zanaat becerileri ve farklı koşullara uyum sağlama yeteneklerinden kaynaklanmaktadır.
Suriyeli işçiler çeşitli istismar durumlarına maruz kalmaktadır. Kayseri’de çalışan bir kişi, Noon Post’a yaptığı açıklamada, “Türk işçilerin bazen yeterli beceri ve uzmanlığa sahip olmamalarına rağmen, Suriyeli işçilerin sahip olduğu geniş deneyime rağmen daha yüksek maaşlar aldığını” belirtti. Türk işçileri sosyal güvenlik (sigorta) alırken, Suriyeli işçiler bu haktan mahrumdur. Çalışma saatleri açısından ayrım yapılmasa da, baskı ve odaklanma genellikle Suriyeli işçiler üzerindedir. Bir telefon çağrısına yanıt vermek için çalışmayı bırakmaları halinde eleştirilirken, bu durum Türk işçiler için geçerli değildir.
Türklerin bazı bölümlerde, özellikle kimyasal maddelerle çalışmayı gerektiren işlerde ve “demir işçiliği” gibi Suriyelilerin %100 oranında çalıştığı işlerde, çalışmaktan kaçındığı belirtilmiştir.
Ekonomist Firas Şaabo, Türk fabrika sahiplerinin Suriyeli işçileri tercih etmelerinin nedenlerini şu şekilde sıraladı: Suriyeli işçilerin çeşitli alanlarda deneyime sahip olmaları ve genellikle yerel iş gücünden daha düşük maliyetlerle çalışmaları. Ayrıca, Suriyeli işçilerin hakları ve sosyal güvence olmadan çalışmaları, onlara kötü çalışma koşullarında istismar edilmeye açık olmaları anlamına gelmektedir.
Şaabo, Suriyeli işçilerin hızlı öğrenen ve yaratıcı olmaları sayesinde çalıştıkları sektörlere büyük değer kattıklarını belirtti. Ayrıca birçok Suriyeli işçinin küçük atölyelerde ve dükkanlarda işveren konumuna geçmeleri, uyum sağlama ve yenilik yapma yeteneklerini yansıtmaktadır.
Sanayi danışmanı Said Nahhas’a göre, bazı Türk fabrika sahipleri, bir Suriyeli işçinin çalışma disiplini ve işine olan bağlılığı nedeniyle birkaç Türk işçinin verdiği emeği karşıladığını belirtmiştir. Suriyeli işçilerin gece boyunca çalışmaya istekli olmaları ve işlerini tamamlamaları bu özelliklerin başında gelmektedir.
Büyük etki
Said Nahhas, Suriyeli işçilerin Türkiye’deki büyük etkisinin açıkça görüldüğünü vurguladı. Suriyelilerin Türkiye dışına göç etmesi veya sınır dışı edilme ya da takip korkusuyla evlerinde kalmaları, bazı endüstrilerde büyük bir boşluk yarattı ve bu boşluğun nasıl doldurulacağı henüz bilinmiyor.
Bu etkinin yalnızca iş gücüyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda Arap yatırımcıların ve tüccarların Türkiye’ye gelmekten kaçınmalarına da yol açtığını belirtti. Bu durum, çoğu müşterisi Arap olan birçok işin ve atölyenin durmasına neden oldu.
Suriyeli işçilerin fabrikalardaki önemini ve büyük etkisini göz önünde bulunduran bazı Türk fabrika sahipleri, Suriyelilerin koşullarına uyum sağlamak için çalışma sistemlerinde değişiklikler yaptı. Örneğin, İzmir’deki sanayi bölgesindeki bazı fabrikalar, çalışma saatlerini tamamen değiştirerek akşam beşten sabah altıya kadar devam eden bir sisteme geçtiler.
Bazı Türk atölyeleri ve fabrikaları, işçilerin günlük gidip gelmelerine gerek kalmadan, atölyelerde konaklamalarını sağlayacak barınma yerleri buldu. Bu önlemler, birçok işçinin İstanbul’da ya da çalıştıkları bölgede ikamet izinlerine sahip olmamaları nedeniyle tutuklanma ve sınır dışı edilme korkusuyla alındı.
Şaabo, Suriyeli işçilerin eksikliğinin bazı mesleklerde etkili olacağını, özellikle tarım, süt çiftlikleri ve süt üretiminde sıkıntılar yaşanacağını belirtti. Ancak bu sorunun geçici olacağını, çünkü yerlerini alacak alternatif iş gücünün (Afganlar, Türkmenler hatta Afrikalılar gibi) bulunacağını ekledi.
Yeni iş gücünün Suriyeli işçilerin verimliliği ve etkinliğiyle kıyaslanamayabileceğini belirten Şaabo, bunun geçici bir üretim yavaşlamasına yol açabileceğini söyledi. Ancak Türk hükümetinin güçlü bir ekonomik yapıya sahip olduğunu ve G20 ülkeleri arasında yer aldığını belirterek, Türkiye’nin bu değişikliklere uyum sağlama ve iş gücü pazarını zamanla yeniden yapılandırma yeteneğini vurguladı.
Son Kayseri saldırıları, Suriyeli işçilerin Türkiye’deki hayati önemini açıkça gösterdi.
Suriyelilerin karşılaştığı büyük zorluklara rağmen, ekonomik ve sosyal katkıları birçok hayati sektörde vazgeçilmezdir. Artan baskı ve risklerle birlikte, bu iş gücünün değerini anlamak ve olumlu katkılarının devamını sağlamak için daha güvenli ve istikrarlı bir ortam sağlamaya yönelik çabaların artırılması gerekmektedir.
Kaynak: https://www.noonpost.com/229974/
https://10lar.com/suriyeli-is-gucu-turkiye-ekonomisi-icin-hayati-bir-gereklilik/
Kapat
Savaş yıllarında, Avrupa’nın ortasındaki bir mülteci kampında doğmuş bir tarihçiden beklenen savaştan kaçmış mülteci Suriyeliler ya da ...
13 Ağustos - Bregenz’deki bir mülteci kampından, mülteci düşmanlığına bir tarihçi – Yıldıray Oğur (Karar) Devamı13 Ağustos - Bregenz’deki bir mülteci kampından, mülteci düşmanlığına bir tarihçi – Yıldıray Oğur (Karar)
Savaş yıllarında, Avrupa’nın ortasındaki bir mülteci kampında doğmuş bir tarihçiden beklenen savaştan kaçmış mülteci Suriyeliler ya da 70 yıldır mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerle herkesten çok empati kurmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanlar ve Sovyetler arasında el değiştiren Kırım, 1921’de katıldığı Sovyetlerde önce Lenin, ardından Stalin dönemlerinde baskı, sürgün dolu 20 yıl geçirdi.
Haziran 1941’de Alman orduları Sovyet topraklarına girdi ve Ekim ayında da Kırım’ı işgal ettiler.
Bu Bolşeviklerle yıldızı barışmayan milliyetçi Ukraynalılar, Slovenler, Ermeniler, Baltık halkları, Kafkas halkları, Türki milletler ve Kırım Tatarları hatta anti-Komünist Ruslar için bir fırsattı.
Naziler de bu fırsatı bu milletlerden Doğu Lejyonları kurarak kullandılar. Kızılordu’ya karşı 1 milyona yakın bir askeri güç oluşturmuş oldular.
1941-44 arasında Kırım’ı yöneten Naziler, Tatarlara cami açma, gazete çıkarma gibi haklar verdi. Kızılordu saflarında da savaşan Tatarlardan da Mavi Alay, Selbstschutz denen Nefsi Müdafaa Taburları, avcı birlikleri oluşturdular.
Binlerce Tatar da “Ostarbeiter” denen “Doğulu İşçiler” olarak savaş döneminde Avrupa’ya götürülerek işçi olarak çalıştırılmıştı.
1943’de Kızılordu güçleri Kırım’a doğru yaklaşmaya başlayınca, Naziler birlikler çekilmeye başladı, onlarla birlikte Doğu Lejyonları’ndaki diğer eski Sovyet kökenli askerlerle birlikte on binden fazla Kırımlı Tatar asker de aileleriyle birlikte Bolşeviklerin eline düşmemek için Nazi ordularıyla Avrupa doğru göç etti.
Vatansız kalan Tatarlar, Nazilerin elindeki Almanya, Avusturya, İsviçre’deki mülteci kamplarına yerleştirildiler.
Berlin’deki Nazi yanlısı Türk Tatar Komitesi, muhacirlerin Alman kamplarına yerleşmesini organize etti.
10 Nisan 1944’te Kızılordu birlikleri Kırım’a girdi.
Ve 18 Mayıs 1944’de 250 bin Kırımlı, Sovyet rejimi tarafından Nazi işbirlikçisi olarak zorunlu göçle trenlere doldurulup Orta Asya ve Sibirya’ya doğru tehcir edildi.
Savaş sırasında Naziler tarafından Doğulu İşçi (Ostarbeiter) olarak Kırım’dan götürülen, savaş esnasında Nazilerle birlikte Kırım’ı terk eden Kırım Tatarlar, Kızılordu ve müttefikler ilerledikçe Batı’ya ve Almanya’ya doğru farklı kamplara yerleştirildiler.
Önce Graz’a, sonra İnnsbuck’a, ardından eski bir Nazi gençlik kampı olan Landeck’e, en son da Bregenz şehrinde bağlı Alberschwende’deki Nazi mülteci kamplarında kaldılar.
Kamplara yerleştirilenlerden biri de Şefika Hanım ve ailesiydi:
“1918'de Kırım'da Kemençi köyünde doğdum. İç savaş başlamıştı, Kızıllar geliyor denilirdi o zamanlar. Bir gece babamı alıp götürdüler, babam 4 ay Simferepol'da hapiste kaldı. Devrimden önce babam toprak sahibiydi, topraklarını ellerinden aldılar. 1941'de savaş başladı. Stalingrad'da yeraltında yaşamaya başladık. Polisler bize "S biçiminde çukur kazacaksınız" diyorlardı. Çukurların üzerine kalaslar, onların üzerine de toprak taş koyuyorduk. O çukurun içinde çömelerek üç ay yaşadık. Sonra Almanlar kente girince bizi esir kampına götürdüler. Beni de esir kampına götürdüler fakat 5 gün sonra bıraktılar. Yiyecek bir şey de yok. Günde üç tane pideyle Stalingrad'dan çıktık 300 km yaya yürüdük. Günde tahminen 20-30 km yürüyorduk. Dışarıda yatıyorduk. Ekim ayı orası çok soğuk oluyordu. İki ağabeyimin ortasında yatıyordum. Ukrayna'ya geldiğimizde pasaportum olmayınca beni Yahudi diye kurşuna dizeceklerini sandım. Milliyetim yazmıyor ki. Yanımda yalnızca diplomam var. Diplomamın üzerinde de Kırimski Tatar diye bir şey yazıyor. O trenle bizi tekrar Kırım'a gönderdiler, Rusça öğretmenlik yapmaya başladım, o zamanlar bir Tatar kızının Rusça öğretmesine kimse alışık değil diye adım Şefika değil, Alexandra Seyineva dedim. Pek iyi olmasak da yaşıyorduk. Ev de bedavaydı. Sonra kurşuna dizilen Yahudilerden kalanları masa, sandalye bedava veriyorlardı. 4 tane sandalye bir tane masa almıştık bedava. Sonra dediler ki, Ruslar hücum etmeye başladılar, yaklaştılar. Göç etmek isteyenler belediyeye yazı yazsın dediler. Biz de belediyeye yazıldık. Ruslar Almanlarla işbirliği yaptılar diye Kırımlılar'ı sürmeye başlamış, biz o sürgünden evvel trene binmeyi başardık. Bizi önce Polonya'ya Nazilerin gönderme kampı dedikleri yere, daha sonraları da trenlerle Avusturya'nın Graz kentine götürdüler. Ruslar yaklaşınca o kamptan bizi çıkardılar. Önce İnnsbruck diye bir yere geldik. Sonra Landeck'e. Landeck eskiden Hitler Yurgen kampıymış. Alwerşivende'de Kemal ile tanıştım. Kemal yol yapımında çalışıyordu. Otururken müracaat ettik okul açtık. Kemal tarih dersleri ben de İngilizce dersleri veriyordum. Kamp kötü bir şey değildi. Arada sırada yerleri süpürtüyorlar ama kadınlara pek dokunmuyorlar. Savaş zamanında karışıktı. Alwerşivende'de iki sene kaldık.”
Şefika Hanım’ın kampta tanıştığı Kemal Bey, Kırım’ın Ortay şehrindendi.
Kampa nasıl geldiği hiç anlatmadığı için bilinmiyor.
Nazilerle savaşan Doğu Lejyonları içinde miydi, yoksa Nazi işgali sırasında Avrupa’ya getirilen işçilerden biri miydi?
Bilinen Bregenz şehrine bağlı Alberschwende’deki kampta Kemal bey ve Şefika Hanım’ın tanışıp evlendiği.
Sonra Naziler yenildi, kampın kontrolü Müttefiklere geçti. Müttefikler kampı “vatansız kişiler” (DP) kampına çevirdiler.
Şefika Hanım ve Kemal Bey’in 1947’de Bregenz’deki mülteciler kampında bir oğulları oldu.
Bir yıl sonra kampta yaşayan Tatarlara Kırım’a dönme hakkı verildi. Ama Şefika Hanım ve Kemal Bey, Kırım’a dönmek istemediler:
“Herkesin geri dönme hakkı vardı ama biz Kırım'a dönmeye korktuk. Rusların bir atasözü vardır. 'Atlar koşuyordu. Atların peşinde dedikodu koşuyordu' diye. Dedikodu atlardan daha evvel gidiyordu. Biz Kırımlıların sürüldüğü haberini almıştık. Kırım'da yaşayanlar Türkiye demezler. Ak toprak derler. Müslümanların en iyi yeridir Türkiye. Neredeyse ilahi bir yer bizim için.”
Türkiye’ye geldiler.
Ve Ortaylı soyadını aldılar.
Bregenz’de mülteci kampında doğan oğulları da Türkiye’nin en tanınan tarihçilerinden biri oldu; İlber Ortaylı.
Savaş yıllarında, Avrupa’nın ortasındaki bir mülteci kampında doğmuş bir tarihçiden beklenen savaştan kaçmış mülteci Suriyeliler ya da 70 yıldır mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerle herkesten çok empati kurmasıdır.
Ama devrin rüzgârları başka türlü esiyor.
Yakın zamanlara kadar Türkçe Olimpiyatları’nın, cemaat organizasyonlarının gözde tarihçisi şimdi milliyetçilerin, Atatürkçülerin, Türkçülerin gözde tarihçisi.
Tarihin ilgili sayfalarını kıvırıp, kâğıttan uçaklar yaparak onları eğlendirmekle meşgul.
Herkesi cehaletle suçlarken İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin toprak satmasına bağlayan bir Facebook, Whatsapp grubu cehaletine imza atması muhtemelen cehaletten değil.
Yoksa 1948 yılında İsrail devleti kurulmadan hemen önce Filistin topraklarının yüzde 94’ünün Filistinlilere sadece yüzde 6’sının Yahudilere ait olduğunu, 1918-49 arası yüzde 6’ya çıkan toprak oranının İngiliz mandasının hazine arsası tahsisleri ve Lübnan ve Suriye’deki toprak ağalarının satışlarından ibaret, sonucu değiştirmeyen bir oran olduğunu herhalde biliyor olmalı.
Zaten yayınevi editörlerinin ağzından düşen yarım cümleleri toparlayarak yazdığı kitaplarından birinde bu konulara girmese de 12 yıl önce NTV’de 1,5 saat Filistin anlatırken hikâyeyi hiç de böyle anlatmamıştı.
https://www.youtube.com/watch?v=zGRjXRAahNw&t=905s
Her konuda uzman, elinde olsa depremi bile bir sosyal tasfiye için kullanabilecek kadar empati yoksunu bir elitizmle malul deprem profesörü ile birlikte Filistin’de insanlar ölürken, bir grup ergen milliyetçinin Arap düşmanlığı duygularını okşayarak, alkışlarını almak uğruna yapılmayacak bir cehalet bu.
Ama zaten tarih biraz da böyle, zamana göre değişen bir şey. Daha doğrusu işini bilen tarihçiler zamanın ruhuna göre hikâyelerini değiştiriyorlar.
Ne de olsa hikâye dinlemeyi çok seven bir topluma konuştuklarını iyi biliyorlar.
Ve hikâyenin başını kimsenin hatırlamadığını da…
KapatFilistin halkı için “kendi topraklarında mülteci olarak yaşayan halk” dense yeridir.
Dünya üzerinde 14 milyon ...
11 Ağustos - Mülteci savaşçılar meselesi - Ercüment Akdeniz (İlke TV) Devamı11 Ağustos - Mülteci savaşçılar meselesi - Ercüment Akdeniz (İlke TV)
Filistin halkı için “kendi topraklarında mülteci olarak yaşayan halk” dense yeridir.
Dünya üzerinde 14 milyon 630 bin Filistinli yaşıyor. Bu nüfusun yüzde 44,8’i Arap ülkelerinde, yüzde 22,5’i Batı Şeria’da, yüzde 15,4’ü Gazze’de görünüyor. Gazze işgal altında tarumar edilince durum değişti ve mülteci sayısı büyük artış gösterdi. Bir de İsrail’de yaşayan Filistinliler var. Onların toplam Filistinli nüfus içindeki oranı ise yüzde 12. Geriye kalan yüzde 5,30’luk nüfus diğer ülkelere dağılmış durumda.
Bugün 5 milyon 900 bin Filistinli mülteci Birleşmiş Millet (BM) bünyesinde ve UNRWA’nın yardımlarına bağlı yaşıyor. UNRWA’nın 58 kampında 1,5 milyon Filistinli yaşıyor. Yaklaşık 2,2 milyon kişinin yaşadığı Gazze’de 1,7 milyon kişi yerinden edildi ve mülteci durumuna düştü. Gazze’de UNRWA’nın 8 mülteci kampı bulunuyor. İşgalden bu yana İsrail ordusu Gazze’deki mülteci kamplarını defalarca vurdu! BM’nin buna karşı herhangi bir yaptırımı olmadı.
Mülteci kampları neden vuruluyor?
İsrail yönetimi bu fütursuzluğa gerekçe olarak Filistinli silahlı grupları ve mülteci savaşçıları gösteriyor. Nitekim İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir twitter paylaşımında şöyle demişti: “Hamas elindeki rehineleri serbest bırakmadığı sürece Gazze’ye girmesi gereken tek şey, bir gram insani yardım değil, Hava Kuvvetleri’nden yüzlerce ton patlayıcıdır”. Peki, kimin üzerine yağdırıldı bu bombalar? Sivillerin ve mültecilerin üzerine. Resmi verilere göre Gazze’de ölenlerin sayısı 40 bin civarında. Daha fazla ölüm olduğu kesin.
Filistinli siviller ve mülteciler bir de açlıktan, salgından, hastalıktan kırılıyor. Yaşlı, kadın, engelli ve çocuklar için zulüm altında bir yaşam bu. Barbarlığın gerekçesi ise hep aynı nakarat: “Mevcut küresel gerçeklikte bir savaşı yönetemeyiz. Rehinelerimiz geri dönene kadar, haklı ve ahlaki olsa bile, kimse 2 milyon sivilin açlıktan ölmesine izin vermez” (!) Kim yaptı bu açıklamayı? İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich. Onun kastettiği “küresel gerçeklik” BM vd kurumlardan gelen yardımların kesilmesi ve daha çok insanın kırılması. Hedef silahlı gruplar olduğu için, “onların yuvalandığı” sivil toplumun ve hatta mülteci kamplarının açlığa, sürgüne mahkûm edilmesi gerek! Özel savaş konsepti böyle işliyor. Oysa asıl amaç sadece silahlı grupları berhava etmek değil, bölgeyi insansızlaştırmak.
Hem kurban/fail hem politik
Peki, işgal ve zulüm atındaki topraklarda Filistinli mülteciler ile mülteci savaşçıları birbirinden ayırarak tartışmak ne kadar doğru? Tam da burada “Göç ve Mobilizasyon” üzerine çalışmalarıyla bilinen Siyaset Bilimci Aristide Zorlberg’e kulak vermek gerek.
Zolberg, mülteci savaşçılar kavramını “içinde bulunduğumuz çağa özel bir sorun” olarak tanımlar. Ona göre; “silahlı gruplarla birlikte politik bir amaç için yapılan savaşa angaje mülteci savaşçılar, mülteci olmalarına neden olan zulmün hem faili hem kurbanı”dırlar. Kurbanlar ve failler direndikleri ölçüde ise politiktirler. Savaşçı ile sivil mülteci arasında oldukça girift bir ilişki olduğunu da not düşelim.
Zolberg’e yakın bir perspektifi referans alan Arzu Yılmaz, Irak’ta bulunan Kürt mülteci kamplarında saha araştırmaları yaparak çalışmasını kitaplaştırmıştı. İletişim Yayınlarınca basılan kitap “Atruş’tan Maxmur’a Kürt Mülteciler ve Kimliğin Yeniden İnşası” adını taşıyor. Yılmaz, Ortadoğulu, Kürt, Filistinli ve Afrika toplumlarından mülteci deneyimlerine atıf yaparak, “Mülteci, ulus devleti var olanlar için başarısız; uluslararası sistem açısından bir tehdit olarak algılanır” tespitinde bulunur. Zira modern çağın fenomeni olarak mülteciler, insanı sadece “vatandaş” özneden ibaret sayan sistem tarafından yok hükmünde bir pozisyona itilirler. Üstüne üstelik mülteciler var oluş şeklinde değil, sistem içine yeniden dâhil oluncaya kadar sığınılan geçici bir pozisyonda tutulurlar! Dolayısıyla kurulu düzen mültecilere politik hak, itiraz ya da eylem alanı tanımaz. BM de son derece pragmatist olan bu egemen bakış açısından hareket ederek mülteci savaşçılar sorununu hep görmezden gelir. Mülteci savaşçıları gerekçe göstererek sivil mülteciler üzerindeki “koruyucu” şemsiyesini kaldırmaktan da geri durmaz.
Tarihsel arkaplan
Bu yazının konusu Hamas çizgisini tartışmak değil. Zira bugün Filistin halkının ve mültecilerin tamamı Hamas çizgisiyle aynı görüşte değil. Fakat tarihsel bir gerçeği de atlamamak lazım. Çünkü ezilen bir ulus ya da kendi yurdunda mülteci bir halk olarak Filistinliler, mültecilik ile mülteci savaşçılar bağlamında zulüm altında hep inletildiler. Politik var oluş ve direniş geleneği de bu bağlam üzerinde tarihsel bir öyküye sahip. Öyle ki Yaser Arafat liderliğindeki El Fetih günlerinden intifada direnişlerine kadar Filistinli mülteciler 7’sinden 70’ine hep direniş hareketlerinin öznesi oldular. Zulmün kurbanları olan mülteciler ve mülteci kampları intifadanın dışında değil hep içinde yer aldılar.
Var oluş hakkı
İsrail ordusu ve arkasındaki devletler için Filistinli mülteciler ile mülteci savaşçılar aynı şey, aynı hedef. 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi dahi onlar için yok hükmünde. Oysa mülteciler ile mülteci savaşçılar Filistin topraklarında aynı kamplarda ya da aynı mahallelerde birlikte yaşıyor. Bu nedenle var oluşun ve özgürlüğün gereği olan politik inşa eylemi, sadece politik silahlı aktörler, partiler, gruplar ya da mülteci savaşçıların değil, tüm toplumsal sivil alanın ve onun ağırlıklı bir parçasını oluşturan sivil mültecilerin hakkı olmalı.
Ezilen bir ulusun, toprakları ve geleceği elinden alınmış bir halkın özgürlüğünü tanımak hem mülteci meselesini hem de mülteci savaşçılar sorununu ortadan kaldıracak yegâne çözüm olsa gerek.
***
Bu yazı yazılırken Gazze’den yine bir vahşet haberi geldi.
Yer Gazze’nin Daraj bölgesi. Filistinlilerin sığındığı El Tabin okulu füzelerle vuruldu, 100’den fazla insan (mülteci) hayatını kaybetti. Görüntüler korkunç.
Kimse bu insanlardan sadece kurban ya da fail olmalarını beklemesin.
https://ilketv.com.tr/multeci-savascilar-meselesi/
Kapat
Yabancı öğrenciler için Devlet Üniversitelerinin yıllık ücretleri aşırı fazla miktarlara ulaşıyor. Bir tanesinde Tıp fakültesine girebilmek ...
10 Ağustos - Devlet üniversiteleri Suriyeli öğrencilerden yüzbinlerce lira harç istiyor Devamı10 Ağustos - Devlet üniversiteleri Suriyeli öğrencilerden yüzbinlerce lira harç istiyor
Yabancı öğrenciler için Devlet Üniversitelerinin yıllık ücretleri aşırı fazla miktarlara ulaşıyor. Bir tanesinde Tıp fakültesine girebilmek için 500 bin lira, yani yarım milyon lira isteniyor. Özel değil Devlet. Bir öğrencinin ablası benimle iletişime geçti ve kardeşinin YÖS sınavında tam puan aldığını, 5 üniversitede Tıp kabulü aldığını ama aşırı fazla ücretler yüzünden kayıt olamadığını söyledi. Bu öğrencinin yaşadığını yaşayan bir sürü başarılı öğrenci var.
Yabancı öğrenciler için bu sorun gerçekten özellikle bu yıl çok büyük zorluk oldu. Aşırı fahiş yükseklikte rakamlar isteniyor.
https://x.com/ahmad___kanjo/status/1822321380760625216?s=46
Kapat“Ekmek almaya giderken kimliklerini evde unutan üç çocuk ve anneleri, Gaziantep'ten Suriye'ye sınır dışı edildi !”
Bu ...
10 Ağustos - Suriyeli üç çocuk ve anneleri Urfa’da kampta tutuluyorlar, serbest bırakılmaları gerekir Devamı10 Ağustos - Suriyeli üç çocuk ve anneleri Urfa’da kampta tutuluyorlar, serbest bırakılmaları gerekir
“Ekmek almaya giderken kimliklerini evde unutan üç çocuk ve anneleri, Gaziantep'ten Suriye'ye sınır dışı edildi !”
Bu haberi yaklaşık 1 ay önce paylaşmıştık. O gün aile Türkiye’ye geri getirildi. Fakat o günden beri Şanlıurfa’daki kamplarda, onların ifadesiyle “hapis gibi” kampta tutuluyorlar. Ve serbest bırakılmayı talep ediyorlar.
https://x.com/ahmad___kanjo/status/1822015177057038571?s=46
KapatSöyleşen: Mehmet İhsan ÖZDEMİR
9 Ağustos - Mülteci Düşmanlığı İktidar Getirmeyecek: Kanser Tek Bir Hücreyle Başlar – Bekir Berat Özipek (Tezkire)
Devamı
Söyleşen: Mehmet İhsan ÖZDEMİR[2] M(ehmet İhsan ÖZDEMİR): Milliyetçilik, aşırı/uç sağ ve ırkçılığı tanımlayan şey nedir, bu kavram ve örüntüler birbiriyle nasıl konuşurlar? B(ekir Berat ÖZİPEK): Milliyetçiliğin ayırıcı vasfı, “bizimkiler; iyi veya kötü”dür. Bir benlik tanımı, bir ruh hali ve onunla bağlantılı bir dünya görüşü ve ideoloji olarak milliyetçilik, “vatanı milleti sevmek”ten ibaret değildir. Onun esası, özü dünyaya “milliyet” perspektifinden bakmaktır. Milliyetin neyi içerdiği milliyetçiliğin türüne veya milliyetçinin “biz” algısına bağlı olarak farklılık arz edebilir. Sağ genel bir etikettir. Siyaset tayfındaki sağın kapsamında liberal, muhafazakâr ve diğer akımlar da yer alır. Milliyetçilik, genel olarak sağ siyaset içinde kabul edilse de sağa özgü olmayıp solda ve bu ikili ayrımın ötesinde sayabileceğimiz pek çok akımın içinde de mevcuttur. “Bizden olan ve olmayan” ayrımı liberal olanından şoven olanına tüm milliyetçiliklerde mevuttur. Milliyetçilik bu ayrımı, çoğu kez insanların elinde olmadan sahip oldukları veya onlara atfedilen soy, etnisite, dil kimlik özellikleriyle tanımlanan “biz” üzerinden yapar. Aşırı sağ ve ırkçılık bu ayrımın keskin ve hak ihlalleri üretecek bir politikaya dönüşmüş halidir. Irkçılığın da geniş ve dar tanımları vardır. Günümüzde ırkçılık, ırklar arasında biyolojik temelli bir hiyerarşi vehmetmeye ilişkin eski dar anlamından yeni ve daha geniş anlamlara, bir grubu gerçek veya algılanan kültürel farklılığı üzerinden hedef almaya kadar çeşitli görünümler alabilmektedir. Ötekine yaşattıkları ve ortaya çıkardığı sonuçlar farklı olsa da hepsinin ortak noktası, adil olmayan veya irrasyonel bir temelde insanları ayırmasıdır. M: Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin Türkiye’deki sağın uçlara evrilmesine ve ırkçılığın yükselişine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yönüyle Türkiye’de Avrupa’daki gibi bir aşırı sağın varlığından ve sahip olunan müşterek noktalardan bahsedilebilir mi? B: Dünyanın her tarafında örneğin mültecilere insanca davranmayı öncelikle ahlaki bir ödev olarak gören ve kendisini ya da duruşunu nasıl tanımlarsa tanımlasın insani hassasiyetlerle muamele eden ve dayanışma sergileyen insanlar vardır. Yine aynı şekilde, ahlakın altın kuralını ihlal ederek, göçmenlere karşı, kendisi o durumda olsaydı kendisine davranılmasını istemeyeceği şekilde davranan insanlar vardır. Bu bağlamda aşırı sağın ürettiği klişe ve kalıpların neredeyse aynı olması tesadüf değildir. Avrupa’da ve Türkiye’de ayrımcı ve ırkçı kesimlerin örgütlenme tarzları, dilleri, jargonları, dışlama kalıpları, siyasi tutumları, sosyal medyadaki manipülasyon ve propaganda biçimleri ile sokaktaki tutumları birbirine benzer. Ayrımcı zihniyet gibi kapsayıcı ve kuşatıcı zihniyet de dünyanın her yerinde benzer özellikler taşır. Dolayısıyla bu iki yaklaşımın, bu iki insanlık durumunun ve bu iki tutumun tezahür biçimleri çoğu kez aynı şekilde ortaya çıkar. Avrupa’da ve Türkiye’de aşırı sağcı ve ırkçı tutumların diğer benzer bir yönüyle kendiliğinden, diğer yönüyle de sistem içinde etkili bazı odaklar tarafından üretilen bir olumsuzluğu temsil ediyor olduklarının düşünülmesi; öyle değerlendirilmesi. Avrupa’da örneğin Almanya’da aşırı sağın sistem içinde, orduda ve polis teşkilatında henüz teşhis ve tasfiye edildiğini söylemenin rahatlıkla mümkün olmadığı uzantıları var. Hanau Katliamı bunu önemli ölçüde görünür hale getirdi. Ancak Almanya medyasında da yer alan bir tespitte olduğu gibi “kazmayı yeterince derine” vuramadılar. Almanya’daki aşırı sağcı ve ırkçı siyasi örgütlenmenin ve onların siyasi partilerinin ne kadarının içeriden ve kendiliğinden ne kadarının Atlantik ötesi ABD ve NATO kaynaklı olduğu tartışılabilir. Muhtemelen diğer ülkelerde de öyle. Avrupa’da ve Türkiye’de farklı olanı ifade eden iki hususun daha altını çizmek gerek: Birincisi, Avrupa’da aşırı sağın sergilediği tutumun aynısını, Türkiye’de merkez sol ve onun etki alanındaki ayrımcı, ırkçı siyasi oluşumlar sergilemekte. Daha açık ifade etmek gerekirse, sığınmacıları ve göçmenleri nefret dilinin hedefi haline getiren, devletin mültecilere yönelik insani tavrına yönelik en şiddetli, sistematik ve uzun soluklu ötekileştirmeyi ve buna bağlı olarak dezenformasyonu gerçekleştiren propaganda merkez sol olarak görülen CHP’den gelmiştir. Bu parti, Zafer Partisi’nden çok daha önce, göçün başlangıcından itibaren istikrarlı bir şekilde toplumu göçmenlere karşı kışkırtan, Suriyelileri hedef gösteren ve onlara yönelik nefret suçları için zengin bir malzeme birikimini sağlayan bir işlev görmüştür. Buna bağlı olarak ikinci farklılık, Avrupa’da ırkçı ve ayrımcı siyaset, aşırı sağ üzerinden milliyetçi sağa, merkez sağa ve ardından da sola sirayet ederken, Türkiye’de esas olarak soldan sağa doğru bir yolculuk yapmıştır. Bugün her partinin tabanında az çok bu yaklaşımları görmek mümkündür. Ancak en fazla göçmen karşıtlarının kendi partisinde olduğunu sıkılmadan yazan, adeta gururla söyleyerek bunu kendi web sitesine koyan parti CHP’dir. M: Malum olduğu üzere Anadolu, tarih boyunca bir geçiş güzergahı olması hasebiyle farklı etnik ve kültürlerin bir potada yoğrulduğu bir coğrafya. Buna karşın Suriyeli ve Afgan göçlerinden sonra yabancılara dönük ırkçılıkla ilgili büyüyen bir sorun mu var, yoksa medya bireysel vakaları şişirme eğiliminde mi? B: Aynı anda ikisi de söz konusu. Yıllar içinde büyüyen bir sorun var hiç kuşkusuz. Ancak bu sorun sadece medyanın bireysel vakaları şişirme eğiliminden kaynaklanmıyor. Elbette ırkçı, ayrımcı ve dışlayıcı tutumlar esas olarak sosyal medyada ortaya çıkıyor ve oradan bütün bir toplumu enfekte edici biçimde yayılıyor. Twitter, Facebook ve Instagram gibi sosyal mecralar adeta ayrımcı ve ırkçı yaklaşımların üretip yayıldığı bataklık türünden bir işlev görüyor. Bunun ne kadarının yanlış ve yalan haberlerin yayılma hızının doğru haberden daha fazla olmasıyla, ne kadarının bu mecraların söz konusu yaklaşımları bir şekilde bilinçli olarak köpürtmesiyle ve desteklemesiyle açıklanacağı tartışılır. Ama en fazla yayıldıkları alanın ya da orada üreyip topluma en fazla sirayet ettikleri alanın sosyal medya olduğu söylenebilir. Bu anlamda yaygın ama derin olmayan bir etkiden söz ediyoruz. Göçmen karşılığı bugün sokakta mikrofonu kendisine çevirdiğinizde sıkça duyabileceğiniz bir kalıp yargıyı ifade ediyor. Ancak bunun bütün bir toplumu teslim aldığını söylemek de doğru olmaz. Unutmayalım ki son seçimler esas olarak Suriyelileri ve Afganistanları ülkeden göndereceğini vaat eden CHP odaklı İYİ Parti, HDP, Saadet, Gelecek ve DEVA partilerini de içine alan Millet İttifakı tarafından bir seçim malzemesi olarak hoyratça kullanıldı. Ancak oylama sonuçları, bu propagandanın insanların oy davranışında temel bir belirleyici olmadığını gösterdi. Daha iyimser bir değerlendirme ile bakacak olursak, toplumdaki yüzeysel mülteci karşıtlığına rağmen toplum o insanların hangi şartlarda burada bulunduklarının içsel bir biçimde farkında olduğundan veya başka bir sebeple bu konudaki zalimane tutumu desteklememeyi tercih etti. M: Türkiye’de siyasal alanda görünür olan Suriyeli ve filizlenen Arap düşmanlığının Doğuya ve Araplara karşıtlık temelinde konumlanan resmî ideolojiden esinlendiğini söylemek mümkün müdür? Sizin 2021’de Liberal Düşünce Topluluğu ile yaptığınız bir söyleşide buna yakın ifadeler kullandığınızı hatırlıyorum. Bu bağlamda Türkiye’de, tarihi-kültürel faktörlerin ve resmî ideolojinin aşırı sağı ve ırkçılığı körüklediği söylenebilir mi? B: Türkiye’de cumhuriyet sonrası yeni düzen, kendisini ve meşruluğunu esas olarak eskinin olumsuzluğu üzerine temellendirdiğinden ve anakronik bir pozitivist yaklaşımı kendi modernleşme tarzının temel unsuru haline getirdiğinden, geçmişe, Osmanlı’ya, Doğu’ya (Araplar, Farslar) ve İslam kültüründe ait felsefi, sosyal, dini kurumsal yapılar ve ekoller bu ötekileştirmeden payını aldı. Türkiye’de milli eğitimin tek tipçi tedrisatından geçen çalışkan bir öğrencinin kendisinden terk etmesi beklenen bir geçmişe ait görülen kültürel ögelere olumlu bakması kolay değildi. İşte bu yüzden de derslerine günü gününe çalışan öğrenci Suriyeli Arap ya da Afganistanlı gördüğünde sadece küçücük bir dezenformasyon dokunuşu yeterli olabiliyor. O göçmene baktığında, geride bırakmaya, içinden çıkarıp atmaya, kaçıp kurtulmaya çalıştığı bir geçmişi, bir olumsuzluğu, bir geriliği gördüğünü sanıyor. Bir tür öz nefret (self-hatred) de devreye girebiliyor kimi zaman. Sığınmacı bireyler ona kendisinin de içinde yer aldığı bütün bir coğrafyayı ve ona atfedilen oryantalist kalıp yargıları çağrıştırıyor. Dindar muhafazakâr sağ kesimlerden bireyler her şeye rağmen bu resmî ideolojiye, resmi tarihe ve onun klişelerine mesafeli yaklaştıklarından ya da güvensizlik taşıdıklarından dolayı bu girdaba kolay kapılmayabiliyorlar. Geçmişi bütünüyle olumsuzlamayan, tam tersine süreklilik arz eden bir tarihi ve kültürel hafızaya sahip olduklarından dolayı ayrımcı, ırkçı ve Arap düşmanı dezenformasyona karşı daha şerbetli olabiliyorlar. İslam kültürü ile bağları ve dini inanç ve Hac gibi ritüelleri, onları, Arapları zihinlerinde öteki olarak resmettirmeye çalışan resmî ideolojiye ve sosyal medya dezenformasyonuna karşı daha bağışık kılıyor. Dini değerlerden etkilendikleri ölçüde, kendisini milliyetçi olarak adlandıranlar için bile bu olumsuzluğun seküler milliyetçi, Kemalist ve ulusalcı kesimlerle kıyaslandığında daha az tahrip edici olduğu da söylenebilir. Bu sebepledir ki CHP ile kıyaslandığında Milliyetçi Hareket Partisi Suriyeliler, Araplar ve Afganistanlar konusunda onlar kadar ayrımcı ırkçı ve mültecileri hedef gösterici bir ahlaki düzeye inmedi. Sadece iktidar ortağı olduğu için, şimdiki zamanda değil, muhalefetteyken de hiçbir zaman bu konuda CHP kadar ayrımcı olmadı. MHP ile kıyaslandığında İyi Parti ise daha seküler milliyetçi ve dışlayıcı söylemleriyle CHP’ye yaklaşan bir yerde durdu ve duruyor. M: Cas Mudde bir röportajında Batı’da aşırı sağın yükselişinin toplumdaki kültürel ve ekonomik kaygıların mahir siyasetçiler tarafından köpürtülmesiyle yakından ilintili olduğuna işaret ediyor. Bundan hareketle son yıllarda Türkiye’de yaşanan ekonomik daralma ile ırkçılığın yükselmesi arasında bir korelasyon var mıdır sizce? B: Türkiye’de ekonomik daralma ile ırkçılığın yükselişi arasında doğrudan bir bağlantı kurmak doğru olmaz. Öncelikle Suriyeli sığınmacıların gelişiyle Türkiye’nin iktisadi bakımdan durumunun olumsuzlaşması çakışsaydı, yani eşzamanlı olsaydı, bu argüman bir ölçüde anlamlı olabilirdi (Ama o durumda bile biri diğerinin sebebidir denemezdi; çünkü iki olgunun eşzamanlı olması veya birbirini izlemesi, aralarında zorunlu bir ilişki olduğu anlamına gelmez). Ancak Türkiye’de Suriyelilerin gelişi ile ekonomik durumun kötüleşmesi arasında yaklaşık beş yıl var. Bununla birlikte bu konudaki propagandanın, ekonomiye ve mültecilere dair doğru bilgilerin devlet tarafından ısrarlı bir şekilde verilmediği bir ortamda bir ölçüde etkili olduğu düşünülebilir. Öte yandan sessiz istila veya “demografimizi bozacaklar” gibi propagandaların, toplumun bazı kesimlerini etkilediği söylenebilir. Ekonomi konusunda da iki farklı algının kamusal düzeyde varlığını hissettirdiği görülüyor. Birincisi mülteci karşıtı propagandanın etkisiyle “geliyorlar işimizi çalıyorlar” türünden bir yaklaşımın ürünü olan negatif algı. İkincisi ise üretimin içinde sanayide farklı sektörlerde çalışanların, küçük ve orta boy işletmelerin sahiplerinin, mevcut ekonomik koşullarda mülteci emeğine daha fazla ihtiyaç duyan girişimcilerin, tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçi ve köylülerin mültecilerden yana pozitif algısı. Eğer bu ikinci algı kendisini kamusal olarak da duyurabilir hale gelecek olursa, Türkiye’nin özellikle göçmen emeğine ihtiyacı, onlarla beraber gelen teknik bilgi ve hüner ile elde tutulması için yeterince gayret sarf edilmeyen ciddi miktardaki sermaye ile ilgili gerçekler doğru ve etkili biçimde anlatılacak olursa, bu konudaki dezenformasyon önemli ölçüde etkisini kaybedeceği söylenebilir. M: Son seçimlerde milliyetçi partilerin oy oranlarını arttırdığına şahit olduk. Özellikle mülteci-göçmen karşıtlığı temelinde varlık kazanan partilerin ittifaklara dahil olarak pazarlık imkânı yakalamasının göçmen-yabancı karşıtı söylemlerinin normalleşmesine imkan tanıdığı kanısındayım. Bu partilerin yanı sıra geniş bir tabana sahip olan ana muhalefet partisi ve diğer muhalif partilerin göçmenlere, yabancılara ve Arap-yabancı yatırımına ilişkin söylem ve politikalarının ırkçılığın yükselmesi üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? B: Mülteci-göçmen karşıtlığı yapan partilerin ittifaklara dahil olarak pazarlık imkânı yakalamasının göçmen-yabancı karşıtı söylemlerinin normalleşmesine imkân tanıdığı tespitinizi ben de paylaşıyorum. Bu durum ırkçı parti ve siyasetçilerin kendi başarılarından ziyade, ilkeli bir siyaset izlemek yerine tehcirci bir liderin masasına oturup bir daha kalkamayan DEVA ve Gelecek gibi partilerin demokratik bir üçüncü alternatif oluşturmak yerine “C” şıkkı olmayı onlara altın tepside sunmaları sayesinde mümkün olabildi. Onlar ırkçı oylarla beraber tepki oylarını da aldıklarından, ağırlıklarından daha büyük etki yapabildiler. M: Akademik literatür iktidar partisinin ensar-muhacir söyleminin Suriye göçünün özellikle ilk yıllarında toplumda karşılık bulduğuna işaret ediyor. Bununla birlikte benim yaptığım saha gözlemlerinde, iktidarın Türkiye’nin özellikle Suriyelilerin ekonomik yükünü üstlendiği yönündeki açıklamalarının hem Suriyeliler hem de ev sahibi toplum nezdinde tartışmaya yol açtığı anlaşılıyor. Bu bağlamda iktidarın göç hareketini ve göçmenler bağlamındaki dış politikasını ve “Suriyelilere biz bakıyoruz” söylemini ev sahibi toplumda ırkçılığı tetiklemesi çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz? B: İktidarın bu tür söylemleri başarılı bir göç yönetimi açısından ciddi bir handikap. Bu yönüyle, dezenformasyon için çaba sarf eden çevrelerin elini güçlendirmeye hizmet ediyor. Oysa mülteciler günün sonunda yük olmuyorlar, yük alıyorlar. Milli gelir pastası onlarla beraber büyüyor. Başarılı ekonometrik analiz ve çalışmalar, Suriyeliler için harcanan toplam para ile onlarla gelen ve onların katkısı ile büyüyen ekonominin kazandırdığı paraya dair anlamlı veriler ortaya koyuyor ve mültecilerin ekonomiye yük olmaktan çok can suyu olduklarını gösteriyor. M: Sizce Türkiye’de gözlemlenen ırkçılık eylemlerinin, ana hatlarıyla muhafazakâr olarak tanımlanan kesimi dışarda tutarak, sadece belirli partilerin tabanlarıyla veya milliyetçi-seküler kesimle ilişkilendirilmesi mümkün mü? B: Araplara ve Afganistanlılara yönelik ayrımcı ve ırkçı tepkileri, ağırlıklı olarak ya da esas olarak laik milliyetçi kesimlerle sol ve Kemalist gruplarla ilişkilendirmenin mümkün olduğu kanaatini ben de paylaşıyorum. Ancak onlardan ibaret değil. Zaman içinde sağın ve siyasi tayfın diğer birçok kesimini de etkisi altına alan bir rahatsızlıktan söz ediyoruz. Çeşitli derecelerde bununla enfekte olan başka kesimler de var. Bazen göçmenler diğer göçmenlere karşı yerli, otokton kesimlerden çok daha fazla veya onların sergilemedikleri bir ayrımcı tutumu da sergileyebiliyorlar. Bu bağlamda sadece Türk milliyetçiliği üzerinden değil Kürt, Çerkez, Balkan etnik kimlikleri ve milliyetçilikleri üzerinden de bu ayrımcı ve ırkçı yaklaşım ve tutumlarla birleşen bir olumsuzluktan da söz etmek gerek. Öte yandan ortak insanlık duygusu, dini duyarlılıklar veya bölgesel kader birliğine dair bilinç gibi ortak bağlar azaldıkça, dışarıdan gelene, komşusu bile olsa kucaklayıcı biçimde davranma, halden anlama gibi tutumlar da azalıyor. Örneğin dine mesafeli veya dini bakımdan başka bir Müslüman bireye herhangi bir yakınlık duymayan bir kişinin Suriyeliye bakışı, kendisini öncelikle Müslümanlar topluluğunun (ümmetin) bir parçası olarak görenden doğal olarak farklı oluyor. Harran Üniversitesinden Doç. Dr. Mahmut Kaya’nın çalışmaları, aynı Arap ve Kürt aşiretinden olup da 2011 sonrası Urfa’ya sığınmacı olarak gelenlerle ilgili olarak dindar kesimlerin akrabalık ve aşiret bağlarıyla bağlı olanlardan çok daha fazla dayanışma içinde olduklarını ve gayret sergilediklerini gösteriyor. Halep’ten gelmiş kişiyle herhangi bir ortak bağ veya duygudaşlık hissetmeyen kişi, sığınmacının Suriye’den hangi dehşet verici hadiseler yüzünden gelmiş olursa olsun, hikayesini dinlemek veya anlamaya çalışmak için çok da uğraşmıyor: Bu da son tahlilde onun yanında değil karşısında durmayı beraberinde getirebiliyor. Bunu yapan kişi, bazen bir yerli bazen de bir göçmen de olabiliyor; kendi ailesinin göç hikayesi kötü baktığı mültecininkiyle ne kadar benzer olursa olsun. Kısacası, etnik kimliğe dayalı “biz” algısı ve onun ürünü olan milliyetçilik, o birey belki de geçmişte çok benzer acılar yaşamış bir göçmen dahi olsa, onu halden bilmeye değil ayrımcılığa sevk edebiliyor. M: Türkiye’de milliyetçi siyasetin/seküler milliyetçiliğin siyasal hayatta var olma çabasının ve sosyal medya aracılığıyla siyasal söylemlerinin yaygınlık kazanmasının ırkçılık hareketini alevlendirmede bir role sahip olduğu düşünülebilir. Böylesi bir durumda siyasilerin ve bireylerin yabancı-mülteci karşıtı söylemlerine özgürlükçülük perspektifinden yaklaşmak mümkün müdür ve bu yöndeki sosyal medya kullanımına ilişkin tutum nasıl olmalıdır? B: Mülteci karşıtlığı ne kadar oy getiriyor ve ne kadar götürüyor, bunun derinlikli bir bilimsel analizinin yapıldığını kanaatinde değilim. Daha çok kamuoyu araştırmalarına yansıyan görüşler ve beyanlar üzerinden kestirme sonuçlara varılıyor. Bu yüzden de mülteci karşıtlığına dair sosyal medyadaki kötülük seline rağmen nasıl olup da bunun insanları oy vermeye ikna etmeye yetmediği anlaşılamıyor. Mülteci düşmanlığı iktidar getirmiyor ve getirmeyecek. Türkiye Siyasetinde çok az siyasetçinin fark ettiği bir gerçek bu. Çünkü nüfusunun %80’inden fazlasının göçle şekillendiği bir ülkede, bireylerin kamusal beyanları ne olursa olsun, insanlar göçmenlerin mültecilerin hangi koşullar altında buraya geldiklerini hissedebiliyorlar. Artık eskisi gibi dindar kesimlerini hedef göstermenin yüzde elli artı bire ulaşmayı mümkün kılmadığı bir ortamda, toplumun bir kesimindeki dindarlara ve Kürtlere yönelik ayrımcı ve ırkçı nefretin mültecilere kanalize edilmesi dolayısıyla görünür bir nefret var; ama bunun oy karşılığı eskiden de iktidar getirmiyordu; bugün de getirmiyor. Yani mülteciler olmasaydı da bu oyların siyasi adresi ya da adresleri belliydi. Diğer kesimlere sirayet eden haliyle mülteci düşmanlığının etki alanı bugün daha geniş ama iktidarı getirecek ölçüde değil. Dolayısıyla, soruya dönecek olursak, evet, siyasetçilerin mülteci karşıtlığına özgürlük perspektifinde yaklaşmaları pekâlâ mümkündür ve son seçim de bunun kanıtı olmuştur. Hatırlayacak olursanız siyasi partilerin neredeyse ağız birliği etmişçesine mülteci karşıtlığı içine girdikleri, hatta DEVA ve Gelecek partilerinin daha önceki insani söylemlerini terk ederek tehcir maddesine imza attıkları bir süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan, üstelik de seçimlere bir hafta kala, anketler çok net bir şekilde toplumun mülteci karşıtı olduğunu söylerken, “biz bu kardeşlerimizi katillere göndermeyeceğiz” şeklinde konuşarak insani bir duruş sergilemiş ve seçim öncesi muhtemelen tüm siyasi rakiplerinin irrasyonel veya akıldışı buldukları bir tutumu çok net bir şekilde üstüne almıştı. Seçimde insanlar elbette sadece tek başına mülteci meselesini oylamadılar; insanların oy davranışı birbiriyle bağlantılı onlarca yüzlerce faktörün bir bileşkesini oluşturuyor. Ama kamuoyu araştırmalarının mülteci karşıtlığını seçmenin Türkiye’nin sorunları arasında ilk sıralarda gördüğünü iddia ettiği bir ortamda bunun böyle olmadığı da belirginleşmiş oldu. Ayrıca toplum zor zamanda hangi siyasetçinin o meşhur meseldeki çocuğun anası gibi davrandığını hangisinin çocuğu feda etmeye hazır olduğunu görmüş oldu. Bu durum bugün de geçerli. Makul bir iletişim dileğiyle Türkiye’deki mültecilerin durumu, içinde bulundukları koşullar, onların neden ve hangi şartlarda buraya gelmek durumunda kaldıkları ve Türkiye’ye yaptıkları çok boyutlu katkı ortaya koyulacak olursa, bu konuda konuşmak ve insani bir tutum almak siyasetçiler için risk değil avantaja bile dönüşebilir. Bireylere gelince, onlar açısından ise böyle bir yumurta küfesi söz konusu değil. Onların tek yapmaları gereken sosyal medyada aşağılanmayı, kişilik haklarına saldırılmasını, ağır küfürlerle hakarete maruz kalmayı göze alarak hak temelli paylaşım yapabilmeleri. Bugün için böyle. Ama eğer ayrımcılık yasağı gereği gibi uygulanır ve Türkiye’de yapay zekayı kullanmaktan başka iletişim tekniklerine varıncaya kadar örgütlü bir şekilde bu işi yapan gruplar açığa çıkarılır, bu grupların odak isimleriyle devletler ve uluslararası bağlantılarla Suç teşkil eden ilişkiler ortaya çıkarılacak olursa ve insanların sosyal medyada kişilik hakları zedelenmeden bu konuda görüşlerini yazabilecek bir ortam oluşabilirse bireylerin de daha rahat paylaşımda bulunabilmelerinin yolunun açılması mümkün olabilecektir M: Yabancılara verilen vatandaşlık konusuna gelecek olursak, 2016’dan bu yana takip edilen vatandaşlığa kabul politikası cumhuriyetin vatandaşlığa kabul politikasından ayrışmış görünüyor. Takip edilen vatandaşlık politikası ve vatandaşlığa kabul ile ilgili görüşünüz nedir? Bu politikaların ırkçılık hareketini tetiklediğini düşünüyor musunuz? B: Türkiye’ye gelen Suriyeliler, Afganistanlılar ve diğer kökenlerden insanları yabancı gören yaklaşımdır bu topraklara asıl yabancı olan. Anadolu’nun kadim geleneği de Türkiye’nin çıkarları da bu dışlayıcı politikaya, vatandaşlığı yaşadığımız coğrafyanın insanlarından esirgeyici bir etnik milliyetçiliğin dar görüşlülüğüne izin vermiyor. Yapılması gereken, tıpkı dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, makul bir süre burada yaşayan ve vatandaşlık talep edenlere bu hakkı sağlayan kapsayıcı ve basiretli bir vizyon ve perspektifin egemen olması; vatandaşlığın erişilebilir hale getirilmesi. Bunun yanında, -ya da bunun için atılması gereken adımları hayata geçirmeye çalışırken- özellikle tarım, sanayi ve hizmet sektöründe ihtiyaç duyulan mülteci emeği için çalışma, ikamet ve seyahat özgürlüklerinin de zaman geçirmeksizin tanınması gerek. M: Zafer Partisi gibi partilerin ve ırkçılık eğiliminin Türkiye siyasetinde artan bir rol oynayacağını düşünüyor musunuz? B: Bu partiler halihazırda zaten yeterince yıkıcı bir etki yapıyor. Türkiye’nin uzun yıllar boyunca biriktirdiklerini berhava etmenin en etkili işlediği şekilde bir sabotajı gerçekleştiriyorlar. Geçen yıl sadece onların yaydığı sosyal medya dezenformasyonu ve onun ürünü olan saldırı ve linçler dolayısıyla 1 milyar dolarlık sermayenin Türkiye’den uzaklaştığı ifade edilmişti. Bu yaşananlara dair haberler dolayısıyla gelmekten vazgeçenlerle birlikte bu miktarın çok daha fazla olması da mümkün. Ayrıca Türkiye’nin bölgedeki ve dünyadaki stratejik hedefleri çerçevesinde kaybettiklerini bu milyar dolarlarla kıyaslanacak olanın çok daha ötesinde olduğunu düşünüyorum. Bu şebeke ve partiler kendiliklerinden mi oluşup böyle bir kötülüğü yaygınlaştırmaya karar verdiler yoksa iddia edildiği gibi Türkiye’de özellikle sosyal medyanın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu fark eden bazı devletlerin bir projesini mi uyguluyorlar? Bireyler olarak esas olarak devletlerin erişebileceği bilgi ve istihbarata ulaşmamız ve bunun ardında bir devletin Türkiye’ye operasyon yapması varsa tespit etmemiz mümkün değil. Ama sonuçları bakımından başka bir devletin Türkiye’de yıkıcı, Türkiye’yi yorucu, sarsıcı ve onun önünü kesici bir politika izlemek, ekonomik bakımdan onu çökertmek, özellikle de bu sıkıntılı zamanlarında ona zarar vermek için herhangi bir müdahale planı söz konusu varsa, çok muhtemeldir ki tam olarak böyle yapardı; bu sabotaj planını en başarılı şekilde böyle uygulanırdı. Bu kötülük ister sıkça ifade edildiği üzere bir devletin Türkiye’ye yönelik operasyonu olsun, isterse de sadece ırkçı ve ayrımcı grupların bu tür bir operasyondan bağımsız olarak kendi örgütlenmeleri olsun, sonuçta verdiği zarar bakımından aynı kapıya çıkıyor. Her iki durumda da bu kötülüğe daha fazla göz yummamamız gerek. Bu odak ve partilere yönelik geçtiğimiz zamanlarda bazı operasyonlar gerçekleştirildi; ancak bizim de Almanya’da söylendiği gibi “kazmayı daha derine vurmamız” gerekiyor. Çünkü bugün kazmayı o derinliklere varıncaya kadar vuramazsak yarın öbür gün onun altında kalabiliriz. Nefretle enfekte edilmiş, insanlara zarar veren ve Türkiye’nin Orta Doğu İslam coğrafyası başta olmak üzere bütün bir Doğu ülkeleri ile bölge haklarıyla arasını açan bir tutum gündelik hayata egemen olursa, şahit olduğumuz Arap turistlere saldırılar türünden bir cinnet yaygınlaşırsa, yarın bu şebekelere yönelik operasyon için çok geç kalmış olacağız. M: Irkçılıkla mücadele nasıl olmalı sorusuna cevabınız ne olur? B: “Kanser tek bir hücreyle başlar” diye bir söz var. Şimdi bunu çoktan aşmış bir durumdayız. Ancak yine de yapılması gereken bugün de adaleti tesis etmek ve tedavide daha fazla gecikmemek. Bu çerçevede yapılması gereken, daha somut olarak, hukuku uygulamak, ayrımcılık yasağını işletmek ve hakları korumak. Aynı zamanda kapsamlı bir bilgilendirme programıyla ayrımcı ön yargının kaynaklarını kurutmaya çalışmak, nefretle ve nefretin siyasi organizasyonuyla olduğu kadar toplumda onun üreyeceği zeminleri de göz önüne alarak mültecilerle ilgili süreklilik arz edecek biçimde doğru bilgileri toplumda paylaşmak; bu konuda doğru uygulamaları, iyi örnekleri ve mültecilerin ülkeye yaptıkları katkıyı gözler önüne sermek. Ancak bunun kadar daha önemli olanı ise, kapsamlı bir göç politikası uygulayarak, göçmenlerin, mültecilerin akıl dışı bir şekilde mağdur edilmelerine dayanan uygulamayı evrensel tecrübeye dayanan, dünyadaki iyi uygulamaları ve sonuç alıcı pratikleri göz önüne alan entegre politikalarla değiştirmek. Şimdiye kadar çok zaman kaybettik; daha fazla vakit kaybetmeye tahammülümüz yok. Mültecilerin canını acıtan, onları burada nefes alamaz hale getirerek can havliyle geldikleri topraklara yeniden gitmeye zorlayan, geri gönderme merkezlerinde sistematik bir zülüm uygulamayı göç yönetimi sanan uygulamaları bir an önce sona erdirerek hem mültecilerin hem de geniş toplumun beraberce ahenkli bir şekilde yaşayabilmelerini sağlayacak bir göç yönetimini cesaretle uygulamak; yapmamız gereken budur. Önümüzde bunu gerçekleştirecek üç yıllık bir dönem var ve inanıyorum ki doğru politikalar uygulandığında bir yıla bile kalmadan olumlu meyvelerini devşirmek, bunları toplumla paylaşmak ve tarihin bu kritik kırılma döneminde ülkenin ve toplumumuzun geleceği için bu sınavdan yüz akıyla çıkmak hala mümkün. Son birkaç yılda yaşadığımız ırkçılık ayrımcılık kâbusunu ve mültecilere bu vesileyle yaşattığımız acıları paranteze alıp, göçmeni ve yerlisi ile geleceğe güvenle bakmamız hala mümkün. Türkiye büyük bir ülke. Geçmişi ve bugünü göçlerle şekillenmiş bir ülke ve üç-beş milyon mülteci ile bizleri korkutarak hem ahlaki hem de sosyal ve ekonomik bakımdan akıl dışı adımlar atmamıza sebebiyet verenlerin gündemine teslim olmadan, onların bizi içine çekmeye çalıştığı kötülük tuzağına düşmeden kapsamlı bir göç yönetişimine koyulmamız gerek. Ayrımcılığı taviz vererek ötelemeye ilişkin paralize edici politikaları ve onu üreten ruh halini üstümüzden atarak, Türkiye’nin tarihiyle barışık, evrensel tecrübeyle teçhiz edilmiş, sağlıklı ve bütünlüklü bir göç politikası için daha fazla gecikmeden yola çıkmanın vakti çoktan geldi. [1] Prof. Dr., İstanbul Medipol Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, bbozipek@medipol.edu.tr, ORCID: 0000-0002-1332-1212 [2] Dr. Öğr. Üyesi, Mardin Artuklu Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, mehmetihsan@artuklu.edu.tr, ORCID: 0000-0003-0754-54019 Ağustos - Mülteci Düşmanlığı İktidar Getirmeyecek: Kanser Tek Bir Hücreyle Başlar – Bekir Berat Özipek (Tezkire)
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Birleşmiş Milletler Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi’ne ...
8 Ağustos - GÖÇMEN KADINLAR VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET RAPORU (Bianet) Devamı8 Ağustos - GÖÇMEN KADINLAR VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET RAPORU (Bianet)
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Birleşmiş Milletler Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi’ne sunduğu “Türkiye’de Göçmen Kadınlar ve Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı raporu kamuoyuyla paylaştı.
Raporda, Göç İdaresi’nin verilerine atıf yapıldı ve Nisan 2024 itibarıyla Türkiye’de Geçici Koruma Statüsü sahibi 3,1 milyon Suriyeli ile 320 bine yakın diğer ülke vatandaşlarından göçmen ve mülteci bulunduğu ifade edildi. Ayrıca farklı ikamet izni türleriyle Türkiye’de 1,1 milyon yabancının yaşadığı belirtildi. Kayıt dışı göçmen sayısının ise yaklaşık 300 bin olduğu vurgulandı.
Raporda, şiddete maruz bırakılan kadınların deneyimleri sıralandı.
“Ayrımcılık ve önyargıların”, “anadili sorununun” şiddete maruz kalan mülteci kadınların, karşı karşıya kaldıkları en önemli problemler olduğu ifade edildi.
"Ayrımcılık hizmetlere erişimi zorlaştırıyor"
Raporda, şu ifadelere yer verildi: “Ayrımcılık ve önyargılar kadınların şiddetten uzaklaşma mücadelesi verirken karşılaştığı yaygın bir sorun. Ülkede göçmenlere yönelik ayrımcılık şiddete maruz kalan kadınların da hizmetlere erişimini zorlaştırıyor. Hizmet sağlayıcıların eksik bilgilendirmesi ya da hiç bilgilendirmemesi, dilini bilmediği için zaten hizmet veremeyeceğini varsayması, ayrımcı sözler kullanması ve davranması en yaygın görülen ayrımcılık biçimleri arasındadır.
Yerel halklar tarafından da ayrımcılıkla karşılaşan kadınlar özellikle sığınak gibi etkileşimin yoğun olduğu hizmetleri alırken zorlanıyor, Türkiye’deki mevcut sosyal hizmetlerin eksiklikleri nedeniyle çatışmalara ilişkin destek de alamıyor. Bazı göçmen kadınlar şiddete maruz kaldıklarında çeşitli önyargılarla da başa çıkmaya çalışıyor.
Özellikle Suriyeli kadınlar şiddete maruz kaldıklarında başvurdukları 6284 sayılı Kanun kapsamında önleyici ve koruyucu tedbirler vermekle yükümlü kolluk birimleri ya da Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri gibi şiddetle mücadele mekanizmalarında arabuluculukla karşılaşabiliyor, erkek şiddetinin zaten onların kültürünün bir parçası olduğu varsayılarak şiddet uygulayanla bir araya getirilmeye çalışılıyor.”
"Kurumlarda tercüman bulunmuyor"
Şiddete maruz kalan kadınlara hizmet sunan kurumların çoğunda tercüman temin edilmediği vurgulanan raporda, “Bu durum kadınların adalete erişiminin de önüne geçiyor ve kalıcı hak kayıplarına sebep oluyor. Saatlerce tercüman için bekletilip bezginlikle karakol ya da Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’nden ayrılan kadınlar olduğu gibi, uzun vadeli destek için sığınaklara gidebilen kadınlar dahi ana dilinde destek alamıyor, en küçük bir çatışmada bile zorlandığı için kendi isteğiyle, şiddetsiz bir yaşam için gerekli gücü toplayamadan sığınaklardan ayrılıyor” denildi.
Raporda “Tavsiyeler” de sunuldu.
Türkiye’nin 2021 yılında çekildiği İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmesi yeniden imzalaması tavsiye edildi.
Tavsiyeler şöyle sıralandı:
>> Uyum Strateji Belgesi ve Ulusal Eylem Planı: 2018-2023’ün süresinin bitmesinin ardından, önceki planda yer almamış olan sosyal destek programlarının göçmenleri, özellikle de şiddet gören ya da şiddete uğrama riski olan kadın ve çocukları içerecek şekilde geliştirilmesi ve ilgili tüm kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm ve koordinasyonun güçlendirilmesi çalışması 2024 yılından itibaren yeniden hazırlanacak olan strateji belgesi ve eylem planında gerçekleştirilmelidir.
>> Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda şiddete maruz kalan göçmen/ mülteci kadınlar ve çocuklar için ayrı bir düzenleme yapılmalı ve bu kişilerin korunmasını ve desteklenmesi sağlayacak değişiklikler yapılmalıdır.
>> Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun getirdiği hak ve yükümlülüklerin uygulanmasını koordine etmekle yükümlü olan Göç İdaresi Başkanlığı’nda kadına yönelik şiddetle ilgili özellikli çalışmalar yürüten çok dilli ve etkin çalışan bir birim oluşturulmalıdır.
>> Göçmen kadınlar için şiddete maruz kaldıklarında sahip oldukları haklara ve başvurabilecekleri destek mekanizmalarına dair yaygın ve anadillerinde bilgilendirme çalışması yapılmalıdır.
>> Koruma ve destek mekanizmalarında çalışanlara yönelik (ŞÖNİM çalışanları, kolluk birimleri, savcılar ve hakimler) ayrımcılığı önleyici eğitimler yapılmalıdır. Kadınların ayrımcılık durumunda şikâyet edebilmelerini kolaylaştıracak mekanizmalar geliştirilmelidir ve bu mekanizmalar özellikle kayıtsız kadınları da kapsamalıdır. Ayrımcılık yapanlar cezalandırılmalıdır.
>>Sığınaklara kabulün hızlı bir şekilde, herhangi bir ayrımcılık (göçmen kadınlara, trans kadınlara vb.) yapılmaksızın uygulanmasına yönelik tedbirler alınmalıdır.
>> Baroların adli yardım birimlerinde göçmen kadınlara yönelik uzun vadeli nitelikli ve ücretsiz hukuki destek verilmesi için gerekli mekanizmalar oluşturulmalı ve bunun için gerekli finansal kaynak ayrılmalıdır.
>>Göçmen/mülteci ve kayıtsız kadınların, maruz kaldıkları şiddet nedeniyle şikayet başvurusu yaptığında Geri Gönderme Merkezleri’ne gönderilmeleri, kadınları şiddeti bildirmemeye teşvik ettiğinden, kadınların şiddetten uzaklaşma haklarını ihlal etmekte ve can güvenliklerini tehlikeye sokmaktadır. Bu uygulama ortadan kaldırılmalıdır.
https://bianet.org/haber/anadili-sorunu-ve-ayrimcilik-adalete-erisimi-engelliyor-298372
Kapat
İngiltere'de geçen hafta ülkenin kuzeybatısında üç küçük kız çocuğunun ölümüyle ...
7 Ağustos - İngiltere’de mülteciler ırkçı ve göç karşıtı saldırıların hedefinde (BBC Türkçe) Devamı7 Ağustos - İngiltere’de mülteciler ırkçı ve göç karşıtı saldırıların hedefinde (BBC Türkçe)
İngiltere'de geçen hafta ülkenin kuzeybatısında üç küçük kız çocuğunun ölümüyle sonuçlanan bıçaklı saldırıdan sonra, ülkenin bazı kesimlerinde şiddet olayları içeren gösteriler düzenlendi.
Deniz kıyısındaki Southport kasabası bu trajik olayın yasını tutarken, aşırı sağcı gruplar saldırıyı görüşlerini yaymak ve beyaz olmayan toplulukların gözünü korkutmak için kullandı.
Southport'taki barışçıl anma törenleri kısa sürede yerini şiddet ve yıkıma bıraktı.
Göstericilerin polise tuğlalar, sis bombaları ve başka nesneler attığı, otellerdeki mültecilerin hedef alındığı olaylar dalgası, aralarında Liverpool, Hull, Manchester, Blackpool ve Belfast gibi yerlerin de bulunduğu ülkenin diğer kesimlerine yayıldı.
Hindistan, Nijerya ve Malezya İngiltere'ye seyahat uyarısı yayımlayan ülkeler arasında yer aldı.
Başbakan Keir Starmer, ortaya çıkan sahneleri "Aşırı sağcı haydutluk" diye tanımlarken "Bunları yapmanın hiçbir meşruiyeti yok" dedi.
BBC Doğrulama Servisi'nin analizine göre Southport saldırısıyla ilgili olarak sokaklara çıkan ya da paylaşım yapan herkes isyana destek vermiyor veya aşırı sağcı gruplarla bağlantıları da yok.
Göstericiler ayrıca, şiddet suçlarından kaygılı ya da bıçaklı saldırının yasadışı göçle bağlantılı olduğu yönündeki dezenformasyonla yanlış yönlendirilen insanları da çekmiş gibi görünüyor.
Dezenformasyon
Southport'taki bıçaklı saldırıdan sonra, saldırganın kimliği konusundaki dezenformasyon sosyal medyada hızla yayıldı.
Yaşı nedeniyle, polis sadece 17 yaşındaki bir zanlının suçlandığı bilgisini paylaşabildi ve kamuoyuna spekülasyonların durması çağrısında bulundu.
Ancak saldırganın İngiltere'ye botla gelen Müslüman bir mülteci olduğu yönündeki yalan haber aşırı sağcı sosyal medya ünlüleri tarafından alevlendirildi ve harekete geçme çağrıları yapıldı.
BBC Doğrulama Servisi, X platformunda söylentileri yayanlardan birinin aşırı sağcı İngiliz Savunma Birliği'nin (EDL) kurucusu, Tommy Robinson takma adını kullanan Stephen Yaxley-Lennon olduğunu tespit etti.
Sahte iddialar sosyal medya platformlarını kapladı ve büyük bir kitleye yayıldı. Bu kitle içinde aşırı sağcı kişiler ya da gruplarla herhangi bir ilgisi olmayan sıradan insanlar da vardı.
Aşırılık karşıtı araştırma grubu Hope Not Hate'in (Nefret Değil Umut) başındaki Joe Mulhall'e göre "tek bir itici güç yoktu".
"Bu, günümüzdeki aşırı sağın doğasını yansıtıyor. İnternet üzerinden faaliyette bulunan çok sayıda insan var, ancak bir üyelik yapısı ya da üyelik kartı yok. Hatta resmi liderleri de yok ama sosyal medya ünlüleri tarafından yönlendiriliyorlar. Geleneksel bir organizasyondan çok bir balık sürüsü gibiler."
Irkçılık ve göç
İngiltere'de Temmuz'da yapılan genel seçimler, küçük botlarla ülkeye gelen göçmenleri ve göç başlıklarını gündemin ön sıralarına taşıdı.
İngiltere'nin AB'den çıkması yönünde kampanya yapan önemli isimlerden biri olan Nigel Farage, "gerekli olmayan" göçün dondurulması çağrısı yapan siyasi parti Reform UK'in lideri ve milletvekili olarak ana akım siyasete geri döndü.
Farage isyanlar için "Halkın çoğunluğu kitlesel kontrolsüz göç sonucu toplumumuzun parçalandığını görebiliyor" dedi.
İngiltere'de halkın mevcut seviyelerdeki yasal ve yasa dışı göçten kaygı duyduğuna işaret eden veriler var. Şubat'ta yapılan Ipsos anketinde katılımcıların %52'si şu andaki göç seviyesinin çok yüksek olduğu görüşünü dile getirdi. İki yıl önce sadece %42'lik bir kesim bunu söylüyordu.
Ancak Ipsos anketi insanların göçün etkileri konusundaki tutumunun negatiften çok pozitif olduğunu gösteriyor. Fakat 2022'den bu yana bu fark da kapanıyor.
Aralarında göçmen karşıtı eylemleri organize eden aşırı sağcı Patriotic Alternative (Vatansever Alternatif) gibi grupların da yer aldığı diğer gruplar, kamuoyunda Southport'taki saldırıya duyulan öfkeyi yönlendirdiler ve bu durum şiddet olaylarına evrildi.
Aşırı sağdaki daha da aşırılıkçı gruplar kitlesel sınırdışı çağrısı yaptı.
Independent gazetesinin eski yurtiçi haberler editörü Lizzie Dearden "Bu ülkede aşırı sağcıların daha büyük bir güç olmasını sürekli engelleyen şeylerden biri kendi aralarındaki çatışmalar. Ancak Southport bu grupları bir araya getirdi" diyor.
İngiltere'nin bazı yerlerinde camiler ırkçı saldırılara hedef oldu ve bazı bölgelerde özel polis gücü konuşlandırılması gerekti.
Mültecilerin barındırıldığı oteller de ırkçı ve göç karşıtı saldırıların hedefindeydi.
Ülkenin güneyindeki Aldershot kasabasında, BBC Muhabiri Paddy O'Conell, mültecilerin konakladığı bir otelin dışındaki olaylara tanık oldu.
“Facebook'ta barınma ve entegrasyon sorunlarına dikkat çeken bir gösteri çağrısı yapıldı ve sonra çok çirkinleşti. Tuğlalar atıldı, ırkçı hakaretler haykırıldı ve otelin içinde olmak çok korkutucuydu."
O'Conell dışarıdaki kaldırımda İngiltere'ye iltica başvurusu yapan iki Afgan kız kardeşle konuştu.
22 yaşındaki kız kardeşlerden biri "Buraya birden gelip, araçlarını park ettiler. Otele tırmanmaya hatta duvarı yıkmaya, kapıyı kırmaya çalışıyorlardı. Pencereler de kırıldı. Gerçekten korkutucuydu" dedi.
17 yaşındaki kızkardeşi de "Bize hakaret ediyorlardı. Görüntülerimizi çektiler. İyi bir davranış değildi" diye ekledi.
Eğlence için yağma
Bazı protestocular isyanı aynı zamanda suç işlemek için de kullandılar. Buna dükkanların yağmalanması da dahildi.
İngiltere'nin kuzeybatısındaki Sunderland kentinde, Greggs fırın zinciriyle, NatWest bankasının şubelerine girildi. Yine ülkenin kuzeydoğusundaki Blackpool'da da bir alışveriş merkezindeki yağmalama olayları polis tarafından soruşturuluyor.
Hull kentindeki bir BBC Muhabiri yağmaya, bazı dükkanlara hasar verilmesine ve birinin kundaklanmasına tanıklık etti. Kent merkezindeki dükkanlar da erken kapandı ve toplu taşıma da olumsuz etkilendi.
Güney Belfast'taki Bash Kafe'nin sahibi Muhammed İdris, Cumartesi günü yaşanan şiddet olaylarında kundaklanan iş yerini tekrar açmayacağını söylüyor.
BBC News'a konuşan İdris, iş yerlerinin daha önce de hedef alındığını belirtti.
"Bilgisayar dükkanım tıpkı bu kafe gibi tamamen hasar gördü. Bu kafe bir umuttu, topluluk için bir yerdi, şu anda burada umut yok" diyor.
Yerel hizmetlerdeki kesintiler
Bazı gruplar da yıllarca süren kemer sıkma önlemlerine ve hükümetin yerel hizmetlere yaptığı fon kesintilerine dikkat çekiyor.
Southport'taki ilk olaylardan sonra Hope Not Hate, "bu bölgenin önceliğinin azaltılması ve harcama kesintilerinin sonucu olarak" toplumsal ahengin azaldığını söyledi.
Açıklamada "Yeni hükümetin daha güçlü toplulukları destekleyen ve böyle olaylara nasıl tepki verilmesi gerektiğini belirleyen yeni bir strateji belirlemesi zorunlu" denildi.
İngiltere'de 2010'dan 2019'a dek süren kemer sıkma döneminde eski Maliye Bakanı George Osborne ve halefleri sosyal yardımlarda, konut yardımları ve sosyal hizmetlerde 30 milyar sterlinden fazla kesinti yaptı.
Uzmanlar sosyal ve mali istikrarsızlığın, gençleri aşırı sağcı radikalleşmeye daha açık bir hale getirdiği uyarısında bulunuyor. Bu duruma ayrıca Covid salgınının devam eden etkileri de eklenmiş olabilir.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2yyej84vmo
Kapat
Gergerlioğlu, yaptığı inceleme ile ilgili X hesabından paylaşımda bulundu: “Akyurt Geri Gönderme Merkezi'nden herkese merhaba, selamlar, sevgiler ...
6 Ağustos - Ömer Faruk Gergerlioğlu, Akyurt GGM’de incelemelerde bulundu Devamı6 Ağustos - Ömer Faruk Gergerlioğlu, Akyurt GGM’de incelemelerde bulundu
Gergerlioğlu, yaptığı inceleme ile ilgili X hesabından paylaşımda bulundu: “Akyurt Geri Gönderme Merkezi'nden herkese merhaba, selamlar, sevgiler sunuyorum. Bir insan hakları savunucusu olarak sığınmacıların bir müddet bulunduğu geri gönderme merkezlerindeki durumları takip ediyoruz” dedi.
https://x.com/i/broadcasts/1MYGNMREmONKw
Kapatİngiltere’nin kuzeybatısındaki Southport kasabasında geçtiğimiz hafta üç kız çocuğunun bıçaklı bir saldırıda hayatını ...
5 Ağustos - İngiltere’de aşırı sağın göçmenlere saldırıları (Enternasyonal Dayanışma) Devamı5 Ağustos - İngiltere’de aşırı sağın göçmenlere saldırıları (Enternasyonal Dayanışma)
İngiltere’nin kuzeybatısındaki Southport kasabasında geçtiğimiz hafta üç kız çocuğunun bıçaklı bir saldırıda hayatını kaybetmesinin ardından, katilin kaçak bir göçmen olduğu şeklindeki yalan bilgi üzerine aşırı sağcı grupların başlattıkları saldırı dalgası ülke çapına yayıldı.
İngiltere’de son seçimde 4 milyona yakın oy alan aşırı sağcı Reform UK partisinin lideri Nigel Farage, sosyal medyadan Southport’taki saldırı sonrası “Gerçek bizden saklanıyor” mesajını paylaştı. Ve katilin kaçak bir göçmen olduğuna dair yalan bilginin yayılmasına öncülük etti.
Daha sonra, ilk olarak geçtiğimiz hafta Salı günü 200 kadar islamofobik faşist, cinayetin gerçekleştiği yerde bir caminin etrafını sardı ve “Teslim olmak yok!”, “Ölene kadar İngiltere!” gibi sloganlar attı.
Southport Camii imamı İbrahim Hüseyin, binanın güvenliğini sağlamak için meslektaşlarıyla birlikte gittiğini söyledi. BBC Radio Merseyside‘a verdiği demeçte faşist grubun “çitleri yakmaya ve pencerelere yanıcı maddeler atmaya başladığını” söyledi: “Tüm camları kırdılar, tüm çitleri kırdılar ve açıkçası, sloganlar, çığlıklar ve öfke hepimiz için bunaltıcıydı.”
Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up to Racism) platformu ise Southport’ta atılan sloganların, faşist lider Tommy Robinson’ın önceki hafta Londra’da düzenlediği ve 15 bin kişinin katıldığı mitingin sloganlarıyla benzer olduğunu dikkat çekerek, “Bu, trajediye verilen iğrenç bir yanıttır. Aşırı sağın değerli hayatların kaybından faydalanmasına izin veremeyiz” ifadelerini kullandı.
Southport saldırıları sırasında Robinson ırkçıların eylemlerinde “haklı” olduklarını söyledi. Twitter’da “Birileri Southport’taki öfkeli İngilizleri kınamaya başlamadan önce kendinize şunu sorun, onlardan ne yapmalarını bekliyorsunuz? Onlara holigan demeyin, öfkelerinde haklılar.”
Ülke çapında yayıldı
Naziler Southport’u fırsat bilerek saldırılarını ülke çapına yaydılar.
Farklı kentlerden sosyal medyaya yansıyan görüntülerde, İngiliz bayrakları taşıyan faşistlerin siyahlara saldırdığı, Asyalıları arabalarından indirip sürüklemeye çalıştığı görülüyor.
Cumartesi günü Hull, Liverpool, Bristol, Manchester, Stoke-on-Trent, Blackpool ve Belfast’taki ırkçı kalkışmalarda polise saldırı, dükkanların yağmalanması, tuğla fırlatılması gibi olaylara tanık olundu. Pazar günü de Bolton, Southport, Middlesbrough ve Rotherham’da faşistler polis barikatlarını aştı.
Aşırı sağcı kalkışmalar sırasında sadece bu hafta sonu 147 kişi gözaltına alındı, onlarca polis yaralandı.
İşçi Partisi’nin sağcı lideri Keir Starmer dahi saldırı dalgasını “haydutluk” olarak tanımlamak zorunda kaldı.
Direniş
Ancak diğer yandan, faşistlerin toplandıkları her yerde ırkçılık karşıtları da karşı gösteriler düzenliyor, nefrete ve ayrımcılığa karşı barışı ve kardeşliği savunuyor.
İngiltere’de yayımlanan Sosyalist İşçi (Socialist Worker) gazetesi “Çoğu yerde ırkçılık karşıtlarının sayısı aşırı sağcılardan fazlaydı. Ancak rehavete kapılmamak gerekir. Bazı büyük faşist katılımlar oldu ve son birkaç günde ortaya çıkan güçlerin üstesinden bir hafta sonu ya da birkaç ay içinde gelinemeyecek” diyor.
Sosyalistler, tüm solu, sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını Tommy Robinson önderliğinde sokakta terör estirmeye çalışan faşist çetelere karşı birleşmeye çağırıyor:
“Ayrıca Filistin için sokaklarda kalmalı, soykırıma karşı mücadelede kararlı olmalı ve yürüyüşten korkutulmayı reddetmeliyiz.İsrail’in suçlarına karşı yürüyen milyonlar, Robinson ve Reform UK’yi yıkabilecek hareketin kilit bir bileşenidir.
Bunu daha önce defalarca yaptık, tekrar yapmamız gerekiyor.
Aşırı sağ güçlü görünüyor çünkü sosyal medyanın büyük bölümüne hakim olmasına izin veriliyor ve sokaklarda yeterince meydan okunmuyor.
Ancak ırkçılık karşıtları, harekete geçirilebilirlerse çok daha büyük bir güçtür. Kazanabiliriz.”
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/08/05/ingilterede-asiri-sagin-saldirilari-ve-direnis/
KapatEsenyurt'ta "Birlikte Yaşam ve Göç" paneli düzenlendi. Gazeteci Ercüment Akdeniz, 21’inci yüzyılda yaşanan ...
3 Ağustos - 'Birlikte Yaşam ve Göç' paneli: 'Göçmen düşmanlığı üzerinden faşizm inşa edilmek isteniyor' Devamı3 Ağustos - 'Birlikte Yaşam ve Göç' paneli: 'Göçmen düşmanlığı üzerinden faşizm inşa edilmek isteniyor'
Esenyurt'ta "Birlikte Yaşam ve Göç" paneli düzenlendi. Gazeteci Ercüment Akdeniz, 21’inci yüzyılda yaşanan göçlerle göçmen düşmanlığı üzerinden faşizmin yeniden inşa edilmek istendiğini söyledi.
Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER), mülteci ve göç politikalarına ilişkin Esenyurt Kültür Merkezi’nde “ Birlikte Yaşam ve Göç” paneli düzenledi. Panele, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hakkari Milletvekili Öznur Bartin, Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) Eşbaşkanı Kamile Kandal ve gazeteci Ercüment Akdeniz konuşmacı olarak katıldı.
Kendi ülkesinde göçmen
Panelde ilk konuşan Kandal, “Göç politikalarının ortan kalkması için savaşa politikalarını barış politikalarına çevirmemiz gerekiyor. Bunun için mücadeleyi büyütmek ve bu ceberut sistemi değişime zorlamamız gerekir” ifadelerini kullandı.
Dünyada iç ve dış göç meselesi olduğunu belirten Kandal, kendi ülkesinde göçmen durumuna düşürülenlerin asıl göçü yaşadığını söyledi. Kendi ülkelerinden iç göç yaşayanların başında Kürtlerin geldiğini ifade eden Kandal, “Devletler toplumları istedikleri gibi dizayn edemediklerinde yada istedikleri inanç sistemine entegre edemediklerinde bunu yaparlar. Ve şuana kadar yaşanan bütün göçertme politikalarında büyük katliamlar yaşanmıştır. Bu yüzden göç politikalarına baktığımızda zorla yerinden edilme olduğunu görüyoruz” diye belirtti.
Göç ve faşizm
Daha sonra söz alan gazeteci Ercüment Akdeniz, kısaca göç tarihine değinirken, göçlerin sadece bir göç olmadığını aynı zamanda göçmen düşmanlığı üzerinden faşizmin yeniden inşası olduğunu söyledi.
Akdeniz, “Yüz yıl önce ekonomik kriz vardı, kitleler açtı. Şimdi de insanlar aç buna ekolojik yıkımı da eklediğimizde her ekonomik kriz yeni savaşların habercisidir ve buralarda yabancı düşmanlığı her zaman kullanışlı bir aparattır” diye aktardı.
Son olarak konuşan DEM Parti Milletvekili Öznur Bartin, kayyım politikalarında dikkat çekerek bölgede fırsat eşitliğin olmadığını kaydetti. Bartin, şunları söyledi:
“Belki ülkenin birçok yerinde bu sorunlar yaşanıyor olabilir ama bölgede çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Sağlık alanında çok fazla göçlerin yaşandığını biliyoruz. 21’nci yüzyılda hala su sıkıntısı yaşıyoruz. Hakkari'ye üç dönemdir kayyım atanıyor ve orada hizmet yapılması bir şekilde engelleniyor. Özellikle kayyım politikalarıyla halkın iradesinin gasp edildikten sonra bu daha da derinleştiriliyor. Bu nedenle insanlar normal yaşamlarını dahi sürdüremiyor. Kayyımla üç dönemdir yönetemedikleri halde halka rağmen o koltukları gasp ederek halkı mağdur etmeye devam ediyorlar."
KapatSon 10 yılda Körfez ülkelerinden turistlerin yoğun ilgi gösterdiği Trabzon’da bu yaz Arap turist sayısında dikkat çekici bir düşüş ...
3 Ağustos - Irkçılık, Arap turistleri Trabzon’dan kaçırıyor Devamı3 Ağustos - Irkçılık, Arap turistleri Trabzon’dan kaçırıyor
Son 10 yılda Körfez ülkelerinden turistlerin yoğun ilgi gösterdiği Trabzon’da bu yaz Arap turist sayısında dikkat çekici bir düşüş gözleniyor.
TÜİK verileri, 2023 yılında Arap ülkelerinden Türkiye’ye gelen turist sayısının ve Arap ülkelerine yapılan ihracatın azaldığını ortaya koymuştu.
Arap turistlerin geçtiğimiz yıllarda yoğun ilgi gösterdiği Trabzon’da turizm sektöründen isimlere, 2024’teki Arap turist ilgisini sorduk.
Geçtiğimiz yıllarda Trabzon’da Arap turist sayısı arttı
Bu yılki Arap turist sayısıyla ilgili gözlemini sorduğumuz, Trabzon Bölgesel Turist Rehberleri Odası Başkanı Ragıp Pirselimoğlu, Ortadoğu pazarının eskiden beri sürekli bir destinasyon değişikliği içinde olduğunu belirterek şunları söyledi:
“1977-1978 yıllarında İstanbul Sarıyer adeta bir Arabistan köyü gibiydi. 8-9 yıl sonra bu hareketlilik Yalova’ya, oradan 7-10 yıl sonra Bursa’ya kaydı ve aynı süre içinde Trabzon’a geldi. Ancak şimdi azaldı.
Irkçılık, Arap turistleri kaçırıyor
Arap turistlerin Trabzon’da yoğun olarak ziyaret ettiği yerlerin başında gelen Uzungöl’de Özkan Otel ile Okseya Lounge isimli restoranın işletmeciliğini yapan Ahmet Özkan, turist sayısındaki düşüşün en önemli nedeni olarak “Arap turistlere karşı ırkçı tavırları” gösterdi.
Özkan, geçen ay sosyal medyada viral olan, İstanbul Maslak’ta kaydedilen, bıçaklı saldırganın kafede oturan Arap iş insanlarına “Ben Türk’üm, Arap marap anlamam” diyerek tehditler savurduğu video ile ilgili olarak şunları söyledi:
“Bu yaz Suudi Arabistanlı bir arkadaşımın kız kardeşleri gelecekti ancak bu videoyu gördükten sonra gelmek istemediler. Ortamın güvenli olduğundan şüphe ettiler, korktular. Hatta bu videonun yayılmasından sonra 4-5 mesaj aynı anda geldi bana, ‘Neden böyle oluyor’ diye. Ben de bu tip olayların münferit vakalar olduğunu kendimce açıklamaya çalıştım. Araplar, inanılmaz derece güzel internet kullanan insanlar, etkileşimleri çok yüksek. Böyle şeylerden anında haberleri oluyor ve kendi aralarında hızlı bir şekilde yayılıyor. Daha önce Trabzon’da Kuveytli bir turiste yumruk atılmasının ardından da Araplar arasında Türkiye aleyhinde boykot kampanyaları yapanlar olmuştu.”
Kapat
2024 Paris Olimpiyatları sadece sporun değil aynı zamanda ev sahibi kentin sürdürülebilirlik ve onarımının kutlaması olmayı amaçlıyor. Ancak ...
1 Ağustos - Paris'te evsizlere yönelik 'sosyal temizlik' iddiaları: 'Mülteciler için kabus' (BBC) Devamı1 Ağustos - Paris'te evsizlere yönelik 'sosyal temizlik' iddiaları: 'Mülteciler için kabus' (BBC)
2024 Paris Olimpiyatları sadece sporun değil aynı zamanda ev sahibi kentin sürdürülebilirlik ve onarımının kutlaması olmayı amaçlıyor. Ancak aktivistlerin, kırılgan durumdaki göçmenlerin ve evsizlerin sokaklardan uzaklaştırılıp Fransa genelinde farklı yerlere itildiklerini iddia etmesi, Paris'in hedeflerini zora sokuyor.
Paris'teki bir kanalın üzerinden geçen bir köprünün altında dikenli, devasa onlarca beton blok sıralanmış.
Hak savunucularına göre amaçları, evsizleri ve göçmenleri olimpiyatlar sırasında caddelerden uzak tutmak.
Paris Dayanışma Barosundan Aurelia Huot, “Bugün artık caddelerde kimsecikler yok. Köprünün altındaki bloklar görülebiliyor. Polis göçmenlerin geri dönüp buraya yerleşmediğinden emin olmak için burada devriye geziyor" diyor.
26 Temmuz'daki olimpiyatların açılış töreninden yaklaşık bir hafta önce bir grup evsiz insan buradan uzaklaştırılmıştı. Bu, oyunlardan aylar önce başlayan işgal evler ve çadırlara yönelik temizliğin son aşamasıydı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c4ngk0yx03qo
Kapat
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış ...
30 Temmuz - Suriyeli sayısı 2017 yılından bu yana en düşük seviyesinde Devamı30 Temmuz - Suriyeli sayısı 2017 yılından bu yana en düşük seviyesinde
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 25 Temmuz 2024 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 7 bin 739 kişi azalarak toplam 3 milyon 105 bin 539 kişi oldu.
Suriyelilerin %73,9’u Kadın ve Çocuklardan Oluşuyor
Göç İdaresi Başkanlığı’nın yayınladığı yaş aralığı tablosuna göre Suriyeli erkekler toplam Suriyeli sayısının %52’sini oluşturuyor. Suriyeli kadınların oranı ise %48. Suriyeli erkeklerin sayısı Suriyeli kadınların sayısından 124 bin 125 kişi fazla. Erkek-Kadın sayısı arasındaki en büyük fark 25 bin 138 kişi ile 25-29 yaş aralığında. Yaş aralığı artıkça bu fark azalıyor. 45 üzeri yaş aralıklarında kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğu görülüyor. Kadınlarla çocukların toplam sayısı Suriyelilerin %73,9’unu (2 milyon 295 bin 233 kişi) oluşturuyor.
Suriyeli Genç Nüfus Oranı (15-24 yaş)
Genç nüfus olarak tanımlanan 15-24 yaş aralığında 575 bin 467 kişi bulunuyor. Suriyeli genç nüfusun toplam Suriyeli sayısındaki oranı %18,5
Suriyelilerin Yaş Ortalaması
Yaş aralığı tablosuna göre Suriyelilerin yaş ortalaması 21,8
Suriyelilerin Türk Nüfusa Oranı
Geçici koruma altına alınan kayıtlı Suriyelilerin Türk nüfusuna oranı ise ülke genelinde %3,51. TÜİK tarafından Türkiye’nin nüfusu 31 Aralık 2023 tarihinde 85 milyon 372 bin 377 kişi olarak açıklandı.
Suriyelilerin En Yoğun Olduğu Şehirler
Sayı olarak en çok Suriyeli barındıran şehir 530 bin 272 kişi ile İstanbul. İstanbul’u 429 bin 954 kişi ile Gaziantep, 272 bin 896 kişi ile Şanlıurfa takip ediyor. Oran olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu şehir ise %30,9 ile Kilis. Kilis’te 155 bin 179 Türk Vatandaşı ile kayıt altına alınmış 69 bin 957 Suriyeli bulunuyor. Suriyeli yoğunluğunda Kilis’i %16,6 oran ile Gaziantep takip ediyor.
https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/
KapatAdana’da Dağ Tekstil’de çalışırken asansöre sıkışan 11 yaşındaki Ahmet Haskiro’nun ölümüne ilişkin hazırlanan ...
29 Temmuz - Ahmet Haskiro için adalet! Devamı29 Temmuz - Ahmet Haskiro için adalet!
Adana’da Dağ Tekstil’de çalışırken asansöre sıkışan 11 yaşındaki Ahmet Haskiro’nun ölümüne ilişkin hazırlanan iddianamede asıl patron aklandı. Sorumluyum diyen kişi için takipsizlik kararı verildi.
Haskiro’nun avukatı Turgay Bek “Ahmet Haskiro cinayetinin üzerinin kapatılmaması, gerçek fail olan Dağ Tekstil patronlarının yargılanması için insan hakları örgütleri ve sendikaların yargı sürecine müdahil olması, takipsizlik kararına itiraz etmesi gerekir” dedi.
Avukat Turgay Bek, Evrensel gazetesindeki yazısında Haskiro için şunları yazdı:
“Her alanda yaşadığımız adaletsizliğin en açık ve en son örneği Ahmet Haskiro davasıdır.
Ailesi ile birlikte Suriye’den ülkemize göç etmiş 11 yaşındaki Ahmet Haskiro, geçtiğimiz 11 Haziran’da çalışmış olduğu konfeksiyon atölyesinde asansöre sıkışarak yaşamını yitirmişti. Ahmet Haskiro annesi ve ablası ile birlikte, Adana’da bir konfeksiyon devi olan, AKP’li milletvekilleri ve siyasetçilerle de sıkı bağları olduğu herkesçe bilinen Dağ Tekstil’de çalışıyordu.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı basına da yansıyan bu iş cinayeti hakkında soruşturma başlatmıştı. İş cinayetinin yaşandığı Dağ Tekstil’e bağlı atölyede işçi olarak çalışan Çetin Çelikal, emniyet ve savcılık ifadesinde, kazanın meydan geldiği iş yerinin kendisi tarafından işletildiğini, yaşamının yitiren Ahmet’in yanında çalışan annesini ziyarete geldiği sırada kazanın meydana geldiğini söyledi.
Cumhuriyet Savcısı, Çetin Çelikal’e o kadar itimat etti ki sahibi olduğunu ileri sürdüğü iş yerinin defter ve kayıtlarını sorma ve inceleme gereği dahi duymadı.
Ömer İnce ismindeki bir başka çalışan ise işhanının muhasebesine baktığını, binadaki asansörün bakımının kendi sorumluluğunda olduğunu söyleyerek patronunun önünde ikinci bir koruma kalkanı oluşturdu. Ondan da defter veya kayıtlar istenmedi.
Ahmet’in annesi Sefa Haskiro “Oğlum atölyede çalışmamaktadır. Beni ziyarete geldiği sırada kaza meydana geldi” şeklinde beyanda bulundu, beyanını Cumhuriyet Savcısı doğru kabul etti.
Dağ Tekstil iş hanında ifadesine başvurulan diğer işçiler de kopyala yapıştır bir şekilde Ahmet Haskiro’nun atölyede çalışmadığı şeklinde ifade verdi.
Cumhuriyet Savcısı mevcut deliller ışığında Dağ Tekstil Patronu Özcan Dağ ve atölyenin işletmecisi olduğunu iddia eden Çetin Çelikal hakkında ‘kovuşturmaya yer olmadığı kararı’ (takipsizlik) verdi. İş hanının muhasebesine baktığını, asansörün bakımının da kendi sorumluluğunda olduğunu söyleyen Ömer İnce ile asansör bakımını üstlenen firma sorumlusu hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan Asliye Ceza Mahkemesinde dava açıldı.
Çalıştırdığı çocuklar ölse bile hakkında dava açılmadığını gören patronlar, ucuz olduğu için bundan sonra da çocuk işçi çalıştırmaya devam edecek. Sorumlular, ceza almadıkları, paranın gücünü kullanarak yasalardan kaçabildikleri için başkaca Ahmetler iş cinayetlerinde yaşamını yitirecek.
Barolar, sendikalar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu davayı katılıp, Ahmet Haskiro cinayetinin bir numaralı sanığı olması gereken Dağ Tekstil patronları hakkında verilen takipsizlik kararına itiraz etmelidir.”
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/29/ahmet-haskiro-icin-adalet/
Kapat
Göçmenlerle kardeşiz ekibi, You Tube ve Insragram’da bir video yayınladı. Videoda; “Göçmenleri günah keçisi ilan eden faşist ...
28 Temmuz - Göçmenlerle kardeşiz video yayını Devamı28 Temmuz - Göçmenlerle kardeşiz video yayını
Göçmenlerle kardeşiz ekibi, You Tube ve Insragram’da bir video yayınladı. Videoda; “Göçmenleri günah keçisi ilan eden faşist gruplara karşı; göçmenlerle düşman değil kardeşiz. Gelin hep beraber “Göçmenlerle Kardeşiz” diyelim, ırkçılara karşı omuz omuza mücadele edelim!” denildi.
https://x.com/gocmenlerle/status/1817265672516227246?s=46
https://www.instagram.com/reel/C975N0htRfQ/?igsh=a2o1b3RwcXY2ZDV4
KapatABD yönetimi, Esad rejiminin eski Deyr-i Zor Valisi Semir Osman eş-Şeyh’i Kaliforniya eyaletinin Los Angeles kentinde tutukladığını ...
27 Temmuz - Esad’ın valisi Los Angeles’ta tutuklandı: 4 bin sivilin ölümüyle suçlanıyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı27 Temmuz - Esad’ın valisi Los Angeles’ta tutuklandı: 4 bin sivilin ölümüyle suçlanıyor (Enternasyonal Dayanışma)
ABD yönetimi, Esad rejiminin eski Deyr-i Zor Valisi Semir Osman eş-Şeyh’i Kaliforniya eyaletinin Los Angeles kentinde tutukladığını duyurdu.
Eş-Şeyh, 2011 yılında Suriye’de başlayan ayaklanmadan bu yana yabancı bir ülke tarafından tutuklanan ilk rejim yetkilisi oldu. Eşi ABD vatandaşı olduğu için 2020’de siyasi kimliğini gizleyerek ABD’de de ikamet izni alan eski Vali, ABD’den çıkmaya çalışırken fark edilip tutuklandı.
Konuya dair bir rapor yayınlayan Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), eski Deyr-i Zor Valisi Semir Osman eş-Şeyh’in Suriye’de 93’ü işkence altında olmak üzere yaklaşık 4 bin sivilin ölümünden doğrudan sorumlu olduğunu ve 508 kişinin tutuklama emrini verdiğini belgeledi.
Raporda, ABD Adalet Bakanlığına, el-Şeyh’in karıştığı işkence, öldürme, zorla ortadan kaybetme ve diğer ihlallere ilişkin detaylı istatistikleri içeren dosyaların SNHR tarafından sağlandığı belirtildi.
Suriye İnsan Hakları Ağı, web sitesinde Şeyh’in 2022’nin başından bu yana Amerika Birleşik Devletleri’ndeki varlığına ilişkin ABD yetkililerine bir rapor sunduğunu belirtti. “Güvenlik yetkilileri ve ilgili ABD ajanslarıyla işbirliği yaparak Şeyh’in tutuklanmasını ve adaletin karşısına çıkmasını sağladık” denildi.
İşkence merkezi Adra Hapishanesi’ni yönetti
2005’ten 2008’e kadar Şam’daki Adra Hapishanesi’ni yöneten ve kuzeydoğu Suriye’deki Deyri Zor şehrinin valisi olan Vali eş-Şeyh, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlemekle suçlanıyor.
Paris Temyiz Mahkemesi de geçen Haziran ayında, 2013’te Şam’ın Guta ve Duma banliyönlerine kimyasal silahlarla düzenlenen saldırıların sorumluları olarak, Suriye’nin diktatörü Beşşar Esad ve kardeşi Mahir Esad’ı tutuklama kararını onamıştı.
Kapat
Son dönemde göçmenler devlet tarafından geri gönderme merkezlerinde kötü muameleye, hukuksuz geri göndermelere ve Kayseri’de ...
26 Temmuz - CHP hem göçmen düşmanı hem militarist (Enternasyonal Dayanışma) Devamı26 Temmuz - CHP hem göçmen düşmanı hem militarist (Enternasyonal Dayanışma)
Son dönemde göçmenler devlet tarafından geri gönderme merkezlerinde kötü muameleye, hukuksuz geri göndermelere ve Kayseri’de görüldüğü gibi ırkçıların pogrom girişimlerine maruz kalırken, CHP göçmen düşmanlığına devam ediyor ve militarizmi savunuyor.
CHP’liler, “düzensiz göç ile gelen” ve sonradan T.C. vatandaşlığı alan kişilerin askerlik yapıp yapmayacağını sorguluyor, milli güvenlik sorunu ve risk oluşturabileceklerini anlatıyor.
CHP’li Bağcıoğlu’ndan Bakanlığa ‘Sonradan T.C vatandaşlığı alan kişilerin askerlik hizmeti’ne ilişkin sorular
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, T.C vatandaşlığı alan yabancıların askerlik görevini ifa edip etmeyeceğine dair Milli Savunma Bakanlığı’na sorular yöneltti.
CHP’li Bağcıoğlu ”Zorunlu askerlik hizmeti yapacak sonradan Türk vatandaşı olan kişilerin güvenlik soruşturmalarının ve sabıka kayıtlarının çok hassas ve titizlikle yapılması milli güvenlik açısından önemli bir zorunluluktur” ifadelerini kullandı.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/25/chp-hem-gocmen-dusmani-hem-militarist/
KapatAlmanya'da bir mahkeme, Suriye'nin belli bölgelerinde siviller için hayati tehlike bulunmadığına hükmetti. Karar, iç savaş sebebiyle sınır ...
26 Temmuz - Almanya'da Suriye'ye sınır dışıların önünü açan karar (DW Türkçe) Devamı26 Temmuz - Almanya'da Suriye'ye sınır dışıların önünü açan karar (DW Türkçe)
Almanya'da bir mahkeme, Suriye'nin belli bölgelerinde siviller için hayati tehlike bulunmadığına hükmetti. Karar, iç savaş sebebiyle sınır dışı uygulaması kapsamı dışında tutulan 700 bin Suriyeliyi ilgilendiriyor.
Almanya'da bir mahkemenin, Suriyeli bir sığınmacının korunma statüsü ile ilgili verdiği karar, Almanya'da yaşayan Suriyelilerin sınır dışı edilebilmeleri konusunda yoğun bir tartışma başlattı.
Mahkeme kararını değerlendiren Almanya Adalet Bakanı Marco Buschmann, Suriye'ye sınır dışı uygulamalarında kimin hangi bölgeye gönderilebileceğinin çok iyi incelenmesi gerektiğini kaydetti. Suriye'nin tamamında güvenlik durumunun aynı olduğu yönünde bir genelleme yapılamayacağını belirten Buschmann, Suriye'de şu an çok tehlikeli bölgeler olduğu gibi, hayati tehlikenin olmadığı bölgelerin de varlığı gözönünde bulundurulduğunda, mahkemenin verdiği kararın anlaşılır olduğunu belirtti.
Mahkemenin kararı
Münster Yüksek İdare Mahkemesi, Pazartesi günü açıkladığı kararda, Suriye'de siviller için artık "ülke içi silahlı çatışmalardan kaynaklanan ve şahısların keyfi şiddet sonucu hayatını ve fiziksel dokunulmazlıklarını tehlikeye sokan ciddi bir durum olmadığını" dile getirmişti. Söz konusu davanın, Avusturya'dan Almanya'ya geçerken yakalanan ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya insan kaçıran bir şebekenin üyesi olma suçundan hüküm giyen davacısı, mülteci olarak tam koruma sağlanmasını talep etmişti.
Davacının Suriye'ye gönderilmesi halinde, orada siyasi baskı tehlikesi ile karşı karşıya kalmayacağını bildiren Mahkeme, şahsın Almanya'ya gelmeden önce işlediği suçtan dolayı iltica hakkına sahip olmadığına, aynı zamanda geçici koruma statüsünden de faydalanamayacağına hükmetti.
Geçici koruma statüsü, birey olarak takibat tehlikesiyle karşı karşıya bulunmasa da, ülkesine geri gönderilmesi durumunda iç savaş gibi nedenlerden dolayı ciddi zarar görebileceğine dair elle tutulur kanıtlar sunan kişilere verilebiliyor.
Suriye'de iç savaş kaynaklı tehlike bitti mi?
Almanya'da bugüne dek, Suriyelilere yönelik iltica ve sığınma değerlendirme süreçlerinde genel olarak tüm başvurucuların hayatî tehlike ve beden dokunulmazlığının ihlali tehlikesi göz önünde bulunduruluyordu. Mahkeme verdiği kararda, hem davacının geldiği Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke vilayetinde hem de ülkenin genelinde böyle bir tehlikenin olmadığını belirtti. Yüksek İdare Mahkemesi'nin aldığı karar, temyiz yolu açık olduğundan henüz kesinleşmiş değil.
Almanya İçişleri Bakanlığı'ndan konuya dair bir soruya verilen yanıtta, "İçişleri Bakanlığı ve Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi prensip olarak karar uygulamalarını, eldeki kaynakları temel alarak sürekli gözden geçiriyorlar" denildi, bu kaynaklar arasında mahkeme kararlarının da olduğu ve Yüksek İdare Mahkemelerinin verdiği kararların daha da önem arz ettiği kaydedildi.
Geçen Haziran ayında yapılan federal ve eyaletler düzlemindeki içişleri bakanları toplantısında, suçluların ve tehlikeli İslamcıların Afganistan ve Suriye'ye de sınır dışı edilmeleri hakkında görüş birliği oluşmuştu.
Potsdam kentinde yapılan toplantıda konuşan Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, sınır dışı uygulamasını pratiğe dökmek için pek çok ülke ile görüşme halinde olduğunu, Suriye ile ilgili uygulamaya dair soruların yanıtlanmasının yanında bu ülkenin içinde bulunduğu durumun da yeniden değerlendirilmesinin gerekli olduğunu ifade etmişti. Faeser, atılacak bu adımları da yakın bir gelecekte, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile çözüme kavuşturacaklarına inandığını belirtmişti.
Kapat
İzmir’de yaşayan Suriyeli Izedîn El Esanî (15) adlı çocuk, ırkçı saldırıya uğradı. El Arabiya internet sitesinin paylaştığı ...
25 Temmuz - Kayseri’deki saldırıların ardından İzmir’e yerleşen Suriyeli Izedîn El Esanî (15) adlı çocuk, ırkçı saldırıya uğradı. (Nupel TV) Devamı25 Temmuz - Kayseri’deki saldırıların ardından İzmir’e yerleşen Suriyeli Izedîn El Esanî (15) adlı çocuk, ırkçı saldırıya uğradı. (Nupel TV)
İzmir’de yaşayan Suriyeli Izedîn El Esanî (15) adlı çocuk, ırkçı saldırıya uğradı. El Arabiya internet sitesinin paylaştığı bilgilere göre, El Esanî’nin ailesiyle birlikte Kayseri’de kaldığı, ancak Kayseri’de Suriyelilere yönelik şiddet başlayınca temmuz ayı başında İzmir’e taşındığı öğrenildi.
El Esanî’nin araç yıkama işinde çalıştığı sırada ırkçı saldırıya maruz kaldığı ve başından, burnundan yaralandığı, dişlerinin kırıldığı bilgisine yer verilen haberde, Esanî’nin saldırı sonrası bilinç kaybı yaşadığı da belirtildi.
Esanî ailesi, ırkçı saldırganın babasının, kendilerini şikâyetçi olmamaları konusunda tehdit ettiğini aktardı.
https://nupel.tv/izmirde-irkci-saldiri/
KapatGazete Duvar’dan Nuray Pehlivan’ın Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi ile gerçekleştirdiği ...
22 Temmuz - Cem Terzi: “Mülteci meselesi arafta tutulursa çatışma kaçınılmaz” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı22 Temmuz - Cem Terzi: “Mülteci meselesi arafta tutulursa çatışma kaçınılmaz” (Enternasyonal Dayanışma)
Gazete Duvar’dan Nuray Pehlivan’ın Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi ile gerçekleştirdiği söyleşiyi okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:
1934 İskan Kanunu’yla birlikte Türk olmayan azınlıklara uygulanan iskan politikası ile neler hedeflendi? Ermeni tehciri başta olmak üzere bu coğrafyada neler yaşandı? Mülteci gerçeğinin üzerinde nasıl bir örtü var? Türkiye’ye sığınan insanları vatandaşlıkla eşit statüde nasıl içeririz? Mültecileri insanlık dışı bir muameleye maruz bırakmadan konumlandırabileceğimiz bir düzenleme yapılabilir mi?
Mültecilerle ilgili yaptığı çalışmalarla bilinen Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi sorularımızı cevapladı.
Halkların Köprüsü Derneği barış sürecinin hemen akabinde kuruldu. Amacı Türkiye’de kutuplaşmış, düşmanlaştırılmış halklar arasında köprü olmaktı. Fakat çok kısa bir süre sonra Suriye’de giderek yaygınlaşan iç savaşla birlikte Türkiye büyük bir mülteci akınına uğradı. Derneğin kurucu başkanı olarak o süreci, nasıl bir tutum aldığınızı okurlarımız için kısaca anlatabilir misiniz?
O günler çok farklıydı. Çözüm süreci bir şekilde toplumda barışa dair ümitler yaratmıştı. Meclis çatısı altında hazırlıklar vardı. Şimdi bakınca sanki başka bir ülkeden söz ediyormuşuz gibi… Biz de İzmir’de Türkiye toplumunu oluşturan halklar arasında en tabandan, en sivil, en masumane, en insani çabayı göstermek, küçük de olsa barışa katkıda bulunmak için yola çıktık. Kendi aramızda tartıştıktan sonra ‘kamusal dostluk’ diye bir kavram tanımladık. Kamusal dostluğu; farklı kimliklerin, birbirlerini eşit ve eşdeğer kabul etmesi ve birbirleriyle dayanışmasını sağlayacak demokratik bir ilişki biçimi olarak tanımladık. Türkiye toplumunu oluşturan halklar arasındaki birbirlerine ilişkin korku, nefret, düşmanlık gibi olumsuz, çatışmacı ve ötekileştirici duvarları yıkmayı, bunu da bir araya gelip çok farklı dayanışmalar üreterek, hayatı sokakta eyleyerek katkı koymayı amaçladık. Sadece Kürtler değil, mesela Romanlar da derdimizdi. İlk çalışmamız Roman hemşehrilerimiz ile buluşmak olmuştu.
Suriye’deki savaştan kaçan insanların dalga dalga önce sınır kentlerine sonra, İstanbul, İzmir gibi kentlerin sokaklarına ulaşması ile birlikte mülteciler hayatımıza girdi. Türkiye’nin yeni bir ötekisi oluşmuştu ve yüz binleri bulan bir göç dalgası ile gelmişlerdi. Biz dahil toplum ne olup bittiğini anlamakta güçlük çekiyordu. Başta sağlık, beslenme, barınma olmak üzere acil ihtiyaçları vardı. Bu acil ihtiyaçların karşılanmasını sağlamak, kamu kuruluşlarını göreve çağırmak, toplumu mültecilerin durumu, ihtiyaçları ve kurumların bunları karşılama konusundaki ataletleri hakkında bilgilendirmek için harekete geçtik. Bunlar bizim ilk kuruluş günlerimizde oldu. Derneği kurmaktaki amacımız olan kamusal dostluk arayışı, tam da bu nedenle, bütün enerjimizle bu alana eğilmemizi gerektirdi. Bizim konuya olan ilgimiz kent tarafından anlaşılınca, bir nevi dayanışmanın örgütlenmesinin merkezi haline geldik. Çevremizden, kurumlardan İzmir’deki mültecilerin durumları hakkında bilgi akmaya başladı ve biz de elimizden geleni yapmak için çabaladık. Bizim derneğin en güçlü yanlarından biri 100’e yakın sağlıkçıdan oluşan bir gönüllü grubunun olmasıydı. Adeta küçük bir hastane gibiydik…
Sonra o en sıcak yaz, Haziran 2015 yazı geldi çattı. İzmir göç merkezi haline geldi. Her gün binlerce insan Basmane’den Yunan adalarına geçmeye çalışıyordu. Biz de her gün Basmane’ye gidip sokaktaki insanlara sağlık taraması yapıyor; gıda, giysi, hijyen malzemesi dağıtıyorduk. Durumun vahametini görmemeyi ve hiçbir şey yapmamayı seçen merkezi ve yerel yöneticileri göreve çağıran eylemler yapıyorduk. Bu eylemlere mültecilerin katılması için çok çaba sarf ettik. Basmane’de, kavurucu sıcakta, sokakta asfaltın üzerinde yatan insanları, CHP’li Konak Belediye Başkanı makam odasından seyrediyordu. AKP il binası da bu meydana bakıyordu, pencereden seyrediyorlardı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar hastalar, binlerce insan; tuvalet yok, banyo yok, su yok, insan kaçakçıları ile buluşmak üzere bekliyorlar. Geceleri derme çatma teknelerle, lastik botlarla Yunan adalarına geçmeye çalışıyorlar. Yerel esnaf işi gücü bırakmış bu insanlara sahte can yelekleri satmakla meşgul. Tam burada büyük bir yeşil alan ve çeşitli hizmetlerin verilebileceği İzmir Fuar’ı var. Mülteciler Fuar alanına giremesin diye kapılarını zincirlediler. Girişleri engellemek için kapılara güvenlik güçleri koydular. Ağacın gölgesini esirgediler insanlardan! Valiliğe, Büyükşehir ve Konak Belediyesi’ne defalarca başvuruda bulunduk. Fuar’ın kapılarını açmaları için fuar önünde basın açıklaması yaptık. Bu ‘medeni, Avrupai, demokrat’ İzmir, ağacın gölgesini esirgedi mültecilerden ve çoğu insan bu durumu sadece seyretti. Aslında bütün şehir seyretti…
Dünya, dört bir yanda yaşanan savaşlarla birlikte belki de insanlık tarihinin gördüğü en kitlesel ve uzun süreli insani ve demografik bir altüst oluş içinde. İklim krizinin bu altüst oluşu daha da arttıracağı öngörülüyor. Bu durumun nedenlerini ve baş etmeye çalıştığımız bu acımasız, eşitsiz sürüklenmeye dair düşünceleriniz nelerdir?
Halen yaklaşık 300 milyon (Dünya nüfusunun yüzde 4‘ü) uluslararası göçmen, doğdukları yerden farklı bir ülkede yaşamını sürdürüyor. Varsıl ve yoksul ülkeler arasındaki büyük ekonomik eşitsizlik, demografik dengesizlikler, küresel kuzeyde doğurganlığın düşük olması ve iş gücü açığı, küresel güneydeki iş gücü fazlası, küreselleşme, neoliberal ekonomi, savaş ve çatışmalar, iklim değişikliği göçün temel nedenleri. Yerinden zorla edilmiş insan sayısı 70 milyon civarında. Orta Doğu’daki askeri müdahaleler, Avrupa’nın uzun zamandır bir tür yeni kölelik olarak kurumsallaştırdığı, göçmenleri ucuz işçiler olarak kullanma geleneği, eski sömürgelerinden bu şekilde yararlanmaya devam etmesi sorunu ateşliyor. Büyük fotoğraf için Batı’nın sömürgeci ve emperyalist geçmişi bugün de varlığını sürdürüyor diyebiliriz.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eski başkanı George W. Bush’un 2001’de ilan ettiği ‘Global War On Terror’ (Teröre Karşı Küresel Savaş) doğrultusunda, ABD ordusunun açtığı vahşi sekiz savaş yüzünden en az 37 milyon (başka bir hesaplama ile 59 milyon) insan göç etmek zorunda kaldı. ABD askeri hareketleri ile göç etmek zorunda kalan 37 milyon insanın sadece yüzde 2.5’i ABD’ye mülteci olarak kabul edildi. Afganistan işgali 5.3 milyon zorunlu göçmene yol açtı. ABD’nin askeri ve siyasi müdahaleleri Pakistan’da 3.7 milyon, Libya’da 1.2 milyon, Suriye’de 7.1 milyon, Yemen’de 4.4 milyon, Somali’de 4.2 milyon ve Filipinler’de 1.7 milyon zorunlu göçmene yol açtı. Merkez kapitalist ülkeler mültecilerin sadece yüzde 14’üne kapılarını açtı, yüzde 86’sı ise geri kalmış ve gelişmekte olan komşu ülkelerde yaşamlarını sürdürüyor. 2016’da iklim felaketleri (yangın, sel vb. gibi) yüzünden yerinden olan insan sayısı 24 milyona ulaştı. United Nations University çalışması 2050’ye kadar iklim mültecilerinin sayısının 143 milyon hatta 1 milyara kadar çıkabileceğini söylüyor! Öte yandan NATO gelecekteki kitlesel göçlere karşı askeri müdahale hazırlıkları yapıyor. Avrupa yeni ‘demir perdeyi’ göçmenlere karşı oluşturmuş durumda. Mültecilere ve göçmenlere karşı üstü örtük bir savaş yürütülüyor. En varsılın en yoksula açtığı kirli bir savaş!
Basında ve dünya genelinde adeta resmi terminoloji gibi tekrarlanan ‘kaçak göçmen’ sözünü sık sık duyuyoruz. Sahada mültecilerle temas eden ve onlarla dayanışma gösteren bir kurumun temsilcisi olarak mülteci gerçeğinin üzerinde sizce nasıl bir örtü var?
Birleşmiş Milletler (BM) gibi küresel aktörler işlerine gelecek şekilde terminoloji yaratıyorlar. Bugün mülteci, göçmen, ekonomik göçmen ya da kaçak işçi ya da sığınmacılar arasındaki ayrımlar gerçek yaşamda tamamen anlamsızlaştı ve bu tanımlar geçerliliklerini yitirdi. Geçerli tek bir gerçek var: Dünya, uluslararası hukuk ilkelerini hiçe saymakta, baskı ve zulüm sebebiyle ülkelerinden kaçan insanları yasal olarak korumamaktadır. Vatansız kalan insanlar, iç savaş ve çatışmalar yüzünden evini, işini kaybetmiş, geleceğini kendi topraklarında göremeyen, küresel neoliberal politikaların dayattığı ekonomik, siyasi ve kültürel baskılar nedeniyle marjinalize olan, ülkesini terk etmek zorunda kalan insanlar BM’nin mülteci tanımında yer almıyorlar.
Öte yandan yeryüzünde savaş, yoksulluk, iklim değişikliği, siyasal baskılar, diktatörlükler, soykırımlar, sistematik toplumsal terör, küreselleşmenin neoliberal politikaları, toplu yersiz yurtsuzlaştırmalar ve ucuz iş gücü transferleri (köle ticareti) nedeniyle 60 milyon insan, mülteci statüsü olmayan mülteciler durumunda. Bu insanların onurlu bir yaşam sürme hakkı için BM ya da Avrupa Birliği (AB) hiçbir şey yapmıyor. Mültecilerle ilgili en yalın gerçek, bu insanların hayatta kalmak için kendi ülkelerini terk ederek her türlü vatandaşlık haklarını kaybettikleri ve sığındıkları ülkede de haklardan ve vatandaşlıktan mahrum biçimde hayatta kalma mücadelesi verdikleridir.
Göç, doğal ve durdurulamaz bir fenomendir. Avrupa tarihinin göçler tarihi olduğunu, yakın zamanda ABD’nin göç ile kurulduğunu hatırlayınız. İnsan her zaman göç etti. Bu yeni bir durum değil. Aslında tarihsel olarak incelendiğinde, göç çok kültürlü toplumların oluşmasını sağlamıştır ve çok sayıda kültür yan yana yaşayabilmiştir. Göçü siyasi ve sosyal olarak kontrol edilemez hale getiren ve bir trajediye dönüştüren savaşlardır. Batı -batı derken küresel kapitalist sistem demek istiyorum- mültecilere yardım için kendisini sorumlu hissederken göçmenlere karşı böyle bir sorumluluk duymuyor. Mülteciler arasında da ırk ve dine dayalı ayrımcılık yapılıyor. Bunun son örneğini Rusya-Ukrayna savaşında gördük. Suriyelilere kapılarını kapayanlar Ukraynalı mültecilere açtılar.
Aslında kaçak göçmen, düzenli göçmen, mülteci gibi tanımlamalar ve ayrım, güç sahibi kişi ve kurumlar tarafından göçmen ve mültecilerin iyiliği için değil, kendi politik amaçları için yapılıyor. Uluslararası hukuk ısrarla, doğrudan yaşamı tehdit altında olan ‘mülteci’ ile daha iyi yaşam koşulları elde etmeye çalışan ‘ekonomik göçmen’ arasında bu ayrımın yapılmasını öneriyor. Oysa, mülteciler ile göçmenler arasında böyle zorlama ve yapay bir ayrım yapıldığında, insani perspektiften doğan, bu insanların hepsinin yardıma ihtiyacı olduğu gerçeği yok edilerek, göçü kısıtlamaya giden yol açılmış oluyor. Bu nedenle Batı’nın bütün stratejisi bu ayrım üzerine kurulurken, ‘insan hakları perspektifi’ adı altında aslında göç kısıtlanmaya çalışılıyor. Bugün milyonlarca insan doğrudan can güvenliği tehdidi altında olmasa da evi, iş yeri bombalarla yıkıldığı, işsiz kaldığı, ırkı, dini, mezhebi yüzünden iş bulamadığı için yollardadır.
Afrika’da ve Orta Doğu’da insanlar kendi sorunlarını çözmekte, kendi toplumlarını değiştirmekte neden başarısız oluyorlar? Bu soruyu sordukça Batı’nın -küresel kapitalist sistemin- buna neden izin vermediği anlaşılacaktır. Libya Batı’nın müdahalesi ile kaosa sürüklendi. Bugün Libya’da birbiri ile savaşan üç hükümet var. Irak’ta, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’nin yükselmesine neden olan durumun asıl sebebi ABD’nin bu ülkeyi işgal etmesidir. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kuzeydeki Müslümanlar ile güneydeki Hıristiyanlar arasında devam eden iç savaş, bir anda ortaya çıkan bir etnik nefretten ibaret değildir. Çatışmalar kuzeyde petrol bulunmasından sonra Fransa’nın ve Çin’in petrol kaynaklarını kontrol etme girişimleri ile tetiklendi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz…
Göç, bugün Batı devletlerinde en önemli güvenlik sorunu olarak görülüyor…
Evet, devletler bilinçli bir şekilde, göçmenleri, işsizlik, şiddet, güvensizlik, uyuşturucu trafiği ve insan kaçakçılığı gibi sorunlardan sorumlu kişiler olarak gösteriyor ve onları kriminalize ediyorlar. Toplumların göçmenlerden korkması sağlanıyor. Bununla da yetinmeyerek göçle ilgili ‘akın’, ‘işgal’, ‘istila’, ‘zorla girme’ gibi ırkçı terimlerle yabancı düşmanlığı körükleniyor. Bu sayede ev sahibi ülkelerdeki sosyopolitik yapının ürettiği yapısal sorunlar toplumun dikkatinden kaçırılmış ve her problem göçmenlere bağlanmış oluyor. Kapitalizmin yapısal sorunları yerine, göçmenlerin sebep olduğu öne sürülen ‘kültürel uyumsuzluk’ söylemine odaklanmayı tercih ediyorlar. Toplumsal sorunların asıl nedeni olan eşitsizliklerin ve ayrımcılığın üstünü bu şekilde örtüyorlar.
Göçmenlerle ilgili sorunlar, aslında o ülkenin vatandaşları için de geçerli olan, yoksulluk, işsizlik, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, farklılık korkusu, milliyetçilik ve ırkçılık gibi yapısal sorunlardır. Refah devletleri çöküş içindedir. Merkez kapitalist ülkelerde ciddi biçimde endüstrisizleşme ortaya çıkmıştır. Sağ siyasetler, tüm bu büyük sorunları, göçmenlerin ulusun birlik ve saflığına karşı tehdit oluşturduğu algısına indirgemeye çalışmaktadır. Göç alan ülkelerin politikacıları, göçmenleri, ‘içerideki düşmanlar’ olarak tanımlıyorlar. Hükümetler, mültecileri ekonomik bir külfet olarak görüyorlar. Göçmenleri toplumun kültürünü bozan, kaynaklarını baltalayan, iş olanaklarını çalan, hayali bir yabancı düşman, hatta son zamanlarda terörist olarak niteliyorlar. AB’nin üye devletleri, sözde yasadışı göçten korunmak için ‘Özgürlük, Güvenlik ve Adalet’ adını verdikleri bir alan ilan ettiler. Bu havalı ismin altında yürüttükleri yasa dışı göç karşıtı faaliyetler, ölümlere yol açan çatışmalara sahne olan kirli bir savaş aslında.
Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’e, çok etnisiteli bir imparatorluktan tek tipleştirilmiş, Türkleşmiş bir ulus devlete geçiş sürecinde, çok fazla acı ve yıkım var. İttihat Terakki Cemiyeti ile birlikte, Ermeni tehciri başta olmak üzere bu coğrafyada neler yaşandı?
İmparatorlukların ve ulus devletlerin göç, nüfus ve iskan politikalarının her zaman insan hakları çerçevesinde şekillenmediğini biliyoruz. Bugün karşılaştığımız bu büyük göçü toplumsal olarak nasıl karşılayacağımız ile ilgili dersleri kendi tarihimizden çıkarmaya çalışmak için Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin göç, nüfus ve iskan politikalarına bakmak gerekiyor.
19’uncu yüzyıl ortasından sonraki kitlesel göçler, Osmanlı’da ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin (TC) başlangıcında, Anadolu’daki Türk-Müslüman nüfusunu oluşturmada çok önemli rol oynadı. Devlet, hem Osmanlı’da hem TC kuruluşu aşamasında Anadolu nüfusunun Türk ve müslümanlaştırılması için göçleri kullandı. 1850’den itibaren Kırım ve Kafkasya’dan Tatar ve Çerkesler geldi. 1877-1878’de, 93 harbi olarak anılan Osmanlı-Rus harbinden sonra, Rumeli göçmenleri adı verilen Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan’dan Türk müslüman kökenliler geldi. 1860-1922 arasında gelen Kırım Tatarlarının sayısı 1 milyondan fazladır. 1859 -1879’da gelen Çerkes nüfus ise 2 milyon civarındadır. Daha sonraki yıllarda devlet anlaşmaları ile göçün sürdüğünü görüyoruz. Bulgaristan’la 1893-1902 döneminde yapılan anlaşmalarda 80 bine yakın Müslüman Anadolu’ya alındı. Osmanlı özellikle tarımda çalışacak insan gücünü, bu muhacir akımına toprak ve sermaye vererek değerlendirdi. Ancak bir süre sonra göçmen sayısı öyle bir noktaya ulaştı ki yeni gelenlere toprak ve sermaye vermek imkansızlaştı.
Erken Cumhuriyet yıllarında ise büyük mübadele ile karşılaşıyoruz. Yunanistan’la yapılan anlaşma ile 400 bin göçmenin Türkiye’ye gelmesi ve Anadolu’dan Rumların Yunanistan’a gönderilmesi sağlandı. Türk-Yunan nüfus mübadelesi, dünya göç tarihindeki sayılı nüfus politikalarından biridir. 19’uncu yüzyıl ortalarından TC ’nin kuruluşuna kadar, Anadolu’ya dışarıdan beş milyondan fazla Türk Müslüman geldi. Peki ya gidenler? En düşük tahminlere göre 2,5 milyon Rum ve Ermeni Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldı. 1 milyon Ermeni soykırımda öldü.
Nüfus çalışmalarına baktığımızda, bir görüşe göre 1913’te Anadolu nüfusu 16 milyon idi ve 1923’te bu rakam 13 milyona düştü. Diğer bir araştırmaya göre ise Anadolu nüfusu 1912’de 17,5 milyon idi ve 1922’de 12 milyona düştü. Bu rakamlar bize Cumhuriyet dönemi öncesi Anadolu nüfusunun, savaşlar, iç çatışmalar, açlık ve sefalet yüzünden ölenler ve zorunlu göçlerle önemli bir değişime uğradığını gösteriyor. Bu değişimin temel özelliği Türk ve Müslüman nüfusun hem sayısal hem oransal artışı oldu. Savaş ve göçlerde çoğu erkek 2,5 milyon Türk nüfusu ölmesine rağmen bu artış dış göçlerle gelenlerle ve özellikle kırsal kesimde yaşayan ‘Gayri-Müslim’ nüfusun azalması ile gerçekleşti.
1923-1950 döneminde ise Cumhuriyet’in, bir ulusal kimlik arayışı ve aynı zamanda kalkınma ve modernleşme projesi çerçevesinde göç politikaları yürüttüğünü görüyoruz. Yani Osmanlı’nın göç politikasıyla, Cumhuriyet döneminin göç politikaları arasında dramatik bir kopuş yoktur. Temel ilke, Anadolu’nun Türk ve Müslümanlaştırılma projesi, Cumhuriyet ile de devam etti. Cumhuriyet de sınırları içindeki nüfusu dini açıdan homojenleştirmeye çalıştı. Genç Cumhuriyet aldığı göçmenlere toprak ve para yardımı yaptı ve Kürt isyanlarını engellemek için bu göçmenleri Anadolu’ya yerleştirmek suretiyle birtakım iskan politikaları uyguladı.
TC’nin göç politikasını; Balkanlar’dan, Türk soyundan gelen müslüman göçünü teşvik etmek, müslüman olmayanları ise dışlamak, Sünni ve Hanefi Müslüman Rumeli muhacirleri tercih ederken, Orta Asya, Orta Doğu ya da Afrika’dan gelen Türk ya da müslümanları vatandaş olarak benimsememek şeklinde özetlenebilir. Osmanlı’nın göç politikası 2. Abdülhamit’in İslamcı, Türkiye Cumhuriyeti’nin göç politikası da Mustafa Kemal’in laik ve Türk kimliğinin oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.
1950 -1980 yılları arasında ise durum değişti. Tarımda modernleşme, kırdan kente büyük bir iç göçe yol açtı. Bu dönem aynı zamanda milli burjuvazinin devlet tarafından güçlendirilmesi dönemidir. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, İstanbullu Rum ve Ermenilerin Türkiye’yi terk etmeleri, 1964’te Yunan pasaportu taşıyan Rumların sınır dışı edilmesi yani ‘Gayri Müslim’ kesimin Anadolu dışına sürülmesi devam etti. 1960’lardan sonra yurt dışına göç başladı. Almanya ile bir anlaşma yapıldı ve Türkiye kendi kır nüfusunu azaltmak üzere, ilk kafileyi tamamen köylerden seçerek, Almanya’ya işçi olarak gönderdi. Bu anlaşma 1973’e kadar devam etti.
1980’lerden sonra siyasi göç ile karşılaşıyoruz. Askeri darbe ve Özal’ın getirdiği neoliberalizm, Türkiye’de solcuların ve siyasi mücadele veren Kürtlerin Avrupa’ya göç etmesine neden oldu. 330 bin kişinin yurtdışına göç ettiği biliniyor. 1990’larda Türkiye iki büyük kitlesel göç ile karşılaştı. Bunların niteliksel farklarına bakmak, devlet refleksini görmemiz açısından çok önemli. Biri 1988’deki Halepçe katliamında Irak’tan gelen Kürtler (467 bin kişi) ve diğeri 1989’da Bulgaristan’dan, Jivkov’un asimilasyon politikaları yüzünden gelen ve soydaş denilen 360 bin kişi. Kürtlere hiçbir zaman vatandaşlık teklif edilmedi ve kalıcı olmaları istenmedi. Ancak, Bulgaristan’dan gelenlere hızlıca vatandaşlık verildiği gibi bazılarına ev, iş yeri, toprak gibi imkanlar sağlandı. Buna rağmen 360 bin kişiden yaklaşık yarısı Bulgaristan’da durum düzeldikten sonra geri döndü. Buradan da görüyoruz ki devlet, Jivkov’un mezaliminden kaçan Türk soydaşlarını mağdur olarak gördü ama Saddam’ın kimyasal bombalarından kaçan Iraklı Kürtlere aynı sempatiyi göstermedi. Oysa, oradan gelen Kürtler de buradaki Kürtlerin akrabası ve soydaşı idi. Iraklı Kürtler sınır illerinde çeşitli kamplarda tutuldular, durumları genellikle çok kötüydü. Irak Kürtlerinin tamamına yakını peyderpey Irak’a geri gönderildi.
İki binli yıllara gelirken, Türkiye göçmenler açısından bir transit ülke konumuna geldi. Öte yandan neoliberal kapitalist ekonomik dönüşüm, Türkiyeli emekçi sınıfına baskı uygularken, dışarıdan emek gücü almayı da teşvik etti. Türkiye’de, Suriyelilerden önce gelen, 1 milyon kayıt dışı yabancı işçi olduğu tahmin ediliyor.
Özetle TC‘nin nüfus ve iskan politikası, pek çok ulus devletinkine benzer şekilde, ulus inşası için kullanılan etkin bir araç oldu. Kendi iç sorunlarından kaynaklanan güvenlik kaygıları, göçmen politikalarında çok belirleyiciydi. Bu yaklaşımı aslında Osmanlı’dan miras aldı ve olduğu gibi devam ettirdi. Yeni TC uluslaşma politikası çerçevesinde yeni ‘vatandaşlık’ tanımı yaptı. Vatandaşlık kavramı ile yasal olarak dil, din, cinsiyet ve diğer bütün ayrımlar gözetilmeksizin, Türkiye’de yaşayan herkesin ‘Türk’ ve dolayısıyla ‘vatandaş’ olduğunu kabul etti. Pratikte ise, bütün ulusçuluk akımları gibi, bu tanım da ayrımcı oldu. Ulusun dili Türkçedir. ‘Vatandaş’ tanımı, büyük ölçüde aksansız Türkçe konuşan, Sünni, Müslüman, kentli, orta sınıfı kapsadı. Dili, dini ve mezhebi ayrı olanlar dışlandığı gibi kent aksanı ile konuşamayan köylüler de dışlandı. Köy-Kent gerilimi yaratıldı ve insanlar ‘vatandaşlık hakkı’’ alabilmek için köyden kente göçmeye başladı. Bunlara vatandaş yerine halk, ‘Bey’ yerine ‘Efendi’ denildi. Bu durum 90’lara kadar devam etti. Ne vatandaş ne de halk olabilen ‘Gayri-Müslimlerin’ ise terk etmekten başka pek şansları kalmadı. Kürtler ve Aleviler ise Türklüğe ve Sünniliğe asimile oldukları kadarı ile vatandaş olabildiler!
1934 İskan Kanunuyla (2510 sayılı kanun) birlikte Türk olmayan azınlıklara yönelik toplu ve zorunlu göç yoluyla yeni bir asimilasyon politikası yürürlüğe girdi. T.C. Devleti azınlıklara uygulamış olduğu iskan politikası ile sizce neleri hedefledi?
1930’da ilan edilen iktisadi programda, dahili asayiş talep edildi ve şimdiye kadar Batı Anadolu’da yoğunlaşan tarım ekonomisinin daha verimli topraklar olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yaygınlaştırılması önerildi. Bunun akabinde 1934’te bir iskan kanunu çıkarıldı ve Kürt Aşiret reisleri batıya doğru iç göçe zorlandı. Mesela Dersim isyanında tam olarak kaç kişinin sürüldüğü bilinmese de en düşük tahminlere göre 12 bin kişinin batıya sürüldüğü düşünülmektedir.
2510 sayılı İskan Kanunu, Cumhuriyet Dönemi iskan kanunları içerisinde en çok tartışılan kanunlardan biridir. TC’nin iskan siyasetinin temel belgesidir. 2510 sayılı İskan Kanunu hükümleri çerçevesinde, yerleşmek amacıyla ülkeye gelen Türk soylu ve Türk kültürüne bağlı kişiler, belirli koşullar altında, ülkeye muhacir (göçmen) olarak kabul edildiler. Muhacir olarak ülkeye kabul edilenler, gerekli işlemlerin tamamlanmasından sonra Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığına alındı ve kendilerine bazı muafiyetler sağlandı. Sadece resmi rakamlara göre, 1923-1997 yılları arasında, toplam 1 milyon 648 bin 77 kişi ülkeye göçmen olarak yerleştirildi.
Kanun’un gerekçesinde, Osmanlı Devleti’nin iskan politikası değerlendirilmekte ve Osmanlı Devleti’nin üç asırdan beri anavatana göç eden muhacirleri sistemli bir iskan politikasına tabi tutmadığı ileri sürülmektedir. Osmanlı Devleti’nin, muhacirleri iskan ederken, onları Türk kültürü içerisinde kaynaştıramaması ve Türkçeyi anadil olarak benimsetmeye çalışmamasından şikayet edilmekte ve bu durumun sonuçları değerlendirilmektedir. Yine eleştirilen bir diğer konu da Osmanlı Devleti’nin aşiretleri iskan siyasetidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde aşiretlerin, ağalığın, beyliğin bir idare tarzı olarak benimsendiği yargısı üzerinde durularak, bu durumun yol açtığı sorunlardan bahsedilir.
Kanunun 2 temel amacı vardır: Türk kültürünü kuvvetlendirmek ve dil davasını çözüme kavuşturmak. Bu amacı gerçekleştirmek için memlekete Türk kültürüne bağlı göçmen getirerek Türk kültürlü nüfusu yoğunlaştırmak, bunun için de milli sınırların dışında kalmış soydaşlara, ülkenin geniş toprakları üzerinde yurt edindirmenin gerekliliğini vurgulamak.
Türk kültürüne bağlı olmayan nüfus kitlelerini bir yerleşim bölgesinden bir başka yerleşim bölgesine taşıyarak dağınık bir şekilde yerleştirmek ve bunları Türk kültürüne bağlayarak Türk kültürünü kuvvetlendirmek.
Bu çerçevede 2510 sayılı İskan Kanunu, ulus devlet idealinin gerçekleştirilmesinde oldukça önemli bir rol üstlendi. 2510 sayılı İskan Kanunu, göçmen kabul politikasına yönelik olarak göçmen ve mülteci tanımlamalarında Türk soy ve kültürüne, mensubiyetine yaptığı vurguya dikkat edilmelidir. Ayrıca kanun metnine hakim olan kimlik vurgusuna rağmen, mülteci ve göçmen kabul pratiklerinde dinin de özel bir yere sahip olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Türk olmayan Müslüman Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomakların, mülteci veya göçmen olarak kabul edilmesine rağmen Ortodoks Gagavuz Türkleri veya Şii Azeriler bu ayrıcalıktan faydalanamadı.
İkinci önemli iskan kanunuyla da 2006 yılında karşılaşıyoruz…
Evet, AB katılım sürecinde oldukça önemli bir belge olan 9’uncu Uyum Paketi’ne hazırlık olarak bir dizi kanun tasarı ve teklifinin görüşüldüğü bir dönemde 5543 sayılı İskaan Kanunu, 26/09/2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 5543 sayılı Kanun’a göre göçmen tanımı, Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu kanun gereğince kabul olunan kişileri kapsıyor.
Türkiye’de yerleşmek amacıyla, hükümetten iskan yardımı istememek şartıyla dışarıdan gelmek isteyen Türk soyundan kimseler serbest göçmen olarak adlandırılmıştır. Söz konusu kavramların tanımında dikkat çeken nokta, göçebe ve göçmen kavramlarının daha önceki iskan kanunlarına benzer şekilde ele alınarak göçmen ve serbest göçmen olabilmek, Türk soyundan gelmek ve Türk kültürüne bağlı olmak şeklinde çok benzer biçimde tanımlanmış olmasıdır. Göçmen kabulünde Türk soyu ve Türk kültürü kavramları bir kez daha vurgulanmıştır.
2510 sayılı İskaan Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1934 yılında yaklaşık olarak 17 milyon olan ülke nüfusu, 2006 yılı itibarıyla 70 milyonu aşmış durumdaydı. Ülke genelinde yapılan barajlar ve diğer ekonomik tesisler nedeniyle yerlerini terk etmek zorunda kalan ailelerin iskan sorunları giderek büyümüştü. Buna ek olarak, İçişleri Bakanlığı verilerine göre Doğu Anadolu’da çatışmalar dolayısıyla 3 bin 688 köy ve mezra boşaltılmış, 353 bin 280 kişi göç etmek zorunda kalmıştı. Bunlardan 127 bin 820 kişi Köye Dönüş Projesi kapsamına alınmış, Köye Dönüş Yasası gereği zarar görenlerin zararı karşılanmıştı. Köye dönüş projesi kapsamında 69 bin 832 kişi resmi başvuruda bulundu. Aynı dönemde, yerinden edilen 1.500 kişi mağduriyetleri nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu ve TC’ye 14 milyar TL’lik tazminat cezası verildi.
Bu yıllarda önemli bir diğer konu da uluslararası göç hareketleri oldu. 2005 yılı sonuna kadar toplamda 1 milyon 650 bin 604 nüfus, gerek iskanlı gerekse serbest göçmen statüsünde kabul edildi. Bu çerçevede 5543 sayılı İskan Kanunu, uluslararası sisteme uyum sürecinin uzantısı, dolayısıyla da son yüzyılın en önemli ekonomik, toplumsal ve siyasal olgusu olan küreselleşme sürecinin yansıması olarak da değerlendirilebilir.
Özetle yeni kurulan TC’nin ulusal güvenlik algısı temelde doğudaki Kürt nüfusa karşı oldu. Dolayısıyla bu dönemdeki iskan ve göç politikalarında güvenlik kaygıları belirleyici oldu.
İskan siyaseti ve göç politikaları da ulusal güvenliğin tamamen Türk kimliği ve birliği üzerine kurulması nedeniyle bu amacı gerçekleştirmek üzere yürütüldü. 2510 sayılı Kanun ve bu iskan siyasetinde zaman içinde bir değişim, demokrasi kültürünün yerleşmesi beklenirken maalesef 2006 yılında bile güvenlik ve tehdit algısına devam eden yeni kanun da benzer özü korudu.
1960 sonrası dönemde ise “Çok Nüfus, Şen Nüfus, Tok Nüfus” sloganı ile kavramlaştırılmış olan nüfus politikaları, nüfusta belli bir düzeye ulaşılması ve değişen güvenlik algıları nedeniyle yeniden biçimlendi. Bu süreçte göçmenlerin genellikle iskanlı statüde kabul edilmesi şeklindeki politika da değişti ve göçmenlerin çoğunlukla serbest statüde kabul edildiği bir dönem başladı.
1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesi, ulus devlet anlayışı çerçevesinde kurgulanan göç ve göçmen kabul politikalarında yeni bir süreci beraberinde getirdi. Ne kadar değişim olduğu ise ayrı bir söyleşinin konusu olabilir.
Osmanlı’da ve TC’de, Gayrı-Müslimler, Sünni olmayan Müslümanlar ve Türk olmayanlar, var olan Sünni-İslam-Türk düzenini bozmadıkça tolere edildiler. TC Sünni, Müslüman, Türk kimliğini benimsedi ve Sünni, Müslüman, Türk olmayan etnik, kültürel ve dini gruplara eşit yaklaşmadı. AKP’den önce ibre Türklüğe doğru iken, AKP ile ibre Sünni İslama döndü. Bu bağlamda göçmenler, (Türk –Müslüman kökenli: örneğin Özbek, Uygur Türkleri, Türkmenler), misafirler, (Müslüman orijin, fakat Türk değil: Ensar, hak yerine dini yardımseverlik, hayırseverlik, himmet ile yaklaşılanlar: örneğin Suriyeliler) ve Yabancılar, (Müslüman olmayanlar: örneğin Avrupa Birliği vatandaşları) tanımları güncel uygulamalara temel oluşturdu.
Cumhurbaşkanı ve AKP, Suriyeli mültecilere yönelik ilk günden itibaren ‘misafir ağırlama’ yaklaşımını ve islami değerlere uygun merhamet duygusunu dillendirdi. ‘Suriye’deki zorba rejimden’ kaçan Suriyelilere muhacir, onlara yardım edenler de ensar -Müslümanların Mekke’den Medine’ye göçmesi ve Medineli halkın yaptıkları yardımlar nedeniyle ensar adını almasına göndermede bulunularak- tanımlaması yapıldı. AKP’nin Suriyeli mültecileri millileştirmesi veya Müslüman kardeşliği üzerinden soydaşlaştırılması çabalarının arkasında bölgesel güç olma arayışı vardır. Bir yandan AB ülkelerinin aksine Türkiye’de Suriyelilere gösterilen misafirperverlik ve merhametin milli gurur kaynağı olduğuna vurgu yapılıyor, öte yandan her fırsatta Suriyelilerin AB’ye karşı bir kitlesel göç silahı olarak kullanılmasından çekinilmiyor.
1990’larda köylerinin yakılmasıyla milyonlarca Kürt köylüsü zorunlu göçe maruz kaldı ve çoğunlukla Türkiye’nin batısına, büyük şehirlere göç ettiler. Bu zorunlu göçün Türkiye’nin siyasal, sosyo kültürel ve ekonomik yapısına ve Kürtlere nasıl etkileri oldu?
1980’lerden itibaren 90’ların ortalarına, 97’lere kadar devlet zorunlu göç politikası uyguladı. Bir çalışmada 1984-2006 arasında 900 bin ile 1 milyon 300 bin arasında Kürt nüfusunun yerinden edildiği bildirilmiştir. Bu rakamı 3-4 milyon olarak tahmin edenler de var. Köyler boşaltıldı ve insanlar İzmir’e, Adana’ya, Mersin’e, İstanbul’a, Ankara’ya göç ettirildi. Bu insanlar devlet geleneği haline gelmiş asimilasyon politikalarına maruz bırakıldılar. Üstelik batı illerinin ucuz iş gücü oldular. Göçtükleri hemen her yerde kültürel ve siyasal olarak reddiye ile karşılaştılar. Bir anti-Kürtlük atmosferi ortaya çıktı.
İzmir de bu konuda başı çekiyordu. 2005 yılında Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne bir stant kuruldu ve ‘’Kürtlerin üremesini engelleyelim’’ broşürleri dağıtıldı. Bu derneğin Kürtlerin üremesinin engellenmesi hakkında başlattığı imza kampanyası yargıya taşındı ancak 2011 yılında dernek bu davadan beraat etti. “Kürtlerin üremesi durdurulsun” diyen dernek kapatıldı ama yine de davadan beraat ettirildi. Bugün batı illerindeki Kürt nüfusun seçimlerdeki tercihlerine bakınca devletin asimilasyon politikalarının istenildiği kadar başarılı olmadığını söyleyebiliriz.
Ülkemizde her geçen gün biraz daha yükselen bir mülteci düşmanlığı söz konusu. Sizce bu koşullarda ve bu nefret ortamında halklar arasında bir köprü kurabilmek gerçekten mümkün mü?
Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılması çok olumsuz bir duruma yol açıyor. Bu söylemler toplumun aklını karıştırıp, gerginliği arttırıyor. Toplumda var olan kendisi gibi olmayana, yabancıya, ötekiye, göçmene ya da mülteciye dair önyargı, rekabet duygusu içinde şiddet barındırıyor. Bugün yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şiddet kontrolden çıkabiliyor ve en korkulana; gerçeğe dönüşüyor. Bunu önlemenin yolu haksız rekabeti önlemek. Yokluk, yoksunluk kitleleri kendi adaletini aramaya yönlendirebiliyor. Devlet sosyal adalet için adım atmazsa ve mülteci meselesini arafta tutmaya devam ederse çatışma kaçınılmaz olur.
Son olarak; Türkiye’ye sığınan insanları vatandaşlıkla eşit statüde nasıl içeririz? Onları hem kendi ülkelerine yabancılaştırmadan, özlemlerini, dönüş isteklerini yok etmeden, ama aynı zamanda insanlık dışı bir muameleye maruz bırakmadan konumlandırabileceğimiz bir düzenleme nasıl yapılabilir?
Bunun için kuşkusuz ki yeni bir anayasal düzenleme yapma gereği var. Anayasanın eşit vatandaşlık üzerinden yeniden kurgulanması gerekir. Öte yandan Türkiye sosyal entegrasyona sadece Suriyeliler için ihtiyaç duymuyor. Bütün toplumun sosyal entegrasyona ihtiyacı var. Türkiye’de eşit vatandaşlık meselesinin en önemli sorunu Anayasa aracılığıyla herkese Türk kimliğinin dayatılmasıdır. Oysa Türkiye’de yaşayan herkes Türk değildir. Herkes Türkiyelidir. Eşit vatandaşlık meselesine insan hakları ve demokrasi açısından bakıldığında en az Suriyeliler kadar Türkiyelilerin de sosyal entegrasyona ihtiyacı var. Bu da insan haklarını esas alan demokratik bir anayasa değişikliği ile mümkündür. Bu durumda pek çok sorunun bütünleştiğini görüyoruz. Suriyeli mülteci meselesi ile Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacı aynı anda, aynı masanın üzerinde duruyor. İnsan hakları açısından herhangi bir vatandaşla, ülkesini savaş yüzünden bırakıp buraya gelmiş bir mülteci, göçmen, sığınmacı arasında hiçbir fark yok!
Devletlerin mültecilere vatandaşlık vermesi bir yükümlülük olmamakla beraber, Cenevre Sözleşmesi’nin 34. maddesi bunu kuvvetle tavsiye ediyor. Mültecileri vatandaşlığa almak uluslararası hukuka uygun bir adımdır. Ancak ayrımcılık yapmak; kalifiye ve varlıklı olanı alıp asıl ihtiyaç sahibi milyonlarca yoksul Suriyeliyi dışlamak bir çözüm olamaz. Mülteciler için uygulanan coğrafi kısıtlamayı kaldırmadan, hak ettikleri mülteci statüsünü vermeden, ayrımcı, kısmi ve eksik vatandaşlık hakkı meseleyi çözmekten çok uzaktır. Tüm mültecilere vatandaşlık başvurusu hakkı tanınmadan bunun sadece bazı Suriyeliler için olması da başı başına bir sorun ve ayrımcılıktır.
Türkiye’nin yapması gereken, mültecilerle ilgili 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni tam olarak uygulamak; coğrafi kısıtlamayı kaldırmaktır.
Suriyelilerin bir kısmı daha iyi bir yaşam için ya da hali hazırda Avrupa’da bulunan yakınları ile birleşmek için Batı ülkelerine gitmek istiyorlar. Türkiye vatandaşı oldukları zaman bu şansı kaybedecekler. Pek çok Suriyeli ülkesinden tamamen vaz geçmiş değil. Zamanla geri dönmek isteyenler olacaktır. Bu bağlamda barınma ihtiyacından beslenmeye, eğitime, iş hayatına, sağlığa kadar uzanan çok geniş bir yelpazede kişilerin haklara erişimi için pek çok çalışma yapmak gerekiyor.
Temel ilkeler bellidir: Güvenli bir ikamet statüsü, eğitim olanaklarından eşit biçimde yararlanma, emek piyasasında eşit biçimde yer alabilme, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerine eşit biçimde ulaşabilme, geleneksel kültürlerin korunabilmesi, yabancı düşmanlığından arınmış bir ortamda yaşama olanağının sağlanması, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yaşamına katılabilme olanağının sağlanması.
Toplumun doğru bilgilendirilmesi, Suriyelilerin artık misafir olmadığı, daha kalıcı çözümler için devletin bazı planlamalar yapması ve bunları toplumla paylaşması gerekiyor. Mültecileri dışlama, ırkçılık, hınç gibi reaksiyonlardan korumak için devletin politikalarının açık, tutarlı, gerçekçi ve demokratik olması gerekiyor.
Toplumun orta sınıfı ve laik kesiminde Suriyeli mülteciler bir başka tedirginliğe yol açıyor. Kitlesel göç sonucunda AKP’nin yeni bir müttefik, hatta gelecekte oy deposu kazandığını düşünerek önyargılar geliştiriyorlar. İzmir bu tepkinin yoğun yaşandığı illerden biri. Suriyelilerin yaşam biçimleri, örneğin çok çocuk sahibi olmaları üzerinden yapılan acımasız eleştiriler aslında Türkiye toplumunda bir süredir devam eden kutuplaşmadan besleniyor.
Vatandaşlığın ulus devlet aidiyeti ile sınırlanmasını reddetmeyi başarırsak, ulus devletlerin etnik ve/ veya dinsel totalitarizmin uygulayıcısı olmasını reddetmiş oluruz. Bunun yerine ulus devleti, bir arada yaşam iradesi için yeni gelenlerle de gönüllülükle ortaklaşabilen bir politik toplum formu olarak tanımlamak mümkün. Uygarlık ‘yerleşme’ ile başlar. Birilerinin yerleşme haklarını elinden aldığınızda aslında insanlığın bir kısmını insanlıktan çıkarıyorsunuz ve aslında bu bizzat insanlığı yok etmektir. Ulus ortak bir yerleşme kararından başka bir şey değildir ve yeni gelenlerin bu karara katılması ulusu yok etmez, tersine ulusu genişletir, güçlendirir.
Vatandaşlığı kutsamaktan vaz geçmek lazım: Kişi vatandaştır, ama aynı zamanda insandır. 1789 Bildirgesi’nin başında ‘İnsan ve vatandaş hakları’ denmesinin nedeni budur. Devlet yokken de haklar vardı. Devlet ancak siyasal hakları garanti eder, biz insan olarak zaten belli haklara sahibiz. Devleti insanlar kurdu ve haklar insanlarındır. İnsan onuru ve insan hakları açısından herhangi bir vatandaşla ülkesini bırakıp başka bir ülkeye gelmiş bir mülteci, göçmen ya da sığınmacı arasında hiçbir fark yoktur. Milyonlarca kişiyi nasıl barındıracağınızı, nasıl okutacağınızı bilmeden Esad’a karşı kullanmak üzere kabul etmek insan onuru ile bağdaşmaz. Bu insanlara bakamayacağınızı bile bile AB’den siyasi imtiyazlar koparmak için geri gönderme anlaşmasını imzalamak insan onuru ile bağdaşmaz. AB ile ilişkiler kötü gidince “bu insanları gönderirim” diye şantaj yapmak insan onuru ile bağdaşmaz. İnsan olduğumuzu, önce ve sadece insan olduğumuzu, hiçbir zaman unutmamamız gerekir!
Kapat
Sokak toplayıcılığı en zor iş kollarından biri. Sokak toplayıcılarının önemli bir kısmı Suriye uyruklu. (Yüzde 39,8) Afganistan uyruklu olanların oranı ...
21 Temmuz - Rapor Bülteni: Sokak toplayıcılarının önemli bir kısmı Suriye uyruklu (Yüzde 39,8) Devamı21 Temmuz - Rapor Bülteni: Sokak toplayıcılarının önemli bir kısmı Suriye uyruklu (Yüzde 39,8)
Sokak toplayıcılığı en zor iş kollarından biri. Sokak toplayıcılarının önemli bir kısmı Suriye uyruklu. (Yüzde 39,8) Afganistan uyruklu olanların oranı ise %6,2.
https://twitter.com/raporbulteni/status/1814313692525215821
KapatKayseri Geri Gönderme Merkezi’nde sınır dışı edilmek üzere 150 ailenin alındığı iddia edildi. KARAR’a konuşan MAZLUMDER Şube Başkanı Ahmet ...
19 Temmuz - Mülteci karşıtı saldırılar sonrası 150 Suriyeli aileye sınır dışı şoku - SEMA KIZILARSLAN (Karar) Devamı19 Temmuz - Mülteci karşıtı saldırılar sonrası 150 Suriyeli aileye sınır dışı şoku - SEMA KIZILARSLAN (Karar)
Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde sınır dışı edilmek üzere 150 ailenin alındığı iddia edildi. KARAR’a konuşan MAZLUMDER Şube Başkanı Ahmet Taş, suça karışmamış, ciddi deliller oluşmadan ve yargılama süreci tamamlanmadan sınır dışı edilen ailelerin mağdur edildiğine dikkat çekti.
30 Haziran 2024'te Kayseri'de yabancı uyruklu zihinsel engelli bir kişinin bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiası kentte büyük gerginliğe neden oldu. Bu iddianın yayılması üzerine, Eskişehir Bağları olarak bilinen Danişmentgazi Mahallesi'nde sokağa dökülen tepkili kalabalık, ırkçı sloganlar eşliğinde burada yaşayan Suriyelilerin ev ve işyerlerini hedef aldı. Kayseri'de başlayan Suriyelilere yönelik şiddet olayları farklı şehirlere yayıldı. Antalya'da 17 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif, uğradığı ırkçı saldırı sonrası bıçaklanarak öldürüldü.
Kayseri’deki olaylar son günlerde duruldu ancak zorla geri gönderme uygulamaları son zamanlarda artmaya başladı. KARAR’a konuşan MAZLUMDER Şube Başkanı Ahmet Taş, içerisinde çocuk ve bebeklerin de olduğu yaklaşık 150 ailenin sınır dışı edilmek üzere Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde tutulduğunu söyledi.
Taş, “150 aile geri gönderme merkezine alınmış. Avukatlarımız merkeze gidip incelem yaptı. ‘Daha bunlar hakkında bir dosya hazırlamadık. Bunlarla ilgili bir işlem yapmanız mümkün değil. Dosyayı hazırladığımda gelin.’ demişler.” dedi.
“150 AİLE DİYORLAR, BELKİ DE 300 İNSAN VARDIR”
Kayseri’de olayların durulduğunu ancak zaman zaman yine Suriyelilere yönelik bazı saldırılar olduğunu ifade eden Taş, Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde yaklaşık 350 kişinin tutulduğuna dikkat çekti:
“Ayrıca bazı insanların da Suriye'ye gitmek veya dönmek için müracaat ettikleri bilgisi bana ulaştı. Şu anda şehirde durum sakin sayılır ama mutlaka güvenlik tedbirlerinin devam etmesi gerekir. Geri gönderme merkezi yüksek kapasiteli bir yer değil. Ben daha önce orayı gördüm. Şimdi orada bir yığıntının olduğundan bahsediyorlar. 150 aile var diyorlar. Belki de 300-350 insan vardır. Oranın bunu kaldıracak kapasitede olmadığını tahmin ediyorum.”
“HUKUKSUZCA YOLLAMAK BİZE YAKIŞMAZ”
Zorla geri gönderme uygulamasını hatırlatan Taş, suç işlediği sabit olan ve delillendiren kişilerin gönderilmesi gerektiğini ancak hukuksuzca tutulan kişilere insanca muamele edilmesi gerektiğini anlattı:
“Devlet, tüm uygulamalarında hukukun içinde kalmalı. Bu insanları yargılamadan deport etmemeli, istemedikleri ülkelere göndermemeli. İnsanca muamele bizim devlet olarak görevimiz. Suç işlemişse, suçu sabitse ve mahkeme kararı varsa gönderelim. Ama eziyet ederek hem devlet yapımızı hem de hukuk yapımızı yok sayarak göndermek bize yakışmaz.”
KapatKayseri’nin Melikgazi ilçesinde 30 Haziran günü 7 yaşındaki çocuğa yönelik cinsel taciz iddiaları üzerine Suriyelilere yönelik ...
19 Temmuz - Yeni türde ırkçılık örgütleniyor – Ercüment Akdeniz (Yeni Yaşam) Devamı19 Temmuz - Yeni türde ırkçılık örgütleniyor – Ercüment Akdeniz (Yeni Yaşam)
Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde 30 Haziran günü 7 yaşındaki çocuğa yönelik cinsel taciz iddiaları üzerine Suriyelilere yönelik büyük bir linç başlatıldı. Gece boyunca mültecilere ait işyerleri ve araçlar yakıldı, evler taşlandı. Ertesi gün birçok kente yayılan saldırılarda yağma olayları yaşandı. Irkçı saldırılar; Hatay, Riha (Urfa) ve Dîlok (Antep) gibi mültecilerin yoğun yaşadığı kentlere yayıldı. Mülteciler evlerinden günlerce dışarı çıkamadı ve işyerlerini açamadı. Bu saldırılar sırasında 2 Temmuz’da Antalya’nın Serik ilçesinde caddede yürüyen 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif isimli Suriyeli mülteci çocuk bıçaklanarak katledildi. Gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz, AKP iktidarının mülteci politikasını, ırkçı saldırıları, mültecilerin şantaj aracı olarak kullanılmasını ve mülteciler üzerinden kışkırtılan milliyetçi dalgayı gazetemize değerlendirdi.
- Kürt, Alevi ve Hıristiyan halklar hedef listesine Suriyeliler de mi eklendi, yoksa dönemsel bir durum mu?
Bir çocuğun istismarı haberi üzerinden Kayseri’de galeyan olayları gerçekleşti. Evler yakıldı, dükkanlar harap edildi, Suriyelilere ait arabalar devrildi. Oysa istismar olayları yeni değil. Aile içi ensest, çocuk istismarı gibi vakalar yerli insanlar arasında da yaşanıyor. Tarikat yurtlarında onlarca çocuk istismar edilmedi mi? Ama bakınız o zaman böyle bir tepki ya da galeyan olmadı. Toplum çeşitli nedenlerle oluşmuş öfkesini en kolay mülteciler üzerinden gösteriyor. Çünkü en sahipsiz gruplar mülteciler. Mültecilere karşı nefret suçlarında caydırıcı cezalar söz konusu değil. Kolluk kuvvetleri de çoğu durumda seyirci. Linç kalabalıkları sırt sıvanarak, “İstismara uğrayan çocuk Türk değil” denerek yatıştırılırsa bu tür ırkçı saldırılar durmaz, katlanarak büyür. “Irkçı” diyorum çünkü olayların akışında organize güçler de devreye girdi, bozkurt işaretleriyle milliyetçi sloganlar atıldı. Bir insanın suçu bütün mülteci topluma mal ediliyor ve göçmen düşmanı ırkçı sloganlarla saldırı gerçekleşiyorsa o eylem artık ırkçı evreye ulaşmıştır. Galeyan zincirinin devamında Antalya Serik’te 17 yaşındaki Suriyeli işçi bıçakla öldürüldü. Mülteciler pogromun eşiğinden döndüler, şimdilik!
Kayseri ve ardından gelişen linç dalgası 2 Temmuz’da Sivas’ta Alevi katliamının yıldönümüne denk geldi. Sivas yangınındaki alevler bu kez mülteci evlerine uzandı. Suriyelilerin basılan mahalleleri 6-7 Eylül olaylarını hatırlattı, yani Rumlara ve gayrimüslimlere yönelik pogromu. 1990’lı yıllarda köyleri yakılan, boşaltılan, zorunlu göçe tabi tutulan Kürtler de kent yaşamında linçlerin, ırkçı saldırıların hedefi oldular. Birkaç hafta önce Muğla’da 20 kadar Kürt tarım işçisi ırkçı saldırıda darp edildi. Dolayısıyla son dönem yaşanan saldırılar Kürtlere, Alevilere ve azınlık gruplara yapılan saldırılardan bağımsız değil.
Kayseri’deki galeyanda CHP milletvekili gençlerden evlerine dönmelerini istedi. CHP tabanında gençlerin de bu gerici dalgaya çekildiğini söylemek mümkün. CHP’nin zaman zaman mülteci karşıtı söylemleri de buna yol açıyor. Tanju Özcan örneği ortada. Yakın zamanda Dilovası olaylarında Kürt ve Alevi gençlerin Suriyelilere karşı kışkırtılıp linç atmosferine çekildiğini gördük. Bunlar tehlikeli işaretler. Sistem bir yandan mülteci düşmanlığı öte yandan milli maç ve bozkurt simgesi üzerinden yeni türde bir milliyetçilik örgütlüyor. Küresel siyasal atmosfer de buna müsait. Avrupa’da neo faşist, ırkçı partilerin yükselişi Türkiye’yi de etkisi altına alıyor. Prof. Dr. Adam Hanieh’in dediği gibi göçmenler üzerinden herkesi “birleştiren” yeni türde bir ırkçılık örgütleniyor. Ötekileştirilen halklara ve ezilen toplumsal gruplara; hep beraber mültecileri ötekileştirmeleri tavsiye ediliyor. Üst ve egemen kimliğin “alt kimliklere” verdiği bir lütuf sanki bu!
Öte yandan Kayseri olaylarındaki bozkurt işareti ile milli maç sonrası kampanyaya çevrilen bozkurt işareti içsel bir bağa sahip. Göçmen düşmanlığı yeni milliyetçiliğin çimentosu haline geliyor. Siyasal aktörler de bunu arkasına almaya çalışıyor. Son anketlerde Zafer Partisi yüzde 5’leri gördü. Mültecilere karşı nefret söylemine son gaz devam ediyor. Havuz medya Ümit Özdağ ve ZP’ye yüklendi ama iktidar bloku geri göndermeleri artırarak milliyetçi desteği kendi arkasına almak istiyor.
Linç dalgası durulur mu? Kanımca hadise yeniden cereyan edecek dinamiklere sahip. Çünkü hükümetin pragmatist göç politikasında değişiklik yok. Suriye sahasında nelerin olacağı da belli değil. Kayseri’de gözaltına alınan saldırgan kişilerin sabıka kayıtları, organize bir işi akla getiriyor. İçişleri Bakanlığı sahte bot hesaplardan söz etti. Erdoğan “mikser” ifadesini kullandı. O zaman neyse o güç halka açıklanmalı. Yoksa siyasal sorumluluk birinci derecede hükümete aittir. Yeni Şafak gazetesi, Ümit Özdağ’ı “etki ajanı” diye suçladı. Sonra Kayseri olaylarıyla ilgili kışkırtıcı sosyal medya hesapları PKK, FETÖ’ye bağlandı. Bu durum IŞİD saldırıları döneminde Davutoğlu’nun “kokteyl terör” söylemini hatırlatıyor. O zaman da bazı sol örgütler, FETÖ ve IŞİD aynı torbaya kondu. Sonra OHAL yetkisine dayanarak demokrasi güçleri sindirilmeye çalışıldı. Gidişat benzer bir algı yönetiminin havuz medya tarafından örüldüğünü gösteriyor. Ümit Özdağ’ın üzerine giderken sola, Kürtlere de fatura kesilmek isteniyor.
- AKP iktidarı, Suriyeli mültecileri Esad’a ve Avrupa’ya karşı siyasi kart olarak kullanılıyor. AKP burada neyi amaçlıyor?
Hatırlarsanız Suriye göçünün ilk döneminde Başbakan Ahmet Davutoğlu “100 bin sığınmacı sınırdır, ötesini müdahale gerekçesi sayarız” demişti. İlk hedef Esad rejiminin ayağını kaydırmak ve göç nüfusunu kullanmaktı. İçeride ve dışarıda tebaa toplumu yaratmak da başka bir hedefti. Sonrasında mülteciler AB’ye karşı ekonomik ve siyasi pazarlık kozu yapıldı. Savaş politikasına demografik muharebe eklenmiş oldu. Devamında Suriye’de “güvenli bölgeler”, siyasi olarak cep oluşturma planı geldi. Kerpiç kentler böyle gündeme geldi. Çünkü AKP iktidarının o bölgede hegemonyası için ÖSO vb. silahlı güçler yetmez. Sivil mülteci nüfusun da o bölgeye yerleştirilmesi gerekir.
Şam-Ankara ilişkilerinde “normalleşme” dedikleri aslında yeni bir pazarlık masasının kurulması. Ana muhalefete de arabulucu rolü biçiliyor. AKP masaya yerleşik ve kontrolü dahilinde bir nüfus olarak geri gönderilmiş sığınmacıları da sürecek. Bunun Şam yönetimindeki karşılığı ayrı bir konu. Esad, öncelikle Türkiye’nin silahlı güçlerinin çekilmesini ve ÖSO benzeri yapılara desteğin kesilmesini şart koşuyor. Bu olmadan mültecilerin o bölgeye gönderilmesine çok da sıcak bakmayacaktır. Türkiye ise hamiliğe devam etmek istiyor. Ayrıca Kürtlerin siyasi oluşumunu tasfiye edelim diyor. Bütün bu krizler düğümü çözülemeyen yumak gibi. Ayrıca ÖSO ve İdlib gerilimi, “mülteci deposu” kozunun yanında AKP’nin AB’ye karşı cihatçı deposu kozunun da olduğunu gösteriyor. Kısacası mülteciler, onlara kucak açılırken de geri gönderilirken de siyasi hedeflerin enstrümanı olarak görülüyor. Bu politikanın en büyük mağdurları yine mülteciler oluyor. Bölgede demokratik siyasi bir çözüm olmadan ne halklar ne de mülteciler rahat nefes alabilir.
- Suriyeli mültecilere birçok saldırı yapıldı ve bunun yanında Suriyeli mülteciler ucuz iş gücü olarak da kullanılıyorlar. Kayseri’de şirketler “Üretim durdu” endişesiyle şikâyetçi oldu. Bu durumu nasıl okuyabiliriz?
Olayların meydana geldiği Danişmentgazi Mahallesi emekçi yoğun nüfusa sahip. Çoğu OSB’lerdeki fabrikalarda çalışıyor. Mültecileri ucuz emek pazarında rekabet gücü olarak kullandılar. “Anadolu Kaplanları” olarak ifade edilen patron örgütleri “Türk gençler iş beğenmiyor, o yüzden Suriyeli çalıştırıyoruz” diyor. Kayseri Milletvekili Özhaseki de benzer açıklamalar yaptı. Bu söylemler aslında tam bir demagoji. Çünkü göçmen işçiler üzerinden işçi sınıfı baskılanıyor, ücretler aşağıya çekiliyor. OSB’lerde sendikal örgütlenme de çok zayıf. Ortak örgütlenme, ortak hak kazanma ve ortak hak bilinci gelişmemiş yerli işçiler, yaşadıkları yoksulluğun sebebini mülteci işçilere bağlıyor. Bu hem bilinç sorunudur hem de iktidar ve patron baskısı altında işçiler en kolay tepkilerini göçmenlere yüklenerek anlatıyor. Linç dalgasının arkasında böyle bir sınıfsal gerçekliğin olduğu atlanmamalı. Bu nedenle galeyana katılan insanların tümünü ırkçılıkla suçlamak doğru olmaz. Bu rüzgâra kapılan emekçilere sosyo ekonomik gerçekliği anlatmak gerek. Yoksulluğun, açlığın nedeni ucuz çalıştırılan mülteciler değil; iktidar politikaları ve patronlardır.
- Irkçı saldırı dalgalarına karşı demokrasi güçlerinin nasıl bir programı ya da çözümü olmalı?
İstanbul, İzmir gibi kentlerde göçmenlerle dayanışmak için eylemler yapıldı. Bunlar çok değerli. İmzacı kurumlar da genişti. Fakat demokrasi cephesi refleks geliştirmekte geç kalıyor. En az göçmen düşmanı aşırı sağ kadar cüretkâr olmak gerek. Ama göçmenlerle dayanışma çizgisi de yeterli değil. Çünkü göçmenlere karşı bilenen yoksul halka bir şey anlatmadan bu durumun değişmesi zor. Göçün nedenlerini, savaş politikalarını, kapitalist göç rejimini anlatmak gerekiyor. İktidara karşı mücadele kanalları açmak gerekiyor. Yoksulların talepleriyle göç politikaları arasındaki ilişki iyi anlatılmalı. Çünkü bu politikanın tek mağduru yok, iki mağduru var: Hem yerli hem de göçmen yoksullar.
Ayrıca göç sorunu üzerinden gerçekleşen linç kültürü neo faşizmin kurumsallaşması demek. Bu dalga gelir, tüm demokrasi güçlerine yönelir. Emek ve demokrasi güçlerinin birliği için, Türkiye’de güçlü bir demokrasi ittifakının kurulması için göç politikası da karşı bir stratejiyle ele alınabilmeli. Bugünkü dünya ve Türkiye konjonktüründe göç politikalarını ıskalayan bir oluşumun güçlü bir rüzgâr yaratması çok mümkün değil.
Acil çözüm önerileri için şunlar ifade edilebilir: Türkiye’nin Suriye dış politikası derhal değişmeli, savaş ve yayılma politikalarına son verilmeli. Güvenli ve gönüllü geri dönüşler için demokratik bir ortam sağlanmalı. AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması iptal edilmeli, mültecilerin üçüncü ülkelere geçişi sağlanmalı. Yerli ve göçmen emekçilerin ortak hak mücadelesi için herkese çalışma izni ve eşit koşullarda örgütlenme hakkı tanınmalı. Genç nesil için bir arada yaşamın alt yapısı oluşturulmalı, AKP’nin 12 yılda yapmak istemediği sosyolojik alt temel sağlanmalı. Merkez kapitalist ülkeler göç yükünü kota dahilinde eşit paylaşmalı… Buna benzer talepler hem yerli halkı hem de mültecileri rahatlatacak, ortak çözüm iradesini güçlendirecektir. Demokrasi güçleri anti şoven anti ırkçı ve enternasyonal duruşa sahip olmalı. Halkın aydınlatılması için ortak kampanyalar düşünülmeli.
Demokratik güçler söz kurmalı
- Suriye Kuzey ve Doğu Özerk Yönetimi’nin çözüme dayalı Şam’la anlaşma ihtimalinin Suriye’ye ve Türkiye’ye nasıl bir etkisi olabilir?
Baba Esad’dan oğul Esad’a kadar Suriye’de rejim hep Kürtlerin inkarına ve siyasi varlığına karşı pozisyonda yer aldı. Vatandaşlık, kimlik dahi Kürtlere çok görüldü. Baskı, zulüm, sindirme eksik olmadı. Fakat Suriye eski Suriye değil. İç savaştan sonra Şam yönetimi ayakta kalsa da Rojava bölgesinde gerçekleşen Kürt siyasi oluşumu Esad için uzun vadede bir endişe konusu. Türkiye’nin himayesindeki ÖSO, cihatçılar ve Sünni muhalefet gücü de bir diğer endişe konusu. Dolayısıyla Esad yönetimi Sünni ve İslamcı muhalefet gücüne karşı Kürtlerle siyasi olarak görüşme kapısını açık tutacaktır. Kartlar sadece Suriye için değil, bölge ülkeleri için yeniden karılacak gibi. AKP yönetimi ve devlet Kürtlerin Suriye’deki siyasi oluşumuna kesinlikle karşı. Rusya, ABD, İran vb. devletlerin refleksleri de önem taşıyacak. Suriye’de demokratik bir geçiş süreci olacaksa Kürtlerin varlığını bir kenara iterek bu süreç gerçekleşemez. Bu nedenle sadece devlet yönetimlerine bakılırsa işin içinden çıkmak zor. Demokratik anayasa, demokratik seçim ortamı ve halkların kendi kaderini çizdiği bir Suriye için bölge halklarının ve demokrasi güçlerinin de söz kurması gerekiyor. Demokratik bir geçiş sürecini esas almayan yönelimler bölgeye gönderilen mültecilerin yeni çatışma dinamikleri arasında kalmasına sebep olabilir. Ki bu en kötü senaryo olur.
Kapat
Irkçılık maskesiyle gerçekleştirilen saldırılarda ekmek teknesi harap edilen Suriyeliler arasında yer alan 65 yaşındaki Muhammed el Hacı’nın ...
18 Temmuz - Kayseri'deki ırkçı saldırılarda motoru yakılan Suriyeli'ye hayırseverlerden anlamlı hediye Devamı18 Temmuz - Kayseri'deki ırkçı saldırılarda motoru yakılan Suriyeli'ye hayırseverlerden anlamlı hediye
Irkçılık maskesiyle gerçekleştirilen saldırılarda ekmek teknesi harap edilen Suriyeliler arasında yer alan 65 yaşındaki Muhammed el Hacı’nın motosikleti yakılmıştı. İyilik Bulaşıcıdır Hareketi ve İHH Kayseri Şubesi’nin ortak girişiminde, Suriyeli Muhammed amcanın mağduriyeti giderildi.
Ensar ruhuyla harekete geçen hayırseverlerin topladığı parayla 3 tekerlekli motor satın alınarak Muhammed el Hacı’ya teslim edildi.
Irkçı görünümlü provokatörlerin saldırısında kullanılamaz hale gelen motorunun aynısına tekrar kavuşan Muhammed el Hacı’nın mutluluğu yüzünden okundu.
KapatSTK’lar ve avukatlar aracılığı ile tarafımıza iletilen iddialara göre; geri gönderme merkezlerine alınanlar içinde hamile kadınların da ...
17 Temmuz - Mahmut Şahin: Kayseri’de birçok Suriyeli aile, polis baskınlarıyla gözaltına alınıp geri gönderme merkezlerine gönderilmektedir Devamı17 Temmuz - Mahmut Şahin: Kayseri’de birçok Suriyeli aile, polis baskınlarıyla gözaltına alınıp geri gönderme merkezlerine gönderilmektedir
STK’lar ve avukatlar aracılığı ile tarafımıza iletilen iddialara göre; geri gönderme merkezlerine alınanlar içinde hamile kadınların da bulunduğu onlarca Suriyeli aileye zorla “gönüllü geri dönüş formu” imzalattırıldığı ve avukatlarına vekâlet vermelerinin engellendiği yönündedir.
Kamu görevlilerinin bu kişilere karşı “Sizi geçici olarak aldık, şimdi de aldığımız gibi gönderiyoruz” dedikleri iddia edilenler arasında.
Bu gelişmeler karşısında halihazırda Kayseri’de hayata tutunmaya çalışan Suriyeli aileler, korku ve endişe içindedir.
Özellikle Kayseri’den gelen bu bilgiler insan hakları ve vicdan açısından endişe vermektedir. Her şeyden önce Suriyeli kardeşlerimizin de bizim gibi insan oldukları ve meri hukuk ile haklarının korunduğu unutulmamalıdır.
Suriyeli ailelerin hukuki haklarının askıya alındığına ve kötü muameleye maruz bırakıldığına dair iddiaların, yetkili makamlarca bir an önce etkin bir şekilde soruşturulmasını, haksız ve kötü muamelenin son bulması için gerekli tedbirlerin derhal alınmasını ve konu hakkında kamuoyunun aydınlatılmasını yetkililerden bekliyoruz.
https://x.com/AvMahmutSahin/status/1813657008353997218?s=08
KapatMustafa Yeneroğlu: "17 yaşında bir genç sadece ve sadece Suriyeli diye katledildi. Ülkemizde artan ırkçı dalganın çok daha kanlı olaylara ...
17 Temmuz - Mustafa Yeneroğlu: Kurumsal ırkçılık Avrupa’nın çok ilerisinde (10lar medya) Devamı17 Temmuz - Mustafa Yeneroğlu: Kurumsal ırkçılık Avrupa’nın çok ilerisinde (10lar medya)
Mustafa Yeneroğlu: "17 yaşında bir genç sadece ve sadece Suriyeli diye katledildi. Ülkemizde artan ırkçı dalganın çok daha kanlı olaylara yönelmemesi için öncelikle siyaset kurumu sarsılması gerekirken, tüm toplumsal güçler hep birlikte öldürücü yalancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı medeni bir duruş sergilememiz gerekirken, kimse oralı bile olmadı. Ülkemizdeki kurumsal ırkçılık, Avrupa'nın çok ilerisinde."
https://x.com/10larmedya/status/1813643033243726183?s=46
Kapatİnsanlık evreninde hepimiz Âdem'deniz. Yerde gökte, her nefeste vardır kardeşliğimiz. Mehmet Ali Aslan Türkçe, Yahya Hawwa Arapça ...
17 Temmuz - Yahya Hawwa ve Mehmet Ali Aslan, kardeşlik şarkısı bestelediler Devamı17 Temmuz - Yahya Hawwa ve Mehmet Ali Aslan, kardeşlik şarkısı bestelediler
İnsanlık evreninde hepimiz Âdem'deniz. Yerde gökte, her nefeste vardır kardeşliğimiz. Mehmet Ali Aslan Türkçe, Yahya Hawwa Arapça seslendi. "Türk Arap kardeştir" (عربي تركي) adlı eserde kardeşliğimize melodilerle soluk katmaya çalıştılar. Yaptıkları bu güzel şarkı için Yahya Hawwa ve Mehmet Ali Aslan’a teşekkür ederiz.
https://www.instagram.com/reel/C9hyNiRtMtR/?igsh=MWZ0dzd4dzFoaW5yZg==
Kapat2024 Eurovision’da Yunanistan’ı temsil eden Marina Satti, Sudanlı babasına adadığı “Ah, Deniz” şarkısının klibinde Akdeniz’de boğulan ...
17 Temmuz - Yunanlı şarkıcı Marina Satti denizde boğulan göçmenler için söyledi Devamı17 Temmuz - Yunanlı şarkıcı Marina Satti denizde boğulan göçmenler için söyledi
2024 Eurovision’da Yunanistan’ı temsil eden Marina Satti, Sudanlı babasına adadığı “Ah, Deniz” şarkısının klibinde Akdeniz’de boğulan 30 bin göçmeni anlattı. Satti, şarkının gelirini göçmen çocuklara bağışlayacak.
https://x.com/serbestiyetweb/status/1813603222726320184?s=08
KapatCüneyt Özdemir'i severek takip ederim, kendisine büyük saygım var. Fakat 1 Temmuz olayları daha yeni yaşanmış, yüzlerce Suriyeli ailenin ...
17 Temmuz - Muhammed Akta: Suriyeliler hakkında doğru bilinen bazı yanlışlar Devamı17 Temmuz - Muhammed Akta: Suriyeliler hakkında doğru bilinen bazı yanlışlar
Cüneyt Özdemir'i severek takip ederim, kendisine büyük saygım var. Fakat 1 Temmuz olayları daha yeni yaşanmış, yüzlerce Suriyeli ailenin evleri taşlanmış, bazı evlere girilip ailenin tamamı çocuklar dahil dövülmüş ve bazı evler kundaklanmışken, Kayseri'de tansiyon hala yüksekken ve halk adeta bir darboğazdan geçiyorken Suriyelilerin neler yaşadığını bilmeden onların daha rahat olduğunu söylemek yangına körükle gitmektir.
Peki Suriyeliler gerçekten Cüneyt beyin dediği gibi daha mı şanslı? Cüneyt beye programına Suriyeli birini çıkartıp yaşadıklarını birinci ağızdan dinlemesini ve kamuoyuyla paylaşmasını tavsiye ederim.
Yine de ben doğru bilinen bazı yanlışları aşağıya yazıyorum:
Geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler;
- Üniversitelerde sınavsız ya da bedava okumazlar,
- Onlar da işletme açtıkları zaman vergi ödemek zorundalar. Ne kanunda ne vergilendirme sisteminde Suriyeliler tarafından kurulan tüzel kişilikleri muaf tutan bir uygulama yok,
- Yalnızca devletin eğitim ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanırlar.
Fakat bunun yanında;
- Haklarında herhangi bir şikayet olduğu zaman geçici korumalarına tahdit kodu konulur ve geri gönderme merkezlerine alınırlar. Şahsa tahdit kodu konulması için müştekinin beyanı yeterlidir. Kanıta gerek duyulmaz.
- Karakollara müşteki olarak başvurduklarında dahi ifadeleri alındıktan sonra geri gönderme merkezlerine alınabilirler.
- İller arası seyahat etmeleri yasaktır. İzne tabidir ve illerin çoğu izne tamamen kapalıdır. Bu yasak seyahat etmesi gereken yatırımcılar, çalışanlar ve üniversite öğrencileri için de uygulanır.
- Nüfus idareleri tarafından adres kaydına kapatılan mahallelerde oturmaları yasaktır. Ki Türkiye genelinde mahallelerin çoğu kapalı durumda. Ev sahibi tarafından evden çıkarılan Suriyeli kiracı ancak kayıtlı olduğu ilde ve açık olan mahallelerde ev aramak zorunda kalır.
- Adres kaydını yapmayan Suriyelilere de tahdit kodu konulur ve geri gönderme merkezlerine alınır.
- Her sene adres tahkikatı yapılır ve tahkikat sırasında evde bulunmayanların adresleri iptal edilip geçici korumaları pasife alınır. Bu kişilerin veri güncelleme için göç idaresine başvurmaları talep edilir. Tahkikatlar çalışma saatleri dahilinde ve habersiz yapıldığı için çoğu Suriyelinin adres tahkikatı olumsuz geçer ve bir anda yüzbinlerce Suriyeli göç idaresine müracaat etmek zorunda kalır.
- Veri güncelleme yapması gereken bir Suriyeli sığınmacının Göç İdaresinden randevu alması gerekir fakat veri güncelleme yapması gerekenlerin sayısı fazla olduğu için randevusu 2 ayı bulabilir. Bu 2 ay boyunca kimliği pasif olduğu için birçok Suriyeli evden çıkmaya cesaret edemez. Evden çıkamazsa çalışamaz, çalışamazsa geçinemez.
- Depremde Hatay’da evi yıkılan Suriyelilerin adres kayıtları dondurulmuştu. Adres kayıtları dondurulanların geçici korumaları ise pasife alınır. O bölgede mahallelerin çoğu da kapalı. Farklı ile taşınmaları ise yasak. Dolayısıyla bu insanlar çaresiz bırakılıyor.
- Suriyeliler her seçim döneminde yoğun bir siyasi baskıya maruz kalıyorlar. Bu baskıya gelecek hayalleri kuran ve üniversiteye hazırlanan lise öğrencileri de maruz kalıyor, sokakta oyun oynayan çocuklar da.
- Siyaset arenasında Suriyeliler aleyhine açıklamalar yapıldıkça bu açıklamalar halkta da karşılık buluyor. Bu sefer Suriyeliler sokakta, işte, okulda, toplumsal hayatın her alanında baskıya maruz kalıyor. Suriyeli öğrenciler okullarda akran zorbalığına uğrayabiliyor.
- Suriyeliler geçici koruma statüsünde oldukları halde sınava girip üniversite kazandıklarında yabancı statüsünde olanlarla aynı fiyat tarifesine tabi oluyorlar. Bu fiyat tarifesi ise üniversiteden üniversiteye değişmekle birlikte yılda 300 bin TL’ye kadar çıkabiliyor. Birçok Suriyeli öğrenci maddi gücü yetmediği için üniversite okuyamıyor. Başka bir ülkede okumak istese, geçici koruma kapsamında olanların yurtdışına çıkışları yasak olduğu için yine okuyamaz.
Bunlar sadece şimdilik aklıma gelenler.
https://x.com/mohammadakta/status/1813533608268759128
Kapat“Neden kurbanlar daima en zayıf ve en zararsız olanlardan seçilir?” Alexander Douglas, insanları günah keçisi haline getirmenin kirli ...
17 Temmuz - Mültecileri hedef alma politikasının gölgedeki yüzü – Bekir Berat Özipek (Anadolu Ajansı Analiz) Devamı17 Temmuz - Mültecileri hedef alma politikasının gölgedeki yüzü – Bekir Berat Özipek (Anadolu Ajansı Analiz)
“Neden kurbanlar daima en zayıf ve en zararsız olanlardan seçilir?” Alexander Douglas, insanları günah keçisi haline getirmenin kirli siyasetinin analizine bu soruyla başlar. Cevap aslında sorunun içindedir. Onun ifadeleriyle “ensesi kalınlar” günah keçisi olamayacak kadar güçlüdür. “Ayak takımı” da onlara kızabilir. Ama “sosyal anlamda” günah keçisi, güvenli bir şekilde saldırılabilecek bir kurbandır, misilleme tehlikesi olmaksızın hedef alınabilecek bir kurban.
Dünyanın her yanında, etnik ve dini azınlıklar, yabancılar, göçmenler, mülteciler ve herhangi bir kimlik özelliği yüzünden “bizden” görülmeyenler kolay hedeftir. Siyasi bakımdan ise en alttakiler, risk almadan iktidara tırmanmak için üstüne basılıp ezilebilecek insanlardır. Özellikle demokrasi dalgasının geri çekildiği, ayrımcı ve dışlayıcı dalganın tüm dünyayı sarstığı günümüzde, bu daha fazla böyledir. İki hafta önce bir çocuk öldürüldü. Ahmed Handan El Naif, sadece Suriyeli olduğu için, başka bir şehirde, başka birinin işlediği iddia edilen bir suç yüzünden, Antalya’da hiç tanımadığı kişiler tarafından vahşice katledildi.
Bir çocuğun ırkçı bir cinayete kurban gittiği ve onu kurban edenlerin sessizce kenara çekilip yeniden sırasını beklediği bu ortam hepimize sorumluluk yüklüyor. “Bizde olmaz” dediğimiz bir kötülüğün alenileşmesinin sebeplerini sorgulamamız elbette önemli. Ama ahlaki sorumluluğun ötesinde kurumsal ve hukuki boyutlarıyla başka bir sorumluluğumuz daha var ki hem çocukların hayatını korumak hem de ülkeyi bu kötülüğün vereceği tahribattan kurtarmak için öncelikle onu konuşmamız gerekiyor.
Türkiye’nin yumuşak karnı
Sosyal medyanın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunun anlaşıldığı yıllardan bu yana, toplumun her kesimini bir diğerine karşı harekete geçirmek isteyenlerin önüne yeterince denetlenemeyen çok geniş bir alan açıldı. Mülteci düşmanlığı da esas olarak oradan yayılıyor, mültecileri hedef alan siyasi odaklar esas olarak sosyal medya üzerinden taraftar topluyor.
Ülke olarak 10 yıldan fazla bir zamandır bir nefret propagandası ve dezenformasyon bombardımanı altındayız. Sadece bu amaçla oluşturulmuş sayısız sahte hesaptan, yapay zeka ve diğer teknik imkanlarla teçhiz edilen ve sürdürülen sistematik bir operasyondan söz ediliyor. Mültecileri savunanların büyük ölçüde sindirilip susturulduğu bir ortamda alan, Türkiye’nin iyiliğini istiyormuş görünen kötülüğe kalmış durumda. Yalanın söylem üstünlüğü var ve Facebook, Twitter gibi mecralarda da ayrımcı ve ırkçı mesajlar bariz bir görünürlük üstünlüğüne sahip.
Bu durumu medyada olumsuz mesajların daha hızlı yayılma özelliğiyle açıklayanlar da var, söz konusu mecraların Türkiye’de ayrımcı paylaşımları bir şekilde daha görünür hale getirmesiyle açıklayanlar da. Tabii bir de “örgütlü azınlıklar örgütsüz çoğunlukları yönetir” kuralıyla, örgütlenmiş kötülüğün hak temelli yaklaşımı sosyal medyadan elbirliğiyle kovmasıyla da açıklanabilir bu durum.
Yaşadığımız nefret dalgasını arkasına alarak Antalya’daki gibi kriminal olayları çıkaranların, siyasi olarak örgütlenip bu hadiseleri tezgahlayan “vatansever” odakların, bunu başka bir devlet veya devletler adına yaptıkları da dile getiriliyor. Bu yaklaşıma göre başka bir devlet, Türkiye’de mülteci düşmanlığı üzerinden “vatan, millet” gibi kavramlarla gerçek niyetini kamufle eden uzantıları aracılığıyla ülkedeki sosyal barışa saldırıyor ve Türkiye’nin iç ve dış politikasını etkileyecek ve onun manevra alanını daraltacak şekilde etki yapıyor. DEAŞ gibi örgütlerin dini kullanarak Suriye veya Irak’ta yaptığını, onlar da milliyetçiliği kullanarak Türkiye’de yapıyor. Onların bu şekilde sıkıştırması, içte de sağlıklı bir göç politikasının gerektirdiği adımların atılmasını engelliyor.
Meselenin devletler ve istihbarat örgütleriyle ilgili boyutuna dair tartışmalar bu analizin konusu dışında kalıyor. Ancak günümüz dünyasında, demokratik hukuk devleti olarak görünen devletlerin kirli faaliyetlerine ilişkin basit bir hafıza tazelemesi, bu açıklamaları ciddiye alma gereğine işaret ediyor. Günün sonunda yaşadıklarımız ister başka bir devletin Türkiye’deki faaliyeti olsun ister olmasın, alınması gereken öncelikli önlemlerin ve atılması gereken temel adımların aynı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Karanlık odaklarla mücadele mecburiyeti
Türkiye’nin uzak ve yakın tarihini bilenler ve olayları yakından takip edenler, Altındağ’dan Kayseri’ye yaşananların “kendiliğinden gelişen olay” veya “halkın anlık tepkisi” olarak açıklanamayacağını bilirler. Nitekim Kayseri’de gerçekleşen tutuklamalar da olayın örgütlü siyasi arka planına dair genel gözlemlerle örtüşüyor. Sonrasında yaşananlar da bu kaygıyı pekiştiriyor.
14 yaşında bir çocuk elbette ayaklanma çağrısı da yapabilir, devrim de. Ama o çocuğun paylaşımı Türkiye’deki tüm Suriyelilerin nüfus ve adres bilgilerini içeriyorsa ve bu içerik bir pogromda ev ev herkesin nerede olduğunu bilmek isteyenlerin ihtiyacını karşılıyorsa, bunu bir çocuğun paylaşımından ibaret görmek doğru olmaz. O bilgilerin o çocuğa ulaşmasından, onun eliyle paylaşılmasından önce sızdırılmasından başlayarak yaşananları ciddi bir biçimde incelemek gerekiyor.
Yıllardan beri Suriyelileri, mültecileri nefret objesi olarak işleyenlerin, onları potansiyel katillere hedef gösterenlerin, Türkiye’nin stratejik hedefleri açısından paha biçilmez bir önem verdiği uluslararası öğrencileri hedef alanların ülkeye verdiği zarar rakamsallaştırılabilir olanın çok ötesinde görünüyor. Türkiye’nin uluslararası öğrenci politikasına yaptıkları sabotajda büyük ölçüde amaçlarına ulaştılar. Yüksek Öğretim Kurumu'nun (YÖK) verilerine göre her yıl ortalama yüzde 20 artış gösteren uluslararası öğrencilerin yeni kayıt sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 6 düştü. Ama sadece onların başarılı sabotajından dolayı olmadı bu, üniversitelerin uluslararası öğrencilerini Geri Gönderme Merkezlerinden (GGM) toplamaya çalıştığına ilişkin görüntüler de “Türkiye’ye gitmeyin” kampanyalarına malzeme verdi.
“Kanser tek bir hücreyle başlar”
Geldiğimiz aşamada hukuku uygulayıp uygulamamakla, mevzuatta var olan ama karanlık siyasetçilerin ve yerel yöneticilerin alenen çiğnedikleri ayrımcılık yasağını işletip işletmemekle, ülkeyi sanal ortam üzerinden esir alan kötülükle gerçekten mücadele edip etmemekle ilgili bir karar vermek durumundayız. Ama bunu akıl ve bilgelikle, hukuk içinde kalarak yapmak gerekiyor. Bir cerrah titizliğiyle kanserli tüm hücreleri bünyeden söküp atma süreci, meşruluk, iletişim ve ikna boyutlarıyla beraber bütünleşik bir göç politikasının parçası olarak yürütülmeli.
Kayseri örneğinde linç, talan ve cinayet için kriminal profilleri sahaya sürenlerin, gelişmelere bağlı olarak yollarına devam etme derdinde olacaklarını öngörmek güç değil. Eğer hukuk ve adalet tarafından örgütlerini dağıtacak ve hukuki sorumluluklarını gereği gibi sağlayacak bir yaptırımla karşılaşmazlarsa, yarın el artırarak yollarına devam etmenin hesabını yapacaklarından kuşku duymamak gerek.
Alexander Douglas’ın, en zayıfın kolay lokma olduğu için hedef alındığı tespiti doğru. Ama belki de kolay hedef görünen öksüz bir mülteci çocuğun canı, bu kötülüğün şimdiye kadar çarptığı en sert kaya olabilir. Erken teşhis ve uyarı işaretlerini okumak için geç kaldık. Ama Kayseri olayları ve masum bir çocuğun Serik’te çalınan hayatı, bizim için sarsıcı bir uyarı ve dirayetli bir yeniden başlangıç anlamına gelsin.
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/multecileri-hedef-alma-politikasinin-golgedeki-yuzu/3277575
Kapat‘Biz’ ve ‘onlar’ ayrımı kuşkusuz, tarihin derinliklerinden itibaren var. Bu ayrım; toplulukların kendi aidiyetlerini ...
16 Temmuz - Irkçılığın günah keçisi yaratma pratiği - Sinan Özbek (Enternasyonal Dayanışma) Devamı16 Temmuz - Irkçılığın günah keçisi yaratma pratiği - Sinan Özbek (Enternasyonal Dayanışma)
‘Biz’ ve ‘onlar’ ayrımı kuşkusuz, tarihin derinliklerinden itibaren var. Bu ayrım; toplulukların kendi aidiyetlerini ‘başkası, öteki’ üzerinden oluşturmasını sağlıyor. Öyle ki antik Yunan’ın “başlangıçta söz vardı” ifadesini, “başlangıçta yabancı vardı” şekline çevirmek mümkün (Poliakov). Başka türlü söylemek gerekirse; her uygarlık, kendisini yabancı olanla ayrıştırarak tanımlama eğilimine sahip. Bundan dolayı bir hiyerarşi düşüncesi de tezahür ediyor. Bu hiyerarşide “biz” basamağın en üstüne, basamağın alt katlarına da “başka olanlar” yerleşiyor. Bir kez hiyerarşi kurulunca, başkalarına karşı uygulanacak mümkün şiddet de meşrulaştırılabiliyor.
“Biz” ve “onlar” ayrımının tarihteki klasik örneği olarak antik Yunan uygarlığı gösteriliyor. Buna rağmen Grekler, “barbar” diye tanımladıkları halkları değersiz, aşağılık olarak görmüyor ve köktenci bir düşmanlık duygusu beslemiyor. Bunun gibi Hint kast sistemi de bir ayrımcılığa klasik örnek oluyor. Kimi ırkçılık teorisyenlerine göre, buradaki ayrımcılık da ırkçılık ya da en azından proto-ırkçılıktır. Ancak bu ve benzeri ayrımcılıkların ırkçılık olduğunu söylemek mümkün değil. Antik Yunan metinleri, “barbar” denilenlere övgülerle doludur. Irkçılığın bu şekilde genelleştirilmesi, başka uygarlıklarda ırkçılığın mümkün izlerini tespit etmek ve bunun dolayımıyla ortak suç anlayışı üretmeye yarıyor.
Irkçılık, dışlama ideolojisi olarak yaklaşık beş yüz yıllık bir geçmişe sahip ve sömürgecilik döneminde ortaya çıkıyor. Yerlilerin “gelişmemiş ve ahlaksal yozlaşmış” insanlar olduğunu ilan etmek, işgalleri meşrulaştırıyor. Yani ırkçılık, işgali meşrulaştırmanın ideolojisi olarak işliyor. Hemen takibinde özellikle Yeni Dünya’da plantajlarda muazzam bir emek gücü birikiyor.
Buradaki ırkçılık, plantaj aristokrasisinin (plantokrasi) ideolojisi. Bu dönemin ırkçılığı, kapitalist üretim ilişkisi içinde kullanılan köle emeğini açıklamayı sağlıyor. Buna ihtiyaç duyuluyor, çünkü kapitalist üretim, ücretli-özgür emeğe dayanır, dolayısıyla tanımı gereği bu üretim ilişkisinde köle emeği kullanmamak gerekir. Ama böyle olmuyor ve köle emeği kullanılıyor. İşte ırkçılık adeta sihirli bir formül oluyor ve kölenin (zenci) “alt-insan”olması üzerinden bu çelişkili durumu açıklıyor.
Irkçılık son derece eklemlenme gücüne sahip bir ideoloji. Daha sömürgecilik ve kölecilik döneminde, yerliye “uygarlık ve ahlak” götüren, alt insan köleye bir hayat veren beyaz egemen, ırkçı ideolojiye başaracağı bir şeyi daha keşfediyor: Amerika’daki günahsız ve korumasız beyaz kadın betimlemesi; yerlilerin, siyahların baskı altında tutulmasını ve katledilmesini açıklamak için kullanılıyor. Korumasız beyaz kadın mitosu, “tehlikeli, vahşi yerlilerin”, çocukları öldürdüğü ve kadınlara tecavüz ettiği retoriğiyle oluşturuluyor. Korumasız beyaz kadın mitosuyla iki şey sağlanıyor, bir taşla iki kuş vuruluyor. Erkeklerin kadınlar üstündeki baskısı, egemenliği; kadınların korunmaya alındığı retoriğiyle meşrulaştırılıyor. Öte yandan “vahşi ve saldırgan” yerlilerin, egemenlik altında tutulmalarının, köleleştirilmelerinin bir zorunluluk olduğu temellendiriliyor (Räthzel). Benzer bir akıl yürütme, bugün de gözleniyor. Göçmenlerin kendi kadınlarını baskı altında tuttuğu eleştirisi -bu gerçek de olsa- egemen ulusun erkeği tarafından, kadınlar üstündeki kendi egemenliğini saklamak için kullanılıyor. İlginç olan; sadece çoğunluğun, egemen ulusun erkeklerinin değil, aynı zamanda feministlerin de aynı eleştiriyi göçmenlere yöneltmesi.
Irkçı ideolojinin esnek eklemlenme becerisi, adeta bir maymuncuk gibi kapitalizm açmazlarını yamalıyor. Sistemin aksayan yönlerini, halk tarafından tahammül edilebilir bir kıvama getiriyor. Asıl müsebbip olanın sorgulanmasını değil, sistemin bir ideolojisi olan ırkçılığın işaret ettiğinin sorumlu tutulmasını sağlıyor. Irkçılık bunu önemli bir işleyişi olan “günah keçisi yaratma pratiğiyle” başarıyor. Günah keçisi yaratma pratiği; en genel anlamıyla sistemin krizlerini, gerilim ve öfke yaratan aksaklıklarını, bir azınlığı işaret ederek, müsebbip olarak göstererek açıklama diye tanımlanabilir. Günah keçisi, sistemin sorun olan bir tek olgusunu açıklamak için kullanılmıyor. Nerdeyse ne kadar sorun varsa sorumlu olarak günah keçisi gösteriliyor: İşsizlik, sağlık ve eğitim sisteminin sorunları, çevre kirliliği, ahlaki yozlaşma ve hatta cinsel partner bulamama günah keçisi üzerinden anlatılıyor. (Yabancılar işimizi ve kadınlarımız elimizden aldı).
Günümüzde güvenlikçi ideolojinin yükselişi, ırk mantığının yeniden harekete geçirilmesini getiriyor. Bu da ırkçılığın yeni bir eklemlenme ile günah keçisi ilan etmesini sağlıyor. Terör tehdidinin dünyanın her tarafına dağılmış hücreler ve ağlarla örgütlenmiş insanlardan geldiğinin düşünülmesi; ülke topraklarının kutsallaştırılmasını ve topluluklarının güvenliğini vazgeçilmez bir koşul haline getiriyor. Bu durum, insanların hareketlerinin kontrol altında tutulmasını meşrulaştırıyor. Bireylerin kontrolünü sağlayacak küresel aygıtlar, biyolojik beden üzerinde iktidar kurulmasını sağlıyor. Bu demek ki güvenlikçi devletin şiddet kullanarak yükselişine, dünyanın teknolojilerle yeniden şekillenmesi ve ırk belirleme eşlik ediyor. Devletin uyguladığı şiddetin idaresinde tekno-elektronik rejimde izler (parmak, iris, retina ses ve yüz şekli vd.) kişinin biricikliğinin ölçülmesine ve arşivlenmesine imkân tanıyor. Bunun sonucunda; Avrupa’ya göçün kontrolünde nüfusun tümü işaretleniyor ve göçmenler ırk ayrımına tabi tutuluyor. (Mbembe).
Peki, ırkçı ideolojinin ilan ettiği günah keçisinin, kötülüğün kaynağı olduğuna insanlar nasıl ikna oluyor? Birey, toplumsal gerilimin yarattığı durumu aşmak için kendisine bir kurban arıyor. İşte bu kurban, toplumsal gerilimin mal edileceği, üzerinden anlatılacağı günah keçisi oluyor. Burada etnik azınlığın suçlu olduğuna ikna olmayı sağlayacak yansıtma (projeksiyon) süreci devreye giriyor. Böylece ırkçı, kendi saldırganlığını kurbanına aktarmış oluyor. Örneğin, cinsellik alanından alıyorum: Sorun hâline gelmiş bir seksüel güdünün denetimine girmiş bir insan, aşırı ve hayvani bir cinsellik yaşamakla suçladığı siyahlardan nefret edecektir. Çünkü ona göre siyahlar, bu özellikleriyle, beyazların insaniliğini tehdit etmektedir. Aslında nefret, ırkçının “ben” zayıflığıyla doğrudan orantılıdır. Dolayısıyla ırkçı, kendi etnik grubuyla özdeş gördüğü bireysel bütünlüğünü kaybetmekten korkan bir nevrotiktir. Irkçı, tutuk bir insandır, kendi bilinçaltını bilmek istemez, egemen sınıfın idelerini kendinin kabul eder ve gücü elinde toplamak ister. (Poliakov).
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/15/irkciligin-gunah-kecisi-yaratma-pratigi-sinan-ozbek/
Kapat
Afyonkarahisar Belediye meclisinin “Sığınmacılar için nikâh ücretini 25 kat artırarak 10.000 liraya çıkarması” kararının iptaline ...
16 Temmuz - Uluslararası Mülteci Hakları Derneği: Afyon Belediyesinin kararının yürütmesi durduruldu Devamı16 Temmuz - Uluslararası Mülteci Hakları Derneği: Afyon Belediyesinin kararının yürütmesi durduruldu
Afyonkarahisar Belediye meclisinin “Sığınmacılar için nikâh ücretini 25 kat artırarak 10.000 liraya çıkarması” kararının iptaline ilişkin idare mahkemesinde dava açtık, ilgili ve yetkililer hakkında “ayrımcılık ve nefret suçu” kapsamında suç duyurusunda bulunduk.
Mahkeme, Afyon Belediye Meclisinin aldığı bu kararla ilgili, yürütmeyi durdurma kararı verdi. Zulme ve ayrımcılığa maruz kalan muhacirlerin haklarını hukuk önünde savunmaya devam edeceğiz.
https://x.com/multecihakder/status/1813188562000474381?t=eVL-Xo5Lur4CmLmDvjC8SQ&s=08
KapatAhmed Aabo, 2011'de Suriye'deki iç savaşın başlamasıyla ailesi tarafından güvenli bir yaşam umuduyla Türkiye sınırına bırakıldığında ...
16 Temmuz - Ahmed Aabo, Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde ölüme terk edildi Devamı16 Temmuz - Ahmed Aabo, Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde ölüme terk edildi
Ahmed Aabo, 2011'de Suriye'deki iç savaşın başlamasıyla ailesi tarafından güvenli bir yaşam umuduyla Türkiye sınırına bırakıldığında henüz 10 yaşındaydı.
Türkiye'ye girdikten sonra Geçici Koruma Statüsü'ne alınan Ahmed'in hayatı, yaklaşık sekiz ay önce Kızılay'a kan bağışı yapmasıyla büyük bir değişim yaşadı.
Tedavisi kesintiye uğradı
Kan bağışı sırasında HIV pozitif olduğu tespit edilen Ahmed, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedaviye başladı ve düzenli olarak ilaçlarını kullanmaya başladı.
Ancak Ahmed'in hayatı, idari kararlar ve bürokratik engellerle daha da zorlaştı.
Kelepçeli şekilde Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi
Bulaşıcı hastalık sebebiyle halk sağlığını tehdit ettiği iddiasıyla G-78* tahdit kodu ile Geçici Koruma Statüsü pasif hale getirildi. Bu nedenle de ilaçlarını alamadı.
Durumu anlamak ve en önemlisi de ilaçlarını almak için Kumkapı Yabancı Şube Müdürlüğü’ne giden Ahmed, burada “kaçak” ve kaçak ikamette olduğu gerekçesiyle Hadımköy Geri Gönderme Merkezi’ne kelepçeli olarak sevk edildi.
Ahmed'in avukatı Hasan Kocapınar, sınır dışı işlemlerinin durdurulması için idare mahkemesinde dava açtı. Dava sonucu beklenirken, bu kez Ahmed Adana Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi ve burada ilaçlarına erişimi sağlanmadı.
Avukatı Kocapınar’ın girişimleri ile yeniden İstanbul'a sevk edilmesiyle ilaçlarını almayı başarsa da tedavi süreci kesintiye uğradı ve sağlık durumu ciddi şekilde kötüleşti.
Yetkililere çağrı
Avukat Kocapınar, müvekkilinin tedavi hakkının engellenmesinin insan hakları ihlali olduğunu belirterek, "Ahmed'in sağlık durumu, tedavi hakkının elinden alınması ve yanlış idari uygulamalar nedeniyle ciddi şekilde zarar gördü. Tedavi hakkının geri verilmesi için gerekli tüm hukuki girişimleri yapacağız" dedi.
Ahmed'in tedavi sürecinin devam etmesi ve sağlık hakkının korunması için destek çağrısında bulunan avukat Kocapınar, yetkililere, uluslararası sözleşmeleri hatırlattı. “Türkiye uluslararası sözleşmelere imza atmış ve Suriyeli Geçici Koruma Stasü’ne aldığı birini koruyacağım demiş bir ülke. Bunu yapmalı. Ayrıca Ahmed, Suriye’ye gönderilirse, orada hayatta kalma şansı hiç yok. HIV+ olduğu için orada aşırı dinci grupların hedefinde olacaktır” dedi.
"Göç İdaresi, Ahmed'in tedavisini engellemesin"
Avukat Kocapınar, ayrıca, “Ahmed’in sadece üç aylık ilacı kaldı ve sonrasında garantisi yok. Sadece üç aylık ilaç temin edildi. İstanbul’daki GGM’de çalışan memurlar ellerinden geleni yapıyorlar fakat durum onların ötesinde. Önemli olan Göç İdaresi Müdürlüğü ve Göç İşleri Başkanlığı’nın bu sorunu çözmedi. Tedavisini engellemeyin” dedi.
Ahmed, hala Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor ve tedavi hakkına erişim sağlanmadığı için hayatı tehlikede. Avukat Kocapınar, son olarak "Bu durum, insan hakları ihlalidir ve Ahmed'in sağlığı ve yaşam hakkı korunmalıdır" diye seslendi.
G-77 Tahdit Kodu nedir?
Kamu sağlığını ve güvenliğini tehdit edecek şekilde bulaşıcı hastalık taşıyan yabancılar hakkında G-77 tahdit kodu konularak Türkiye'ye girişleri süresiz olarak yasaklanır.
https://bianet.org/haber/ahmed-aabo-arnavutkoy-geri-gonderme-merkezinde-olume-terk-edildi-297536
KapatJin TV’de Haftaya Bakış programında, Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen ile Londra’da katılım gösterdiği Markizm 2024 ...
16 Temmuz - Yıldız Önen ile Marksizm 2024 toplantıları üzerine röportaj Devamı16 Temmuz - Yıldız Önen ile Marksizm 2024 toplantıları üzerine röportaj
Jin TV’de Haftaya Bakış programında, Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen ile Londra’da katılım gösterdiği Markizm 2024 toplantıları üzerine sohbet edildi.
Röportaj şöyleydi:
Jin TV: Marksizm 2024 toplantılarında siz de bulundunuz. Nasıl geçti, hangi konular ele alındı diye sormakla başlayalım öncelikle?
Yıldız Önen: Londra’da her sene İngiltere Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) düzenlediği Marksizm 2024’ün bu seneki toplantıları da oldukça coşkulu geçti. 4 gün boyunca 120 civarında toplantı oldu, 3 binden fazla kişi katıldı. Açılış ve kapanış toplantıları yaklaşık bin kişi ile yapıldı.
Marksizm 2024’ün üç tane ana başlığı vardı. Birincisi Filistin ile dayanışma, soykırıma ortak olan İngiltere hükümetine karşı neler yapılabileceği konusuydu. İngiltere’de Stop the War, yani Filistinle Dayanışma hareketi 7 Ekim’den bugüne 17 büyük yürüyüş yaptı. Sonuncusu 6 Temmuz’da yani konferansın 3. gününde yapıldı, 150 bin kişi katıldı. Dolayısıyla pek çok toplantıda İsrail’in soykırımı ve buna karşı nasıl mücadele edileceği, iki devletli çözümün mümkün olmadığı gibi konular ele alındı.
İkinci ana başlık, dünyayı saran, aşırı sağ partiler denen ki ben faşist partiler demek istiyorum, bu partilere karşı verilecek mücadele, özellikle mültecilere dönük yükselen ırkçılığa karşı mücadele idi.
Üçüncü ana başlık Marksizm’in başladığı 4 Temmuz’da İngiltere’de yapılan genel seçim sonuçlarıydı.
Bu ana başlıklar dışında, cinsiyetçiliğe, homofobiye karşı mücadele konuları konuşuldu, Marx, Engels, Troçki ile ilgili teorik toplantılar yapıldı.
Kültür çadırı vardı. Burada pek çok yazar, sanatçı ile politik konuşmalar, tartışmalar yapıldı.
Bu ana başlıklarda dünyanın içinde bulunduğu çoklu krizlerin: ekonomik, politik, jeopolitik ve ekolojik krizlerin dünyayı yaşanabilir bir durumdan çıkardığı konuşuldu. Bu krizlerden çıkmak için insanlığın lehine gerekli adımların atılmadığı, aksine krizleri derinleştiren savaş ve militaristleşmenin artırıldığı anlatıldı.
Toplantılarda kapitalist sistem sorgulandı, bu krizlerin hem faşistlere alan açtığı ama aynı zamanda solda duran siyasetlere de alan açtığı konuşuldu. Kapitalistlerin toplantılarında G7’de, Davos’ta bile Marx konuşuluyor. Kapitalizme karşı birlikte mücadelenin imkânları konuşuldu.
İngiltere seçimleri çok önemli, İşçi Partisi 14 yıl sonra iktidarı kazandı. Ama İşçi Partisinin az oyla (yüzde 33) bu kadar çok milletvekili seçtirebilmesinin sebebinin bu krizler olduğu anlatıldı. Muhafazakâr veya İşçi Partilerinin krizlere çare bulamayacağını düşünen insanlar seçimlere katılmıyorlar.
Olumlu gelişme, faşist partinin (reform için uk) beklenenin epeyce altında milletvekili çıkarması oldu, ama gene de dikkatli olmakta fayda olduğu konuşuldu. Çünkü faşist partinin oyları epeyce arttı.
Bağımsız adaylardan Jeremy Corbyn de seçimlere katıldı. Londra’da Highbury islington’dan milletvekili seçildi. Nasıl bir duygu yaşadınız.
Corbyn’in seçilmesi ile coşkulu anlar yaşadık. Seçildiği bölgede Kürtler yoğun olarak yaşıyor, bu anlamda seçilmesinde Kürtlerin de payı var.
Corbyn, Kürt meselesinde oldukça önemli bir isim. 12 Eylül sonrası Gülten Kışanak’ı hapishanede ziyaret ettikten sonra, 2010’da İstanbul’da karşılaşmalarında ben de bulunmuştum. Kürt meselesi konusunda epeyce uzun bir sohbet edilmişti.
İngiltere’deki seçimler, Corbyn’in kazanması, solun da kazanabileceği konusunda bizlere umut verdi. Bu açıdan önemli.
Kadına yönelik şiddet ve yürütülen propaganda aslında her yerde var. Konferansta bu konuya da dikkat çekildi. Artan kadına yönelik saldırılara dair çözüm önerileri nelerdi, sizler nasıl değerlendirirsiniz?
En çok toplantı yapılan konulardan biri cinsiyetçilik ve homofobi ve bunlara karşı mücadele oldu. Aşırı sağ siyasi partiler, hükümetler uzun bir zamandır kadın ve LGBTİ+ bireylere dönük yoğun bir saldırı sürdürüyorlar. Türkiye’de İstanbul sözleşmesinin iptal edilmesi gibi pek çok ülkede geri adımlar zorlanıyor. Ancak büyük de bir direniş var. 8 Mart’lar dünya çapında büyük eylemlere sahne oluyor.
Kadınların, kuirlerin haklarını korumak için kontrolü ellerine almaları gerekiyor. Bu konuda pek çok deneyim birikti.
Tabi ki cinsiyetçilik ve homofobiye karşı birlikte mücadelenin öneminin altı çizildi. İşçi sınıfının bu mücadelede aktif katılmasının başarma da önemli bir adım olacağı daha önceki 1968 devrimlerinden ortada.
İnsan son yıllarda hem Türkiye’de hem dünyada olanlara bazen inanamıyor. Yıllarca verilmiş mücadeleler, fedakârlıklarla kazanılan haklarımız gasp ediliyor. Dünyada en önemli başlıklardan biri kürtaj. 60’larda her yerde kazanılan hak şimdi geri alınmaya çalışıyor. Her yerde, Amerika’da, Polonya’da milyonlarca kadın sokağa çıkıyor ve hakkını korumaya çalışıyor.
Türkiye’de 5-10 yıl önce verilen haklar geri alınmaya çalışıyor. Buna karşı güçlü bir kadın hareketi var, kazanacağımıza güvenmek gerekiyor.
Suriyeli kadınların ayrıca ezildiklerinin altını çizmek istiyorum. Dil bilmeyen, iş bulamayan, evlere hapsedilmiş kadınlar. Bir kısmı eşsiz, ailesiz burada yaşam mücadelesi veriyorlar.
Kadın kelimesini mağdurla eşanlamlı kullanmamak gerek, Marksizm toplantılarında bunun altı özellikle çizildi. Kadınlar ve LGBTİ+ bireyler mücadelenin en önündeler. Özellikle Türkiye gibi mücadelenin baskı altında olduğu dönemlerde bile Taksim’de gösteri yaptılar.
Çözüm önerisi olarak şunu söylemek isterim: Sebahat Tuncel’in geçen gün bir toplantıda söylediği gibi; “Direneceğiz, mücadele edeceğiz, kazanacağız.”
İsrail’in 7 Ekim 2023’den beri yürüttüğü savaşa karşı İngiltere’de 17. kez merkezi gösteri düzenlendi. Filistin’le dayanışanlar Londra’da güçlü bir şekilde ses çıkardılar. Siz de oradaydınız. Konferansta da Filistin’e yönelik ırkçılığı tartıştınız. Yapılan eylemselliklere ve savaşa dair neler söylemek istersiniz?
Yıllardan sonra böyle bir eylemde olmak inanılmaz heyecan vericiydi. Bizim 1 Mart 2003’te Irak tezkeresini durdurduğumuz zamanlardaki gibi binlerce insan ile aynı duyguları paylaşmak çok güzeldi. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk, Müslümanlar, Avrupalılar binlerce insan tek ses oldular: Ateşkes hemen, nehirden denize özgür Filistin sloganları atıldı.
Hükümetlerini soykırıma ortak olmakla suçlamakla ilgili çok çarpıcı sloganları vardı. Eski başkanları Sunak’a “bugün kaç çocuk öldürdün” diye soruyorlardı. Bizim adımıza savaşmayın sloganı çok atıldı.
Yürüyüş boyunca tertip edenler, 100 binin altına düşmüyoruz dediler. Saatlerce yağmur altında yürüdük.
İsrail’in bu soykırımı tek başına yapmadığı Avrupa ve Amerika’nın katkıları anlatıldı. Siyonist İsrail’in var olmaya devam etmesi ile iki devletli çözümün geçerli olmadığı, ortak bir devletin yeniden kurulması gerektiği anlatıldı. Siyonist İsrail devletinin ırkçı yapısı anlatıldı. Savaşan Filistinlilere destek verildi. Filistinli konuşmacılar da mücadelenin önemini vurguladı.
Maalesef Türkiye’de bu büyüklükte bu çeşitlilikte bir eylemlilik göremedik. İslamcılar ayrı, Solcular ayrı eylem yapıyorlar.
Hükümet Hamas ile görüşüp destek sunarken İsrail ile ticari ve askeri ilişkileri sürdürüyor. Bu ilişkileri teşhir etmeye çalışanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, engelleniyor.
Gözümüzün önünde on binlerce insan kadın, yaşlı, çocuk öldürüldü, iki milyonluk bir alan insansızlaştırıldı. Çok az şey yapılabildi.
Türkiye’de de ırkçılıkla, farklı zamanlarda mültecilere dönük pogrom örnekleriyle karşılaşıyoruz. Son olarak Kayseri’de yaşandı ve yayıldı. Antalya’da bir çocuk bu saldırılar sonucu yaşamını yitirdi. Yaşananlara karşı sizlerin de uyarıları, çağrıları oldu. İzleyicilerimize neler aktarmak istersiniz?
Kayseri’de özel olarak desteklenen gruplar linç ediyor, saldırıyor. Bu saldırıların geçmişte Sivas’ta, Maraş’ta yaşanan linçlerden farkı yok.
Biz Sığınmacılar Platformu olarak 2019 yerel seçimlerden bu yana çağrı yapıyoruz. Sığınmacılara dönük muhalif siyasetçilerin yaptığı konuşmaların, hükümetin, belediyelerin, göç idaresinin uygulamalarının ve söylemlerinin sığınmacıları hedef halinde getirdiğini anlatmaya çalıştık. Ben Mayıs seçimlerinden sonra “Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu” diye yazmıştım. Sayamayacağım kadar hak ihlali ve yanlış uygulamalar var.
Ortada 3-4 milyon arası kadın, çocuk, yaşlı insan savaşlardan, diktatörlüklerden kaçan insan var. Bunun altını çizmek istiyorum. En az 1 milyonu 15 yaş altı, en az 1 milyonu kadın olan bu insanların hepsi sakallı, genç, şeriatçı erkekler olarak anlatılıyor, bu çok yanlış. Netanyahu’nun Filistinlilere yaptıkları, başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılara yapılıyor.
Hem CHP hem AKP Esad ile konuşmaya çabalıyor. Yüzbinlerce insanı öldüren bir diktatörden bahsediyoruz. Kimyasal kullanan, cezaevlerinde insanları katleden bir hükümet söz konusu. Afganistan, İran, Irak tüm bu ülkelerin diktatörlüklerle yönetilmesinde, batının ve Türkiye’nin rolü büyük.
Türkiye BM ve AB ile yaptığı anlaşmalarla bu sığınmacıları kabul ediyor. Karşılığında pazarlık masasına oturuyor ve para yardımı alıyor. Ama bunları anlatmadığı için sığınmacılar yük gibi algılanıyor. Böyle bir şey yok. 3-4 milyon göçmen, Türkiye’de entegre olabilir. Almanya’da 5 milyon Türkiyeli var. Avrupa çapında 10 milyon Türkiyeli var.
Doğru politikalarla bu iş çözülebilirken krizlerin sorumlusu GÜNAH KEÇİSİ sığınmacılar ilan edilip bir taşla iki kuş vuruluyor. Birincisi, ekonomik kriz onlara faturalandırılıyor, işçi sınıfı bölünüyor ve zayıflıyor; ikincisi krizi çözmek için mülteciler kaçak ucuz işçiler olarak kullanılıyor. Günah keçisi yaratma pratiği; en genel anlamıyla sistemin krizlerini, gerilim ve öfke yaratan aksaklıklarını, bir azınlığı işaret ederek, müsebbip olarak göstererek açıklama diye tanımlanabilir. Günah keçisi, sistemin sorun olan bir tek olgusunu açıklamak için kullanılmıyor. Nerdeyse ne kadar sorun varsa sorumlu olarak günah keçisi gösteriliyor: İşsizlik, sağlık ve eğitim sisteminin sorunları, çevre kirliliği, ahlaki yozlaşma.
Sığınmacılara karşı yükselen ırkçılığı engellememiz gerek. Bunu durduramazsak Kürtlerin, Alevilerin, tüm ezilenlerin sırada olduğunu unutmamamız gerek.
Kayseri’de olan, 2 Temmuz Sivas katliamından farksızdı. Bunu unutmayalım.
Teşekkür ederiz.
KapatAKP-MHP iktidarının 2019 yerel seçimleri sonrasında başlattığı “gönüllü” adı altında zorla geri göndermeler devam ediyor. O ...
15 Temmuz - İktidar Suriyelileri zorla geri gönderiyor ama “kimseyi zorla göndermeyeceğiz” diyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı15 Temmuz - İktidar Suriyelileri zorla geri gönderiyor ama “kimseyi zorla göndermeyeceğiz” diyor (Enternasyonal Dayanışma)
AKP-MHP iktidarının 2019 yerel seçimleri sonrasında başlattığı “gönüllü” adı altında zorla geri göndermeler devam ediyor. O günden beri yaklaşık 600 bin Suriyeli geri gönderildi. Geri gönderilenler arasında Faslı turistler bile var. Ama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün “Biz kimseyi zorla gönderecek değiliz” dedi.
2024 yerel seçimleri sonrasında Suriyelilere dönük ırkçı saldırılarda çok büyük bir artış yaşandı. En son Kayseri’de başlayıp pek çok kente yayılan saldırılarda bir Suriyeli çocuk öldürüldü, onlarca Suriyeli yaralandı. Bine yakın ev ve işyeri kundaklandı, yakıldı, yıkıldı. Araçlar yakıldı.
Irkçı saldırılar sonrasında bir kısım Suriyeli, Suriye’ye geri dönmeye başladı. Bir kısım Suriyeli ise, özellikle ev kiralamalarında yaşadıkları fahiş fiyat artışları nedeniyle, geri dönmekten başka yol bulamadı.
Bu konuda Suriyelilerin verdikleri bilgiler şöyle:
“Ev sahipleri Suriyelilerden yüksek kira bedeli talep ediyorlar, ya da 1 yıllık peşin istiyorlar. Bunu karşılamak istemeyen Suriyeliler Türkiye’yi terk ediyor. İnsanları sıkıştırarak bu noktaya varmak istiyorlardı ve vardılar.
Kırıkhan’da bazı aileler saldırıya uğrarız korkusu nedeniyle evlerini boşaltıp gittiler. Kayseri’de de benzer durum yaşanıyor, pek çok Suriyeli aile, geçici koruma kimlikleri olmasına rağmen Suriye’ye dönüyorlar.
Aslında devlet topluca alıp sınırdışı etse bu korkuyu yaşatmasından daha iyidir. Sınırdışı başka, iki millet arasında düşmanlık bambaşka. Şu an bütün bu gidenler öfke ve üzüntüyle gidiyorlar.”
Örnek bir “gönüllü” sınır dışı!
10lar medya’da yayınlanan bir haberde; Kayseri’den 2 Temmuz gecesi evlerinden alınıp 4 gün sonra Afrin’e gönüllü adı altında zorla sınırdışı edilen 3 ailenin yaşadıkları anlatılıyor. Üç aileye ‘’Sizi koruma altına alacağız’’ deniliyor. Önce karakolda tutuluyorlar, sonra Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyorlar. İlaç, su, elbise, para almalarına izin verilmiyor. Ardından da sınır dışı işlemi uygulanıyor. Muhammed Merruş yaşadıklarını anlatıyor: https://x.com/10larMedya/status/1810719776819552402
Hakan Fidan: Kimseyi buradan zorla gönderecek değiliz
Her ay binlerce Suriyeli mülteci İç İşleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi tarafından gönüllü adı altında zorla sınırdışı edilirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün şu açıklamayı yaptı:
“Mülteci kardeşlerimiz ile ilgili hükümet politikamız hiçbir zaman değişmemiştir. Gönüllü olmadığı sürece biz kimseyi buradan zorla gönderecek durumda değiliz. Biz Suriye muhalifleri ile ilgili durduğumuz yeri değiştirmiyoruz. Omuz omuza savaştık. Onları yarı yolda bırakmamız diye bir şey söz konusu değil.”
Suriyelilerin geri dönebilmesi için, Suriye’de kalıcı ve adil bir barışın sağlanması gerekir. Bunun ilk adımı da tüm dış güçlerin Suriye’deki askeri varlığının sona erdirilmesi, Suriye halkının kendi geleceğine kendisinin karar verebileceği bir ortamın sağlanmasıdır.
KapatKayseri’deki pogrom girişiminden sonra ırkçılık karşıtı tweetler attığı için tutuklanan LGBTİ+ hakları aktivisti İris Mozalar, 12 Temmuz ...
13 Temmuz - Göçmenleri savunan İris Mozalar tahliye edildi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı13 Temmuz - Göçmenleri savunan İris Mozalar tahliye edildi (Enternasyonal Dayanışma)
Kayseri’deki pogrom girişiminden sonra ırkçılık karşıtı tweetler attığı için tutuklanan LGBTİ+ hakları aktivisti İris Mozalar, 12 Temmuz günü akşam saatlerinde tahliye edildi.
İris Mozalar, 10 Temmuz Çarşamba akşamı ev baskınıyla İstanbul’da gözaltına alınmıştı. Mozalar, ardından tutuklama talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildi. Mahkeme, 11 Temmuz Perşembe günü Mozalar’ın halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan tutuklanmasına karar verdi.
Mozalar’ın tutuklanmasında, 30 Haziran’da Kayseri’nin Melikgazi ilçesi Danışmentgazi Mahallesi’nde başlayan ve diğer illere yayılan, ırkçıların Suriyelilere ait işyeri ve araçlara saldırılmasıyla ilgili sosyal medyadaki paylaşımları gerekçe gösterildi.
Dün akşam saatlerinde, üyesi olduğu Türkiye İşçi Partisi (TİP) tarafından yapılan açıklamada İris Mozalar’ın tahliye edildiği duyuruldu.
“İris’e özgürlük” X hesabı da şu ifadeleri paylaştı:
“Sizler göçmenlere ve translara gözdağı vermek için yaşamı savunan arkadaşımızı tutsak ettiniz. Bizler sizden korkmadık, bir araya geldik. BASKILARINIZA, YASAKLARINIZA BOYUN EĞMİYORUZ Bizimle başa çıkamazsınız dememiş miydik?”
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/13/gocmenleri-savunan-iris-mozalar-tahliye-edildi/
Kapat
Köklü Değişim Medya tarafından İstanbul Üsküdar’da düzenlenen “Bir Konu Bir Konuk” programına bu ay 'Saldırı ...
13 Temmuz - Saldırı Altındaki Suriyeli Muhacirlerin Durumu – Taha Elgazi (Köklü Değişim Medya) Devamı13 Temmuz - Saldırı Altındaki Suriyeli Muhacirlerin Durumu – Taha Elgazi (Köklü Değişim Medya)
Köklü Değişim Medya tarafından İstanbul Üsküdar’da düzenlenen “Bir Konu Bir Konuk” programına bu ay 'Saldırı Altındaki Suriyeli Muhacirlerin Durumu' konusu ile Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi Genel Başkanı Taha Elgazi konuk oldu.
https://x.com/KokluDegisim/status/1811845951255928903
KapatBir dönem Suriye muhalefetinin liderliğini yapan Alptekin Hocaoğlu: Türkiye’nin etkin olduğu bölgenin yönetimi ‘At hırsızı’ ...
13 Temmuz - ÖZEL RÖPORTAJ | Alptekin Hocaoğlu ile Suriye muhalefeti – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet) Devamı13 Temmuz - ÖZEL RÖPORTAJ | Alptekin Hocaoğlu ile Suriye muhalefeti – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet)
Bir dönem Suriye muhalefetinin liderliğini yapan Alptekin Hocaoğlu: Türkiye’nin etkin olduğu bölgenin yönetimi ‘At hırsızı’ komutanlara verildi. 5 milyon kişinin yaşadığı bölgeyi 3-5 komutan yönetiyor. Sınırlar çizildikten sonra ailemin bir kısmı Suriye’de kalmış bir Türkmen olarak söylüyorum: Türkiye, Suriye tarafında sadece Türkmenlere oynayarak Türkmenlere büyük kötülük yapıyor. Çünkü Türkmen-Arap-Kürt ilişkilerini bozuyor. Büyük bir kısmı Kürt nüfustan oluşan Afrin’de Kürtçe tabelaların silinmesi, sanki Türkiye'nin bir iliymiş gibi davranılması PKK unsurlarının taban kazanmasına yol açıyor.
Hem Türk hem Suriyeli olan Alptekin Hocaoğlu, 2015-2016 arasında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanlığı yaptı. Şu anda Gelecek Partisi Genel Başkan yardımcısı olan Hocaoğlu ile hem Türkiye’deki sığınmacı sorununun sebeplerini hem de Suriye’deki son durumu ve Türkiye’ye yönelik tepkilerin nedenlerini konuştuk.
Söyleşiden satırbaşları:
“Yaklaşık 5-6 yıldır millet dolduruluyor. 2016 öncesine kadar bu kadar mültecilere karşı geniş çaplı bir öfke hareketi yoktu. 2016 sonrasında Türkiye’de bir yönetim değişimi oldu biliyorsunuz. İktidar yapısı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası değişti ve 2016 öncesi sığınmacıları himaye etmek devlet politikası iken yeni kurulan milliyetçi ittifakta bir devlet politikası olmaktan çıktı. Mültecilerin gönderilmesi esas oldu. Bunun üzerine partiler de kuruldu. Sayın Erdoğan’ın 2018’de ekonomik krizde ekonomik krizin baş gösterdiği dönemde Suriyelilere 40 milyar dolar harcadık demesi de aslında bu öfkeyi ateşledi.
Sayın Erdoğan’ın kendi hükümeti, Kızılay, AFAD her ne kadar bir dolar bile harcamadık demiş de olsa Sayın Erdoğan’ın demeci daha fazla yayılmış oldu.
2022’nin Mart ayına kadar Avrupa Birliği, Suriyelilere harcanmak üzere 22,5 milyar euro Türkiye’ye gönderdiğini açıklamıştı. Hatırlıyorsanız ilk başta mülteciler akın ederken bir milyon sayısına varmıştı. Fakat o bir milyon mülteci Birleşmiş Milletler tarafından kayıt altına alınıyordu ve onun üzerine Türkiye’ye yardım ediliyordu. Sayın Numan Kurtulmuş eğer gönderirse bir milyon daha karşılarız demesi, Türkiye’nin açık kapı politikası benimsemesi, Esad’ın tamamen Suriyelilerden ve muhaliflerden kurtulmasına neden olduğu şiddeti ve göçü arttırdı. Gelen Suriyelilerin en az yarısının Esad’la bir sıkıntısı yoktu. Hatta Şam’dan ve diğer ülkelerden de gelmeye başladı. Çünkü tamamen artık vizesiz bu politika çerçevesinde Suriyeliler Türkiye’ye gelmeye başladı.
Avrasyacılar iktidarın görünmez ortağı
15 Temmuz sonrası ABD’den uzaklaşan Ankara Rusya eksenine girdi. 2016 sonrasında yeni kurulan hükümette hala devam eden iktidarda görülmeyen bir ortak da var. Görülmeyen derken aslında kendini hissettiren bir ortak var. O da Avrasyacılar, Vatan Partisi. Vatan Partisi, Esad’la çok iyi ilişkiler içerisinde. Putin’le barışılmasında arka kanallar kurdu, Esad’la defalarca görüştü. En son Sayın Erdoğan’ın görüşü o yönde devam etti. Bu değişiklik içerisinde Suriye muhalefetine ve Esad’dan özgürleştirilmiş topraklarda yaşayan yaklaşık 5 milyonluk insana farklı davranılmaya başlandı. Asıl sorun orada başladı.
Güvenli bölgelerde yerel meclisler engellendi
O bölge, yani İdlib dahil yaklaşık 8000 metrekarelik bir bölgeden bahsediyoruz. Savaş öncesinde 350.000 ila 400.000 insan yaşıyordu. Şu anda 4,5-5 milyon arasında insan yaşıyor. Nüfus 10 katına çıkmış durumda. %90’ı evsiz, barksız. Altyapısı yok. Hala çadırlarda yaşıyorlar. Her kış orada bir trajedi yaşanıyor. 13 yıl boyunca yerel halk tarafından seçilmesi gereken yerel meclisler engellendi. Halbuki 2016 öncesinde Türkiye, yerel meclisleri destekledi. Halk tarafından seçilecek sivil meclisler iyi bir yönetim modeli oluştururdu. Rejimin baskısı altında yaşayan halk da bunu görerek rejime baskı yapabilirdi.
Muhalefet çözüme kapalı, rejimle müzakere etmiyor söylemi de yanlış ve saptırma. Muhalefet en başından beri tüm uluslararası platformlarda Şam rejimiyle görüşmeleri terk etmedi. Fakat Esad’ın yani şartlarıyla devam etmek mümkün değil. Rejim, BM himayesindeki Cenevre görüşmelerinde ortaya konan hiçbir geçiş süreci şartlarını tanımadı. En basit insan hakları düzenlemeleri, düşünce suçlularının serbest bırakılması gibi en ufak adımları dahi atmadı. Aksine Sezar sızıntılarında da tüm dünyanın şahit olduğu gibi rejim işkence ile yargısız infazları kayıt altına alarak kamuoyuna gözdağı vermeye devam etti.
“Güvenli bölgeler” at hırsızlarına teslim edildi
Türkiye’nin etkin olduğu bölgenin yönetimi ‘At hırsızı’ komutanlara verildi. Suriye Milli Ordusu halkın karşı çıktığı, bezdiği her türlü kirli ilişki, uyuşturucu kaçakçılarıyla, fuhuş çeteleriyle, suikast çeteleriyle kuruldu. Bölgede paralel bir ekonomi oluşturuldu. Buna karşı çıkanlara ise baskı uygulandı. Bu sefer halk diyor ki, Esad’dan ne farkınız kaldı? 5 milyon kişinin yaşadığı bölgeyi 3-5 komutan yönetiyor.
Demografik politika yanlışları iç savaşı doğurur
Sınırlar çizildikten sonra ailemin bir kısmı Suriye’de kalmış bir Türkmen olarak söylüyorum: Türkiye, Suriye tarafında sadece Türkmenlere oynayarak Türkmenlere büyük kötülük yapıyor. Çünkü Türkmen-Arap-Kürt ilişkilerini bozuyor. Yarın öbürgün Suriye’den çekilince oluşan husumetlerin cefasını Türkmenler çekecekler.
Örneğin Afrin’in de büyük bir kısmı Kürt nüfustan oluşuyor. Ama Kürtçe tabelaların silindiğini, işte her yere Türkçe tabela asıldığını, sanki Türkiye’nin bir iliymiş gibi davranıldığını görüyoruz. Bu da Afrin’deki PKK unsurlarının taban kazanmasına yol açıyor.
Afrin, PKK’dan bezmiş durumdaydı. En iyi ihtimalle PKK’ya olan destek Afrin’deki yaşayan Kürt toplumunda %30’u geçmezdi. PKK/PYD Kuzey Doğu’da IŞİD’ten toprakları ele geçirirken Araplara zulmetti, arazilerini gasp etti. Oradan kaçan Araplar Suriye Milli Ordusu’na katıldı, intikamı Afrin’deki Kürtlerden aldı. Çok yanlış bir politika. Zeytin bahçelerine saldırdılar, yerel halkın evlerine saldırdılar, gasp ettiler.
PKK ne yaptıysa aynı şeyler yapıldı. Bunun ilerisi bir iç savaştır. Rejimle yaşanan dahi halklar arasında yaşanmadığından bir iç savaş değildir. Halklar arasında çatışma çıkarmayı IŞİD denemişti başarısız olmuştu. Ancak Türkmenler, Kürtler ve Araplar arasında geldiğimiz nokta uzun vaadede düzeltilemeyecek husumetlerin oluşturulmasıdır.
Ülkenin kuzeyindeki 5 milyon insanın Esad’a sempati duyması da imkansız. Güneyde Suveyda kentinde de Dürziler ve Dera’da Sünni Arap aşiretleri Şam’a karşı bayrak açmış durumda. Esad, kuzeyi ve güneyi unutmuş durumda.
Suriye’den göç devam ediyor
Esad rejimi Suriye’nin en büyük şehirlerinde Şam, Humus, Hama ve Lazkiye bölgelerini kontrol altına almış, oraya odaklanmış durumda. Oradaki halka da zaman zaman böyle kapı açıyor. Mısır’a gidiyorlar, yurt dışına gidiyorlar, bir daha dönmüyorlar. Dışarıya doğru göç devam ediyor. Alt ve üst yapısı çökmüş kentleriyle Gazze’yi andırıyor Suriye şehirleri. İran ve Rusya güçleri güvenliği sağlıyor genelde.
Suriye’de normalleşme adına hiçbir adım atmayan Esad rejimiyle barışma noktasına geldi Erdoğan. Peki Suriye halkı ne olacak? Suriye halkının görüşüne önem vermek lazım süreç içerisinde.
Birçok yorumcu Suriye tarafında Türkiye karşıtı tepkilerin Kayseri olaylarına tepki olarak yapıldığını söylüyor. Kayseri olayları olmasa bir şekilde bu patlama olacaktı ve ileride de daha büyük bir patlamanın göstergesidir bu. Nedir orada? “Yok sayılıyoruz tepkisi”.
Bu Esad’la başlatılan yeni süreçte biz yok sayılıyoruz. Peki biz ne olacağız tepkide? Muhalefetten hiçbir açıklama yapamadık. SMO’dan ve hiçbir resmi muhalefet kurumundan açıklama yok. Tamamen muhalefet yok sayılmış.
Bayrak öptürmek çok yanlış bir yöntem
Düşünün başka bir ülke vatandaşı kendi topraklarında bizim bayrağımıza saldırıyor. Bunu kınıyoruz, dile getiriyoruz, lanetliyoruz ama kendi siyasi sınırınızın ötesinde bir harekat gerçekleştiriyorsunuz, oranın vatandaşını alıyorsunuz, uluslararası hukuka aykırı olarak ülkeye getiriyorsunuz ve zorla özür dilettiriyorsunuz ve kendi TV kanallarınızda da yayınlıyorsunuz. Bu çok yanlış bir yöntem.
Rejim askeri okullarda veya bir çok platformda Türk bayrağını yere resmetmiş. Yerde Türk bayrağı, zeminde boyalı, geçen herkes onun üzerinden geçiyor. Ona niye tepki göstermiyoruz?
Esad-Rusya güçleri 34 şehidimizi katletti. Onlara niye tepki göstermiyor Türkiye kamuoyu? Niye rejime o kadar müsamahakar davranıyoruz? Burada kantarın topuzu kaçmış durumda. Ben diyorum ki, yöntem yanlış. Halep Today gibi Suriye’de muhalefetin kendi televizyonları var. Muhalefet İstanbul’dan yayın yapıyor. Oradan bir muhabir gönderip, adamlarla bir röportaj yapsa, ya biz galeyana geldik, özür dileriz demese daha iyi olmaz mıydı? Çok daha etkili olurdu. husumet yerine kamu diplomasisi gelişirdi.
https://x.com/serbestiyetweb/status/1812103219746689264?s=08
Kapat
Kayseri’de Suriyelilerin yaşadığı 9 mahallede 400’e yakın ev, iş yeri ve aracın zarar gördüğü saldırılarda gözaltına alınanların ...
12 Temmuz - 450 vandal Zafer Partili (Yeni Şafak) Devamı12 Temmuz - 450 vandal Zafer Partili (Yeni Şafak)
Kayseri’de Suriyelilerin yaşadığı 9 mahallede 400’e yakın ev, iş yeri ve aracın zarar gördüğü saldırılarda gözaltına alınanların profili, provokasyonun arkasında Zafer Partisi olduğunu gösteriyor. Soruşturmada yer alan yetkililerin verdiği bilgiye göre, 855 vandalın yaklaşık 450’si partiye yakınlık duyuyor. Olaylar sürerken Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcıları Ali Dinçer Çolak, Seyit Yücel, Bölge Başkanı Haşim Günkaya ve Teşkilat Başkan Yardımcısı Mert Osman Sürmen’in Kayseri’ye gittiği tespit edildi.
Kayseri’de Suriyeli bir sığınmacının yine Suriyeli 7 yaşındaki bir kızı taciz etmesi üzerine başlayan sokak olaylarının yankıları sürüyor. Organize provokasyonla, Suriyelilere ait 400’e yakın ev ve iş yerinin taşlanıp yakıldığı kentte yine Suriyelilere ait 14 araç da zarar görmüştü. Kayseri’deki ırkçı terörde Zafer Partisi bağı her geçen gün daha da netleşiyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın, 2 ay önce kentteki Suriyelilere ait iş yerlerini, 2,9 milyon takipçili sosyal medya hesabından yayınladığı videoyla tek tek hedef gösterdiği ortaya çıkmıştı. Şimdi de sokakları savaş alanına çevirdiği için gözaltına alınan 855 provokatörün yarısının Zafer Partili olduğu belirlendi. Bunların 450’ye yakınının sorgu ve ifadelerinde partiyle bağı tespit edildi.
KAYSERİ’DE NE İŞİNİZ VARDI?
Zafer Partili yöneticiler de olayları körüklemek için kente çıkarma yapmış. Zafer Partisi Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Dinçer Çolak, Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Yücel, Bölge Başkanı Haşim Günkaya ve Teşkilat Başkan Yardımcısı Mert Osman Sürmen’in, saldırılardan sonra 2 Temmuz’da Kayseri'ye gittiği öğrenildi.
ESKİ İL BAŞKANI DA İŞİN İÇİNDE
Partinin eski Kayseri İl Başkanı Hacı Ali Demirkaya'nın da provokatörler arasında olduğu ifade ediliyor. Demirkaya'nın olaylarla bağı araştırılıyor. 6 ay önce Ankara'da yürütülen bir soruşturma kapsamında “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” suçundan Kayseri’de gözaltına alınan Demirkaya, Ankara'ya götürülmüş ve yurt dışına çıkış yasağıyla serbest bırakılmıştı.
https://www.yenisafak.com/gundem/450-vandal-zafer-partili-4632540
KapatÖncelikle, bugün gelinen noktanın çift başlı yozlaşma ikliminin bir sonucu olduğunu tespit etmek gerek. Ana muhalefet ve ayrımcı partilerin ulusalcı ...
12 Temmuz - Sığınmacıları Kurban Vererek Göçü Yönetemezsiniz – Bahadır Kurbanoğlu (Perspektif) Devamı12 Temmuz - Sığınmacıları Kurban Vererek Göçü Yönetemezsiniz – Bahadır Kurbanoğlu (Perspektif)
Öncelikle, bugün gelinen noktanın çift başlı yozlaşma ikliminin bir sonucu olduğunu tespit etmek gerek. Ana muhalefet ve ayrımcı partilerin ulusalcı söylemler üzerinden iktidarı yıpratmada konforlu alan olarak gördükleri yabancı düşmanlığının 12 yılın ardından söylem üstünlüğünü ele geçirdiği nokta bu. Bu ahlak dışı siyasetin “başarılı” olmasını kolaylaştıran ise iktidarın yönetimsel yozlaşmasıyla çakışması ve onun da kendi zaaf, cürüm ve günahlarının bedelini göçmenlere yükleyen bir siyasi yol yürümeyi tercih etmesi.
Siyasetteki Çifte Yozlaşma Sığınmacıları Sahipsiz Kıldı
Siyasette tüm ideolojik ve etnik kimliklerin bir şekilde sahipleri olduğu halde, sığınmacılar temsiliyet noktasında artık sahipsiz görünüyorlar. “Artık” diyoruz, çünkü 2000’li yılların başarılı siyasetleri sayesinde iktidar, hem İslam dünyasında hem de ülkede ciddi bir halk desteğini arkasına almaktaydı. İçte ve dışta demokrat kesimlerin de İslami STK’ların da büyük desteğini alan iktidar, inşa ettiği ahlaki meşruiyet ile Arap Baharı’ndan mülteci siyasetine değin her konuda söz ve icraat üstünlüğünü elinde tutuyordu. Bu da, Suriye politikası karşıtlığı bir yana, bunu bahane edip sığınmacı karşıtı söylemlere yol veren muhalefetin sözünün ciddiye alınmasını veya etkili olmasını engellemekteydi. Son 7-8 yıllık önce kötü eko-politik yönetim, ardından dış politikadaki tutarsızlıklar ve hepsiyle birlikte hukuksuzlukların ve yolsuzlukların ivmelendiği yozlaşma iklimi bu üstünlüğü sona erdirdi.
Sığınmacıların hamisi pozisyonunda olan hümanist, demokratik ve muhafazakâr-mütedeyyin sivil toplum unsurları (ki sayıları 400’leri geçmekte) bu rolü ifa etmeyi sürdürmeye çalıştıkları halde karşılarında artık sadece muhalefet değil, iktidar mahfillerini de buldular. Nitekim günümüzde en fazla şikâyet konusu olan, Göç İdareleri ve Geri Gönderme Merkezlerindeki (GGM) bürokratik kadroların belli ideolojik çevrelerden olması da hukuksuz ve hedefsiz, sığınmacıları kriminalize eden yozlaşma iklimini katmerleştirdi. Sığınmacılar bir yandan faşizan söylemlerin hedefi haline gelirken, diğer yandan kötü yönetimin göç siyasetinde görevli kadrolarının kodlarında da negatif anlamlarla anılmaya başlandı.
Hastalıklı anti-Arap, anti-Suriyeli, ulusalcı ve faşizan söylemlerin halkta etkili olmasının en önemli saiki, geçim şartlarının olumsuzlaşmasının asıl sebebinin ülkenin başına “sığınmacıların musallat edilmesi” olarak zihinlere kodlanması oldu. Toplumun önemli bir bölümü, kötü yönetim, yandaş ve akraba kayırmacılığı, yolsuzluk ve rant politikaları ile fakirleştiren iktidarın başına bir de sığınmacı “belasını” sarmış olmasını öfkesinin merkezine koyarken, iktidar da içine düştüğü girdapta bu “bela”dan kurtulmak dışında bir çözüme yönelemez oldu. Artık entegrasyon politikalarının konuşulduğu günler de geride kaldı. Göç olgusunun ülkeye getirdiği faydaları akademik göç çalışmaları ve istatistiklerle ispat da gündemde değil. “Sığınmacılar kötü ve ülkeye zararlı” illüzyonu, tersini söyleyen akademik ve bilimsel çalışmaları çoktan gölgede bıraktı.
Geldiğimiz noktada zihni “geri gönderme”den başka bir şeye çalışmayan devlet aklının resmini 1-2 Kasım 2024 tarihinde İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi’nce gerçekleştirilecek olan “III. Uluslararası Göç Konferansı”nın konu başlıkları özetlemekte:
- Geri Dönüşte Ülke Politikaları
- Geri Dönüş Motivasyonu
- Gönüllü Geri Dönüş Yolculuğu
- Geri Dönüş Sonrası Yeni Başlangıç
- Geri Dönüş ve Teknoloji
Kayseri ve Sonrasını Doğru Anlamak
İkitelli, Altındağ, Torbalı, Güzelbahçe derken, bu defa Solingen benzeri olaylar zincirine Kayseri dahil oldu. Kayseri’deki pogromvari olayların gerçekleşme biçimi, yayılım hızı, diğer şehirlere sıçrama biçimi, pek çok cevapsız soruyu da beraberinde getirdi.
Türkiye’nin güvenlik konsepti içinde yer alan bölgelerdeki yönetim sorunları nasıl çözülecek? Buralardaki memnuniyetsizlikleri giderecek alternatif formüller nelerdir? Mesela Rusya ile görüşüp Esed’i masaya oturmaya razı ettiğiniz Suriye coğrafyasına ilişkin “uygulanabilir” gelecek projeksiyonunuz nedir? Halkından 1 milyon 400 bin kişiyi katletmiş, Lübnan’dan, Ürdün’den, Türkiye’den gönüllü ya da zorla tehcir edilmiş insanların tutuklanma ve işkence dahil insani trajediler yaşadığı, 2015’teki BM kararlarının uygulanamayıp/uygulanması engellenip uluslararası güvencenin sağlanamadığı, savaş koşullarının halen devam ettiği, tehcir edilen bir kısım insanın YPG gibi örgütlerin zorla silah altına alma siyasetlerine kurban verilme risklerinin had safhada yaşandığı, ya da Türkiye’nin yönetimindeki ekonomik, yönetimsel ve demografik problemlerin olduğu bölgelere gönderilmelerinin bambaşka sorunlara kaynaklık edeceği bilindiği halde, “geri gönderme siyaseti”nin ötesinde bir yaklaşım modeline rast gelinmediği bir ortamda sığınmacıların yaşam güvenceleri nasıl teminat altına alınabilecek?
Sığınmacı karşıtı söyleminin ağır etkisi altındaki siyaset, Suriyeli göçmenlerin dehumanize edilmesi, şeytanlaştırılması ve pogrom hikâyelerini betimleyen iki simge kazındı zihinlerimize. Biri, “Kur’an Kursu Türklere Aittir” uyarı yazısı; diğeriyse, bir Suriyelinin ağzından dökülen, “Çaresizce evlerimizin yakılışını izledik, tıpkı savaş günlerindeki gibi” sözleri. Resmî ideolojinin, hastalıklı ulusalcılığın, İslamofobi’nin, anti-Arap zihniyetin ve 10 yıl önceki anti-Kürt söylemlerinin tekrarlanmasının çare olmadığını bildiğimiz halde izlemek zorunda kaldığımız günlerdeyiz.
İçişleri Bakanı’nın yerel halkın yüreğine su serpmek ve sorumluluğu dağıtmak için meseleyi suç örgütlerine bağlayan tweet’ler atması, son bir yıldır ivmelenen yanlış siyasetleri maskelemenin ötesinde bir anlam ihtiva etmiyor. Sonuçta bunların yaşanmış olması, Konya’daki Halep lokantasının taşlanarak yerle bir edilmesi ya da Antalya Serik’te yaşayan, YPG’den kaçarak ülkemize gelen 17 yaşındaki Ahmet El Naif’in linççi güruhlarca katledilmesi bir başarısızlık olarak önümüzde duruyor. Böylesi bir trajedinin ardından Kayseri’de bir tane bile sığınmacı evini ziyaret etmeden, linççi güruhlara burada iki çift söz söylemeden ayrılmış olmasının da bu güruhları cesaretlendirmekten başka bir anlamı bulunmuyor. Ev yıkmak için “kepçe bulup getiren” kişilere dönük tedbirlerin alınıp alınmadığı da net biçimde ortaya koyulmuş değil. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devletin en üst makamlarından olayların ardında istihbari yapıların olabileceği imaları yapıldığı ve halkın bu provokasyonlara gelmemesi gerektiği hatırlatıldığı halde sığınmacılara dönük “örgütlü” saldırıların Konya, Antalya, Bursa gibi illere sıçraması engellenemedi. Bu tablo da pek çok gözlemci açısından, sığınmacıların bir parça korkutulup “gönüllü” olarak ülkeyi terk etmelerini sağlayacak bir iklimin bizzat devletin de gönlünden geçiyor olabileceği algısını beraberinde getirdi. Öyle ya da değil ama sonuçta devletin onlarca evin, dükkânın, aracın yakılıp yıkılması hadiselerinde aciz kalmasını tarif edebilecek bir yetkiliye ulaşabilmek mümkün olamadı.
Dahası; devlet yetkililerinden, nereye varacağı bilinmez pogrom vahşeti karşısında yeterli sesin çıkmaması bir yana, Kayseri gibi kadim muhafazakâr kimliğiyle malum bir sanayi şehrinde müftüden, belediye başkanından veya Sanayi Odası gibi teşekküllerden tek bir tepkinin, dayanışma ve barış mesajının gelmemesi de tepki topladı. Yerelde, kapalı kapılar ardında iş gücünün tehdit altında olduğu ve Suriyelilerin şehri terk etmelerinin iş piyasasını olumsuz etkileyeceği şikâyetlerinde bulunan iş çevreleri ve dahi ilgili bakanlıktan konuyla ilgili tek bir açıklama gelmedi. Devlet, sade suya tirit açıklamalar dışında sessiz kalır, esas böyle zamanlarda görünür olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı lal kesilirken, şehir bu manada derin bir sessizliğe büründü. Sessiz kalarak, geçiştirerek, örterek bir tehlikeyi daha savuşturduğumuzu zannetmiş olduk! Halbuki daha önce olanlar bugünlerin habercisiydi; Kayseri’nin nelere gebe olduğunu da eğer gerekli tedbirler alınmazsa belki de çok uzak olmayan bir gelecekte daha acılarını tecrübe ederek göreceğiz.
Irkçılık Yine Geçiştirildi; Cezasızlıkla Ödüllendirildi
Hepsinden öte, bazı gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştiyse bile, yangına körükle gidenlere ilişkin cezasızlık iklimi sürdürüldü. Sinan Oğan’ın Türkiye İttifakı ve Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nin başını çektiği Ata İttifakı’nın bileşenlerinin olayların öncesi ve sonrasında yaptığı paylaşım ve açıklamalar herhangi bir müeyyide konusu yapılmadı. Özdağ’ın ve partisinin trollerinin Nisan ayında Kayseri’nin sokak sokak, adres adres, dükkân dükkân haritasını çıkardıkları ve sığınmacıları belli odaklara hedef gösterdikleri video da; sadece Göç İdaresi’nin uhdesinde bulunması gerekirken -belli ki içeriden- sızdırılmış olan ve sığınmacıların isim ve adres bilgilerini içeren listenin “Ayaklanış Türkiye” adlı bir hesaptan “14 yaşındaki bir çocuk” eliyle paylaşılıp Özdağ tarafından sitayişle lanse edilmesi de; Oğan’ın düzensiz göçle mücadelede sokak sokak dolaşan minibüsleri paylaşıp bu “planlı politika”da kendi iradesinin de payı olduğunu ima eden paylaşımı da -duyarlı çevrelerin serzenişleri dışında- kayda alınmadı.
Oysa olayların dış istihbarat boyutunun gizemi bir tarafa (ki bu varsa zaten devlet gerekeni yapıyor olmalıydı) içerideki örgütlü yapıların kendilerini aleni teşhirinin göz ardı edilmesi ne insani ne hukuki ne de güvenlik boyutu açısından kabul edilebilir. Kayseri gibi bir facia yaşandıktan sonra bile pervasızlığı, pişkinliği, cesaretli (!) şekilde sürdüren ve farklı illerde baskı ve saldırılarına devam eden güruhların sırtlarını bu iklime dayadıklarını ve cezasızlık zırhından cesaret aldıklarını tespit etmek mümkün.
Görüldüğü üzere artık mesele çok daha geniş boyutlu olmak kaydıyla ele alınması gereken bir hal almış durumda. Hükümet-devlet siyaseti hukuksuzluklar da içerse, “geri dönüş” kodlu olmak üzere bir karara varmış görünüyor. İçeriyi ve sınır ötesini planlama becerisinin ötesinde, kitlelerin gazını almaya dönük popülist ve popülist olduğu ölçüde yanlış bir karar bu. Süreci yönetmeyi değil günü kurtarmayı önceleyen, Suriyelileri nasıl daha fazla gönderebiliriz dar görüşlülüğünün göç politikası olarak benimsendiğini düşündüren bir savrulma görüntüsü. Kitlelere de “merak buyurmayın ama davulla zurnayla, ama zorla bir şekilde bu fazlalıkları ülkeden göndereceğiz” mesajını veren bir siyaset dili de bu savrulma haline eşlik ediyor görünüyor.
Ne Yapmalı?
Ama bu böyledir diye bir çaresizlik ve ümitsizlik iklimine teslim olmanın manası yok. Nitekim burada doğup büyüyenler de dahil olmak üzere, toprakları sütliman bile olsa ciddi bir mülteci nüfus ülkemizde kalmaya devam edecek. O halde konjonktür rüzgârına kapılmaktansa akıl tutulmalarından sıyrılıp çıkmaya gayret gösterilmeli; sabır ve metanetle doğru entegrasyon politikaları üzerinde çalışıp bunların topluma doğru bir iletişim diliyle aktarılması çabası içinde olunmalı.
İktidar, göçü yönetme ödevini daha fazla oyalanmadan gerçekten ve bütün boyutlarıyla üstlenmeli.
Makro bir yol haritası belirlemenin dışında, günlük vakalar, mağduriyetler, hukuksuzluklar, ırkçı saldırganlıklar ivedilikle Meclis kürsüsüne taşınmalı.
İktidarın bu konularda duyarlı vekilleri ve muhalefetin demokratik kadrolarıyla sığınmacı dostlarının bir araya gelmesi sağlanmalı. Irkçı siyasi figürlerin ifa ettiği görevin benzerini tersinden üstlenecek vekil/vekiller iş başında olmalı. Bu vekiller bundan sonraki mesaisini sivil toplumla iş birliği içinde Meclis’te bu konuları gündemleştirmeye ayırmalı.
Sığınmacıları yüz kızartıcı biçimde siyasi araç olarak kullanmaktan vazgeçmiş, onlar için de adalet isteyen, bir ayağı mutlaka Meclis’te olması gereken, akademi ve sivil toplum tarafından desteklenen, medyayı, sokağı ve meydanları da aktif olarak kullanacak bir muhalefete ihtiyaç var.
Hem iktidarı hem de muhalefeti iki yönlü eleştirecek, toplumu selim bir akıl ve uygun bir dille sığınmacılarla ilgili olarak doğru yönde bilgilendirecek, gerçek bekamızın onların felaketine bağlı olamayacağını cesurca dile getirecek uzun soluklu bir perspektife ihtiyaç var.
Dileyelim Serik’te öldürülen Suriyeli çocuğun acısı bizi sarsıp uyandıran son trajedi olsun ve Türkiye bu sorunun üstesinden gelebilsin.
https://www.perspektif.online/siginmacilari-kurban-vererek-gocu-yonetemezsiniz/
KapatPYD, Türkiye’de son günlerde Suriyeli sığınmacılara karşı artan ırkçı saldırılar sonrası geriş dönüş çağrısı yaptı. ...
11 Temmuz - PYD Türkiye’deki Suriyelileri ‘Rojava’ya çağırdı (Serbestiyet) Devamı11 Temmuz - PYD Türkiye’deki Suriyelileri ‘Rojava’ya çağırdı (Serbestiyet)
PYD, Türkiye’de son günlerde Suriyeli sığınmacılara karşı artan ırkçı saldırılar sonrası geriş dönüş çağrısı yaptı. PYD’nin çağrısına, PYD ile çatışan Suriyeli muhaliflerin yayın organlarında da yer verildi.
Özerk Yönetim Yerinden Edilenler ve Mülteciler Ofisi Eş Başkanı Şeyhmuz Ahmed, Suriye’nin kuzeydoğusunun, “Türk hükümeti tarafından zulüm ve ırkçılığa maruz kalan” Türkiye’de yaşayan “bölge” sakinlerine açık olduğunu söyledi.
Türkiye’deki mültecilerin çocuklarını “anavatanlarına dönme”ye çağıran Ahmed, BMMYK ve Birleşmiş Milletler kuruluşlarına da özerk yönetimi destekleme çağrısında bulundu.
Ahmed, uluslararası toplumun “Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin mülklerine yönelik ihlallere ve saldırılara” tepki göstermesi gerektiğini ve özerk yönetimin mültecilere bölgelerine geri dönüşlerini kolaylaştırmak için yardım eli uzatacağını söyledi.
Gözlemciler PYD yönetiminin dönüş çağrısını Türkiye’deki olaylar üzerinden uluslararası meşruiyet kazanma girişimi olarak görüyor.
Özerk yönetim dönenleri zorla silah altına alıyor
Özerk yönetim, daha önce kendisini Suriyeli mülteci sorununa çözüm olarak sunmuş ve kontrol ettiği bölgelere Irak’tan sınır dışı edilen ilk Suriyeli grubunu Nisan ayında kabul etmişti. Ayrıca, iki yıldan uzun bir süre önce Sudanlı askeri gruplar arasında çatışmaların patlak vermesinin ardından Sudan’da mahsur kalan Suriyeli mültecileri kabul etmek için bir girişim başlatmıştı.
Gözlemciler bölgeye dönen çoğu Suriyelinin zaten daha önce PYD tarafından yerlerinden edilen siviller olduğuna dikkat çekiyor.
PYD kontrolündeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi sığınmacılara yönelik Lübnan’da yaşanan saldırılar sonrası da benzer bir çağrı yapmış ancak sadece birkaç aile dönmüştü.
Yerel kaynakların aktardığına göre Arap aşiretler üzerinde kontrolünü sıkılaştıran PYD’nin bölgeye dönenleri zorla silah altına alması ve kötü yaşam koşulları özerk yönetimin çağrılarını cevapsız bırakıyor. 3 Temmuz’da Antalya’nın Serik ilçesinde bıçaklanarak öldürülen Ahmet Handan en-Naif de PYD saflarında zorla silah altına alınmamak için Deyr-i Zor’dan Türkiye’ye göç edenler arasındaydı.
PYD kontrolündeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi sığınmacılara yönelik Lübnan’da yaşanan saldırılar sonrası da benzer bir çağrı yapmış ancak birkaç aile Kuzey Doğu Suriye’ye dönmüştü. Yerel kaynakların aktardığına göre Arap aşiretler üzerinde kontrolünü sıkılaştıran PYD’nin bölgeye dönenleri zorla silah altına alması ve kötü yaşam koşulları Özerk Yönetim’in çağrılarını cevapsız bırakıyor.
Ankara’nın 2011-2016 arasındaki Suriye politikası esnasında Türkiye’ye 2012’de 100 bin sivil sığındı. Esed rejiminin kırsalda köy katliamları, şehirlerde de yoğun hava ve kara bombardımanları ile IŞİD’in terör saldırıları sebebiyle 2013-2015 arasında Türkiye’ye sığınan sivil Arap, Türkmen ve Kürt sayısında patlama yaşanarak 2,5 milyona ulaştı.
2016 ve sonrasında ise İran ve Rusya’nın “kuşat-bombardımanla katlet-yıldır ve sür” stratejisi çok sayıda sivilin Türkiye ve diğer komşu ülkelere sığınmasına yol açtı. 2016 sonrası ülkemizdeki sığınmacı sayısı 4-5 milyona ulaştı.
PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin Barzani yanlısı Kürtlere uyguladığı baskı sonucu Irak Kürdistan Özerk Yönetimi’ne sığınan 245 bin civarında Suriyeli Kürt var. UNHCR verilerine göre 2020 Şubat ayı itibariyle Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi içerisinde 245 bin civarında Suriyeli bulunmakta. Bunların 100 bine yakını ise kamplarda yaşamakta.
https://serbestiyet.com/haberler/pyd-turkiyedeki-suriyelileri-rojavaya-cagirdi-174007/
KapatGeçen haftanın iki büyük haberi, harareti geçtikten sonra üzerinde durup düşünmeyi gerektiriyor.
Biri Türkiye’de ...
10 Temmuz - İşaret parmağının dönüşümü... – Yıldıray Oğur (Karar)
Geçen haftanın iki büyük haberi, harareti geçtikten sonra üzerinde durup düşünmeyi gerektiriyor.
Biri Türkiye’de muhafazakarlığın kalelerinden Kayseri’de nüfusun sadece yüzde 5’ini oluşturan Suriyelilere karşı bir adi suçun provokatif haberlerle şehre yayılmasından sonra başlayan saldırılar.
Saldırı deyince belki tam olarak anlaşılmıyor.
Suriyelilere ait 107 dükkan taşlandı, tahrip edildi, yakıldı, bazıları yağmalandı.
Suriyelilere ait onlarca araba parçalandı. Bazıları bir iş makinesiyle.
Vandallığın boyutunu en iyi gösteren daha önce bir Suriyelinin işlettiği manav olduğu için, içine girip tahrip edilen kitapların yere fırlatıldığı bir Kuran Kursu.
Üzerindeki apartmanın yöneticisi bir daha yağmacılar gelmesin diye tahrip edilmiş binaya gerilen brandaya “Burası Kuran Kursu, Türklere aittir” yazdırdı.
Emniyet müdürü taşkınlık yapan kitleyi sakinleştirmek için tacize uğrayan küçük kızın “Türk olmadığını” söyledi.
Ve maalesef bu bilgi kitleyi sakinleştirdi!
Ensar-muhacir kardeşliğini geçeli çok oldu ama Suriyelilerin en azından Müslüman olmasının bile artık Suriyelinin taciz ettiği küçük kız Suriyeliymiş bilgisini alınca evine dönen, Kuran okunan bir yer olduğu belli bir yere bile saldıran ve ancak Kuran Kursu Türklere aittir afişiyle durdurulabilen saldırgan kitle için hiçbir şey ifade etmediği anlaşılıyor.
İkinci olay tabii ki Merih Demiral’ın maçtaki bozkurdu ve ardından aldığı cezaya muhafazakar kesimden gelen abartılı, çoşkulu ve bol bozkurtlu tepkiler. Cezaya kızmak anlaşılır olsa bin yıldır yapıyormuş gibi büyük bir özgüvenle yapılan bozkurt işaretleri, bozkurdun nasıl milli kimliğimizin bir parçası olduğuyla ilgili hararetli konuşmalar, 8 yıllık AK Parti-MHP ittifakının yarattığı toplumsal ve kültürel değişimin çarpıcı bir örneği oldu.
Bu sadece geleneksel Batı’ya tepkiden, son zamanlarda Ayşe Ateş’e belaltı saldırılara kadar varan ne pahasına olursa olsun iktidarı ve müttefiki korumak refleksinden ya da müttefike benzemekten daha derin bir sosyal değişime işaret ediyor.
Aslında makarayı biraz daha sarmak mümkün.
Geleneksel olarak Türkiye’de din ve milliyetçilik her zaman içiçe geçmiş, bazı noktalarda ayrılan ama devlet kutsamacılığı ve tarih şuuru gibi çok büyük ortak paydaları olan iki fikir olageldi.
Türk-İslam sentezi, milliyetçi-muhafazakar terkipleri bu ortak dünyayı ifade ediyor.
Ama sol entelijansiyanın yıllardır ve nihayet bir tür nefret söylemine dönen bir iddiayla tekrarladığı gibi ikisi arasında hiçbir fark da yok değildi.
İslamcılık bu terkibi bozmak, arayı açmak isteyen jakoben ve elit bir fikri akım oldu.
Bozkurtçu idoelojik milliyetçiliğin modernleşmeyle, Kemalizmle, orduyla, devletle paralel olan seküler kimliği, uzun yıllar bu terkibin bir kader birliğine dönüşmesine mani oldu.
Türkeş’in 27 Mayıs’ın sözcüsü olması herhalde bir tesadüf değil.
Özellikle 80’ler ve 90’larda İslamcılık güçlendi ve milliyetçilikle mesafe açıldı.
91’deki zorunlu RP-MÇP-İDP seçim ittifakı bile uzun ömürlü olamadı.
Dindarların, laik baskılar nedeniyle devletle arası açıldı.
Bu da demokrasi taleplerini yükseltti, önce siyaseten sonra kültürel ve dini daha liberal bir muhafazakarlık ortaya çıktı.
Ama AK Parti iktidarının o “kaka devleti” tasfiyesi ve Ankara’yı ele geçirip muktedir olmasıyla Müslümanlar artık Necip Fazıl’ın meşhur dizelerindeki gibi kendilerini “öz vatanında garip ve parya” hissetmemeye başladılar.
Devlet dinle barıştı, artık cenaze namazlarında kenarda bekleyen subaylar değil, vakit namazlarında saf tutan komutanlar, başörtülü polisler, dualarla açılan köprüler vardı.
Ama yukarıda yaşanan bu değişimi bir sosyal değişime dönüştüren bundan sonra yaşanan travmalar ve hayal kırıklıkları oldu.
Biri küresel bir hayal kırıklığı.
İslamcı dünya tasavvuru hayalleri Arap Baharı’yla büyük bir heyecan yaşadı.
Ama günün sonunda yaşanan yenilgiler ve yıkım büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.
Türkiye’de ise bu hayal kırıklığı çifte kavrulmuş yaşandı.
Ümmetin aslında bizi o kadar sevmediği ve beklemediği ortaya çıktı, emperyal hayaller suya düştü, Mısır darbesi ve Suriye’de İslam dünyasının bölünmesi, bazı Arap ülkelerinde artan Türkiye karşıtlığı, ümmet diye uzaktan sevilen Müslüman kardeşlerle Suriyeli mülteciler olarak birlikte yaşamak zorunda kalmanın yarattığı travmalarla birleşti.
Ümmetle gönül bağları zayıfladı, yalnızlık hissi içe, öze, aileye yani millete, Türklüğe çekilmeyi getirdi.
Artık Dağlık Karabağ in, Gazze out. Aliyev in, Gannuşi outtu.
Aynı dönemde büyük heyecanla girilen Çözüm Süreci hayalinin, hendek felaketi ve şehirlerde terör eylemleriyle patlaması, Türkiye’deki İslamcıların ve dindarların milliyetçilikle aralarındaki son ve en güçlü duvarı da yıktı.
Artık önünde Müslüman Kürtlerle olan kültürel ve siyasi bağlar ve Kürtlere karşı sorumluluk ve mahcubiyet duygusu gibi engeller de kalmayınca Türkçülük bentlerini aşıp sel gibi ortama aktı.
Ve üzerine 15 Temmuz geldi.
Bu korkutucu darbe girişimi, bilinen doğrulardan şüpheye, ortak referansların ikna gücünü kaybetmesine, “başı secdeye eğen” gibi referansların erimesine neden oldu, moraller bozuldu, depresyon içe doğru kapanmayı hızlandırdı.
Çevremizdeki devletlerin yıkılmasının üstüne bir de devletin sokaktan toplanması korkusu eklendi, ne olursa olsun bir devletin başımızda olmasıyla ilgili geleneksel travmaları ve devlet tapıcılığı tetiklendi.
Devletle, tankla, tüfekle, jetle ve tabii bayrakla barışan dindarlar bu devletin resmi dindarları haline geldiler.
Artık kimse öz vatanında garip ve parya değildi.
10 yıl önce üniversiteye bile çocuklarını sokamayan insanlar binlerce yıldır bu topraklarda asli unsur oldukları gururuyla ötekiliğin acısını çıkarmaya başladı.
Bu özgüvenle tehlikeli ve güvensiz hale gelen cemaat ve tarikatlar ile olan bağlarından kurtulan pek çok mütedeyyin insan başıboş kaldı, Reisçilik, devletçilik ve Osmanlıcılıkla kendi dindarlıklarını kurdu, daha fazlasını yapmaya donanımı yetmeyenler ise hali hazırda varolan, güçlü, birleştirici, tanıdık bir ideolojik fikrin etkisine girdi:
Milliyetçilik.
Tarihin bu altüst oluşu içinde MHP’den uzanan el ve kurulan ittifak da milliyetçiliğin tutunacak bir dal olarak görülmesine yardımcı oldu.
Bu dalga şehirleşmeyle zaten süren sekülerleşmenin hem ivmesini artırdı hem de yönünü değiştirdi.
Herkesin ve araştırmaların mutabık olduğu gibi Türkiye’de kendisini dindar ve muhafazakar olarak gören kitlede hızlı bir sekülerleşme ve dünyevileşme var.
Sekülerleşme deyince ilk akla gelen dinden uzaklaşma ya da “Deist” olmak.
Ama burada bahsedilen sekülerleşme kelimenin tam olarak Latince anlamındaki gibi “dünyevileşmek.”
Son 20 yılda şehirleşme, zenginleşme, eğitim imkanlarına ulaşmayla doğal ve evrimsel bir yavaşlıkta giden bu sekülerleşme veya dünyevileşme eğilimi özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin çarpan etkisiyle büyük bir ivme kazandı.
Artık Türkiye’deki dindarlar milliyetçileşerek, devletçileşerek sekülerleşiyor.
Bu bir sekülerleşme çünkü İslami referanslar yerini İslami soslu yerli ve milli yani dünyevi referanslara bırakıyor.
Milliyetçilik sekülerleşmeye doğru adım atmak için çok uygun bir kanal, bir ara geçiş bölgesi.
Sekülerleşiyorsun ama geleneksel Türk modernleşmesi gibi bu Batılılara benzeyerek, öz benliğini kaybederek yani onların tabiriyle “gavurlaşarak” olmuyor.
Yumuşak bir geçişle, kültürün hatta dinin içinde kalarak çaktırmadan, hissettirmeden, göze batırmadan yaşanıyor.
Milliyetçilik ve Türkçülük; hayatla ve devletle barışık, kimseyi ahlaki kriterlerle sınırlamayan, dünyevi hayata izin veren ama aynı zamanda kimseyi de gavur yapmayan, dinin, milliliğin içinde tutan sihirli bir formül sunuyor.
Devletle bir derdi, oy vermek dışında uğruna fedakarlıklar yapacağı bir davası kalmayan, dünya nimetlerini elde etmek, elde olanları korumak, artırmak ve dünyadan keyif almak isteyen insanlar için harika bir ideolojik form olarak iş görüyor.
Uygulanması da çok kolay.
İşaret parmağı yerinde duruyor, ona serçe parmak ekleniyor, sonra diğer parmakla önde birleşiyor.
İşaret parmağı artık hem şehadeti hem de bir bozkurdun kulağını temsil ediyor.
https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/isaret-parmaginin-donusumu-1600461
KapatErdoğan yönetimi 2022 itibariyle Libya’da Hafter, Mısır’da Sisi, Suudi Arabistan’da Muhammed b. Selman Birleşik Arap Emirlikleri’nde en-Nahyan ...
10 Temmuz - ANALİZ | Putin, Erdoğan ile Esad’ı buluşturabilir: Şam Türkiye’nin Suriye’den çekilmesinde ısrarcı – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet) Devamı10 Temmuz - ANALİZ | Putin, Erdoğan ile Esad’ı buluşturabilir: Şam Türkiye’nin Suriye’den çekilmesinde ısrarcı – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet)
Erdoğan yönetimi 2022 itibariyle Libya’da Hafter, Mısır’da Sisi, Suudi Arabistan’da Muhammed b. Selman Birleşik Arap Emirlikleri’nde en-Nahyan ve İsrail’de Netanyahu yönetimleri ile normalleşme sürecine girmişti. 7 Ekim ve sonrasındaki süreç sebebiyle İsrail’le askıya alınan normalleşmeyi istisna tutarsak Ankara’nın nihayete erdiremediği tek normalleşme süreci Esad rejimi ile yürüttüğü diplomasi trafiği.
Moskova-Ankara hattında devam eden diplomasinin sonuçlanmaya yakın olduğunu düşündüren Esad’la barışmaya yönelik Erdoğan’ın son açıklamalarına Şam’dan henüz resmi bir yanıt gelmedi. Buna karşın Esad rejimine bağlı el-Vatan gazetesi aracılığıyla rejim Türkiye’ye soğuk mesajlar verdi. Gazete “Ankara Şam’la normalleşebilmek için Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekileceğine dair Şam’a garanti vermeli” ifadelerini kullandı.
El-Vatan gazetesi’nin Baş Yazarı, Esad’ın Dış Politikadaki Baş Danışmanı Buseyna Şaban. Gazetede Faris Azizuddin imzasıyla yayınlanan “Türkiye-Suriye’nin sessi uzlaşısı: Bölgesel ve uluslararası değişkenler uzlaşıyı başarmak için olgunlaştı mı?” başlıklı değerlendirme yazısında “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kasıtlı olarak Türkiye’nin Suriye topraklarındaki işgalinden söz etmediğini”, bunun da Esad’ın “Türkiye’nin işgal ettiği Suriye topraklarından çekilme niyetinin açıkça ilan edilmesine ilişkin açık taleplerini görmezden gelmek olarak gördüğünü” savundu. El-Vatan Şam rejiminin resmî görüşlerini yansıtan en önemli yayın organı. Söz konusu “El-Vatan yorumu” Esad’ın Türkiye’yi halen işgalci olarak gördüğü anlamına geliyor. Türkiye ise Suriye’nin toprak bütünlüğünü gözettiğini, sınır ötesi operasyonlarını PKK terörüne karşı yaptığını, Adana Mutabakatı başta olmak üzere Asta sürecinde de Suriye içerisinde bulunma hakkının uluslararası hukuk açısından tanındığını vurguluyor.
Londra merkezli Suudi gazetesi Şarku’l Avsat ise görüştüğü Şam kaynaklarına dayandırdığı haberinde “Suriye ile Türkiye arasındaki normalleşme sürecinin henüz olgunlaşmadığını, zira mültecilerin geri dönüşü, PYD kontrolündeki Özerk Yönetim’le ilişkiler, kuzeydeki yerel silahlı grupların geleceği ve yabancı savaşçılar gibi diğer çetrefilli konularla bağlantılı olduğunu” belirtti.
Putin Erdoğan ve Esad’ı bir araya getirebilir
Öte yandan gazeteye göre Erdoğan ile Esad arasındaki olası görüşme Putin’in huzurunda Ankara’da yapılması planlanıyor. Şarku’l Avsat Putin’in Türkiye ziyaretinin yeni bir aşamayı başlatacağını iddia etti.
Şam rejimine bağlı Suriye basını da Erdoğan-Esad görüşmesinin Bağdat’ta yapılacağı haberini duyurulmasından birkaç hafta sonra sızdırıldığını, Rusya’da ise görüşmenin Eylül ayında Moskova’da yapılabileceğinin söylendiğini kaydetti.
Ankara, Bağdat’ta yapılacak görüşmenin ‘Arap dünyasının Suriye’nin arkasında olduğu’ mesajını vereceğini planlamış olabilir.
Esad tarafı ise El-Vatan’da da ifade edildiği üzere Türkiye’nin Suriye’den çekilmesinde ısrarcı olduğundan bu şart yerine gelmediği sürece Beşşar Esad’ın işgalci gördüğü Ankara’ya gitmeyeceğini vurguluyor.
Bu sebeple Erdoğan’ın istediği Esad’la barışma sahnesi Ankara’da olmasa da Moskova ya da Bağdat’ta Putin’in arabuluculuğu ile gerçekleşebilir.
Peki tüm bu trafikte ABD’nin rolü ne?
Suriye içerisinde son birkaç yıldır Rusya ve İran arasında bir nüfuz çekişmesi yaşanıyor. Taraflar özellikle ülkenin güneyindeki Dera’da fiilen karşı karşıya geldiler. ABD de bu çatışmadan yararlanarak Esad’ı 2005’te olduğu gibi Arap Birliği üzerinden Batı’nın tarafına doğru çekmeye çalışıyor. İran bu gelişmeden o denli rahatsız ki Esad’ın Basın Danışmanı Luna el-Şibl’e operasyon düzenleyerek sorguladı ve sonrasında öldürdü. Esad Reisi’nin ölümü sonrası İran’a düzenlediği taziye ziyaretinde rejim lideri Ali Hamaney tarafından eksen değişikliğine gitmemesi için sert biçimde tehditvâri biçimde uyarıldı.
Erdoğan tam da bu ateş hattı üzerinde Rusya üzerinden Esad’la barışarak kendi ülkesindeki sığınmacıları göndermek. Beyaz Saray yönetimi ise Esad’ın Erdoğan’la barışmasını tıpkı Arap Birliği’ne katılması gibi Batı’ya yakınlaşma yolunda olumlu bir gelişme olarak görüyor.
Uluslararası toplumda sivil Suriye muhalefetini temsil eden Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ise Şam’la normalleşme sürecine karşı. SMDK Mülteci İşleri Topluluğu Koordinatörü Ahmed Bakkora, SMDK olarak Esad rejimi ile her türlü normalleşmeyi reddettiklerini belirterek normalleşmenin Esed rejimini güçlendirdiğini ve rejimin zulmü altındaki Suriye halkının mağduriyetlerini artırdığını açıkladı. Muhalefetin temel eleştirisi Suriye halkının görüşünün ve taleplerinin dikkate alınmaması. Bu durum yakın vadede Türkiye’ye olumlu gibi gelen gelişmelerin orta vadede yeni toplumsal patlamalar ve sorunlar oluşturacağı yönünde.
Suriye’nin kuzeydoğusunu yöneten PYD’nin en büyük bileşeni olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ise Ankara-Şam normalleşmesine Türkiye’nin Suriye içerisindeki varlığını kalıcılaştıracağını ileri sürerek karşı çıkıyor. SDG’den yapılan açıklamalar Esad rejiminin Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi şartına vurgu yapması açısından Şam’la uyumlu.
KapatMültecilere yönelik ırkçı saldırılara ilişkin açıklama yapan İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, 4'ncü büyük linç ...
10 Temmuz - İzmir Mülteci Dayanışma Platformu: Nefret suçları cezasız kalmamalı (Mezopotamya Ajansı) Devamı10 Temmuz - İzmir Mülteci Dayanışma Platformu: Nefret suçları cezasız kalmamalı (Mezopotamya Ajansı)
Mültecilere yönelik ırkçı saldırılara ilişkin açıklama yapan İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, 4'ncü büyük linç dalgasının yaşanmaması için nefret suçlarının cezasız bırakılmaması gerektiğinin altını çizdi.
İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, mültecilere yönelik saldırılara ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi'nde basın toplantısı düzenledi. Açıklamanın yapıldığı salonda "Irkçılığa karşı mültecilerin yanındayız" pankartı asıldı.
Açıklamayı yapan İzmir Mülteci Dayanışma Platformu üyesi Beydağ Tıraş Öneri, 30 Haziran'da Kayseri'de bir çocuğun Suriyeli bir erkek tarafından cinsel istismara maruz kalması üzerine başlatılan ırkçı saldırıların hafta boyunca birçok kentte sürdüğünü vurguladı. Son olarak Antalya Serik’te ırkçı saldırı sonucu Suriyeli Ahmed Hamdan Al Naif’in katledildiğini belirten Öneri, mülteciler linç saldırıları ve toplu şiddetin sonucunda evlerine kapanmak zorunda kaldığını söyledi.
‘EMNİYET SALDIRILARI KÖRÜKLEDİ’
Öneri, olaylar üzerine, mültecilerin yaşamlarını korumakla mükellef olan kolluk kuvvetlerinin görevlerini yapmadıkları, saldırıları durdurmak ve yeni saldırıları önlemek için gerekli önlemleri almadıklarını ifade ederek, "Saldırıların yaşandığı ilk gece, mahalleye gelen Kayseri Emniyet Müdürü’nün saldırgan topluluğu 'mağdur da Türk değil Suriyeli' diyerek, mağdurun kimliğini ön plana çıkartarak yatıştırmaya çalışması sorunun başka bir yüzüdür ve kabul edilemez" dedi.
4'NCÜ LİNÇ DALGASI UYARISI
Mültecilere yönelik saldırıların sorumlusunun iktidar ve ortakları ile ırkçılığı her fırsatta siyasi çıkarları için yükselten bazı muhalefet temsilcileri olduğunu anımsatarak, "13 yıldır daha da belirginleşen pragmatist göç siyaseti esas olarak sosyal destek ve hukuki korumadan mahrum bırakılan ve ağır emek sömürüsü çarkına sürülen mültecileri ırkçı çıkar gruplarının önüne savunmasız bir şekilde bırakmaktadır. 2014, 2016 ve 2019’da mültecilere yönelik gerçekleşen linç dalgalarını düşününce, dördüncü büyük linç dalgasından endişe duymaktayız ve önlem alınması için yetkilileri uyarıyoruz" diye belirtti.
'NEFRET SUÇLARI CEZASIZ KALMAMALI'
Son olarak nefret suçlarına sebep olan saldırıları kınayan Öneri, "Suça karışan kişi ya da kişilerin hukuk önünde cezalandırılmasını istiyoruz. Saldırılar sırasında ev, işyeri ve araçlarda meydana gelen maddi zararlar tazmin edilmeli. Nefret suçları cezasız kalmamalı, yeni saldırılara yol verecek cezasızlık politikası son bulmalı ve göç politikalarında insani ve kalıcı çözümler geliştirmelidir. Irkçılığa karşı mültecilerin yanındayız, birlikte mücadele ediyoruz" diye konuştu.
https://mezopotamyaajansi.net/tum-haberler/content/view/247293
Kapat80’li yılların başında askere giden bir akrabamın başına kışlaya adım attıktan sonra olmadık işler gelir. Malum, askerde dayağın sıradan olduğu yıllar. ...
10 Temmuz - “Kuran kursu Türklere aittir” – Şenol Kaluç (Karar) Devamı10 Temmuz - “Kuran kursu Türklere aittir” – Şenol Kaluç (Karar)
80’li yılların başında askere giden bir akrabamın başına kışlaya adım attıktan sonra olmadık işler gelir. Malum, askerde dayağın sıradan olduğu yıllar. Kışlaya, yakın köylü tanıdık bir hemşehrisi ile teslim olurlar. Hem gurbet hem askerlik olunca doğal olarak birlikte takılırlar.
Üç beş gün sonra rütbeli takımı ortadan kaybolduğunda çavuşlar yeni gelen erleri toplayıp hizaya çeker. İçlerinden biri öne çıkıp “Buğdaylar bu tarafa arpalar bu tarafa geçsin!” diye emreder. Buğday nedir arpa nedir derken erler ortadan ikiye ayrılmış, bizim iki kafadar da şaşkınlıkla 3-5 kişi ile birlikte arpaların arasında kalırlar arpa ne demek buğday ne demek bilmeden.
Sonrası güzel bir dayak faslı başlar. Bu iki kafadar aşağı yukarı iki hafta boyunca sebebini bilmeden her akşam rütbeliler el ayak çektikten sonra bol bol dayak yer ve mutfakta sabaha kadar patates soyup, bulaşık yıkarlar.
Yine dayak faslının olduğu rutin bir akşam bizim dayakçı çavuşlar tabura yeni gelen bir gece nöbetçisi teğmene yakalanırlar. Teğmen ne olup bittiğini sorduğunda bizimki tüm cesaretini toplayıp olanı biteni “daha fazla ne kadar dayak yiyebilirim ki!” diyerek anlatır.
Teğmen çavuşlara durumu sorunca onlar da kem küm etmeye başka sebepler saymaya başlamışlar ama bir türlü kıvıramamışlar. Tabii teğmen anlamını bilmediği için “Bugday-arpa meselesini sormuş” sıkıştırınca aldığı cevapla küplere binen teğmen “ulan ben size şimdi buğday kim arpa kim gösteririm” diyerek dayakçı çavuşların üstünden tren gibi geçip bunların hem rütbesini söker hem de bunları diskoya yollar.
Meğersem kıdemli çavuşlar taburdaki Alevilere arpa, Sünnilere ise buğday kodu vermişler.
Bu kadar dayaktan sonra dayağın sebebini öğrendiklerinde arkadaşı şok olmuş çünkü iki haftadır boş yere dayak yiyormuş. Daha sonraki zamanlarda da “Ulan seni yalnız bırakmayayım diye ben de bilmeden boşu boşuna dayak yemişim” diye sızlanıp durur.
Yıl 1999, üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaş Mamak’ta askerlik yapıyor. Bir gün ziyaretine gidip çarşı izni aldırdım. Bir kafede oturup sohbet ederken Aleviliği nedeni ile sık sık sorunlar yaşayan bu arkadaşım beni utandıran bir olayı gururla anlatmaya başladı.
Bunların koğuşa gelen Doğulu bir askere sabah akşam her gün bölük kendilerine kaldığında bağıra çağıra her yerde İstiklal marşı okuttuklarını ve her gün koğuş yıkatıp, yatakları düzelttirdiklerini böbürlenerek anlatmaya başladı. Aleviliğinden şikayet eden arkadaşım sırf Kürt diye bir başkasına zulmederken ne yaptığının farkında bile değildi!...
Arkadaşa kısaca ne kadar alçak ve ırkçı bir davranış içinde olduklarını biraz da sin kafa kaçarak orada güzel bir dille izah ediverdim.
***
Türk halkı ırkçılık dedi mi ırkçılığı sadece siyah-beyaz ayrımı sanıyor. Doğal olarak bizde de zenci sayısı az olduğu için kendisinin ırkçı davranışlarının ırkçılık olmadığına kanaat getiriyor.
Hoş bu tezim de Ankara gibi önemli merkezlerde son dönemde yaşananlarla tarih oldu. Ankara’da emeği ve sermayesi ile geçinmeye çalışan Somalili insanların sayısı artıkça bu da boşa çıktı.
Geçen yıllarda her gittiğimde menülerini çok merak ettiğim için bir iki kere de uğradığım bir Somali lokantası bu gidişimde gelen baskılar ve saldırılar nedeniyle kapanmıştı. Hala bölgede çok sayıda Somalili yaşıyor ama artık eskisi gibi şen şakrak olmadıklarını ve daha tedirgin olduklarını üzülerek hissettim.
Kayseri’de saldırıya uğrayan bir mahalleden çekilmiş “Kuran Kursu Türklere aittir” yazılı fotoğrafı gördüğümde eminim benim gibi bu ülkenin etnik-dini-siyasi vb. sebeplerle ötekileştirilen pek çok insanının aklına geçmişte kapılarına işaret vurulan ve ardından katledilen insanlar gelmiştir.
Ancak, en büyük üzüntüm, bir zamanlar kapılarına işaret vurulup katledilmek istenen insanların çocuklarının bir kısmının da bu sığınmacı düşmanlığına ellerinde benzinle koşarak gittiklerini görmek.
2 Temmuz’da Madımak’ı ya da 5 Temmuz’da Başbağlar’ı ananların içinde aynı gün ve saatlerde Kayseri’deki pogromu destekleyen mesajlarını görmek gerçekten akıl sağlığı yerindeki insanlar için dehşet verici.
Öyle bir ülkeyiz ki bir futbolcunun bir hareketinin anlamı üzerinden kaç gündür birbirimizi yiyip duruyor ama ülkeye dair en ufak bir birlik ruhu ekemiyoruz.
Ve tüm bunlar olurken sosyal medya “ırkçı değilim ama …” diye başlayan ama dibine kadar ırkçılık ve öteki düşmanlığı ile dolu milyonlarca mesajla dolup taşıyor.
Almanya’da doğup büyüyen ve Türkiye ile çeşitli sebeplerle duygusal bağı kalmadığı için milli takımımızı tercih etmeyen bir futbolcuya “oçocuğu” içerikli yüz binlerce mesaj atanlar ne hikmetse “kendimi Alman hissediyorum” diyerek Alman milli takımını tercih etmiş ve yıllarca oynamış bir adamın “Hayde Türkiye” paylaşımının altında Türklük gururu yaşıyorlar.
Hangisi daha dürüst ve takdire şayan; kimseyi kandırmayan mı yoksa duruma göre renk veren mi?
Sahi siz hangisisiniz bu ülkede buğday mı yoksa arpa mı?
https://www.karar.com/yazarlar/senol-kaluc/kuran-kursu-turklere-aittir-1600482
Kapat
Üç aileye ‘'Sizi koruma altına alacağız'’ denildi. Önce karakolda tutuldular, sonra Geri Gönderme Merkezi'nde tutuldular. ...
9 Temmuz - 10lar medya: Film gibi "GÖNÜLLÜ" bir sınır dışı ! Devamı9 Temmuz - 10lar medya: Film gibi "GÖNÜLLÜ" bir sınır dışı !
Üç aileye ‘'Sizi koruma altına alacağız'’ denildi. Önce karakolda tutuldular, sonra Geri Gönderme Merkezi'nde tutuldular. İlaç, su, elbise, para almalarına izin verilmedi. Sınır dışı işlemi uygulandı. Muhammed Merruş, yaşadıklarını anlatıyor.
https://x.com/10larMedya/status/1810719776819552402
KapatAnkara’daki STK’lar, Suriyeli sığınmacılara yönelik artan ırkçı saldırıları kınadı:
MAZLUMDER Ankara Şube'de bir araya gelen ...
9 Temmuz - IRKÇILIĞA KARŞI KARDEŞLİĞİ SAVUNUYORUZ! (Hertaraf)
Ankara’daki STK’lar, Suriyeli sığınmacılara yönelik artan ırkçı saldırıları kınadı:
MAZLUMDER Ankara Şube'de bir araya gelen STK'lar “Irkçı saldırılarda maddi ve fiziksel zarar gören Suriyelilerin yanlarında olduğumuzu, kardeşlik hukukunu zedeleyen her türlü eylemi şiddetle kınadığımızı vurguluyoruz.” dediler.
Açıklamayı STK'lar adına ÖZGÜR-DER Ankara Şube Başkanı Yasemin Öğüt yaptı.
Yasemin Öğüt'ün yaptığı açıklama şöyle :
IRKÇILIĞA KARŞI KARDEŞLİĞİ SAVUNUYORUZ!
Türkiye sistematik bir şekilde icra edilen ırkçı nefret dalgalarıyla esir alınmaya çalışılıyor. Sosyal medya ve siyaset arenasında köpürtülen ırkçı söylem, sokaklara taşınarak yalanlarla, kışkırtmalarla ve dezenformasyonlarla provokasyonlar tertipleniyor.
Son günlerde Kayseri’de meydana gelen hadiseler, Antalya Serik ilçesinde Suriye’li bir gencin katledilmesi, ülkemize sığınan misafir kardeşlerimize yönelik ırkçı nefretin yeni bir tezahürü olmuş, masum insanları hedef alan saldırılar ülkemiz ve toplumumuz adına yeni bir utanç vesikası olmuştur. Provokatör kitleler Kayseri’de hiçbir insani, hukuki ölçü gözetmeksizin vicdansızca, vandallık yaparak masum insanların işyerlerine, araçlarına saldırmış, kentte bulunan tüm Suriyeli kardeşlerimizi hedef almışlardır. Yine aynı ırkçı saldırganlık Antalya’da Suriye’li bir gencin evinde hayatına kastetmiştir.
Suriye’de Esed rejiminin katliamlarından kaçarak Türkiye’ye sığınan, belli kesimlerce sürekli hedef gösterilen, en ağır işlerde düşük ücretlerle çalıştırılan, medya yoluyla sürekli aşağılanan, adeta köle muamelesi gören Suriyeliler yine bir bahaneyle vahşi saldırıların mağduru olmuşlardır. Bir kişinin işlediği suç nedeniyle bütün bir toplumu hedef almanın büyük bir günah, utanılması gereken bir çirkinlik ve hukuki olarak apaçık bir suç olduğu ortadadır.
Ekonomik krizi, kültürel farklılıkları ve demografik sorunu gerekçe göstererek linç kültürünü mazur göstermeye kalkmanın merhametle, vicdanla, insafla, hukukla ve insanlıkla asla bağdaşmayacağı ortadadır. Devletin Suriyeli göçmenlerle ilgili kabartılan ırkçı, hukuksuz dalgaya prim vermemesi son derece önemlidir. Vandallığın, kışkırtıcılığın cezasız kalmaması için emniyet ve yargı makamlarının görevlerini eksiksiz yapması elzemdir. Türkiye, devletin koruması altında olan insanların can ve mal güvenliğini korumak ve onurlu bir hayat sürme haklarını sağlamak zorundadır. Medya, bürokrasi ve toplumun her kesiminde kararlı bir duruşla bu saldırgan ırkçı zihniyetle mücadele edilmelidir.
Kayseri’de başlayan ve başka şehirlere de sirayet eden ırkçı vandallara hesap sorulmaya başlanması, faillerin yakalanarak tutuklanması bir nebze yüreklere su serpmiştir. Irkçı saldırganların ve azmettiricilerin hak ettikleri cezayı almaları tüm vicdan ehli insanların beklentisidir.
Türkiye Suriye rejiminin zulmünden kaçarak kendisine sığınan mazlumları, bir avuç ırkçının, vandalın, insafsızın merhametine terk etmemelidir. Bu topraklar eskiden beri mazluma, muhtaca, yolda kalmışlara yuva olmuştur. İnsaf, vicdan ve merhametten yoksun ırkçı çevrelerin bu güzel hasletleri yok etmesine izin verilmemelidir. Kim olursa olsun, hangi etnik unsura ait olursa olsun insanların dini, canı, malı ve namusuna kastetmek, hukuku ve insan haklarını ayaklar altına almak asla kabul edilemez.
Bizler, Ankara’daki sivil toplum kuruluşları olarak,
Hayatını kaybeden gence Allah'tan rahmet, olaylarda yaralanan, evleri ve araçları ateşe verilen misafir kardeslerimize geçmiş olsun diyoruz.
Irkçı saldırılarda maddi ve fiziksel zarar gören Suriyelilerin yanlarında olduğumuzu, kardeşlik hukukunu zedeleyen her türlü eylemi şiddetle kınadığımızı vurguluyoruz.
Mazlumlara saldıran, vandallık yapan, evlerini, arabalarını yakan, işyerlerini yağmalayan kişilerin, ırkçı söylemlerle kitleleri tahrik eden sosyal medya hesaplarının, kin ve nefret yayan siyasilerin, suçlarıyla orantılı olarak cezalandırılmalarını bekliyoruz.
Benzeri saldırıların başka illerde de olmaması için İçişleri Bakanlığını gerekli tedbirleri almaya, siyasileri mülteciler konusunda sorumlu bir dil kullanmaya, bazı belediyeleri ırkçılığa varan insan haklarını ihlal eden ayrımcı uygulamalarından vazgeçmeye, devleti göçmenler konusunda daha ciddi politikalar geliştirmeye, kamuoyunu da sağduyuya davet ediyoruz.
AGD Ankara Şubesi, Agemder, Ankara Peygamber Sevdalıları Derneği, AYBİR, AYDER, Beşir Derneği, Büyük Doğu Akıncılar Derneği, Cihannüma Ankara Şubesi, Çağrıder, Farukiye Vakfı, İHH Ankara Şubesi, İMH Ankara, İDH Ankara, Asma Köprü Uluslararası Öğrenci Derneği, Kudüs Bilinci Derneği, MAZLUMDER Ankara Şubesi, Medeniyet Vakfı Ankara Şubesi, Önder Ankara, Özgür-Der Ankara Şubesi, Safa Vakfı, Saye Derneği, Şehir ve Medeniyet Derneği, Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi, Ümmet Hareketi Derneği, Vahdet Vakfı, Verenel Derneği, Yedi Hilal Ankara, Yetim ve Öksüzler Derneği
https://www.hertaraf.com/haber-irkciliga-karsi-kardesligi-savunuyoruz-13372
KapatKayseri’de 30 Haziran tarihinde Suriyelilere dönük gerçekleşen ırkçı saldırıların ardından, 3 Temmuz tarihinde Kayseri’ye giden ...
9 Temmuz - Kayseri’deki ırkçı saldırılar organize ve planlı (Enternasyonal Dayanışma) Devamı9 Temmuz - Kayseri’deki ırkçı saldırılar organize ve planlı (Enternasyonal Dayanışma)
Kayseri’de 30 Haziran tarihinde Suriyelilere dönük gerçekleşen ırkçı saldırıların ardından, 3 Temmuz tarihinde Kayseri’ye giden İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ortak basın açıklaması gerçekleştirdi.
İHD Genel Merkezi’nde gerçekleşen açıklamaya İHD, ÖHD ve ÇHD’den temsilciler katıldı. Ziyarete dair konuşan İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, Kayseri’de Baro ve MAZLUMDER dışında bir sivil toplum örgütü ile görüşemediklerini, görüşme talep etmelerine rağmen Kayseri Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyet Savcılığı’nın randevu vermediğini söyledi.
Saldırılar organize
Ziyaretleri sırasında polislerin kendilerini takip ettiğini, kamera kaydı aldıklarını söyeyen Küçükbalaban, ziyaretlerde daha çok Suriyeli esnaflarla görüştüklerini, Suriyelilerin günlerce evlerinden çıkamadığını söyledi.
Türkiye’de geçmiş yıllarda, benzeri Madımak, Gazi ve Kürtlere dönük saldırılarda gördüğümüz gibi bu saldırıda da Suriyelilere dönük linç, yakma, yağma, korkutma ve nefret söylemi yaşandığı gözlemlenmiştir. Daha önceki saldırılar gibi organize bir saldırıdır” diye konuştu.
Açıklamada yer alan sonuç ve öneriler şöyle:
- Yetkililerden ne kadar iş yerinin ve evin saldırıya uğradığına yönelik bir bilgi alınamamıştır. Görüşülen Suriyeliler kendi mahallelerinde saldırıya uğrayan yerlerle ilgili tahmini bilgilerini iletmişlerdir.
- Saldırıya uğrayan iş yeri ve evlerde hasar tespiti, yağma, talan vb. gibi ihlaller yetkililer tarafından yapılmamış, mağdur olan insanlara bu konuda ne yapılacağı, zararlarının tazmin edileceğine yönelik bir bilgi verilmemiştir.
- İnceleme yaptığımız mahallelerde yabancı kişiler için verilen MA plakalı araç görmedik. Suriyelilerin araçlarını gizlediklerini ifade ettiler.
- Görüşülen tüm kişiler güvenlik güçlerinin ilk iki gün saldırgan gruba yönelik yeterli müdahale etmediklerini, saldırgan gruba sanki bir basın açıklaması yapan kişiler gibi yaklaşıldığını ifade etmişlerdir.
- Güvenlik güçleri, Suriyelilerin evlerini, iş yerlerini yakan saldırganların nefret söylemi ile başkalarının can ve mal güvenliğini tehdit eden bir saikle saldırdığı gerçeğini görmezden gelmişlerdir.
- Valiliğin insanların gıda, ilaç vb. gibi ihtiyaçlarına yönelik bir çalışma yaptığına yönelik bir bilgiye ulaşılamamış. Suriyeliler bu konuda kendilerine herhangi bir yardım yapılmadığını ifade etmişlerdir.
- Savcılığın nasıl bir soruşturma yürüttüğü, etkin bir soruşturma olup olmadığı bilgisine ulaşılamamıştır. Ancak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yaptığı basın açıklamasında, “saldırganların meczup, küçük yaşta ve adli sicilleri temiz olmayan kişilerden oluştuğu” belirtilmiştir. Bu açıklama ışığında böylesi kişileri ırkçı saldırıya azmettiren ve bu kaostan menfaati olan kişi ve gruplar hakkında bir bilgi verilmemesinin isabetsiz olduğunu düşünüyor ve ırkçı iradeyi ortaya koyarak meczupları maşa olarak kullananların geçmişteki örnekleri ile sabit olduğu üzere, yine cezasızlık ödülü ile ödüllendirilebilecekleri endişesi taşıyoruz.
- Suriyelilerin çalıştığı iş yerlerine gidemedikleri, ne zaman gidebileceklerine dair de kendilerinin bilgilendirilmediği anlaşılmaktadır.
- Kayseri’deki yerel medyanın haberine göre Suriyelilerin işlerine gidememesi nedeniyle birçok sektörde üretim ciddi olarak aksamıştır. Bazı medya organlarından yer alan habere göre 8 Temmuz’a kadar fabrikalarda üretime ara verildiği belirtilmektedir. Bu durumda zaten kırılgan bir grup olan ve başka gelirleri olmayan ve yaklaşık bir hafta işlerine gidemeyen Suriyeli işçilerin ücretleri ve sosyal hakları ödenmelidir.
- Psikososyal yardım alanların, hastaların sağlık kuruluşlarına ulaşmalarında ne gibi önlemler alındığı bilinmemektedir.
- Yetkililerin başta Baro olmak üzere sivil toplum kuruluşlarıyla yeterince iletişim kurmadığı, bilgilendirme yapmadığı anlaşılmaktadır.
- Türkiye’de geçmiş yıllarda yaşanan benzer olaylarda (Maraş, Madımak, Gazi katliamı, Romanlara ve Kürtlere yönelik saldırılar) olduğu gibi Kayseri’de Suriyelilere yönelik gerçekleştirilen saldırılarda da linç, yakma, yıkma, yağma, korkutma, ırkçı ve nefret söyleminin yaygın olarak yaşandığı gözlenmiştir.
- Saldırının çok sayıda mahallede süreğen şekilde devam etmesi, sosyal medya platformları üzerinden hangi mahallede saldırıların yapılacağının açıkça yazılması, saldırganların araçlarla taşınması, saldırganların organize hareket ettiğini göstermektedir.
- Türkiye’nin birçok ilinde demokratik haklarını kullanmak isteyenler ve barışçıl gösteriler bile valilik kararlarıyla yasaklanırken; Kayseri’de Suriyelilere yönelik şiddet içerikli eylemler ve insanların can ve mal güvenliğine yönelik saldırılar olmasına rağmen Valilik eylem ve etkinlik yasağı getirmemiş, eylemin içeriğine uygun önleyici tedbirlere başvurmamıştır.
- Heyetimizin Kayseri’de inceleme yaptığı 3 Temmuz’da gün boyunca sosyal medya platformlarının (Twitter, WhatsApp, Instagram vb.) kısıtlandığına şahit olmuştur. Güvenlik güçlerinin telkiniyle evlerinden çıkamayan Suriyeliler, sosyal medya platformlarının kısıtlanmasıyla yakınlarından haber alamadıklarını, korku ve kaygılarının arttığını ifade etmişlerdi
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/09/kayserideki-irkci-saldirilar-organize-ve-planli/
KapatIrkçı saldırılar sonrasında Suriyelilerin verdikleri bilgiler şöyle:
“Ev sahipleri Suriyelilerden yüksek kira bedeli talep ediyorlar, ...
9 Temmuz - Irkçı saldırılar sonrası Suriyeliler evlerini boşaltıp Suriye’ye dönüyor Devamı9 Temmuz - Irkçı saldırılar sonrası Suriyeliler evlerini boşaltıp Suriye’ye dönüyor
Irkçı saldırılar sonrasında Suriyelilerin verdikleri bilgiler şöyle:
“Ev sahipleri Suriyelilerden yüksek kira bedeli talep ediyorlar, ya da 1 yıllık peşin istiyorlar. Bunu karşılamak istemeyen Suriyeliler Türkiye’yi terk ediyor. İnsanları sıkıştırarak bu noktaya varmak istiyorlardı ve vardılar. Kırıkhan’da aynı şekilde bazı aileler evlerini boşaltıp gittiler. Kayseri’de de aynı durum yaşanıyor.
Aslında devlet topluca alıp sınırdışı etse bu korkuyu yaşatmasından daha iyidir. Sınırdışı başka, iki millet arasında düşmanlık bambaşka. Şuan bütün bu gidenler öfke ve üzüntüyle gidiyorlar.
2000 yılı öncesinde zaten husumet vardı, devlet politikaları yüzünden. Bu sefer husumet travmatik şekilde halklara indi. Türkiye 20. yüzyılda yalnız bir devlet ve toplumdu, güvenlik zihniyeti nedeniyle. 2000'li yıllarda AK Parti hükümeti bunu kırmış ve algıları hiç olmadığı kadar düzeltmişti. Şimdi 20. yüzyıla geri dönüyor Türkiye. Sadece Suriye ile değil, birçok halkla ilişkiler bozulabilir.”
Kapat
Kayseri’de Suriyeli bir kız çocuğuna Suriyeli bir şahsın cinsel tacizde bulunduğu haberinin yayılmasının ardından Suriyelilere yönelik saldırılar ...
8 Temmuz - Konya’da Suriyelilerin işlettiği lokanta saldırıya uğradı: “Halep Lokantası vardı ya, artık yok” Devamı8 Temmuz - Konya’da Suriyelilerin işlettiği lokanta saldırıya uğradı: “Halep Lokantası vardı ya, artık yok”
Kayseri’de Suriyeli bir kız çocuğuna Suriyeli bir şahsın cinsel tacizde bulunduğu haberinin yayılmasının ardından Suriyelilere yönelik saldırılar düzenlenmiş ve bu saldırılar Türkiye’nin çeşitli illerine yayılmıştı.
Konya’da mülteci karşıtı saldırganlar, Çumra ilçesinde bulunan ve Suriyeliler tarafından işletilen Halep Lokantası’nı gece vakti taşlayarak kullanılamaz hale getirdi.
Saldırı anlarını kayda alan kişi “Arkadaşlar, Suriyelilerin Halep Lokantası vardı ya, artık yok” ifadelerini kullandı.
KapatZonguldak’ta, maden işçisi Afganistan uyruklu Mohammad Nourtani’nin cesedinin ormanda yakılmış halde bulunmasına ilişkin davanın ikinci duruşması ...
8 Temmuz - Yakılarak öldürülen Afgan işçi Nourtani’nin mahkemesi devam ediyor Devamı8 Temmuz - Yakılarak öldürülen Afgan işçi Nourtani’nin mahkemesi devam ediyor
Zonguldak’ta, maden işçisi Afganistan uyruklu Mohammad Nourtani’nin cesedinin ormanda yakılmış halde bulunmasına ilişkin davanın ikinci duruşması görüldü.
3’ü tutuklu 6 sanık hakkında “İştirak halinde kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezası isteniyor.Duruşma 18 Eylül’e ertelendi.
Duruşmada söz konusu olay öncesi Hakan Körnüş’ün benzin aldığı benzin istasyonu çalışanlarının tanık sıfatıyla ifadesi alındı. Tutuksuz sanık Eray Demiro’nun ağabeyi Eren Demiro ile Nourtani’nin mesai arkadaşlarından Afgan uyruklu maden işçisi Kasım Barani tanık olarak dinlendi. Tutuklu sanıklardan kaçak ocak sahibi Hakan Körnüş ve Ahmet Aydın cezaevinden SEGBİS üzerinden ifade verdi.
DEM parti illetvekili Özgül Saki: Göçmen ve maden işçilerin sesi olmak zorundayız
Davayı takip eden DEM Partili vekil Özgül Saki, tanıkların ciddi tehdit ve baskı altında olduklarına dair gözlemlerini paylaştı ve “Tanıkların ürktüğü belliydi ve ifadeler çelişkiliydi. Sanıklar çok belli ki iş birliği içinde Nourtani’yi yakmışlar” dedi.
Dava sonrası açıklama yapan Milletvekili Saki, “Ülkenin her tarafında maden işçilerinin hangi vahşi koşullarda çalıştıkları ve çalıştıklarında başına kaza geldiğinde katledilebilir örtbas edilebilir olduğu açık. Kayseri’de yeni pogromlardan çıktık biz. Suriyelerin evleri işlerinin kolaylıkla yıkılabileceğini gösterdiler.
Göçmen ve maden işçilerinin sesi olmak zorundayız. 18 Eylül’de bu davayı güçlü takip etmeliyiz. Bu sembol bir dava” dedi.
Ne olmuştu?
10 Kasım 2023’te Kirat Mahallesi Koca Osman Sokak’tan geçenler, ormanda yanmış cesedi fark edip, ihbarda bulundu. Gelen ekipler tarafından, benzin dökülerek yakıldığı belirlenen ceset, otopsi için Atatürk Devlet Hastanesinin morguna götürüldü. Cesedin kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan 3 çocuk babası Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’ye ait olduğu belirlendi. Nourtani’nin öldürülmesi ile ilgili dava Zonguldak’ta devam ediyor.
Kapat“Göç geliyor, ama herkesin aklında olan mesele ekonomi.”
Mario Diaz-Balart
Türkiye’de ...
8 Temmuz - Göçmenler Sorunu Toplumsal İntihara Dönüşürken – Osman Atalay (Perspektif) Devamı8 Temmuz - Göçmenler Sorunu Toplumsal İntihara Dönüşürken – Osman Atalay (Perspektif)
“Göç geliyor, ama herkesin aklında olan mesele ekonomi.”
Mario Diaz-Balart
Türkiye’de 13’üncü yılını dolduran Suriyeli sığınmacılara karşı toplumun bir kesimi, sağduyu ve hoşgörüsünü kaybetmek üzere. Ülkenin karşı karşıya olduğu “sorunlar” arasında ekonomik kriz, işsizlik ve enflasyonun yanında bir süredir “Suriyeli göçmenler” de gösteriliyor. Sorun olarak gösterilen bu “insan kümesi”nin, muhalefet tarafından iktidara karşı her seçim döneminde gündeme taşınması, tehlikeli bir şekilde toplumsal alanda kutuplaşmayı ve barışı tehdit eder hale geliyor. Yeni bir seçimin arifesinde bir kez daha Türkiye’de Suriyelilerin geri gönderilmesini konuşuyoruz. Son yıllarda yükselen göçmen düşmanlığı üzerinden yapılan iç savaş provaları ile birlikte ciddi bir Suriyeli göçmen düşmanlığının tepeden aşağı doğru masum çocukları dahi hedefe koyarak yaygınlaşmaya başlaması büyük bir tehlikenin habercisi. Irkçılığa karşı ciddi bir tedbir alınmazsa daha utanç verici olaylarla karşılaşabiliriz. Irkçılığa karşı adalet, hukuk ve merhamet cephesini diri tutmak zorundayız.
Suriyeli göçmenler, savaşın başından bu yana iç siyasetin hep merkezinde oldu. Göçmenler, muhalefet tarafından iktidara karşı adeta “sopa” olarak kullanılırken, kitlelerin kutuplaşma sürecinde bütün fatura Suriyeli göçmenlere kesildi. Öte yandan Suriyeli göçmenler, bizim için uluslararası arenada jeopolitik bir mesele olarak dışişleri ve askeriyenin de ilgi alanına girdi.
Suriye’deki Tepkinin Aslı
Geçtiğimiz hafta, başta Kayseri olmak üzere birçok ilde yaşanan provakatif eylemlere Suriye tarafından bu kadar hızlı tepki verilmesinin sebebini iyi irdelemek gerekiyor. Haziran ayının son haftalarında Türkiye’nin kontrolündeki El-Bab bölgesindeki Ebu Zindeyn Gümrük Kapısı’nın Şam yönetimine açılmasına karar verilmesi, bölgede yaşayan halkın güçlü tepkisiyle karşılaştı. O günden bu yana bu kapının kapanması ve yeni kapıların açılmaması için bölgede yaşayan Suriyeliler sokaklarda. Bunlar yaşanırken Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cuma Namazı çıkışında, Esad’la yeniden görüşmenin önünde bir engel olmadığına yönelik açıklaması da olumsuz anlamda ciddi bir yankı buldu. Bu tablo, bölgede yaşayan Suriyeliler nezdinde “Bizi rejime teslim etmek istiyorlar” şeklinde anlaşıldı. Suriye’de yapılan gösteriler başlangıçta rejimle girişilen bu yeni sürece karşı çıkmak için planlansa da Türkiye’deki Suriyelilere yönelik saldırı ve yağmalama görüntülerinin sosyal medyada yaygınlaşması, olayların mahiyetini dönüştürdü. Çok sayıda göçmenin zaman içinde haksız şekilde Türkiye’den deport edilmesinin körüklediği bir kızgınlık da Suriye’de Türkiye’ye karşı yapılan gösterilerin karakterini etkileyen önemli bir etken oldu. Bütün bu nedenlere, özellikle Azez kentindeki provokatörler eklenince Suriye içindeki eylemlerin seyri tamamen değişti ve bir “Türk karşıtlığı”na dönüştürülmek istendi.
Toplumsal İntihar
Artık Kayseri, Hatay ve Antalya’nın da dahil olduğu çok sayıda şehirde Suriyeli sığınmacı ailelere, araçlarına, evlerine ve işyerlerine yönelik saldırı ve yağmalamalara ideolojik kutuplaşma yanı ağır basan toplumsal bir intihar girişimi olarak yaklaşmalı; bir grubun planlı şekilde organize ettiği ancak siyasi, kültürel, ideolojik ve ekonomik olarak altyapısının 10 sene içinde oluştuğu tehlikeli bir sürecin habercisi olarak algılamalıyız. 6-7 Eylül’ü, Çorum katliamını, Sivas olaylarını akılda tutmamız ve bunların Türkiye’nin iç barış ortamına yönelik büyük provokatif eylemler olduğunu, Kayseri merkezli kurulmak istenen planın da benzer bir girişime benzediğini unutmamamız gerekiyor.
Türkiye’nin yaşadığı göçmen sorununun Avrupa’da yaşanandan farklı olduğunun altını çizmek lazım. Avrupa’nın göçmen politikası, ekonomi, sanayi, istihdam açıkları ve ihtiyaçlar doğrultusunda kontrollü olarak entegrasyon (aslında asimilasyon) ve uyum projeleri kapsamında uygulanıyor. Son 25 yılda Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da yaşanan iç savaşlar, siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerin tetiklediği göç dalgaları neticesinde Avrupa’nın göçmen politikasında aldığı sert tedbirler, göç transit yolu olan ülkemizi adeta “bekleme istasyonuna” çevirdi. Türkiye’nin ise son 13 yılda genel anlamda mülteci sorunundan ziyade “siyasallaşmış özel bir Suriyeli sığınmacı sorunu” var.
Batı’da zaman zaman hareketlenen yabancı düşmanlığı, genelde Avrupa parlamentolarında aşırı milliyetçi ve ırkçı partiler üzerinden yürütülür ve tepkiler kontrol altında tutulur. Bizim gibi ekonomisi kırılgan ülkelerde ise gerek küresel gerek ulusal sorunlarda, maalesef ideolojik kutuplaşma ve toplumsal çatışmalar fayı tetiklenerek durum kaotik bir sürece evrilir. Bütün bunlarla birlikte AK Parti iktidarının Suriyeli göçmenler üzerinde uygulanan manipülasyon ile mücadele etmekten yorgun düşmüş olduğunu görüyoruz. 2019’dan itibaren toplumun orta ve alt katmanının ekonomik sorunlardan ciddi anlamda etkilemesiyle birlikte Suriye göçmenleri üzerinden iktidar köşeye sıkıştırılmaya başlandı. Muhalefet için ise ekonomi ve güvenlik, iktidarın en zayıf karnıydı, Suriyeli göçmenler de potansiyel bir kriz rezervi olarak tüm muhalif siyasilerin kullandığı aparata dönüştürüldü.
Trajik olan ise (Kayseri’de olduğu gibi) hedef tahtasına sürekli Suriyeli göçmenlerin oturtulmuş olması. Bu durum, iç ve dış kaynaklı siyasi bir manipülasyona da işaret ediyor. Oysa son iki yılda Türkiye’ye gelen yabancı uyruklu nüfus içinde ilk sırayı yüzde 25 ile Rusya vatandaşları aldı. Rusya’yı Ukrayna, İran, Afganistan ve Irak vatandaşları izledi. Türkiye’de, Libya, Mısır, Pakistan, Bangladeş, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan gibi ülkelerden gelen on binlerce göçmen daha olmasına rağmen taciz ve şiddet saldırılarının hedefinde sadece Suriyelilerin olması, Türkiye’nin Suriye politikalarına karşı açık bir saldırı olduğunu kabul etmemiz gerektiğinin de bir işareti. Burada iktidarın Suriyeli göçmenler üzerinde (koruyucu) daha dikkatli politikalar geliştirmek zorunda olduğu da ortaya çıkıyor. Suriye savaşının ilk yıllarında göçmen sorununun TBMM’de siyasi tartışmaların gölgesinde kontrollü giderken özellikle son seçim dönemleri ve ekonomik krizin büyümesi ile birlikte toplumsal protestoların Suriyelileri hedef alan ölümcül saldırılara dönüşmesi dikkate alınmalı.
Kapalı Kapılar Ardında Söylenenler Kamuoyundan Saklanıyor
Savaş başladığında burada doğan bebekler 10 yaşını geçti, 10 yaşında buraya gelen çocuklar yükseköğretimden mezun oldu ya da çeşitli mesleklerde ülkenin kalkınmasında rol oynuyor. Avrupa sermayesinin Türkiye’de kurduğu şirket sayısı her geçen gün azalırken, Arap ülkelerinin açtığı şirket sayısında artış var. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) kurulan-kapanan şirket istatistiklerine göre, son 10 yılda Türkiye’de 13 Arap ülkesinden yatırımcılar 30 bine yakın şirket kurdu. Aynı dönemde Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İtalya’dan Türkiye’ye yapılan yatırım girişimi 7.000 civarında. Bugün Suriyeli göçmenler (resmî-gayri resmî) sanayi tarım ve hizmet sektörü başta olmak üzere ülke ekonomisinin tüm alanlarında çalışan, üreten, büyük bir açığı kapatan iş gücü potansiyelinin can damarı oldu. Bu arada MÜSİAD, TÜSİAD, İTO, TOBB’un kapalı kapılar ardında dillendirdiği “Suriyeliler olmazsa sanayimiz çöker” gerçeğini kamuoyu önünde paylaşmaması da büyük bir adaletsizlik örneği.
2011’de Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerin kısa ve orta vadede geri döneceği düşünülmüştü. Gelenlerin yüzde 70’i kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Fakat savaşın uzaması ile birlikte tahminlerin ötesinde bir göçmen kitlesi oluştu. Zamanla ortaya çıkan sorunlar bazı bakanlıklarca ele alınsa da toplumsal algı, medya ve siyaset iletişiminde ciddi zaaflar yaşandı. Türkiye’nin bugün en büyük sorunlarından biri ise göçmen vakasının insan hakları bağlamından çıkarılarak tamamen iç siyasetin kavga malzemesi haline getirilmiş olması. Medya, üniversite, siyaset, sanat, spor, kültür, yani sivil toplumun tüm kesimleri olarak, göçmen realitesini ve sorunun çözümlerini masaya yatırmak zorundayız. Göçmen politikalarımızın radikal, geniş kapsamlı bir düzenlemeye ihtiyacı var.
Siyaset, hukuk, aile, eğitim, sağlık, güvenlik alanında göçmen, sığınmacı ve mülteci kavramlarının toplumsal siyasi kutuplaşmanın dışında tutulması gereken bir konu olduğunun anlatılması gerekiyor.
Ezcümle, Suriye savaşının başlarında, kuzeyde ABD’nin güdümündeki PYD’nin başını çektiği Kürt özerk bölgesi arayışları sürecinde “Halep düşerse Ankara, Diyarbakır düşer” denklemi bugün Suriyeli göçmenlerin ırkçı saldırılara maruz kalmalarına dönüşüyorsa, burada bir hata aramak gerekiyor. Sosyokültürel sorunlar ve güvenlik problemlerini çözecek olan devlettir. Eksiklik ve yanlışlar elbette insani, ahlaki ve medeni bir dille protesto edilebilir ancak ülke içinde ideolojik kutuplaşmayı körükleyen ırkçı, çıkarcı bir hesaplaşma sadece ülkemizi hedef alır.
https://www.perspektif.online/gocmenler-sorunu-toplumsal-intihara-donusurken/
Kapat30 Haziran 2024'te Kayseri'de yabancı uyruklu bir kişinin bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiası kentte büyük gerginliğe neden ...
7 Temmuz - Evi taşlanan göçmenlere bir darbe daha: Saldırıya uğradığı için şikayetçi olan Suriyeliler sınır dışı ediliyor – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı7 Temmuz - Evi taşlanan göçmenlere bir darbe daha: Saldırıya uğradığı için şikayetçi olan Suriyeliler sınır dışı ediliyor – Sema Kızılarslan (Karar)
30 Haziran 2024'te Kayseri'de yabancı uyruklu bir kişinin bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiası kentte büyük gerginliğe neden oldu. Bu iddianın yayılması üzerine, Eskişehir Bağları olarak bilinen Danişmentgazi Mahallesi'nde sokağa dökülen tepkili kalabalık, ırkçı sloganlar eşliğinde burada yaşayan Suriyelilerin ev ve işyerlerini hedef aldı. Kayseri'de başlayan Suriyelilere yönelik şiddet olayları farklı şehirlere yayıldı. Antalya'da 17 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif, uğradığı ırkçı saldırı sonrası bıçaklanarak öldürüldü.
Olaylar sonrası birçok Suriyelinin hukuksuzca sınır dışı edildiği iddia ediliyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 2 bin 563 göçmenin yakalandığını açıklamıştı.
KOMŞULARININ ŞİKAYETİ ÜZERİNE İÇİNDE ÇOCUKLARIN DA OLDUĞU AİLEDEN 6 KİŞİ GERİ GÖNDERME MERKEZİNE ALINDI
Kayseri’de ırkçı olayların başladığı akşam, Suriyeli bir ailenin evi komşuları tarafından taşlandı. Aynı apartmanda oturdukları komşuları tarafından saldırıya uğrayan ailenin balkona çıkmalarına bile izin verilmedi. Komşularının tehdidi üzerine şikayetçi olan aileden 6 kişi Türkiye Cumhuriyeti kimlikleri olmasına rağmen sınır dışı edilmek üzere Kayseri Geri Gönderme Merkezi’ne alındı.
Yaşadıkları mağduriyeti KARAR’a anlatan ailenin damadı Abdurrahman S., 10 gün sonra düğünlerinin olduğunu ve büyük bir hukuksuzluğa uğradıklarını vurguladı.
“BALKONA ÇIKMAYACAKSINIZ, EVDEN DIŞARI ADIMINIZI ATAMAZSINIZ”
Abdurrahman K.’nin komşuları, 15 yaşındaki kaynının kendilerini tehdit ettiğini söyleyerek aileyi polise şikayet etmiş. Bunun üzerine 15 yaşındaki çocuk gözaltına alınmış ve bir gece nezarette tutulmuş:
“Olay Pazartesi günü oldu. Kayseri’deki saldırıların başladığı akşam, kaynanamın dairesinin karşısındaki komşu, bizim Suriyeli olduğumuzu biliyordu ve o akşam bize ‘Kâfirsiniz’ gibi hakaretlerde ve ‘Balkona çıkmayacaksınız, evden dışarı adımınızı atamazsınız’ gibi tehditlerde bulundu. Kayınbabam da balkona çıkıp sadece ‘Bizim Allah'ımız var’ dedi. Adam evimizi taşlıyordu. Çocuklar korkudan ağlıyordu. Çok korkunç anlardı.
Adam evimizi taşladığı ve bizi tehdit ederek evden dışarı çıkmamız konusunda baskısını artırınca biz de adamı polise şikayet ettik. Cuma akşamı polisler, 15 yaşındaki kaynımı gözaltına almak için eve geldi. Adam, evi taşlayıp tehdit edip hakaret ettiği halde gidip şikayet etmiş bizi. Bize iftira atarak polise yalan söylemiş. 15 yaşındaki kaynımın ona hakaret ettiğine dair ifade vermiş polislere.”
“AİLENİN TELEFONLARINA EL KONULDU, ÜZERLERİNDE ÇIPLAK ARAMA YAPILDI”
Gözaltına alınan 15 yaşındaki Suriyeli çocuk serbest kaldıktan sonra ailesinin yanına döndü. Bir gün sonra polisler tekrar eve geldi ve bütün aileyi geri gönderme merkezine aldı. Ailenin telefonlarına el konuldu, üzerlerinde çıplak arama yapıldı. Damat Abdurrahman K., eşinden ve eşinin ailesinden haber alamadığını söylüyor:
“Polisler kaynımı ifadesini almak için götürdü. Bir gün nezarette yatırdılar. Cumartesi günü çıktı. Saat 15:00 gibi eve geldi. Bir saat sonra polisler tekrar gelip bütün aileyi komple aldı. Bize ‘Sizi saldırılardan korumak için alıyoruz’ dediler. Bu yüzden gitmelerine izin verdik ama sonra öğrendik ki hepsini geri gönderme merkezine göndermişler. 'Bizi koruyacaksanız başka bir mahalleye taşınalım' dedik ama kabul etmediler. Sanki katillermiş gibi çıplak arama yaptılar, kimliklerini, telefonlarını aldılar. 10 gün sonra düğünüm vardı.”
“BİR GÜNDE HAYATIMIZ ALT ÜST OLDU”
“Çaresizce bekliyorum” diyen Abdurrahman K., 3 ve 5 yaşlarında iki çocuğun da geri gönderme merkezinde tutulduğunu hatırlattı. Yetkililere seslenen Abdurrahman K., yaşadıkları mağduriyetin bir an önce son bulmasını istedi:
“Hem iki yaşlı insanı hem de 3 ve 5 yaşındaki çocuğu geri gönderme merkezinde tutuyorlar. Hiç haber alamıyoruz. Eğer eşimi ve ailesini Suriye’ye yollarlarsa ne yapacağım bilmiyorum. Çaresizce onlardan bir haber almayı bekliyorum. Hayatımız mahvoldu. Eşim özel okullarda öğretmenlik yapacaktı. Bir günde hayatımız alt üst oldu. Bütün hayallerimizi yıktılar. Biz temiz, üniversite okumuş bir aileyiz. Bu yapılanlar büyük bir adaletsizlik ve hukuksuzluk. Lütfen birileri sesimizi duysun.”
Konuyla ilgili açıklama yapan İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, sınır dışı edilme iddialarını haberimizin yayınlanmasının ardından yalandı. Ancak aile hala geri gönderme merkezinde tutuluyor.
Kapat
“Suriyeliler gitsin” diyorsun öyle mi? Hayırdır? Neden rahatsız oldun? Derdin ne?
“Ekonomik olarak yük, işimizi elimizden ...
7 Temmuz - Sen git! – Aydın Ünal (Yeni Şafak) Devamı7 Temmuz - Sen git! – Aydın Ünal (Yeni Şafak)
“Suriyeliler gitsin” diyorsun öyle mi? Hayırdır? Neden rahatsız oldun? Derdin ne?
“Ekonomik olarak yük, işimizi elimizden alıyorlar” mı diyorsun? Emin misin? Suriyelileri günlük üç otuz paraya öldüresiye çalıştıran sen değil misin? Suriyeli çocukları çalıştırıp iliğine kemiğine kadar sömüren sen değil misin? Sigortasız, vergisiz, güvencesiz çalıştırıp keyfîce sokağa atan, bir iş kazasında öldüğünde sessizce götürüp gömen, kolu bacağı koptuğunda üç kuruş verip evine gönderen sen değil misin? Sanayide, tarımda, hayvancılıkta, inşaatta, madende, tenezzül etmediğin işlerde Suriyelileri çalıştıran sen değil misin? Sen masa başı iş ararken, tozun, çamurun içinde, sıcağın altında, yarını olmadan, o akşam eve ekmek götürebilme derdindeki Suriyelinin sırtından geçinen sen değil misin? Fındığı kim topluyor sanıyorsun? Meyveyi sebzeyi kim sofrana getiriyor? Sen klavyenin başında kahramanlık pozları verirken ülkenin ekonomisinde Suriyelinin teri var, emeği var hatta kanı var. Sen bu ülke için ne kadar ter döktün? Ne kadar vergi verdin? Sen devletin parasıyla en iyi şartlarda okuyup mezun olunca kapağı Avrupa’ya, Amerika’ya atmaya çalışırken, fırsatını bulunca kaçıp gidip devletin sana yaptığı yatırımı Batı’ya köle misali pazarlarken ekonomiye Suriyeliden daha mı fazla katkı sağlamış oluyorsun? Avrupa Birliği milyarlarca Euro verdi sığınmacılar için; hepsi de Türkiye içinde harcandı. Bu kadar bile faydan olmuş mudur ülkene?
“Suriyeliler gitsin ülkeleri için savaşsın” diyorsun. Savaşla ilgili en küçük bir fikrin var mı? Suriyelilere kibirle akıl veriyorsun da, sanki bu aklı terörle mücadele eden Mehmetçiğin yanı başında Besler-Dereler’de, Zap’ta, Metina’da, Avaşin’de mi veriyorsun? Sor bakalım Kıbrıs Harekâtı sırasında deden neredeymiş. Sor bakalım Kurtuluş Savaşı esnasında büyük deden ne yapıyormuş? Rus işgalinde Doğu illerinden kağnılarla kaçıp canını kurtaran, İzmir’de Yunan işgali altında yaşayan ecdadından ders çıkarmazsın da, Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan savaşmak yerine kalkıp Anadolu’ya gelen, iyi de yapan, akıllıca da yapan ecdattan da mı ibret almazsın? 15 Temmuz gecesi bankamatik kuyruklarına giren sen değil misin? En küçük krizde pasaportunu cebine koyan sen değil misin?
“Suriyeliler uyumsuz” öyle mi? Hadi ya? Sen uyumlu musun? Sokağa tüküren sen değil misin? Çöpü etrafına savuran sen değil misin? Dağı, taşı, denizi naylona, plastiğe boğan sen değil misin? Trafikteki maganda değil misin sen? Sırada öne geçen, yüksek sesle konuşan, imtiyazcı, fırsatçı değil misin sen? Güzelim şehirleri, eşsiz tabiatı yağmalayan, şu çirkin binaları inşa eden, vatan toprağına yağmacı muamelesi yapan sen değil misin? Sokağı karıştıran, etrafına nefret saçan, kötülükten kalbi kararmış sen değil misin? Teröre, teröriste sempatisini esirgemeyip, barışa, huzura düşman kesilen sen değil misin?
Suriyelinin dili mi rahatsız ediyor seni? İngilizceden, Fransızcadan, Almancadan, Rusçadan rahatsız değilsin de Arapçadan mı rahatsızsın? Ya bin yıldır bu topraklarda yaşayan milyonlarca Arap vatandaşımız hakkında ne düşünüyorsun? Ya anadili Kürtçe olan milyonlarca Kürt? Suriyelilerin kılık kıyafetleri mi rahatsız ediyor seni? Deden, ninen nasıl giyiniyordu senin? Asıl rahatsız edici olanın kendi kıyafetin olduğunun farkında mısın? İmanlı olmaları, camiye gitmeleri, namaz kılmaları mı rahatsız ediyor seni? Bu mu dilinin aklındaki bakla?
Suç mu işliyor Suriyeliler? Hapishanelerdeki katiller, hırsızlar, tacizciler, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları senin soydaşın, vatandaşın, hemşehrin, fikirdaşın, partidaşın, yoldaşın değiller mi?
“Suriyeliler gitsin” deme hakkını nereden alıyorsun en başta? Kim verdi sana bu hakkı? Memleketin tapusu senin üzerinde mi? Ne yaptın bu memleket için ki kendini sözcü görüyorsun?
Eğer bu ülkeden birinin gitmesi gerekiyorsa sen git! Kibrini, ırkçılığını, faşistliğini, kararmış kalbini, karakterin olmuş kötülüğünü, pisliğini, sarhoşluğunu, çıplaklığını, din düşmanlığını, Müslüman düşmanlığını, ateizmini, şamanizmini, deizmini, sapkınlığını, merhametsizliğini, vicdansızlığını, elitizmini, vandallığını, barbarlığını, magandalığını, darbelerini, baskını, zulmünü, terörünü, insana, millete, iyiye, güzele olan nefretini, tiksintilerini, iğrençliklerini, azgınlığını, bencilliğini, fitneni, fesadını, ayrımcılığını, asalaklığını, ahmaklığını, cehaletini, gönüllü ajanlığını al defol git! Git o çok sevdiğin, kölesi olmak için can attığın Batılının yanında beşinci sınıf olarak yaşa.
Vallahi bu ülkede seninle yaşamaktansa, 5 değil 50 milyon Suriyeli ile yaşamayı tercih ederim. Senle olandan çok daha fazla ortak yanım var onlarla. Senle olandan daha uzun tarihi birlikteliğim var. Sen bana Suriyeliden çok daha yabancısın.
Eğer biri gidecekse sen git! Git ki Türk, Kürt, Arap ay yıldızlı bayrak altında şu topraklarda yine, yeniden barış içinde yaşasın; git ki şu topraklar şenlensin, neşelensin, nefes alsın.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/aydin-unal/sen-git-4631198
KapatKayseri’de yaşanan ırkçı saldırıları ve sonrasındaki durumu gözlemlemek için, İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü ...
6 Temmuz - İHD, ÖHD ve ÇHD Kayseri ön raporu: İnsanlığa karşı suç işlendi Devamı6 Temmuz - İHD, ÖHD ve ÇHD Kayseri ön raporu: İnsanlığa karşı suç işlendi
Kayseri’de yaşanan ırkçı saldırıları ve sonrasındaki durumu gözlemlemek için, İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve Çağdaş Hukukçular Derneği ortak heyet oluşturdu, kenti ziyaret etti ve insanları dinledi.
Heyetin Kayseri’de yaptığı gözlem ve görüşmelerin ön raporu şöyle:
“Kayseri’de Suriyeli mülteci ve göçmenleri hedef alan saldırılar, organize ve ırkçı saldırılardır.
Belli bir gruba yönelik işlenen suç olduğu için, insanlığa karşı işlenmiş suçtur.
Suriyelilerin yaşadığı mahallelerde halen korku ve tedirginlik hakimdir.
Suriyelilerin can ve mal güvenliği için alınmış ciddi bir tedbir gözlemlenmedi.
Saldırıya uğrayan kişilere yönelik psikososyal destek çalışmaları gözlemlenmedi.
Kişilerin can ve mal güvenliklerine yönelik gerçekleşen saldırılar karşısında etkili bir soruşturma yapıldığı kanısına varılamamıştır.
Valilik, Başsavcılık ve Emniyet Müdürlüğünden istediğimiz randevulara olumlu dönüş yapılmadığı için yürütülen soruşturmalar, gözaltılar ve alınan tedbirler hakkında bilgi edinilemedi.
Evlerinden çıkamayan Suriyelilerin insani ihtiyaçları acilen karşılanmalıdır.
Hasta, yaşlı, kadın ve çocukların özel ihtiyaçları ile ilaç ve sağlık takipleri hızlıca yapılmalıdır.”
Linç girişimleri sonrası tedirginlik hakim: Mülteciler evlerine kapandı
Birçok kentte saldırılar sonrası mülteciler evlerine kapandı. Antep’te işçiler sigara ve ekmek almak dışında evden çıkmıyor, çıksalar bile çok göze batmamaya çalışıyor.
Saldırıların üçüncü gününde tansiyon önceki günlere göre gerilese de mülteciler sokağa çıkarken, işe ya da markete giderken tedirginlik yaşıyor. Özellikle mültecilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde akşam saatlerinde sokaklar neredeyse bomboş.
Antep’te saldırıların yoğun olduğu günlerde kendisi de saldırıya uğramış Suriyeli bir ayakkabı işçisi yaşadığı tedirginliği şöyle anlatıyor: “Millet evinde, işe giden Suriyeli işçi sayısı çok az. Sokağa çıkmama durumları çok yaygın. Korkuyoruz çünkü hâlâ saldırılar olabilir korkusu var. ‘Artık gidelim’ diyenler var. ‘Suriye’ye döneriz ama iş yok’ diyorlar. İki ateş arasında kalmış durumdayız.”
KapatTaha Elgazi “Bizim tespit ettiğimiz son dört yılda 16 kişi ırkçı saldırılarda öldürüldü.” demiş bir röportajında. ...
6 Temmuz - “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğiz”den günümüze ırkçı saldırılar – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma) Devamı6 Temmuz - “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğiz”den günümüze ırkçı saldırılar – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma)
Taha Elgazi “Bizim tespit ettiğimiz son dört yılda 16 kişi ırkçı saldırılarda öldürüldü.” demiş bir röportajında. Aşağıda benim aklıma gelen isimler ve tarihler var.
2019, İstanbul, İkitelli, Suriyelilere ait iş yerleri yakıldı.
2021, Ankara, Altındağ, Suriyelilerin evlerine saldırıldı.
2021, İzmir, Güzelbahçe, Suriyeli işçiler Ahmet Elali, Mamun Elnebhan, Muhammed Elbiş yakılarak öldürüldü.
2023, Kilis, 9 yaşında Gina Mercimek’e tecavüz edildi, öldürüldü.
2023, Zonguldak, Afgan işçi Mohammed Nourtani yakılarak öldürüldü.
2024, Adana, 15 yaşındaki çocuk işçi Suriyeli Ahmet Haskiro iş kazasında öldü.
2024, Kayseri, Urfa, Antep, Antalya pek çok yerde Suriyelilere ait işyerlerine, konutlara, araçlara saldırı oldu, yakıldı.
2024, Antalya, Serik,17 yaşında Suriyeli çocuk Ahmet Handan El Naif öldürüldü.
Hem aileler ile dayanışmak için hem de davaları takip etmek için çoğunun davasına Taha ile katıldık. Sanıkların vurdumduymazlıklarını, kendilerini haklı bulmalarını izlemek zorunda kaldık. Çoğunda, yok galiba hepsinde nefret suçu kapsamına alınma talebi reddedildi. Bu cinayetlerin, linç girişimlerinin sebepleri, tahrik eden kişiler, ortamı oluşturan uygulamalar, hiç biri sorgulanmadı. Bu sorgulamalar yapılmadığı sürece, belli ki bu tür saldırılar devam edecek.
İnsanlar neden Göçmenlere saldırırlar?
Bu sabah, Açık Radyo’da Hüsnükabul programına katıldık. Hazırlanırken bu soruya cevap vermeye çalıştım. İki temel neden var, birincisi muhalefet ve iktidarın göçmenleri “suçlu” gösterme politikası, ikincisi göçmenlere saldıranların cezasız kalması.
Adım adım yaklaşan saldırıların ilk sinyalini tutuşturan hiç tartışmasız 2019’da yerel seçimlerde İYİ parti Fatih belediye başkan adayı İlay Aksoy’un sokaklara astırdığı “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğiz” afişi. Bu afiş ile Türkiye’nin tamamının, bir şehrinin veya bir ilçesinin “temizlenmesi” kavramı, Türkiye politik hayatına girmiş oldu.
İYİ Parti’nin açtığı bu yol hükümetin çok işine yaradı. Hem ekonomik, politik krizi perdeleyecek bir konu ortaya çıktı, hem de göçmenler üzerine baskı uygulayarak, muhalefet etmeye çalışacak herkese gözdağı verdi. Ekonomik kriz dönemlerinde, kendini savunamayacak en zayıf halka bulunur ve tüm sorumluluk onlara yüklenir. 2019’dan beri GÖÇMENLER en zayıf halka oldular.
Muhalefet ve İktidar partileri aşırı sağı yarattı
İYİ Parti, CHP ve diğer muhalefet partileri AKP ve iktidara karşı çıkmak adı altında sürekli göçmen düşmanlığı yaptı. Hükümet de bunu gole çevirdi. Son genel seçimde Kılıçdaroğlu’nun posterini unutmamak lazım “Suriyeliler Gİ-DE-CEK”. Türkiye’yi donattığı bu pankartla Ümit Özdağ ile yaptığı protokol akıllardan silinmemeli.
Hükümet bu sefer 2019’dan daha büyük bir iştahla göçmenlere dönük saldırıları, hak ihlallerini artırdı. Daha önce yazdığım yazıda bunu “Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu”[1] diyerek anlatmıştım. Haziran 2023’ten beri İçişleri Bakanlığının, Göç İdaresinin “düzensiz göçle mücadelemiz azim ve kararlılıkla devam ediyor” politikası, ırkçıların ekmeğine yağ sürdü. Her hafta rakamlarla şu kadar kaçak göçmen yakalandı, bu kadarı gönderildi gibi sayılar vererek iki olumsuz görüşün propagandasını yapmış oldular: “Göçmenlerin hepsi kaçak ve hepsi geri gönderilebilirler.”
Bu siyasi tutumun devamı Zafer Partisidir, Ümit Özdağ, Tanju Özcan ve Sinan Oğan gibi faşistlerin güçlenmesidir. Tanju Özcan’ın CHP üyesi olması sosyal demokrasi için utanç kaynağı olmalıdır.
“Linçlerin arkasında toplumsal kabul edilebilirlik mekanizmaları yatıyor.” Akademisyen Lülüfer Körükmez’in[2] bu cümlesine aynen katılıyorum. Irkçılık bir suçtur, cezalandırılması gerekir. Hâlbuki yukarıdaki pek çok olayda dava açma süreci, yargılama süreci ancak Barolar, STK’lar çok ısrarlı davranırlarsa, kalabalık heyetler davaya katılırsa işleyebildi. Bazılarında bunlar bile işe yaramadı.
Cezasızlık en büyük teşvik oldu
İkitelli, Altındağ, Esenyurt AVM gibi linç girişimlerinde davalar ya hiç açılmadı ya da ceza verecek kimse bulunamadı. Yukarıda bahsettiğim siyasetçilerin, bürokratların göçmen düşmanı tutumları da eklenince, göçmenlere saldırmak meşru hale geldi.
Linç girişimlerinin önünü almak için siyasetçilerin, Göç İdaresinin, yetkililerin hem söylemlerini hem uygulamalarını değiştirmeleri gerekir. Göçmenlere insan haklarına uygun temelde yaklaşmamız bir zorunluluk. Tüm hak ihlalleri, ırkçı söylemler, ayrımcı söylem ve davranışlar için gerekli yollara başvurulmalı. Ayrımcılık yasası aktif bir şekilde uygulanmalı.
Bütün bunları yapabilmek için büyük bir basınç oluşturmalıyız. Bu konuda ırkçılık karşıtlarına, göçmenlerle dayanışanlara çok iş düşüyor.
[1] https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/muhalefet-vaat-etmisti-iktidara-nasip-oldu-138808/
[2] https://bianet.org/haber/cezasizlik-dongusunu-kirmak-multecilere-yonelik-siddeti-nasil-durdurabiliriz-297041
Kapat
Suriyelilere karşı saldırı dalgasının neticesinde önceki gün (2 Temmuz) 17 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif, Antalya Serik’te uğradığı ...
6 Temmuz - Antalya’da öldürülen 17 yaşındaki Suriyeli El Naif: YPG’nin elinden kaçıp Türkiye’ye geldi, milliyetçi kışkırtma sonucu öldürüldü (Serbestiyet) Devamı6 Temmuz - Antalya’da öldürülen 17 yaşındaki Suriyeli El Naif: YPG’nin elinden kaçıp Türkiye’ye geldi, milliyetçi kışkırtma sonucu öldürüldü (Serbestiyet)
Suriyelilere karşı saldırı dalgasının neticesinde önceki gün (2 Temmuz) 17 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif, Antalya Serik’te uğradığı bıçaklı saldırı sonucu öldürülmüştü.
El Naif’in Türkiye’ye geliş nedeni ve öldürüldüğü saldırıyla ilgili detaylara ulaştık.
“YPG askeri” olmamak için Türkiye’ye gelmiş
2007 doğumlu El Naif; Suriye’nin kuzeyinde bulunan, şu anda PYD/YPG egemenliğindeki Deyrizor’da yaşayan bir Arap ailesinin çocuğu. Suriyeli insan hakları aktivistleri, YPG’nin son yıllarda egemenliği altındaki bölgelerde 15 yaşını doldurmuş birçok çocuğu “askere alma” adı altında zorla kendi silahlı birimlerine dahil ettiğini bildiriyor. YPG/SDG (Suriye Demokratik Güçleri) de dahil olmak üzere Suriye’deki silahlı grupların 18 yaş altı çocukları zorla silah altına aldığı BM raporlarında da yer almıştı. Son birkaç yılda, o bölgelerdeki birçok Suriyeli genç, YPG’nin zorla “askere almasını” engellemek için aileleri tarafından Türkiye’ye gönderiliyor.
Mevsimlik tarım işçiliği yapıyordu
El Naif de 15 yaşını doldurmasından kısa bir süre sonra YPG tarafından “askere alınması” ihtimali doğması üzerine Türkiye’ye kayıt dışı yollardan gelen birçok Arap gencinden biri.
2022’nin sonlarında Türkiye’ye gelen ve bir süredir Antalya Serik’te mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan El Naif, çoğu kendisi gibi “YPG askeri” yapılmaktan kaçarak Türkiye’ye kayıt dışı olarak gelen Deyrizorlu 7 arkadaşıyla birlikte yaşıyordu. Arkadaşlarının bazıları kendisi gibi tarım işçisi olarak bazıları da lokantalarda çalışıyor.
Birkaç gün önce taşınmışlardı: “Daireye Suriyeliler gelmiş”
Öldürülmesine neden olan saldırıdan birkaç gün önce, arkadaşlarıyla birlikte Serik’in Kökez Mahallesi’nde bir eve taşındılar.
El Naif’in ev arkadaşları, taşındıkları sırada sokaktaki bazı kişilerin sorması üzerine Suriyeli olduklarını söylediklerini ve eve girerlerken sokakta “Bu evde Suriyeliler oturacakmış”, “Daireye Suriyeliler gelmiş” şeklinde bazı cümleler duyduklarını anlatıyor.
Evin içinde saldırıya uğradılar
2 Temmuz Salı günü öğle saatlerinde, mahallede 30-40 kişilik bir grup “Suriyelileri istemiyoruz” diye sloganlar atarak evin bulunduğu sokağa girdi. Sloganlar atan gruptaki bazı kişiler, birkaç gün önce “Suriyelilerin taşındığı” bilinen eve yöneldi. Evde bulunan El Naif ile bazı arkadaşları, sıcak nedeniyle dairenin kapısı açık halde evde oturuyorlardı. Eve giren saldırganlar El Naif ile arkadaşlarına saldırdı.
El Naif, ellerinden kurtularak evden dışarı çıktı ancak dışarıdaki kalabalıktakilerin saldırısına uğradı. Onların da ellerinden kurtularak arka sokağa kaçabilen El Naif, motosikletle önünü kesen 18 yaşın altındaki üç saldırgan R.Ö. (17), Y.Y. (15) ve İ.A. (17) tarafından bıçak darbeleriyle öldürüldü.
R.Ö., Y.Y. ve İ.A., yakalanarak tutuklandı.
“Arkadaşları sınır dışı edilirse YPG’nin eline geçebilir”
El Naif’in, Türkiye’ye kayıt dışı olarak gelmiş 7 arkadaşı da şu anda gözaltında ve sınır dışı edilmeleri söz konusu.
Saldırının mağduru olan ve arkadaşları katledilen gençlerin sınır dışı edilmemesi gerektiğini belirten Suriye göçmeni öğretmen ve insan hakları savunucusu Taha Elgazi, El Naif’in “YPG askeri” olmamak için Türkiye’ye gelmesiyle ilgili Serbestiyet’e şunları söyledi:
“YPG’nin bölgedeki çocukları zorla ‘askere aldığını’ uzun zamandır anlatmaya çalışıyoruz. Son birkaç yılda bu nedenle YPG’nin egemenliğindeki bölgelerden Türkiye’ye kaçan Arap gençler var.
“YPG’den kaçanlar Türkiye’den sınır dışı edince YPG onları yakalıyor”
“Üstelik de bu durumda olup da Türkiye’ye gelip sonra da sınır dışı edilen gençlerin durumu daha da kötü oluyor. Haseke, Kamışlı, Deyrizor gibi YPG egemenliğindeki bölgelerden Türkiye’ye gelip de geçici koruma kimlik belgesi olmasına rağmen kayıtlı olduğu il dışındaki bir ilde ikamet ettiği, yol izin belgesi olmaması, mahalle kısıtlaması vb. nedenlerle veya geçici koruma statüsünde olmayıp kayıt dışı giriş yaptığı için sınır dışı edilen gençler yeniden ailelerin olduğu memleketlerine döndüklerinde YPG tarafından ‘askerden kaçtığı gerekçesiyle cezalandırılıyorlar, kendi denetimlerindeki hapishanelere gönderiliyorlar. Böyle tespit ettiğimiz 20’nin üzerinde isim var.
“Bu çocuklar YPG militanı olmamak için buraya geliyor”
“El Naif’in arkadaşları da deport edilirlerse onların da aynı şeyleri yaşaması gibi bir tehlike var. Türkiye makamları buna izin vermemeli. Bu çocuklar YPG’nin silahlı militanı olmamak için buraya geliyorlar.
“YPG’nin zaman zaman çocukları zorla sözde ‘askere aldığı’ zaman zaman da yoksul ailelere çocuğunuza aylık 200 dolar veririz diye teklif ettiğini duyuyoruz. Zaten bölgede maddi imkanlar çok kötü. Aileler, çocuk aç kalacağına gitsin diyebiliyor.”
Kapatİçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kayseri'de valiliği ve büyükşehir belediyesini ziyaret etti. Ancak, kentte günlerdir devam eden Suriyelilere ...
6 Temmuz - İçişleri Bakanı Kayseri'ye gitti, vatandaşlarla sohbet etti, selfi çektirdi, tek bir Suriyeli mağdurla görüşmeden döndü (Karar) Devamı6 Temmuz - İçişleri Bakanı Kayseri'ye gitti, vatandaşlarla sohbet etti, selfi çektirdi, tek bir Suriyeli mağdurla görüşmeden döndü (Karar)
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kayseri'de valiliği ve büyükşehir belediyesini ziyaret etti. Ancak, kentte günlerdir devam eden Suriyelilere yönelik ırkçı saldırıların ardından herhangi bir Suriyeli mağdurla görüşmeden Ankara’ya geri döndü.
Son birkaç gündür Kayseri'de Suriyeli mültecilerin evlerine ve iş yerlerine yönelik saldırılar yaşanıyor. Evleri, arabaları, işyerleri yakılan Suriyeli mülteciler, korku içinde beklerken İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın kentteki temasları sırasında onlarla herhangi bir görüşme yapmaması dikkat çekti.
Kayseri Valiliği'nin sosyal medya hesabından yapılan paylaşıma göre, Bakan Yerlikaya, kentteki temasları kapsamında valiliği ziyaret ederek, Vali Gökmen Çiçek ile bir süre görüştü. Görüşmede, kentte yaşanan olaylar ve alınan önlemler hakkında bilgi alındığı belirtildi.
VALİLİK ZİYARETİNİN ARDINDAN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNE GEÇTİ
Belediyeden yapılan yazılı açıklamaya göre ise Yerlikaya, valilik ziyaretinin ardından büyükşehir belediyesine geçti. Burada Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç ve belediye personeli tarafından karşılanan Yerlikaya'ya çiçek takdim edildi. Başkan Büyükkılıç, "İçişleri Bakanımız Sayın Ali Yerlikaya'yı Kayseri'mizde ve büyükşehir belediyemizde konuk etmekten büyük bir memnuniyet duyduk. Kendilerine teşrifleri dolayısıyla şükranlarımı sunuyorum." ifadelerini kullandı.
Bakan Yerlikaya'ya, bazı AK Parti Kayseri milletvekilleri ve protokol üyeleri de eşlik etti. Ziyaretler basına kapalı gerçekleşirken, bakanın Suriyeli mağdurlarla herhangi bir görüşme yapmaması dikkatlerden kaçmadı.
YERLİKAYA'DAN AÇIKLAMA
Yerlikaya, Kayseri ziyaretinin ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Şanlı bayrağımızın gölgesinde Kayserili hemşehrilerimizle el ele, gönül gönüleyiz. Bugün Kayserili vatandaşlarımızla, kıymetli esnaflarımızla bir araya geldik, hasret giderdik. Kayseri; Erciyes Dağı gibi yüce gönüllü insanların diyarıdır. Kayserililer ticaret erbabıdır. Kadim esnaflık geleneğinin en güzel temsilcileridirler. Misafirperverdir Kayseri. Vatanına, bayrağına, devletine, milli ve manevi değerlerine gönülden bağlıdır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, ülkemizin huzur ve güvenliği için canla başla çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz. Her şey yavrularımız, onların geleceği, gülen yüzleri için. Büyük ve Güçlü Türkiye’yi Kayserili hemşehrilerimizle birlikte inşa edeceğiz." ifadelerini kullandı.
Ancak kentteki Suriyelilere yönelik ırkçı saldırılar nedeniyle mağdur olanlarla herhangi bir temas kurmaması, birçok kişi tarafından eleştirildi. Kayseri'de yaşanan bu olayların ardından, bakanın sadece Türk vatandaşlarıyla görüşmesi ve Suriyeli mağdurlarla iletişim kurmaması, ziyaretin önemli bir eksikliği olarak değerlendirildi. https://www.karar.com/guncel-haberler/icisleri-bakani-kayseriye-gitti-vatandaslarla-sohbet-etti-selfi-1875973
Kapat30 Haziran gecesi Kayseri’de Suriyelilerin dükkanların ve araçlarına yönelik saaldırılarda hedef olan yerlerden biri de Kocasinan ilçesine ...
6 Temmuz - “Kuran Kursu Türklere aittir”: “Apartmanın yöneticisi bina yakılmasın diye o yazıyı yazdı. Türklerin Kur’anı ile Suriyelilerinki farklı mı?” (Serbestiyet) Devamı6 Temmuz - “Kuran Kursu Türklere aittir”: “Apartmanın yöneticisi bina yakılmasın diye o yazıyı yazdı. Türklerin Kur’anı ile Suriyelilerinki farklı mı?” (Serbestiyet)
30 Haziran gecesi Kayseri’de Suriyelilerin dükkanların ve araçlarına yönelik saaldırılarda hedef olan yerlerden biri de Kocasinan ilçesine bağlı Fevzi Çakmak Mahallesi’nde bir apartmanın altında dini sohbet ve Kuran eğitimi için kullanılan mekandı.
İçeriye giren saldırganlar camları kırdı, aralarında Kuran-ı Kerimlerin de olduğu dini kitapları yerlere attı, okuma odasını tahrip etti.
Saldırı üzerine önüne çekilen brandaya “Kur’an Kursu Türklere aittir” yazısı yazıldı.
Büyük tepki çeken yazının hikâyesini ve mekânın başına gelenleri mahallede yaşayan İHH Kayseri Yönetim Kurulu üyesi Recep Çandalı, Serbestiyet’e anlattı.
“Oraya saldırmanın, kitapları yere atmanın mânâsı ne? Türklerin Kur’anı ile Suriyelilerinki farklı mı?”
“Burası bir Kur’an kursu değil. Mahalledeki arkadaşların oturup sohbet ettikleri, Kur’an okudukları, yani kendi evlerinin müsait olmadığı zamanlarda birlikte buluştukları bir mekan.
Orası daha önceden Suriyelilerin işlettiği bir manavdı. Saldırganlar da orayı hâlâ Suriyelilere ait zannederek saldırmışlar. Diyelim ki burası Suriyelilerin Kur’an kursu olsun. Oraya saldırmanın, Kur’anları yere atmanın mânâsı ne? Bu nasıl bir zihniyet? Türklerin Kur’anı ile Suriyelilerinki farklı mı?
Bu Kur’an kursu Türklere aittir’ yazısını bina yöneticisi yazıyor. Çünkü melun zihniyet şu anda orayı tekrar yağma girişiminde bulunabilir. Yönetici de binayı yakmasınlar diye böyle bir şey yapmak istemiş.
O zihniyet şimdi evini yabancılara kiraya veren ev sahiplerini de cezalandırma girişiminde. Emniyet bu çerçevede açık benzin satışına, arabada yedek benzin bulundurmaya müsade etmiyor. Kayseri’deki olayların faillerinin geldikleri nokta Suriyelileri, yabancıları geçtiler; Yabancılara iş verenleri, evini onlara kiraya verenleri cezalandırma konumuna geçtiler.
Bina yöneticisi de çok endişeli. Polis orada 2 gün durur, 3 gün durur. Sonra bir tane serserinin gelip bir şişe benzin atmasına bakar bina.
Pek çok kişi arabalarını karakol, hastane gibi yerlerin önüne bırakıyor. Türk vatandaşları bile bırakıyor. Çünkü ortada bir serseri mayın var. Kime çarpacağı belli değil.
Devletten beklediğimiz şey şu: Suriyelere güvence vermeleri lazım. Organize Sanayi’de çalışan 20.000’den fazla Suriyeli var. Bunlara güvence verecekler, işe gidecekler. Kayseri Organize Sanayi tıkanmış durumda. Kimse korkudan işe gidemiyor. Yani Devlet çıkacak “Buradaki Suriyeli kardeşlerimizin can, mal, namus, güvenliği bize emanettir. Bir Türk vatandaşının canı malı bizim için nasıl kadar önemliyse Suriyeli’nin de canı malı bizim için önemli” demeleri lazım. Şimdiye kadar bu melunlar hiç ceza almadı. Cesaretleri de bundan.”
KapatTürkiye'de yaşayan Suriyeliler, son yıllarda kamuoyunun en fazla tartıştığı konular arasında yer alıyor.
2011 yılından bu yana özellikle de ...
6 Temmuz - 9 soruda Türkiye'de yaşayan Suriyeliler (BBC Türkçe) Devamı6 Temmuz - 9 soruda Türkiye'de yaşayan Suriyeliler (BBC Türkçe)
Türkiye'de yaşayan Suriyeliler, son yıllarda kamuoyunun en fazla tartıştığı konular arasında yer alıyor.
2011 yılından bu yana özellikle de sosyal medyada Suriyelilerle birçok farklı bilgi paylaşılıyor.
Son olarak geçen hafta Kayseri'de yaşanan olayların ardından Suriyelilerle ilgili sosyal medyada yoğun olarak bilgi paylaşımı yapıldı.
Bu bilgilerin bir bölümü gerçeği yansıtmazken bir bölümü de güncel verilerden oluşmuyor.
Türkiye'deki Suriyelilerle ilgili merak edilenleri çeşitli kurumların verilerini kullanarak, teyitli olarak ve güncel bilgiler üzerinden bir araya getirdik.
Türkiye'de ne kadar Suriyeli yaşıyor?
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin sayısıyla ilgili en güncel verileri 27 Haziran 2024 tarihinde paylaştı.
2011 yılında Suriye'de başlayan çatışmaların ardından Türkiye'ye gelmeye başlayan Suriyeliler, ülkede geçici koruma statüsüyle yaşıyor.
Göç İdaresi'nin verilerine göre Türkiye'de bu statüye sahip, kayıtlı 3 milyon 112 bin 683 Suriyeli bulunuyor.
Geçici koruma statüsüyle Türkiye'de bulunanlar dışında bir de ikamet izni ile Türkiye'de yaşayan Suriyeliler var.
Bu kesim, ekonomik durumu nispeten daha iyi olan Suriyelilerden oluşuyor.
Bu izinle Türkiye'de bulunan Suriyelilerin sayısı ise 76 bin 842.
Resmi verilerden anlaşıldığı üzere bunların yanında, düzensiz göçmen konumunda olan kayıt dışı Suriyeliler de oluyor.
Yasadışı giriş, giriş koşullarının ihlali, vizenin geçerlilik tarihinin sona ermesi, izinsiz çalışma veya yasadışı çıkış nedenleriyle, bulundukları ülkedeki hukuki statüden yoksun olan kişilere düzensiz göçmen deniyor.
Suriyelilerin geçici koruma statüsünden doğan haklarını kullanmaları için bu statüde kayıt yaptırmış olmaları gerekiyor.
Bu yüzden düzensiz göçmen olan Suriyelilerin, başka bir ülkeye yasadışı yollarla göçün de aralarında olduğu çeşitli hedeflerle hareket ettiği ve sayılarının kayıtlı olanlara kıyasla yüksek olmadığı düşünülüyor.
Göç İdaresi'nin verilerine göre 2024 yılında, 27 Haziran tarihine kadarki sürede 21 bin 387 Suriye uyruklu düzensiz göçmen yakalandı.
2014'te 24 bin 984, 2015'te 73 bin 422, 2016'da 69 bin 755, 2017'de 50 bin 217, 2018'de 34 bin 53, 2019'da 55 bin 236, 2020'de 17 bin 562, 2021’de 23 bin 468, 2022’de 45 bin 909, 2023’te 58 bin 621 düzensiz Suriyeli göçmen yakalanmıştı.
Suriyelilerin en çok ve en az yaşadıkları kentler hangileri?
İstanbul, ülkede en büyük Suriyeli nüfusuna sahip kent. Şehirde, 530 bin 506 geçici koruma statüsündeki Suriyeli yaşıyor.
İstanbul'u Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay, Adana, Mersin, Bursa, Konya, İzmir ve Ankara takip ediyor.
Gaziantep'te 429 bin 855, Şanlıurfa'da 272 bin 788, Hatay'da 257 bin 90, Adana'da 218 bin 220, Mersin’de 201 bin 521, Bursa’da 171 bin 457, Konya’da 121 bin 947, İzmir’de 119 bin 671, Ankara’da ise 89 bin 743 Suriyeli yaşıyor.
Türkiye'de en az Suriyelinin yaşadığı kent ise sadece 8 Suriyeliyi barındıran Hakkari.
Yine en az Suriyelinin yaşadığı kentlerden Tunceli'de 28, Bayburt’ta 34, Iğdır'da 63, Artvin'de 75 Suriyeli ikamet ediyor.
Yerleşik nüfusla karşılaştırıldığında Suriyelilerin en yoğun oldukları yerler nereler?
Yerleşik nüfusla kıyaslandığında Suriyelilerin en yoğun yaşadığı kent, Kilis.
Resmi verilere göre bugün Suriyeli nüfusu ile Kilis'teki il nüfusunu karşılaştırma yüzdesi 31,02.
Göç İdaresi'nin sitesindeki bu oran, şehrin toplam nüfusu içindeki Suriyeli oranını değil, o ilde yaşayan Türk vatandaşı sayısının yüzde kaçı kadar Suriyeli bulunduğunu gösteriyor.
Bu karşılaştırma yüzdesi Gaziantep'te yüzde 16,57, Hatay'da yüzde 14,27, Şanlıurfa'da yüzde 10,97, Mersin'de yüzde 9,42, Adana'da yüzde 8,77 ve Mardin'de yüzde 6,22.
Suriyelilerin nüfus yoğunluğunun en az olduğu şehir ise Hakkari.
Hakkari’de yaşayan Suriyelilerin nüfusu ile yerleşik kent nüfusunu karşılaştırma yüzdesi 0,00.
Bu oran; Tunceli ve Iğdır'da yüzde 0,03, Bayburt ve Erzincan'da yüzde 0,04, Giresun ve Gümüşhane'de yüzde 0,06, Sinop'ta ise yüzde 0,07.
Suriyelilerin yaş ve cinsiyet dağılımı nasıl?
Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin 1 milyon 619 bin 328’i erkeklerden, 1 milyon 493 bin 355’i ise kadınlardan oluşuyor.
Yaş dilimi açısından çocuklar ve gençler Suriyelilerin çok büyük bir bölümünü oluştururken, 30'lardan sonra yaş ilerledikçe sayı düşüyor.
0 ile 18 yaş arasındaki Suriyelilerin sayısı, 1 milyon 562 bin 165.
19-24 yaş arasında 338 bin 72, 25-29 yaş arasında 311 bin 930, 30-34 yaş arasında 230 bin 809, 35-39 yaş arasında 195 bin 381 Suriyeli bulunuyor.
Yaşları 40 ila 49 yaş arasındakilerin sayısı 243 bin 595, 50 ila 59 arasındakilerin sayısı 138 bin 26.
Yaşı 60'dan büyük tüm Suriyelilerin sayısı ise 92 bin 705.
Bugüne kadar kaç Suriyeliye Türk vatandaşlığı verildi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Aralık 2019'da yaptığı açıklamasında 110 bin Suriyeliye vatandaşlık verildiğini söyledikten sonra, "Biz bu 110 bin vatandaşlığın dışında diğerleri için de bu vatandaşlık sürecini daha da artırma konumundayız. Niye? Çünkü bu insanlar, benim ülkemde kaçak, göçek yaşamasın. Vatandaşlık aldığı zaman herhangi bir kurumdan, kuruluştan işini bulsun, çalışsın" diye konuşmuştu.
Hükümet yetkilileri yıllar içinde dönem dönem bu konuda veriler paylaştı.
Son olarak ise İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 9 Kasım 2023’te Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Türk vatandaşı olan Suriyelilerin sayısının 238 bine yaklaştığını açıkladı.
Yerlikaya, “2023 Kasım itibarıyla Türk vatandaşlığını kazanan Suriyeli sayısı 237 bin 995, 18 yaşını dolduran Suriyeli sayısı ise 156 bin 987” diye konuştu.
Suriyelilere maddi yardım veriliyor mu?
Suriyeliler çeşitli kamu kurum ve kuruluşları üzerinden farklı yardımlardan yararlanabiliyor.
Çok amaçlı bir nakit yardım programı olan Sosyal Uyum Yardımı Programı (SUY) bunların en önemlisi.
Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen SUY programı kapsamında yardımlar, KIZILAYKART platformu üzerinden, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Türk Kızılay iş birliğinde iletiliyor.
Kızılay'ın Mayıs ayı verilere göre Türkiye'de 1 milyon 206 bin 179 yabancı SUY'dan yararlanıyor. Bu kişilerin çoğunluğu Suriyeli.
SUY kapsamında, yardım için uygun bulunan ailelere, Halkbank üzerinden Kızılay kart veriliyor ve ailede kayıtlı her fert başına ayda 500 TL yardım yapılıyor.
Bu, programın Kızılay tarafından finanse edildiği anlamına gelmiyor.
Program, AB Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonları Birimi (ECHO) tarafından finanse ediliyor.
Kızılay kartlarının üzerinde hem Türkiye'nin hem de AB'nin bayrakları bulunuyor.
Yine AB tarafından finanse edilen Tamamlayıcı Sosyal Uyum Yardımı (T-SUY) ise "iş gücüne yönlendirilmeleri mümkün olmayan en kırılgan bireylerin temel ihtiyaçlarını onurlu bir şekilde karşılamalarını sağlamak üzere hazırlanan nakit temelli bir destek projesi" olarak tanımlanıyor.
Kızılay’ın sitesindeki verilere göre bu proje kapsamında da 376 bin 20 kişiye düzenli nakit yardımı yapılıyor.
Okul çağında çocukları olan ve maddi imkanı kısıtlı Suriyeli aileler, Yabancılara Yönelik Şartlı Eğitim Yardımı'ndan da (YŞEY) yararlanabiliyor.
Proje kapsamında sunulan nakit yardımlarla, çocukların okula erişimlerinin ve düzenli devam edebilmelerinin sağlanması amaçlanıyor.
Bu proje, AB'ye bağlı ECHO, ABD Nüfus, Mülteciler ve Göç Dairesi ve Norveç hükümetinin finansmanı ve UNICEF işbirliğiyle uygulanıyor.
Proje; AB, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Türk Kızılayı ve Millli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaklaşa yürütülüyor.
YŞEY kapsamında kamp dışında yaşayan ailelere, çocuklarının düzenli okula devam etmeleri koşuluyla nakit yardımda bulunuluyor.
Proje kapsamındaki ödemeler anaokulundan 8. sınıfa kadar kız çocuklarına aylık 100 TL, erkek çocuklarına aylık 90 TL olarak; lise çağındaki kız çocuklarına aylık 150 TL, erkek çocuklarına ise aylık 130 TL olarak belirlenmiş durumda.
Bunun dışında çeşitli kamu kuruluşları ve yerel yönetimler, Suriyelilerin yardım ve destek taleplerini değerlendirebiliyor.
Ne kadar Suriyelinin çalışma izni var?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın sitesinde Yabancı Çalışma İzinleri İstatistikleri adlı yıllık raporlar bulunuyor.
Bu raporların sonuncusu 2023'te yayımlanmış.
Bu raporda 108 bin 520 Suriyelinin çalışma izni olduğu yazıyor.
Türkiye’deki Suriyelilerin önemli bir bölümünün kayıt dışı olarak çalıştığı düşünülüyor.
Suriyelilerin Türkiye'de kayıtlı olarak çalışabilmeleri için çalışma iznine sahip olmaları gerekiyor.
Çalışma izni başvurusu, işverenler tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yapılıyor.
İşverenin bu süreçte belirli bir çalışma izin harcı da ödemesi gerekiyor. İşe alımdan sonra ise işçiye en az asgari ücret tutarında ödeme yapılması gerekiyor.
Bu alanda belli bir istihdam kotası bulunuyor.
Suriyeli bir işçiye bakanlıkça çalışma izni verilmesi halinde bu izin, işçinin geçici koruma kararı ile kalmasına izin verildiği iller için geçerli oluyor.
Mevsimlik tarım işi ya da hayvancılıkta ise başvuruyla çalışma izni muafiyeti alınabiliyor.
Sağlık meslek mensupları için Sağlık Bakanlığı'ndan, eğitim meslek mensupları için Milli Eğitim Bakanlığı'ndan veya Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'ndan ön izin alınması gerekiyor.
Türkiye'de aralarında avukatlık, eczacılık, diş tabipliğinin de bulunduğu bazı mesleklerin yabancılara yasaklı olması durumu ise Suriyeliler için de geçerli.
Suriyeliler oy kullanabiliyor mu?
Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin oy kullanma hakkı bulunmuyor.
Sadece vatandaşlık almış Suriyeliler oy kullanabiliyor.
İçişleri Bakanı Yerlikaya'nın 9 Kasım 2023'teki açıklamasına göre Türk vatandaşlığı alıp 18 yaşını doldurmuş Suriyeli sayısı 156 bin 987.
Ülkesine dönen Suriyeli sayısı ne kadar?
İçişleri Bakanlığı yetkilileri dönem dönem ülkelerine geri dönen Suriyelilerle ilgili veriler paylaşıyor.
Bu yöndeki son açıklama 13 Haziran 2024’te İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’dan geldi.
Yerlikaya, son bir yılda ülkesine geri dönen Suriyeli sayısının 103 bin 45 olduğunu açıkladı.
2016 ila 2024 arasında dönüş yapanların sayısının ise toplam 658 bin 463 olduğunu söyledi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c4ngz5dk9mro
Kapat
Kayseri’de Suriye uyruklu olduğu açıklanan bir kişi, küçük yaştaki bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasıyla tutuklandı. İddia ...
6 Temmuz - Kayseri olayları: Türkiye genelinde gözaltına alınan 1065 kişiden 28'i tutuklandı (BBC Türkçe) Devamı6 Temmuz - Kayseri olayları: Türkiye genelinde gözaltına alınan 1065 kişiden 28'i tutuklandı (BBC Türkçe)
Kayseri’de Suriye uyruklu olduğu açıklanan bir kişi, küçük yaştaki bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasıyla tutuklandı. İddia sonrasında Pazar gecesi Kayseri'de başlayan şiddet olayları farklı kentlere sıçradı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Türkiye genelinde gözaltına alınan toplam 1065 kişiden 28’inin tutuklandığını ve 187’si hakkında adli kontrol kararı verildiğini açıkladı.
Cuma günü Kayseri'yi ziyaret eden Yerlikaya, burada düzenlenen Türkiye’nin Huzuru Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, kentte 855 kişinin gözaltına alındığını bunların 13'ünün tutuklandığını ve 145'i hakkında adli kontrol kararı verildiğini söyledi.
Bakan Yerlikaya gözaltına alınanların 468’inin 50 farklı suçtan adli kaydı olduğunu dile getirdi.
Bu suçların arasında göçmen kaçakçılığı, kasten yaralama, yağma, hırsızlık, cinsel istismar, tehdit-hakaret, uyuşturucu, mala zarar verme, dolandırıcılık ve şantaj gibi suçların olduğunu söyleyen Yerlikaya, şöyle konuştu: ''Ülke genelinde benzer olaylar nedeniyle toplam 1065 şahıs gözaltına alındı. Bunların 28’i tutuklandı 187’si hakkında adli kontrol kararı verildi. İşlemleri hala devam edenler de var.
https://www.bbc.com/turkce/articles/crgmzv9p2y3o
Kapat
Erdoğan’ın Esad ile anlaşma girişimleri, Suriyeli mülteciler arasında tepkiyle karşılandı. Suriyeliler “Esad ile barışmayacağım ve sonuna kadar ...
5 Temmuz - Suriye halkı katil Esad ile anlaşmak istemiyor Devamı5 Temmuz - Suriye halkı katil Esad ile anlaşmak istemiyor
Erdoğan’ın Esad ile anlaşma girişimleri, Suriyeli mülteciler arasında tepkiyle karşılandı. Suriyeliler “Esad ile barışmayacağım ve sonuna kadar mücadele edeceğim” başlıklı bir kampanya için imza toplamaya başladılar.
Kampanya metninde “Arap rejimlerinin ve Türkiye’nin kasap Beşar Esad ile normalleşme sürecine girdiği bu dönemde, biz Suriye halkı olarak, katil rejimle normalleşme konusundaki tutumumuzu netleştirmek için bir kampanya başlatıyoruz. Katil Beşar Esad ve vahşi katil Suriye rejimi ile barışmayacağız ve mücadelemizi son nefesimize kadar sürdüreceğiz. Bizimle birlikte katılın ve duruşunuzu gösterin” denildi.
Erdoğan, Esad ile anlaşmak için “çok çaba sarfediyor”
Geçen hafta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la geçmişte olduğu gibi “ailece görüşmeleri” için bir engel olmadığını söyleyen Erdoğan, “Bizim Sayın Putin ile Beşar Esed’e bir davetimiz olabilir. Sayın Putin Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirebilirse, bu yeni bir sürecin başlangıcı olabilir” dedi.
Erdoğan günlerdir devam eden Suriyelilere yönelik ırkçı faşist saldırılar konusunda yorum yapmazken, Esad ile anlaşarak Suriyelileri geri göndermek istediğini açıkça beyan etmiş oldu.
Erdoğan “Suriye’de esecek barış rüzgârları ve bütün Suriye’de hayat bulacak barış iklimi, çeşitli ülkelere dağılmış milyonlarca insanın ülkelerine geri dönmeleri açısından da gereklidir. Biz komşumuz Suriye’ye dostluk elimizi daima uzattık ve uzatırız” diyerek, Esad’ı muhatap almak istediğini ilan etti.
Erdoğan’ın bütün bu “gayretlerine” rağmen, Esad, henüz Erdoğan’a olumlu cevap vermedi. Esad’ın en önemli şartı, Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerden çekilmesi.
Esad zulmüne karşı savaşan, bu uğurda çok büyük bedeller ödeyen Suriye halkı ise Esad ile anlaşmaya karşı olduklarını, mücadelelerini son nefeslerine kadar sürdüreceklerini açıkladı.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/05/suriye-halki-katil-esad-ile-anlasmak-istemiyor/
KapatTürkiye’de kayıtlı 3,3 milyon Suriyeli sığınmacıya ait adres ve pasaport bilgileri ‘ayaklanist’ adlı bir kullanıcı tarafından ırkçı ...
5 Temmuz - Suriyelilerin kişisel bilgileri internette yayınlandı (Enternasyonal Dayanışma) Devamı5 Temmuz - Suriyelilerin kişisel bilgileri internette yayınlandı (Enternasyonal Dayanışma)
Türkiye’de kayıtlı 3,3 milyon Suriyeli sığınmacıya ait adres ve pasaport bilgileri ‘ayaklanist’ adlı bir kullanıcı tarafından ırkçı çağrıların yapıldığı Telegram gruplarında paylaşıldı.
Sosyal medya uygulaması Telegram’da organize olan ırkçı gruplar, Suriyelilerin pasaport ve adres bilgilerini paylaşarak yeni bir saldırı planını devreye sokabilirler. Böylece devam eden Suriyelilere ve diğer göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar daha organize hale gelebilir.
İçişleri Bakanlığı suçu 14 yaşındaki çocuğa atıyor
İçişleri Bakanlığı’ndan konuya ilişkin yapılan açıklamada, hesabın yöneticisinin 14 yaşındaki E.P. olduğu kaydedildi. “E. P.’ye İstanbul Çocuk Şube Müdürlüğü tarafından gerekli işlem yapılmıştır. Ülkemizde karışıklık çıkarmak isteyenleri, provokasyonlarına çocukları alet etmek isteyenleri tek tek yakalayıp adalete teslim edeceğiz. Konuya ilişkin soruşturma geniş çaplı yürütülmektedir” denildi.
Deva Partisi milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya soru önergeleri verdi. Önergede, “Sığınmacıların toplu olarak kimlik bilgileri ve diğer kişisel verileri kimler tarafından ele geçirilmiş veya sızdırılmıştır?” sorusu soruldu.
Göç İdaresi “bilgiler güncel değil” dedi, ama pek çok Suriyeli bilgilerin doğru olduğunu açıkladı
Göç İdaresi Başkanlığı bilgilerin güncel verilerle uyuşmadığını iddia etti. Oysa listelerde adı geçen hemen tüm Suriyeliler bilgilerin doğru ve güncel olduğunu bildirdiler.
Göç İdaresi Başkanlığının açıklamasında “Söz konusu bilgiler incelenmiş ve Göç İdaresi Başkanlığımızdaki güncel bilgilerle uyuşmayan bilgilerin yer aldığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, bu verilerin hangi yıllara ait olduğunun, hangi kaynaktan, hangi tarihte alındığının belirlenebilmesi ve kamuoyuna sağlıklı bilgi verilmesi için geniş çaplı soruşturma başlatılmıştır” denildi.
Milyonlarca insana ait kişisel bilgilerin Göç İdaresi’nden dışarıya nasıl çıkarıldığı araştırılmalıdır. Bir başkasına vekaletname ile bile verilmesi yasak olan bu bilgilerin hackleme sonucu mu, yoksa ırkçı, faşist zihniyetli memurlarca mı sızdırıldığı tespit edilmelidir.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/05/suriyelilerin-kisisel-bilgileri-internette-yayinlandi/
Kapat20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'nün hemen ardından, Türkiye'de göçmenleri hedef alan saldırılar başta Kayseri olmak ...
4 Temmuz - Adalet Defteri | Mülteci Kadınların Sorunları ve Geri Gönderme Merkezleri Devamı4 Temmuz - Adalet Defteri | Mülteci Kadınların Sorunları ve Geri Gönderme Merkezleri
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'nün hemen ardından, Türkiye'de göçmenleri hedef alan saldırılar başta Kayseri olmak üzere birçok şehirde artış gösterdi. Bu durum, ülkede yaşayan mültecileri ve geri gönderme merkezlerinin sorunlarını tekrar gündeme taşıdı. Mültecilerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları ve hükümetin mülteci politikalarını, Enternasyonal Dayanışma'dan Yıldız Önen ile konuştuk.
https://youtu.be/dYELN7Bre_4?si=NLOwyvaLxr_QfOY_
Kapat“Türkiye’nin Suriye’de neler yaptığı” konusu Türkiye kamuoyunda çok az gündem olduğundan bölgeden Türkiye’ye ...
4 Temmuz - Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı tepkilerin sebebi ‘nankörlük’ mü kötü yönetim mi? – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet) Devamı4 Temmuz - Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı tepkilerin sebebi ‘nankörlük’ mü kötü yönetim mi? – Bülent Şahin Erdeğer (Serbestiyet)
“Türkiye’nin Suriye’de neler yaptığı” konusu Türkiye kamuoyunda çok az gündem olduğundan bölgeden Türkiye’ye yönelen tepkiler, protestolar da “nankörlük” olarak yorumlanabiliyor. Ama bölgeyi yakından takip edenler için bu tepkiler sürpriz değil. 2016’dan beri Suriye’deki politikasını anti-Esad’dan, anti-YPG’ye doğru değiştirmeye başlayan Türkiye, kontrol altında tuttuğu bölgelerde işbirliği yaptığı silahlı grupların baskıcı politikalarının faturasını ödüyor. Son olayların arka planında Türkiye’nin göz yumduğu HTŞ’ye yönelik Mart ayından beri süren gösteriler ve Türkiye’nin yeni açılacak sınır kapısını Suriye rejimiyle birlikte yöneteceği haberlerine tepkiler var.
2011’de Şam rejimine karşı başlayan ve insan hakları talep eden sivil muhalefet 2012’ye gelindiğinde Şam rejiminin gösterilere uyguladığı devlet terörüne karşı Türkiye, muhalefeti rejimi devirme hedefiyle destekledi. 2016 öncesi Sivil Suriye muhalefetinin lideri Halid Hoca 2011-2013 arası sivil muhalefetin Erdoğan’ın cesaretlendirici açıklamaları sebebiyle rejime karşı dilini sertleştirdiğini ve gösterileri arttırdığını söyleyecekti.
Silahlı muhalefet de Türkiye’nin desteğiyle Şam’a gireceğini hesaplıyordu. Örneğin Halep kuşatması öncesi 27 Temmuz 2012’de Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Halep şehrinin merkezinde rejim tanklarıyla, helikopterleriyle saldırı hazırlığı içerisinde. Temennim odur ki, rejim burada da gereken cevabı, inşallah Suriye’nin öz evlatlarından alsın.” Ancak iç savaş sürecinde 2013’e gelindiğinde silahlı Suriye muhalefetinde güç dengesi ÖSO’dan selefi örgütlere doğru kaydı. Ardından IŞİD’in sahneye çıkmasıyla hem ÖSO hem de sahadaki etkin selefi örgütler güç kaybetti. 2015’te ABD doğrudan Suriye’deki vekalet savaşında partneri olarak PKK/PYD’yi tercih ederken Rusya topyekün müdahale ile Şam rejiminin üzerinde vesayetini ilan etmiş oldu.
2016 milat oldu
2016 sonrası Soçi – Astana süreçleri ile Rusya ile yakınlaşan Türkiye, Mısır, Libya Suriye ve İsrail ile tümden ilişki kesmenin de diplomatik olarak bir yarar getirmediğini gördü. Bu sebeple daha önce sıcak savaş noktasına kadar gelinen Doğu Libya’daki Hafter, Mısır’daki Sisi, İsrail’deki Netanyahu ve Suriye’de Şam rejimi ile normalleşme süreçleri başlatıldı. Aynı süreç Kaşıkçı cinayeti ile karşı karşıya gelinen Suudi Arabistan ve 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü olduğu iddia edilen Birleşik Arap Emirlikleri ile de gerçekleştirilecekti.
Sisi ve Netanyahu ile gerçekleşen “barışma” Mısır tarafından devam ettiriliyor ancak İsrail’in 7 Ekim sonrası Gazze’ye başlattığı saldırılar sebebiyle Erdoğan-Netanyahu yakınlaşması askıya alındı.
Beşşar Esed ise Putin ve Hamaney’den aldığı tam destek nedeniyle elinin güçlü olduğunu görüyor ve Ankara’yı Suriye sahasından çekilmeye en azından alanını daraltmaya zorluyor.
Zalim Esed’den Sayın Esed’e
Erdoğan’dan Şam’a son barış mesajı Nisan 2023’te gitmişti. Aradan 1 yıl geçmesinin ardından bu kez Esed’den olumlu sinyal gelmesinin ardından Erdoğan 28 Haziran’da Cuma Namazı çıkışı şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmaması için hiçbir sebep yok. Yani biz Suriye’yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek, yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz. Ve Suriye’nin de içişlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz. Çünkü Suriye halkı bizim kardeş halklar olarak beraber yaşadığımız bir topluluktur. Ve nasıl ki biz Suriye’yle ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar… Biliyorsunuz, Sayın Esed’le biz bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur. Ve Suriye’nin içişlerine karışmak gibi de bir derdimiz asla yok.”
Bu açıklama Türkiye’nin “güvenli bölge” diye adlandırdığı kontrol bölgelerinde yaşayan Suriyeliler için büyük bir kaygı kaynağı.
Yaklaşık 10 gün önce açılmasına karar verilen ve el-Bab bölgesinde bulunan Ebu Zindeyn Gümrük Kapısı’nın Şam rejimi ile ortak biçimde yönetileceğine dair alınan karar bölge halkının tepkisine yol açtı. Son 2 aydır el-Bab’da sınır kapısının kapanması ya da rejim kontrolünde olmamasına yönelik protesto gösterileri yapılıyor.
Öyle ki Türk bayraklarının ve bazı Türk tırlarının tahrip edildiği son olaylar da bu “sınır kapısı protesto gösterilerinin” çığırından çıkması sonucu yaşandı.
İstihbarat örgütlerine alan açıldı
Bölgedeki Suriyeli grup ve örgütlerin homojen olmadığı, farklı grupların Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkelerinin istihbarat teşkilatlarıyla irtibatlı olduğu, bazı kişi ve grupların ise YPG/PYD ile ilişkide olduğu da yerel kaynakların aktardığı iddialar arasında.
Ayrıca bizzat Şam rejiminin Muhaberat teşkilatı da bölgede aktif. Muhaberat da Türkiye’yi bölgede geriletme ve nihayetinde Suriye’de rejimin tümüyle hakim olması için faaliyetler içinde.
8 Türk vatandaşı yaralandı
El-Bab ve Azez’i kapsayan Fırat Kalkanı harekat bölgesindeki ilk hedef, Türkiye’nin açtığı PTT şubeleri oldu. Şubeler basılıp çalışan memurlar çıkartılırken ve Türk bayrakları indirildi, daha sonrasında olaylar Azez’e ve oradan Babu’s Selam sınır kapısına sıçradı. Olaylarda yaralanan 8 Türk (6’sı ağır) vatandaşı Azez Vatan Hastanesi’nde tedavi altına alındı.
Olaylar ağırlıklı olarak Azez, Afrin, Çobanbey, Cerablus, el-Bab bölgelerinde yaşanıyor. Halen de yatışmış değil. İdlib bölgesinde ise Etarib bölgesi dışında herhangi bir taşkınlık olmadan barışçıl gösteriler ve yürüyüşler yapılıyor.
Müdahalede 1 ölü 3 yaralı
İdlib dışındaki diğer bölgelerde özellikle Afrin bölgesinde hükümet konağı olarak kullanılan ve “Saraya” olarak bilinen valilik binasına silahlı saldırı düzenlendi. Öte yandan Öncüpınar Sınır Kapısı’na yönelik saldırı girişimi oldu. Bu saldırıları püskürtmek ve eylemcileri dağıtmak amacıyla Türk güvenlik güçleri tarafından ateş açıldı , açılan ateş sonucu 3 kişi yaralanırken ve 1 çocuk hayatını kaybetti. Müdahalelerde ölü sayısının artabileceği belirtiliyor.
Bölgedeki gelişmeleri aktaran yerel kaynaklar, Azez’deki olayları çığırından çıkmasında Tel Rıfat’tan gelerek gösterilere sızan PYD unsurları olduğunu iddia ediyor.
PKK/YPG, Rusya’nın hava desteğiyle Şubat 2016’da Tel Rıfat ve çevresindeki bazı yerleşimleri ele geçirmişti. YPG, Tel Rıfat ve çevresinden yaklaşık 250 bin sivili yerinden etmiş, söz konusu nüfus Türkiye sınırına yakın bölgelere sığınmıştı.
PKK/YPG, buradan Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatı bölgesindeki yerleşim yerleri ile emniyeti sağlayan Türk güvenlik güçlerine ve muhalif savaşçıların mevzilerine saldırıyor. Sızmalar gerçekleştiriyor.
Türkiye, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe süreci sonrası Suriye politikasında köklü bir değişime gitti. 2016 sonrası Türkiye Suriye konusunda rejimi değiştirme, muhaliflere bu amaç doğrultusunda destek verme politikasından aşamalı olarak vazgeçti.
Aralık 2016’da halen Esad, Erdoğan’a göre “Zalim Esed’di”: “Fırat Kalkanı harekatının amacı ‘Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermekti.”
Ancak 2016 sonrası Ankara’nın ekseninde Rusya ile hatta Şam ile işbirliği yaparak PYD ile mücadele etmek var.
Bunu yaparken de bölgedeki demografik yapıyı etnisite eksenli biçimde şekillendiriyor. Bu da sosyolojik gerilime, zaman zaman da tepkilere yol açıyor.
ABD – PYD ittifakına karşı Rusya’ya yakınlaşan Ankara, ÖSO’yu önce kendisine bağımlı kıldı ardından da Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında yapısını değiştirdi.
Suriye halkının belleğinde katliamlar ve işgal ile anılan “Rusya ile beraber hareket eden Ankara” imajı Suriyeli muhalifler arasında rahatsızlık yaratıyor.
2016-2017’de Türkiye-Rusya-İran, Astana 3’lü Zirveleri başladı. 2018 ve 2019’da da iki Soçi Mutabakatı imzalandı.
Ankara’nın bölgeye atadığı yerel komutanların ve idarecilerin halk nezdinde sevilmeyen, yolsuzluklara karışan, mafyatik ilişkileri olan çeşitli uyuşturucu ve insan kaçakçılık ağlarını yöneten figürler olması rahatsızlıkları artırdı.
Türkiye medyası pek ilgilenmese de 2022’den bu yana bölgede Ankara’yı Rusya ve Şam’la yakınlaşması birçok kentte protesto ediliyor.
Öte yandan Ankara’nın Heyetu Tahriru’ş Şam’a (HTŞ) göz yumması ve zımnen desteklemesi de başka bir faktör.
HTŞ’nin halka yönelik dayatmacı politikaları, muhaliflerine baskı kurması gibi olumsuzluklar dolaylı da olsa Türkiye’nin hanesine yazılıyor.
İdlib’de HTŞ kontrolü altındaki bölgeler ve çevresi 25 Şubat 2024’ten bu yana devam eden protestolara sahne olmakta. Protestolarda HTŞ kontrolündeki Kamu Güvenliği Teşkilatı’nın dağıtılması ve düşünce suçlularının serbest bırakılması talep ediliyor.
Protestolar, hızla yaygınlaşıyor.
Türkiye 2012’den bu yana aktif olarak müdahil 2016’dan bu yana da köşeye sıkışan silahlı muhalefeti kendine bağımlı hale getirdi. Bağımlılık o noktaya ulaştı ki silahlı muhalefet asıl amacı yerine Ankara’nın paralı askerleri olarak Libya iç savaşına hatta Afrika’nın başka ülkelerine SADAT kontrolünde gönderildiğine dair iddialar da mevcut. Bu iddiaların odağında MHP ile ilişkili Sultan Murat Tugayı ve lideri Fehim İsa yer alıyor.
2024’e geldiğimizde 8 yıl içerisinde bölgede demokratik bir düzen kurmayan Türkiye, Suriye bölgelerinde tepeden inmeci, bölge halkının taleplerini, kimliklerini umursamayan bir politika izledi. Yerel yönetim seçimlerinin dahi yapılmasının engellendiği ve bölgenin tümüyle örgütlerin yönetimine bırakıldığı ortamda bir başka rahatsızlık sebebi de Türkiye’den aile bağları kopartılarak yapılan sınır dışı uygulamaları.
Genel olarak gerek İdlib gerek Azez’de bulunan büyük gruplar ise Kayseri’deki olayları ve deport edilme vakalarını kınayan ama aynı zamanda halka itidal ve sükunet çağrısında bulunan açıklamalar yayınladı.
Örneğin Şâmiye grubu havaya ateş açarak eylemcileri dağıtmaya ve Babu’s Selam Sınır Kapısı’na girmelerine engel olmaya çalışıyor, İdlip tarafında ise HTŞ eylemcileri gümrüğe yanaştırmıyor ve önlemler alıyor. Bu da Türkiye’ye bağımlı ya da paralelinde hareket eden muhalif grupların Erdoğan’ın son açıklamalarından kaygılı olsalar da halen işbirliğine devam ettikleri anlamına geliyor.
Ankara’nın 2011-2016 arasındaki Suriye politikası esnasında Türkiye’ye 2012’de 100 bin kişi sığındı. Esed rejimi katliamları ve IŞİD terörü sebebiyle 2013-2015 arasında Türkiye’ye sığınan sivil sayısında patlama yaşandı. Rakam artık 2,5 milyondu. 2016 ve sonrasında ise İran ve Rusya’nın “kuşat-bombardımanla katlet-yıldır ve sür” stratejisi çok sayıda sivilin Türkiye ve diğer komşu ülkelere sığınmasına yol açtı. 2016 sonrası ülkemizdeki sığınmacı sayısı 4-5 milyona ulaştı.
26 Temmuz 2023 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından bir televizyon programında yapılan açıklamada “gönüllü” geri dönüş sayısının 562 bin olduğu açıklandı.
Bu süreçte ve günümüze kadar Ankara’nın yurt içinde göçmen/sığınmacı demografisini yönetemediği ortada. Aynı yönetememe sorunu Türkiye’nin Suriye içerisindeki uygulamalarında da sürüyor.
Türkiye’de yaşayan Suriyeli sivillere yönelik Kayseri’de başlayan ve Türkiye’nin bir çok iline yayılan saldırı, gasp ve yağma eylemleri ile eş zamanlı başlayan kısır döngünün Suriye tarafındaki boyutları anlaşılmadan sorunun çözümü de zor gözüküyor.
KapatKayseri'de başlayan ve farklı şehirlere yayılan göçmen karşıtı şiddet olayları Türkiye'de yaşayan 3 milyonu aşkın Suriyeliyi etkiledi. ...
3 Temmuz - Türkiye'de yaşayan Suriyeliler ne düşünüyor? (DW Türkçe) Devamı3 Temmuz - Türkiye'de yaşayan Suriyeliler ne düşünüyor? (DW Türkçe)
Kayseri'de başlayan ve farklı şehirlere yayılan göçmen karşıtı şiddet olayları Türkiye'de yaşayan 3 milyonu aşkın Suriyeliyi etkiledi. Göç uzmanı Metin Çorabatır, Suriyelilerin korkudan evlerinden çıkamadığını söylüyor.
Kayseri'de çocuk istismarı iddialarının ardından başlayan ve başka şehirlere de yayılan olaylarda pek çok göçmenin iş yerleri ve araçları yakıldı. Göçmen karşıtlığı üzerinden bir araya gelen gruplar, "Suriyeli istemiyoruz" sloganları attı.
Göç İdaresi Başkanlığı'na göre Türkiye'de kayıtlı, geçici koruma kapsamında yaşayan 3 milyon 112 bin Suriyeli bulunuyor. Göçmen dernekleri, buna ilaveten kayıt dışı on binlerce göçmenin Türkiye'de ikamet ettiğini düşünüyor. Peki, yaşanan şiddet olayları 3 milyonu aşkın Suriyeliyi nasıl etkiledi?
"Mülteciler için hayat zorlaşıyor"
DW Türkçe'ye konuşan İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır mülteciler için hayatın her geçen gün daha da zorlaştığını ifade ediyor. Bu olayların derin bir geçmişi olduğunu ve göçmenlerin uzun süredir korku yaşadığını aktaran Çorabatır, "Olay siyasileşmiş vaziyette. İnanılmaz bir dezenformasyon var. Bu dezenformasyonlarla birlikte göçmen meselesi siyasi bir koz haline geldi" diyor.
"Mültecileri istemiyoruz, ülkemizi işgal ediyorlar" gibi nefret söylemlerinin şiddeti körüklediğini belirten Çorabatır hâlâ Türkiye bütçesinden kart ve maaş verildiğine dair yalan haberlerin dolaşımda olduğunu ifade ediyor. Seçim dönemlerinde nefret söylemlerinin arttığını vurgulayan Çorabatır, siyasilerin nefret söylemini bilinçli bir şekilde körükleyerek Türkiye'nin elit kesimlerine yönelik siyasi araç olarak kullandığını, iktidar partisinin de buna karşı, esnek olan politikalarını sertleştirdiğini belirtiyor.
Bu durumun fiili olarak zorla geri gönderme politikasına dönüştüğünü ve geri gönderilen mülteci sayısında artış olduğunu ifade eden Çorabatır, "Tüm partiler bu söylemin oy getirdiğini gözlemledi. Hükümet de iltica başvurularını almamak, geciktirmek gibi bir yöntem belirledi. Bu da ülkelerinden kaçmış insanları kayıt dışı bir hale soktu. Kayıt dışı bir göçmen insanlık dışı şartlarda çalışmak zorunda kalıyor, çocuğunu okula yazdıramıyor, hastaneye gidemiyor. Halbuki bu insanlar meşru sığınma hakkını kullanmak istiyor" diyor.
Metin Çorabatır: Saldıranlar cezasız bırakılıyor
Siyasilerin oluşturduğu nefret söyleminin sokakta hem sözlü hem de fiziksel şiddete dönüştüğünü anlatan Çorabatır, "Kayseri'de yaşanan olaylar bir ilk değil daha önce de şiddet olayları yaşanıyordu" diyor. Dernek olarak temasta oldukları pek çok mültecinin sopalı gruplar tarafından ırkçı saldırıya uğradığını anlatan Çorabatır, saldırıları gerçekleştirenlerin cezasız bırakıldığının altını çiziyor.
Çorabatır, son yaşanan olayların göçmenler üzerindeki etkisini şöyle anlatıyor: "Saldırıların ardından hem göçmenler hem saldıranlar gözaltına alınıyor. Saldırganlar iki gün içerisinde serbest bırakılırken mülteciler insanlık dışı muamele görerek geri gönderme merkezlerine alınıyor. Tüm bunların mülteciler üzerindeki etkisi çok kötü. Artık sokağa çıkamıyor, çocuklarını okula göndermekten korkuyorlar. Çocukları okullarda akran zorbalığına uğruyor. Konuştuğum pek çok mülteci evlerinden iş yerlerine yolları uzatarak gidiyor. Zaten ekonomik zorluk var. Şu anda Suriyeliler, 'Sen yabancısın sokağa çıkamazsın' diyen bir Nazi dönemi uygulamasıyla karşı karşıyalar. Çözümsüz bir noktadayız."
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel'in, "Bu sığınmacılar Suriye'ye gidecek. Esad da bu noktada üzerine düşeni yapacak" sözlerini eleştiren Çorabatır, "Esad zaten üzerine düşeni yaparak ülkesinde savaş çıkardı ve milyonlarca insanı mülteci haline getirdi. Uluslararası toplum ve hukuk Suriye'de geri dönülebilecek bir ortamın oluşmadığı konusunda hemfikir. Türkiye askeri ve ekonomik olarak Esad ile görüşebilir ama mültecilerin tehlikeli bir ülkeye geri gönderilmesi mümkün olmamalı" ifadelerini kullanıyor.
"Suriyeliler zayıf halka olarak görülüyor"
Muhacir Derneği Başkanı ve insan hakları aktivisti Süheyla Vefai, Suriyelilerin Türk devletine güvenerek burayı tercih ettiğini söylüyor. Kayseri'de yaşanan olan olayın uzun süredir biriken bir öfkeyi ortaya koyduğunu vurgulayan Vefai, bu olayların yıllar içerisinde farklı illerde ve çeşitli sebeplerle 2019'dan beri tekrarlandığının altını çiziyor. Doğru ya da yanlış fark etmeksizin bir haber üzerine bir araya gelen grupların öfkeyle vandalizm ve yıkım yarattıklarını dile getiren Vefai, suçluların ceza almadığını Suriyelilerin hep en zayıf halka olarak görüldüğünü söylüyor: "Suriyelilerden adaletsizlik ve zulme sessiz kalmaları bekleniyor. Suriyeliler tepki gösterdikleri takdirde fitnenin büyümesi endişesi ile baskı altına alınıyor, haklarının korunduğunu hissetmiyor"
Sorun nasıl çözülür?
Peki göçmenler bu sorunun nasıl çözülebileceğini düşünüyor?
Bu dönemde, Suriyeli göçmenlerin genellikle güvensizlik ve istikrarsızlık hissi yaşadığını vurgulayan Vefai bu olayların akabinde kısa ve uzun vadeli yapılması gerekenler olduğunu söylüyor.
Hak sahiplerinin zararını tazmin etmek, mağduriyeti gidermek ve onlardan özür dilemenin iyi bir başlangıç olabileceğini söyleyen Vefai, Suriyelilerin faydalanabileceği etkili şikayet kanallarının açılabileceğini ve bu kanalların yetkisinin artırılabileceğini ifade ediyor. Özellikle halkı kışkırtarak sokağa davet eden kişilerden kamuya açık bir şekilde hesap sorulması gerektiğini belirten Vefai, devletten nefret ve ırkçılık söylem ve eylemlerine gerçek bir ceza verilmesini beklediklerini söylüyor.
Esad'ın sebep olduğu savaşla binlerce Suriyelinin öldürüldüğünü ve 12 milyon kişinin yerinden edildiğinin göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulayan Vefai, "85 milyon Türk vatandaşından oluşan topluluk içinde 3,5 milyon göçmenin yönetimi için daha etkili yasaların çıkarılması gerekiyor" diye konuşuyor.
Ne olmuştu?
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı, Kayseri'nin Melikgazi ilçesine bağlı Danişmentgazi Mahallesi'nde Suriye uyruklu bir kişinin küçük yaşta küçük bir kız çocuğunu taciz ettiği iddialarının ardından soruşturma başlatı.
İddianın kentte yayılması Suriyeli göçmenlere yönelik öfkeye sebep oldu. Slogan atan grupların videoları sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Kalabalıklaşan gruplar kentte Suriyelilere ait iş yerleri ve arabaları yakmaya başladı. Olay sonraki günlerde Hatay, Gaziantep, Antalya ve Bursa gibi şehirlere sıçradı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya olaylar sonucunda 474 kişinin gözaltınaalındığını, gözaltına alınanların 285'inin göçmen kaçakçılığı, yaralama, uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel taciz, dolandırıcılık, parada sahtecilik, tehdit, hakaret, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma gibi çeşitli suçlardan adli kaydı olduğunun tespit edildiğini açıkladı.
Kapat
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesinin çağrısıyla Şişhane Meydanı'nda bir araya gelen 34 kurum, Kayseri’de ve diğer kentlerde Suriyeli ...
3 Temmuz - Basın Açıklaması: Irkçılık öldürür, dayanışma yaşatır (Enternasyonal Dayanışma) Devamı3 Temmuz - Basın Açıklaması: Irkçılık öldürür, dayanışma yaşatır (Enternasyonal Dayanışma)
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesinin çağrısıyla Şişhane Meydanı'nda bir araya gelen 34 kurum, Kayseri’de ve diğer kentlerde Suriyeli mültecilere karşı yapılan ırkçı saldırıları protesto etti. Enternasyonal Dayanışma aktivistlerinin de katıldığı eylemde, “Irkçılığa ve göçmenleri hedef gösteren saldırılara karşı dayanışmayı yükseltiyoruz” pankartı açıldı. Sık sık, “Yaşasın hakların kardeşliği”, “İstismarın faili göçmen değil erkektir”, “Irkçılık öldürür dayanışma yaşatır” sloganları atıldı.
Ortak basın açıklamasını İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri okudu.
Irkçılığa ve Göçmenleri Hedef Gösteren Saldırılara Karşı Dayanışmayı Yükseltiyoruz
Büyütülen ırkçılık kampanyasının aynı zamanda pogrom benzeri olayların yaşanma ihtimalini güçlendirdiğini kaydeden Yoleri’nin okuduğu basın açıklamasının tam metni şöyle:
Kayseri’de 3 gün önce bir çocuğun Suriyeli bir erkek tarafından cinsel istismara maruz bırakılması haberi üzerine kışkırtılan grupların Suriyelilerin yaşadığı mahallelere saldırıp, araçları ve evleri yakmaları, işyerlerini talan etmeleri ile başlayan olaylar, istismar olayının ötesinde açık bir göçmen düşmanlığı saikiyle ve göçmenlerin can güvenliklerini tehdit eder boyutta yayılarak devam ediyor.
Nitekim, dün Antalya’da Ahmet Handan El Naif isimli göçmenin sokakta yürürken önü kesilmiş ve bıçaklanarak öldürülmüştür. Kayseri’den sonra Konya, Antalya, Hatay, Gaziantep, Antalya, İstanbul gibi diğer şehirlere yayılan saldırıların önlenmemesi, devamında Suriye’de Türkiye aleyhine başlayan olaylar; ortak değerleri bulunan ve bir arada yaşamak zorunda olan halklarıkarşı karşıya getirmiş, toplumsal barışa onarılmaz yaralar açmıştır. Olayların Türkiye’de ve Suriye’de yayılarak devam ediyor olması ve büyütülen ırkçı kampanya aynı zamanda pogrom benzeri olayların yaşanma ihtimalini güçlendirmektedir.
Bugün göçmenlerle dayanışma iradesiyle bu meydanda bir araya gelenler olarak bizler devletin sınır ve göçmen politikalarından beslenen ve ırkçı saiklerle geliştirilen bu nefret saldırılarının durdurulmasını, onarıcı adalet ilkeleri doğrultusunda adalet mekanizmalarının işletilmesini istiyor, günah keçisi haline getirilen, saldırıya uğrayan göçmenlerle dayanışmamızı büyüteceğimizi duyuruyoruz.
Biz, çocuk istismarı ve erkek şiddetini önleme ve cezalandırma yükümlülüğünün kamu kurumlarında olduğunu ve bu olaylar bahane edilerek örgütlenen nefret saldırılarının göçmen düşmanı politikalardan beslenenleri güçlendirdiğini biliyoruz. Biz, bu topraklarda göçmen olarak yaşamak zorunda kalanların emperyalizmin kışkırttığı bölgesel paylaşım savaşlarının sonuçlarını yaşadıklarının, AB ülkelerinin iltica hakkını tanımayarak AKP-MHP iktidarının inşa ettiği baskıcı rejime su taşıdığının, seçim kampanyalarında Suriyelileri “sorun” olarak tanımlayıp ülkelerine göndermekten bahsedenlerin bu göçmen düşmanı düzeneği sürdürdüğünün farkındayız. Göçmen işçilerin insanlık dışı koşullarda yaşamalarının ve çalışmalarının nedeninin ise sermayenin kâr hırsı olduğunu, tıpkı erkek şiddetinin ırkı, dini, milliyeti olmadığını bildiğimiz gibi biliyoruz. Biliyoruz ki ne düşük ücretlerin ne yüksek kiraların, ne enflasyonun nedeni göçmenler değil, ülkeyi yönetenlerin politikalarıdır. Göçmenlere karşı saldırganlığa ve ırkçılığa temel sağlayan da yine hükümetin mülteci haklarını tanımayan yaklaşımıdır.
Bizler aşağıda imzası olan kurumlar olarak; olası bir katliam, bir pogrom olasılığı da gözetilerek acilen göçmen karşıtı saldırıların durdurulması için etkin önlemlerin alınmasını, saldırganların cezalandırılması için adli sürecin aciliyetle işletilmesini istiyoruz. Pogromların, nefret saldırılarının ve ırkçı politikaların karşısında durarak göçmenlerle dayanışmaya devam edeceğiz.
İmzacı kurumlar şöyle:
Antikapitalistler, Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İstanbul Şubesi, DEM Parti Göç ve Mülteciler Komisyonu, DSİP, Eko Anarşistler, Ekoloji Birliği, Emek ve Adalet Platformu, Enternasyonal Dayanışma, Göç Araştırmaları Derneği, Göç İzleme Derneği, Göçmen Sendikası Girişimi, Halkların Köprüsü Derneği, Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De, İşçi Demokrasisi Partisi, İşçi Emekçi Birliği, İklim Adaleti Koalisyonu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İstanbul Geri Dönüşüme Katkı Derneği, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, İzmir Müzisyenler Derneği, İzmir Yeşil Gelecek Derneği, Jineps Gazetesi, Kadın Dayanışması, Marksist.org, Mülteci Medyası, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Sınırsız Dayanışma, Validebağ Direnişi, Validebağ Savunması, Yaşamak Sosyal Alan ve Dayanışma Derneği, Yeşil Sol Parti Mültecilerle Dayanışma Çalışma Grubu.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/03/irkcilik-oldurur-dayanisma-yasatir/
KapatDSİP üyesi ve İzmir Mülteci Dayanışma Platformu aktivisti İsmail Çapar, göçmenlere karşı ırkçı saldırılar üzerine MA'ya ...
3 Temmuz - (Röportaj) İsmail Çapar: 'Dün Kürtlerdi bugün mülteciler' (Marksist.org) Devamı3 Temmuz - (Röportaj) İsmail Çapar: 'Dün Kürtlerdi bugün mülteciler' (Marksist.org)
DSİP üyesi ve İzmir Mülteci Dayanışma Platformu aktivisti İsmail Çapar, göçmenlere karşı ırkçı saldırılar üzerine MA'ya konuştu. Mültecilere dönük ırkçı saldırıların oluşturulmuş toplumsal nefret ortamından kaynaklandığını söyleyen Mülteci Dayanışma Platformu üyesi İsmail Çapar, eşit yaşam koşullarının sağlanmasıyla olumsuz algının ortadan kaldırılabileceğini vurguladı. Mezapotamya Ajansı'n yaptığı röportajı paylaşıyoruz.
Kayseri'de 30 Haziran akşamı 7 yaşındaki bir çocuğun istismar edildiği iddiası sonrası kentte Suriyelilere yönelik ırkçı saldırılar başladı. Suriyelilerin evleri, iş yerleri ve araçları ateşe verildi, Suriyelilere fiziki saldırılar gerçekleştirildi. Saldırılar sonrasında birçok kente yayıldı. Ayrıca Antalya'da Suriyeli 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif, bir grup tarafından öldürüldü. İçişleri Bakanlığı, saldırılardan dolayı 474 kişinin gözaltına alındığını, bunlardan 285'inin çeşitli suçlardan kayıtlarının bulunduğunu açıkladı.
'Mülteci karşıtlığı artıyor'
Türkiye'de mülteci karşıtlığı ve düşmanlığının arttığını belirten İzmir Mülteci Dayanışma Platformu üyesi İsmail Çapar, "İktidarı ve muhalefetiyle herkesin mülteci düşmanı olduğu bir ülkede, bu gibi saldırıların olmama ihtimali düşük" dedi. Mültecilere yönelik saldırılar için bir kıvılcımın yettiğini söyleyen Çapar, "Hukukta 'suçun şahsiliği' diye bir ilke vardır. Ama herhangi bir Suriyeli, bir suça karıştığında birey olarak değil, tüm Suriyeliler hedef alınıyor. Bu da cezanın toplumsallaştığı bir durumu ortaya çıkarıyor. İçişleri Bakanlığı'nın açıklamasına göre, yakalananların bir kısmının eski sabıkalı. Hatta tacizden bile sabıkaları var. Bu kadar insanın bir anda tek bir meseleden kaynaklı var olmaları ve bu saldırıların tüm ülkeye yayılmış olması korkunç bir şey. Bunun nedeni de başından beri oluşturulmuş bir toplumsal nefret ortamı. Bu ortamın temel nesnesi de mülteciler, özellikle de Suriyeli mülteciler" ifadelerini kullandı.
'Belli kliklerin korumasında yapılıyor'
Saldırıları eş zamanlı olarak birçok kentte olmasının organize olma izlenimi verdiğini ifade eden Çapar, "Bu tarz linç girişimlerinde bu lince eşlik eden başka bir motivasyon kaynağı var. Bu da yağma. Bunun da nereden geldiğinin tarihsel süreçlerine bakmak lazım. Bu topraklarda var olan 1915, Edirne pogromu, 6-7 Eylül saldırıları, Maraş, Çorum, Gazi, Madımak birçok saldırı oldu. Bütün bunlara baktığımızda, saldırılar belli kliklerin koruması altında gerçekleşiyor. En son Altındağ'da yapılan saldırılarda polisin halkı yönlendirdiğine dair videolar ortaya çıktı. Yapılan saldırılarla bu topraklarda ötekinin hiçbir hakkının olmadığını görüyoruz" diye konuştu.
'Mülteciler iktidarlar için ucuz iş gücü'
Mültecilerin ucuz iş gücü olarak kullanıldığına dikkati çeken Çapar, "İşsizlik var diyorsun, 'Mülteci ucuza çalışıyor' diyor. Sanki mülteci tercihen ucuza çalışıyor. 'Kiralar arttı' diyorsun, 'Mültecilerden kaynaklı' diyorlar. Temel mesele mültecilerin haklarının tanınmamasıdır. Aynı ezilen grupta olmasına rağmen işçiler ve mülteciler karşı karşıya getiriliyor. Bu durumda sadece patronlar kazançlı çıkıyor. İktidarlar yeryüzündeki tüm mültecileri ucuz iş gücü olarak kalmasını istiyor" diye belirtti.
'Krizlerin kaynağı mülteciler gibi gösteriliyor'
Türkiye'nin mültecileri korumaya almakla mükellef olduğunu vurgulayan Çapar, "Ama Türkiye'nin bir mülteci politikası yok. Bu insanları topluma entegre edecek, üçüncü bir ülkeye gidip gitmeyeceklerinin ve burada kalacaklarsa hangi koşullarda kalacaklarına dair bir politika yok. İktidar daha çok mültecileri Avrupa'ya karşı şantaj aracı ya da rüşvet aracı olarak kullanıyor. Yine bu saldırılarla AKP'nin mültecileri araçsallaştırma meselesi öne çıkıyor. Türkiye yaşadığı çoklu krizlerin hiçbirine çözüm bulamıyor. Bütün bu sorunların kaynağı mülteciler olarak gösteriliyor" şeklinde konuştu.
'Dün Kürtlerdi bugün mülteciler'
İktidar ve egemenliğin her zaman bir nefret nesnesine ihtiyaç duyduğu tespitini yapan Çapar, bu yolla çıkardıkları krizlerin çözmeye çalıştığını ifade etti. Çapar, şunları söyledi: "1990'lı yıllarda, dün işte sanki ülkede olan tüm sorunların müsebbibi Kürtlermiş gibi onlara saldırırlardı. Şimdi de mülteci ve öteki olan herkese aynı argümanlarla saldırıyorlar. Bu politikanın altında, iktidarın ötekileri değersizleştirerek, her türlü saldırıya açık hale getirmesidir. Aktörler değişiyor ama saldırganlar, saldırılar ve politikalar değişmiyor. Bunun altında tabii ki sınıfsal bir çıkar var. Bu mesele yüzde 1 ile yüzde 99'un kavgası. Dünyada yıllık gelirin yüzde 90'nı yüzde 1'lik bir azınlık sahip. Yüzde 1'in buna sahip olabilmesi için yüzde 99 ile kavga edemeyeceğine göre, yüzde 99'u her yerden bölmesi gerekecek. Bölerken de yeni kesim kim ise onu bir nefret nesnesi haline getirecek ve bütün toplumda oluşmuş öfkeyi saldırıyı onlara yönlendirecek. Çünkü onlara yönlendirmezse bu durum kendi iktidarına yönelecek. Kendi iktidarlarını sağlam tutmak için mültecileri ve ötekini harcamaları ve nefret nesnesi haline getirmesi gerekiyor."
'Savaşlar ilk olarak mülteci üretir'
Suriye'deki saldırılarla buradakilerle bağlantılı değilmiş gibi görünse de Türkiye'de mültecilere yönelik kötü yansımalarının olacağını kaydeden Çapar, bu durumun mültecileri saldıra daha açık hale geleceğini vurgulayarak, "Türkiye Suriye'de işgalci bir devlet ve bir an önce orayı terk etmesi gerekiyor. Bu ülkenin halkları olarak öncelikle bunu talep etmemiz gerekiyor. Bugün Ukrayna ve Filistin'de olduğu gibi bütün savaşlar ilk olarak mülteci üretiyor" diye kaydetti.
'Normalleşme' tartışmaları
Suriye'de savaşın seyrinin düştüğünü ve inşa sürecine girmeye çalıştığını ifade eden Çapa, çoklu bir krizin ortasında olan Türkiye'nin de inşaatta "cevval" olduğunu, Suriye'yle normalleşme arzusunun da biraz da bundan kaynaklandığını yorumunu yaptı. Normalleşme söyleminin Suriye'deki silahlı gruplar tarafından tepki ile karşılandığını hatırlatan Çapar, "ÖSO Türkiye ile beraber hareket ediyor. Erdoğan'ın Esad ile normalleşme dair yaptığı açıklama onların kendilerinin satıldığını duygusunu oluşturdu. Onlar Esad ile karşı karşıya bırakılacak. Onlarında bu anlamda Türkiye'ye bir tepkisi var. Bu tepki Türkiye'ye de olumlu yansımayacak. Yansımadığını da görüyoruz. İlerde yansımaları daha kötü olacak" öngörüsünde bulundu.
Çapar, yaşanan sorunların mültecilerin tüm haklarının tanınması, eşit yaşam koşullarının sağlanmasıyla mümkün olduğunu vurguladı. Çapar, bunun sağlanması durumunda mültecilere dair oluşturulan olumsuz algının bertaraf edileceğini sözlerine ekledi.
http://marksist.org/icerik/Roportaj/21064/Roportaj-Ismail-Capar-Dun-Kurtlerdi-bugun-multeciler
KapatAntalya Serik’de ırkçıların saldırısı sonucu öldürülen Suriyeli işçi Ahmed El Handan konusunu, İnsan Hakları aktivisti, ...
3 Temmuz - Suriyeli işçi Ahmet El Handan nasıl öldürüldü (Enternasyonal Dayanışma) Devamı3 Temmuz - Suriyeli işçi Ahmet El Handan nasıl öldürüldü (Enternasyonal Dayanışma)
Antalya Serik’de ırkçıların saldırısı sonucu öldürülen Suriyeli işçi Ahmed El Handan konusunu, İnsan Hakları aktivisti, Uluslararası Mülteci Çalışmaları Merkezi başkanı Taha El Gazi ile konuştuk.
Enternasyonal Dayanışma: Çocuğun öldürülmesi nasıl oldu. Kaç yaşındaydı. Ne iş yapıyordu. Türkiye’ye ne zaman gelmişti. Ailesini biraz tanıtır mısın?
Taha El Gazi: Ahmed Handan’ın ailesi Deyr Zor’da yaşıyor. Ahmed bundan 2 yıl önce çalışmak için Türkiye’ye gelmiş. Ama oturma ve çalışma izni yok. Birlikte kaldığı 8 Suriyeli işçi de kendisi gibi. Oturma ve çalışma izinleri yok. Ahmed 17 yaşındaydı, geçici mevsimlik işlerde çalışıyordu.
Ahmed’in öldürüldüğü gece pek çok il ve ilçede Suriyelilerin evleri işyerleri saldırıya uğradı. Irkçı gruplar, Serik’teki bu evde de Suriyelilerin kaldığını biliyorlar ve eve saldırıyorlar.
Eve saldırı olunca Ahmed Handan evden kaçmış, sokağa çıkmış, bu defa sokaktaki bir grup ona saldırmış ve bıçaklamış, orada ölmüş. Olay böyle oluyor.
Henüz cesedi morgda, kimseye teslim edilmedi. Ailesi bizimle irtibata geçti, cesedin kendilerine teslim edilmesini yani Deyr Zor’a gönderilmesini istiyorlar. Ama sanırım bu mümkün değil, muhtemelen kimsesizler mezarlığına gömülür.
Evde bulunan diğer 8 Suriyelinin 2’si hastanede tedavi görüyor, 6’sı ifade için polis merkezinde. Oturma izinleri olmadığı için muhtemelen Geri Gönderme Merkezine gönderilirler, oradan da sınır dışı edilirler.
Ahmed öldürüldükten sonra, beni Yeryüzü Çocukları Derneği aradı, ilgilenecekler, ailesi ile iletişime geçecekler.
Enternasyonal Dayanışma: Kayseri’de başlayıp yayılan olaylar konusunda ne düşünüyorsunuz, altında yatan asıl nedenler ne olabilir.
Taha El Gazi: Kayseri olayları bugünün olayı değil. Aylardır Suriyelilere yönelik yapılan ırkçılığın ve bu ırkçı saldırıların cezasız kalmasının sonucu. Olaylar çok önce başlamıştı. Altındağ, Bozova, Esenyurt pek çok yerde saldırılar oldu.
O zaman saldırganlara cezalar verilseydi, şimdi bu kadar saldırı olmazdı. Görüntülerde görüyoruz. Bir kişi kepçeyi sürerek bütün araçları tahrip ediyor. Kepçe nereden geldi, muhtemelen bir müessesenin aracı. Buna kim izin verdi.
Polislerde göstericilere karşı bir yumuşaklık vardı. İnsanlar dükkânları yakıyor. Polis seyrediyor. Polisin, hükümetin sessiz kalması, bu tip gruplara alan açıyor.
Enternasyonal Dayanışma: Erdoğan’ın Esad ile görüşme talebi olayları tetikledi mi?
Taha El Gazi: Tayyip Erdoğan’ın açıklamasının etkisi oldu. Türkiye’de sığınmacı toplumunun kabul edilmediği bir ortam oluşturuldu. Bu ortamı hazırlayan asıl olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Pandemi sırasında, zor koşullarda çıktı, “sığınmacılar için 40 milyar dolar harcadık” dedi. Seçimlerden hemen sonra 1 milyon Suriyeliyi göndereceğiz dedi. Halk da bunu “artık Suriyeliler gitsin” olarak algıladı.
Türkiye’de sığınmacı düşmanları faşist mi evet, ama hükümet yanlısı partiler de artık sığınmacılar gitsin diyor.
Devlet Bahçeli Suriyeliler gitsin dedi, hemen ardından Gaziantep’te 41 STK Suriyeliler gitsin dedi. YRP başkanı Fatih Erbakan, BBP başkanı Mustafa Destici, MHP başkanı Devlet Bahçeli Suriyeli sığınmacılar gitsin diyor.
Enternasyonal Dayanışma: STK’lar bu süreçte nasıl bir yol izlemeliler, ırkçı saldırılara karşı Suriyelilere nasıl destek olabilirler, neler yapmalılar.
Taha El Gazi: Çağrım Suriyeli ve Türk tüm STK’lara. Kayseri olaylarının 3. günündeyiz, sığınmacılar yalnız bırakıldı. Haberlerde deniyor ki, “Kızılay Suriyelilere ekmek dağıtıyor”. İnsanlar ekmek değil güvenlik istiyor. İnsanlar kendilerini insan gibi hissetmek istiyor. Bu kadar korku yaşatıldı, “al bu ekmeği” demek aşağılamaktır.
STK’lardan talebimiz şu: İçişler Bakanlığı ve Göç İdaresi harekete geçmeli. Saldırıya uğrayanlar geçici koruma altında olan Suriyeliler, O halde Göç Başkanlığının görevi bu, hemen harekete geçmeli. İçişleri Bakanlığından bir heyet saldırıya uğrayan illerdeki insanları ziyaret edip hasar tespiti yaptı mı, yok. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu var, kamu kurumu. Sözde bağımsız bir kurumdur. Bu kurum harekete geçti mi, geçmedi. Ya da Adalet Bakanlığı yetkilileri bölgeye gitti mi, gitmedi. Ne bekliyorlar. STK’lar bu konuda hükümete baskı yapmalı.
Aslında hemen 2. gün gitmeleri gerekiyordu, hasar tespiti yapmaları gerekiyordu. Ama yapmadılar. Yarın öbür gün iş unutulur. Aynen 2019’da İkitelli’de olduğu gibi söz verip yapmayacaklar. O zaman da vaat etmişlerdi, bir şey çıkmadı.
Ben şundan korkuyorum, Bu iş Kayseri ile bitmeyecek, zaten Antep’te, Konya’da, Reyhanlı’da, Nizip’te, Urfa’da giderek büyüyor.
Hükümetin başarısızlığı için mültecilere saldırılıyorsa bu çok kötü, ne dini ne de sosyal demokrat bir tarz değildir. Biz sığınmacılar kime güveneceğiz. AKP kendisini muhafazakâr, Ensar olarak tanıtıyordu, muhacirlere sahip çıkıyordu, ama bu tavırlar hangi dine sığar.
CHP kendisini sosyal demokrat tanıtıyor, ama aşırı sağcı gibi hareket ediyor. Biz kime güveneceğiz, dindarlara mı, sosyal demokratlara mı? İkisine de güvenemiyoruz.
Milletvekillerinden de ses çıkmıyor. 2 Temmuz Sivas anmasına katılanlar var, ama Sivas benzeri olaylar Kayseri’de yaşanıyor, sen Sivas’a gitmeden önce oraya niye gitmedin. Yükü STK’ların omzuna bırakıyorlar. Ama STK’lar bir basın açıklaması yapabilir. Siyasetçiler nerede, Kayseri’ye gitmediler. Belki de herkesin hoşuna gidiyor, “nasılsa sığınmacıların başına geliyor” deniyor.
Bir an önce bu ırkçı saldırıların sonlandırılması için hem hükümetin hem de STK’ların harekete geçmesi gerekiyor.
Çok teşekkürler Taha Hocam.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/03/suriyeli-isci-ahmet-el-handan-neden-olduruldu/
Kapat
Kayseri’de yaşayan Suriyelilere yönelik ırkçı faşist saldırılarda çok sayıda ev, iş yeri ve araç yakıldı. Kayseri’de başlayan ...
2 Temmuz - Kayseri’de İYİ Partili ırkçı, saldırılarla ilgili tutuklandı Devamı2 Temmuz - Kayseri’de İYİ Partili ırkçı, saldırılarla ilgili tutuklandı
Kayseri’de yaşayan Suriyelilere yönelik ırkçı faşist saldırılarda çok sayıda ev, iş yeri ve araç yakıldı. Kayseri’de başlayan ırkçı faşist saldırılar daha sonra Türkiye’nin farklı şehirlerine yayıldı.
Suriyelilere yönelik saldırıların başlangıcıyla ilgili olarak Yeniçağ Kayseri Temsilcisi ve İYİ Parti Kayseri teşkilatından Hasan Mert Çakmak, halkı kin ve nefret suçuna teşvik ettiği gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderildi. Çakmak’ın sosyal medya paylaşımlarında, olayların daha da alevlenmesine neden olabilecek ifadelerin bulunduğu açıklandı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kayseri’de Suriyeli sığınmacının bir çocuğu istismar ettiği iddiası üzerine ülke genelinde çıkan ve Suriyeli sığınmacıları hedef alan olaylarda 474 şahsın gözaltına alındığını açıkladı.
Bursa’da Suriyelilere yönelik ırkçı saldırı planları ortaya çıktı
Bursa Arapları Yıldırma Grubu adlı Telegram grubunda bulunan kişilerin, Salı akşamı Suriyelilere saldırmak için organize oldukları görüldü.
“Polis gelene kadar ne yapabiliyorsanız yapın” şeklinde konuşmaların yapıldığı grupta, 200-300 kişilik bir grup Salı akşamı için hazırlandı.
Bursa Emniyet Müdürlüğü, Telegram üzerinden Suriyelilere saldırma planları yapan “Arapları Yıldırma” isimli kanalın üyelerini gözaltına aldı.
Kayseri’de ırkçı saldırganlardan dolayı evlerinde mahsur kalan mültecilere yardım
Kayseri’de mülteciler iki gündür ırkçı vandalların saldırısı altında. Fiziki olarak saldırıya uğrayan, evleri ve işyerleri yağmalanıp yakılan Suriyeli mülteciler saldırganlardan korktukları için evlerinden dışarı çıkamıyorlar. Evlerinden çıkamayan mülteciler, gıda ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düştüler.
Mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak için Kayseri’deki STK’lar harekete geçtiler ve çeşitli mahallelerde ailelere gıda yardımında bulundular.
KapatGöçmenleri savunan kitle örgütleri, siyasi partiler, dernek ve platformlar, son günlerde gelişen saldırılara karşı ortak bir basın ...
2 Temmuz - Kurumlardan ortak açıklama: “Mültecilere yönelik ırkçı saldırıları durdurun!” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı2 Temmuz - Kurumlardan ortak açıklama: “Mültecilere yönelik ırkçı saldırıları durdurun!” (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmenleri savunan kitle örgütleri, siyasi partiler, dernek ve platformlar, son günlerde gelişen saldırılara karşı ortak bir basın açıklaması yayımladı:
30 Haziran gecesi, Kayseri Danişment Gazi Mahallesi’nde 6 yaşında bir çocuğun Suriyeli bir erkek tarafından cinsel istismara uğradığı haberi üzerine sokağa çıkan gruplarca, mülteci karşıtı ve ırkçı sloganlar eşliğinde, gece boyunca mültecilere ait evler ateşe verilmiş, araçlar ters çevrilerek tahrip edilmiş, yakılmış ve dükkanlara zarar verilmiştir. Linç saldırıları ve toplu şiddetin yol açtığı dehşet gecesi boyunca kentte yaşayan mülteci toplum büyük bir korku ve travma yaşamış, bu travma sosyal medya üzerinden yayılan ırkçı dalga ile daha da büyütülmüştür. Olaylar üzerine bölgeye gelen Kayseri Emniyet müdürünün saldırgan topluluğu “mağdur da Türk değil Suriyeli diyerek, mağdurun kimliğini ön plana çıkartarak yatıştırmaya çalışması sorunun başka bir yüzüdür ve kabul edilemez. Bu vesileyle hem istismar olayını hem de nefret suçlarına sebep olan saldırıları kınıyoruz. Saldırılar sırasında ev, işyeri ve araçlarda meydana gelen maddi zararlar tazmin edilmeli, suça karışan kişi ya da kişiler hukuk önünde cezalandırılmalı, istismar faili de ırkçı saldırganlar da korunmamalıdır.
Hükümet bu vahim gelişmelerden siyasi olarak sorumludur. 13 yıldır daha da belirginleşen pragmatist göç siyaseti esas olarak sosyal destek ve hukuki korumadan mahrum bırakılan ve ağır sömürü çarkına sürülen mültecileri mağdur etmektedir. Kayseri, Konya gibi sanayi kentlerini ucuz ve güvencesiz göçmen emeği üzerinden vahşi bir emek pazarı yarışına sokan ve “Anadolu Kaplanları” olarak bilinen muhafazakâr patron örgütleri de bu pragmatist göç siyasetinin önemli bir parçasıdır ve olayların bu hale gelmesinde sorumlulukları vardır.
Nitekim saldırıları gerçekleştiği Danişment Gazi ve Eskişehir Bağları mahalleleri aynı zamanda, mülteci ve yerli organize sanayi işçilerinin yaşadığı emekçi yerleşim birimleridir ve bir arada insanca yaşamın yolu 2017’de olduğu gibi ortak talepler etrafında örgütlenerek mücadele etmelerini zorunlu kılmaktadır. Kayseri Saya Emekçileri Derneği de bunun olumlu bir örneğidir. Ancak linç saldırıları ve körüklenen nefret yerli ve mülteci nüfus arasında gelişen bu bağları parçalamaktadır. Sendikaların ve emek örgütlerinin de bu süreçte işçilerin birliği, halkların kardeşliği için ses çıkarması, bu nedenle ayrıca önem kazanmaktadır.
Öte yandan son dönemde mülteciler topluca, önce Geri Gönderme Merkezlerine, sonrasında da rızası hilaflarına Suriye’nin kuzey kentlerine gönderilmektedirler. Şovenizm ve ırkçılığın yönlendirdiği teyitsiz yanlış bilgiler ve provokatif çağrılarla gelişen, Kayseri’dekine benzer galeyan, kışkırtma ve saldırıların da iktidar sahipleri ve kimi siyasi muhaliflerce daha kitlesel geri göndermeler için dayanak yapılması ve zaten yetersiz olan hukuki korumanın tamamen ortadan kaldırılması ihtimali bu süreçte güç kazanmaktadır.
İzmir Güzelbahçe’de inşaat işçisi üç Suriyeli mültecinin yakılarak katledilmesi, geçtiğimiz günlerde Muğla’da Kürt tarım işçilerine yapılan ırkçı saldırı ve tam da Sivas Katliamının yıldönümünde bir kez daha ırkçı saiklerle ev yakmalara, linç saldırılarına tanık olmak endişe vericidir. 2014, 2016 ve 2019’da mültecilere yönelik gerçekleşen linç dalgalarını düşününce, dördüncü büyük linç dalgasından endişe duymaktayız ve önlem alınması için yetkilileri uyarıyoruz.
Biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak; ırkçılığa ve şovenizme karşı olduğumuzu, herkes için insan haklarını savunmaya devam edeceğimizi bir kere daha duyuruyoruz. Kayseri’de yaşanan istismar ve nefret suçlarına sebep olan saldırıları kınıyor, suça karışan kişi ya da kişilerin hukuk önünde cezalandırılmasını istiyoruz. Saldırılar sırasında ev, işyeri ve araçlarda meydana gelen maddi zararlar tazmin edilmeli, tutuklanan istismar faili gibi ırkçı saldırganlar da yakalanarak cezalandırılmalıdır. Nefret suçları cezasız kalmamalı, yeni saldırılara yol verecek cezasızlık politikası son bulmalı ve göç politikalarında insani ve kalıcı çözüm formülleri geliştirmelidir.
İMZACI KURUMLAR
Antikapitalistler, Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, DEM Parti Göç ve Mülteciler Komisyonu, DSİP, Ege Çevre ve Kültür Derneği, Eko Anarşistler, Ekoloji Birliği, Emek ve Adalet Platformu, Enternasyonal Dayanışma, Göç İzleme Derneği, Göçmen Sendikası Girişimi, Halkların Köprüsü Derneği, Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De, İklim Adaleti Koalisyonu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Geri Dönüşüme Katkı Derneği, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, İzmir Müzisyenler Derneği, İzmir Yeşil Gelecek Derneği, Jineps Gazetesi, Marksist.org, Muğla Çevre Platformu, Mülteci Medyası, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, Sınırsız Dayanışma, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi, Validebağ Direnişi, Validebağ Savunması, Yaşamak Sosyal Alan ve Dayanışma Derneği, Yeşil Sol Parti Mültecilerle Dayanışma Çalışma Grubu
Kapat
Enternasyonal Dayanışma iki gündür devam eden göçmenlere yönelik saldırılarla ilgili yazılı bir açıklama ...
2 Temmuz - Enternasyonal Dayanışma: “Irkçı saldırılara karşı göçmenlerle dayanışmaya!” Devamı2 Temmuz - Enternasyonal Dayanışma: “Irkçı saldırılara karşı göçmenlerle dayanışmaya!”
Enternasyonal Dayanışma iki gündür devam eden göçmenlere yönelik saldırılarla ilgili yazılı bir açıklama yaptı:
Türkiye’deki milyonlarca göçmenin karşı karşıya kaldığı ırkçı linç tehdidi giderek büyüyor. Devletin göçmenlere karşı izlediği politikalar her geçen gün daha da kötüleşiyor.
Hukuksuz geri göndermeler olağanüstü arttı. Her tür resmi işlem, göçmenler için muazzam ölçüde zorlaştırıldı. Statüsüzlük, Geçici Koruma Yönetmeliği’nin “misafir” algısı yaratması bu olumsuzlukları daha da artırdı. Hem Göç İdaresi’nde hem Geri Gönderme Merkezleri’nde sürüp giden kötü muamele, savaştan kaçıp buraya sığınmış insanların hayatlarını cehenneme çevirdi.
Karar alıcıların göçmenlerin hayatlarını zorlaştıran bu tutumlarının üstüne, siyasetçiler, gazeteciler, medya; birçok toplumsal sorunda gerçek muhataplar yerine göçmenleri hedefe koydu. Göçmenler, her türlü bahane ile ırkçı saldırıya açık hâle getirildi.
Kayseri’de başlayan, başka yerlere yayılan ırkçı linç ve saldırı girişimleri, bütün bu atmosferin sonucunda meydana geliyor.
Eşitlikten, özgürlükten, daha adil ve güzel bir dünyadan yana olan herkesi, bu faşist saldırı dalgasına karşı birleşmeye çağırıyoruz.
Göçmenler, bir bütün olarak, hiçbir tekil suçun veya hatanın, Türkiye toplumundaki hiçbir ekonomik ve politik sorunun sorumlusu ilan edilemez. Bu açıkça ırkçılıktır.
Göçmenlerin tehdit altında olduğu bir toplumda, başta işçi sınıfı olmak üzere diğer tüm ezilenler de tehdit altındadır. Türkiye işçi sınıfının, yoksulların, baskı altında yaşayan tüm kesimlerin çıkarı; göçmenlerle dayanışmayı büyütmekten, aşırı sağın saldırılarına karşı birleşik bir mücadele hattını örmekten geçer.
Tüm emek ve demokrasi güçlerini, sendikaları, kitle örgütlerini, bu saldırı dalgasına karşı birlikte hareket etmeye, ırkçılığı durdurmaya ve faşistleri geriletmek için birleşmeye çağırıyoruz.
Enternasyonal Dayanışma
KapatSığınmacılar Platformu aktivisti Yıldız Önen, göçmenlere yönelik faşist saldırıları hazırlayan süreci ...
2 Temmuz - Yıldız Önen: “Göçmenlerle dayanışanların sesi ırkçılardan daha yüksek çıkmalı” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı2 Temmuz - Yıldız Önen: “Göçmenlerle dayanışanların sesi ırkçılardan daha yüksek çıkmalı” (Enternasyonal Dayanışma)
Sığınmacılar Platformu aktivisti Yıldız Önen, göçmenlere yönelik faşist saldırıları hazırlayan süreci değerlendirdi:
“Ümit Özdağ ve Tanju Özcan’ın açıklamalarına[1] bakmak bile bu linç girişimlerinin neden olduğunu anlamamıza yeter. Özdağ “şımartılmış” Suriyeliler diyor. 11 yaşındaki Ahmet Haskiro’nun çalışırken can verdiği cinayeti örtmek için patronları aileye 500 bin lira ‘kan parası’ teklif ediyorlar. Takip ettiğimiz onlarca davada Suriyeliler tecavüze uğradı, kuyuya atıldı, öldürüldü, yakıldı. Bu medyaya yansıyan kaçıncı linç girişimi? Altındağ, Torbalı, Esenyurt… Özdağ “şımartılmış” diyor. Suriyeliler başta olmak üzere milyonlarca göçmen kadın, çoluk çocuk, yaşlı büyük bir yoksulluk ve sömürü içinde yaşarken bir de ırkçılıkla karşı karşıyalar. Bir yandan zorla geri gönderme tehlikesi, öbür yandan linç girişimi ile savaştan, Esad diktatörlüğünden kaçanları “şımartıyoruz”.
Tanju Özcan ise “kendi ilimden sığıntıların %90’ını defettim” derken siz de yapabilirsiniz diyor. Yaptığı ırkçı uygulamalar için suç duyuruları yapıldı, soruşturmalar açıldı ama ceza almadı. “Şimdi sıra sizde” demeye devam ediyor.
Bu iki kişi yalnız da değil. Genel seçimlerde Sinan Oğan’ın aldığı oyu hatırlayın, iki seçim ittifakının temsilcileri 28 Mayıs’ta iki ırkçıyı paylaşamadılar. 2019’dan bu yana bu ırkçı dalga büyütülüyor. Suçların cezasız kalması, tüm sorunların sorumluları olarak Suriyelilerin gösterilmesinin sonucu, bu linç girişimleridir.
İHD’de yaptığımız son basın toplantısında söylediğimiz gibi acilen göçmenlere temel insan hakları sağlanmalıdır. Göçmenlerin hak ve hukuklarını ihlal eden keyfi uygulamalara son verilmeli, bütün süreçler insan hakları ilkelerine ve hukuka uygun olarak yürütülmelidir. Ayrımcılık yasağı etkili biçimde uygulanmalıdır. Siyasi partilerin, STK’ların, bireylerin, gazetecilerin, medyanın göçmenleri hedef gösteren söylemleri için hemen soruşturma başlatılmalıdır. Göçmenlere ırkçı muamele yapanlar görevden uzaklaştırılmalıdır.
Bütün bunlar için göçmenlerle dayanışanların sesinin ırkçılardan daha yüksek çıkması gerekir. Bir arada yaşamak isteyen herkesin ırkçılığa karşı ses çıkarması gerekir. Gün susmanın değil dayanışmanın günü olmalıdır.
Özdağ, Özcan ve daha nicelerine karşı sesimizi yükseltelim. Ahmet Haskiro, Gina Mercimek, Mohammed Nourtani, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan, Muhammed Elbiş ve daha nice öldürülen Suriyeli, Afgan ve diğer göçmenlerin sesi olmalıyız.
Irkçılığa karşı göçmenlerle dayanışmaya…”
[1] Ümit Özdağ “13 milyonu aşan sığınmacı/kaçağın ülkeye girmesine izin vereceksin, onlara ayrıcalıklı muamele edeceksin, ekonomik kriz derinleşirken tepkinin artacağını bilmene rağmen önlem almayacaksın ve şımarttığın Suriyeliler, Türk polisine tacizciyi vermek istemeyip direnince çileden çıkan mahalle halkının ve Kayserililerin tepkisinin nedeni Zafer Partisi’nin kullandığı dil olacak.”
Tanju Özcan “Dün gece Kayseri’de yaşananlar artık bardağın taştığını net olarak gösterdi. Ben vicdanen rahatım çünkü kendi ilimden sığıntıların %90’ını defettim.”
KapatKayseri’nin Danişmentgazi Mahallesinde pazar akşamı Suriyelilerin iş yerleri, araçları ve evlerine yönelik saldırılar yapılmasının ardından bu gece ...
2 Temmuz - Kayseri’den sonra Antep, Adana, Konya... Şiddet eylemleri yayılıyor (Evrensel) Devamı2 Temmuz - Kayseri’den sonra Antep, Adana, Konya... Şiddet eylemleri yayılıyor (Evrensel)
Kayseri’nin Danişmentgazi Mahallesinde pazar akşamı Suriyelilerin iş yerleri, araçları ve evlerine yönelik saldırılar yapılmasının ardından bu gece de Hatay, Gaziantep, Konya, Urfa gibi pek çok kentte benzer görüntüler ortaya çıktı.
Suriyeli sığınmacılara yönelik pazar akşamı Kayseri’de başlayan saldırılar, bir gün sonra pek çok kente yayıldı. Kayseri’nin Danişmentgazi Mahallesinde, pazar günü Suriyeli bir çocuğun yine Suriyeli bir erkek tarafından taciz edildiği iddiası üzerine başlayan olaylarda, mahalledeki pek çok iş yeri ve araç tahrip edilmiş, bazı evlere saldırılar düzenlenmişti.
KAYSERİ'DE AKŞAM SAATLERİNDE OLAYLAR YENİDEN BAŞLADI
Kayseri’de gerginlik akşam saatlerinde yeniden başladı. Melikgazi ilçesindeki Danışmentgazi, Osmanlı, Selçuklu ve Hürriyet Mahallesi ile Kocasinan ilçesindeki Argıncık, Sahabiye ve Fevziçakmak mahallelerinde sokağa çıkan gruplar, Suriyelilerin iş yeri ile araçlarını ateşe verdi. Suriyelilerin evlerine taş attı. Polis, gruplara TOMA ve biber gazı ile müdahale etti. Sokak aralarındaki çöp tenekeleri yollara devrildi. Olayla ilgili çok sayıda kişi gözaltına alındı. Polisin müdahalesi ile olaylar sonlandırıldı.
Öte yandan benzer görüntüler, pazartesi akşamı itibariyle pek çok kentte ortaya çıktı. Gaziantep’te Türkiye bayrakları taşıyarak sloganlar atan ve tekbir getiren kalabalık bir grup Suriyelilerin MA (Misafir Araç) plakalı araçlarını tahrip etti. Suriyelilerin yaşadığı mahallelerde ellerinde sopalar bulunan kişilerin sloganlar atarak yürüdükleri görüldü. Gaziantep’te yolda yürüyen Suriyeli bir genç de etrafını saran kişiler tarafından bıçaklandı.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Twitter/X hesabından yaptığı açıklamada, yaşanan olayların Erdoğan’ın açıklamalarından sonra gelmesinin tesadüf olmadığını söyleyerek, “Türk milleti ve Türkiye’mizin âli menfaatlerini merkeze koyan yeni gelişmeleri baltalamak için, kökü dışarda olan çirkin bir oyun oynanmaya çalışılıyor” dedi ve sükûnet çağrısı yaptı.
Konya'nın Ereğli ve Çumra ilçelerinde de gece saatlerinde toplanan kalabalık, Suriyelilerin olduğu mahallelere yürüdü. Ereğli'de Suriyeli bir kişinin iş yeri ateşe verildi. Alevler itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle söndürüldü. Polis, saldırıyı gerçekleştiren kişilerin kimliğini belirlemek için çalışma başlattı. Her iki ilçede toplanan kalabalık, bir süre sonra dağıldı.
Bursa’da Suriyelilerin yoğun yaşadığı Çarşamba Mahallesi’nde toplanan gruba polis müdahale etti.
Hatay Reyhanlı’da toplanan bir grup da Suriyelilerin iş yerlerine yöneldi.
Antakya’da Türk bayraklarıyla sokağa dökülen bir grup, mülteci karşıtı sloganlar "Ülkemde mülteci istemiyorum" diyerek konvoy oluşturdu. Polis ekipleri geniş güvenlik önlemi alırken, topluluk Suriye aleyhine sloganlar attıktan sonra olaysız şekilde dağıldı.
KIRIKHAN’DA SURİYELİLERE AİT BAZI İŞYERLERİ ATEŞE VERİLDİ
Kırıkhan ilçesinde saat 22.30 sıralarında Hassa, Kanatlı, Nuriye Civelek ve Reyhanlı caddelerinin kesiştiği kavşakta toplanan kalabalık, ellerinde Türk bayraklarıyla konvoy oluşturdu. Topluluk, mülteciler aleyhine sloganlar atarken, Cumhuriyet Mahallesinde küçük bir grup, Suriyelilere ait manav dükkânını ateşe verdi. Bayırbucak Caddesi'nde iki telefon dükkânı kalabalık tarafından tahrip edildi. Suriyeli mültecilere ait cep telefonu aparatlarının satışının yapıldığı iş yerinin camları kırılıp, eşyalar dağıtıldı. Manav dükkânında çıkartılan yangın itfaiyenin müdahalesiyle kısa sürede söndürülürken, tahrip edilen cep telefonu dükkanlarının bulunduğu bölge ise polis tarafından korumaya alındı. Olaylara karıştığı belirlenen 8 şüpheli gözaltına alındı. Bayırbucak Caddesi'nde toplanan kalabalık, polis ikazlarının ardından dağıldı.
Şanlıurfa Akçakale ve İstanbul Sultanbeyli’de de sokağa gruplar Suriyeliler aleyhinde sloganlar atarak yürüdü.
ANTALYA SERİK
Antalya'nın Serik ilçesinde dün saat 23.00 sıralarında Serik eski Cuma pazarı mevkiinde toplanan bir grup, sloganlar atarak meydana geldi. Grup ilçenin çeşitli bölgelerinde oturan Suriyelilere ait araçlara taşlar atarak zarar verdi, ters çevirdi. Suriyelilere ait bir motosiklet cadde ortasında ateşe verilerek yakıldı.
Grup motosiklete müdahale etmek için gelen itfaiye ve sağlık ekiplerine engel oldu. Gece ilerleyen saatlerde eylemciler, Suriyelilere ait iş yerlerine taşlarla saldırıp camlarını kırdı.
Olaylara Serik ilçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekipler, Çevik Kuvvet, Antalya İl Emniyet Müdürlüğünden takviye olarak gelen Çevik Kuvvet ve TOMA'lar ile İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı jandarma timleri müdahale etti. Serik Kaymakamı Cemal Şahin, İl Emniyet Müdürü Orhan Çevik, Belediye Başkan Yardımcısı Halil Demir, İlçe Jandarma Komutanı Jandarma Üsteğmen Ayhan Aktürk de eylemcileri yatıştırmaya çalıştı.
Belediye Başkan Yardımcısı Halil Demir, polis aracının hoparlöründen toplananlara seslenerek “Lütfen arkadaşlar herhangi bir olaya sebebiyet vermeyelim. Duyarlı olalım ve dağılalım. Herkes evine gitsin. Polisimize yardımcı olalım" dedi. Olaylar, polisin çabasıyla saat 03.00 sıralarında yatıştırıldı
ERDOĞAN’IN ‘ESAD’ AÇIKLAMASI MI TETİKLEDİ?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cuma günü yaptığı “Suriye ile normalleşme” ve Suriye devlet başkanı Beşşar Esad ile yeniden görüşebileceği yönündeki açıklamaların ardından başlayan olaylar dikkat çekiyor. Pazar akşamı Kayseri’de yaşanan olayların ardından pazartesi günü Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolünde olan bölgelerde de tansiyon yükselmiş ve kamu binaları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin konuşlandığı binalara saldırılar düzenlenmişti. Suriye’de yaşanan bu olayların ardından TSK da bölgeye takviye kuvvetler sevk etti.
https://www.evrensel.net/haber/522282/kayseriden-sonra-antep-adana-konya-siddet-eylemleri-yayiliyor
KapatSuriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin askeri kontrolünde bulunan bölgelerde sabah saatlerinden itibaren başlayan gerilim ve olayların ardından ...
1 Temmuz - Suriye’nin kuzeyinde gösteriler ve gerilim: TSK takviye güç gönderdi (Evrensel) Devamı1 Temmuz - Suriye’nin kuzeyinde gösteriler ve gerilim: TSK takviye güç gönderdi (Evrensel)
Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin askeri kontrolünde bulunan bölgelerde sabah saatlerinden itibaren başlayan gerilim ve olayların ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bölgeye takviye güçler gönderdiği belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz cuma günü Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile yeniden ilişki kurabileceğini açıklaması ve dün Kayseri’de bir çocuğun Suriyeli bir erkek tarafından taciz edildiği iddiaları üzerine başlayan olayların ardından bugün Suriye’nin kuzeyindeki farklı bölgelerde gerginlik yaşandı.
İlk olarak sabah saatlerinde Halep’e bağlı Mare kasabasında, Türkiye'den gelen TIR'ların durdurulduğu, tahrip edilerek yakıldığı ve şoförlerinin darp edildiğine dair görüntüler sosyal medyada yer almaya başladı.
Yine Halep kentine bağlı Azez’de PTT şubesine saldırı düzenlendiği ve binada çalışan Türkiye’ye bağlı memurların kovulduğuna dair haberler yayıldı. İlerleyen saatlerde bölgedeki bir karakolda Türkiye bayrağının indirildiğine dair görüntüler yayınlandı.
Yerel kaynaklar, Halep kırsalındaki el-Bab, Azez ve el-Rai şehirlerinde çok sayıda kişinin Türkiye karşıtı gösteriler yaptığını, bölgedeki kamu binalarından Türkiye bayraklarının indirilmesini ve Suriye muhalefetinin kullandığı bayraklarının asılmasını talep ettiğini aktardı.
Bölgedeki olaylar sırasında çekildiği öne sürülen görüntülerde bazı kişilerin ateş açtığı görülürken, Halep kırsalı ve İdlib üzerinde Türk F-16’larının uçtuğu, bunun için Rusya’nın hava sahasını açtığı iddia edildi.
Bu gelişmelerin ardından TSK’nın bölgeye takviye kuvvetler gönderdiği belirtildi.
Gazetemizin yazarı Hediye Levent de sosyal medya hesabından yayınladığı mesajda şunları aktardı:
“Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin desteklediği grupların bölgelerinde olanlar tertip, tiyatro ya da gizli el işi filan değil. Daha önce de Ankara-Şam normalleşmesi gündeme geldiğinde benzer saldırılar oldu, Türk bayrakları yakıldı, zırhlı araçlar taşlandı. Suriye'nin kuzeyinde eski adıyla ÖSO yeni adıyla Milli Ordu içinde on binlerce adam var. Bölgede kaçakçılık başta olmak üzere maddi güç edinmiş, normalde bir hiçken elindeki silah sayesinde sözü dinlenir hale gelmiş on binlerce erkekten bahsediyoruz. Olayların sebebi beka derdi!”
Kapat
Uzun süredir örgütlenen ırkçı saldırganlık kara yüzünü Kayseri'de gösterdi.
Bir çocuk ...
1 Temmuz - Irkçılığa dur diyelim (gocmeniz.org) Devamı1 Temmuz - Irkçılığa dur diyelim (gocmeniz.org)
Uzun süredir örgütlenen ırkçı saldırganlık kara yüzünü Kayseri'de gösterdi.
Bir çocuk istismarı vakasını kullanan ırkçılar, organize bir şekilde sokağa döküldü.
Suçun şahsiliği ilkesini hiçe sayıp Suriyeli göçmenlerin evlerini, işyerlerini araçlarını tahrip edip ateşe verdiler.
Kolluk güçleri saldırganlar karşısında büyük oranda seyirci kaldı.
Bunun adı pogromdur. Yani ırkçı şiddetle göçmenlerin hayatını kast etme girişimidir.
Ve ilk değildir. Daha önce Ankara Altındağ benzer saldırılar oldu. İzmir'de üç göçmen işçi yakılarak öldürüldü. Toplu taşım araçlarında, sokakta, hayatın her alanında göçmenler saldırılara, tacize maruz kalıyor.
Bu durumun sorumlusu göçmenleri ucuz iş gücü olarak sömürüye açan, fakat eşit haklarını tanımayan AKP iktidarıdır.
Göçmenleri kovma vaadiyle seçim kampanyası yapan, ırkçı belediye başkanlarını kovmayan CHP'dir.
Başlıca sorumlu elbette göçmen düşmanlığı üzerinden örgütlenen İYİP, Ümit Özdağ ve benzeri faşistlerdir.
Her gün göçmenler hakkında bin türlü yalanın konuşulduğu medya organlarıdır.
Irkçılığa karşı sessiz kalan, üyelerini bu konuda eğitmeyen, göçmen işçilerle dayanışma göstermeyen bazı sendika yönetimleri de üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyerek faşist saldırıları engelleyecek mücadele yöntemleri ortaya koymuyor.
Hiçbir hakkı bulunmayan, geçici statüde yaşatılan, her an sınır dışı edilme tehdidi altında hayatta kalmaya çalışan göçmenler misafir ya da yabancı değil bu toplumun bir parçasıdır.
Sanılmasın ki ırkçı şiddet ve faşist saldırılar, en savunmasız insanlarla sınırlı kalacaktır.
Bugün Kayseri'den göçmenleri kovmaya çalışanlar, yarın hepimizin karşısında olup saldırganlıklarını sergileyecektir.
Vakit geç olmadan bu gidişata dur diyelim. Sendikalar, hak savunucusu örgütler, göçmen dernekleri ve platformlarıyla omuz omuza mücadele etmelidir.
Eğer göçmenlerin hayatını savunmak için birleşik mücadele sergilemezsek programlar yayılabilir, katliamlara dönüşebilir.
Onlarca katliamla dolu bir tarihse sahip olan bu ülkede bir katliama da izin vermemeliyiz.
Irkçılık yasaklansın, ırkçı partiler kapatılsın!
Kayseri'deki faşist çetelerden hesap sorulsun!
Orada ve tüm illerde göçmenlerin can ile mal güvenlikleri sağlansın!
Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır
https://gocmeniz.org/f/irkciliga-dur-diyelim
KapatDün Kayseri’de Suriye uyruklu bir şahıs, Suriyeli bir çocuğa yönelik taciz iddiasıyla emniyet güçlerince gözaltına alınmıştır. ...
1 Temmuz - ULFED: Kayseri Olayları Hakkında Kamuoyu Açıklama Devamı1 Temmuz - ULFED: Kayseri Olayları Hakkında Kamuoyu Açıklama
Dün Kayseri’de Suriye uyruklu bir şahıs, Suriyeli bir çocuğa yönelik taciz iddiasıyla emniyet güçlerince gözaltına alınmıştır. Olayın tacize uğrayan mağdur çocuğun Türk olduğu şeklinde yalan haberlerle yayılmasıyla Kayseri halkı kışkırtılmıştır. Gecenin ilerleyen saatlerinde bazı grupların Suriyeli sığınmacıların işyerlerine saldırarak ateşe vermesi, arabalarını ters çevirmesi ve Suriyeli sığınmacıların yaşadığı mahallelerde tehdit yaratması kabul edilemez bir durumdur. Suriyeli sığınmacılara yönelik bu saldırıları derin bir üzüntüyle takip etmekteyiz.
Bu olayların esas müsebbibi, toplumumuzda nefret ve kötülük tohumlarını saçanlar, Suriyeli sığınmacılara yönelik ayrımcı nefret söylemlerini dile getirmekten çekinmeyen siyasiler ve insani ve hukuki bir temelde çözüme kavuşturulması gereken göçmen meselesini siyasi bir malzeme olarak kullananlardır. ULFED olarak, ülkemizde toplumsal barış ve uyumun sağlanması için çalışmalarımızı azimle sürdürmekteyiz. Kayseri’de meydana gelen bu elim hadise ile ilgili gerekli hukuki müdahaleleri yapacak ve bölgede kapsamlı çalışmalar yürüteceğiz.
Toplumsal barışın sağlanması ve mağdurlar lehine adaletin tecelli etmesi için ilgili bütün kurumlarla işbirliği yapmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Her türlü ayrımcılığa ve nefrete karşı kararlılıkla mücadele edeceğiz. Bu vesileyle, tüm vatandaşlarımızı sağduyuya davet ediyor, şiddetin hiçbir zaman çözüm olmadığını hatırlatmak istiyoruz. Ayrıca suçun şahsi olduğunu, bir millete mensup bir kişinin eylemlerinden o millete mensup diğer masum insanların sorumlu tutulamayacağının da altını çiziyoruz. Toplumumuzun her bireyinin huzur ve güven içinde yaşayabileceği bir Türkiye için çalışmaya devam edeceğiz. Saygılarımızla. https://x.com/ulfed_tr/status/1807722713676427622
Kapat
Dün gece Kayseri’de yine ırkçılar sahnedeydi. Bir çocuğun tacize uğradığı bilgisinin hızla yayılması üzerine devreye ırkçı ve ...
1 Temmuz - Linç girişimine, göçmen düşmanlığına, ırkçılığa dur de! – Şenol Karakaş Devamı1 Temmuz - Linç girişimine, göçmen düşmanlığına, ırkçılığa dur de! – Şenol Karakaş
Dün gece Kayseri’de yine ırkçılar sahnedeydi. Bir çocuğun tacize uğradığı bilgisinin hızla yayılması üzerine devreye ırkçı ve karanlık örgütleyici el girdi. Danışmentgazi Mahallesi'nde tacizcinin Suriyeli olduğu bilgisiyle beraber, yıllardır aralıksız bir şekilde yapılan göçmen düşmanı propaganda da etkisini gösterdi ve linççi bir kalabalık toplanıp bölgedeki tüm Suriyelilere yönelik bir saldırganlık içine girdi.
Suriyelilerin dükkânları ateşe verildi, camları kırıldı, araçları ters çevrildi ve yakıldı, nefret dalgası mahalledeki tüm göçmenlere yöneltildi ve saldırganlık bölgeye polis gelmiş olmasına rağmen gece ilerleyen saatlere kadar sürdü.
Hepimiz biliyoruz ki bu ilk değil.
Türkiye göçmenleri linç etmek isteyen ırkçı güruhların istediği gibi hareket ettiği bir yerdir uzun zamandan beri.
Mevsimlik Kürt işçilere linç, Altındağ’da göçmenlere linç, İzmir’de göçmenlerin yakılarak öldürülmesi, birçok bölgede göçmenlerin bıçaklanması, tacize uğraması ve şiddet görmesi.
Özellikle daha üzerinden üç yıl geçmeden Altındağ’da gerçekleşen linç girişiminin bir benzerinin Kayseri’de yaşanması ırkçılığa karşı, demokrasiden yana olan herkesin harekete geçmesi için sert bir uyarıdır.
Göçmenlerin hayatı değerlidir!
Yazının devamı aşağıdaki linkte: https://marksist.org/icerik/Yazar/21055/Linc-girisimine,-gocmen-dusmanligina,-irkciliga-dur-de
Kapat
Dün gece #Kayseri'de gerçekleştirilen saldırılarda sığınmacıların en çok arabaları hedef alınmıştır. Saldırganlar yabancılara ait ...
30 Haziran - Kayseri Olayları ve M Plaka Sorunu – Muhammed Akta Devamı30 Haziran - Kayseri Olayları ve M Plaka Sorunu – Muhammed Akta
Dün gece #Kayseri'de gerçekleştirilen saldırılarda sığınmacıların en çok arabaları hedef alınmıştır. Saldırganlar yabancılara ait arabaları tespit edebilmiştir çünkü buna “misafir araç” uygulamasıyla olanak tanınmaktadır. Misafir araç uygulaması gereğince, Türkiye'de düzenli bir şekilde ikamet eden yabancılar araç sahibi olduklarında araçlarına M kodlu plaka takılmaktadır. Bu plaka, aracın sahibinin yabancı olup olmadığının kolayca anlaşılmasına sebep olmaktadır.
Halbuki bu uygulama başlangıçta Türkiye'de çalışma izni olan yabancıların yurtdışından ÖTV'siz bir şekilde getirdikleri araçlar için düzenlenmiştir. Fakat artık yabancıların Türkiye'den satın aldıkları yani ÖTV'si ödenmiş araçlar için de uygulanmaktadır. Yani Türkiye’deki statüsü ne olursa olsun yabancılar araç sahibi olduklarında M plaka takılmaktadır. Uygulamanın adı misafir kullanıcı değil, misafir araç uygulamasıdır. İvedilikle bu yanlış uygulama düzeltilmeli ve yalnızca yurtdışından getirilen araçlar için uygulanmaya başlanmalıdır. https://x.com/mohammadakta/status/1807704142640501231
KapatDanışmentgazi mahallesinde 6 yaşındaki bir çocuğun ististmar edildiği iddiası, ırkçılar tarafından Suriyelilere yönelik bir nefret ...
30 Haziran - Kayseri’de Suriyeli göçmenlere ırkçı linç girişimi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı30 Haziran - Kayseri’de Suriyeli göçmenlere ırkçı linç girişimi (Enternasyonal Dayanışma)
Danışmentgazi mahallesinde 6 yaşındaki bir çocuğun ististmar edildiği iddiası, ırkçılar tarafından Suriyelilere yönelik bir nefret dalgasına dönüştürüldü. Irkçılar mahalledeki Suriyelilerin evlerine, işyerlerine, arabalarına saldırdı.
Sosyal medyaya yansıyan görüntülerde Suriyelilerin araçları ve işyerleri yakılıyor.
Polisin ise saldırıları izlediği ve etkin bir önlem almadığı aktarılıyor.
DEM NEWS‘ün aktardığına göre, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sloganları atan ırkçılar, itfaiye ve ambulansların geçişine de izin vermedi. Suriyeli aileler korku içinde başka evlere sığındı.
Saldırgan grup aynı zamanda “Erdoğan istifa” sloganları da attı.
Madımak katliamının yıldönümü yaklaşırken, Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı saldırı, eşitlikten ve özgürlükten yana olan herkesi tedirgin ediyor. Göçmenlere yönelik devletin izlediği politikaların günden güne kötüye gitmesi, statüsüzlük, geri göndermelerin artması, “misafir” algısı ırkçıların saldırıları örgütleyebileceği zemini oluşturuyor. https://enternasyonaldayanisma.org/2024/07/01/kayseride-suriyeli-gocmenlere-irkci-linc-girisimi/
Kapat11 Haziran’da Dağ Tekstil İş Hanı’nda bulunan tekstil atölyelerinde çalışan 12 yaşındaki Suriyeli Ahmet Haskiro asansörle duvar arasında ...
29 Haziran - Suriyeli çocuk işçi Ahmet Haskiro cinayeti karartılmaya çalışılıyor (Evrensel) Devamı29 Haziran - Suriyeli çocuk işçi Ahmet Haskiro cinayeti karartılmaya çalışılıyor (Evrensel)
11 Haziran’da Dağ Tekstil İş Hanı’nda bulunan tekstil atölyelerinde çalışan 12 yaşındaki Suriyeli Ahmet Haskiro asansörle duvar arasında sıkışarak hayatını kaybetti. Meydana gelen olayın ardından 1’i asansör firması sorumlusu 3 kişi tutuklandı. Soruşturma kapsamında hazırlanan dosyada olayı üstlenenlerden Çetin Çelikhal, ölümün gerçekleştiği iş hanında 3-4 kat ‘isimsiz’ atölyesinin bulunduğunu, anne Sefa Haskiro’nun yanında çalıştığını, çocuğun annesinin yanına geldiğini söyledi.
Hatay’da depremi yaşadıktan sonra Adana’ya taşınıp ayakta kalmaya çalışırken yurt dışına giden baba ve merdiven altı atölyelerde çalışmak zorunda kalan anne ise ‘sus payı’nı kabul etmek zorunda kaldı. Dosyadaki yeni bilgilere göre Sefa Haskiro, oğlu Ahmet için “Yanıma ziyarete geldi. Bayramlık alacaktık. İş yeri sahipleri maddi, manevi destek oldular. Şikayetim, tazminat talebim yok” şeklinde ifade verdi. Dağ Tekstil patronlarından Özcan Dağ da ifadesinde 6 katlı iş hanında bulunan atölyelerin kiracısı olduğunu iddia etti.
Ölümün meydana geldiği Dağ Tekstil İş Hanı’nda çalışan, ismini vermek istemeyen bir işçi ise 6 katlı binanın her katında atölyeler olduğunu ve Dağ Tekstil için üretim yapıldığını ifade etti. Patronlar sorumluluk almamak için atölyeleri güvendiği kişilerin üzerine geçirdiğini iddia eden işçi, “Atölyelerle ilgili üzerine kayıtlı bir şey olmadığı için rahatça ‘Atölye benim değil’ diyebiliyor” dedi.
Atölye sahibi olduğunu ve çocuğun annesinin yanında çalıştığını iddia eden Çetin Çelikhal’ı da tanıdığını dile getiren işçi, Çelikhal’ın atölye sahibi değil, binada çalışan bir işçi olduğunu söyledi. Asansörün bakımından sorumlu olduğunu ve binanın muhasebesini tuttuğunu söyleyen Ömer İnce’nin de Dağ ailesinin çalışanı olduğunu dile getiren işçi, İnce’nin her katta dikilen ürünleri kontrol ettiğini belirtti.
Anne Sefa Haskiro, Ahmet Haskiro ve kız kardeşinin 6’ıncı katta çalıştığını ifade eden işçi, “Çocuk önce başka bir katta çalışıyordu. Sonra bir problem oldu, annesinin ve kız kardeşinin olduğu 6’ıncı kata gönderdiler” dedi. Bölgedeki tüm atölyeler gibi Dağ Tekstil’e ait atölyelerde de asgari ücretin altında çalıştırılan çok sayıda işçi olduğunu ifade eden işçi, “Olay sonrası bir süre kapalı kaldıktan sonra üretim yeniden başladı” dedi.
Öte yandan uzun süredir bölgede tekstil işçiliği yapan bir işçi de Dağ Tekstil’in bölgedeki 20-30 civarında küçük atölyenin kendisi dışındaki firmalara üretim yapmaması için makinelerini yenilediğini, kurduğu bu sistemle hem atölyeleri kendisine bağladığını hem ucuz ve kayıt dışı işçi çalıştırma sorumluluğunu atölyelere yüklediğini anlattı.
POLİS KAMERA KAYITLARINI ALMADAN DÖNÜYOR
Olayın üstünün örtüleceğini öngören BİRTEK-SEN, Emek Partisi ve Çağdaş Hukukçular Derneği Adana Şubesi, olaydan bir gün sonra soruşturmanın daha etkili yürütülmesi için suç duyurusunda bulundu ve çocuğun binaya giriş çıkışlarının tespit edilmesi amacıyla soruşturmayı yürüten savcıdan binadaki ve çevredeki kameraların incelenmesini talep etti.
Kamera kayıtlarını almakla görevlendirilen polislerin bina ve çevredeki kameralarla ilgili “Kayıt yapmıyorlar” cevabını yeterli bularak geri döndüğünü belirten BİRTEK-SEN Temsilcisi Avukat Tugay Bek, Anne Sefa Haskiro’nun “Çocuk yanıma ziyarete geldi, bayramlık alacaktık” şeklinde ifade verdiğini, iki gün tutuklu kalan 3 kişinin de serbest bırakıldığını aktardı.
Asansörün sorumluluğunu üzerine alan zanlılardan Ömer İnce’nin de “Ben Dağ Tekstil İş Hanı’nın muhasebesini tutarım” şeklinde ifade verdiğini dile getiren Bek, “Binanın muhasebesi diye bir şey olmaz. İşletmelerin ayrı ayrı muhasebesi olur. Belli ki asıl patronu temsilen üretimi kontrol edip kârın paylaşımını sağlıyor” diye konuştu.
"PATRON KORUNUYOR"
Anne Haskiro’nun ifadesinin kan parası aldığı anlamına geldiğini ifade eden Tugay Bek, şu bilgileri verdi: “İşçiler çocuğun orada çalıştığını söylemesine rağmen, Adli Tıp önüne gidip anne ile iletişim kurmaya çalıştığımızda anne ile yakından ilgilenen, Arapça bilen biri adli destek talebimizi iletmesini istediğimizde ‘Avukat tuttuk, birazdan gelecek. Zaten çocuk orada çalışmıyor. Annesinin yanına geldi’ dedi. Biz anneyi bir konuda ikna etme çabasında olan bu kişinin patron hesabına orada olduğu ve patronun anneyi kan parası karşılığında istedikleri ifadeyi vermeye ikna ettikleri kanaatindeyiz” dedi. Olay sabah 7.30 sularında yaşandı. Çocuk, annesinin yanına ziyarete neden o saatte gelsin? Bayramlık alacaklarsa ya öğle saatinde gelir ya da akşam iş çıkış saatinde. Çocuğun orada çalıştığını kanıtlamak için çevrede bulunan güvenlik kameralarının kayıtlarını istedik ancak polis ‘Kameralar kayıt yapmıyor’ cevabını yeterli bularak geri dönüyor. Çevredeki iş yerlerinin de patronu koruduğu anlaşılıyor” dedi.
https://www.evrensel.net/haber/521989/cocuk-isci-cinayeti-karartilmaya-calisiliyor
Kapat
Hastalar, kadınlar, çocuklar da burada tutuluyor. 6 aylık bebeği, 2 yaşında çocuğu ile içerde olan da var. Ve mesela, biri sizi taciz ettiğinde, ...
28 Haziran - "Geri Gönderme Merkezleri şu anda hapishanelerden de kötü koşullar altında
Devamı
28 Haziran - "Geri Gönderme Merkezleri şu anda hapishanelerden de kötü koşullar altında
Hastalar, kadınlar, çocuklar da burada tutuluyor. 6 aylık bebeği, 2 yaşında çocuğu ile içerde olan da var. Ve mesela, biri sizi taciz ettiğinde, şikayet için başvuruda bulursanız, siz geri gönderiliyorsunuz... " ONLAR'ın hayatını 1 gün için gerçekten hisseder misiniz?
https://x.com/10larMedya/status/1806583679243763743
Kapat
28 Haziran - "Geri Gönderme Merkezleri şu anda hapishanelerden de kötü koşullar altında
Hastalar, kadınlar, çocuklar da burada tutuluyor. 6 aylık bebeği, 2 yaşında çocuğu ile içerde olan da var. Ve mesela, biri sizi taciz ettiğinde, şikayet için başvuruda bulursanız, siz geri gönderiliyorsunuz... " ONLAR'ın hayatını 1 gün için gerçekten hisseder misiniz?
https://x.com/10larMedya/status/1806583679243763743
Kapat
“İran'da son aylarda düzenli ya da düzensiz göçmenler için durum iyi değil. Caddelerde bazılarının onlara ...
27 Haziran - İran cumhurbaşkanlığı seçimleri: Afgan göçmenler nasıl gündeme oturdu?
Devamı
27 Haziran - İran cumhurbaşkanlığı seçimleri: Afgan göçmenler nasıl gündeme oturdu?
“İran'da son aylarda düzenli ya da düzensiz göçmenler için durum iyi değil. Caddelerde bazılarının onlara küçümseyici bakışlar attığını ve aşağılandıklarını görmek mümkün. Düzensiz göçmenlerin yakalanmasına hız verildi. Ve artık seçim tartışmalarının konusu haline geldiler, durum daha da kötüleşecek.”
Bu mesaj, izleyicilerine İran'da cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkedeki milyonlarca Afgan göçmeni nasıl etkilediğini soran BBC Farsça servisinin bir Afgan dinleyicisinden aldığı yanıt.
İçişleri Bakanlığına göre İran'da 5 milyondan fazla Afgan göçmen yaşıyor.
On yıllardır İran'da yaşıyor olsalar da İran'daki Afganlar meselesi ilk kez 28 Haziran'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine aday olan adayların yaptığı tartışmayla gündeme geldi.
Nesiller boyu göçmen aileler
İran'da 40 yıldan uzun süredir farklı nesillerden yüz binlerce Afgan yaşayageldi. Birçoğunun orada çocukları oldu. Buna rağmen göçmen statüsünde kaldılar ve İran vatandışlığı verilmedi.
İran kendi ağır ekonomi sorunlarıyla boğuşmak zorunda olduğu için göçmen dostu bir ülke olmadı. Ancak milyonlarca Afgan göçmenin İran'da kalmasına izin verilmesi, İran'ın savaştan zarar gören komşusunun vatandaşlarına yönelik insani bir jest olarak görülüyor.
Sovyet ordusunun 1979'da İslamcı güçlere karşı Sovyet yanlısı hükümeti desteklemek için Afganistan'ı işgal etmesiyle yaklaşık 100 bin Sovyet askeri ülkede on yıl süren bir savaşa sürüklendi ve yaklaşık 15 bin asker kaybetti. Bir milyona yakın Afgan öldürülürken birkaç milyon Afgan da İran ve Pakistan gibi ülkelere göç etti.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, Sovyet işgali altındaki Afganistan'ın İran ve Pakistan için bir tehdit olduğunu söyledi. O tarihten bu yana savaş ve huzursuzluk devam etti ve göç durmadı.
İran'daki Afgan göçmenlerin kesin sayısı belirsiz. Önceki Afgan hükümetinin devrilmesi ve 2021'de Taliban'ın yeniden iktidara gelmesinin ardından, kırk yıldır ülkede yaşayanlara ek olarak çok daha fazla Afgan İran'a taşındı.
İranlı yetkililer ülkedeki Afganların sayısına ilişkin beş ila yedi milyon arasında değişen rakamlar veriyor.
Afganistan'ın nüfusunun 40 milyon civarında olduğunu düşünürsek (ki bu da kesin olarak bilinmiyor), yaklaşık her yedi Afgan'dan biri İran'da göçmen durumunda.
İran'da Afgan nüfusunun hızla artmasına bazı İranlılar uzunca bir süredir tepki gösteriyor. Buna ülkenin ciddi uluslararası yaptırımlar nedeniyle yüzleştiği ekonomik kriz etkili.
İranlılar Afganları "ucuz işgücü" olarak görüyor. Bu da işverenlerin onları sigortasız çalıştırmasına ve İranlı işçilere kıyasla daha düşük ücret ödemesine neden oluyor.
Güvenlik endişeleri
Bundan yaklaşık iki yıl önce, düzensiz bir Afgan Sünni göçmen, Şiilerin en kutsal mekanı olan İran'ın kuzeydoğusundaki İmam Rıza Türbesi'nde üç İranlı Şii din adamına bıçaklı saldırı düzenlemiş; ikisini öldürmüştü.
Bu olay, Afgan göçmenlerin ekonomik ve kültürel-sosyal farklılıkların yanı sıra İran'da kabul edilmesinden doğabilecek güvenlik sorunlarına da dikkat çekti.
Son yıllarda IŞİD'in IŞİD-H olarak bilinen Horasan kolu İran'da en az iki ölümcül saldırı gerçekleştirdi. IŞİD-H'nin Afganistan'da konuşlandığı, faaliyetlerini buradan planladığı ve militanlarını gönderdiği söyleniyor.
Afgan göçmenleri kabul etmenin ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili sonuçlarından endişe duyan İranlılar, geçtiğimiz yıl sosyal medyada birkaç kez "Afganların Sınır Dışı Edilmesi Ulusal Bir Taleptir" etiketiyle paylaşımlar yaptılar.
Böylelikle İran cumhurbaşkanı adayları ilk kez seçim öncesindeki tartışmalarında göçmenler konusunu gündeme getirdi.
'Sınıra duvar inşa etmek'
Cumhurbaşkanlığı yarışının ana adaylarından biri olan ve iki dönem İran parlamentosunun başkanlığını yapan Muhammed Bakır Kalibaf, güvenliği sağlamak için ülkenin doğusundaki Pakistan ve Afganistan sınırına bir duvar inşa edeceğini açıkladı.
Kalibaf, "Düzensiz vatandaşlar (göçmenler), uyuşturucu, işsizlik ve boşanma gibi tüm ciddi sosyal sorunların kökeni... tüm ciddi sorunlar ülkenin doğusundan kaynaklanıyor." dedi.
Bunun yanında yeni kurulacak hükümetin yasadışı göçmenler sorununu ele alacağını da belirtti.
Ilımlı bir aday olarak değerlendirilen Masud Pezeşkian da X hesabında, "Daha fazla Afgan göçünü önlemek için sınırların tamamen kapatılması ve Avrupa ülkeleriyle müzakereler sırasında İran'daki mevcut göçmenlerin düzenlenmesi" gerektiğini belirtti.
Pek çok Afgan'ın İran ekonomisinde önemli bir rol oynadığını kabul etti, ancak onları düzenlemek ve bazılarını kabul etmek ya da maliyetlerini karşılamak için Avrupa ülkeleriyle müzakere etme ihtiyacını vurguladı. Ancak bunu pratikte nasıl yapmayı planladığını söylemedi.
'Her günümüz sınır dışı edilme korkusuyla geçiyor'
İran'daki seçimlerde Afgan göçmenlerle ilgili bu tartışmalar Afganlar arasında da endişelere yol açtı. İran'daki bir Afgan göçmen, cumhurbaşkanı adaylarının vaatlerinin hayatlarını olumsuz etkilediğini söylüyor.
Seçim kampanyası sırasında bu tür yorumların "aşırı milliyetçi duyguları ve ırkçılığı güçlendirdiğine ve İran vatandaşları arasında Afgan korkusu yaratarak onları riske attığına" inanıyor.
BBC'ye konuşan bir başka bir göçmen de, “İran'ın içinde ve dışında olup biten her şey, İran'daki Afganların yaşamlarını doğrudan etkiliyor. İran'da doğan ağabeyim şimdi yasa dışı olarak Avrupa'ya seyahat etmeyi planlıyor. Afganistan'a dönme şansımız yok. İran'da da bizim için bir gelecek yok.
“Elektrik mühendisliği alanında yüksek lisans derecem var. İran'da doğdum ve okudum. Afganistan'da üniversite profesörüydüm. Taliban'ın dönüşünden sonra kaçtım. Eşim de üniversite profesörüydü ve şu anda İran'da işçi olarak çalışıyor. Her gün sınır dışı edilme endişesi yaşıyoruz... Neden normal bir yaşamdan mahrum kalıyoruz?”
Afganların İran'daki yaşamları birçok zorluk ve fırsatı da beraberinde getirdi. Örneğin Afganlar uzun süre telefonlarına SIM kart alamadılar. Artık mümkün ama yine de kolay değil.
Ancak İran, çalışma imkanı ve diğer ekonomik fırsatların yanı sıra Afganlara geniş eğitim fırsatları da sunuyor.
BBC Farsça'nın Afgan dinleyicilerinin çoğu, İran'a gitmelerinin keyfi olmadığını vurguladı: "Hepimiz buna mecbur kaldık."
Bu göçmenlerden biri olan bir öğrenci dinleyici, kadınları her geçen gün daha da kısıtlayan bir rejim varken Afganistan'a dönmekten korktuğunu söylüyor.
"İran'da yerleri yoksa, burada her gün saygısızlık görerek büyük bedeller ödemek yerine, başka ülkelere giden bir yolun açılmasını umuyorlar" diye ekliyor.
İran cumhurbaşkanlığı seçimleri: Afgan göçmenler nasıl gündeme oturdu? - BBC News Türkçe
Kapat
27 Haziran - İran cumhurbaşkanlığı seçimleri: Afgan göçmenler nasıl gündeme oturdu?
“İran'da son aylarda düzenli ya da düzensiz göçmenler için durum iyi değil. Caddelerde bazılarının onlara küçümseyici bakışlar attığını ve aşağılandıklarını görmek mümkün. Düzensiz göçmenlerin yakalanmasına hız verildi. Ve artık seçim tartışmalarının konusu haline geldiler, durum daha da kötüleşecek.”
Bu mesaj, izleyicilerine İran'da cumhurbaşkanlığı seçiminin ülkedeki milyonlarca Afgan göçmeni nasıl etkilediğini soran BBC Farsça servisinin bir Afgan dinleyicisinden aldığı yanıt.
İçişleri Bakanlığına göre İran'da 5 milyondan fazla Afgan göçmen yaşıyor.
On yıllardır İran'da yaşıyor olsalar da İran'daki Afganlar meselesi ilk kez 28 Haziran'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine aday olan adayların yaptığı tartışmayla gündeme geldi.
Nesiller boyu göçmen aileler
İran'da 40 yıldan uzun süredir farklı nesillerden yüz binlerce Afgan yaşayageldi. Birçoğunun orada çocukları oldu. Buna rağmen göçmen statüsünde kaldılar ve İran vatandışlığı verilmedi.
İran kendi ağır ekonomi sorunlarıyla boğuşmak zorunda olduğu için göçmen dostu bir ülke olmadı. Ancak milyonlarca Afgan göçmenin İran'da kalmasına izin verilmesi, İran'ın savaştan zarar gören komşusunun vatandaşlarına yönelik insani bir jest olarak görülüyor.
Sovyet ordusunun 1979'da İslamcı güçlere karşı Sovyet yanlısı hükümeti desteklemek için Afganistan'ı işgal etmesiyle yaklaşık 100 bin Sovyet askeri ülkede on yıl süren bir savaşa sürüklendi ve yaklaşık 15 bin asker kaybetti. Bir milyona yakın Afgan öldürülürken birkaç milyon Afgan da İran ve Pakistan gibi ülkelere göç etti.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, Sovyet işgali altındaki Afganistan'ın İran ve Pakistan için bir tehdit olduğunu söyledi. O tarihten bu yana savaş ve huzursuzluk devam etti ve göç durmadı.
İran'daki Afgan göçmenlerin kesin sayısı belirsiz. Önceki Afgan hükümetinin devrilmesi ve 2021'de Taliban'ın yeniden iktidara gelmesinin ardından, kırk yıldır ülkede yaşayanlara ek olarak çok daha fazla Afgan İran'a taşındı.
İranlı yetkililer ülkedeki Afganların sayısına ilişkin beş ila yedi milyon arasında değişen rakamlar veriyor.
Afganistan'ın nüfusunun 40 milyon civarında olduğunu düşünürsek (ki bu da kesin olarak bilinmiyor), yaklaşık her yedi Afgan'dan biri İran'da göçmen durumunda.
İran'da Afgan nüfusunun hızla artmasına bazı İranlılar uzunca bir süredir tepki gösteriyor. Buna ülkenin ciddi uluslararası yaptırımlar nedeniyle yüzleştiği ekonomik kriz etkili.
İranlılar Afganları "ucuz işgücü" olarak görüyor. Bu da işverenlerin onları sigortasız çalıştırmasına ve İranlı işçilere kıyasla daha düşük ücret ödemesine neden oluyor.
Güvenlik endişeleri
Bundan yaklaşık iki yıl önce, düzensiz bir Afgan Sünni göçmen, Şiilerin en kutsal mekanı olan İran'ın kuzeydoğusundaki İmam Rıza Türbesi'nde üç İranlı Şii din adamına bıçaklı saldırı düzenlemiş; ikisini öldürmüştü.
Bu olay, Afgan göçmenlerin ekonomik ve kültürel-sosyal farklılıkların yanı sıra İran'da kabul edilmesinden doğabilecek güvenlik sorunlarına da dikkat çekti.
Son yıllarda IŞİD'in IŞİD-H olarak bilinen Horasan kolu İran'da en az iki ölümcül saldırı gerçekleştirdi. IŞİD-H'nin Afganistan'da konuşlandığı, faaliyetlerini buradan planladığı ve militanlarını gönderdiği söyleniyor.
Afgan göçmenleri kabul etmenin ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili sonuçlarından endişe duyan İranlılar, geçtiğimiz yıl sosyal medyada birkaç kez "Afganların Sınır Dışı Edilmesi Ulusal Bir Taleptir" etiketiyle paylaşımlar yaptılar.
Böylelikle İran cumhurbaşkanı adayları ilk kez seçim öncesindeki tartışmalarında göçmenler konusunu gündeme getirdi.
'Sınıra duvar inşa etmek'
Cumhurbaşkanlığı yarışının ana adaylarından biri olan ve iki dönem İran parlamentosunun başkanlığını yapan Muhammed Bakır Kalibaf, güvenliği sağlamak için ülkenin doğusundaki Pakistan ve Afganistan sınırına bir duvar inşa edeceğini açıkladı.
Kalibaf, "Düzensiz vatandaşlar (göçmenler), uyuşturucu, işsizlik ve boşanma gibi tüm ciddi sosyal sorunların kökeni... tüm ciddi sorunlar ülkenin doğusundan kaynaklanıyor." dedi.
Bunun yanında yeni kurulacak hükümetin yasadışı göçmenler sorununu ele alacağını da belirtti.
Ilımlı bir aday olarak değerlendirilen Masud Pezeşkian da X hesabında, "Daha fazla Afgan göçünü önlemek için sınırların tamamen kapatılması ve Avrupa ülkeleriyle müzakereler sırasında İran'daki mevcut göçmenlerin düzenlenmesi" gerektiğini belirtti.
Pek çok Afgan'ın İran ekonomisinde önemli bir rol oynadığını kabul etti, ancak onları düzenlemek ve bazılarını kabul etmek ya da maliyetlerini karşılamak için Avrupa ülkeleriyle müzakere etme ihtiyacını vurguladı. Ancak bunu pratikte nasıl yapmayı planladığını söylemedi.
'Her günümüz sınır dışı edilme korkusuyla geçiyor'
İran'daki seçimlerde Afgan göçmenlerle ilgili bu tartışmalar Afganlar arasında da endişelere yol açtı. İran'daki bir Afgan göçmen, cumhurbaşkanı adaylarının vaatlerinin hayatlarını olumsuz etkilediğini söylüyor.
Seçim kampanyası sırasında bu tür yorumların "aşırı milliyetçi duyguları ve ırkçılığı güçlendirdiğine ve İran vatandaşları arasında Afgan korkusu yaratarak onları riske attığına" inanıyor.
BBC'ye konuşan bir başka bir göçmen de, “İran'ın içinde ve dışında olup biten her şey, İran'daki Afganların yaşamlarını doğrudan etkiliyor. İran'da doğan ağabeyim şimdi yasa dışı olarak Avrupa'ya seyahat etmeyi planlıyor. Afganistan'a dönme şansımız yok. İran'da da bizim için bir gelecek yok.
“Elektrik mühendisliği alanında yüksek lisans derecem var. İran'da doğdum ve okudum. Afganistan'da üniversite profesörüydüm. Taliban'ın dönüşünden sonra kaçtım. Eşim de üniversite profesörüydü ve şu anda İran'da işçi olarak çalışıyor. Her gün sınır dışı edilme endişesi yaşıyoruz... Neden normal bir yaşamdan mahrum kalıyoruz?”
Afganların İran'daki yaşamları birçok zorluk ve fırsatı da beraberinde getirdi. Örneğin Afganlar uzun süre telefonlarına SIM kart alamadılar. Artık mümkün ama yine de kolay değil.
Ancak İran, çalışma imkanı ve diğer ekonomik fırsatların yanı sıra Afganlara geniş eğitim fırsatları da sunuyor.
BBC Farsça'nın Afgan dinleyicilerinin çoğu, İran'a gitmelerinin keyfi olmadığını vurguladı: "Hepimiz buna mecbur kaldık."
Bu göçmenlerden biri olan bir öğrenci dinleyici, kadınları her geçen gün daha da kısıtlayan bir rejim varken Afganistan'a dönmekten korktuğunu söylüyor.
"İran'da yerleri yoksa, burada her gün saygısızlık görerek büyük bedeller ödemek yerine, başka ülkelere giden bir yolun açılmasını umuyorlar" diye ekliyor.
İran cumhurbaşkanlığı seçimleri: Afgan göçmenler nasıl gündeme oturdu? - BBC News Türkçe
Kapat
Gaziantep'te bulunan Oğuzeli Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan bazı sığınmacıların hastalıklar ve ihmal sebebiyle hayatlarını kaybettiği ...
26 Haziran - Gaziantep'teki geri gönderme merkezinde Kafkasyalı ve Orta Asyalı sığınmacılar ölüyor
Devamı
26 Haziran - Gaziantep'teki geri gönderme merkezinde Kafkasyalı ve Orta Asyalı sığınmacılar ölüyor
Gaziantep'te bulunan Oğuzeli Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan bazı sığınmacıların hastalıklar ve ihmal sebebiyle hayatlarını kaybettiği bildirildi.
Avukat Arif Emre Dicle, müvekkillerinden edindiği bilgiye geri gönderme merkezinde 2 sığınmacı tüberküloz sebebiyle vefat ettiği.
Av. Dicle'nin hak ihlalleri yaşayan müvekkillerinin Çeçen, Dağıstanlı ve Tacik uyruklu olduğu, vefat edenlerin uyruklarının henüz bilinmediği öğrenildi. Av. Dicle sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, Kafkasya ve Orta Asya kökenli sığınmacıların kötü şartlarda tutulduğuna vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı:
“Son bir kaç aydır Oğuzeli GGM'de Kafkasya ve Ortaasya kökenli kadın ve çocuk müvekkillerimiz, insan onur ve haysiyetine yaraşmayacak şartlarda en temel insan haklarından mahrum bir halde tutulmaktadır. Daha önce ağır tansiyon hastası yaşlı müvekkilimize kendimizin temin ettiği reçeteli ilaçları dahi GGM idaresince uzunca bir süre verilmemiş, bir çok müvekkil gebe haliyle elverişsiz ve sağlıksız şartlarda idari özetimde tutulmaya devam etmiş, hatta bir müvekkilemiz doğum yaptığı halde doğum sonrası bebeği entübe edilip kendisi GGM'ye geri getirilmiştir ve müvekkilenin bebeği halen entübe edilmiş halde solunum cihazına bağlıyken kendisi de GGM'de idari gözetim altındadır.
Bu mağduriyetler hala yaşanmaya devam ederken yeni bir skandal ve faciayı da dün öğrenmiş bulunduk. Edindiğimiz bilgiye göre biri erkek biri kadın iki yabancı dün tüberküloz nedeniyle GGM'de hayatını kaybetmiştir. GGM içerisinde salgın olduğu tahmin edilmektedir.
Bizler avukatları olarak idari ve adli olarak bütün yollara başvurmuş olmamıza rağmen hiçbir yol ve yöntem maalesef müvekkillerin haklarının korunması yönünde somut bir netice doğurmamış, önümüze bürokratik engeller çıkarılmış, mazlumların çığlıklarına kulak tıkanmıştır. Bu noktada vuku bulacak herhangi bir can kaybının ve doğacak olan telafisi imkansız zararların müsebbibi hukuka ve kanuna aykırı hareket eden vicdanı kararmış olan mercilerdir."
https://www.mepanews.com/gaziantepteki-geri-gonderme-merkezinde-kafkasyali-ve-orta-asyali-siginmacilar-oluyor-66508h.htm
Kapat
26 Haziran - Gaziantep'teki geri gönderme merkezinde Kafkasyalı ve Orta Asyalı sığınmacılar ölüyor
Gaziantep'te bulunan Oğuzeli Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan bazı sığınmacıların hastalıklar ve ihmal sebebiyle hayatlarını kaybettiği bildirildi.
Avukat Arif Emre Dicle, müvekkillerinden edindiği bilgiye geri gönderme merkezinde 2 sığınmacı tüberküloz sebebiyle vefat ettiği.
Av. Dicle'nin hak ihlalleri yaşayan müvekkillerinin Çeçen, Dağıstanlı ve Tacik uyruklu olduğu, vefat edenlerin uyruklarının henüz bilinmediği öğrenildi. Av. Dicle sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, Kafkasya ve Orta Asya kökenli sığınmacıların kötü şartlarda tutulduğuna vurgu yaparak şu ifadeleri kullandı:
“Son bir kaç aydır Oğuzeli GGM'de Kafkasya ve Ortaasya kökenli kadın ve çocuk müvekkillerimiz, insan onur ve haysiyetine yaraşmayacak şartlarda en temel insan haklarından mahrum bir halde tutulmaktadır. Daha önce ağır tansiyon hastası yaşlı müvekkilimize kendimizin temin ettiği reçeteli ilaçları dahi GGM idaresince uzunca bir süre verilmemiş, bir çok müvekkil gebe haliyle elverişsiz ve sağlıksız şartlarda idari özetimde tutulmaya devam etmiş, hatta bir müvekkilemiz doğum yaptığı halde doğum sonrası bebeği entübe edilip kendisi GGM'ye geri getirilmiştir ve müvekkilenin bebeği halen entübe edilmiş halde solunum cihazına bağlıyken kendisi de GGM'de idari gözetim altındadır.
Bu mağduriyetler hala yaşanmaya devam ederken yeni bir skandal ve faciayı da dün öğrenmiş bulunduk. Edindiğimiz bilgiye göre biri erkek biri kadın iki yabancı dün tüberküloz nedeniyle GGM'de hayatını kaybetmiştir. GGM içerisinde salgın olduğu tahmin edilmektedir.
Bizler avukatları olarak idari ve adli olarak bütün yollara başvurmuş olmamıza rağmen hiçbir yol ve yöntem maalesef müvekkillerin haklarının korunması yönünde somut bir netice doğurmamış, önümüze bürokratik engeller çıkarılmış, mazlumların çığlıklarına kulak tıkanmıştır. Bu noktada vuku bulacak herhangi bir can kaybının ve doğacak olan telafisi imkansız zararların müsebbibi hukuka ve kanuna aykırı hareket eden vicdanı kararmış olan mercilerdir."
https://www.mepanews.com/gaziantepteki-geri-gonderme-merkezinde-kafkasyali-ve-orta-asyali-siginmacilar-oluyor-66508h.htm
Kapatİzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen yıl 1 Ağustos'ta Suriyeli mülteci Muhammed Yasir Alati’yi öldürmek ve iş arkadaşı Hüseyin ...
26 Haziran - Suriyeli işçi Muhammed Yasir Alati’yi öldüren katile müebbet hapis cezası verildi
Devamı
26 Haziran - Suriyeli işçi Muhammed Yasir Alati’yi öldüren katile müebbet hapis cezası verildi
İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen yıl 1 Ağustos'ta Suriyeli mülteci Muhammed Yasir Alati’yi öldürmek ve iş arkadaşı Hüseyin Dahmaş’ı yaralamakla suçlanan Şerif Çelik'in yargılandığı davanın son oturumunu (karar duruşması) dün gerçekleştirdi.
Mahkeme, Çelik'i Suriyeli mülteci Yasir Alati’yi tasarlayarak öldürmekten müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ayrıca Suriyeli mülteci Hüseyin Dahmaş’ı bıçaklayarak öldürmeye teşebbüs etmekten 13 yıl hapis cezası verdi.
Davayı Sığınmacı Hakları Platformu, İnsan Hakları Derneği ve İzmir Barosu takip ediyordu.
Duruşma sırasında mahkeme, olay yerinde bulunan kişilerin ifadelerini dinledi:
Olay yerinde çalışanların ifadesine göre sanık Mehmet Şerif Çelik saldırıyı önceden tasarlayarak gerçekleştirdi, suç aletlerini (bıçakları) temin etti ve olay öncesinde biledi. Fail, Muhammed Yasir Alati ve Hüseyin Dahmaş'ı bıçakladıktan sonra olay yerindeki tüm kamera görüntülerini sildi.
Fail ilk ifadesinde, Yasir ve Hüseyin'i kendisine hakaret etmeleri ve bıçakla tehdit etmeleri üzerine bıçakladığını söyledi. İşverenin oğlu ifadesinde failin iddialarını yalanladı, Yasir ile Hüseyin'in kendisine hakaret etmediklerini ve bıçak sallamadıklarını doğruladı.
Mesut Akkoyun (olay yerinde bulunan işçilerden biri) ifadesinde failin mağdurları bir odaya çağırdığını ve tek kelime etmeden bıçakladığını, İbrahim'in (olay yerinde bulunanlardan biri) faili yakalayarak iki genci bıçaklamasını engellediğini, bu sırada Yasir'in kanlar içinde yere düştüğünü, Hüseyin'in ise odadan kaçmayı başardığını belirtti. Akkoyun, failin iki genci bıçakladıktan sonra kıyafetlerini değiştirip motosikletine bindiğini ve bize "bırakın onları, neden karışıyorsunuz" dediğini sözlerine ekledi.
Taha El Gazi: Olaydan sonra öldürülen gencin ailesini ziyaret ettik
Olay hakkında bilgi veren İnsan Hakları aktivisti ve Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi Başkanı Taha El Gazi, Sığınmacı Hakları Platformu olarak gençlerin bıçaklanmasından sonra İzmir Barosu, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu ve İHD İzmir Şubesi üyeleri ile aileleri ziyaret ettiklerini söyledi.
Dava süreci ile yakından ilgilendiklerini belirten Taha El Gazi, “O dönemde, öldürülen gencin ailesine tüm hukuki desteği sağlayan ve geçtiğimiz aylar boyunca davanın tüm yollarını ve prosedürlerini ve failin hesap verebilirliğini ve yargılanmasını takip eden başta avukat Hanan Mouselli olmak üzere tüm avukatlara ve STK’lara teşekkür ederiz. Dava sonucunda katilin ceza alması adaleti bir nebze de olsa sağladı” dedi.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/26/suriyeli-isci-muhammed-yasir-alatiyi-olduren-katile-muebbet-hapis-cezasi-verildi/
Kapat
26 Haziran - Suriyeli işçi Muhammed Yasir Alati’yi öldüren katile müebbet hapis cezası verildi
İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen yıl 1 Ağustos'ta Suriyeli mülteci Muhammed Yasir Alati’yi öldürmek ve iş arkadaşı Hüseyin Dahmaş’ı yaralamakla suçlanan Şerif Çelik'in yargılandığı davanın son oturumunu (karar duruşması) dün gerçekleştirdi.
Mahkeme, Çelik'i Suriyeli mülteci Yasir Alati’yi tasarlayarak öldürmekten müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ayrıca Suriyeli mülteci Hüseyin Dahmaş’ı bıçaklayarak öldürmeye teşebbüs etmekten 13 yıl hapis cezası verdi.
Davayı Sığınmacı Hakları Platformu, İnsan Hakları Derneği ve İzmir Barosu takip ediyordu.
Duruşma sırasında mahkeme, olay yerinde bulunan kişilerin ifadelerini dinledi:
Olay yerinde çalışanların ifadesine göre sanık Mehmet Şerif Çelik saldırıyı önceden tasarlayarak gerçekleştirdi, suç aletlerini (bıçakları) temin etti ve olay öncesinde biledi. Fail, Muhammed Yasir Alati ve Hüseyin Dahmaş'ı bıçakladıktan sonra olay yerindeki tüm kamera görüntülerini sildi.
Fail ilk ifadesinde, Yasir ve Hüseyin'i kendisine hakaret etmeleri ve bıçakla tehdit etmeleri üzerine bıçakladığını söyledi. İşverenin oğlu ifadesinde failin iddialarını yalanladı, Yasir ile Hüseyin'in kendisine hakaret etmediklerini ve bıçak sallamadıklarını doğruladı.
Mesut Akkoyun (olay yerinde bulunan işçilerden biri) ifadesinde failin mağdurları bir odaya çağırdığını ve tek kelime etmeden bıçakladığını, İbrahim'in (olay yerinde bulunanlardan biri) faili yakalayarak iki genci bıçaklamasını engellediğini, bu sırada Yasir'in kanlar içinde yere düştüğünü, Hüseyin'in ise odadan kaçmayı başardığını belirtti. Akkoyun, failin iki genci bıçakladıktan sonra kıyafetlerini değiştirip motosikletine bindiğini ve bize "bırakın onları, neden karışıyorsunuz" dediğini sözlerine ekledi.
Taha El Gazi: Olaydan sonra öldürülen gencin ailesini ziyaret ettik
Olay hakkında bilgi veren İnsan Hakları aktivisti ve Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi Başkanı Taha El Gazi, Sığınmacı Hakları Platformu olarak gençlerin bıçaklanmasından sonra İzmir Barosu, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu ve İHD İzmir Şubesi üyeleri ile aileleri ziyaret ettiklerini söyledi.
Dava süreci ile yakından ilgilendiklerini belirten Taha El Gazi, “O dönemde, öldürülen gencin ailesine tüm hukuki desteği sağlayan ve geçtiğimiz aylar boyunca davanın tüm yollarını ve prosedürlerini ve failin hesap verebilirliğini ve yargılanmasını takip eden başta avukat Hanan Mouselli olmak üzere tüm avukatlara ve STK’lara teşekkür ederiz. Dava sonucunda katilin ceza alması adaleti bir nebze de olsa sağladı” dedi.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/26/suriyeli-isci-muhammed-yasir-alatiyi-olduren-katile-muebbet-hapis-cezasi-verildi/
Kapat
Göçmenleri savunan kitle örgütleri Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle bugün İstanbul Göç İdaresi önünde ...
25 Haziran - Birlikte yaşayabiliriz, dünya hepimize yeter!
Devamı
25 Haziran - Birlikte yaşayabiliriz, dünya hepimize yeter!
Göçmenleri savunan kitle örgütleri Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle bugün İstanbul Göç İdaresi önünde basın açıklaması yapacaklardı. Eylem Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Basın açıklaması İHD İstanbul şubesinde yapıldı.
İlk olarak sözü alan Eren Keskin, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle garantilenmiş barışçıl protesto haklarının engellendiğini dile getirirken, bunun keyfi olarak engellenmesini eleştirdi.
Daha sonra İHD’den Gülseren Yoleri basın açıklamasını okurken, Enternasyonal Dayanışma’dan Yıldız Önen de çözüm önerilerini sıraladı.
Açıklamanın Arapçasını Quaees, Kürtçesini ise Dev Yapı-İş ten Nihat Demir okudu.
Açıklamanın tamamı ve imzacı kurumlar şöyleydi:
“20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesi ile sığınmacıların yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerilerimizi paylaşmak amacı ile İstanbul Göç İdaresi önünde altta yer alan metin çerçevesinde yapacağımız basın açıklaması Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklanmış, anayasal bir hak olan toplanma ve gösteri hakkımız yanında ifade özgürlüğümüz hukuka aykırı olarak engellenmiştir. İmzacı kurumlar olarak bu yasağı protesto ediyor, açıklama metnimizi altta paylaşıyoruz.”
BİRLİKTE YAŞAYABİLİRİZ, DÜNYA HEPİMİZE YETER
SIĞINMACILARA TEMEL İNSAN HAKLARI ÇERCEVESİNDE BİR YAŞAM SAĞLANSIN !
Herkes bilir ki; insanlar sığınmacı olmayı ne ister ne de tercih eder. Sığınmacılar, çatışmaların, savaşların ve insan hakları ihlallerinin zorlaması ile ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar. Sığınma süreçleri öncesinde olduğu gibi bu süreç sırasında ve sonrasında da ağır hak ihlallerine maruz kalan sığınmacılar, aynı zamanda ulusal ve uluslararası hukuk tarafından koruma altına alınan haklara sahiptirler.
Nitekim 14. maddesinde “Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır”, 15. maddesinde “Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır” diyen 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (İHEB), Türkiye’nin 24 Ağustos 1951 tarihinde imzalayıp, 29 Ağustos 1961 tarihinde coğrafi çekince koyarak onaylayıp yürürlüğe koyduğu 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme(1951 Cenevre Sözleşmesi)’, 11.04.2013 tarihli “6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK)” ile ek uluslar arası ve ulusal mevzuatta sığınmacılara dair haklar tanımlanmıştır.
“Etkin bir iltica ve göç yönetimi sağlamak, göçmenlerin ve uluslararası koruma arayanların haklarının teminatı olmak” üzere çıkarıldığı iddia edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile oluşturulan Göç İdaresi Başkanlığı’nın ise “göç alanına ilişkin politika ve stratejileri uygulamak, bu konularla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, yabancıların Türkiye’ye giriş ve Türkiye’de kalışları, Türkiye’den çıkışları ve sınır dışı edilmeleri, uluslararası koruma, geçici koruma ve insan ticareti mağdurlarının korunmasıyla ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere” faaliyetlerini sürdüreceği açıklanmıştır.
Ancak Türkiye’de sığınmacılara dair mevzuat eksiğini tamamlamak üzere çıkarılan YUKK’un da, bu yasaya bağlı olarak kurulan Göç İdaresi’nin de sığınmacıların temel haklarının korunmasında yetersiz kaldığı görülmekte, uygulamada sığınmacıların haklarının kullanımının engellendiğine ve haklarına saygı duyulmadığına ilişkin örnekler yaygınlaşmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2018 yılında Türkiye’deki faaliyetini durdurması ve uluslararası koruma sağlama alanındaki görev ve yetkilerini Göç İdaresi’ne devretmesi , Uluslararası Koruma mekanizmalarına erişimi neredeyse imkansız hale getirmiş, milyonlarca sığınmacıyı sığınma hakkından mahrum bırakmıştır. Bu çerçevede, geçici koruma statüsü sahipleri ya da ikamet izni olanlar dışında kalan ve çoğunluğu , İran, Irak, Afganistan, Afrika ve Asya ülkelerinden milyonlarca sığınmacı “düzensiz göçmen” olarak tanımlanmakta ve uluslararası koruma mekanizmalarına erişemedikleri müddetçe her türlü korumadan ve destekten yoksun ve ağır risk içeren bir yaşam sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.
Sığınmacı ve yabancıların Göç İdaresi tarafından yürütülmekte olan kimlik, ikamet, doğum, evlilik, yol izni, uluslararası koruma, idari gözetim, sınır dışı ve benzeri her türlü yasal işlemlerinde , eğitim ve sağlık hakkına erişimlerinde ciddi ve artan sorunlar nedeniyle, Geçici Koruma Statüsü sahibi Suriyeliler dahi bugün tehlikeli yollarla Türkiye dışında yaşam imkanlarını zorlamaktadır.
Sığınmacıları tehdit eden en önemli konulardan biri de; hiç kimsenin zulüm göreceği, can güvenliğinin olmadığı bir ülkeye geri gönderilemeyeceği anlamına gelen “geri göndermeme” ilkesinin ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır.
1951 Cenevre Sözleşmesi 33.maddesi, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 4. Maddesi, 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme 3. Maddesi, 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 13. Maddesi, İstanbul Sözleşmesi olarak anılan 11.05.2011 tarihli “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 60 ve 61.maddesinde açıkça tanımlanan geri göndermeme ilkesi, uygulamada sıklıkla ve zaman zamanda gönüllü geri dönüş adı altında ihlal edilmektedir.
Bu açıklamamızda özellikle; sığınmacılar hakkında verilen ve geri göndermeme ilkesini ihlal eden sınır dışı ve bağlı idari gözetim kararlarının uygulandığı yerlerden olan Geri Gönderme Merkezleri (GGM)ne değineceğiz.Yapılan açıklamalara göre 21 bin kapasiteli 30 geri gönderme merkezinde halihazırda 40 bin sığınmacı tutuluyor. İç İşleri Bakanlığı tarafından işletilen Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan sorunlar ana başlıklar halinde şöyle sıralanabilir
İdari gözetim kararı ile geri gönderme merkezlerine alınan sığınmacılar kapatılıyor, suçlu muamelesi görüyorlar. Müvekkili olan avukatların dahi girişinin kısıtlandığı, STK’lara kapalı bu merkezlerde hastalıklar, intihar vakaları, işkence, kötü muamele ve ölümlerin giderek arttığı duyumları alınıyor, ancak hiçbir denetim raporu ve resmi açıklama kamuoyu ile paylaşılmıyor.
GGM’lerdeki sığınmacıların beslenme ve hijyen de dahil temel yaşamsal ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılanmıyor. 800 kişilik GGM’lerde 2000 kişinin tutulması, 6 kişilik odada 20 kişinin tutulması, fiziksel imkanların yetersiz kalması, ayrıca merkezlerin denetime kapalı olması hususları birleştiğinde ciddi insan hakları ihlalleri söz konusu.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesi kapsamındaki sığınmacılardan 57. madde gereğince idari makamlarca sınır dışı ve idari gözetim kararı verilebilecekler hakkında 48 saatlik süre içinde karar verilmesi gerekiyor. Ancak bu süreç 6 ile 10 gün arasında değişen sürelerde hukuksuz ve fiilen özgürlükten yoksun bırakma uygulamasına dönüşüyor.
Göç İdaresi Başkanlığı, idari gözetime aldığı sığınmacıyı, hakkında bir karar almadan önce merkezlerin doluluğu nedeni ile 2-3 şehir dolaştırmakta, bu süreçte ne avukatlara ne yasal temsilcilere ne de ailelere bilgi verilmemektedir. Böylece sığınmacının, hakkında alınan kararlara karşı yargı yoluna gitmesi dolaylı olarak engellenmekte ve insanlar sınır dışı edilme riskine maruz bırakılmaktadır. Aynı zamanda avukatların, sığınmacı müvekkilleri ile kanuna uygun şekilde gizli ve güvenli görüşmesi de engellenmekte, savunma ve adil yargılanma hakları da ihlal edilmektedir.
İdari gözetime alternatif olarak daha önce ayda bir kez ya da 15 günde bir kez getirilen imza yükümlülüğü, haftada beş güne çıkartılmıştır. Bazı örneklerde ise sığınmacıların ailelerinin bulunduğu şehirlerde değil de başka şehirlerde imza atmakla yükümlü kılınarak aile birliği ve özel hayatın da ihlal edildiği görülmektedir.
Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) sığınmacılara gönüllü geri dönüş formunu imzalatmak için baskı, kötü muamele ve işkence yapıldığı söylenmektedir.
6458 sayılı Yabancıların Uluslararası Korunması Hakkında Kanun’un 53-3 maddesi gereği, İdari gözetim konusunda dava açıldığında sınır dışı işlemlerinin durması gerekirken, bazı sığınmacıların davaları devam ederken sınır dışı edilmişlerdir.
ACİL ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ:
Sığınmacılara, Uluslararası hukuktan ve 6458 sayılı yasadan doğan asgari hakları sağlanmalıdır. Sığınmacıların haklarını ihlal eden keyfi uygulamalara son verilmeli, bütün süreçler insan hakları ilkelerine ve hukuka uygun olarak yürütülmelidir. Bu çerçevede; Göç İdaresi karar ve uygulamaları sıkı takip ve denetim altında tutulmalı, AB ve diğer ülkelerle yapılan geri kabul anlaşmaları iptal edilmeli, 1951 Cenevre Sözleşmesine konulan coğrafi çekince kaldırılmalı, BMMYK göç ve iltica ofisleri tekrar açılmalı, mülteciler ve sığınma hakkının korunması noktasında Birleşmiş Milletler sorumluluk almalıdır.
Esas olarak GGM sistemine son verilmesi gerekmekle birlikte, kısa vadede GGM’lerdeki kötü muamele iddiaları titizlikle soruşturulmalı, varsa suç işleyen görevliler hakkında soruşturmalar yapılmalıdır. Bunun için düzenli denetimler yapılmalı, denetim raporları kamuoyu ile paylaşılmalı, görevli personele düzenli olarak insan hakları eğitimleri verilmelidir.
Göç idaresine sevk edilen ve idari gözetime alınan kişilerin ailelerine ve avukatlarına, nerede oldukları konusunda derhal bilgi verilmelidir.
Sığınmacılara yönelik imza yükümlülüğü uygulaması tekrar eski haline getirilmeli, GGM’lerden salıverilen kişilerin ailesinden ve ikametinden çok uzaktaki bir şehirde ve her gün imza vermek şeklindeki yerine getirilmesi imkânsız uygulamalar kaldırılmalıdır.
Geri itme uygulamaması yanında hukuka aykırı geri göndermelere ve gönüllü geri dönüş adı altında zorla göndermelere son verilmeli, Geri Gönderme Yasağına katı bir şekilde riayet edilmelidir. Sığınmacılar, savaş hali süren, can güvenliklerinin tehlikede olduğu ülkelere geri gönderilmemelidir.
Ayrımcılık yasağı etkili biçimde uygulanmalıdır. Siyasi partilerin, STK’ların, bireylerin sığınmacıları hedef gösteren söylemleri için soruşturma başlatılmalıdır.
Kamu görevlilerinin eylem ve işlemleri etkili biçimde denetlenmelidir. Özellikle etkin adli mekanizmalara erişimde yaşanan engellerden kaynaklanan şikâyet edememe durumu da göz önüne alınarak, olumsuz muamele ve hukuki olmayan taleplere ilişkin şikâyetler söz konusu olduğunda etkili inceleme ve soruşturma yürütülmelidir.
GGM’lere en fazla alınma sebeplerinden biri olan il, ilçe kısıtlamaları ve iller arası seyahat izin zorunluluğu gibi uygulamalarda değişikliğe gidilmelidir. Uzun süredir bir yerleşim yerinde bulunan, çalışan, çocukları okullara giden sığınmacılar gerekli destekler sağlanmadan başka yerlere gitmeye zorlanmamalıdır.
İmzacı Kurumlar:
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi
BARQ Araştırma Merkezi
Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi
Enternasyonal Dayanışma
Göçmen Araştırma Merkezi
Göç İzleme Derneği
Irkçılığa Karşı Dayanışma Platformu
JİNEPS gazetesi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
Sınırsız Dayanışma
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi
İstanbul Geri Dönüşüme Katkı Derneği Genel Merkez
DİSK DEV Yapı İş Sendikası
Yeşil Sol Parti Mültecilerle Dayanışma Çalışma Grubu
DEM Parti Mülteci Hakları Komisyonu
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/25/birlikte-yasayabiliriz-dunya-hepimize-yeter/
Kapat
25 Haziran - Birlikte yaşayabiliriz, dünya hepimize yeter!
Göçmenleri savunan kitle örgütleri Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle bugün İstanbul Göç İdaresi önünde basın açıklaması yapacaklardı. Eylem Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Basın açıklaması İHD İstanbul şubesinde yapıldı.
İlk olarak sözü alan Eren Keskin, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle garantilenmiş barışçıl protesto haklarının engellendiğini dile getirirken, bunun keyfi olarak engellenmesini eleştirdi.
Daha sonra İHD’den Gülseren Yoleri basın açıklamasını okurken, Enternasyonal Dayanışma’dan Yıldız Önen de çözüm önerilerini sıraladı.
Açıklamanın Arapçasını Quaees, Kürtçesini ise Dev Yapı-İş ten Nihat Demir okudu.
Açıklamanın tamamı ve imzacı kurumlar şöyleydi:
“20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesi ile sığınmacıların yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerilerimizi paylaşmak amacı ile İstanbul Göç İdaresi önünde altta yer alan metin çerçevesinde yapacağımız basın açıklaması Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklanmış, anayasal bir hak olan toplanma ve gösteri hakkımız yanında ifade özgürlüğümüz hukuka aykırı olarak engellenmiştir. İmzacı kurumlar olarak bu yasağı protesto ediyor, açıklama metnimizi altta paylaşıyoruz.”
BİRLİKTE YAŞAYABİLİRİZ, DÜNYA HEPİMİZE YETER
SIĞINMACILARA TEMEL İNSAN HAKLARI ÇERCEVESİNDE BİR YAŞAM SAĞLANSIN !
Herkes bilir ki; insanlar sığınmacı olmayı ne ister ne de tercih eder. Sığınmacılar, çatışmaların, savaşların ve insan hakları ihlallerinin zorlaması ile ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar. Sığınma süreçleri öncesinde olduğu gibi bu süreç sırasında ve sonrasında da ağır hak ihlallerine maruz kalan sığınmacılar, aynı zamanda ulusal ve uluslararası hukuk tarafından koruma altına alınan haklara sahiptirler.
Nitekim 14. maddesinde “Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır”, 15. maddesinde “Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır” diyen 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (İHEB), Türkiye’nin 24 Ağustos 1951 tarihinde imzalayıp, 29 Ağustos 1961 tarihinde coğrafi çekince koyarak onaylayıp yürürlüğe koyduğu 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme(1951 Cenevre Sözleşmesi)’, 11.04.2013 tarihli “6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK)” ile ek uluslar arası ve ulusal mevzuatta sığınmacılara dair haklar tanımlanmıştır.
“Etkin bir iltica ve göç yönetimi sağlamak, göçmenlerin ve uluslararası koruma arayanların haklarının teminatı olmak” üzere çıkarıldığı iddia edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile oluşturulan Göç İdaresi Başkanlığı’nın ise “göç alanına ilişkin politika ve stratejileri uygulamak, bu konularla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, yabancıların Türkiye’ye giriş ve Türkiye’de kalışları, Türkiye’den çıkışları ve sınır dışı edilmeleri, uluslararası koruma, geçici koruma ve insan ticareti mağdurlarının korunmasıyla ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere” faaliyetlerini sürdüreceği açıklanmıştır.
Ancak Türkiye’de sığınmacılara dair mevzuat eksiğini tamamlamak üzere çıkarılan YUKK’un da, bu yasaya bağlı olarak kurulan Göç İdaresi’nin de sığınmacıların temel haklarının korunmasında yetersiz kaldığı görülmekte, uygulamada sığınmacıların haklarının kullanımının engellendiğine ve haklarına saygı duyulmadığına ilişkin örnekler yaygınlaşmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2018 yılında Türkiye’deki faaliyetini durdurması ve uluslararası koruma sağlama alanındaki görev ve yetkilerini Göç İdaresi’ne devretmesi , Uluslararası Koruma mekanizmalarına erişimi neredeyse imkansız hale getirmiş, milyonlarca sığınmacıyı sığınma hakkından mahrum bırakmıştır. Bu çerçevede, geçici koruma statüsü sahipleri ya da ikamet izni olanlar dışında kalan ve çoğunluğu , İran, Irak, Afganistan, Afrika ve Asya ülkelerinden milyonlarca sığınmacı “düzensiz göçmen” olarak tanımlanmakta ve uluslararası koruma mekanizmalarına erişemedikleri müddetçe her türlü korumadan ve destekten yoksun ve ağır risk içeren bir yaşam sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.
Sığınmacı ve yabancıların Göç İdaresi tarafından yürütülmekte olan kimlik, ikamet, doğum, evlilik, yol izni, uluslararası koruma, idari gözetim, sınır dışı ve benzeri her türlü yasal işlemlerinde , eğitim ve sağlık hakkına erişimlerinde ciddi ve artan sorunlar nedeniyle, Geçici Koruma Statüsü sahibi Suriyeliler dahi bugün tehlikeli yollarla Türkiye dışında yaşam imkanlarını zorlamaktadır.
Sığınmacıları tehdit eden en önemli konulardan biri de; hiç kimsenin zulüm göreceği, can güvenliğinin olmadığı bir ülkeye geri gönderilemeyeceği anlamına gelen “geri göndermeme” ilkesinin ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır.
1951 Cenevre Sözleşmesi 33.maddesi, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 4. Maddesi, 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme 3. Maddesi, 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 13. Maddesi, İstanbul Sözleşmesi olarak anılan 11.05.2011 tarihli “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 60 ve 61.maddesinde açıkça tanımlanan geri göndermeme ilkesi, uygulamada sıklıkla ve zaman zamanda gönüllü geri dönüş adı altında ihlal edilmektedir.
Bu açıklamamızda özellikle; sığınmacılar hakkında verilen ve geri göndermeme ilkesini ihlal eden sınır dışı ve bağlı idari gözetim kararlarının uygulandığı yerlerden olan Geri Gönderme Merkezleri (GGM)ne değineceğiz.Yapılan açıklamalara göre 21 bin kapasiteli 30 geri gönderme merkezinde halihazırda 40 bin sığınmacı tutuluyor. İç İşleri Bakanlığı tarafından işletilen Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan sorunlar ana başlıklar halinde şöyle sıralanabilir
İdari gözetim kararı ile geri gönderme merkezlerine alınan sığınmacılar kapatılıyor, suçlu muamelesi görüyorlar. Müvekkili olan avukatların dahi girişinin kısıtlandığı, STK’lara kapalı bu merkezlerde hastalıklar, intihar vakaları, işkence, kötü muamele ve ölümlerin giderek arttığı duyumları alınıyor, ancak hiçbir denetim raporu ve resmi açıklama kamuoyu ile paylaşılmıyor.
GGM’lerdeki sığınmacıların beslenme ve hijyen de dahil temel yaşamsal ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılanmıyor. 800 kişilik GGM’lerde 2000 kişinin tutulması, 6 kişilik odada 20 kişinin tutulması, fiziksel imkanların yetersiz kalması, ayrıca merkezlerin denetime kapalı olması hususları birleştiğinde ciddi insan hakları ihlalleri söz konusu.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesi kapsamındaki sığınmacılardan 57. madde gereğince idari makamlarca sınır dışı ve idari gözetim kararı verilebilecekler hakkında 48 saatlik süre içinde karar verilmesi gerekiyor. Ancak bu süreç 6 ile 10 gün arasında değişen sürelerde hukuksuz ve fiilen özgürlükten yoksun bırakma uygulamasına dönüşüyor.
Göç İdaresi Başkanlığı, idari gözetime aldığı sığınmacıyı, hakkında bir karar almadan önce merkezlerin doluluğu nedeni ile 2-3 şehir dolaştırmakta, bu süreçte ne avukatlara ne yasal temsilcilere ne de ailelere bilgi verilmemektedir. Böylece sığınmacının, hakkında alınan kararlara karşı yargı yoluna gitmesi dolaylı olarak engellenmekte ve insanlar sınır dışı edilme riskine maruz bırakılmaktadır. Aynı zamanda avukatların, sığınmacı müvekkilleri ile kanuna uygun şekilde gizli ve güvenli görüşmesi de engellenmekte, savunma ve adil yargılanma hakları da ihlal edilmektedir.
İdari gözetime alternatif olarak daha önce ayda bir kez ya da 15 günde bir kez getirilen imza yükümlülüğü, haftada beş güne çıkartılmıştır. Bazı örneklerde ise sığınmacıların ailelerinin bulunduğu şehirlerde değil de başka şehirlerde imza atmakla yükümlü kılınarak aile birliği ve özel hayatın da ihlal edildiği görülmektedir.
Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) sığınmacılara gönüllü geri dönüş formunu imzalatmak için baskı, kötü muamele ve işkence yapıldığı söylenmektedir.
6458 sayılı Yabancıların Uluslararası Korunması Hakkında Kanun’un 53-3 maddesi gereği, İdari gözetim konusunda dava açıldığında sınır dışı işlemlerinin durması gerekirken, bazı sığınmacıların davaları devam ederken sınır dışı edilmişlerdir.
ACİL ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ:
Sığınmacılara, Uluslararası hukuktan ve 6458 sayılı yasadan doğan asgari hakları sağlanmalıdır. Sığınmacıların haklarını ihlal eden keyfi uygulamalara son verilmeli, bütün süreçler insan hakları ilkelerine ve hukuka uygun olarak yürütülmelidir. Bu çerçevede; Göç İdaresi karar ve uygulamaları sıkı takip ve denetim altında tutulmalı, AB ve diğer ülkelerle yapılan geri kabul anlaşmaları iptal edilmeli, 1951 Cenevre Sözleşmesine konulan coğrafi çekince kaldırılmalı, BMMYK göç ve iltica ofisleri tekrar açılmalı, mülteciler ve sığınma hakkının korunması noktasında Birleşmiş Milletler sorumluluk almalıdır.
Esas olarak GGM sistemine son verilmesi gerekmekle birlikte, kısa vadede GGM’lerdeki kötü muamele iddiaları titizlikle soruşturulmalı, varsa suç işleyen görevliler hakkında soruşturmalar yapılmalıdır. Bunun için düzenli denetimler yapılmalı, denetim raporları kamuoyu ile paylaşılmalı, görevli personele düzenli olarak insan hakları eğitimleri verilmelidir.
Göç idaresine sevk edilen ve idari gözetime alınan kişilerin ailelerine ve avukatlarına, nerede oldukları konusunda derhal bilgi verilmelidir.
Sığınmacılara yönelik imza yükümlülüğü uygulaması tekrar eski haline getirilmeli, GGM’lerden salıverilen kişilerin ailesinden ve ikametinden çok uzaktaki bir şehirde ve her gün imza vermek şeklindeki yerine getirilmesi imkânsız uygulamalar kaldırılmalıdır.
Geri itme uygulamaması yanında hukuka aykırı geri göndermelere ve gönüllü geri dönüş adı altında zorla göndermelere son verilmeli, Geri Gönderme Yasağına katı bir şekilde riayet edilmelidir. Sığınmacılar, savaş hali süren, can güvenliklerinin tehlikede olduğu ülkelere geri gönderilmemelidir.
Ayrımcılık yasağı etkili biçimde uygulanmalıdır. Siyasi partilerin, STK’ların, bireylerin sığınmacıları hedef gösteren söylemleri için soruşturma başlatılmalıdır.
Kamu görevlilerinin eylem ve işlemleri etkili biçimde denetlenmelidir. Özellikle etkin adli mekanizmalara erişimde yaşanan engellerden kaynaklanan şikâyet edememe durumu da göz önüne alınarak, olumsuz muamele ve hukuki olmayan taleplere ilişkin şikâyetler söz konusu olduğunda etkili inceleme ve soruşturma yürütülmelidir.
GGM’lere en fazla alınma sebeplerinden biri olan il, ilçe kısıtlamaları ve iller arası seyahat izin zorunluluğu gibi uygulamalarda değişikliğe gidilmelidir. Uzun süredir bir yerleşim yerinde bulunan, çalışan, çocukları okullara giden sığınmacılar gerekli destekler sağlanmadan başka yerlere gitmeye zorlanmamalıdır.
İmzacı Kurumlar:
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi
BARQ Araştırma Merkezi
Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi
Enternasyonal Dayanışma
Göçmen Araştırma Merkezi
Göç İzleme Derneği
Irkçılığa Karşı Dayanışma Platformu
JİNEPS gazetesi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
Sınırsız Dayanışma
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi
İstanbul Geri Dönüşüme Katkı Derneği Genel Merkez
DİSK DEV Yapı İş Sendikası
Yeşil Sol Parti Mültecilerle Dayanışma Çalışma Grubu
DEM Parti Mülteci Hakları Komisyonu
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/25/birlikte-yasayabiliriz-dunya-hepimize-yeter/
Kapat
Her ne kadar resmî ideolojik endoktrinasyonun verdiği zararlarla malul bir siyaset ve toplum yapısına sahip olsak da, başka konularda olduğu gibi göç ...
24 Haziran - Göç Kan Dolaşımıdır, Göçmen Oksijendir - Bahadır Kurbanoğlu (Perspektif)
Devamı
24 Haziran - Göç Kan Dolaşımıdır, Göçmen Oksijendir - Bahadır Kurbanoğlu (Perspektif)
Her ne kadar resmî ideolojik endoktrinasyonun verdiği zararlarla malul bir siyaset ve toplum yapısına sahip olsak da, başka konularda olduğu gibi göç politikaları konusunda da üretilecek doğru politikalar/yönetim ve bunların sağlayacağı ahlaki üstünlük zemini sayesinde toplumu bu hastalığın pençesinden kurtarmak ve sorunlara ‘merhamet ve fayda’ eşliğinde bakmasını sağlamak mümkündür.
Göç Kan Dolaşımıdır, Göçmen Oksijendir - BAHADIR KURBANOĞLU (perspektif.online)
Kapat
24 Haziran - Göç Kan Dolaşımıdır, Göçmen Oksijendir - Bahadır Kurbanoğlu (Perspektif)
Her ne kadar resmî ideolojik endoktrinasyonun verdiği zararlarla malul bir siyaset ve toplum yapısına sahip olsak da, başka konularda olduğu gibi göç politikaları konusunda da üretilecek doğru politikalar/yönetim ve bunların sağlayacağı ahlaki üstünlük zemini sayesinde toplumu bu hastalığın pençesinden kurtarmak ve sorunlara ‘merhamet ve fayda’ eşliğinde bakmasını sağlamak mümkündür.
Göç Kan Dolaşımıdır, Göçmen Oksijendir - BAHADIR KURBANOĞLU (perspektif.online)
Kapat
Akdeniz’deki iki göçmen teknesi faciasında 11 kişi öldü, 26’sı çocuk 60’tan fazla kişi kayıp. Kayıplarla ilgili ...
21 Haziran - Mülteci ölümleri devam ediyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı21 Haziran - Mülteci ölümleri devam ediyor (Enternasyonal Dayanışma)
Akdeniz’deki iki göçmen teknesi faciasında 11 kişi öldü, 26’sı çocuk 60’tan fazla kişi kayıp. Kayıplarla ilgili umut verici açıklama yok. Onlarca kişinin suya gömüldüğü iki tekneden birinin 8 gün önce Türkiye’den hareket ettiği belirtildi.
Birinci faciada, Alman kurtarma kuruluşu RESQSHIP, batan bir ahşap tekneden 2’si bilinçsiz olmak üzere 51 kişiyi kurtardığını, alt güvertede sıkışıp kalmış 10 ceset bulduğunu duyurdu. Bu kişilerin yolculuk sırasında egzoz gazından zehirlenerek hayatını kaybetmiş olabilecekleri belirtildi. Göçmenler, Suriye, Mısır, Pakistan ve Bangladeş’ten geliyordu ve tekneye Libya’dan binmişti.
Bazıları birkaç aylık bebek
İkinci göçmen faciası, İtalya’nın Kalabriya bölgesinin yaklaşık 200 km doğusunda gerçekleşti. 8 gün önce Türkiye’den yola çıkan teknenin devrilmesi sonucu 26’sı çocuk 60’dan fazla kişi denizde kayboldu. Kurtarılan 12 kişinin Kalabriya’nın Roccella Ionica kasabasına götürüldüğü, içlerinden bir kadının karaya çıktıktan sonra öldüğü belirtildi.
Orta Akdeniz’de her yıl ortalama 2 bin 300 kişi ölüyor
BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verdiği bilgiye göre Orta Akdeniz’de 2014’ten bu yana 23 bin 500’den fazla göçmen öldü ya da kayboldu. Orta Akdeniz dünyanın en tehlikeli göç rotalarından biri konumunda.
Kuzey Afrika kıyılarından denize açılan ve sonra yardım çağrısı yapan göçmenleri, bu güzergahta Avrupa devletlerinin görevlileri yerine genellikle Avrupa menşeli STK’ler kurtarıyor. Ancak AB ülkelerinin “güvenli liman” vermemesinden ötürü zaman zaman kurtardıkları göçmenleri tahliye etmekte güçlük çeken STK’ler, geçen yıldan bu yana İtalya’daki son yasal düzenlemeler nedeniyle faaliyetlerini gerçekleştirmede daha fazla zorlukla karşılaşıyor.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/20/multeci-olumleri-devam-ediyor
Kapat20 Haziran Mülteciler Günü'nde, bir kez daha, sığınmanın insan hakkı olduğunu hatırlatıyoruz.
Savaş, çatışma veya zulüm ...
21 Haziran - Mazlumder Ankara Şubesi: SIĞINMA İNSAN HAKKIDIR
20 Haziran Mülteciler Günü'nde, bir kez daha, sığınmanın insan hakkı olduğunu hatırlatıyoruz.
Savaş, çatışma veya zulüm nedeniyle, bazen iklim şartları, bazen kuraklık ve bazen de ekonomik nedenlerle insanlar, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalabiliyor. Dünyada zorla yerinden edilmiş insanların toplam sayısı ilk kez 100 milyonun üzerine çıkmış durumdadır. Dünya Mülteciler Günü, mültecilerin içinde bulundukları duruma karşı empati geliştirmek ve hayatlarını yeniden inşa etmeleri konusunda ve hayata yeniden tutunmaları için bize bir fırsat sunmaktadır.
Zorda kalmış insanları anlamak sorunlarına ilgi göstermek insan olmamızın bir gereğidir.
https://www.instagram.com/p/C8c-VKxCbqZ/?igsh=MXZuYXI5bjlpcnBwbg%3D%3D
Kapat20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nü, yoksulluğun, savaş ve şiddetin, göç yolunda batan mülteci botlarında ...
20 Haziran - Emek Partisi: Yerli ve Mültecilerin Ortak Mücadelesini Büyütelim! Devamı20 Haziran - Emek Partisi: Yerli ve Mültecilerin Ortak Mücadelesini Büyütelim!
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nü, yoksulluğun, savaş ve şiddetin, göç yolunda batan mülteci botlarında ölümlerin arttığı koşullarda karşılıyoruz. Bir yandan emperyalistlerin savaş yatırımları artarken diğer yandan sınırların mültecilere kapatıldığı günlerden geçiyoruz. Sınıra yüksek güvenlikli duvar örmenin çözüm getirmeyeceğini ABD’nin Meksika sınırında gördük. Yaşanan mülteci düşmanlığının sonuçları milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı olarak ortaya çıkıyor. Avrupa ülkelerindeki seçim sonuçlarında aşırı sağın ciddi oylar alıyor olmasında mülteci düşmanlığının da etkisi büyük. Bu düşmanlığın emekçilerin çıkarına bir gelişme olmadığı yaşanan yoksulluktan görüldüğü üzere açıktır.
Emek Partisi Dünya Mülteciler Günü açıklaması
Yazının ayrıntısı aşağıdaki adreste:
https://x.com/emekpartisi/status/1803731109017973165?s=12&t=1jL3A7Vvc5c_XbG2EMl6Rw
Kapat“Sığınma hakkına ve mültecilere yönelik hak ihlallerini durdurun
Enternasyonal Dayanışma grubunun da içinde bulunduğu ...
20 Haziran - 13 kurum tarafından 20 Haziran Dünya Mülteciler günü dolayısıyla basın açıklaması yapıldı Devamı20 Haziran - 13 kurum tarafından 20 Haziran Dünya Mülteciler günü dolayısıyla basın açıklaması yapıldı
“Sığınma hakkına ve mültecilere yönelik hak ihlallerini durdurun
Enternasyonal Dayanışma grubunun da içinde bulunduğu 13 kurum, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü dolayısıyla, göçmenlerin yaşadığı sorunlarla ilgili basın toplantısı düzenledi.
Siyasi partilerin, hak örgütleri ve mülteci örgütleri temsilcilerinin katıldığı toplantıda, “20 Haziran Dünya Mülteciler Günü: Sığınma hakkına ve mültecilere yönelik hak ihlallerini durdurun” pankartı açıldı. Toplantıda, ortak basın açıklamasını Türkçe olarak Gülseren Yoleri, Arapça Taha Elgazi, Kürtçe Gülnarin Demirel okudu. Yıldız Önen, mülteciler için acil talepleri dile getirdi.
Açıklamada, Birleşmiş Milletlerin 2001’den itibaren 20 Haziran’ı, Dünya Mülteciler Günü olarak anmaya başladığı hatırlatıldı. Geçen 23 yıla rağmen mültecilerin sorunlarının çözülmediği belirtildi. Dünyada sığınma hakkının ve bu bağlamda uluslararası hukukun yok sayıldığı vurgulanarak, mültecilerin her geçen gün daha fazla baskı, sömürü ve hak ihlaline maruz bırakıldıkları kaydedildi. Mültecilere yönelik planlı olarak yayılan yanlış bilgilerle, mültecilerin içinde yaşadığı toplumla çekişmeli hale getirildiği belirtildi. mültecilere yönelik sorunların insan haklarını temel alan bir yaklaşımla çözülmesi talep edildi.
Acil talepler:
- Mültecilere yönelik hak temelli bir yaklaşımın benimsenmesi,
- Kadın, çocuk, LGBTİ+ birey, yaşlı ve engellilerin haklara erişimlerini sağlayacak sosyal destek mekanizmalarının kurulması ve acilen işler hale getirilmesi,
- Mülteci çocuk ve gençlerin anadilde eğitim de dahil eğitim hakkına erişiminin sağlanması, çocuk işçiliğinin önlenmesi,
- Kız çocuklarının eğitime erişimlerinin kolaylaştırılması, erken yaşta evlendirilmelerinin önlenmesi için tedbirler alınması,
- Anne ve çocuk ölümlerindeki ciddi tablo da göz önünde bulundurularak, özellikle anne, çocuk, yaşlı ve kronik hastalığı olanların sağlık ve bakım hizmetlerine tam erişiminin sağlanması,
- Kayıt dışı çalışmanın yarattığı ağır sömürünün önlenmesi için çalışma izni uygulamasının kolaylaştırılması,
- Medyada ve siyasette daha da öne çıkan ve ırkçı saldırıları motive eden mültecilerle ilgili ayrımcı söylemlerden vazgeçilmesi, önleyici tedbir alınması,
- Nefret saldırılarının durdurulması, karşımıza çıkan cezasızlık uygulamasına son verilmesi,
- 1951 Cenevre sözleşmesine 1967 de konulan coğrafi çekincenin kaldırılması, ülke içinde ve dışında serbest dolaşım ve yerleşim hakkının sağlanması,
- AB- Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması ve mültecilik hakkına tehdit oluşturan tüm ikili anlaşmaların geri çekilmesi, Frontex uygulamasının denetlenmesi ve yakın izlemeye alınması,
- Sınırlar açılarak insan kaçakçılığının önlenmesi,
- Mültecileri sınırdan geçmek için yasadışı- tehlikeli yollara sevk eden politika ve söylemlerden vazgeçilmesi,
- BMMYK’nın uluslararası koruma başvuruları konusunda Türkiye’de yeniden aktif faaliyet göstermesi,
- Göç İdaresinin uluslararası koruma ve ikamet başvurularının alınması başta olmak üzere mültecilerin taleplerini karşılayacak güven verici, keyfiyetten uzak, mültecilerin erişimini kolaylaştıran bir sistem kurması,
- Suriyelilere uluslararası koruma başvurusunda bulunma yolunun açılması,
- Sınırdışı ve Geri İtme gibi “Geri Gönderme Yasağı”na aykırı uygulamaların durdurulması,
- Geri Gönderme Merkezlerinde( GGM) insani tutulma koşullarının sağlanmasından öte, idari gözetim uygulaması ve mültecilerin bu merkezlerde tutulmasına son verilmesi, GGM’lerin kapatılması,
- Eğitim, sağlık, barınma ve çalışma gibi temel haklar bakımından vatandaşlarla eşit hakların sağlanması,
- Kadın ve çocuklara yönelik istismar ve şiddeti önleyici, kadın ve çocukları koruyucu etkin mekanizmaların hayata geçirilmesi,
- Dil ve maddi imkan sorunları da gözetilerek adalete erişim ve hukukun korumasından yararlanma konusunda eşitlik ve yeterli imkân sağlanması,
- Mültecilere kendi dillerinde ücretsiz hizmet sunacak, kolay ulaşılabilir resmi danışma merkezlerinin kurulması,
- Mültecilere dair politikalar belirlenirken, mültecilerin ve alanda çalışan sivil örgütlerin görüş ve önerilerinin etkin değerlendirilmesi,
- Uzun süre Türkiye’de yaşayan ve geri dönmesi savaş ve sonraya etkilerinin neden olduğu koşullar çerçevesinde mümkün görünmeyen mültecilere vatandaşlık verilmesi için acil adımlar atılsın.
Açıklamada imzası bulunan kurumlar
- İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
- Enternasyonal Dayanışma
- Sınırsız Dayanışma
- Irkçılığa Karşı Dayanışma
- JİNEPS gazetesi
- Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi
- Göç İzleme Derneği
- Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
- BARG Araştırma Merkezi
- Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi
- DEM Parti Mülteci Hakları Komisyonu
- Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi
- Yeşil Sol Parti Mültecilerle Dayanışma Çalışma Grubu”
Haberin ayrıntısı aşağıdaki adreslerde:
https://www.evrensel.net/haber/521384/ihd-dunyadaki-her-69-kisiden-biri-multeci
https://hertaraf.com/haber-siginma-hakkina-ve-multecilere-yonelik-hak-ihlallerini-durdurun-13311
KapatHalil, Suriye'yi terk ettiğinde yalnızca altı yaşındaydı; her gün çatışmaların yaşandığı ülkeyi felce uğratan iç savaş ...
20 Haziran - Bir çocuğun Suriye'den Avrupa'ya 10 yıl süren yolculuğu Devamı20 Haziran - Bir çocuğun Suriye'den Avrupa'ya 10 yıl süren yolculuğu
Halil, Suriye'yi terk ettiğinde yalnızca altı yaşındaydı; her gün çatışmaların yaşandığı ülkeyi felce uğratan iç savaş doruğa ulaşmıştı.
Suriye'nin batısındaki Humus'ta, taksici babası, annesi ve iki küçük kız kardeşiyle birlikte yaşıyordu. Çatışmalardan önce, 1,5 milyon nüfusuyla Suriye'nin en büyük üçüncü kenti olan Humus, 2011'de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı protestoların kilit noktalarından biri olmuştu.
Halil, “Köyüm iki dağın arasındaydı ve her gece çatışmalar yaşanıyordu” diyor; “Askerler ve isyancılar birbirlerine saldırdıklarında silahlarının namlusundan çıkan ateşi ve ışığı görebiliyordum. Çok korkuyordum.”
Suriye'nin üçüncü büyük şehri Humus, Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı ayaklanmada önemli noktalardan biri olmuştu. 2015 sonunda muhaliflerin Humus'u terk etmesiyle kent hükümet güçlerinin kontrolüne geçti.
Ayaklanmalar sırasında neredeyse tüm barışçıl muhalefet faaliyetlerini suç sayan 'terörle mücadele yasası' uyarınca, on binlerce kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Halil'in babası İbrahim de vardı. Halil, “Hükümet onu hapse attı. Çıktığında (ailece) çok fazla şeye göğüs germek zorunda kaldık. Bu yüzden Suriye'den ayrılmaya karar verdik” diyor.
Mülteci bir çocuk olarak on yıl sürecek yolculuğu da böyle başladı.
Yazının devamı aşağıdaki adreste:
https://www.bbc.com/turkce/articles/c511m7prngeo
Kapat
Yunanistan'da ana muhalafet partisi Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA), BBC'ye konuşan görgü tanıklarının Yunan sahil güvenliğinin 3 yılda ...
19 Haziran - Yunanistan'da muhalefet BBC'nin göçmen ölümleriyle ilgili haberi sonrası soruşturma istedi Devamı19 Haziran - Yunanistan'da muhalefet BBC'nin göçmen ölümleriyle ilgili haberi sonrası soruşturma istedi
Yunanistan'da ana muhalafet partisi Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA), BBC'ye konuşan görgü tanıklarının Yunan sahil güvenliğinin 3 yılda çok sayıda göçmenin ölümüne neden olduğunu söylemesi sonrası soruşturma talep etti.
Görgü tanıkları 9 göçmenin kasıtlı olarak suya atıldıklarını söylemişti.
SYRIZA'nın göçmen politikalarından sorumlu yetkilisi Giorgos Psychogios, "Derinlemesine bir soruşturma talep ediyoruz. Yanıt verilmesini talep ediyoruz. Hesap verilmesini talep ediyoruz. Bu nedenle soruşturma istiyoruz" dedi.
BBC'ye konuşan Psychogios, "İnsan hayatını önemsiyoruz. Can kaybına alışamayız" ifadelerini kullandı.
Psychogios ayrıca partisinin yıllardır, çeşitli uluslararası kuruluşların raporları sonrası, sahil güvenlikle ilgili olarak şeffaf bir tavır takınılması çağrısı yaptıklarını hatırlattı.
SYRIZA yetkilisi hükümeti de partisi için sordukları sorular nedeniyle "Yunan karşıtı", "Erdoğan'ın temsilcileri" ve "provokatörler" gibi ifadeler kullanmakla suçladı.
Bir diğer muhalefet partisi Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK) de BBC'de yayımlanan haberin sahil güvenliğin "olası yasa dışı eylemlere ilişkin olarak makul düzeyde endişeye neden olduğunu" vurguladı.
Partinin milletvekillerinden Athanasios Glavinas, "Yetkililerin yanıtlarını bekliyoruz. İnsan hayatına ve değerlerine saygı tartışılamaz" dedi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/clll74gmqdro
Kapat
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) dünya genelinde mülteci sayısının Nisan ayı sonunda 120 milyona ulaştığını ...
18 Haziran - Savaşlar göçmenliği tırmandırıyor Devamı18 Haziran - Savaşlar göçmenliği tırmandırıyor
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) dünya genelinde mülteci sayısının Nisan ayı sonunda 120 milyona ulaştığını açıkladı. UNHCR yeni verileri 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nün hemen öncesinde açıkladı.
Savaş ve şiddetin küresel ölçekte tırmanması ve doğal afetlerin artmasıyla birlikte, ülkelerinden kaçan ya da kaçmak zorunda kalan insanların sayısı 2023 yılı sonunda 117,3 milyonu bulmuştu.
Kuruluş, bu yılın ilk dört ayında yeni zorla yerinden edilme rakamlarının da eklenmesiyle sayının 120 milyona ulaştığını tahmin ediyor. Mülteci sayısı, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) kayıt tutmaya başlamasından bu yana en yüksek orana ulaştı.
Zorla yerinden edilenlerin yaklaşık yüzde 40’ını çocuklar oluşturuyor.
Her 69 kişiden biri ya da tüm dünya nüfusunun yüzde 1,5’i şu anda zorla yerinden edilmiş durumda. On yıl önce yerinden edilenlerin toplam nüfusa oranı her 125 kişiden 1’iydi. Yani on yılda neredeyse iki kat bir artış söz konusu.
Mülteciler nerelerden kaçıyor?
Rapora göre 2023’te mültecilerin yüzde 73’ü sadece beş ülkeden geldi: Afganistan, Suriye, Venezuela, Ukrayna ve Sudan.
Suriye, 12 yıldır süren iç savaş nedeniyle 2023 yılı sonuna kadar ülke içinde ve dışında zorla yerinden edilen 13,8 milyon kişi ile dünyanın en büyük yerinden edilme krizinin merkezi olmaya devam ediyor. Bu kişilerin 6,4 milyonu ülke dışına göç etti.
Afganistan’da 6,4 milyon kişi, Taliban’ın 2021’de yönetimi ele geçirmesinin ardından daha iyi bir yaşam arayışıyla Afganistan’dan kaçtı.
Bunları Venezuela (6,1 milyon mülteci) ve Ukrayna (6 milyon mülteci) takip ediyor.
Küresel rakamlardaki bu yılki artış esas olarak Sudan’daki iç savaştan kaynaklandı. 2023 yılı sonuna kadar bu ülkede yaklaşık 11 milyon Sudanlı yerinden edildi.
İspanya kıyılarında günde 33 göçmen ölüyor
2024 yılının başından bu yana İspanya’nın Akdeniz ve Atlas Okyanusu kıyılarında 5 bin 45 göçmen hayatını kaybetti.
İspanyol sivil örgütü Caminando Fronteras’e göre yılbaşından bu yana İspanya’ya ulaşmayı hedefleyen göçmenlerin günlük ortalama ölüm sayısı 33 kişi. Ölümlerin çoğu Batı Afrika ve Kanarya Adaları arasında oldu. Bu rotada 4 bin 808 kişi hayatını kaybetti. Diğer rotalarda ise Cezayir’den Balear Adaları’na, Doğu İspanya’ya kadar 175 kişi, Alboran Denizi’nde 47 kişi ve Cebelitarık Boğazı’nda 24 kişi öldü.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/06/18/savaslar-gocmenligi-tirmandiriyor/
Kapat
Görgü tanıkları, Yunan sahil güvenliğinin üç yıl içinde Akdeniz'de çok sayıda göçmenin ...
18 Haziran - Görgü tanıklarına göre, Yunan sahil güvenliği göçmenleri denize atarak ölümlerine neden oldu Devamı18 Haziran - Görgü tanıklarına göre, Yunan sahil güvenliği göçmenleri denize atarak ölümlerine neden oldu
Görgü tanıkları, Yunan sahil güvenliğinin üç yıl içinde Akdeniz'de çok sayıda göçmenin ölümünden sorumlu olduğunu, göçmenlerden dokuzunun kasıtlı olarak denize atıldığını söylüyor.
BBC'nin analizi, bu dokuz kişinin, Yunan karasularından çıkarılmaları ya da Yunan adalarına ulaştıktan sonra tekrar denize açılmaları sonucu öldükleri iddia edilen 40'tan fazla kişi arasında olduğunu ortaya çıkardı.
BBC'nin "Dead Calm: Killing in the Med?" (Ölüm Kadar Sakin: Akdeniz'de Öldürmek?) adlı yeni belgeseli için araştırmalarımız net bir model ortaya koydu.
Vakaların beşinde göçmenler, Yunan makamları tarafından doğrudan denize atıldıklarını söylediler. Bu vakaların dördü, Yunan adalarına çıktıklarını ama avlandıklarını anlattılar.
Diğer birçok olayda göçmenler, motorsuz şişirilebilir lastik botlara bindirildiklerini ve daha sonra bunların havasının indiğini veya delinmiş olabileceklerini söylediler.
En tüyler ürpertici ifadelerden biri, Eylül 2021'de Sisam adasına ayak bastıktan sonra Yunan yetkililer tarafından avlandığını söyleyen Kamerunlu bir adama aitti.
Görüştüğümüz tüm kişiler gibi o da, sığınmacı olarak Yunanistan topraklarında kaydolmayı planladığını söyledi.
"Biz limana zar zor yanaştık, polis arkamızdan geldi. Siyah kıyafetli iki polis, sivil kıyafetli üç polis daha vardı. Maskeliydiler, sadece gözleri görülebiliyordu.”
Kendisi ve diğer iki kişi (biri Kamerun'dan, diğeri Fildişi Sahili'nden) bir Yunan sahil güvenlik botuna nakledildiler ve orada olaylar korkunç bir hal aldı:
“Kamerunluyla başladılar. Onu denize attılar. Fildişi Sahili'nden gelen adam 'Kurtarın beni, ölmek istemiyorum' dedi. Sonunda sadece eli suyun üstünde kaldı. Vücudu suyun altındaydı. Eli yavaş yavaş kaydı, su onu yuttu."
Görüştüğümüz kişi kendisini kaçıranların onu dövdüğünü söylüyor:
"Başıma yumruklar yağıyordu. Sanki bir hayvanı yumruklar gibi” dedi.
Daha sonra onu da can yeleği olmadan suya ittiklerini söylüyor. Kıyıya kadar yüzebilmiş ancak diğer iki kişinin (Sidy Keita ve Didier Martial Kouamou Nana) cansız bedenleri Türkiye'de kıyı şeridinde bulundu.
Haberin devamı aşağıdaki adreste:
https://www.bbc.com/turkce/articles/c722yqyv51jo
Kapat
Gaziantep'te 41 STK, şehirde yaşayan geçici koruma altındaki Suriyelilere dair bir açıklama yayımladı. Mültecilere karşı yapılan ...
18 Haziran - Antep'teki "mülteci" açıklamasına tepki: "Mültecileri hedef almak sermayenin lehine olur" Devamı18 Haziran - Antep'teki "mülteci" açıklamasına tepki: "Mültecileri hedef almak sermayenin lehine olur"
Gaziantep'te 41 STK, şehirde yaşayan geçici koruma altındaki Suriyelilere dair bir açıklama yayımladı. Mültecilere karşı yapılan açıklamaya BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen sert tepki gösterdi.
Bildirinin yayımlanmasının ardından Evrensel’e konuşan Birleşik Tekstil, Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mehmet Türkmen özellikle Gaziantep’te yaptıkları çalışmalara dikkat çekerek, “Orta ölçekli patronlar ve meslek örgütlerinin yan yana gelmesi çelişkileri olan bir metin ortaya çıkarmış” dedi.
“Gaziantep’te özellikle kayıtsız mülteci işçi sayısı oldukça fazla. Örneğin imalat sanayinin yoğun olduğu Ünaldı’da 15 bin ila 20 bin arası işçinin çalıştığını tahmin ediyoruz. Çocuk işçiler de dahil olmak üzere çalışanların yaklaşık yüzde 70’i kayıtsız, güvencesiz çalışan Suriyeliler” diyen Türkmen, büyük patronların mülteci işçilerin varlığından memnun olduklarını söyledi.
“Burada daha orta sınıf patronların da yer aldığı açıklamada özellikle rahatsız olunan mesele Suriyeli işçi nüfusunun belli alanlarda artması ve bu işçilerin örgütlenmesi üzerine. İstiyorlar ki işçiler çok ucuza çalıştırılıp susun” diyen Türkmen özellikle artan ihracatlarda mülteci işçi emeğinin fazla olduğuna dikkat çekti.
Sosyal yardımlar konusu tüm emekçilerin meselesidir
Sosyal yardımlar üzerinden yer alan ifadeleri eleştiren Türkmen “Bu açıklamada sadece Suriyeliler değil tüm halkımızı ilgilendirecek sosyal yardımlar meselesi özellikle bu metne imza atan demokratik kitle örgütleri ve sendikalar açısından talihsiz olmuştur. Mehmet Şimşek’in öncülüğünde uygulanan ‘kemer sıkma’ programları özellikle işsizliğin bu denli artması halkı sosyal yardımlara mahkûm etmiştir. Bir alternatif sunmadan, iktidarı eleştirmeden yer alan ‘hükümetimizin sosyal bir devlet olma anlayışı ile yaptığı destekler insanları çalışmaktan imtina eder hale getirmiştir’ ifadesi özellikle imzalayan meslek odaları ve sendikalar açısından sorumsuzca bir yaklaşım olmuştur” dedi. Mültecilere asgari düzeyde yapılan ödemelerin halkın ve iktidarın cebinden değil aslında AB ile yapılan anlaşmalarda alınan ödeneklerden karşılandığını söyleyen Türkmen, “Türkiye’yi göçmen deposuna dönüştüren AKP ve elbet AB’nin göç politikaları. Yüksek ödeneklerle Türkiye’yi göçmen deposuna dönüştürüyorlar, ancak zaten Suriyeliler yapılan ödemelerin çok az miktarından yararlanıyor” dedi.
İktidar AB’nin kapı bekçiliğini yapıyor
Açıklamanın mahiyetinin özellikle Gaziantep halkı için faydadan ziyade iktidar ve sermaye güçlerinin ekmeğine yağ sürdüğünü söyleyen Türkmen, "Göçmen ve mülteciler meselesi elbet belirli sorunlar yaratıyor. Ancak böylesi açıklamalar sadece biriken öfkeyi yanlış yere kanalize ediyor. Bu metinde iktidara ve politikalarına dair neredeyse söylenen hiçbir şey yok. AKP’nin savaş politikalarının sonucu artan göç dalgaları ve öte yandan AB ile Geri Kabul Anlaşması gibi yaptığı anlaşmalarla emperyalistler için kapı bekçiliği yapan AKP yaşanan tablonun asıl sorumlusu. Bunun dışında toplumda mültecilere yönelik öfkeyi arttıran her türlü açıklama toplumun yararına değil sermayenin ekmeğine yağ sürmek olur” dedi.
Ne olmuştu
Gaziantep Kulübü Alleben toplantıları kapsamında 41 kurum ve kuruluş mültecilere karşı açıklama yayımladı.
“Şehrimizde değişen Nüfus Yapısı ve Etkileri” başlıklı toplantıda patronların kulüpleri, vakıfları ve kurumlarının yanı sıra meslek örgüt odalarının yer alması dikkat çekti. Yapılan açıklamada “Gaziantep’te yaşam; yerli nüfus için gittikçe çekilmez hale gelmektedir. Yolda, toplu ulaşım araçlarında, parkta, evde, işte çevreyle uyumlu olamamakta, kendi kültürlerini, alışkanlıklarını olduğu gibi sürdürmekte ve biz Gazianteplilerin yaşam alanını daraltmaktadırlar” ibareleri yer aldı.
“Milli servetimizden önemli bir pay almaktadırlar” denilen açıklamada Suriyeli işçi ve mültecilerin durumuna ilişkin “2023 yılı itibari ile Gaziantep’te ticaret ve üretim sektörlerinde faaliyet gösteren 5 binin üzerinde Suriyeli firma bulunmaktadır… Geçici koruma altındaki çok sayıda Suriyeli ise kayıtlı ve çoğunlukla kayıtsız işgücü olarak iş hayatına katılmaktadırlar. Suriyeliler birçok iş kolunda daha uygun koşullarda istihdam edilmektedirler. Ekonomiye işgücü bağlamında yaptıkları katkı önemli olmakla birlikte giderek yapısal sorunlara yol açacakları aşikardır. Suriyelilerin yaygınlaştığı işlerde, bu defa da toplu hareket etme, kendi isteklerini dayatma durumları ile karşılaşılmaktadır” iddiaları yer aldı.
Haberin ayrıntısı için aşağıdaki linki tıklayınız:
Kapat
2024 yılının başından bu yana İspanya’nın Akdeniz ve Atlas Okyanusu kıyılarında 5 bin 45 göçmen hayatını kaybetti.
İspanyol sivil ...
17 Haziran - İspanya kıyılarında günde 33 göçmen ölüyor Devamı17 Haziran - İspanya kıyılarında günde 33 göçmen ölüyor
2024 yılının başından bu yana İspanya’nın Akdeniz ve Atlas Okyanusu kıyılarında 5 bin 45 göçmen hayatını kaybetti.
İspanyol sivil örgütü Caminando Fronteras’e göre yılbaşından bu yana İspanya’ya ulaşmayı hedefleyen göçmenlerin günlük ortalama ölüm sayısı 33 kişi. Ölümlerin çoğu Batı Afrika ve Kanarya Adaları arasında oldu. Bu rotada 4 bin 808 kişi hayatını kaybetti. Diğer rotalarda ise Cezayir’den Balear Adaları’na, Doğu İspanya’ya kadar 175 kişi, Alboran Denizi’nde 47 kişi ve Cebelitarık Boğazı’nda 24 kişi öldü.
Haberin ayrıntısı için aşağıdaki linki tıklayınız:
https://yeniyasamgazetesi5.com/gunde-33-gocmen-akdeniz-ve-atlas-okyanusunda-oluyor/
Kapat
On bir yaşındaki Ahmet Haskiro’nun çalışmış olduğu Kaside Giyim-Dağ Tekstil atölyesinde, asansör ile duvar arasına sıkışarak yaşamını ...
15 Haziran - Suriyeli Ahmet’in haftalığı 1.500, hayatı 500 bin lira! – Turgay Bek (Bir Tek-sen Adana temsilcisi) Devamı15 Haziran - Suriyeli Ahmet’in haftalığı 1.500, hayatı 500 bin lira! – Turgay Bek (Bir Tek-sen Adana temsilcisi)
On bir yaşındaki Ahmet Haskiro’nun çalışmış olduğu Kaside Giyim-Dağ Tekstil atölyesinde, asansör ile duvar arasına sıkışarak yaşamını yitirmesi, bir gün sonraki Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü’nün gündemini belirledi.
Suriyeli çocuk işçinin ölümü sonrasında konfeksiyon atölyesinin patronları, “Ahmet Haskiro’nun atölyede çalışmakta olan annesini ziyaret etmek için geldiği esnada asansör kazası yaşandığı” senaryosuna sığındı. Aile ve işçiler üzerine yoğun bir baskı kuran patronlar, herkesi kendi yalanlarına ortak ederek cinayeti örtbas etmeye çalışıyor. Eşi 10 gün önce yasa dışı yollarla Almanya’ya geçmiş olan ve başka hiç kimsesi olmayan Anne Sefa Haskiro, patronların baskılarına boyun eğerek oğlunun atölyede çalışırken yaşamını yitirdiği gerçeğini inkar etmek durumunda bırakılıyor.
İşçi arkadaşlarının aktardığına göre Ahmet 1500 lira haftalık karşılığında çalışıyordu. Ahmet’in annesi ile 14 yaşındaki ablası Merve ise haftalık 3 bin 200 lira alıyor. Konfeksiyon sektöründe Suriyelilere asgari ücret dahi çok görülüyor. Öğrendiğimiz kadarı ile patronlar iş cinayetinin kendi istedikleri şekilde kapatılması karşılığında Haskiro ailesine 500 bin lira “kan parası” ödemeyi teklif etmiş.
Ahmet Haskiro’nun ölümünden sorumlu olan patronlar, iş yerinde çalışan tanık olarak dinlenecek işçilere baskı yapıyor, ailenin beyanlarını yönlendiriyor.
Suriyeli ölse de hakkını arayamıyor
Bundan 4 yıl önce, Ahmet Haskiro gibi konfeksiyon işçisi olan 18 yaşındaki Suriyeli Ali el Hemdan’ın dur ihtarına uymadığı gerekçesi ile polis tarafından vurulduğu yer, iş cinayetinin yaşandığı atölyeye birkaç yüz metre mesafede bulunuyor. Sanık polis memuru, ayağının kayarak düşmesi neticesinde silahının istem dışı bir şekilde ateş almasıyla Ali el Hemdan’ın vurulduğu yalanına sığınmıştı. Ali el Hemdan’ın ailesi de tıpkı Ahmet Haskiro’nunkiler gibi yargı sürecini takip etmekten çekinmişti. Ali el Hemdan’ın ailesine polis ve valilik tarafından baskı yapılırken, Ahmet Haskiro’nun yakınları bizzat patron tarafından susturuluyor.
Mülteci işçiler, haksızlığa maruz kalsa, katledilse dahi, yaşadıklarını sineye çekmek durumunda hissediyorlar. Eğer haklarını ararlarsa, sınır dışı edilebilecekleri endişesi taşıyorlar. Vatandaşlar arasında yargıya güvenin dip yaptığı bir dönemde, mültecilerin adalet beklentisi hiç yok.
Valiliğin, Emniyet Teşkilatının, basının çarpıtma ve katil polis memurunu koruma çabalarına rağmen, Ali el Hemdan’ı öldüren polis memuru 25 yıla mahkum edilmişti. Baroların, insan hakları ve hukuk örgütlerinin ısrarlı çabaları sonucu, dur ihtarına uymadığı gerekçesi ile insan öldüren bir polis memuru, ilk defa kasten insan öldürmek suçundan hüküm yemiş oldu.
Kapitalizmin doğup geliştiği İngiltere’de, bundan 2 yüzyıl önce maden ocaklarında, fabrikalarda 12 saat boyunca çalıştırılan çocukların birçoğu gençliğini göremeden yitip gidiyordu. Kuralsızlığın kural olduğu bu dönem, sonradan “vahşi kapitalizm” diye anıldı. İşçi sınıfının mücadelesi ile çalışma saatleri düşerken, çocuk işçiliğini sınırlayan yasal düzenlemeler yapıldı.
Tüm bunlara rağmen, doymak bilmeyen kapitalistler, fırsatını bulduklarında çocuk işçi çalıştırmaktan geri durmuyor. Çocukların atölyelerde çalıştığını herkesin bilmesine rağmen, yasaları uygulamakla görevli olan Çalışma Bakanlığı bu durumu görmezden gelmeyi tercih ediyor.
TÜİK verilerine göre geniş tanımlı işsizlik yüzde 25’i bulmuş durumda. Çalışabilecek durumdaki her dört yetişkinden birinin işsiz olduğu ülkemizde, çocuk işçiliğinin önünün alınamıyor olması, kapitalizmin özünde vahşi bir sistem olduğunu anlatmaktadır.
Barolar, çocuk hakları savunucuları, emek ve demokrasi güçleri, Ahmet Haskiro’nun ölümüne ilişkin yargı sürecini sonuna kadar takip etmelidir. Çocuk işçi çalıştırmaya yönelik yasakların etkili bir şekilde uygulanması, başka Ahmetlerin ölmemesi için, sorumlular mutlaka cezalandırılmalı; Ahmet Haskiro ismi, çocuk işçiliğine karşı verilecek olan mücadelede yaşatılmalıdır.
https://www.hertaraf.com/haber-suriyeli-ahmet-in-haftaligi-1-500-hayati-500-bin-lira-13304
Kapat
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme ve yayma suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına ...
14 Haziran -Suriyeli sığınmacıyı hedef gösteren İlay Aksoy’a 1 yıl 8 ay hapis cezası Devamı14 Haziran -Suriyeli sığınmacıyı hedef gösteren İlay Aksoy’a 1 yıl 8 ay hapis cezası
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme ve yayma suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.
İlay Aksoy’un 2020 Eylül ayında kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek ve kişiyi hedef göstermek iddiasıyla yargılanan Aksoy’un dava süreci 4 yılı doldurmasına yaklaşmışken ilk derece mahkemesince karara bağlanarak sanık Aksoy’un suçu sabit bulundu.
Kararı Davacı Eczacı Aya Arafa adına Avukatı Zeynep Ertekin sosyal medya hesabından şu ifadelerle duyurdu:
“Tüm aşamalarda ve savunmalarında ‘kamu yararına’ hareket ettiğini öne süren sanık İlay Aksoy’a ve yabancıları hedef gösteren herkese bundan sonra yapacakları çalışmalara dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatırız. Toplumun huzur, barış ve güven içinde yaşaması için üstüne düşeni yapmaya gayret eden ve bu davada bizlere destek veren tüm meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.”
https://x.com/zynpertkn/status/1801556167908266185
KapatHer 69 kişiden biri ya da tüm dünya nüfusunun yüzde 1,5'i şu anda zorla yerinden edilmiş durumda. On yıl önce yerinden edilenlerin toplam ...
13 Haziran - BM: Dünya genelinde mülteci sayısı 120 milyona ulaştı Devamı13 Haziran - BM: Dünya genelinde mülteci sayısı 120 milyona ulaştı
Her 69 kişiden biri ya da tüm dünya nüfusunun yüzde 1,5'i şu anda zorla yerinden edilmiş durumda. On yıl önce yerinden edilenlerin toplam nüfusa oranı her 125 kişiden 1'iydi. Yani on yılda neredeyse iki kat bir artış söz konusu.
Bu rakam her dakika en az 20 kişinin çatışma, zulüm ya da terörden kaçmak için her şeyini geride bırakmak zorunda kaldığı anlamına geliyor.
UNHCR yeni verileri 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'nün hemen öncesinde açıkladı.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi "Bu çarpıcı ve artan rakamların ardında sayısız insan trajedisi yatıyor" dedi ve uluslararası toplumu zorla yerinden edilmenin temel nedenleriyle mücadele etmek üzere acilen harekete geçmeye çağırdı.
Haberin devamı için aşağıdaki linki tıklayınız:
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx88r7g5020o
KapatAdana’da önceki gün 12 yaşındaki Suriyeli çocuk işçi Ahmet Dırek Turan Haskiro, çalıştığı atölyesinde bozuk olan ...
13 Haziran - “İlk iş İŞKUR tabelasını söktüler” Devamı13 Haziran - “İlk iş İŞKUR tabelasını söktüler”
Adana’da önceki gün 12 yaşındaki Suriyeli çocuk işçi Ahmet Dırek Turan Haskiro, çalıştığı atölyesinde bozuk olan asansörle duvar arasına sıkışarak öldü. Cinayetin gerçekleştiği iş hanında ve İŞKUR tabelası asılıydı. 12 yaşındaki Ahmet’in ölümünün ardından bu tabelayı apar topar söküldü.
12 yaşındaki çocuğun ölümünün arkasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve İŞKUR'un tabelası var. Yasak olmasına rağmen çalıştırdıkları 12 yaşındaki Ahmet bu tekstil atölyesinde iş cinayetine kurban gitti.
https://www.evrensel.net/haber/520850/ilk-is-iskur-tabelasini-soktuler
KapatAdana'nın Seyhan İlçesi Kocavezir Mahallesinde bulunan bir tekstil atölyesinde 12 yaşında Ahmet isimli Suriyeli çocuk işçi, sabah saatlerinde ...
11 Haziran - Adana'da 12 yaşındaki mülteci çocuk işçi bozuk asansörde sıkışarak hayatını kaybetti Devamı11 Haziran - Adana'da 12 yaşındaki mülteci çocuk işçi bozuk asansörde sıkışarak hayatını kaybetti
Adana'nın Seyhan İlçesi Kocavezir Mahallesinde bulunan bir tekstil atölyesinde 12 yaşında Ahmet isimli Suriyeli çocuk işçi, sabah saatlerinde bindiği asansörde, asansör ile duvar arasında sıkışarak hayatını kaybetti. Çocuğun cenazesi itfaiye tarafından asansörden çıkarıldı. arın Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü'nden bir gün önce hayatını kaybeden Ahmet'in bindiği asansörün bir süredir bozuk olduğu öğrenildi.
Olay yerine gelen sağlık ekiplerinin yaptığı kontrolde çocuğun yaşamını yitirdiği belirlendi. Savcının incelemesinin ardından çocuğun cenazesi Adli Tıp Kurumuna sevk edildi.
İşyeri İŞKUR desteği alıyordu
Adana'da okulda olması gereken ancak geçinebilmek için okulu bırakarak atölyelerde çalışmak zorunda kalan çok sayıda mülteci çocuk işçi var. Çoğunluğunu artık mülteci işçilerin oluşturduğu merdiven altı atölyelerde işçiler sigortasız, güvencesiz çalıştırılıyor. Patronların İŞKUR desteklerinden de yararlandığı atölyelerde çocuk işçiler asgari ücretin yarısına çalıştırılıyor. Kazanın gerçekleştiği Dağ Tekstil İş Hanı'nda "Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler ve Türk Vatandaşları İçin İstihdam Desteği Projesi" kapsamında işçi çalıştırıldığına dair bir tabela yer alıyor.
Asansör bozuktu
Olayın şokunda olan işçilerin çoğu konu ile ilgili bilgilerinin olmadığını söylediler. Edindiğimiz bilgilere göre asansör bir süredir bozuk olmasına rağmen çalıştırılıyordu. Konuştuğumuz işçiler, "Asansör bir çalışıyor, bir çalışmıyordu. Zaten bir süredir bozuktu. İnsan hayatı çok ucuz" diye anlattılar.
KapatŞu an 165 mobil göç aracımız var. Yakın zamanda bu sayıyı 265’e çıkaracağız. Mobil göç araçlarıyla 7/24 sahadayız, ...
11 Haziran - Göç İdaresi: “Mobil mücadeleyle 400 bin düzensiz göçmen gitti” Devamı11 Haziran - Göç İdaresi: “Mobil mücadeleyle 400 bin düzensiz göçmen gitti”
Şu an 165 mobil göç aracımız var. Yakın zamanda bu sayıyı 265’e çıkaracağız. Mobil göç araçlarıyla 7/24 sahadayız, düzensiz göçmenleri yakalıyoruz. Kısa süre içerisinde 81 ilde mobil göç noktası denetim araçları hizmete girmiş olacak.
Göç İdaresi, zor koşullarda yaşamaya çalışan sığınmacıların hayatını kolaylaştırmak yerine, sınır dışı etmeyi öncelikli görevi haline getirdi. 81 ilde sığınmacılar, sürekli baskı ve tehditle bunaltıcı şekilde rahatsız ediliyorlar. Oysa yetkililer, mobil araçlarla ilk hizmete başladıklarında, "göçmenlerin işlerini kolaylaştırmak" için olduğunu ifade etmişlerdi.
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/mobil-mucadeleyle-400-bin-duzensiz-gocmen-gitti-42475401
KapatKıbrıs'ın başını çektiği yedi ülke Suriye'de bazı bölgelerin artık 'güvenli yer' olarak kabul edilmesi için ...
10 Haziran - AB'ye üye yedi ülke, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönüşü için Brüksel'e baskı uyguluyor Devamı10 Haziran - AB'ye üye yedi ülke, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönüşü için Brüksel'e baskı uyguluyor
Kıbrıs'ın başını çektiği yedi ülke Suriye'de bazı bölgelerin artık 'güvenli yer' olarak kabul edilmesi için AB'ye baskı uyguluyor.
Avrupa Birliği'ne üye yedi ülke, yaptıkları ortak açıklamada, Suriyeli sığınmacıların gönüllü olarak ülkelerine geri dönebilmeleri için Suriye'deki durumun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs, Yunanistan, İtalya, Malta ve Polonya; Avrupa Birliği ülkelerine ulaşmaya çalışan Suriyeli mültecilerin durumunun artık "farklı bir şekilde ele alınması" gerektiğini iddia ediyor.
Kıbrıs'ta düzenlenen bir toplantıda bir araya gelen söz konusu ülke yetkilileri, Suriye'deki durumun önemli ölçüde iyileştiği konusunda hem fikir.
Kıbrıs son aylarda, özellikle Lübnan'dan küçük botlarla gelen Suriyeli mültecilerin akınına uğramış durumda.
Avrupa Birliği, sınır kontrollerini arttırması için haziran ayı başında Lübnan'a 1 milyar euroluk bir yardım paketi hazırlamıştı.
Kıbrıs uzun zamandır Suriye'de bazı bölgelerin artık 'güvenli yer' olarak kabul edilmesi için AB'ye baskı uyguluyor.
Kıbrıs İçişleri Bakanı, Suriye'ye geri dönüşlerin başlangıçta gönüllülük esasına dayalı olacağını, ancak bunun daha sonraki bir aşamada zorunlu geri gönderme politikasına dönüşebileceğini söyledi.
Öte yandan son dönemlerde Lübnan'da mülteci karşıtlığının yayılması üzerine bu ülkeyi terk eden Suriyelilerin sayısı artıyor.
KapatBir grup göçmen bir yılı aşkın süre önce İngiliz hükümeti tarafından Birleşik Krallık'ın Hint Okyanusu'ndaki bir adasından ...
9 Haziran - Ruanda'ya gönderilen sığınmacılar BBC'ye konuştu: 'Açık hapishane' Devamı9 Haziran - Ruanda'ya gönderilen sığınmacılar BBC'ye konuştu: 'Açık hapishane'
Bir grup göçmen bir yılı aşkın süre önce İngiliz hükümeti tarafından Birleşik Krallık'ın Hint Okyanusu'ndaki bir adasından Ruanda'ya nakledildi. Kendilerini izole edilmiş ve güvensiz hissettiklerini söyleyen göçmenlerden biri Afrika ülkesini "açık hapishane" olarak tanımlıyor.
BBC, göçmenlerden dördüyle deneyimlerini konuşmak için Ruanda'ya gitti.
Küçük grup, Hint Okyanusu'ndaki bir ada olan Diego Garcia'da iltica talebinde bulunduktan sonra Ruanda'ya gönderildi. Bazı durumlarda geçmişte yaşadıkları tecavüz ve işkencenin sonucu olan karmaşık tıbbi ihtiyaçlarının Ruanda'da karşılanmadığını söylüyorlar.
Her birine yiyecek ve diğer temel ihtiyaçlar için haftada 50 dolar veriliyor, ancak çalışmalarına izin verilmiyor.
Dördü de sokakta tacize ve istenmeyen cinsel yaklaşımlara maruz kaldıklarını söylüyor. Birleşik Krallık'ın kendilerine kalıcı bir yer bulmasını beklerken aslında "kendi kendilerini hapsettiklerini", dışarı çıkmaya çok korktuklarını söylüyorlar.
Hepsi Sri Lankalı Tamil olan grup, intihar girişimlerinin ardından acil tıbbi bakım için Ruanda'ya nakledildi. Şu anda askeri hastaneden çıkmış durumdalar ve başkent Kigali'nin dış mahallelerinde, masrafları İngiliz yetkililer tarafından karşılanan iki dairede yaşıyorlar.
Üst düzey bir Ruandalı yetkili Doris Uwicyeza Picard, BBC'ye yaptığı açıklamada ülkesinin sağlık sistemine "inancının tam olduğunu" ve göçmenlerin kişisel güvenlik konusundaki endişelerinin başkaları tarafından paylaşılmadığını söyledi. "Burada gelişen bir yabancı nüfusumuz var" diye ekledi.
Ruanda'da görüştüğümüz ve güvenlikleri için farklı isim kullandığımız dört kişi, kendi ülkelerinde işkence ve cinsel şiddet mağduru olduklarını, bazılarının Sri Lanka'daki iç savaşta 15 yıl önce yenilgiye uğrayan Tamil Kaplanları isyancılarıyla geçmişteki bağlantıları nedeniyle mağdur olduklarını söyledi.
Devamı aşağıdaki linkte:
https://www.bbc.com/turkce/articles/c888724lw66o
KapatAfyon Belediye Başkanı Burcu Köksal, Iraklı bir kişinin evrakları tamam olmasına rağmen ruhsat vermediği iddiasıyla Valilik tarafından ifadeye ...
7 Haziran - Valilik, Afyon Belediye Başkanı Burcu Köksal'ı ifadeye çağırdı Devamı7 Haziran - Valilik, Afyon Belediye Başkanı Burcu Köksal'ı ifadeye çağırdı
Afyon Belediye Başkanı Burcu Köksal, Iraklı bir kişinin evrakları tamam olmasına rağmen ruhsat vermediği iddiasıyla Valilik tarafından ifadeye çağrıldı.
Valilik yazısında, Moussa K. GATEA’nın spor salonu açma talebine dair belgelerin tamamlandığı ancak belediyeye teslim edilmesine rağmen sürecin defalarca ertelendiği, “İstersen ağzınla kuş tut, yine de dükkân açılmayacak, Burcu Hanım söz verdi, sözünü tutacak" denilerek ruhsat verilmediği iddiaları olduğu, ifadenin bu yüzden istendiği belirtildi.
Yazıda ifade için son gün olarak bugün belirlendi. Köksal, gitmediği takdirde “ifade vermemiş” sayılacak.
https://bianet.org/haber/valilik-afyon-belediye-baskani-burcu-koksal-i-ifadeye-cagirdi-296214
KapatGöç İdaresi’nin son rakamlarına göre Türkiye’de 0-4 yaş arası Suriyeli çocuk sayısı 408.164. 5-9 yaş arası Suriyeli ...
5 Haziran - Sessiz istila yok; Suriyelilerin doğum oranları da nüfusu da azalıyor – Ömer Kızılcık (Serbestiyet) Devamı5 Haziran - Sessiz istila yok; Suriyelilerin doğum oranları da nüfusu da azalıyor – Ömer Kızılcık (Serbestiyet)
Göç İdaresi’nin son rakamlarına göre Türkiye’de 0-4 yaş arası Suriyeli çocuk sayısı 408.164. 5-9 yaş arası Suriyeli çocuk sayısı ise 528.560. Yani beş yılda Suriyeli çocuk sayısı %22,78 azaldı. Savaşın etkisinden kurtulan, kentlerde yaşayan Suriyeli sığınmacılar arasındaki doğum oranları, Türk vatandaşlarına göre daha hızlı düşmeye devam edecek.
2021 yılında Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların sayısı, geçici koruma altında 3,7 milyon ile zirveye ulaşmıştı. O zamandan beri bu sayı Avrupa’ya gidenler, Suriye’ye dönenlerle 3,1 milyona düştü. O dönemde Suriyeli sığınmacılar Türkiye'nin yaklaşık %4,6'sını oluşturuyordu. Şimdi ise %3,52.
Tüm Suriyeli sığınmacılar Türkiye'de kalsa ve kimse Suriye'ye dönmese ya da başka bir yere gitmese bile, Suriyeliler Türkiye nüfusunun gelecekte %6'sını bile oluşturamayacak.
Yazının devamı aşağıdaki linkte:
Kapat10 Kasım’da Zonguldak’ta yakılarak öldürülen Afgan işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi, davalı yakınlarının ölüm ...
4 Haziran - 10’lar Medya: "Afgan'dır, kimliği yok, yakalım gitsin" Devamı4 Haziran - 10’lar Medya: "Afgan'dır, kimliği yok, yakalım gitsin"
10 Kasım’da Zonguldak’ta yakılarak öldürülen Afgan işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi, davalı yakınlarının ölüm tehdidi ve sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya...
https://x.com/10larmedya/status/1797913682703532444?s=46
KapatHasan, Suriyeli.
Depremde eşini, kardeşini, üç çocuğunu ve kolunu kaybetmiş. Özbakımını yapamıyor.
2 haftadır Gaziantep ...
3 Haziran - Hasan'a ses olalım! Devamı3 Haziran - Hasan'a ses olalım!
Hasan, Suriyeli.
Depremde eşini, kardeşini, üç çocuğunu ve kolunu kaybetmiş. Özbakımını yapamıyor.
2 haftadır Gaziantep Oğuzeli GGM'de tutuluyor. Mahkeme durumu bilmesine rağmen süreci uzatıyor.
Göçmen depremzedeler yalnız değildir! Sürecin takipçisiyiz.
https://x.com/gocmensendikasi/status/1788856603568918967?s=48
Kapat
İçişleri Bakanlığı, Suriyelilerin Ankara merkezli olmak üzere İstanbul, İzmir, Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay’da şubeleri olacak olan bir kuruluş ...
3 Haziran - Suriyeli sığınmacılar örgütleniyor! Devamı3 Haziran - Suriyeli sığınmacılar örgütleniyor!
İçişleri Bakanlığı, Suriyelilerin Ankara merkezli olmak üzere İstanbul, İzmir, Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay’da şubeleri olacak olan bir kuruluş ile örgütlenmesine onay verdi.
Suriyeli aktivist Taha Elgazi, Suriyelilere Suriye'deki partilerin bile tanımadığı hakkı tanıyan Türk hükümetine teşekkür etti:
"Türk yetkililer merkezin kuruluşunu onaylayarak, Suriyeli mültecilerin maruz kaldığı ihlalleri belgeleme konusunda çalışma faaliyetlerimizin seyrini engellemeyeceklerini teyit ettiler."
https://x.com/ambargo_tv/status/1797592616265011512?s=46&t=foip-jGvbkqjeYEdPTP-xg
Kapat
Hamasetten uzak, akılcı çözüm mümkün mü?
Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz, Serbest alan’da anlattı.
3 Haziran - “Göçmen” tartışmalarında son durum ne? Devamı
3 Haziran - “Göçmen” tartışmalarında son durum ne?
Hamasetten uzak, akılcı çözüm mümkün mü?
Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz, Serbest alan’da anlattı.
https://x.com/burasialan/status/1797590094339051935?s=48&t=U8xvGe2vHOD3XVtz_XNA4A
https://www.youtube.com/watch?v=_nuhMQ2WpeE
Kapat
TÜİK tarafından yayınlanan ülkemiz kadınlarının süratle azalan doğurganlığı ile ilgili rakam içinde bulunduğumuz her bakımdan kaotik durumda ...
3 Haziran - Demografi sorunu, kaçak göç sorunu – Selim Kuneralp (Serbestiyet) Devamı3 Haziran - Demografi sorunu, kaçak göç sorunu – Selim Kuneralp (Serbestiyet)
TÜİK tarafından yayınlanan ülkemiz kadınlarının süratle azalan doğurganlığı ile ilgili rakam içinde bulunduğumuz her bakımdan kaotik durumda layık olduğu ilgiyi uyandırmadı. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık nüfusun stabl olması için gereken 2,1’i de geride bırakarak 1,5’e düşmüştür. En garantili çözüm en azından kısa ve orta vadede göçü teşvik etmektir. Burada kastedilen tabii kaçaklar değil, nitelik sahibi ve duyulan ihtiyaca cevap verecek kişilerin göçüdür şüphesiz. Politikacıların söylemlerini değiştirip göçmenleri düşmanlaştırmak yerine onların demografik sebeplerden dolayı zamanla gittikçe artacak bir ihtiyaca cevap verebileceklerini halklarına anlatmaları iyi olurdu.
Devamı aşağıdaki linkte:
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/demografi-sorunu-kacak-goc-sorunu-169287/
KapatGöçmen işçiyi yakarken hem içki içmişler hem çerez yemişler!
Zonguldak'ın merkez köyü ...
1 Haziran - Vahşet davası başladı – Candan Yıldız (T24) Devamı1 Haziran - Vahşet davası başladı – Candan Yıldız (T24)
Göçmen işçiyi yakarken hem içki içmişler hem çerez yemişler!
Zonguldak'ın merkez köyü Köroğlu'na yakın ormanlık alanda yanarak ölmüş bir cenaze bulundu. Tarih 10 Kasım 2023'tü… Cesedi bulunan kişi, kaçak kömür ocağında çalışan Afgan Mohammed Nourtani'ydi…
Kaçak ocakta üç haftalık işçi olan Nourtani'nin yakılarak öldürülmesinin üst ve alt metninde, göçmenlik, güvencesizlik, paranın gücü, siyasi güç, sömürü, ayrımcılık, cezasızlık sistematiğinin rahatlığı var. Öyle bir barbarlık ki failler, Nourtani'yi yaktıkları yerde içki de içmişler çerez de yemişler.
Cinayetle ilgili ilk duruşma 29 Mayıs'ta görüldü. Dosyada üçü tutuklu 6 kişi yargılanıyor.
Yerelde "çakal ini" olarak anılan kaçak ocağın sahibi Hakan Körnöş (tutuklu), ortağı görünen Enver Gideroğlu (tutuklu), Ahmet Aydın (tutuklu), Alaatin Çayırlı, Eray Demiro ve Sercan Kayabaş, "kasten öldürmekle" suçlanıyorlar.
Öyle bir cinayet ki çıkar ve güç söz konusu olduğunda kötülüğün nasıl hızlıca örgütlenebildiğini faş ediyor. Zaten mahkeme başkanı iştirak halinde işlenen cinayet davasının ilk celsesini şu cümlelerle açmış:
"Maktulü öldürmek için ilk andan itibaren irtibatlı, iş bölümü yapılması söz konu. Kolluğa haber verilmedi, Sercan Kayabaş (vinç operatörü) kamerayı kırdı, yön değiştirdi. Enver Gideroğlu (ocak ortağı), maktulün eşine 'kocan işe gelmedi' dedi. Maktul battaniyeye sarıldı, yakmak için benzin temin edildi. Suçu gizlemek amacı ile maktul yakıldı."
Not: Bilgiler için davayı takip eden Enternasyonal Dayanışma'dan Yıldız Önen ve Ercüment Akdeniz'e teşekkür ederim.
Devamı aşağıdaki linkte:
Kapat
İspanya’dan EL PAÍS ve Fransa’dan Le Monde gazeteleri, Kuzey Afrika ülkelerinin AB fonlarıyla göçmen ve mültecileri ...
1 Haziran - Mültecileri çöle sürmek için AB fonları kullanılıyor Devamı1 Haziran - Mültecileri çöle sürmek için AB fonları kullanılıyor
İspanya’dan EL PAÍS ve Fransa’dan Le Monde gazeteleri, Kuzey Afrika ülkelerinin AB fonlarıyla göçmen ve mültecileri çöllere sürdüğünü, özellikle siyahları alıkoyduğunu yazdı.
Araştırmacı gazetecilik kuruluşu Lighthouse Reports, farklı ülkelerdeki medya organlarıyla iş birliği yaparak Kuzey Afrika’da göçmen ve mültecilerin alıkoyulmasını araştırdı. Lighthouse Reports’un bir yıla yakın süredir EL PAÍS, Der Spiegel, The Washington Post, Le Monde, IrpiMedia, Alman televizyon kanalı ARD, Fas gazetesi Enass ve Tunus internet gazetesi Inkyfada ile ortak yürüttüğü araştırmada; ''Fas, Moritanya ve Tunus'un göçmen ve mültecileri alıkoymak ve zorla yerlerinden etmek için Avrupa finansmanını kullandığı'' ifade edildi.
KapatMuhammed Bersa, Konya'da ikamet eden ve ülkemize geldiği günden bu yana 7 yıldır süt mamulleri üretimi yapan bir fabrikada çalışan, ...
1 Haziran - Kod 87 konulan Muhammed Bersa zorla Suriye’ye gönderildi – Bahadır Kurbanoğlu Devamı1 Haziran - Kod 87 konulan Muhammed Bersa zorla Suriye’ye gönderildi – Bahadır Kurbanoğlu
Muhammed Bersa, Konya'da ikamet eden ve ülkemize geldiği günden bu yana 7 yıldır süt mamulleri üretimi yapan bir fabrikada çalışan, çalışma izinli, sigortalı bir kardeşimiz. Mart ayı sonunda, önce 1 saatliğine emniyete çağırıldı, daha sonra Şanlıurfa GGM'ye götürüldü
Bersa, Suriye’de savaş başladığında zalim Esed güçleri saflarında askerlik yapmamak için firara kalkışmış, tutuklanarak diktatörlüğün işkenceleriyle ünlü Tedmür cezaevine konularak yaklaşık 1 yıl çeşitli işkencelere maruz kalmıştı.
Alzeimer olan babasına ve yaşlı annesine bakmaktan başka bir uğraşı olmayan M.Bersa'yı yakından tanıyan ve şehir dışına GGM'ye gönderilmemesi için gayret sarfeden kardeşlerinin tabiriyle iddiaya konu dosyası "bomboş". Ama malum kod 87, nice hukuksuzluklara araç olmaya devam ediyor.
Muhammed Bersa şimdi Ş.Urfa GGM'deki kötü muamele, berbat şartlar yüzünden imza atmak zorunda kalıp Suriye'ye gönderilmiş. Kameraların ardındaki muamelelerle ilgili iddialar vahim ötesi. Bu bürokrasiden kim hesap soracak!
Bir insana "Esed rejiminin zindanlarında kaldım böyle muamele görmedim" dedirten koşulları kim oluşturdu, hesabı sorulmayacak mı? Bile isteye kötüleştirilen şartlar, 25 gün gelmeyen su, yüzü gözü şişen, hastalanan insanlar.
Kameraların olmadığı yerlerde dayakla, hakaretle imzalatılan belgeler; zorla otobüslere tıkmalar; avukatıyla görüşmek isteyenlere hakaretler. Hiç Şanlıurfa GGM'yi teftiş ettirdiğiniz oldu mu? Hakkındaki iddiaları soruşturacak mısınız? Her GGM böyle mi yoksa istisna mı?
https://twitter.com/B_Kurbanoglu/status/1796397870385672685
Kapat
Afganistanlı göçmen Vezir Mohammad Nourtani Zonguldak’ta kaçak işletilen bir madende çalışmaya başladı. Ailesi ekmeğe muhtaçtı, ...
2 Haziran - Bir yüzleşme çağrısı: Nourtani Davası – Ercüment Akdeniz (Yeni Yaşam) Devamı2 Haziran - Bir yüzleşme çağrısı: Nourtani Davası – Ercüment Akdeniz (Yeni Yaşam)
Afganistanlı göçmen Vezir Mohammad Nourtani Zonguldak’ta kaçak işletilen bir madende çalışmaya başladı. Ailesi ekmeğe muhtaçtı, çocukları hastaydı. Kaçak madene inmekten başka çare bulamadı.
Nourtani’nin yakılmış cenazesi ormanlık bir yerde bulundu. İşletme sahipleri ve şüpheliler gözaltına alındı. İlk duruşma Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleşti. İzlediğimiz şey organize bir vahşetin yanı sıra sosyo/anatomik bir çürümenin hikayesiydi.
Devamı aşağıdaki linkte:
https://yeniyasamgazetesi5.com/bir-yuzlesme-cagrisi-nourtani-davasi/
KapatZonguldak’ta çalıştığı kaçak maden ocağında iş kazasında öldükten sonra ‘olay ortaya çıkarsa ocak kapanır’ ...
30 Mayıs - Öldürülen Afganistanlı Mohammed Nourtani’nin davası başladı Devamı30 Mayıs - Öldürülen Afganistanlı Mohammed Nourtani’nin davası başladı
Zonguldak’ta çalıştığı kaçak maden ocağında iş kazasında öldükten sonra ‘olay ortaya çıkarsa ocak kapanır’ gerekçesiyle maden ocağı sahipleri tarafından, kaçak maden ocağından bedeni çıkarılan ve yakılarak yok edilmeye çalışılan Afganistanlı göçmen işçi Mohammed Nourtani’nin davası Zonguldak’ta başladı.
Sığınmacı Hakları Platformundan Yıldız Önen, Taha Elgazi ve Ercüment Akdeniz davayı izlediler. Ayrıca milletvekilleri, siyasi partilerden, insan hakları örgütlerinden, barolardan çok sayıda yönetici ve üye davayı izledi.
Davanın bugünkü duruşmasında sanıkların sorguları yapıldı, bir sonraki duruşma 8 Temmuz’da yapılacak.
Davada 6 kişi müebbet hapis istemiyle yargılanıyor
Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 3’ü tutuklu 6 kişi yargılanıyor. Cinayetin adli tıp raporunda Nourtani'nin iç organlarının yandığı ve bazı organların bulunamadığına dikkat çekildi, iddianamede ise madencinin kaçak ocakta, vagon arasına sıkıştığı, ocak sahiplerinin de "olay ortaya çıkarsa ocak kapanır gerekçesiyle hareket ettikleri” ifade edildi. 6 şüpheli hakkında "İştirak halinde kasten öldürme' suçundan müebbet hapis cezası istemiyle dava açıldı.
Tutuklu sanıklar Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu, Ahmet Aydın davaya SEBGİS aracılığı ile katıldılar. Tutuksuz sanıklar Eray Demirok, Sercan Kayabaş, Alaattin Çayırlı mahkemede hazır bulundular.
Patronlar “Ocak kaçak” deyip Nourtani’yi hastaneye götürmediler
Sanıkların mahkemede verdikleri ifadelere göre olay şöyle gelişti: Nourtani maden ocağında fenalaştı, muhtemelen iki vagon arasına sıkıştığı için yaralandı. Çalışan işçilerden Sercan ilk defa olayı gördü, Eray ve Alaattin’den yardım istedi. Nourtani ocak dışına taşındı, kalp masajı yapıldı, bu sırada yanlarına maden ocağının sahipleri Enver ve Hakan geldi. Daha sonra öldü denilerek cesetten kurtulma planları yapıldı.
Cesetten kurtulma konusunda Enver gömmeyi, Hakan yakmayı önerdi. Hakan’ın önerdiği ve planladığı şekilde Nourtani’nin cesedi ormanlık alanda Hakan’ın kuzeni Ahmet tarafından yakıldı.
Olay sırasında diğer kişilerin Nourtani’nin hastaneye götürülmesi yönündeki önerileri, ocak sahipleri Enver ve Hakan tarafından reddedildi. Çünkü kaçak bir ocak işletilmekteydi.
Bütün bu olanlar konusunda sanıklar mahkemede sürekli kendilerinin suçsuz, diğerlerinin suçlu olduğunu açıkladılar.
Alkol ve kuruyemişlerle kutlama yapmışlar
Avukat Bahattin Şeker, “dosyayı okursanız görürsünüz, üç şişe alkol almışlar, markaları dosyada var. Kuruyemişleri yemişler, olayı kutlamışlar!” diyerek sanıkların olay sonrası alkol aldıklarını ve sanki kutlama yaptıklarını açıkladı.
İnsanlığa karşı suçlar kapsamında kasten öldürüldü
Müşteki Avukatı Kerim Bahadır Şeker, Nourtani’nin insanlığa karşı suçlar kapsamında bilerek ve isteyerek; dini, ırkı gözetilerek kasten öldürüldüğünü savundu. Mahkemenin, bu dosyada emsal oluşturacak bir karar verip bu ülkede bütün insanların, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin eşit olduğunu göstermesini istedi. Şeker ayrıca, tutuksuz sanık Alaattin Çayırlı'nın da tutuklanmasını talep etti.
8 Temmuz’a ertelendi
Savcı mütalaasının ardından mahkeme heyeti, Alaattin Çayırlı için yurt dışı yasağı kararı verdi. Tutuklu sanıkların tutukluluğunun devamına karar verdi. Baroların katılım talebi kabul edilmedi. Bir sonraki duruşma 8 Temmuz'a ertelendi.
Ne olmuştu?
10 Kasım 2023'te Kırat Mahallesi Koca Osman Sokak'tan geçenler, ormanda yanmış cesedi fark edip, ihbarda bulundu. Cesedin kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan 3 çocuk babası Afganistanlı Vezir Mohammed Nourtani'ye ait olduğu belirlendi.
Otopside Nourtani'nin 9 Kasım'da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi.
Nourtani'nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş (46), Enver Gideroğlu (34) ve Körnöş'ün kuzeni Ahmet Aydın (52) tutuklandı. Ocak çalışanları Sercan Kayabaşı (28), Eray Demirok (22) ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı (46) adli kontrolle serbest bırakıldı. 6 şüpheli hakkında, ‘İştirak halinde kasten öldürme’ suçundan müebbet hapis cezası istemiyle, Zonguldak 1’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.
https://gocgunlugu.com/H-oldurulen-afganistanli-mohammed-nourtani-nin-davasi-basladi-283
Kapat
Zonguldak'ta kaçak işletilen maden ocağında yakılarak öldürülen Mohammed Nourtani'nin davası öncesi, Zonguldak Adliyesi ...
29 Mayıs - Mohammed Nourtani'nin katledilmesiyle ilgili dava öncesi basın açıklaması yapıldı Devamı29 Mayıs - Mohammed Nourtani'nin katledilmesiyle ilgili dava öncesi basın açıklaması yapıldı
Zonguldak'ta kaçak işletilen maden ocağında yakılarak öldürülen Mohammed Nourtani'nin davası öncesi, Zonguldak Adliyesi önünde basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasına; Sığınmacı Hakları Platformu üyeleri, insan hakları örgütleri, siyasi partiler, barolar katıldı.
https://x.com/emekpartisi/status/1795811556682350936?s=48&t=U8xvGe2vHOD3XVtz_XNA4A
Kapat
Göç İdaresi, yayınladığı bir genelge ile hastanelere başvuran düzensiz göçmenlerin, polis veya jandarma tarafından kendilerine teslim ...
28 Mayıs - Göç İdaresi, hastanelere başvuran düzensiz göçmenlerin kendilerine teslim edilmesini istedi Devamı28 Mayıs - Göç İdaresi, hastanelere başvuran düzensiz göçmenlerin kendilerine teslim edilmesini istedi
Göç İdaresi, yayınladığı bir genelge ile hastanelere başvuran düzensiz göçmenlerin, polis veya jandarma tarafından kendilerine teslim edilmesini istedi. Bu uygulama, düzensiz göçmenlerin acil durumlarda bile sağlık hizmeti alamamasına yol açacak. Ayrıca kimliği olan, oturma izni olan göçmenler bile, hastanelerde pek çok hukuk dışı uygulama ile karşılaşabilecekler. Haklarında kod uygulaması olan göçmenler apar topar sınır dışı edilebilecek.
KapatYeryüzü Çocukları Derneği, 25-26 Mayıs 2024 tarihinde gerçekleştirecei “Kriz Bölgelerinde Çocuk Olmak” ...
26 Mayıs - Savaşta çocuk olmak: Suriye örneği – Zahide Tuba Kor Devamı26 Mayıs - Savaşta çocuk olmak: Suriye örneği – Zahide Tuba Kor
Yeryüzü Çocukları Derneği, 25-26 Mayıs 2024 tarihinde gerçekleştirecei “Kriz Bölgelerinde Çocuk Olmak” çalıştayında bendenizden “Savaşta Çocuk Olmak: Suriye Örneği” başlıklı bir konuşma isteyince geçmişte yaptığım röportajlarla yetinmeyip tanıdığım Suriyeli gençlere yeni sorular yolladım. Gelen cevapları aşağıda paylaşıyorum.
İlkokul ve ortaokul çağında bizzat savaşı yaşamış, bugün 20’lerine adım atmış 11 Suriyelinin dilinden çarpıcı savaş tecrübelerini ve çocuklar üzerindeki kalıcı tesirlerini öğrenmek için buyurunuz…
Sorularım şunlardı: Çocukluğun nasıl geçti? Savaş sırasında neler yaşadın, neler hissettin, neler düşündün? Savaş, hem senin hem de diğer çocukların hayatını nasıl değiştirdi? Aile içi ilişkileriniz değiştir mi? Eğitim hayatınız ve sağlığınız nasıl etkilendi? Türkiye’deki çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğu arasında ne gibi farklar var?
Şam’da doğmuş, çocukluğunu Şam Kırsalı’nda savaş altında geçirmiş, şu an Suriye’nin kuzeyinde yaşayan bir genç:
“2013’te savaş başladı; bazı çocuklar iki sene boyunca hiç eğitim alamadı. Çok kötüydü. Rejim sivilleri çok şiddetli bombalıyordu. Aile boyu ölenler oldu. Çocuklar bombalar ve füzeler altında hayatta kalmaya çalıştı. Elektrik, içme suyu ve doğru düzgün yiyecek yemek yoktu. İneklere, koyunlara verilen hayvan yemlerini yemek zorunda kaldılar. Bazı çocuklar savaşçılardan arta kalan yiyecekleri bulabilmek için cepheye gittiler. Bazı çocuklar elma, muz gibi meyveleri hiç hayatlarında görmediler. Travmaya girdiler; küçük bir seste bile ödleri patlıyordu. Okullar bombalandığı ve eğitim imkânı olmadığı için istikballeri karardı. Bazı çocuklar ailesinin karnını doyurabilmek için işe girmek zorunda kaldı. Bazı çocuklar patlamayan bombaları bulup satmaya başladı ki bu çok riskli bir işti. Daha sonra okullar açıldı; ama çocuklar okuma-yazma, matematik vs. bilmiyordu veya unutmuştu. Bu açılan okullar da bombalanmasın diye bodrum katlarındaydı; yani gerçek bir okul olmaktan uzaktı. Buralarda hızlandırılmış eğitim vermek zorunda kalındı. Çocuklar her üç ayda bir sınıf atlıyordu. 2017-2018’de bazı insanlar önce (TSK-ÖSO’nun kontrolüne giren) kuzeye, oradan Türkiye ve Avrupa’ya gittiler. Savaş yüzünden bazı çocuklar hiçbir eğitim alamadı. O çocuklar artık büyüdü, genç oldu. İstikballeri mahvoldu.”
2014’te köyü Dâbık IŞİD’in kontrolüne giren, 2015’te Türkiye’ye sığınan 2005 doğumlu bir genç:
“Savaş altında yaşamak en temel ihtiyaçları bile karşılayamamak demektir. Okulunu kaybedip eğitimsiz kalmak, çocukluğunu yitirmek, oynamanın ne demek olduğunu bilmemektir. Güvenlik hissini yitirmektir. Hayaller değişir; iyi bir yerde rahat yaşamak değil, savaşın olmadığı güvenli bir yere sığınmak tek hayal haline gelir. Karamsarlık çöker; hep ya anneme-babama ya da bana kötü bir şey olursa korkusu yaşarsınız, psikolojiniz bozulur.
Savaşta çocukların bazıları ebeveynini kaybetti. Çocukluklarının geçtiği evler ya tamamen ya kısmen yıkıldı. Bazı çocuklar yaralandı veya uzuvlarını kaybetti. İhtiyaçları karşılamak çok zorlaştığından bazı ailelerde ilişkiler yıprandı, anne-baba arasındaki kavgalar çocukları olumsuz etkiledi.
9 yaşındayken IŞİD memleketim Dâbık’ı ele geçirdi. IŞİD’in âdeti, girdiği köyün okulunu karargâha çevirmekti. Evimizden 100 metre ötedeki okula da üslendi. Eğitim imkanı kalmadı.
Her sabah rejim uçakları gelir, bazen bombalar bazen bombalamazdı. Her uçak gelişinde babamın en güvenli yer dediği merdiven altına sığınırdık. Köyümüz küçük olduğundan füze atılınca tüm köy sallanırdı. Füzeler IŞİD sebebiyle atılsa da ne hikmetse genellikle siviller hayatını kaybederdi.
Hiç unutmam, bir gün rejimin attığı füzeyle 13 kişilik aile can verdi. Sadece o sırada evde olmayan nine kurtuldu. Geri döndüğünde ailesinin etlerini kendi elleriyle topladı. Çünkü insanlar füzeyle vurulduğunda sadece ölmüyor, parçalanıyordu. Babam paramparça cesetleri görmeyelim diye evden çıkmamıza izin vermedi.
IŞİD mesela sigara içeni ‘ıslah’ için merkezlerinde eğitip beyin yıkardı. 15-16 yaşında gençleri de İslam adı altında kandırır, silah altına alırdı. Babamın arkadaşının 12-13 yaşındaki oğlu bile örgüt saflarına katıldı; çocuktan bir daha haber alınamadı. IŞİD kadısıyla görüşmek için karargâha gidenler orada el kadar çocuklar görüyordu. Bunlardan bazıları eğitim alıyor; komutan onlara güvenirse belli bir görev veriyor ya da cepheye yolluyordu. Ailelerinin buna karşı çıkma hakkı yoktu. IŞİD’e katılmasını kabul etmedi diye uyurken annesini katleden bir genç bile oldu.”
15 yaşında rejim bombardımanında babasını kaybeden Hamalı genç:
“Savaş çok kötü bir şeydir. Bir zamanlar ebeveynim ve kardeşlerimle çok mutlu bir hayatımız vardı. Bir anda her şey altüst oldu. Babamla fırına ekmek almaya gitmiştik. Fırında ne zaman ekmek çıksa bütün köy halkı almaya giderdi, yoksa savaş şartlarında ekmeksiz kalırdık. Ben arkadaşlarımla oynarken bir anda 3 uçak geldi, ödümüz patladı. Son duyduğum, babamın ‘Oğlum saklan’ sesiydi. Sonra kendimi hastanede buldum. Hastane dediğim, birkaç doktorun yaralılara baktığı derme çatma bir yerdi. Bombardımanda başıma 5 küçük şarapnel isabet etmiş; doktor sadece birini çıkarabildi, dördü hala başımda.
Doktordan çıkarken babamı sordum, annem ağlıyordu. Birlikte babamla ekmek alacağımız yere gittik. Keşke gitmeseydim; aklımdan o manzara hiç silinmeyecek. Sadece etrafa savrulmuş ayaklar, eller, başlar ve et parçaları gördüm. Sonra annem beni çağırıp ‘Bu ayak babanın; ayakkabısı buydu’ dedi. Babamın sadece sağ ayağını son defa görebildik, o kadar. Babamın bir kabri yok. İnsan ölen babasını özlediğinde kabrine gidip bir Fatiha okur, değil mi? Ama benim böyle bir imkânım hiç olmadı. Babam öldüğünde 15 yaşındaydım; şimdi ben de babayım, annemle kardeşlerime de bakıyorum. O gün babamla birlikte tam 300 kişi hayatını kaybetti; hiçbirinin kabri yok. Maalesef ne hissettiğimi anlatabilecek durumda değilim; çünkü artık hiçbir şey hissedemez oldum. Çocukluğum böyle geçti işte, buna çocukluk denebilirse...”
Halep kırsalından 2015’te Türkiye’ye sığınan 2002 doğumlu bir genç kız:
“Savaş altında yaşamak korkunç bir şeydir; evimizin üzerimize her an yıkılabileceği fikri beni çok huzursuz ederdi. Sabah uyandığımda akşamı edeceğime emin olamazdım. Ama aynı zamanda insan bir noktadan sonra en kötü duruma bile alışıyor ve garipsemez oluyor. Biz de alıştık; sanki savaş altında yaşamak normalmiş gibi gelmeye başladı. Dış dünyada bambaşka bir hayatın olduğu gerçeği aklımızdan çıktı.
Çocukluğum açıkçası pek iyi geçmedi. Savaş yüzünden birçok şeyden mahrum kaldık. Oyuncak almak bile bizim için imkânsızlaştı. Bazı bölgelerde sokaklara çıkmak çok tehlikeliydi.
Türkiye’ye gelmek aile içi ilişkilerimizi etkiledi. Küçükler taşıyabileceklerinden çok daha büyük sorumluluklar üstlenmek zorunda kaldı ve bazı yerlerde ebeveynler ile çocukların rolleri değişti.
Türkiye ile Suriye arasında çok büyük farklar var. Türk çocukların aynı arkadaşlarla, aynı öğretmenle, aynı okulda okuma şansı var; eğitimden mahrum kalma ihtimalleri de yok. Ama biz okula her gün son günmüş gibi giderdik. Türk çocukların yaşadığı yerler daha güvenli ve dolayısıyla hayatları çok daha kaliteli.
Savaş her şeyi değiştirdi. Hani coğrafya kaderdir denir ya, coğrafyanın değişmesiyle benim için her şey değişti. Savaş olmasaydı ülkemde istediğim üniversite bölümüne çok daha kolay girebilirdim; sistem değişikliği yaşamadan, dil zorluğu çekmeden ve harç olarak tonlarca para ödemeden.”
Sorularımı Hatay’dan bir Suriyeli hanıma yolladım. Savaşı çocukken yaşamış gençlerin cevaplarını bana iletti. Cevabı verenlerin kimlik bilgilerini soramadım.
“Çocuktum, savaş nedir bilmez ama çok korkardım. Özellikle babam işteyken uçak, bombalama ve kurşun sesi duyduğumda dilim tutulur, tir tir titrerdim. Anneme koşardım; annem babama sürekli dua eder ve ağlayarak ‘inşallah sağ salim döner’ derdi. Sonra ortalık sakinleşince babamı beklerdik; kapıyı çaldığında annem çok mutlu olurdu. Yine seslerden çok korktuğum bir gün babam bana neler olup bittiğini anlattı; Suriye’de savaş var, uçaklar bombalıyor, insanlar ölüyor diye.
12 yaşındaydım; okulda kim Esad taraftarı kim değil diye çok tartışmalar olurdu. Babam, sakın tartışmalara girme, sonra hapse atarlar diye beni uyarırdı. İçimde hep büyük bir korku vardı. Okuldayken uçaklar bomba attığında dışarı kaçardık. Yollarda insanlar oradan oraya koşar, falanca yakınım öldü diye feryat figan ağlardı. Ezan sesleri tekbir seslerine karışırdı. Ben de ağlayarak eve dönerdim. O anları hiç unutamıyorum. 22 yaşına geldim, Türkiye’deyim ama hala uçak sesi duyunca çok korkarım, ellerim kaskatı kesilir, kalbim küt küt atmaya başlar.
Çocukluğum savaş altında geçti ve birçok okul arkadaşım öldü. Biz de sonunda Türkiye’ye sığındık. Ama üzerinden kaç bahar geçse de içimdeki o acı hisler hiç geçmiyor.”
***
“Türkiye’deki çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğunu kıyaslamak çok zor. Savaş yaşayan bir çocuk ile yaşamayan arasında dağlar kadar fark vardır. Suriyeliler çocukluğunu yaşayamadı. En basit hakkından bile mahrum kaldı. Mesela babası ölen ya da hapse düşüp bir daha haber alınamayan yahut kardeşleri veya bütün ailesi kaybedilen ve bu hayatta tek başına kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluğu olabilir sizce? Bir çocuğun en rahat yeri evidir; evini ve oyuncaklarını terk etmek zorunda kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluk hatırası olabilir ki? Allah sizi korusun ve güvende tutsun, Türk çocukların çocukluklarını yaşadıkları gözlerinden bile belli. Ebeveyniyle birlikte, kendi evinde, odasında, yatağındalar. İstediği oyuncağı ve elbiseyi aldırabiliyorlar, istediğini yiyip içiyorlar. Türk aileler çocukları için her şeyi yapıyor. Maddi durumu kötü olsa bile en azından sizin çocuklarınız huzur içinde uyuyabiliyor. Sizin emniyet hissiniz var, polis gördüğünüzde güven hissediyorsunuz. Suriyeli çocuklar ise en basitinden sokakta polis görse geçmişten beri yolunu değiştirir; çünkü bizde polis görmek emniyet hissinin kalmaması demektir.
Bildiğim bir şey var ki o da şu: Bu dünya adil bir dünya değil. Suriyeli çocuklar başlarını yastıklarına koyup huzur içinde uyuyamıyor, karınları çoğu zaman aç ve korku hissediyor. Dahası, sığındıkları yerlerde insandan daha aşağı görülüyor ve hissettiriliyor. Oysaki her çocuğun yaşama ve gülme hakkı vardır. Savaş altındaki çocuklar unutulmuş, kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Sizin çocuklarınız huzur içinde büyürken bizler sabırla, tevekkülle büyüyoruz.”
***
“Savaş hayatımı altüst etti; daha çocuk yaşta vatanımı, dilimi, okulumu, arkadaşlarımı terk edip başka bir ülkeye sığınmak, yeni bir dil öğrenmek, yeni bir çevre edinmek zorunda kaldım. Çok zordu. Çoğumuzun hayatı kayıp gitti. Evet, yeni duruma alışmaya çalıştık, yeni okullarda başarılı da olduk. Ama içimizde yitip gitme hissi hep var. Biz kimiz, nereye aitiz, ne yaptık, suçumuz neydi diye kendi kendimize soruyoruz. Nereye kadar istenmediğimiz bir diyarda kalmayı sürdüreceğiz, bilmiyoruz. Bir insan, bir çocuk olarak haklarımız nelerdi, onu da bilmiyoruz.”
***
“Küçük yaşta evimi, yatağımı, oyuncaklarımı bırakıp dilini bilmediğim yabancı bir diyara göçmek çok kötü bir şeydi. Suriye’de çok başarılıyken Türkiye’de tek kelime bile anlayamayan bir öğrenciye dönüştüm.
Uçak/tank sesi duyduğumuzda ‘artık sıra bize geldi, ölmek üzereyiz’ diye düşünürdük. Evimizi polisler bastığında babamızı alıp gidecekler, bir daha hiç görmeyeceğiz korkusuna kapılırdık. Elektriksiz, susuz, ekmeksiz geçirdiğimiz günler… en basit haklarımıza bile ulaşamazdık. ‘Bizim artık yaşama hakkımız yok; neden hala ölmüyoruz?’ diye sorguladığımı hatırlıyorum. O korkunç günlerin üzerinden yıllar geçti; ama hiçbir şey aklımdan silinmedi, silinmeyecek de.”
***
“Savaş ve göçle birlikte aile içi ilişkiler ya çok güçlendi ya da çok zayıfladı. Fakirlik berbat bir şey. Eskiden her şeyi olanların hayatı bir anda altüst oldu, her şeylerini yitirdiler. Bazı çocuklar bunu kaldıramadı. Kimi ailesini bırakıp gitti, kimi içe çekildi, kimi de bu zorlu hayatla mücadeleye girdi.
Bizim aile içi ilişkilerimiz güçlendi; çok kayıp verdiğimiz için hayatta kalanların kıymetini bildik. Aileden kimsenin başına bir şey gelmesin diye birbirimizi kolluyoruz. Türkiye’de genç kızlar olarak sorumluluğumuz arttı. Özellikle büyük çocuklar çalışmak zorunda kaldı. Ama yaşımız küçüktü; çalışma iznimiz ve haklarımız yoktu, azıcık ücretle çalıştırıldık. Çok zor günlerdi.”
***
“Bombardımanlarda organlarını kaybedenler var. Hatay/Reyhanlı’ya gelirseniz ayaklarını, gözlerini, ellerini vs. kaybedenleri görürsünüz. Vücudu sağlam olanların da psikolojisi çökük.
Suriye’de hastaneler paralı ve tedavi için gerekli teçhizat da son derece yetersiz. Bazı insanlar ayağı iyileşme imkânı olduğu halde parasızlıktan vaktinde tedavi ettiremedi ve sonunda kesildi. İnsanların Suriye’de sağlığı kötü. Kamplarda yaşamanın da bunda etkisi var. Yetersiz besleniyorlar. Yardım gelirse veya ailede çalışan varsa yiyebiliyorlar yoksa açlar. Bombalarda kullanılan maddeler yüzünden birçok anne engelli çocuk doğurdu; epilepsi hastaları ve böbrek yetmezliği çekenler çoğaldı. Türkiye’de yaşayanlar en azından hastaneye gidebiliyor; Suriye’dekiler ise tedavi imkânından mahrum.”
Kısa süre evvel Türkiye’ye üniversite okumaya gelen, savaşı Suriye’de şehirden şehre göçerek geçirmiş 20'li yaşların başında bir genç. Babası emekli asker.
“Savaşı başından sonuna aynı bölgede geçiren neredeyse hiçbir aile ve çocuk yoktur. Ben 3 şehir ve tam 8 okul değiştirdim ki akranlarıma göre çok daha şanslıydım. Yurtdışında yaşayan ağabeyim çalışıp bize para yolluyordu. Diğer ağabeyim ve babam da Suriye’de çalışıyordu. O yüzden durumumuz birçoklarından daha iyiydi. Ama bir yerde savaş başladı.
https://ortadogugunlugu.blogspot.com/2024/05/ztkor-savasta-cocuk-olmak-suriye-ornegi.html
Kapat
Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), son raporunda "CBP One" gibi dijital uygulamaların göçmenlerin, mültecilerin, hatta ...
25 Mayıs - İnsanların haklarını ihlal eden dijital teknolojiler kullanılmasın Devamı25 Mayıs - İnsanların haklarını ihlal eden dijital teknolojiler kullanılmasın
Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), son raporunda "CBP One" gibi dijital uygulamaların göçmenlerin, mültecilerin, hatta güvencesiz yurttaşların haklarını ihlal ettiğini ortaya koydu. Uluslararası Af Örgütü, insanların haklarını tehdit eden her tür istilacı teknolojinin gelişiminin durdurulmasını istedi.
Bianet’te yayınlanan habere göre, Uluslararası Af Örgütü, son araştırmasında yeni teknolojiler ve yapay zekanın ülke sınırlarında insan hakları ihlallerinin artma eğilimine nasıl katkıda bulunduğunu kapsamlı bir biçimde belgeledi. UAÖ devletlere, bu teknolojilerin insan haklarını ihlal etmemesini sağlayacak bütün önlemler alınana kadar bu teknolojileri kullanım dışı bırakma çağrısında bulundu.
"Dijital Sınır: Göç, Teknoloji ve Eşitsizlik" başlıklı araştırma, devletler kadar devlet dışı aktörlerin de kullandıkları yeni teknolojilerle göçmenler de dahil hareket halindeki insanların haklarının ihlal edilmesi olasılığını nasıl artırdığını özetliyor. Bu süreçlerde mahremiyet, ayrımcılığa uğramama, eşitlik ve sığınma gibi haklar en ağır ihlallere uğruyor.
"Devletler özel şirketlerin değil, insanların haklarına saygıyla yükümlü"
Uluslararası Af Örgütü üyesi Eliza Aspen, "İnsan haklarının korunmasının özel çıkara feda edilmemesi gerekir" dedi. "Devletlerin özel şirketlere karşı bir yükümlülükleri yok ama devlet ve devlet dışı aktörlerin hareket halindeki insanların haklarına saygı duyulmasını sağlama yükümlülükleri var."
Teknolojiler ülke sınırları ve ötesinde altta yatan ırksal, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri de çoğaltıyor. Göçmen işçiler ve yurttaşlık statüsüne sahip güvencesiz kişiler, genellikle sığınmacı ve mültecilerle aynı dijital gözetim, izleme ve sömürü biçimlerine maruz kalıyorlar ve bu teknolojilerin üzerlerinde uygulanmasına itiraz veya uğradıkları zararın telafisini talep edememeleri nedeniyle bu teknolojilerin hedefi oluyorlar.
"CBP One" uygulaması, ülke sınırlarını geçme ve iltica talebinde bulunma hakkını daha önceden randevu alma şartına bağlıyor. Buna imkânı olmayan kişilerin iltica talebinde bulunmaları mümkün olmuyor. Bu durumda, hiçbir şekilde kısıtlanması mümkün olmayan iltica talep etme hakkının kullanımı sınırlanmış oluyor. Bu nedenle UAÖ, uygulamanın kullanımına son verilmesi çağrısında bulunuyor.
KapatBir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETA), ‘Türkiye’de Mülteci Karşıtı Söylemler: 2020 Sonrasına Dair ...
21 Mayıs - İktidar, 2019’dan itibaren mülteciler üzerinde baskı kurdu Devamı21 Mayıs - İktidar, 2019’dan itibaren mülteciler üzerinde baskı kurdu
Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETA), ‘Türkiye’de Mülteci Karşıtı Söylemler: 2020 Sonrasına Dair Karşılaştırmalı Bir Okuma’ başlıklı raporunu yayınlandı. Raporda mülteci karşıtı söylemlerle nasıl mücadele edebiliriz konusunda analizler ve öneriler var.
Araştırmada Türkiye’deki göçmen politikalarının, 2020-2022 yılları arasında geçirdiği değişim analiz ediliyor. Analiz; hem iktidar partileri (AKP-MHP), hem ana muhalefet partisi (CHP), hem de sol partiler açısından yapılıyor.
Raporun en önemli tespiti, 2020-2022 yıllarını kapsayan üç yıllık dönemde mülteci karşıtlığının genel olarak arttığı yönünde. Özellikle iktidarın mülteci düşmanı politikalarının hızla arttığı belirtiliyor.
Raporda iktidarın 2019’dan itibaren mülteciler konusunda politika değiştirdiği, mülteciler üzerinde denetim ve baskı kurduğu belirtiliyor. Geçici koruma altındaki Suriyelilerin varlıklarının bir güvenlik meselesine dönüştürüldüğü belirtilerek, mültecilerin kriminalize edildiği bir politikaya geçiş yapıldığı vurgulanıyor.
Araştırmaya göre iktidarın mültecilerin/göçmenlerin entegrasyonuna yönelik bir stratejisi yok. Ayrıca vatandaşlık hakkı da iktidarın gündeminden tümüyle düştü.
BAYETAV raporunda, CHP ve sol partilerin de mültecilere yaklaşımının olumlu olmadığı belirtiliyor. Muhalefetin büyük bölümünde, geri göndermeye dayalı mülteci söylemi öne çıkıyor.
Rapora göre, sol partiler ve oluşumlar mülteci meselesine yeterince ağırlık vermiyor. Mültecilere ilişkin söylem ve uygulamalar AKP’nin hegemonyasında kalıyor.
Araştırmaya katılanlar, mülteci karşıtlığı ile mücadelede yerel yönetimlere büyük görev düştüğünü belirtiyorlar. Yerel yönetimler, gerek sahip oldukları kaynakların adil paylaşımında, gerekse de mültecilere yönelik yeni temsil ve iletişim stratejisi geliştirilmesi açısından kritik aktörlerin başında geliyor.
Raporda, yerel halkın mülteciler konusunda olumlu düşünmesi için, yerel yönetimlerin, yerel ölçekte uygulanabilir mülteci politikaları oluşturmasının çok önemli olduğu belirtiliyor.
Erişime açık olan araştırma kitabının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.
Kapat
Bülent Şahin Erdeğer
Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu (UDEF) 18 yıl önce başlayan misafir öğrenci ...
17 Mayıs - RÖPORTAJ | “Türkiye’de 350 bin yabancı öğrenci var, yüzde 95’i kendi parasıyla okuyor, öğrenci nüfusu demografik olarak dağıtılmalı” Devamı17 Mayıs - RÖPORTAJ | “Türkiye’de 350 bin yabancı öğrenci var, yüzde 95’i kendi parasıyla okuyor, öğrenci nüfusu demografik olarak dağıtılmalı”
Bülent Şahin Erdeğer
Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu (UDEF) 18 yıl önce başlayan misafir öğrenci çalışmalarının bu zaman zarfında ortaya çıktı. UDEF çatı kuruluşu olarak kendisine bağlı 63 uluslararası öğrenci derneği ve temsilcilikleri ile ülkemizin 76 şehrinde 75 bin misafir öğrenciye, yurtdışında da onlarca partner kuruluşla binlerce insana temas ediyor.
UDEF Başkanı Abdullah İslam ile Türkiye’de zaman zaman hedef tahtasına konan yabancı öğrencilerin durumunu, uluslararası öğrencilere yönelik ırkçı söylemleri konuştuk.
Röportajdan öne çıkanlar:
Yabancı öğrenciler Türkiye’nin elçileri oluyor
350 bin uluslararası öğrenci sayısına ulaştı Türkiye. Hakkâri dışındaki bütün illerde uluslararası öğrenci var. En az öğrencinin olduğu il, Muş ilimiz, Muş Alparslan Üniversitesi’nde en az öğrenci var. Tabii ki takdir edersiniz ki en fazla öğrenci İstanbul’da. Uluslararası öğrencilerin 3’te 1’ine İstanbul ev sahipliği yapıyor. Diğer kalan kısımlar Ankara, İzmir, bir de bahsettiğimiz Karabük, belli başlı yerlerde de uluslararası öğrenci sayısı artmış durumda gözüküyor.
Uluslararası öğrencilerin; bulunduğu ülkeye, bulunduğu ortama çok ciddi ekonomik katkıları oluyor. Şu anda Türkiye’deki 350 bin uluslararası öğrencinin ülke ekonomisine yıllık katkısı yaklaşık 2,5 milyar-3 milyar dolar arasında.
Öğrenci nüfusunda demografik düzenleme yapılmalı
Yabancı öğrenciler düzensiz göçmen değil, düzenli göçmen statüsünde. Göçmen statüsünde olduklarından, düzensiz göçmen politikalarının bir parantezine alınmış durumdalar şu anda. Öncelikle yasal bir düzenleme gerekiyor bu noktada.
Öğrenci, kendi bulunduğu ülkedeki Türkiye Büyükelçiliğine veya Konsolosluğuna başvurusunu yapar. Vize süreçlerini başlatır. Üniversitelerin yabancı öğrenci sınavları vardır ki ÖSYM bu sene bunu merkeze olarak yapıyor.
Sınavlara girer. Sınavlardaki sınav sonucuna göre ilgili üniversiteler için tercihte bulunur. Bu tercihlerine göre üniversiteden kabul yazısı alır.
Kabul yazısı aldıktan sonra da artık vizesinin çıkma durumuna göre uluslararası öğrenci Türkiye’ye gelir. Dolayısıyla kayıt dışı diye bir durum söz konusu değildir.
Fakat suiistimale açık bir alan mümkün müdür? Tabii ki mümkündür. Bu birileri tarafından yapılabilir. Daha farklı ölçeklerde kullanılabilir. Fakat yasal düzenlemelerle bunların önüne geçilebilir.
Yani bir yasal çerçeve içerisinde uluslararası öğrenciler Türkiye’ye geliyorlar ama bu mevzuatın yer yer boşlukları var.
Uluslararası öğrenci çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Gittiğimiz yerlerde üniversiteleri ziyaret ediyoruz. Rektörlerle, hocalarla görüşüyoruz. Oradaki göç idaresi müdürleriyle görüşüyoruz.
%80-85 öğrenci okuluna gidiyor. Okuluna devam etmemiş olanların da sebepleri var. Mesela harç parası arttı. Harç paraları ciddi şekilde arttı.
Bir ilin, bir şehrin demografik yapısı, istinaf sınırı tabiri caizse, oradaki insanların meseleye bakış açıları ve şehirleşme, altyapı bunların hepsi bir parametre olarak dikkate alınmalı.
Coğrafyam, şehrim, mahallem buna uygun mu? Bunu yönetebilecek durumda mıyım? Yoksa bu bir asayiş meselesine mi dönecek belli bir aşamadan sonra? Dolayısıyla bu anlamda bir politika eksikliğinden söz edilebilir, böyle bir durum olduğu aşikar. Dolayısıyla bunun üzerine gidilmesi gerekiyor.
Çünkü öğrenci kendi ülkesinden çıkarken şehri bilmiyor, Türkiye’ye geliyor. Belki Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret zannediyor. Ama Karabük’ü, Bayburt’u, Trabzon’u, Tunceli’yi, Şırnak’ı, Hakkâri’yi bilmiyor. Buraya geldikten sonra fark ediyor. O farkına vardığı süreç içerisinde biz kendi altyapımızı buna hazırlıyor muyuz? Bu soruya şu anda evet diyemiyoruz.
Öğrencilerin %95’i kendi imkânları ile okuyor
Burslu dediğimizde, Yurtdışı Türkler Başkanlığı, Diyanet Vakfı gibi kurumların, bir de YÖK’ün Üniversitelerle anlaşma çerçevesinde YÖK bursu dediğimiz bir kontenjanı var. 350.000 sayısı sürekli artıyor. Bu 350.000 öğrencinin 15.000’i yurtdışı Türkler Başkanlığı’nın bursu ile Türkiye’de. Yani devlet burslu. Burslu öğrenci sayısı toplamın yaklaşık %5’ine tekabül ediyor. Paramızın yabancı öğrenciye gittiği, uluslararası öğrencilere milli servetimizin harcandığı yönündeki haberler yalandır.
KapatTürkiye ve dünyada göçmen karşıtlığı ve buna bağlı sağ hareketlerdeki yükseliş üzerine tartışmalar sürüyor. Ekonomik ...
16 Mayıs - Göçmen karşıtlığı sömürü düzenini besliyor Devamı16 Mayıs - Göçmen karşıtlığı sömürü düzenini besliyor
Türkiye ve dünyada göçmen karşıtlığı ve buna bağlı sağ hareketlerdeki yükseliş üzerine tartışmalar sürüyor. Ekonomik sorunların nedeninin göçmenler olduğuna dönük propaganda yürüten hareketlerin etkisinin yalnızca siyasi-ideolojik alanla sınırlı kalmadığını ifade eden Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Sosyolog Prof. Dr. Cenk Saraçoğlu, ‘yükselen’ bir akımdan ziyade yerleşik siyasal bir platform değerlendirmesinde bulunuyor.
Göçmen düşmanı propagandanın göçmen emeği üzerinden kurulan sömürü sistemini; bu sömürü sisteminin ise göçmen düşmanlığını beslediğini ifade eden Saraçoğlu, sol-sosyalist hareketlerin rolüne işaret ederek “Halkın talep ve rahatsızlıklarını temsil edebilir özne” olmanın önemini vurguluyor. Prof. Dr. Saraçoğlu ile göçmen karşıtlığı ve yükselen sağ hareketlere dair gazetemize değerlendirmelerde bulundu.
‘TOPLUMUN BIKKINLIĞINDAN BESLENİYORLAR’
Dünyada ırkçı-milliyetçi siyasal akımların göçmen karşıtlığına dayalı propaganda ile yükselişe geçtiğini ve hatta bazı ülkelerde iktidarı ele geçirebilecek kadar güçlendiğini görüyoruz…
Aslında köklü bir olgudan bahsediyoruz. 1990’larda, 2000’lerde Avusturya Özgürlük Partisinin, Fransa’da Ulusal Cephenin, Belçika’da Vlaams Blokunun ve İtalya’da Kuzey Liginin yükselişine bakılarak neofaşizmin tehlikeli yükselişine dair analizler yapılıyordu. Bu hareketler bugünkü ırkçı-faşist eğilimli partiler ne söylüyorsa aşağı yukarı aynısını söylüyorlardı: “Göçmenler halkın yaşadığı ekonomik sorunların esas sorumlusudur ve kültürel/ulusal birlik için tehdittir.”
Bugün aynı söylem etrafında örgütlenen hareketler dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmış ve yalnızca genel siyasi-ideolojik haritayı etkilemekle kalmıyor, iktidara gelebiliyorlar. Artık “yükselen” bir akımdan değil, yerleşik bir siyasal platformdan bahsediyoruz.
Ortak noktaları toplumun “merkezdeki” düzen partilerine ve yerleşik liberal demokratik kurumlara yönelik bıkkınlığından beslenmeleri. Örgütlü solun ve işçi sınıfı hareketinin etkisizliği karşısında sahte düzen karşıtı görüntüyle büyüyorlar.
‘TÜRKİYE’NİN ÖZGÜN YANLARI VAR’
Türkiye’de yükselen göçmen karşıtlığı dünyadaki durumun uzantısı olarak görülebilir mi?
Mültecilerin ekonomik bir yük, kültürel/ulusal bir tehdit olduğuna dair çekirdekteki söylem burada da geçerli. Diğer ülkelerde olduğu gibi göçmen karşıtlığı burada da bir depolitizasyon makinesi gibi işliyor. Yani sermaye düzeni ile ilişkili gerçek rahatsızlıklar göçmenlere yükleniyor ve böylelikle sorunların esas kaynağı ile politik mücadele potansiyeli baltalanıyor.
Türkiye’deki göçmen karşıtlığı Batı Avrupa ile kıyaslandığında nispeten yeni bir olgu. Türkiye’ye yönelen göçün hacmi, karakteri ve dinamikleri dışında göç alan bir ülke olarak Türkiye’nin uluslararası kapitalist sistem içerisindeki yeri de farklı. Bu yüzden farklı özellikler de içeriyor. Türkiye’de yaşananı küresel eğilimin bir uzantısı olarak görmekle yetinmek kendine özgü boyutları gözden kaçırmamıza yol açabilir.
Türkiye’ye özgü yanlar neler peki?
Öncelikle göç dalgasının ve göçmen karşıtlığının AKP iktidarı döneminde yaşandığını göz önüne almak gerekir. AKP, sıradan bir siyasal parti değil; siyasal ve ideolojik dönüşüm temelinde yeni bir rejim inşa etmek istiyor.
Örneğin Osmanlı geçmişini ve Sünni kimliği merkeze alan yeni bir millet anlayışını egemen kılmak istiyor. Ülkemize özgü siyasal ve ideolojik zemini göz önüne almamız lazım. Bir de bu göçmen karşıtlığının Türkiye’de nasıl özel sonuçlar doğurduğunu daha iyi anlamak için özellikle Suriyelilerin çok hızlı bir şekilde işçileşerek özel bir paralel emek rejimine tabi olduklarını da göz önüne almak gerekiyor.
Göçmen karşıtlığı genel siyasal atmosferi etkiliyor, fakat en temelde paralel emek rejiminin devamı ve yeniden üretimi için önemli bir rol oynuyor.
‘ENGELLER GÖÇMEN EMEĞİ SÖMÜRÜSÜYLE AŞILIYOR’
"Türkiye sermayesi, bu ülke vatandaşı olan işçilerin tabi olduğu sömürü ve tahakkümün artırılmasının önündeki engelleri başka bir ülkeden buraya sığınanları emek süreçlerine eklemleyerek aşma imkanına kavuştu."
Türkiye’de göçmenlere/mültecilere uygulanan özel emek rejiminin sürdürülebilmesi ile bu bahsettiğiniz göçmen düşmanlığının nasıl bir ilgisi var?
Suriye’deki savaşın ilk evrelerinde geniş bir mülteci nüfus geçici koruma statüsü ile Türkiye’nin farklı şehirlerinde iş-ekmek peşine düştü. Sigortalı çalışmalarının önüne pek çok yapısal engel konulduğundan çeşitli emek-yoğun sektörlerde kayıt dışı istihdama dahil olarak hızlı şekilde işçileştiler. Rakamlar muhtelif ancak çeşitli raporlardan yola çıkarsak neredeyse 1 milyon Suriyeli işçi bu durumda. Afganistanlı, Iraklı, İranlı göçmenler de benzer bir işçileşme süreci yaşadı.
Mülteci işçiler en zorlayıcı işlerde düşük ücretlere, daha uzun çalışma saatlerine tabi olarak çalıştırıldılar. Ücret hırsızlığı gibi istismarlara ve iş yerinde şiddete daha açık maruz kaldılar. Bu durum en temelde “sığınmacı”ların emek gücüne buranın vatandaşlarına göre daha az değer biçilmiş olmasından kaynaklanıyor. Mültecilerin Türkiye’de yaşayabiliyor olmaları bile bir lütuf olarak görülüyor. Bu egemen mantığın temelinde mülteci işçilerin emek güçlerinin yeniden üretimi için asgari ihtiyaç ve maliyetlerin bir Türkiyeli işçiye göre daha düşük bir düzeyden belirlenmesi anlayışı yatıyor.
Paralel emek rejiminin kurucu unsuru bu; Türkiye sermayesi bu ülke vatandaşı olan işçilerin tabi olduğu sömürü ve tahakkümün daha da artırılmasının önündeki engelleri başka bir ülkeden buraya sığınanları emek süreçlerine eklemleyerek aşma imkanına kavuştu. Bahsettiğimiz bu yaygın göçmen düşmanlığı işte bu emek rejiminin yeniden üretimi için de hayati bir rol oynuyor.
‘ŞİDDET İHTİMALİ MÜLTECİLERİ SAVUNMASIZ KILIYOR’
“Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar.”
Göçmen düşmanlığı mültecinin emek gücünü daha değersiz gören anlayışın doğallaşmasına katkıda bulunuyor. İş yerinde mülteci işçilere yönelik ağır hak ihlalleri, istismar ve hatta cinayetler söz konusu oluğunda toplum içerisinde bir duyarlılığın ortaya çıkmasını engelliyor. Göçmen düşmanlığının Türkiyeli işçilere de nüfuz etmesi göçmenlerle Türkiyeli işçiler arasındaki dayanışma ilişkilerinin gelişmesini engelliyor. Mülteciler ağır çalışma koşulları karşısında seslerini çıkardıklarında yalnız kalacaklarını bilerek hareketsiz kalıyorlar.
Göçmenler kamu otoritelerine de yaşadıkları istismar ve şiddeti taşıyamıyorlar çünkü geçici korumanın iptali, geri gönderme gibi tehditler başlarında Demokles’in Kılıcı gibi sallanıyor. Bir de yaşadığı mahallede, izlediği televizyonda, baktığı telefonunda göçmen düşmanlığının filtresiz, en kaba haliyle dışa vurulduğunu gören mültecilerin yaşadıkları sömürü koşullarını seslendirmeye cesaret bulamayacaklarını tahmin etmek zor değil.
Pogroma varan girişimler ortaya çıktı biliyorsunuz. Altındağ örneğini hatırlayalım. Her an, her yerden gelebilecek şiddet ihtimali, mülteci işçileri toplumsal hayatın tamamında ve iş yerlerinde savunmasız kılıyor; onlar üzerinde bir disiplin mekanizması olarak işliyor.
“Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar.”
HASSASİYET İNSANİ KOŞULLARA DEĞİL SÖMÜRÜ SİSTEMİNE
Göçmen düşmanlığının son görünümü Dünya Bankasının şartlı kredisi üzerinden oldu. Sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacı gözetildiğinde karar ve tartışmalar ne anlama geliyor?
2013’te AB’nin Türkiye ile imzaladığı geri kabul anlaşmasından muradı göçmenleri Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde tutmasıydı. Uluslararası kurumların raporlarında, Batı ülkelerinin resmi temsilcilerinin açıklamalarında övgüyle bahsedildiği gibi AKP iktidarı bu görevi büyük bir başarıyla yerine getiriyor!
İktidar bu boyuttaki mülteci nüfusu insanlık dışı çalışma koşullarında işçileştirerek; toplumdaki yaygın göçmen düşmanlığı üzerinden de kontrol ve disiplin altında tutarak yönetiyor.
Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla bu bahsettiğimiz paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar. Dünya Bankasının onayladığı 18 milyar dolarlık ek kredinin mültecilere istihdam sağlanması koşuluna bağlanması da bu bağlamda düşünülmeli. Bahsedilen kredinin temellendirildiği metne bakıldığında Türkiye’nin Suriyeliler için yaptığı ev sahipliği övülüyor. Aynı belgede verilen kaynakla yaratılacak formel istihdamın yarısının mültecilere sağlanması hedef olarak konulmuş.
Bu sözüm ona hassasiyetin mültecilerin insani koşullara kavuşması kaygısı tarafından belirlendiğini düşünmek saflık olur. Bu aslında merkezdeki kapitalist devletlerin göçü kendi ihtiyaçlarına göre filtreleme; yani gerektiğinde ihtiyacı olan profilde göçmeni alıp gerisine sınırları kapatma anlayışıyla uyumlu. Metin neredeyse Türkiye’nin mültecileri kendi topraklarında idare merkezi rolünü sürdürmesi durumunda uluslararası fonlardan, kredilerden istifade edebileceğini ima ediyor.
‘SOSYALİSTLER BİRLİKTE MÜCADELE VURGUSUNDA DOĞRU POZİSYON ALDI’
Sosyalist güçlerin göçmen sorunu konusundaki rolüne dair neler düşünüyorsunuz?
Türkiye’de sol açısından göçmen ve mülteci meselesi oldukça zorlayıcı bir konu. Çünkü göçmen karşıtlığı düzen siyasetinden rahatsız, arayış içerisindeki emekçileri tesiri altına almış durumda. Bu yalnızca Türkiye’ye has bir sorun değil; tabanlarını hızlı şekilde göçmen karşıtı, popülist sağa kaptırabilen Avrupa ülkelerindeki sol partiler için de geçerli bir durum.
Türkiyeli sosyalistler siyasal iktidarın göçmen emeği sömürüsüne nasıl göz yumduğunu göstermek, geri kabul anlaşmasını mahkum etmek, göçmen düşmanlığının karşısında bu ülkede yaşayan her kökenden emekçinin birlikte mücadele etmesi gerektiğini vurgulamak konusunda bence ortak ve doğru bir pozisyon oluşturdular.
İLKESEL DOĞRULAR YETERSİZ KALDI
Fakat ilkesel olarak doğru pozisyonda olmak tek başına yeterli olmayabiliyor. İstediğiniz kadar göçmen karşıtlığının neye hizmet ettiğini anlatın birilerinin “Geri gönderelim, bu iş bitsin” diye kestirip attığı bir yerde insanlar günün sonunda size şu soruyu soracaktır: “Bu kadar göçmenin durumu ne olacak, siz ne yapacaksınız?”
Bu soru karşısında sol hem toplumdaki haklı kaygılara seslenebilir hem de insan onuruna uygun bir genel program sunabilir. Fakat bunun etkili olması için öncelikle sosyalistlerin bugün halkın karşı karşıya kaldığı sermaye düzeninden kaynaklı genel talep ve rahatsızlıklarını temsil edebilir bir özne haline gelmesi gerekir. Yani sosyalistlerin göçmen meselesinde benimsediği ilkesel pozisyonu topluma aktarabilmesi; halkın bütünü nazarında güçlü bir odak haline gelmesine bağlı biraz da. Doğru fikirlerin maddi bir etki doğurabilmesi bu fikirlerin güçlü, kuvvetli siyasal özneler tarafından taşınmasıyla mümkün olabiliyor ancak.
https://www.evrensel.net/haber/518480/gocmen-karsitligi-somuru-duzenini-besliyo
KapatTam da kamuda tasarruf ve ekonomiyi iyileştirmeden bahsettiğimiz dönemde yıllarca devletin kasasına girebilecek bir gelir kaleminin kaybından ve işçi ...
16 Mayıs - 4 Ayda En Az 26 Milyar TL Mali Kayba Neden Olan Çalışma İzni Sorunu – Muhammed Akta Devamı16 Mayıs - 4 Ayda En Az 26 Milyar TL Mali Kayba Neden Olan Çalışma İzni Sorunu – Muhammed Akta
Tam da kamuda tasarruf ve ekonomiyi iyileştirmeden bahsettiğimiz dönemde yıllarca devletin kasasına girebilecek bir gelir kaleminin kaybından ve işçi istismarına sebep olan çalışma izinleri sorunundan bahsedeceğim.
Türkiye’de bulunan yabancıların, uluslararası koruma ve geçici koruma altındaki kişilerin, Türkiye’de çalışmak için, vatandaşlara uygulanan SGK girişi işleminden önce, Çalışma Bakanlığına bağlı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğüne müracaat ederek çalışma izni alması gerekmektedir.
Türkiye’de şu anda bulunan yabancı ve sığınmacı sayıları şu şekildedir;
- 3 milyon 115 bin 536 kişi geçici koruma kapsamında.
- 19 bin 17 kişi uluslararası koruma kapsamında.
- 1 milyon 121 bin 586 kişi oturma izinli.
Çalışma yaşı, istisnalar olmakla birlikte dünya genelinde 15 ila 64 yaş arasında gösteriliyor. Çalışabilecek yaştaki (iş gücü) nüfus oranı ise bu yaş aralığındakilerin, toplam nüfusa bölünmesiyle bulunuyor.
Türkiye’de şu an toplam 3,1 milyon geçici koruma kapsamında Suriyeli bulunmaktadır. Bunların içerisinden 15 ila 64 yaş arasındaki erkeklerin sayısı 928 bindir. Bu sayının toplam geçici koruma kapsamındakilere oranı ise yüzde 30’dur. Aynı oranı tüm yabancı ve sığınmacılara uygularsak Türkiye’deki çalışma yaşında olan yabancı ve sığınmacıların sayısının 1 milyon 276 bin 841 kişi olduğu tespit edilir.
Şu anda Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğünün vermiş olduğu toplam çalışma izni sayısı 250 bini aşmamıştır.
Bu da en az 1 milyon kişinin sigorta dışı olduğunu göstermektedir. Her bir çalışanın devlete olan asgari sigorta ve vergi getirisi en az 6 bin 500 TL’dir. Yani aslında sadece bu yılın ilk 4 ayında bu kişiler kayıtlı çalıştırılmadığı için yaşanan toplam kayıp en az 26 milyar TL’dir.
Bu durumun, Suriye’den Türkiye’ye göçün başladığı 2012 yılından beri devam ettiğini düşünürsek toplam kaybın ne kadar olduğunu siz hesap edin. Üstelik bu hesaplama en düşük maaş ve sadece erkek şahıs sayıları üzerinden yapılmıştır. Öte yandan sigortası yapılmayan 1 milyondan fazla yabancı ve sığınmacı istismar edilmektedir.
Devletimiz tarafından bu duruma el atılması ve mevcut politikanın ülkemiz menfaati doğrultusunda revize edilerek bu mali kaybın ve çalışan istismarının önlenmesi gerekmektedir.
Kaynaklar;
- https://goc.gov.tr/gecici-koruma5638
- https://goc.gov.tr/uluslararasi-koruma-istatistikler
- https://goc.gov.tr/ikamet-izinleri
- https://csgb.gov.tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/resmi-istatistik-programi/calisma-izin-istatistikleri/
https://twitter.com/mohammadakta/status/1791116326057951454
KapatGöç Araştırmaları Derneğinin (GAR) “İstanbul ilçelerinde kent ve göç ilişkileri” başlıklı raporunun sunumu dün ...
16 Mayıs - Göçmenler yoksullaşıyor, evlere kapatılıyor, ayrımcılık sınıfsal temele kayıyor Devamı16 Mayıs - Göçmenler yoksullaşıyor, evlere kapatılıyor, ayrımcılık sınıfsal temele kayıyor
Göç Araştırmaları Derneğinin (GAR) “İstanbul ilçelerinde kent ve göç ilişkileri” başlıklı raporunun sunumu dün gerçekleştirildi. Raporu Proje Koordinatörü Didem Danış ve Esenyurt incelemesini sürdüren Birgül Çay sundu. İstanbul’daki farklı gruplardan ve sınıflardan göçmenlerin yaşayışına ve problemlerine dikkat çekmek üzere hazırlanan raporda Esenyurt, Zeytinburnu, Kadıköy ve Beyoğlu ilçelerinde araştırmalar yürütüldü.
Farklı siyasi partiler tarafından yönetilen dört ilçede 2023’ün kasım ayından 2024’ün ocak ayına kadar yürütülen araştırmada göçmen politikasını deneyimleyen ve gözlemleyen önemli aktörlerden belediye çalışanları, ilçe sakinleri, sivil toplum örgütleri, emlakçılar, muhtarlar, esnaf, öğretmenler, doktorlar, işverenler ile görüşmeler yapıldı.
MÜLTECİLER KAMUSAL ALANDAN UZAKLAŞTI
Bu görüşmeler sonucunda raporda nüfusu iç ve dış göçle oluşmuş mahallelerde ayrımcılıklar devam etse de bu ayrışmaların giderek etnik temelden çok sınıfsal temelde seyrettiği vurgulandı. Resmi göç verilerine ise şu şekilde yer verildi: Türkiye’de ikamet izniyle bulunan 1 milyon 107 bin 532 yabancının yarısı İstanbul’da yaşıyor. Göç İdaresi Başkanlığının mart 2024 tarihli verilerine göre kentte geçici koruma statüsünde 530 bin 655 kişi bulunuyor; bu sayı İstanbul nüfusunun yüzde 3.4’üne denk geliyor.
Raporda özellikle 2023 genel seçimleri süresinde göçmen karşıtlığının tabandaki göçmen karşıtlığını da arttırdığı, bu süreç içerisinde denetimlerin hızlandığı vurgulandı. Bu durumun göçmenleri kamusal alandan uzaklaştırıldığının altı çizilirken kimi durumlarda göçmenlerin işe dahi gidemediği, ekonomik koşulların yanı sıra bu durumun da göçmenleri yoksullaştırdığı ifade edildi. Raporda ana vurgu göçmenlerin sosyoekonomik konumlarına göre yaşam koşulları ve uğradıkları ayrımcılık seviyesinin farklılaşması oldu. Sunumda iktidar görünürde seyreltme ve denetim politikalarını sıklaştırmış olsa da bunun pratikte bir sonucunun olmadığı ifade edildi.
ESENYURT BİR ‘GÖÇ LABORATUVARI’
Raporda Esenyurt’un ucuz konut imkanlarıyla göçmenler için bir çekim merkezi olduğu vurgulandı. Esenyurt’un İstanbul’un en büyük sanayi bölgelerinden biri olması ve üç büyük sanayi sitesi bulundurmasıyla ağırlıklı olarak kol gücüne dayanan enformel iş gücü ihtiyacının dil bariyerini ortadan kaldırdığı aktarıldı.
Esenyurt’ta özellikle bazı iş kollarında yerli işçi bulunamadığı için yabancı iş gücünün önemli bir boşluğu doldurduğu ifade edildi. Esenyurt’ta Türkiyeli yurttaşların Esenyurt’ta olduğunu düşündüğü göçmen nüfusun gerçeğin çok üstünde olduğu vurgulandı. Artan denetimler ve nefret dilinin göçmen ve mülteci nüfusun kamusal alanda görünürlüğü azalttığının altı çizilerek bu durumun ev içi şiddetin artmasına, kadın göçmenlerin ev içi emek yükünün artmasına, daha güvencesiz koşullarda çalışmaya mecbur kalmasına ve eğitim ve sağlık haklarına erişimde engellerle karşılaşmalarına sebep olduğu ifade edildi.
Halihazırda sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim zorken denetimler ve emek gücünün ucuzlaması ile göçmenlerin gitgide yoksullaştığı vurgulandı. Esenyurt’taki göçmenlerin temel sorunlarından birinin yetersiz kamusal alanlar olduğu vurgulandı.
PATRONLAR GÖÇMENLERİ ‘UYSAL’ OLARAK TANIMLIYOR
Zeytinburnu’nun ise İstanbul’un ilk gecekondu muhitlerinden biri olduğu, neredeyse tamamen iç ve dış göçlerle oluştuğu vurgulanarak mevcut durumda yoğunluklu olarak Suriye, Afganistan, Çin ve Özbekistan’dan gelen göçmenlerin olduğu vurgulandı. Zeytinburnu’da göçmenlerin bir süre sonra Avrupa yolculuğuna devam ettiği ve yaşam alanlarını yeni göçmenlere bıraktığı ancak bu sirkülasyonun 2023 genel seçimleri öncesinde artan denetimler sebebiyle önemli ölçüde azaldığı ifade edildi.
Göçmenlerin büyük oranda beraber yaşama isteği taşıyor olsa da bir süredir Türkiye’de daha uzun süredir yaşayan Suriyeli ailelerin özellikle Türk aile apartmanlarında oturmak ve Afganların oturduğu yerlerden uzak olmak istediğinin gözlemlendiği vurgulandı. Yine aynı şekilde Suriyeli öğrencilerin ana dili seviyesinde Türkçe konuşabildiği, ancak artık aralarındaki farkın ve ayrımcılığın sosyoekonomik statüden kaynaklandığı belirtildi.
Yine Zeytinburnu’da özellikle tekstil atölyelerinin çok yoğun olduğu işverenlerin ise kayıt dışı ve düşük ücretlere çalışan göçmen işçileri ‘sessiz, uysal’ gibi tanımlandığı vurgulandı. Sağlık hizmetlerinden yararlanmakta doktorların inisiyatifine bağlı olarak eşit hizmet alabildiği ancak eğitimde özellikle de yakın zamanda gelen göçmenlerin dil bariyerleriyle karşılaştığı vurgulandı.
YIKILACAK BİNALAR GÖÇMENLERE KİRALANIYOR
Kadıköy’ün ise büyük oranda daha yüksek statülü, Rusya-Ukrayna savaşı göçmenlerinin tercihi olduğu ifade edildi. Kadıköy’ün seküler-ulusalcı profili nedeniyle göçmenlerin yaşamakta zorlandığı yerlerden biri olduğu vurgulanarak göçmenlerin Kadıköy’de yoğunluklu olarak Fikirtepe’de ikamet ettiği, kentsel dönüşüm bekleyen eski konutların göçmenlere kiralandığı aktarıldı.
Kadıköy’de göçmen yerine ‘expat’ denilen yüksek statülü ve İngilizce bilen göçmenlerin göç idaresi gibi kurumlarda İngilizce konuşan kişi sayısının az olmasından ve yönlendirildikleri internet sitelerinin İngilizcesinin anlaşılır olmadığından şikayet ettiği aktarıldı. Slav uyruklu göçmenler dışında sosyoekonomik konumu daha düşük olan göçmenlerin de kayıt dışı eğlence sektöründe çalışmak için Kadıköy’de yaşadığı vurgulandı.
BEYOĞLU’DA AİLELER EV BİRLEŞTİRİYOR
Beyoğlu’da ise diğer ilçelere kıyasla özellikle Tarlabaşı gibi semtlerde çok uzun süredir yerli ve yabancı nüfusun bir arada yaşaması sebebiyle kamusal alanların ve yoksulluğun paylaşıldığı tespit edildi. İlçedeki turizm, eğlence, yeme içme, imalat gibi sektörlerin kayıt dışı çalışmaya olanak sağlamasının Beyoğlu’nun tercih edilmesindeki önemli sebeplerden olduğu ifade edildi. Ukraynalı ve Rus göçmenlerin ise daha çok Cihangir gibi daha lüks semtlerde oturduğu, göçmenler arasında hiyerarşik farkın burada da ortaya çıktığına dikkat çekildi.
Hem göçmen hem de Türkiyeli ailelerin yoksullaşarak barınma sorunu çektiği çözüm olarak ise birkaç ailenin evlerini birleştirerek yaşamaya başladığı aktarıldı. Yine özellikle Tarlabaşı’da emniyet görevlilerinin bölgeyle çarpık ilişkileri olması nedeniyle bölgede mafyatik ilişkilerin, uyuşturucu satıcılarının arasında anlaşmazlık ve satıcıların bölge paylaşımının etkili olduğu; bu gruplar tarafından göçmen ve yerel yalnız kadınların hedef belirlendiği ve uyuşturucuya alıştırılarak fuhşa, hırsızlığa zorlandığı belirtildi. Beyoğlu’da yerel yönetimin sorumluluğu açısından ise muhtarların mahallelinin kendilerine yoksullukla ilişkili konularda ihtiyaçlarını belirttiklerini ancak bu durumun çözülemediğini anlattıkları aktarıldı.
KapatAvrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, düzensiz göçün önlenmesi amacıyla daha sıkı önlemler ...
15 Mayıs - AB’nin onayladığı Sığınma ve Göç Anlaşması neler öngörüyor, Türkiye’yi nasıl etkileyebilir? Devamı15 Mayıs - AB’nin onayladığı Sığınma ve Göç Anlaşması neler öngörüyor, Türkiye’yi nasıl etkileyebilir?
Avrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, düzensiz göçün önlenmesi amacıyla daha sıkı önlemler içeren yeni Sığınma ve Göç Anlaşması’nı onayladı.
Anlaşma, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu AB üyesi olmayan geçiş ülkeleri ile ortaklıkların güçlendirilerek yasa dışı göçün önlenmesini de içeriyor.
İnsan hakları kuruluşlarına göre, yeni anlaşma çok sayıda sığınmacının Türkiye ve Tunus gibi “geçiş ülkelerine” geri gönderilmesine yol açacak.
Anlaşma hangi düzenlemeleri içeriyor?
Yaklaşık sekiz yıllık tartışmanın ardından kabul edilen düzenlemede dikkat çeken bölümler şöyle:
- Anlaşma uyarınca Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi "giriş ülkelerinin" yükünü azaltacak bir 'zorunlu dayanışma' mekanizması oluşturulacak.
- AB üyesi diğer ülkeler de belirlenen asgari oranda sığınmacı kabul etmek zorunda olacak. Kotanın üzerinde göçmen kabul eden ülkelere belirli bir tazminat ödenecek.
- Sığınmacı almayı reddeden AB üyesi ülkeler ise, reddettiği kişi başına 20 bin euro ödemek zorunda kalacak.
- Sığınma talebinin 12 hafta içinde karara bağlanması, olası ret durumunda yine bu sürece sığınmacının ülkesine dönüşünün sağlanması amaçlanıyor.
- Reddedilme olasılığı yüksek olan sığınmacıların işlemlerinin hızlı şekilde bitirilmesine öncelik verilecek.
- Yeni anlaşma uyarınca, ani sığınmacı akını gibi bir gelişme karşısında üye ülkelerin kriz durumu ilan etmesi ve sığınma prosedürlerini geçici olarak askıya almasına izin verilecek.
- AB sınırlarına vize koşullarına sahip olmadan giren kişiler, 7 güne varan bir süre boyunca kimlik tespiti, biyometrik verilerin toplanması, sağlık ve güvenlik kontrollerinin de dahil olduğu bir giriş öncesi zorunlu tarama işlemine tabi tutulacak.
- Sığınma başvurusu yapan kişilere yapılacak değerlendirme sürecinde ortak kriterler üzerinden hareket edilecek.
- Çocuklar da dahil bütün sığınmacılar, parmak izleri ve yüz görüntüleri de dahil olmak üzere Eurodac veri tabanına kaydedilecek.
- Bu veri tabanında, kaçak göçmenlerin güvenlik tehdidi oluşturup oluşturmadığı, şiddete başvurup varmadığı ya da silahlı olup olmadığı bilgileri de yer alacak.
- Sığınma hakkı verilen kişilere tanınan haklar da her üye ülke için standart olacak.
- Üye ülkeler, Avrupa Birliği Sığınma Ajansı'ndan (EUAA) gelen bilgilere dayanarak, sığınmacıların ayrılmak zorunda oldukları ülkelerdeki durumu değerlendirerek, mülteci statüsü düzenli olarak gözden geçirecek.
- Barınma, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi konularda da sığınmacılar için eşdeğer kabul standartları sağlanacak.
- Sığınma talebinde bulunanlar, başvuru tarihinden en geç 6 ay sonra çalışmaya başlayabilecek.
AB üyesi olmayan ülkeler anlaşmaya nasıl katkı sağlayacak?
Yeni Sığınma ve Göç Anlaşması, sığınmacı sorununun AB üyesi olmayan ülkeler ve Birleşmiş Milletler (BM) kurumlarının yer aldığı “uluslararası ortaklıklar” sayesinde çözülmesini öngörüyor.
AB, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu geçiş ülkeleri ve göç veren ülke yönetimleriyle işbirliğini güçlendirerek düzensiz göç ve insan kaçakçılığı ile mücadele edecek.
AB yönetimi, bu amaçla 2016 yılında Türkiye ile Mültecilerin Geri Kabulü Anlaşması’nı imzalamıştı.
AB daha sonra Tunus, Moritanya ve Lübnan ile “ekonomik destek” karşılığı benzer anlaşmalara imza attı.
AB yönetimine göre yeni anlaşma, sınır yönetimi, geri dönüş ve geri kabul alanlarında öncelikli ortaklarla işbirliğini genişletirken, göçün etkenlerini ele almaya yönelik kalkınma çabalarını da destekliyor.
Sığınma ve Göç Anlaşması neden gündeme geldi?
Suriye ve Irak’taki çatışma bölgelerinden kaçan 1 milyondan fazla kişinin 2015 yılında Avrupa’ya gelmesi nedeniyle ciddi bir “sığınmacı krizi” ortaya çıktı.
Yunanistan, İtalya, İspanya gibi geçiş ülkeleri, yoğunlaşan sığınmacı akımına karşı yalnız bırakıldıkları gerekçesiyle AB yönetimi ve diğer üye ülkelere tepki gösteriyor.
Avrupa Komisyonu, sığınmacı akınının önüne geçilmesi ve Avrupa sınırlarının daha iyi korunması amacıyla ortak bir düzenleme önerisinde bulundu.
Ancak özellikle sığınmacıların eşit olarak dağıtımı konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle, yasal düzenleme bir türlü hayata geçirilemedi.
Koronavirüs salgını sonrası Avrupa’ya yönelik sığınma başvurusu ve düzensiz göçün artması üzerine, Avrupa Komisyonu’nun yasal düzenleme önerisi yeniden gündeme geldi.
Geçen yılın sonunda Avrupa Parlamentosu, üye ülkeler ve Avrupa Komisyonu, yeni Sığınma ve Göç Anlaşması üzerinde anlaşmaya vardı.
Yasal düzenleme, 10 Nisan’da Avrupa Parlamentosu’nda 266’ye karşı 322 oyla kabul edildi.
Yaklaşık sekiz yıldır tartışılan yasa neden şimdi kabul edildi?
Avrupa Komisyonu açısından, yeni göç anlaşmasının Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin başlayacağı 6 Haziran’dan önce onaylanması büyük önem taşıyordu.
Avrupa genelinde 6-9 Haziran tarihlerinde yapılacak seçimlerde, kamuoyu yoklamalarına göre en az 10 ülkede aşırı sağ partiler önde görünüyor.
Aşırı sağın seçimlerdeki en önemli propaganda malzemesi ise sığınma ve göç sorunu.
Brüksel’deki AB kaynakları, yeni göç düzenlemesi ile aşırı sağın önemli bir kozunu kaybedeceğini düşünüyor.
Bu nedenle düzenleme, AP seçimleri öncesi onaylandı.
Yasal düzenleme tam olarak ne zaman yürürlüğe girecek?
Komisyon tarafından onaylanan yasa, AB resmi gazetesinde yayımlandıktan sonra yürürlüğe girecek.
AB üyesi ülkelere, iç hukuku, göç anlaşmasına uygun hale getirmeleri için iki yıl süre verilecek. Yasal düzenleme, AB genelinde iki yıl sonra tamamen hayata geçirilmiş olacak.
Anlaşmaya yönelik eleştiriler neler?
Anlaşmaya karşı olan bazı sol partiler ile insan hakları örgütleri, düzenlemenin "insanlık dışı bir sisteme yol açacağını” savunuyor.
Uluslararası yardım kuruluşu Caritas’a göre, “Güvenli üçüncü ülke” kavramının daha geniş bir şekilde yorumlanması nedeniyle, anlaşma kapsamında muhtemelen daha fazla insan, aralarında Türkiye ve Tunus’un da olduğu geçiş ülkelerine geri gönderilecek.
Örgüte göre, bu da Avrupa’nın, “sığınma sorumluluğunu AB dışı ülkelere kaydırmayı amaçlayan artan dışsallaştırma eğilimiyle” örtüşüyor.
İnsan hakları örgütleri, hızlandırılmış sığınma prosedürü nedeniyle sınır ülkelerinde göçmenler için daha kötü koşullar oluşacağını da savunuyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cj7mmpx10gno
Kapat
Göç Masası programında, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu Medipol Üniversitesi tarafından hazırlanan “Arap ...
14 Mayıs - Göç Masasında “Arap Ülkelerinden Gelen Akademisyenler” konuşuldu Devamı14 Mayıs - Göç Masasında “Arap Ülkelerinden Gelen Akademisyenler” konuşuldu
Göç Masası programında, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu Medipol Üniversitesi tarafından hazırlanan “Arap Ülkelerinden Gelen Akademisyenler Çalıştay Raporu 2021” çalışmasını değerlendirdiler.
https://www.youtube.com/watch?v=MwDks_nH7Zs
KapatTRT 2’de, Fransızca bilmeden çıktığı göç yolunda dili yavaş yavaş ve kendi kendine öğrenen Kuzey Afrikalı yazar Fatima Elayoubi’nin ...
13 Mayıs - TRT2'de göç yolculuğunu anlatan “Fatima” filmi yayınlandı Devamı13 Mayıs - TRT2'de göç yolculuğunu anlatan “Fatima” filmi yayınlandı
TRT 2’de, Fransızca bilmeden çıktığı göç yolunda dili yavaş yavaş ve kendi kendine öğrenen Kuzey Afrikalı yazar Fatima Elayoubi’nin hikâyesini anlatan film yayınlandı.
https://twitter.com/trt2tv/status/1789566187979821156?s=08
KapatÖzgür Özel: “Biz sığınmacı düşmanı değiliz. Sığınmacı yaratan politikaların düşmanıyız. Belediye Başkanlarımız yabancı ...
12 Mayıs - Özgür Özel, Arapça tabelaları indiren CHP’li belediyeleri eleştirdi Devamı12 Mayıs - Özgür Özel, Arapça tabelaları indiren CHP’li belediyeleri eleştirdi
Özgür Özel: “Biz sığınmacı düşmanı değiliz. Sığınmacı yaratan politikaların düşmanıyız. Belediye Başkanlarımız yabancı düşmanlığını teşvik edecek popülizmin aktörleri olmayacaklar. Bütün siyasileri Arap kelimesini küfür gibi kullanan ayrımcı dilden men ediyorum. ”
https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/1305202421
KapatRöportaj | Pınar Gayıp
Göçmen ve mültecilere dönük artan nefret söylemleri ve saldırıları, ...
12 Mayıs - Ercüment Akdeniz: Şovenizme, ırkçılığa ve neofaşizme karşı yerli ve göçmen işçiler ortak mücadelede buluşmalı Devamı12 Mayıs - Ercüment Akdeniz: Şovenizme, ırkçılığa ve neofaşizme karşı yerli ve göçmen işçiler ortak mücadelede buluşmalı
Röportaj | Pınar Gayıp
Göçmen ve mültecilere dönük artan nefret söylemleri ve saldırıları, göçmen işçilerin yaşadıkları sorunları, Geri Gönderme Merkezleri'nde maruz kaldığı işkenceyi ve nasıl mücadele yürütmek gerektiğini yıllardır bu alanda çalışma yürüten gazeteci Ercüment Akdeniz ile konuştuk.
Akdeniz'in ETHA'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye'de günden güne artan mülteci ve göçmen düşmanlığının, nefret söylemlerinin, saldırılarının nedeni nedir?
Türkiye geçmişten bu yana, göçler hareketi bakımından transit bir ülke. Çeşitli toplulukların Ortadoğu'dan Afrika'dan Asya'dan gelip Türkiye üzerinden Avrupa'ya ve Batı'ya geçtikleri bir ülke durumunda. Ama özellikle Avrupa Birliği ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması'ndan sonra Türkiye transit ülke olma özelliğini kaybetmeye başladı. Bir hedef ülke, aynı zamanda da bir baraj ülke haline geldi. Yani Avrupa Birliği, "göçmen deposu" haline getirmeye başladı bu anlaşmalarla.
TÜRKİYE'DE ÇARPIK BİR KAPİTALİST GÖÇ PROGRAMI VAR
Suriye savaşı ve Suriye göçünü de düşündüğümüz zaman, 13 yıl geride kaldı. Son yedi yıldır dünyanın en yüksek oranda mülteci, sığınmacı nüfusunu barındıran ülke olmaya devam ediyor Türkiye. Burada tabii AKP'nin pragmatist siyasi hedeflerine bağlı olarak aynı zamanda Türkiye burjuvazisinin göçmen emeğini ucuz iş gücü olarak görmesinden kaynaklanan çarpık ama kapitalist bir göç programı var. Bu göç programı, mültecileri sürekli olarak geçici gördü, statü sorununa kalıcı bir çözüm yaratmadı. Ve sorun giderek kangrenleşti.
13 yıl daha ne yerli toplumun ne de göçmen toplulukların bu süreci kaldırmaya tahammülü yok. Sorun derinleştikçe ve geçicilik odasına kapatıldıkça karşılıklı ön yargılar, toplumda nefret büyüyor. Dolayısıyla öncelikle göç politikasının değişmesi gerekiyor. Göç politikasının hem göçmenlerden yana hem de yoksul yerli yurttaşlardan yana insani bir çözüme kavuşması gerekiyor. Bu çözüm olmadığı, tartışılmadığı gibi bunun yerine çok daha kolay olan bir yolu seçiyorlar. Popülist politikaların önde olduğu bir yol. Yani göçmenleri, sığınmacıları düşmanlaştıran, öteki gören, onlara karşı adeta muharebe başlatan bir siyasal anlayış geliyor.
Burjuva partiler ve burjuva ittifak blokları da bunu en iyi şekilde kullanmaya çalıştı. Hem siyasi egemen erk bunu yaptığı için toplum çok daha çabuk ırkçılık zehriyle hastalanıyor. Hem de onlara bağlı medya kuruluşları bilinçli olarak dezenformatif propagandayla bu işi maniple ediyor. Sorunun asıl sahibi AKP, siyasi iktidar; sorunun asıl sahibi ve kazanını uluslararası sermaye ve Türkiye burjuvazisi. Ama kitlelerde, yoksulluğunun ve göç politikalarından doğan bu çarpıklığın sorumlusu olarak siyasi iktidar ve egemen kapitalist sistemi görmek yerine çok kolay olan göçmenlere yönelik nefret kışkırtılıyor. Dolayısıyla dünyada yükselen aşırı sağ dediğimiz neofaşist dalga Türkiye'de de önemli oranda bir etki gücü kazanmaya başladı.
KAPİTALİSTLER İHTİYAÇ DUYDUKLARI ORANDA GÖÇMENLERİN GEÇİŞİNE İZİN VERİYOR
Türkiye'de giderek derinleşen bir yoksulluk krizi söz konusu. Türkiyeli işçilerle göçmen işçiler karşı karşıya getiriliyor. Bunun nedeni nedir? Neden patronlar göçmen işçileri tercih ediyor?
Aslında, "sınır namustur" diye bir propaganda ortaya attılar. Şunun bilinmesi gerek, ünlü siyaset bilimci ve profesör Adam Hanieh'ın dediği gibi, aslında bütün sınırlar göçmenlerin geçişini sıfırlamak üzere değil filtrelemek üzere kurulur. Sermaye güçleri ve kapitalistler istedikleri, ihtiyaç duydukları kadar yedek işçi ordusu olan göçmenlerin sınırdan geçmesine izin verir.
Türkiye emek göçünde özellikle şuna dikkat çekmek istiyorum. Uluslararası insan şebekeleri, göçmen kaçakçılığı şebekeleri ile Türkiye burjuvazisinin bir bölümünün suç ortaklığı yaptığını düşünüyorum. Çünkü talep olmadan arz olmaz. Talep ediliyor ki kaçak, ucuz ve güvencesiz çalışan göçmenler bu sınırlardan geçiriliyor. Dolayısıyla karşımızda bir sahtekarlık var.
TÜRKİYE AB'NE GÖÇMEN İŞÇİ TRANSFERİ YAPAN TAŞERON ÜLKE HALİNE GETİRİLECEK
Göçmenleri iki kategoride düşünmek lazım. Bir tanesi şu; Türkiye'ye gelen, Türkiye'de çalışan Türkiye'de sıkışıp kalan göçmen işçiler. İkinci kategoride de bir süre Türkiye'de kalıp çalışıp sonra Avrupa'ya geçmeye çalışan göçmen işçiler. AB yeni göç ve iltica paktının çok önemli maddelerinden bir tanesi şudur, Türkiye'yi sadece bir göçmen deposu olarak görmüyorlar, bununla beraber Türkiye'yi nitelikli ve kalifiye ve aynı zamanda kısmen dil bilen göçmen işçilerin yetiştiği, meslek eğitiminin verildiği göçmen işçileri kiralayan, satan mobilize bir güç olarak Avrupa piyasasına süren bir istasyon ülke haline getiriyorlar. Dolayısıyla Türkiye yakın zamanda sadece kendi içinde ucuz ve güvencesiz işçi çalıştıran bir ülke olmayacak, aynı zamanda AB'ne göçmen işçi transferi yapan taşeron bir ülke haline getirilecek. Bu çok büyük bir proje. Bunu önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Türkiye sahasına baktığımızda da adeta bir endüstri oluştu. Hangi göçmen toplulukların, hangi ülkeden, hangi şehirden çıkacakları ve Türkiye'nin hangi şehrinde, sanayi bölgesinde ya da merdiven altı atölyesinde çalışacağı belli. Taşımacılık sektörüne, ağır iş kollarında Afrika ülkelerinden gelen siyahileri, Karadeniz'de fındık toplamaya, çay toplamaya gelen Gürcü işçileri, özellikle tekstil, ayakkabıcılık, tarım iş kolunda yoğun olarak Suriyelileri, çobanlıkta ve hayvan yetiştiriciliğinde Afganları, çanta gibi iş kollarında Ermeni işçileri görürsünüz. Bunları dallandırmak mümkün. Bir endüstriye, iş kolları düzeyinde de ülkelere inmiş bir göçmen emeği transferi var Türkiye'de.
GÖÇMEN İŞÇİLERİ SÖMÜRDÜKLERİ İÇİN TERCİH EDİLİYORLAR
Burada dikkat çekilmesi gereken esas nokta şu; göçmen işçileri ücretleri daha düşük olduğu, sömürdükleri için tercih ediyorlar. İkinci olarak sosyal güvenceleri, sigorta primi, emeklilik gibi dertleri olmadığı için tercih ediyorlar. Çünkü çoğu kaçak. Üçüncü olarak özellikle Kafkas ve dağılan Sovyet ülkelerinden gelen Türkmen, Özbek, Tacik, Filipinli; yaşlı bakımı, çocuk bakımı, ev bakımı gibi işlerde çalışan yüz binlerce kadın göçmen işçi var. Bu da bir endüstriye dönüştü. Ve maalesef özel istihdam büroları, insan taciri şebekeler gibi çalışıyor. Instagram, Facebook gibi sosyal medya ortamından işçilerin videolarını paylaşarak iş gücü piyasasına sürüyorlar. Ama bu işçilerin çoğu kaçak, göz göre göre yapılıyor. Özellikle kadın işçiler turistik vizeyle geliyor, vize bittikten sonra kaçak yaşıyorlar. 24 saat bir evde kalmak, tüm işlerini yapmak zorundalar. Acımasız bir sömürü var asgari ücret bile almıyorlar.
Türkiye sahasına baktığımızda 120 bin civarında çalışma izni olan yabancı işçi görünüyor. Ama biliyoruz ki sahada çoğu çocuk 2 milyon civarında göçmen ve mülteci işçi var. Bu da nasıl bir sömürü mekanizmasının kurulduğunu gösteriyor.
GÖÇMEN İŞÇİLERİN GREV KIRICI OLARAK KULLANILDIKLARINDAN HABERİ YOK
Bu aynı zamanda Türkiye işçi sınıfına da bir baskı yaratmak üzere kullanılan bir yedek işçi ordusu. Göçmenlerin hiçbir günahı yok, patronlar kurguluyor. Son olarak Lezita grevine ve Gedik Piliç örneklerine baktığımızda patronların Hindistan'dan Avrupa'dan sosyal medya ilanlarıyla mobilize iş gücü olarak işçi transfer ettiğini, gerektiğinde bu işçileri grev kırmak üzere kullanmaya gayret ettiklerini görüyoruz. Çoğu zaman göçmen işçilerin haberi olmuyor. Acımasız bir rekabet ortamına sokuluyor yerli ve göçmen işçiler.
GÖÇMEN İŞÇİLERİN ÖLÜSÜ DİRİSİ KADAR META HALİNE GELDİ
Özellikle Zonguldak'taki maden işçisi Nourtani cinayetinde bunu gördük; hayatını kaybettikten sonra madenden çıkarılarak yakılması hadisesi. Bu da bize şunu gösteriyor, göçmen işçilerin ölüsü, dirisi kadar bir meta haline geldi kapitalistler için. Çünkü onlar iş kazalarında, iş cinayetlerinde can verdikleri zaman bedenleri yok ediliyor. Ya kimsesizler mezarlığına gömülüyor ya bir portakal bahçesine atılıyor ya da bir yerde yakılıyor. Ailelerin ya haberi olmuyor ya da sınır dışı edilecekleri için korkuyorlar, davalara müdahil olamıyorlar. Burada sadece yaşayan emek döken, alın teri döken işçiler değil iş cinayetlerinde ölen işçiler de tıpkı Gogol'un Ölü Canlar'ı gibi, büyük bir sermaye birikimi yaratmış durumda. Hepsi aslında sömürünün yanında insanlık suçları.
Esas sorun da yerli ve göçmen işçiler içerisinde -özellikle yerli işçiler içerisinde- Türk milliyetçiliğinin, şovenizminin yoğun bir biçimde örgütlendiğini ve göçmen işçilerin düşmanlaştırıldığını görüyoruz. Ama bunda ne yerli işçilerin ne de göçmen işçilerin bir çıkarı yok. Çünkü bölündükçe, parçalandıkça, birbirlerine karşı oldukça sermayenin böl, yönet, parçala taktiği daha mümkün hale geliyor. Tek yol ortak hak mücadelesinde buluşmak, ortak sendikalarda örgütlenmek. Bu zinciri kırmanın başkaca yolu yok. Ama maalesef Türkiye'de sendikaların bu konuda elle tutulur somut bir stratejileri yok. Büyük konfederasyonlar özellikle Türk-İş ve Hak-İş, hükümetin, sermayenin arka bahçesi gibi davranıyor, "Türk işçi dururken göçmen işçilerle uğraşamayız" çizgisinde hareket ediyorlar.
Göçmen ve mültecilere yönelik saldırıların arttığını siz de örneklerle aktardınız. Geri Gönderme Merkezleri'nde işkence yapılıyor, katledilen ya da işkence gören göçmenlerin davalarında cezasızlık politikaları ön plana çıkıyor. Peki nasıl bir mücadele yürütmek gerekiyor?
Bir kere şunu görmek gerek, Türkiye'de 14 Mayıs-28 Mayıs seçimleri arasında özellikle 28 Mayıs seçimlerine giderken Ata İttifakı'nın adayı Sinan Oğan 5,2 oy aldı. Çok ciddiye alınması gereken bir oy oranı, çünkü göçmen düşmanlığını temel argüman haline getirdile. Dünyada yükselen neofaşist dalganın Türkiye'de bir izdüşümünü gördük. Yer yer işçiler üzerinde ve beyaz yakalı gençler üzerinde de önemli bir etkisi olduğunu görmek gerek. Toplumsal gidişat bakımından büyük bir tehlike.
ŞOVENİZME, IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE EMEKÇİLER İÇİN BİR TURNUSOL KAĞIDI OLMAK ZORUNDA
İkinci olarak Sinan Oğan'ı Cumhur İttifakı'nın, Ümit Özdağ'ı Millet İttifakı'nın transfer etmesiyle birlikte şöyle bir soru sorulmalı; aşırı sağ nerede? Çünkü aşırı sağ sadece Ata İttifakı'nda ya da Zafer Partisi'nde değil artık. Bu transferlerle beraber göçmen düşmanlığını kendi arkasına siyasi bir güç olarak almaya çalışan her iki burjuva ittifak blokuna da sirayet etti bu aşamadan sonra. Dolayısıyla çok geniş bir toplumsal siyasal kesim içerisinde bu işleniyor. Bunun sonuçlarını görüyoruz. İşçi sınıfının bağımsız bir politik hat izlemesi gerekiyor. O açıdan da bu şovenizme, ırkçılığa, göçmen düşmanlığına karşı mücadele tüm emekçiler için turnusol kağıdı olmak zorunda.
Göçmen ve yerli işçilerin mücadele birliği bakımından sendikalar maalesef örnek dayanışma biçimleri çok ortaya koyamadılar, yapamadılar. Ama kendiliğinden işçi hareketinin bir yansıması olarak ve biraz da manifaktür üretime benzeyen, daha ilkel üretim biçimlerinin olduğu saya ayakkabıcılık sektöründe bir de tarım işçileri içerisinde gördük. Her ikisinde de 2017 ve 2019'da yapılan büyük grevlerle -sayada sanıyorum 50 bin üzerinde işçi katılmıştı- parça başı ücretlerini yükseltmeyi başardılar. Önceleri Suriyeli işçi istemiyoruz diye yürüyen yerli işçiler, bu işin böyle olmayacağını anlatılar, sonra Suriyeli işçileri yanlarına alarak ortak komite kurdular, ortak basın açıklamaları yaptılar, Türkçe ve Arapça bildiriler yayınladılar. Bu birlik kazanım getirdi, hayat koşullarında biraz daha iyileşme sağladı.
EKMEK MÜCADELESİNİ BÜYÜTÜRKEN NEOFAŞİZME KARŞI İŞÇİLERİ BİLGİLENDİRMEK GEREK
Ama biz biliyoruz ki modern sanayide, büyük fabrikalarda böyle bir örgütlenme henüz yok. Saya ve tarım iş kolunda başarılı grev deneyleri, dayanışma örnekleri olsa da henüz bunlar sendikal bir örgütlenmeye dönüşmüş değil. Dolayısıyla Türkiye'de işçi sınıfı derdi olan kesimlerin bu örgütlenme pratikleri üzerinden yerli ve göçmen işçilerin mücadele ortaklığı ve birliğini yaratmaları gerekir. Ama burada özellikle şunu ifade etmek isterim, bu sadece ekmek talebiyle olabilecek bir şey değil. Elbette ekmeği büyütmek için el ele vermek, yerli ve göçmen karşıtlığını ortadan kaldırmak gerekiyor, ama bununla beraber sistematik olarak ırkçılığa, şovenizme, neofaşizme karşı işçi sınıfını aydınlatmak özellikle yerli işçileri bilgilendirmek gerekiyor.
YOKSULLUK MÜLTECİLERİ KISKACA ALMIŞ DURUMDA
Son sözlerinizi alabilir miyim peki?
Birkaç gün önce Kilis'te bir aile dramı yaşandı. Suriyeli bir aile trajedisi daha doğrusu. Bir baba, üç çocuğunun ve eşinin canına kıyarak intihar etti. İntihardan hemen önce bir video mesaj bıraktı; eşini çok sevdiğini onunla bir sorunu olmadığını, eşinin de kendisini çok sevdiğini ama yoksulluktan artık bunaldıklarını ve başkaları gibi başka Suriyeliler, mülteciler gibi dilenmek istemediğini söyledi. Biz bu tür çöküş hikayelerini, çözülme hikayelerini sadece göçmen işçilerde görmüyoruz. Yerli işçilerin, yerli yoksul ailelerin bir bölümünde de bunu yaşıyoruz. Bu bize şunu söylüyor.
Türkiye'de derin yoksulluk dediğimiz şey mülteci toplumunu çok ayrı olarak kıskaca almış durumda, travma hali büyüyor. Bu daha sert kırılmalara yol açacak. Dolayısıyla Türkiye'de sosyalist güçlerin, emek demokrasi güçleri ve mücadeleci sendikal kesimlerin bu derin yoksulluk, hayat pahalılığı ve kapitalizme karşı mücadelede sadece Türkiye vatandaşı olan işçi ve yoksulları değil göçmen işçileri de içerisine alan bir mücadele programı ortaya koymaları gerekiyor. Dünyada yükselen aşırı sağ, Türkiye'de son seçimlerde ters etki yaratmış görünüyor. Görece bir tablo söyleyebiliriz ama bu yanıltmamalı durumu. 20. yüzyıl faşizm pratiği bize şunu gösterdi, faşizmin yükseliş argümanları göçmen, yabancı düşmanlığı olduğu kadar -Türkiye'de buna özel olarak Kürt düşmanlığını da ekleyebiliriz- aynı zamanda işsizlik ve yoksulluktan bunalan proleter kesimlerin şovenizm zehriyle bir yedek güç haline getirilmesiyle başarıldı. Yeniden böyle bir döneme doğru giriliyor.
TÜRKİYE'DE İŞÇİ SINIFI FAŞİZME KARŞI ÖRGÜTLENMELİ
Son seçimlerde Zafer Partisi'nin aldığı oylara detaylı bakmak gerekiyor. Bir milyon oy aldı, oyunu konsolide ediyor, ciddi bir düşüş yok. Özellikle İstanbul'un göçmen yoğun ilçelerinde yüzde 4-5 bandında oyu var. Burada belki de zayıf kaldıkları nokta -Avrupa'nın tarihsel faşizminden farklı olarak- yoğun göçmen düşmanlığı yapmış olmakla beraber işsiz ve yoksul, bunalan milyonların taleplerini yedekleme konusunda başarılı değiller. Yoksa o da başarıldığında Türkiye'de tarihsel olarak da aşırı sağın, faşizmin güçlü bir temeli vardır. Bugün dünyada yükselen dalgaya bağlı olarak bu trendi yeniden yakalama tehlikesi vardır. Dolayısıyla dünyada küresel olarak ve Türkiye'de faşizm tehlikesine karşı işçi sınıfının örgütlenmesi, mutlaka şovenizme, ırkçılığa ve neofaşizme karşı mücadeleyi de bir gündem olarak ajandasına almak durumunda.
Kilis, hemen yanı başındaki Suriye’deki savaştan kaçanların ilk duraklarından biri. Nüfusundan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor. Dokuyu ...
11 Mayıs - Medyatik Olmayan Bir Kız Çocuğu Cinayeti: Gina Mercimek – Cihat Arpacık Devamı11 Mayıs - Medyatik Olmayan Bir Kız Çocuğu Cinayeti: Gina Mercimek – Cihat Arpacık
Kilis, hemen yanı başındaki Suriye’deki savaştan kaçanların ilk duraklarından biri. Nüfusundan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor. Dokuyu bozmakla, enflasyonu yükseltmekle, ülkeyi istila etmekle suçlanan o büyük kalabalığın bir parçası bu şehirde yaşıyor. Şehir, nüfusundan fazla bir sığınmacı topluluğuna kucak açtığı için Nobel Barış Ödülü’ne aday da gösterilmişti.
Sığınmacılar Türkiye’ye o yıl 232 kadın cinayetinin yaşandığı 2011’de gelmeye başladı. Sınırı aşarak, cetveller çizgiyi biraz güneyden çizdiği için Türkiye tarafında kalmayı “başaran” Kilis’e gelen aileler arasında Mercimek ailesi de vardı. Baba Halid ve Anne Hatice Mercimek’in üç yıl sonra Gina ismini verdikleri kızları dünyaya geldi.
Gina doğduğu yıl ülkede işlenen kadın cinayeti sayısı 276’ydı. Cinayetlerin bir kısmı medyanın ilgisini çekti, gazete manşetlerini süsledi, televizyon programlarının gündemi oldu, protesto yürüyüşleri düzenlendi. Muhtemelen bu hayata “sığınmacı” olarak göz açan Gina da o yayınlardan birkaçına denk geldi. Sonunda, henüz dokuz yaşındayken Gina da bu cinayetlerden birine kurban gitti. Ama bir yıldan fazla süren bu cinayet davası medyanın o kadar da ilgisini çekmedi. Hepimiz, daha çok sığınmacıların neden olduğu ekonomik ve sosyal “sıkıntılara” odaklanmayı tercih ettik. Davanın karar duruşmasında Yeryüzü Çocukları, bazı insan hakları dernekleri ve baro temsilcileri dışında az bir katılım vardı.
Gina’nın Hikâyesi
Cinayetin ayrıntıları, insanın kanını donduracak kadar korkunç. Gina’nın kaybolduğu, 4 Nisan 2023’te ailesi tarafından polise bildirilmişti. Kamera görüntülerine göre o gün saat 17.00’da okuldan çıkan Gina, sadece 6 dakika sonra evinin bulunduğu sokağa girmişti. Ama evine gidemedi. Çünkü aynı sokakta oturan uyuşturucu bağımlıları Azittin Altınöz ve Hüseyin Boğuç isimli iki kişinin önünden geçiyordu.
“O saatte dışarıda ne işi varmış” denilemezdi, okulunun çıkış saatiydi.
“Neden öyle giyinmiş” de denilemezdi, üzerinde okul üniforması vardı.
Sadece evine gitmeye çalışan ilkokul öğrencisi bir kız çocuğuydu ve tek “suçu” tecavüzcü-katilin önünden geçmekti.
Adli dosyaya göre Gina, kandırılarak Hüseyin Boğuç’a ait eve götürüldü. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Ailesi polise başvurduktan sonra Hüseyin Boğuç’un şüpheli hareketleri nedeniyle evi arandı. Gina’nın cenazesi evin avlusundaki yaklaşık 10 metrelik su kuyusunda bulundu. Kuyu demir bir kapakla kapatılmıştı. Siyah bir kumaş parçasıyla bir taşa bağlanmış ve kuyuya öyle atılmıştı.
Olayın vahameti nedeniyle bütün ayrıntılarını yazamadığım bir adli tıp raporu duruyor önümde. İki oda ve mutfağın olduğu, giriş kapısı avluya açılan evden, “girişe göre sağ taraftaki odada tavana asılı 70 cm uzunluğundaki yeşil ipten, kuyudaki su tahliye edildiğinde ortaya çıkan bir çocuk cenazesinden bahsedilen soğuk ve resmî ifadelerle yazılmış bir olay yeri tutanağı da var: Sol tarafta bulunan oda içerisinde eşyaların yerde ve yatak üzerinde dağınık halde bulunduğu, ikametten vücut izi ve moleküler incelemeye esas olacak şekilde bulguların alındığı, maktulün yapılan ölü muayene ve otopsisinde; göğüs kısmında bağ izinin bulunduğu, genital muayenesinde hymen’in çepeçevre ekimozlu olduğu … söyleniyor. Dokuz yaşındaki bir çocuktan “maktul” olarak bahsediliyor resmî evrakta. “Kesin ölüm nedeni” olarak da şu saptamada bulunuyor Adli Tıp Kurumu: Elle boğmaya bağlı gelişen mekanik asfiksi ve buna dair komplikasyonlar…”
Koruyamadığımız binlerce kadın ve kız çocuğuyla benzer bir akıbet yani. Katil, Gina’yı kendi eşine ait yeşil bir tülbentle boğmuş. İfadelere göre küçük kızı ayağından sürüklemişler ve su kuyusunun yanına götürmüşler. Çocuğun elbiselerini çıkartıp yakmışlar, taşa bağlayarak cenazesini kuyuya atmışlar.
Sakızdan Çıkan DNA
Netice olarak Kilis 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Gina’yı öldürdüğünü hüküm altına alarak Hüseyin Boğuç’a müebbet hapis cezası verdi. Diğer sanık ise üzerine atılı suçlardan beraat etti. Aslında bu dava hiç iki sanıklı da olmayabilirdi. Soruşturmaya, Azittin Altınöz’ün de dahil edilmesi olay yeri inceleme ekiplerinin dikkati sayesinde gerçekleşebildi. Şüphelilerden biri olan Altınöz, olay yerine gitmediğini iddia ediyordu. Ancak güvenlik görevlilerinin evde bulduğu bir sakız, Altınöz’ün bu iddiasının üzerine şüphe bulutlarının çökmesine neden olmuştu. O sakızda Altınöz’e ait DNA tespit edilmişti.
Aylarca süren davanın karar duruşmasında esasa ilişkin mütalaasını açıklayan savcı, “Kamera görüntüleri, jandarma kriminal raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde” Altınöz’ün de olay yerinde bulunduğunun, “Gina’yı alıkoyarak ikamete götürdükleri, maktule cinsel istismarda bulundukları, sonrasında boğmak suretiyle öldürerek kuyuya attıklarının” kabulü gerektiğini belirtti. Altınöz’e verilen bu beraat kararı mahkemenin bir üyesinin itirazıyla karşılaştı. Üye hâkim kısa kararda “Sanık Aziz Altınöz yönünden maktul Gina Mercimek’e yönelik üzerine atılı suçları işlediği sabit olmakla sanığın cezalandırılması cihetine gidilmesi gerekirken beraatine yönelik sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum” şerhi düştü.
“Savunmasız bir kız çocuğu olduğu için seçildi”
Davayı takip eden az sayıdaki kuruluştan biri olan Yeryüzü Çocukları Derneği’nin (YEÇED) Avukatı Betül Zağlı Topal, “Bir kız çocuğunun eğitim yolculuğu acımasız kişilerin elleriyle bir kuyunun dibinde sona erdi” diyor ve ekliyor: “Gina, tüm diğer çocuklar gibiydi. Masum, hayat dolu ve sevimliydi. Gina tüm diğer çocuklar gibi haklara sahipti ve yine tüm diğer çocuklar gibi korunması gerekiyordu. Ancak Gina acımasız şahıslardan korunamadı. Çocukların korunması ve haklarının güvenceye alınması adına suçların caydırıcılığının artırılması, sokakların güvenliğinin sağlanması zaruridir. Bu ve benzeri vahşi eylemleri işleyenler bir kez suç işlemiyor. Bunu Gina Mercimek cinayetinde bir kez daha gördük. Ayrıca verilen cezaların yetersizliğini ve herhangi bir ıslah ediciliği olmadığını da gözlemleyebiliyoruz. Bu durum özellikle çocuklarımız için hayatı güvensiz kılmaktadır. Çocuklar toplumun en masum yanıdır. Çocuklarını koruyamayan bir toplumun sağlıklı geleceği de olmayacaktır. Sokakları ve toplumu güvenli kılmadıkça çocukların haklarını onlara teslim edemeyiz. Gina, eğitim almak için evine yakın bir okula giden kız çocuğuydu. Gina’nın gidebileceği bir okulu hiç olmayacak, sokakta yürüdüğü, oyunlar oynadığı günler hiç geri gelmeyecek. Suçlular neden Gina’yı seçtiklerini söylemeseler de bizler onun savunmasız bir kız çocuğu olduğu için seçildiğini anlıyoruz. Savaştan ve onun getirdiği ölümden kaçan Gina, eğitim için çıktığı yolda katledildi. Yaşam hakkı alınan çocukların eğitim hakkı söz konusu olmayacaktır. Sokakları ve toplumu suçlardan ve suçlulardan temiz kılmak, çocuklarımıza ve geleceğimize yönelik görevimizdir. Aksi halde savunmasız masum çocuklara yönelik bu gibi vahşi eylemlerin sonu gelmeyecektir.”
Gina öldürüldü ve bu cinayet “mesele” edilmedi. Müslüman inanışa göre birinin cenaze namazını en az üç kişi kılmazsa bundan doğan sorumluluk ve vebal bütün Müslümanların payına düşer. Peki, bu vahşi ölümün yeterince konuşulmamasının ardında ne var? Jandarma ve savcılık tarafından olayın aydınlatılması için gerekli her şeyin yapıldığını anlayabiliyoruz, ama her fırsatta “galeyana gelmeye” teşne olan toplum neden bu kadar kayıtsız kaldı? Ölen, zaten sayısı yeterince fazla olan Suriyeli bir kız çocuğu olduğu için mi?
https://www.perspektif.online/medyatik-olmayan-bir-kiz-cocugu-cinayeti-gina-mercimek/
Kapat
Göçmen Sendikası Girişimi, Suriyeli Hasan için yardım çağrısında bulundu. Çağrıda şunlar dile getirildi: Hasan, Suriyeli. Depremde ...
10 Mayıs - Hasan'a ses olalım! Devamı10 Mayıs - Hasan'a ses olalım!
Göçmen Sendikası Girişimi, Suriyeli Hasan için yardım çağrısında bulundu. Çağrıda şunlar dile getirildi: Hasan, Suriyeli. Depremde eşini, kardeşini, üç çocuğunu ve kolunu kaybetmiş. Özbakımını yapamıyor. 2 haftadır Gaziantep Oğuzeli GGM'de tutuluyor. Mahkeme durumu bilmesine rağmen süreci uzatıyor. Göçmen depremzedeler yalnız değildir. Sürecin takipçisiyiz.”
Avukat Halim Yılmaz, konu hakkında şu bilgileri verdi: “Göç idaresi Başkanlığına (Ankara) şahsın durumunu yazılı olarak iletmek, varsa tıbbi raporlarını eklemek faydalı olabilir. (idari gözetim işine bakan Gaziantep 2. Sulh Ceza Mahkemesinden çok şey beklemeseniz iyi olur, adı mahkeme ise de, muhakeme yapmıyor).”
https://twitter.com/gocmensendikasi/status/1788856603568918967?t=Zwi4PgvwgfT8NqYNDmJmhg&s=09
KapatGöç Masası programında, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu TİHEK tarafından hazırlanan “İstanbul Tuzla Geri ...
8 Mayıs - Göç Masasında “İnsan Hakları ve Geri Gönderme Merkezleri” konuşuldu Devamı8 Mayıs - Göç Masasında “İnsan Hakları ve Geri Gönderme Merkezleri” konuşuldu
Göç Masası programında, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu TİHEK tarafından hazırlanan “İstanbul Tuzla Geri Gönderme Merkezi (GGM) Ziyaret Raporu” nu değerlendirdiler. Rapor ve Tuzla GGM ile ilgili yapılan tespitler şöyle:
TİHEK raporu önemli. 1 yıl önce hazırlandı. Bizzat hazırlanmasının içinde yer aldım. Tuzla GGM’ye habersiz yapılan bir ziyaret sonunda rapor hazırlandı.
Gözlemlerim rapora yansıdı. Kamu kurumlarının sivil bakış açısı ile denetlenmesi, demokratik devletlerde önemli. Türkiye’de bu açıdan önemli bir adım atılmış oldu. Bir devlet kurumunun (TİHEK) bunu gerçekleştirmesi önemli.
Farklı perspektiflerden aynı olguya baktık, bu da rapora yansıdı.
Tuzla GGM 800 kişilik, ama 1300 kişi vardı. Kapasitesinin üstünde insan sayısı önemli bir şikayet. Bunun bir sebebi de GGM’lerde olmaması gerekenler, mesela uluslararası öğrenciler burada bulunuyor.
Buradaki insanlar, kötü koşullarda idiler. Bir kısım insana işkence yapıldığı iddiası vardı. Zorla geri dönüş belgesi imzalatıldığı iddiaları vardı. Ziyaretimizde bunların gerçek olduğunu gördük. Rapora da yazdık.
Soğuk havada yerde oturan insanlar gördük, transfer için bekletiliyorlardı. Bize gönüllü oldukları söylendi, ama bu hayatın olağan akışına aykırıydı.
İnsanlara şiddet uygulandığı söylenen bir oda vardı, girişine tadilatta yazısı asılmıştı. Giyinme odası olduğu iddia edildi, ama bunu kabul edilemez bulduk. Çünkü içeriye kamera koymuyorlardı.
Hijyen kötüydü. Kişi sayısı çok fazlaydı, kalan kişilere çarşaf verilmediği söyleniyordu, odalardaki kötü kokular, kalanların şikayetlerinin haklı olduğunu gösterdi.
GGM’lerdeki bireyler sanık veya suçlu değiller, ama koşulları hapishanelerden daha kötü. O yüzden hapishane koşullarının sağlanmasını istiyoruz diyenler vardı. Burada bulunduklarını ailelerine haber veremeyen kişiler vardı. Pek çok uluslararası öğrenci vardı, üniversitesinin haberi yoktu.
İnsanlar “süpürme operasyonları” ile buraya getirilmiş olabiliyorlar. Ya da evrakları eksik olduğu için getirilmiş olabiliyorlar. Her ne ise burada insan onuruna yakışır şekilde tutulmaları gerekir.
En önemli sorun adaletin sağlanması. Avukatlar görüşmelerde çok zorluk çekiyorlar. Bütün günlerini kaybediyorlar, zaten yeri uzak. Adalete erişim konusunda daha etkili çözüm için önerilerimiz raporda var.
GGM’ler burada bulunan insanlar için Türkiye’yi son defa gördükleri yer olabiliyor, buradaki intibaları çok önemli.
Bu tür gözlemler, habersiz ziyaretler daha fazla yapılmalı, bunun için alan açılmalı. Yapılan şikayetleri kötü niyetli olarak ele almamak lazım. İdare sorunları çözebilmeli. Raporu objektif olarak hazırladık. Mesela sıcak suya erişim vardı, yazdık.
Özellikle gönüllü geri dönüş belgesi imzalatılması hukuken geçerli değil. İnsanların evlerinden veya sokaktan zorla alınarak buraya getirilmesinden sonra, burada gönüllü geri dönüş belgesini kendi istekleri ile imzalamaları hayatın olağan akışına uygun değil. Bu sorunun çözülmesi çok önemli.
https://twitter.com/raporbulteni/status/1787491901605560820
Kapat
Az önce giyim satışı sektöründe çalışan Suriyeli bir arkadaşımla beraberdim. Kendisi Sultan Ahmet'te bulunan bir giyim dükkânında ...
8 Haziran - Giyim sektöründe yabancı karşıtlığının zararları – Ahmad Kanjo Devamı8 Haziran - Giyim sektöründe yabancı karşıtlığının zararları – Ahmad Kanjo
Az önce giyim satışı sektöründe çalışan Suriyeli bir arkadaşımla beraberdim. Kendisi Sultan Ahmet'te bulunan bir giyim dükkânında satış elemanı olarak çalışıyor. Bana piyasanın şu anda çok durgun olduğunu söyledi.
Ona gelen müşterilerin çoğu yerli olmadığından, ben de ona, "Eğer müşterilerin yabancıysa (Arap, Rus, Amerikalı, Bosnalı, vs.) ve bunların Türkiye’nin piyasasıyla direkt bir bağlantısı yoksa piyasanın durgun olması seni nasıl etkiliyor?" diye sordum.
Ayrıca, "Bu yıl mı daha iyi yoksa geçen yıl mı?" diye sordum. Geçen yılın daha iyi olduğunu söyledi. "Peki, geçen yıl mı daha iyi yoksa ondan önceki yıl mı?" dedim. Ondan önceki yılın daha da iyi olduğunu söyledi.
Asıl sebebin ne olduğunu sorduğumda, son zamanlarda artan yabancı karşıtlığı ve oluşan yeni nefret söylemlerinin yabancıların buraya gelişlerinde fark edilir bir azalmaya neden olduğunu söyledi.
Bu kişi Suriyeli ve Sultan Ahmet'te bulunan bir dükkânda çalışıyor. Dükkân, tüm resmi evraklarını tamamlamış şekilde işini yapıyor, Türkiye’ye faydadan başka hiçbir etkisi yok ve bana bu durumu anlattı.
Irkçı söylemlerin arttığı her bir paylaşıma gösterdiğim tepkinin en büyük sebeplerinden biri de bu işte; Yabancı karşıtlığının Türkiye’ye olumsuz yansıması, turistlerin buraya önceki gibi rahat gelememesi ya da duydukları bazı şeylerden etkilenerek hiç gelememesidir.
https://x.com/Ahmad___kanjo/status/1799190135591817673
Kapat
9 yaşındaki Gina’ya yönelik bütün ağır suçlar işlendi: Cinsel istismar, cinayet ve eziyet… - Candan ...
7 Mayıs - T24’ten Candan Yıldız, Gina Mercimek davasını anlattı Devamı7 Mayıs - T24’ten Candan Yıldız, Gina Mercimek davasını anlattı
9 yaşındaki Gina’ya yönelik bütün ağır suçlar işlendi: Cinsel istismar, cinayet ve eziyet… - Candan Yıldız
Gina Mercimek, Suriye iç savaşından kaçıp Kilis’e yerleşen bir göçmen çocuk.
Kilis’in merkez ilçesindeki bir okulda öğrenci olan 9 yaşındaki Gina, 4 Nisan 2023'te okulundan evine dönemedi.
Ailenin kızlarını ararken hareketlerinden şüphelendiği komşuları Hüseyin Boğuç’u polise bildirmeleri sonucu Gina’nın cenazesi Boğuç’un evinin bahçesindeki su kuyusunda bulundu.
Cinsel saldırıya da uğrayan 9 yaşındaki Gina’nın ölümüyle ilgili açılan davanın karar duruşması Kilis 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dosyada Hüseyin Boğuç ve Azittin Altınöz tutuklu olarak yargılanıyordu.
Fail Boğuç, kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet, cinsel istismar suçundan 30 yıl ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 12 yıl hapis cezası aldı.
Diğer tutuklu sanık Azittin Altınöz hakkında ise beraat kararı verildi.
Altınöz hakkındaki beraat kararına aile ve davaya müdahil olan avukatlar tepkili.
Uyuşturucu kullanırken Hüseyin Boğuç’ın evini mesken eylediği iddia edilen Azittin Altınöz, Kilis Pazarcılar Birliği Başkanı’nın da oğlu…
Dosyayı takip eden Özgürlük İçin Hukukçular Derneği’nden avukat Derya Bozkurt’la konuştum.
Derya Bozkurt, olay günü Hüseyin Boğuç’un evine hiç gitmediğini iddia eden, pazarcı Azittin Altınöz’le ilgili dosyadaki şüpheleri, çelişkileri şöyle ifade etti:
“Olay günü iftardan sonra arkadaşlarıyla olduğunu iddia eden Azittin Altınöz’ü arkadaşları doğrulamadı. Avukatı müvekkilinin olay günü kent ormanında olduğunu öne sürerken kamera kayıtlarının silindiği ortaya çıktı. Azittin Altınöz’ün pantolonu ve çorabında Hüseyin Boğuç’a ait kan DNA’sı bulundu. Altınöz ise her gün kıyafet değiştirdiğini, terlik giydiğini öne sürse de eşi Altınöz’ün iki ya da üç günde bir çorabını değiştirdiğini, olay günü spor ayakkabı giydiğini belirterek eşini yalanlamış oldu. Hüseyin Boğuç’un evindeki çöp tenekesinde bulunan sakızdaki DNA testi de Altınöz’le uyumlu çıktı. “
İddianamede Altınöz’ün olay günü “Hüseyin Boğuç’un evinde bulunduğu, uyuşturucu madde kullandıkları, Gina’yı sokak üzerinde 4 Nisan 2023’te saat 17:07 sıralarında gördükleri, alıkoyarak ikamete götürdükleri, maktule cinsel istismarda bulundukları, sonrasında boğmak suretiyle öldürerek kuyuya attıkları” iddia edilmişti.
Altınöz iddianamedeki dikkat çekilen çelişkili ve yalanlanan beyanlarına rağmen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, çocuğa cinsel istismar ve kasten öldürme suçlarından beraat etti.
Neden beraat ettiği gerekçeli kararda yazacak. Avukatlar da karara itiraz edecek.
Azittin Altınöz ise Gina’nın ailesini ikna edemeyen gerekçelerle ve soru işaretleriyle serbest dolaşacak.
Kilis'te bir aile katliamı yaşandı. Suriyeli Yusuf Kuvara, “Yoksulluktan yoruldum” yazılı bir not bırakarak, eşini ve 3 çocuğunu ...
7 Mayıs - Yoksulluk cinayetleri ve intiharı Devamı7 Mayıs - Yoksulluk cinayetleri ve intiharı
Kilis'te bir aile katliamı yaşandı. Suriyeli Yusuf Kuvara, “Yoksulluktan yoruldum” yazılı bir not bırakarak, eşini ve 3 çocuğunu öldürüp intihar etti.
https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/0705202426
KapatCANTV’de Gülseren Yoleri’nin hazırlayıp sunduğu İnsan Hakları programının bu haftaki konuğu Sığınmacı Hakları Platformu'ndan Yıldız ...
7 Mayıs - Can TV’de Gülseren Yoleri ile Yıldız Önen mültecilere yönelik hak ihlallerini konuştu Devamı7 Mayıs - Can TV’de Gülseren Yoleri ile Yıldız Önen mültecilere yönelik hak ihlallerini konuştu
CANTV’de Gülseren Yoleri’nin hazırlayıp sunduğu İnsan Hakları programının bu haftaki konuğu Sığınmacı Hakları Platformu'ndan Yıldız Önen idi. Programda Gina Mercimek davasındaki karar, mültecilerin karşılaştıkları sosyal dışlanma ve mültecilere yönelik hak ihlalleri konuşuldu.
https://www.facebook.com/61557776413291/videos/1602140430548611
KapatEnuygun isimli otobüs bileti satıcısı firmanın, yasal seyahat izni olduğu halde Suriyeli mültecilere bilet satmadığı öğrenildi. Uluslararası STK ...
7 Mayıs - Suriyelilere bilet satmayan Enuygun firması özür diledi Devamı7 Mayıs - Suriyelilere bilet satmayan Enuygun firması özür diledi
Enuygun isimli otobüs bileti satıcısı firmanın, yasal seyahat izni olduğu halde Suriyeli mültecilere bilet satmadığı öğrenildi. Uluslararası STK Federasyonu, Enuygun firması hakkında hukuki süreç başlatacağını açıkladı. Sosyal medyadan dile getirilen tepkiler ve hukuki süreç başlatılacağı haberleri sonrasında, Enuygun firması medyada Özür mektubu yayınladı. Bilet satmayan Beydağı Otobüs firması ile ilişkilerini kestiğini açıkladı.
https://twitter.com/enuygun/status/1787804408136302763?t=MzmNR4WgZyKphtA8jCmN5A&s=19
KapatBabası, 10 yıl İsrail cezaevlerinde kaldı. Türkiye'ye geldiler. Döviz bürosunda yaşadığı tartışma sonrası gözaltına alındı. Tutuklandı, ...
7 Mayıs - Avukatı ve babası, Filistinli genç Nabeel Hasan’ın gözaltında ölümünü 10lar medyaya anlattı Devamı7 Mayıs - Avukatı ve babası, Filistinli genç Nabeel Hasan’ın gözaltında ölümünü 10lar medyaya anlattı
Babası, 10 yıl İsrail cezaevlerinde kaldı. Türkiye'ye geldiler. Döviz bürosunda yaşadığı tartışma sonrası gözaltına alındı. Tutuklandı, işkence gördü, öldü. Filistinli genç Nabeel Hasan, Türkiye'de, gözaltında iken öldü. Avukatı Gülden Sönmez ve babası Eşref Nizar Hasan’ın başına gelenleri 10'lar Medya'ya anlattılar.
https://twitter.com/10larmedya/status/1788094054770573651?s=46
Kapat
Kilis’te öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli mülteci Gina Mercimek’in davası bugün Kilis 2.Ağır Ceza Mahkemesinde ...
6 Mayıs - Gina Mercimek’i öldüren kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi Devamı6 Mayıs - Gina Mercimek’i öldüren kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi
Kilis’te öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli mülteci Gina Mercimek’in davası bugün Kilis 2.Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.
Sanık Hüseyin Boğuç kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet, cinsel istismar suçundan 30 yıl ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 12 yıl hapis cezası aldı. Diğer sanık Azittin Altınöz hakkında beraat kararı verildi. Beraat kararı mahkeme salonunda tepkiyle karşılandı.
Mahkemeye geniş katılım oldu
Kilis 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya tutuklu sanıklar Azittin Altınöz ve Hüseyin Boğuç video ile katıldı. Duruşmaya; Gina Mercimek’in ailesi, Yeryüzü Çocukları Derneği, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Avukatları, İstanbul, Gaziantep ve Kilis barosuna bağlı avukatlar, Sığınmacı Hakları Platformundan Yıldız Önen ve Taha Elgazi, Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatları ve sanık avukatları katıldı.
Hüseyin Boğuç ve Azittin Altınöz’ün son savunmaları alındı. Gina Mercimek’in annesi sanıkların en ağır şekilde cezalandırılmasını istedi. İstanbul Barosu çocuk hakları komitesi, uluslararası çocuk hakları sebebiyle davaya müdahil olarak katılmak istediler.
Savcı her iki sanık için de ceza talep etti
Savunma avukatı, Hüseyin Boğuç’un suçlu, Azittin Altınöz’ün suçsuz olduğunu iddia eden bir savunma yaptı. Sanıklar da suçu birbirlerinin üzerine atan konuşmalar yaptılar.
Ailenin gönüllü avukatlığını üstlenen Avukat Sümeyye Gökçe, ‘‘Sanıklar soruşturma ve mahkeme aşamasında hiçbir şekilde pişmanlık göstermemişlerdir. Sanıklar cezadan kurtulmak için sürekli olarak birbirlerini suçlamışlardır. Emniyette verilen ifadeler ile mahkemede verilen ifadeler tamamen farklıdır. Sanıklar üzerlerine atılı olan suçları fikri ve eylemsel birliktelik içerisinde işlemişlerdir. Sanıkların üzerlerine atılı suçların en üst haddinden ve indirim yapılmaksızın ceza almaları gerekmektedir’’ dedi.
Yeryüzü Çocukları Derneği (YEÇED) Avukatı Betül Zağlı Topal, ‘‘Bir kız çocuğunun eğitim yolculuğu acımasız kişilerin elleriyle bir kuyunun dibinde sona erdi. O gözlerini yumduğunda ailesinin adalet arayışı başladı, bugün itibarıyla bir seneden fazla sürdü.
Gina, tüm diğer çocuklar gibiydi. Masum, hayat dolu ve sevimliydi. Gina tüm diğer çocuklar gibi haklara sahipti ve yine tüm diğer çocuklar gibi korunması gerekiyordu. Ancak Gina acımasız şahıslardan korunamadı. Çocukların korunması ve haklarının güvenceye alınması adına suçların caydırıcılığının arttırılması, sokakların güvenliğinin sağlanması zaruridir.
Gina Mercimek’in öldürülmesinde gördüğümüz üzere, bu gibi vahşi eylemleri işleyenlerin ilk suç eylemi olmadığını, verilen cezaların yetersizliğini ve herhangi bir ıslah ediciliği olmadığını gözlemliyoruz. Bu durum özellikle çocuklarımız için hayatı güvensiz kılmaktadır. Çocuklar toplumun en masum yanıdır. Çocuklarını koruyamayan bir toplumun sağlıklı geleceği de olmayacaktır. Sokakları ve toplumu güvenli kılmadıkça çocukların haklarını onlara teslim edemeyiz.
Gina, eğitim almak için evine yakın bir okula giden kız çocuğuydu. Gina’nın gidebileceği bir okulu hiç olmayacak, sokakta yürüdüğü, oyunlar oynadığı günler hiç geri gelmeyecek. Suçlular neden Gina’yı seçtiklerini söylemeseler de bizler onun savunmasız bir kız çocuğu olduğu için seçildiğini anlıyoruz.
Savaştan ve onun getirdiği ölümden kaçan Gina, eğitim için çıktığı yolda katledildi. Yaşam hakkı alınan çocukların eğitim hakkı söz konusu olmayacaktır. Sokakları ve toplumu suçlardan ve suçlulardan temiz kılmak çocuklarımıza ve geleceğimize yönelik görevimizdir. Aksi halde savunmasız masum çocuklara yönelik bu gibi vahşi eylemlerin sonu gelmeyecektir’’ dedi.
Savcı mütalaasında her iki sanığın da ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını talep etti
Bir sanık ceza aldı, bir sanık beraat etti
Hakimler verdikleri aradan sonra kararlarını açıkladılar. Buna göre Sanık Hüseyin Boğuç kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet, cinsel istismar suçundan 30 yıl ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 12 yıl hapis cezası aldı. Diğer sanık Azittin Altınöz hakkında ise tüm suçlamalardan beraat kararı verildi. Beraat kararı mahkeme salonunda tepkiyle karşılandı.
Ne olmuştu?
Kilis'te yaşayan Suriyeli 9 yaşındaki Gina Mercimek'ten 4 Nisan 2023'te okuldan çıktıktan sonra bir daha haber alınamadı. Gina'yı aramaya başlayan ailesi, aynı sokakta yaşayan komşuları Hüseyin Boğuç'un şüpheli hareketleri üzerine durumu polise bildirdi. Boğuç’un evinde yapılan aramada 9 yaşındaki Gina'nın cesedi boynuna briket bağlanmış halde evin bahçesindeki su kuyusunda bulundu. Hüseyin Boğuç ve arkadaşı Azittin Altınöz gözaltına alınarak tutuklandı.
Adli Tıp Kurumu raporunda Gina’nın cinsel istismara uğradıktan sonra boğularak öldürüldüğü belirtildi. Soruşturma ve yargılama süreçlerinde çelişkili ifadeler veren sanıklar, birbirlerini suçladı. Savcılık mütalaasında her iki sanık hakkında 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, 'çocuğun cinsel istismarı' ve 'kasten öldürme' suçlarından ceza istedi.
KapatKilis’te öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli mülteci Gina Mercimek’in davası 6 Mayıs’ta Kilis Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. ...
3 Mayıs - Gina Mercimek davasında karar duruşması 6 Mayıs’ta Kilis’te yapılacak Devamı3 Mayıs - Gina Mercimek davasında karar duruşması 6 Mayıs’ta Kilis’te yapılacak
Kilis’te öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli mülteci Gina Mercimek’in davası 6 Mayıs’ta Kilis Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Bu duruşmada karar verilmesi bekleniyor. Sığınmacı Hakları Platformu duruşmaya katılım çağrısı yaptı.
Kapatİçişleri Bakanlığı'na bağlı Antalya Döşemealtı Geri Gönderme Merkezi (GGM) hakkında Adalet Bakanlığı’na yapılan, 52 imzalı ...
1 Mayıs - Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazan mültecilere sorgu: ‘Şikâyeti kim yazdı, kim yardım etti? Devamı1 Mayıs - Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazan mültecilere sorgu: ‘Şikâyeti kim yazdı, kim yardım etti?
İçişleri Bakanlığı'na bağlı Antalya Döşemealtı Geri Gönderme Merkezi (GGM) hakkında Adalet Bakanlığı’na yapılan, 52 imzalı ‘insanlık dışı muamele’ şikâyetinden sonra Van’a gönderilen 6’sı kadın, 8'i erkek 14 mültecinin durumunu öğrenmek üzere Van Barosu’ndan iki avukat kuruma gitti.
Edinilen bilgiye göre, şikâyet dilekçesini imzalayan mültecilere Van GGM’de polis tarafından 5 soru yönetildi. “Antalya’da hangi koşullardaydınız, Adalet Bakanlığı’na şikâyet dilekçesini kim yazdı, Antalya’dan Van’a nakledilirken yolda bir sorun yaşadınız mı, şu anki koşullarınız nasıl, kimlerle irtibat kurdunuz?” sorularını yanıtlamaları ve yardım istedikleri kişilerin kimlik ve iletişim bilgilerini vermeleri istendi.
Eşitlik İzleme Merkezi, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nu (TİHEK) Antalya’daki Döşemealtı GGM ile ilgili basına yansıyan işkence ve kötü muamele iddialarını araştırmak üzere harekete geçmeye davet etti. Göç Araştırmaları Derneği de 52 mültecinin imzaladığı şikayet dilekçesinde yer alan iddialara yetkili kurumlarca yanıt verilmesini istedi. Göçmen Sendikası ise “52 mültecinin imzaladığı dilekçeyi paylaşıyoruz. İşkence insanlık suçudur. Keyfi, hukuksuz ve ırkçı uygulamaların karşısında göçmenlerin, mültecilerin ve sığınmacıların yanındayız. İşkence merkezi haline gelen Geri Gönderme Merkezleri kapatılsın” açıklaması yaptı.
https://www.gocgunlugu.com/H-adalet-bakanligi-na-dilekce-yazan-multecilere-sorgu-ik-yeti-kim-yazdi-kim-yardim-etti-277
Kapat
Her seçimde seçim aparatı olarak kullanılan göç ve göçmen meselesi 31 Mart yerel seçimlerinde de düzen ...
30 Nisan - “Emekçi sınıflar içinde ortak bir örgütlenmenin gerçekleşmesi her şeyin önündedir” – Ercüment Akdeniz Devamı30 Nisan - “Emekçi sınıflar içinde ortak bir örgütlenmenin gerçekleşmesi her şeyin önündedir” – Ercüment Akdeniz
Her seçimde seçim aparatı olarak kullanılan göç ve göçmen meselesi 31 Mart yerel seçimlerinde de düzen güçlerince sıkça kullanıldı. Göçmenler yoksul halkın yaşadığı ekonomik sorunun kaynağı olarak gösterildi, halkın karşısına “öteki” olarak çıkarıldı. Göçmen karşıtlığının bu topraklarda resmi ve ideolojik sözcülüğünü yapan Zafer Partisi’ne, seçim sürecinde CHP’nin içindeki faşist unsurları da büyük oranda eşlik etti. Öyle ki, bu unsurların yönetime gelir gelmez ilk icraatları emeğiyle geçinen göçmenlerin dükkanını kapatmak, daha pahalı ulaşım yapmalarını sağlamak oldu. Zafer Partisi’nden CHP’ye, sandıkta oyları gerileyen AKP ve MHP’ye kadar siyasi partilerin göç politikalarının seçim sonuçlarına etkisini, Ümit Özdağ’ın işçi grevleri üzerinde durmasının anlamını, göçmenlere yönelik eşitlikçi belediyecilik anlayışının imkanları üzerine sorularımızı göç çalışmalarıyla yakından tanınan yazarımız Ercüment Akdeniz’e sorduk.
KapatGöçmen ve mülteci emeğinin kullanımında ‘kullan- at’ modeli dikkat çekiyor. Kayıtsız çalışan mültecilerin ...
30 Nisan - Mülteci ve göçmen işçilerin kayıtlısı da kayıtsızı da katmerli sömürü girdabında Devamı30 Nisan - Mülteci ve göçmen işçilerin kayıtlısı da kayıtsızı da katmerli sömürü girdabında
Göçmen ve mülteci emeğinin kullanımında ‘kullan- at’ modeli dikkat çekiyor. Kayıtsız çalışan mültecilerin gündüz evde kaldığı, geceleri çalıştığı adeta “yarasa”vari bir yaşam biçimi ortaya çıkıyor.
Türkiye’de yıllardır göçmen ve mülteci emeği, özellikle kayıt dışı ekonomide yoğunlaşıyor. Özellikle son 10 yıldır inşaat ve tekstil sektörlerinde yoğunlaşan göçmen ve mülteci emeğinin kullanılmasında ‘kullan- at’ biçimi dikkat çekiyor.
Dünyadaki ekonomik sıkışmışlık, savaş, şiddet ve benzeri nedenlerle göç dalgalarının durmadan devam etmesi yeni göçmen ve mülteci sirkülasyonuna neden oluyor. Bu nedenle ortaya iki yönlü bir tablo çıkıyor: Türkiye’de yaşayan ve emek sürecinin bir parçası olan ‘kalifiye’ mülteci ve göçmen işçiler, ‘toy’ ve yeni mülteci ve göçmen iş gücü.
AB’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı göçmen emeği kullanımına ilişkin en son birtakım yasalar ve protokoller yapıldı. Protokoller ne diyordu? Ucuz ve kalifiye iş gücü olamayan mültecileri Estonya, Polonya gibi ülkelerde en ucuza çalıştırıp kalifiye hale getirmek, kalifiye olan mülteci ve göçmenleri ise Almanya gibi ülkelerde ‘kayıtlı’ ve çalışma izniyle çalıştırmak. Ancak bu modelde de yine mülteci ve göçmen işçi kalifiye iş gücüne dönüşse bile daha ucuza çalışmak zorunda. Almanya bir yandan kalifiye iş gücü olan mülteci ve göçmenlerin daha kolay vatandaşlık alacağına dair düzenlemeler gerçekleştiriyor...
https://www.evrensel.net/haber/517265/multeci-ve-gocmen-iscilerin-kayitlisi-da-kayitsizi-da-katmerli-somuru-girdabinda
Kapat29 Mayıs 2023’te kendisine gelen 400 dolarlık parayı çekmek için bir döviz bürosuna giden 20 yaşındaki Filistinli Nabeel Hasan ve iki ...
29 Nisan - Filistinli Nabeel Hasan cezaevinde işkence gördü, 5 gün sonra öldü Devamı29 Nisan - Filistinli Nabeel Hasan cezaevinde işkence gördü, 5 gün sonra öldü
29 Mayıs 2023’te kendisine gelen 400 dolarlık parayı çekmek için bir döviz bürosuna giden 20 yaşındaki Filistinli Nabeel Hasan ve iki arkadaşı işletme sahibi tarafından paraları ödenmeyerek dükkandan kovuldu.
Bunun üzerine aralarında çıkan tartışmaya sonrası üç Filistinli genç gözaltına alındı ve Başakşehir Polis Merkezi’ne götürüldü.
Burada ‘Yağma’ ile suçlanan Filistinli gençler Küçükçekmece Savcılığına ve ardından da Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesine sevk edilerek olaydan iki gün sonra, 31 Mayıs 2023’te tutuklandı, Maltepe 3 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na götürüldü.
Nabeel Hasan cezaevine girişte, diğer iki Filistinli gencin tanık olduğuna göre, gardiyanlar tarafından yoğun bir şekilde dövüldü.
Arkadaşları, Nabeel Hasan’ı yanlarına getirdiklerinde, kafasının birçok yerinin şişmiş olduğu ve yarı baygın/şok halinde olduğunu ifade etti.
Cezaevinde aynı gardiyanlar tarafından diğer iki Filistinli gence de benzer şiddet uygulandı.
O gece ve devam eden günlerde sürekli ağrı ve rahatsızlık geçiren Nabeel Hasan, 5 gün sonra, 5 Haziran 2023’te Maltepe 3 Nolu Kapalı İnfaz Kurumu’nda şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.
Hasan’ın vefatından bir gün sonra, 6 Haziran 2023’te Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi Nabeel dahil üç Filistinli genç hakkında “dosyada mevcut delillere göre kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığı” gerekçesiyle tahliye kararı verdi.
Tahliye kararı verilmesine rağmen Nabeel Hasan’ın cezaevinde uğradığı şiddete tanık olan ve kendileri de bu şiddete uğrayan iki Filistinli genç, bir süre Güneşli Polis Merkezi’nde tutulduktan sonra Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne sevk edildi.
Filistinli gençlerin GGM’de tutulduğu süreçte Nabeel Hasan’ın ölümü ile ilgili şahitlik yapmaları ve ifade vermeleri engellendi, Hasan’ın ölümü ile ilgili dosya “Kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilerek kapatıldı.
Nabeel’in anne ve babasının avukatları bu karara itiraz etti. Babası Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup yazarak, 10 yıl İsrail zindanlarında kalmış bir Filistinli olarak çocuğu büyürken yanında olamadığını, çocuğunun İsrail zulmü altında babasız büyüyen bir çocuk olduğunu, hayatta kalabilsin, özgürce yaşayabilsin diye onun annesi ile Türkiye’ye sığındığını ama Türkiye’de bu korkunç olay ile öldüğünü söyledi.
Mektupta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenen baba “Elem dolu yüreğimle, sizden hakikati ve adaleti bekliyorum” dedi.
Nabeel Hasan’ın avukatı Gülden Sönmez’in aktardığına göre İsrail’den kimi kişiler baba Hasan’ı arayarak dalga geçti ve “Senin sonun da böyle olacak” dedi.
https://gocgunlugu.com/F-filistinli-nabeel-hasan-cezaevinde-iskence-gordu-5-gun-sonra-oldu-244
KapatAyvacık Geri Gönderme Merkezinde yaşanan hak ihlallerine dair hazırlanan raporda, işkence ve tecavüz iddialarına yer verilerek, 6 öneri ...
28 Nisan - Ayvacık GGM raporunda işkence ve tecavüz iddiaları Devamı28 Nisan - Ayvacık GGM raporunda işkence ve tecavüz iddiaları
Ayvacık Geri Gönderme Merkezinde yaşanan hak ihlallerine dair hazırlanan raporda, işkence ve tecavüz iddialarına yer verilerek, 6 öneri sıralandı.
Çanakkale Tabip Odası, İnsan Hakları Derneği (İHD), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Çanakkale şubeleri, Ayvacık Geri Gönderme Merkezine (GGM) dair hazırladığı “Mart 2023-Mart 2024 Göçmen Komisyonu Gözlem Raporu” yayımladı.
Tecavüz iddiası
Raporda, 21 Temmuz 2023 tarihinde ismi öğrenilemeyen bir kadının, telefon vasıtasıyla komisyona ulaşıp, Ayvacık GGM’de tutulan eşinin kötü koşullarda kaldığını ifade ettiği aktarıldı. Raporda, kadının, “Erkeklerden bir grup, diğer erkeklere tecavüz ediyor. Eşim banyo yapmaya korkuyor, çünkü banyo yapmaya gittiğinde tecavüz riski olduğunu söylüyor. Ayrıca yemekler köpeğe verilir gibi yerlere atılıyor ve ‘hadi ye’ deniyor. Kadınlar uyuşturucuya alıştırılıyor. Hijyen açısından çok kötü koşullarda ve kadınlarla erkekler beraber aynı odalarda kalmaya zorlanıyor” dediği belirtildi.
Sınır dışı edildi
Raporda, 15 Eylül 2023 tarihinde bir kadının komisyona ulaştığı ve GGM’de sağlıklı olmayan koşullarda yaşadıklarını söylediği belirtildi. Raporda, kadının erkeklerle aynı yerde kalmaya zorlandıklarını, şikayet ettiklerinde eski müdürün “Sizi buradan çıkartabilirim” sözleriyle tehdit ettiği ve 100 bin TL rüşvet istediğini söylediği belirtildi. İddialar sonrası 21 Eylül 2023’te kadının sınır dışı edildiği bilgisi alındığı aktarıldı.
Nefret söylemi
GGM’de tutulan kişilerin memurlar tarafından “Pis Afgan”, “Geberip gitmiyorsunuz”, “Her şeyi mahvettiniz” gibi nefret söylemlerine maruz kaldığı belirtilen raporda, "GGM doktorlarının sorumsuz davranışlarından, bebeklerin ve yetişkinlerin aynı hijyensiz koşullarda tutulmasından, battaniye gibi ihtiyaçların yetersizliğinden ve içme suyunun yeteri kadar tedarik edilmemesi gibi durumlardan şikayetçi olunduğu” ifadelerine yer verildi. Raporda, GGM’de tutulan kişilere verilen gıdanın tek öğün olacak şekilde ekmek arası peynirden ibaret olduğu iddiası da yer aldı.
Komisyonun önerileri
Göçmen Komisyonu, GGM’de yaşanan hak ihlallerinin araştırılması, tespit edilen ihlallerin bir an önce giderilmesi ve bir daha bu tür ihlallerin yaşanmaması için şu önerileri sıraladı:
- GGM’ler bağımsız sivil toplum kuruluşlarının denetimine açılması ve periyodik raporların kamuoyuna sunulması gerekmektedir.
- Mevsimsel koşullara göre havalandırma, ısınma ve nevresim (yatak, yastık, battaniye vb.) sağlanmalı, koğuş veya odalarda tutulan kişi sayıları gözetilmelidir.
- GGM’lerde yeterli ve sağlıklı beslenme ve temiz içme suyu ihtiyaçlarının karşılanması acil önem taşımaktadır.
- GGM’lerde sağlık hizmetlerinin muayene aşamasında topluca değil, kişilerin mahremiyet hakkı gözetilerek tek tek ve tercüman eşliğinde, usulüne uygun yapılması çeşitli travmatik durumların içerisinde olabileceği ve bebeklerin, çocukların özel ilgiye ve bakıma ihtiyacı olduğu da göz önünde tutulmalıdır ve buna göre hareket edilmelidir.
- GGM’lerde tutulanların işkence, cinsel istismar, rüşvet ve benzeri her türlü iddiasını karşılayacak kapsamda bir hukuki zemin sağlanmalıdır.
- Tüm GGM’lerde yaşananlara, hak ihlallerine, sağlığa erişim engellerine karşı ilgili bakanlıkları, tüm kurum ve kuruluşları göreve davet ediyoruz.
https://www.evrensel.net/haber/517030/ayvacik-ggm-raporunda-iskence-ve-tecavuz-iddialari
Kapat
Kilis'te Suriyeli 9 yaşındaki Gina Mercimek'in cinsel istismara maruz bırakılarak öldürülmesiyle ilgili dava, sanık avukatlarının savunma ...
26 Nisan - Cinsel istismara maruz bırakılıp öldürülen Gina Mercimek davası 6 Mayıs'a ertelendi Devamı26 Nisan - Cinsel istismara maruz bırakılıp öldürülen Gina Mercimek davası 6 Mayıs'a ertelendi
Kilis'te Suriyeli 9 yaşındaki Gina Mercimek'in cinsel istismara maruz bırakılarak öldürülmesiyle ilgili dava, sanık avukatlarının savunma için süre istemesi üzerine 6 Mayıs’a ertelendi.
Kilis’te 4 Nisan 2023'te okuldan çıktıktan sonra bir daha haber alınamayan ve cesedi boynuna briket bağlı halde bir evin su kuyusunda bulunan Suriyeli dokuz yaşındaki Gina Mercimek'in öldürülmesi ile ilgili davanın altıncı duruşması görüldü.
Kilis 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada Gina Mercimek'in ailesi ve yakınları, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Antep Şubeleri, Yeryüzü Çocukları Derneği avukatları ile sanık avukatları hazır bulundu.
Sanıklardan Azittin Altınöz duruşma salonuna getirilirken, Hüseyin Boğuç tutuklu bulunduğu cezaevinden SEGBİS ile bağlandı. Sanık avukatlarının savunma için süre istemesi üzerine mahkeme heyeti duruşmayı 6 Mayıs'a erteledi.
Ne olmuştu?
Kilis'te yaşayan Suriyeli 9 yaşındaki Gina Mercimek'ten 4 Nisan 2023'te okuldan çıktıktan sonra bir daha haber alınamadı. Gina'yı aramaya başlayan ailesi, aynı sokakta yaşayan komşuları Hüseyin Boğuç'un şüpheli hareketleri üzerine durumu polise bildirdi. Boğuç’un evinde yapılan aramada 9 yaşındaki Gina'nın cesedi boynuna briket bağlanmış halde evin bahçesindeki su kuyusunda bulundu. Hüseyin Boğuç ve arkadaşı Azittin Altınöz gözaltına alınarak tutuklandı.
Adli Tıp Kurumu raporunda Gina’nın cinsel istismara uğradıktan sonra boğularak öldürüldüğü belirtildi. Soruşturma ve yargılama süreçlerinde çelişkili ifadeler veren sanıklar, birbirlerini suçladı. Savcılık mütalaasında her iki sanık hakkında 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, 'çocuğun cinsel istismarı' ve 'kasten öldürme' suçlarından ceza istedi.
https://www.gocgunlugu.com/H-oldurulen-9-yasindaki-gina-mercimek-davasi-6-mayis-a-ertelendi-275
Kapat
Karabük Üniversitesi’nin merkeze yerleştiği haber tam soğumaya başlamıştı ki, Bolu Belediye Başkanı konunun yeniden açılmasına vesile oldu. ...
26 Nisan - Irkçılığın en kaba biçimi – Sinan Özbek Devamı26 Nisan - Irkçılığın en kaba biçimi – Sinan Özbek
Karabük Üniversitesi’nin merkeze yerleştiği haber tam soğumaya başlamıştı ki, Bolu Belediye Başkanı konunun yeniden açılmasına vesile oldu. Başkan, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi’nde artan yabancı öğrenci sayısına dikkat çekiyor ve onlara zamlı ulaşım sunacağını söylüyor. Haberi okuyunca Karabük’teki gibi çok bileşenli bir olayla karşı karşıya olmadığımızı, Başkan’ın yabancı öğrencilerin artmasından rahatsız olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla Karabük’ü merkeze alarak tartışmak daha verimli olacak gibi görülüyor.
Karabük’te salgın hastalık haberlerinin merkezine kısa süre içinde Karabük Üniversitesi yerleşti. Habercilerden üç şey öğrendik: Bir; üniversite çevresine yuvalanmış fuhuş çeteleri var. İki; Karabük Üniversitesi’nde çok sayıda yabancı öğrenci var. Üç; siyah öğrencilerden yayılan HPV ve HIV salgını var.
Bunlardan ilki kriminal bir olaya işaret ediyor. Emniyetle ilgili; dolayısıyla tartışmanın dışında tutuyorum. İkincisi yüksek öğretimle ilgili, başlı başına bir tartışma gerektiriyor. Hemen akla gelen bir noktaya değinerek ikinci olguyu da bir kenara alıyorum. Karabük Üniversitesi daha 2007 yılında kurulmuş. 2022-23 yılı kayıtlarına göre 45,358 öğrenci var. Bunların 11,890’ı yabancı uyruklu. Toplam öğrenci sayısının yaklaşık %25’inin yabancı olması dikkate şayan. Bu yoğunluk il nüfusunun %5’ine denk geliyormuş. Bir üniversitenin yabancı öğrencilerin tercihi olması, o üniversitenin akademik başarısından kaynaklanır. Bu, üniversitelerin klasik varoluş tarzına ait bir olgudur. Karabük Üniversitesi’nin bu klasik forma uymadığı açık. Zira Karabük Üniversitesi’nde 17 profesör, 22 doçent ve 54 doktor öğretim üyesi varmış. Mukayese için İstanbul Üniversitesi’ndeki öğretim üyelerinin sayısını alıyorum: İstanbul Üniversitesi’nde 911 profesör, 346 doçent ve 566 doktor öğretim üyesi varmış. Karabük Üniversitesi’nde öğrenci ve öğretim üyeleri sayısı arasında muazzam bir orantısızlık olduğu gün gibi açık. En azından bu orantı, yabancı öğrenci tercihinin, klasik üniversite formatının dışında başka dinamiklerden kaynaklandığını gösteriyor. Bu dinamikler uzun boylu tartışılmalı. Yabancı öğrenci yoğunluğu konusunda hemen dikkat çeken nokta da bu öğrencilerin yoğunlukla Afrika kökenli olması.
İmdi, üzerinde asıl olarak düşündüğüm konuya geliyorum: İddia, siyah öğrencilerin cinsel hastalıklar yaydığı. Böyle bir iddia somut verilerle kanıtlanmadığı durumda -ki kanıtlanmış değil- zahiri olanın arkasındaki hakikati tartışmak zorunlu hale geliyor. Bu hakikat de siyah öğrencilere karşı muazzam bir ırkçı saldırının başlatılmış olması. Dolayısıyla tartışılması gereken ırkçılık. Ama ırkçılığın genel bir teorisi değil, spesifik bir boyutu. Irkçılığın cinsellik üzerinden nasıl işlediği.
Irkçılığın 15-16 yüzyıldaki klasik formu, biyolojik gösteren üzerinde yükselir. Temel olarak köleleştirilen insanların deri rengi üzerinden kurulmuş bir ırkçılıktır. Siyaha yönelen ırkçılıkta; alt insan olma, aptal olma, ahlaki düşüklük, pis kokma ve abartılı cinsellik, şehvet düşkünlüğü vb ifadeler içeriği doldurur. Bu ırkçılığın yerleşmesi sadece plantaj aristokrasisi (plantokrasi) üzerinden işlemez. Plantokrasinin ırkçı ideolojisinin yerleşip yayılmasında, Kilise ve bilim (üniversite) de görev üslenir. Kilise siyahın alt insan oluşunu ve ahlaki yozlaşmasını anlatırken, üniversiteler muazzam ve fakat sahte bir ırklar bilimini anlatır. Daha da düşündürücü olan, birçok büyük filozofun ırkçı olmasıdır.
Irkçılığın biyolojik gösterene dayanan bu klasik formu, hem anlatılan ırklar biliminin sahte oluşunun ortaya çıkması, hem de Nazi iktidarı ve Apartheid politikalarının icraatları sonucu savunulmaz olmuştur. Bu durumda ırkçılık biyolojik gösterene dayanmayı bir kenara bırakır ve kültürel ırkçılık denen bir formda işlemeye başlar. Ancak klasik ırkçılığın bir birleşeni olan siyahın cinselliğinin” hayvaniliği”, şehvet düşkünlüğü, biyolojik gösterene yapılan vurgun silinmesiyle ortadan kalkmaz. Cinsellik üzerinden sürdürülen ırkçı ifadeler, kültürel ırkçılık formunda da sürer. Cinsellik, ırkçı ideolojinin vaz geçmediği bir uğrağıdır.
Irkçı anlatımda siyah insan hafif meşreptir, kayıtsızdır, sefildir, ahlaksızlıkla şehvet düşkünlüğüne, yalana sevk olmuştur ve de çok eşlidir. Köleleştirilmiş siyah kadının cinselliği, beyaz efendinin sınırsız kullandığı bir haktır. Ama bu kaba cinsel sömürünün yerini zamanla, edebiyat, dans ve resim üzerinden işlenen “zenci” kadın figürü alır. Bu üç alan da “zenci” kadını şehvetin ve erotizmin simgesi olarak işler. “Zenci” kadın güzel, çıplak ve şehvetlidir. Özellikle Fransız egzotizminde “zenci” kadın merkezi bir noktaya yerleştirilir. Siyah kadın hafif, elde edilmesi kolay, her an hazır ve itaatkâr olarak betimlenir. İşte bu şekilde betimlenen siyah kadın, beyaz erkeğin fantezi dürtülerini harekete geçirir.
Siyah erkek kölenin, beyaz kadınla cinsel yakınlaşması düşünülemez bile. Ancak zamanla edebiyatta, siyah erkeğin cinselliğinin, beyaz kadına “aydınlanma” benzeri bir şeyler yaşattığı işlenir. Ama siyah erkekle cinsel ilişkinin bedeli ağırdır. Beyaz kadına bu ilişkiden geriye bir yıkım kalmıştır ve bütün cazibesini kaybetmiştir (Achille Mbembe).
İmdi, Karabük’te olanlar cinsellik üzerinden ifade bulan bir ırkçılıktır. Konuyla ilgili paylaşımlar sadece siyah kadın öğrencilerin hastalık yaydığını anlatmıyor; siyah erkeklerin de yerli kadınlara hastalık bulaştırdığını söylüyor. İşte bu, en katlanılmaz olan! Karabük’te tanık olduğumuz ırkçılık, ırkçılığın en kaba biçimidir. Dahası, bu ırkçılığın üniversite merkezinde cereyan etmesinden, hicap duyulur. Üniversitenin üniversal olamadığını gösterir ve tanımıyla çelişir.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/irkciligin-en-kaba-bicimi-164760/
Kapat
Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Göç Örgütü (IOM), yıl başından bu yana Orta Akdeniz'de 510 mültecinin hayatını kaybettiğini ...
25 Nisan - BM, bu yıl Orta Akdeniz'i geçmeye çalışan 510 mültecinin yaşamını yitirdiğini açıkladı Devamı25 Nisan - BM, bu yıl Orta Akdeniz'i geçmeye çalışan 510 mültecinin yaşamını yitirdiğini açıkladı
Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Göç Örgütü (IOM), yıl başından bu yana Orta Akdeniz'de 510 mültecinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
IOM'un X hesabından yapılan paylaşımda, Tunus'un kuzeyindeki Sfax kenti açıklarında 23 Nisan'da meydana gelen gemi kazası karşısında dehşete düşüldüğü ifade edildi.
"İtalya'nın Lampedusa Adası'na ulaşmaya çalışan 19 mültecinin cesedine ulaşıldı” ifadesi kullanılan paylaşımda, 1 Ocak 2024'ten bu yana Orta Akdeniz rotasında 510 mültecinin yaşamını yitirdiği belirtildi.
MÜLTECİLER AKDENİZ'İ GEÇMEYE ÇALIŞIRKEN HAYATINI KAYBEDİYOR
Avrupa'ya yönelik düzensiz göç akınında, İtalya, Malta, Libya ve Tunus arasında kalan Orta Akdeniz güzergahı, son yıllarda yoğun hareketlilik gözlenen rotalardan biri olarak öne çıkıyor.
Kuzey Afrika kıyılarından denize açılan ve sonra yardım çağrısı yapan mültecileri, bu güzergahta Avrupalı devlet görevlileri yerine genellikle Avrupa menşeli sivil toplum kuruluşları (STK) kurtarıyor. Söz konusu STK'ler, AB üyesi devletlerin "güvenli liman" vermemesinden ötürü zaman zaman kurtardıkları mültecileri tahliye etmekte güçlük çekiyor.
STK'ler geçen yıldan bu yana İtalya'daki son yasal düzenlemeler nedeniyle faaliyetlerini yürütmede bazı zorluklarla karşı karşıya kalıyor.
Kendi imkanlarıyla Akdeniz'i geçebilen ya da kurtarılan mülteciler, Avrupa'da ilk ayak bastıkları yer ise çoğunlukla İtalya'nın Kuzey Afrika'ya en yakın kara parçası Lampedusa Adası ya da bazen Malta oluyor.
Öte yandan, teknelerin alabora olması ya da teknelerdeki aşırı kalabalık nedeniyle susuz ve havasız kalınması yüzünden her yıl çok sayıda mülteci Akdeniz'i geçmeye çalışırken hayatını kaybediyor.
https://www.evrensel.net/haber/516772/bm-bu-yil-orta-akdenizi-gecmeye-calisan-510-multecinin-yasamini-yitirdigini-acikladi
KapatBrüksel, Türkiye'ye göçmen ve mültecilerin AB'ye geçmesini önlemesi için milyarlarca euro gönderdi. Ancak ...
24 Nisan - AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor Devamı24 Nisan - AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor
Brüksel, Türkiye'ye göçmen ve mültecilerin AB'ye geçmesini önlemesi için milyarlarca euro gönderdi. Ancak paranın nasıl harcandığına dair bilgileri elde edemedi.
Avrupa Birliği denetçileri, bloğun Türkiye'ye Suriyeli mültecilere yardımcı olmak için verdiği milyarlarca euronun bir kısmının gerçekten bir etkisi olup olmadığını belirleyemediklerini belirtti.
AB ile Türkiye arasında 2016 yılında imzalanan göç anlaşmasından elde edilen para, Türkiye'deki 4 milyondan fazla kayıtlı mültecinin bazılarına harcamalar için nakit ödeme kartı sağlamak, eğitim ve sağlığı iyileştirmek, insanların topluma daha iyi entegre olmalarına yardımcı olmak ve Suriye'deki savaştan kaçan insanların ihtiyaç duyabileceği tesisler inşa etmek için kullanılıyor.
Ancak Avrupa Sayıştayı (ECA) geçen yıl paranın etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığına ilişkin takibinde, Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı'nın AB projelerinin ne gibi etkileri olduğunu değerlendirmelerine olanak sağlayacak bilgiler vermeyi reddettiğini bildirdi.
KapatProf. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu, UTESAV tarafından hazırlanan “Suriyeli Sığınmacılar ve Türkiye Ekonomisi” ...
22 Nisan - Göç Masası’nda Suriyeli sığınmacılar ve Türkiye ekonomisi konuşuldu Devamı22 Nisan - Göç Masası’nda Suriyeli sığınmacılar ve Türkiye ekonomisi konuşuldu
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Araştırmacı Hilal Köroğlu, UTESAV tarafından hazırlanan “Suriyeli Sığınmacılar ve Türkiye Ekonomisi” çalışmasını Göç Masası’nda konuştu.
https://www.youtube.com/watch?v=41h82pwZxEw
KapatKonuyu önce İYİ Parti Aydın Milletvekili Ömer Karakaş gündeme getirdi. Dünya Bankası'nın (DB) kredi anlaşması doğrultusunda, 2028’e kadar ...
22 Nisan - Ercüment Akdeniz, DB programında mülteci işçi planı başlıklı makalesini yayınladı Devamı22 Nisan - Ercüment Akdeniz, DB programında mülteci işçi planı başlıklı makalesini yayınladı
Konuyu önce İYİ Parti Aydın Milletvekili Ömer Karakaş gündeme getirdi. Dünya Bankası'nın (DB) kredi anlaşması doğrultusunda, 2028’e kadar Türkiye’de tarım alanında 11 bin Suriyeli sığınmacıya kadro verileceğini açıkladı. AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin konuyu Tarım Bakanı'na sorduğunu ve bunun gerçeği yansıtmadığını söyledi. Peki, işin aslı ne?
https://www.birgun.net/makale/db-programinda-multeci-isci-plani-523466
KapatAntalya'da Geri Gönderme Merkezi’nde açlık grevine başlayan 52 mültecinin dilekçesinde görevlilerin 'beyaz odada' işkence ...
20 Nisan - Antalya'da geri gönderme merkezinde işkence ve kötü muamele iddiası Devamı20 Nisan - Antalya'da geri gönderme merkezinde işkence ve kötü muamele iddiası
Antalya'da Geri Gönderme Merkezi’nde açlık grevine başlayan 52 mültecinin dilekçesinde görevlilerin 'beyaz odada' işkence yaptıkları, hastalara bakılmadığı ve açlıkla cezalandırıldıkları iddiası yer aldı. Türkiye’den sığınma hakkı isteyen ve iyi derecede Türkçe bilen İranlı mülteci Omid Eshagh, "İşkence Türkiye’de 90’lı yıllarda kalmış bir suç değil, hâlâ var. Burayı görmek istemezsiniz" ifadelerini kullandı.
Antalya Döşemealtı’nın Altınkale Mahallesi’nde, L Tipi Cezaevi yakınlarında bulunan Göç İdaresi Geri Gönderme Merkezi (GGM), 52 mültecinin toplu olarak imzaladıkları şikayet dilekçesindeki vahim iddiaların hedefinde. Avukat ve tanıklar tarafından savcılığa dilekçeler yazıldı, CİMER için şikayet başvuruları hazırlandı ancak ağır işleyen bir hak mücadelesi içinde, hasta, yaşlı, kadın, erkek, çocuk 400’e yakın mültecinin, koğuş düzeninde koridorlara ayrıldığı bu binadaki akıbetleri merak ediliyor.
İçeriden ilk haberi ulaştıran, ülkesinden 2015 yılında ailesinin siyasi durumu nedeniyle kaçıp Türkiye’den sığınma hakkı isteyen ve iyi derecede Türkçe bilen İranlı mülteci Omid Eshaghi oldu. Eshagi, son birkaç yıldır yaşadığı Antalya’da çalıştığı iş yerinden 50 gün kadar önce bir sabah alınıp bu binaya getirildi. İçişleri Bakanlığına bağlı GGM’de kaldığı 50 günün sonunda, burada sessiz sedasız yaşadıkları ortamı dışarı duyurmak için bir arkadaşından yardım istemeye karar verdi. Emanetteki telefonundan bir numara alma talebi günlerce reddedilse de sonunda bunu başardı ve Antalya’da yaşayan Türk vatandaşı bir arkadaşının numarasına ulaştı.
Ankesörlü telefondan arayıp yaptığı kısa bir telefon konuşmasında arkadaşı Suser Başaran’a, “Bize acil yardım et” dedi. Ölümün eşiğinde hastaların olduğunu, çocuk ya da yetişkin kimsenin hastaneye sevk edilmediğini, şiddet ve insanlık dışı koşullara direnip önceki gün açlık grevine başladıklarını anlattı. Diğerlerinin yardım için ulaşabilecekleri kimselerinin olmadığını söyleyip, acil yardım istediği bu telefon konuşmasında, “İşkence Türkiye’de 90’lı yıllarda kalmış bir suç değil, hâlâ var. Burayı görmek istemezsiniz” ifadesini kullandı.
Kapat
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi ve Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu, CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju ...
19 Nisan - İHD İstanbul Ve Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu: Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ayrımcılık suçu işliyor Devamı19 Nisan - İHD İstanbul Ve Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu: Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ayrımcılık suçu işliyor
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi ve Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu, CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın yabancı öğrencilere dönük “ayrımcı” söylemlerine ilişkin Beyoğlu’nda bulunan İHD dernek binasında basın toplantısı gerçekleştirdi.
İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, İHD İstanbul Şubesi ve Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu üyeleri olarak Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında ayrımcılık ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik suçlamasıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.
Yoleri, ayrımcı ötekileştirici yaklaşımların ve söylemlerin toplumsal nefreti körüklediği, bu nefretin toplumsal ya da bireysel düzeyde mültecilere yönelik nefret saldırılarına dönüştüğüne dikkat çekti. Yargıya ve Cumhuriyet Halk Partisi'ne çağrı yaptı.
https://twitter.com/dokuz8haber/status/1781286829439795263?t=L_wMFV4YWqAwOk8LaIb2qA&s=08
KapatSerbestiyet’ten Mustafa Ali Aykol’un haberi
31 Mart yerel seçimlerinden sonra bazı belediye başkanlarının ilk ...
18 Nisan - Yeni başkanlar işe Arapça tabeladan başladı: “İngilizce, Rusça tabelalara değil de Arapça tabelaya sinirlenmek bir suçüstü halidir” Devamı18 Nisan - Yeni başkanlar işe Arapça tabeladan başladı: “İngilizce, Rusça tabelalara değil de Arapça tabelaya sinirlenmek bir suçüstü halidir”
Serbestiyet’ten Mustafa Ali Aykol’un haberi
31 Mart yerel seçimlerinden sonra bazı belediye başkanlarının ilk icraatından biri, çoğunluğu Arapça olmak üzere ‘yabancı dillerdeki’ tabelaları kaldırmak ve yasaklamak oldu.
AK Parti’den CHP’ye geçen Kilis’te, belediyenin kararıyla şehirdeki Arapça tabelalar kaldırıldı ve iş yerlerine cezalar yazıldı.
Geçtiğimiz dönem AK Parti’den belediye başkanı seçilen fakat daha sonra istifaya zorlanan, 31 Mart’ta ise İYİ Parti’den belediye başkanı seçilen Rasim Arı’nın da ilk icraatından biri, Arapça tabelaların kaldırılıp yasaklanması oldu.
31 Mart seçimlerinde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen CHP’li Mustafa Bozbey de ilk Meclis toplantısında, Bursa’da faaliyet gösteren işyerlerinin tabelalarında yer alan yabancı ifadelerin Türkçe olarak değiştirilmesini önerdi ve teklif kabul edildi.
AK Parti’den CHP’ye geçen Beyoğlu Belediyesi’nin yeni başkanı İnan Güney ise yabancı dildeki tabelalarla ilgili soruya şu cevabı verdi:
“Bütün tabelalar kendi dilimizde olsun isterim. Ama gaddar bir belediye başkanı olmak istemiyorum. Bunları tartışıp ortak akılla karar vereceğiz. Artık daha ne kadar nargile kafe ruhsatı vereceğiz? Biz Beyoğlu kimliğini korumak istiyoruz.”
Yeni belediye başkanlarının uyguladığı tabela yasaklarını, siyasetçi ve akademisyen Ufuk Uras, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Sığınmacı Hakları Platformu üyesi Taha Elgazi, Serbestiyet’e değerlendirdi.
Sığınmacı Hakları Platformu üyesi Taha Elgazi: “Suriyeli esnaftan vergi alıp onun hakkını korumayan devlet yöneticilerinin sessiz kalması ırkçılık yapan belediye yöneticilerinin önünü açıyor.”
“Arapça tabelaların kaldırılması bana göre bir ırkçılığa, aşırı milliyetçiliğe dayanan bir uygulama. Ayrıca bu fikir, bu uygulama, bu yaklaşım Türkiye’nin eski yıllarındaki anti-Arap fikrini tekrar ortaya koyuyor. Çünkü yabancı dildeki tabelalarda bulunan kelimeleri kaldıracağını söyleyen belediyeler, her nedense sadece Arapça kelimelerin olduğu tabelaları kaldırıyor. Alanya’da, Antalya’da yüzlerce işyeri Rusça, Ukraynaca tabelalarla dolu. İstanbul’da yüzlerce işyerinde İngilizce, Çince, Rusça tabela var. Hatta bizim kendi vatandaşlarımızın bazı iş yerleri de İngilizce. Onlara da dokunulmadı. Büyük zincir dükkanlarda da (Burger King, Starbucks gibi) kimse tabelalara takılmıyor.
“Bu konunun iki yüzü var. Birincisi, özellikle Arap ve Suriyeli göçmenlerin hedef alınması. Bunları gitgide Türkiye’den gitmeye zorlamaktır. Birinci amaç bence bu.
“İkinci amaç ise, Göç İdaresi Başkanlığı’nın kendi açıkladığı resmi karar ve yazıyla ,herhangi bir tabelada yabancı dil yüzde 25’e kadar mümkündür. Göç Başkanlığı’nın açıklamasında yabancı dil denildiğinde bütün dillerin dahil olduğunu görüyoruz. Ama biz belediyelerde Arapça tabelalar kaldırılırken bu tabelaların birçoğunda Arapça kelimelerin yüzde 25’ten daha düşük olduğunu görüyoruz. Yani işletme sahipleri Göç İdaresi Başkanlığı’nın kararına uysa dahi belediyeler bu tabelaları kaldırabiliyor. Peki o zaman şunu sormak istiyorum: Bir yabancı, bir Arap, bir Suriyeli, devletin kurumlarına vergi yatırırken, bütün idari işlemleri 10/10 yaparken, devletin kurumları burada görevini yerine getiriyor mu?
“Devlete bağlı olan kurumlar vergi konusunda, para alma konusunda yabancıları görüyorlar, ama yabancı kişilerin hakkını savunma konusunda devlet kurumları ve yöneticileri ortadan kayboluyorlar. Burada ne yazık ki sadece belediye yöneticilerinin yaptığı ırkçılık değil bizi üzen; asıl üzen ikinci nokta, yani devlet kurumlarının sessizliği. Bir yönetici çıkıp da ‘Bu Suriyeli esnafın tabelasını kaldıramazsınız’ demiyor. Ya da bir yönetici çıkıp ‘Bu esnaf tüm vergilerini ödüyor, görevlerini yapıyor, tabeladaki Arapça yazı oranı da yüzde 25’ten daha düşük, bu tabelayı kaldıramazsınız’ demiyor. Onların sessiz kalması, ırkçılık yapan belediye yöneticilerinin önünü açıyor.”
Ufuk Uras: “İngilizce, İspanyolca tabelalara değil de Arapça tabelaya sinirlenmek bir suçüstü halidir”
“Arapça tabela varsa, bu yönde bir talep olduğu içindir. Belediyelerin görevi hizmet sunumunu engellemek değil kolaylaştırmaktır.
“Nasıl Avrupa’ da ırkçılar Türkçe tabelalara tepki gösteriyorsa, her yerde tabela ırkçılığına karşı tutum almak gerekir.
“Sakıncalı dil, tabela kültür olmaz, sakınmamız gereken başka dil ve göstergelere yönelik ayrımcılık ve nefret söylemidir.
“Sadece şeytan değil ırkçılık da ayrıntıda ve tabelalarda gizlidir.
“Bu işlerin fikir babası olan ırkçı katil Breivik manifestosunda bu türden neo-Nazi söylemlerini detaylarıyla gerekçelendirmiştir. Her ahval ve şartta bu sapkın fikirlerle mücadele edilmelidir.
“İngilizce, İspanyolca tabelalara değil de Arapça tabelaya sinirlenmek bir suçüstü halidir. Çok deşerseniz ‘bizi arkadan vurdular’a kadar gider ki bu da aslı astarı olmayan bir rivayettir. Mekke şerifi dışında bu iddiayı doğrulayan bir örnek de yoktur.”
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek: “CHP on yıllardır kendisine oy veren Alevi Arap vatandaşlardan, Nusayrilerden de utanmıyor; onları rencide edeceği kaygısını da taşımıyor”
“CHP’nin Arap düşmanlığı yeni değil ve bu anlamda bir haber değeri yok. Ama kötülüğün uluorta ve en kaba haliyle sergilenmesi anlamında pornografik bir ırkçılıkla ünlenmiş, nefret söylemini uluorta yaparak kötülüğü sıradanlaştırmış, dahası bununla övünen ayrımcı ve ırkçı isimleri tekrar aday gösterilmesinin bazı demokratları şaşırtmasının bir haber değeri olabilir.
“Arapça tabela yasağı Araplığı İslamla özdeşleştiren ve bu yüzden Araplara düşmanlık eden İslamofobik ruh halinden mi kaynaklanıyor, yoksa basitçe ırkçılıktan mı, tartışılır. Sonuçta her iki durumda da nefretle malul hastalıklı bir ruh halinden, patolojik bir zihniyetten söz ediyoruz. CHP on yıllardır kendisine oy veren Alevi Arap vatandaşlardan, Nusayrilerden de utanmıyor; onları rencide edeceği kaygısını da taşımıyor. Her koşulda inancın ağır basacağından, onların kendisine oy vereceğinden emin ve dolayısıyla onları kırmaktan bir rahatsızlık duyuyor gibi görünmüyor. Bu tespiti doğru olabilir; onların oyunu alır yine almasına, ama birinin gözünün içine bakarak onun diline hakaret etmek nasıl bir ruh halidir, üstünde düşünmek gerek.
“Ama mesele sadece CHP değil. CHP, Zafer Partisi ve diğer ayrımcı ırkçı odaklar ne yaparsa yapsın, bu hukuk devletinin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Araplara yönelik ayrımcı ırkçı tutumlar, onlara yönelen şiddet ve fiziksel saldırılar esas olarak hukukun gereğinin yapılmamasından ve ayrımcılık yasağının işletilmemesinden kaynaklanıyor. Hukukun gereğini yapmamak ve kötülüğe taviz vermek ise onu bir adım sonrasına taşıyor. Bu anlamda ahlaken ne kadar kötü bir pozisyonda olursa olsun yarın yaşanacaklardan dolayı CHP sorumlu tutulmayacak; bu kötülüğü engellemek için hukukun gereklerini yapmayan devlet sorumlu olacak. Ben de bir vatandaş olarak hangi ırkçı, ayrımcı parti ne yapıyor ona değil, sorumluluk makamındaki kişilere, hükümete ve devlete bakarım ve esas olarak hakları korumayı ondan beklerim.”
KapatAnkara Kızılay’da polis baskınları sonucu kapanan Saab Cafe’nin Somalili işletmecilerinden Muhammed İsa Abdullah’ın baskınlarla ilgili başvurduğu ...
17 Nisan - Mahkeme, Kızılay’daki kafesi polis baskısıyla kapanan Somalili Muhammed’e “ayrımcılık yapıldığına” karar verdi Devamı17 Nisan - Mahkeme, Kızılay’daki kafesi polis baskısıyla kapanan Somalili Muhammed’e “ayrımcılık yapıldığına” karar verdi
Ankara Kızılay’da polis baskınları sonucu kapanan Saab Cafe’nin Somalili işletmecilerinden Muhammed İsa Abdullah’ın baskınlarla ilgili başvurduğu TİHEK’ten (Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu) “ihlal olmadığı” kararı çıkmıştı. İdare mahkemesi, TİHEK kararının iptali için açılan davada, başvurudaki “kolluk kuvvetleri uygulamalarının Somalili olmasından kaynaklandığı” maddesini kabul etti. Eşit Haklar İçin İzleme Derneği: “Mahkeme, Mohamed’e ayrımcılık yapıldığına karar verdi.” Muhammed İsa Abdullah: “Ümmetçilik naraları atanların ölü taklidine şahit olduk.”
Kapat
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İki Tacik aktivistin Türkiye’den sınır dışı edilmesi durumunda işkence ve kötü muameleye maruz ...
16 Nisan - HRW'den Tacik aktivistleri sınır dışı etmeye hazırlanan Türkiye'ye 'işkence' uyarısı Devamı16 Nisan - HRW'den Tacik aktivistleri sınır dışı etmeye hazırlanan Türkiye'ye 'işkence' uyarısı
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İki Tacik aktivistin Türkiye’den sınır dışı edilmesi durumunda işkence ve kötü muameleye maruz kalma riskinin çok yüksek olduğunu açıkladı.
Dört yıldır Türkiye’de yaşayan ve geçtiğimiz ay tutuklanan iki Tacik aktivistin Tacikistan’a gönderilme durumlarında işkence ve kötü muameleyle karşılaşabilecekleri belirtilerek, bu sebeple Türkiye’nin iki Tacikistan vatandaşını sınır dışı etmemesi çağrısı yapıldı.
Tacikistan’da siyasi muhalefet hareketlerinden Group 24’ün tanınmış üyeleri Suhrob Zafar ve Nasimjon Sharipov, Tacikistan’ın isteği üzerine 19 Mart’ta göz altına alındı. Tacikistan İçişleri Bakanlığı sözcüsü Umarjon Emomali Türkiye’ye, Tacik aktivistleri iade edin çağrısı yaptı.
Bunun üzerine Norveç Helsinki Komitesi ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Tacikistan’da siyasi tutukluların işkenceye maruz kaldıklarını belgeleyerek Tacik aktivistlerin serbest bırakılması gerektiği ve sınır dışı edilmemeleri vurgusu yaptı. Ayrıca Tacikistan’da son yıllarda insan hakları savunucularının ve muhalefet grupların engellendiği ve cezaevine gönderildikleri belirtildi.
Group 24 adlı muhalif siyasi hareket Tacikistan hükümeti tarafından 'terörist' grup olarak tanımlanmasına rağmen Rusya ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan Tacik göçmenler tarafından büyük destek alıyor.
KapatBolu Belediye Başkanı CHP’li Tanju Özcan Bolu’ya Afrika ülkelerinden öğrencilerin getirildiğini belirterek “Bu şekilde gelmiş olan ...
16 Nisan - Bolu'da göçmen öğrencilere ayrımcı uygulama Devamı16 Nisan - Bolu'da göçmen öğrencilere ayrımcı uygulama
Bolu Belediye Başkanı CHP’li Tanju Özcan Bolu’ya Afrika ülkelerinden öğrencilerin getirildiğini belirterek “Bu şekilde gelmiş olan öğrencilerin, otobüs biletlerine astronomik bir zam yapacağız" dedi.
https://www.evrensel.net/haber/515942/boluda-gocmen-ogrencilere-ayrimci-uygulama?a=fbc52
KapatCHP’li Kilis Belediye Başkanı Hakan Bilecen’in talimatıyla Kilis Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı zabıta ekipleri, ...
14 Nisan - CHP’li Kilis belediye başkanının ilk hizmeti ırkçılık oldu Devamı14 Nisan - CHP’li Kilis belediye başkanının ilk hizmeti ırkçılık oldu
CHP’li Kilis Belediye Başkanı Hakan Bilecen’in talimatıyla Kilis Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı zabıta ekipleri, işyerlerindeki Arapça tabela ve posterleri sökme işlemine başladı.
KapatAvrupa Birliği'nin göç politikasına ilişkin hazırladığı kapsamlı Göç ve İltica Anlaşması’nı oluşturan 10 yönetmelik ve ...
11 Nisan - Avrupa Parlamentosu kapsamlı “Göç ve İltica Anlaşması”nı kabul etti Devamı11 Nisan - Avrupa Parlamentosu kapsamlı “Göç ve İltica Anlaşması”nı kabul etti
Avrupa Birliği'nin göç politikasına ilişkin hazırladığı kapsamlı Göç ve İltica Anlaşması’nı oluşturan 10 yönetmelik ve direktif, yıllar boyunca süren zor müzakerelerin ardından, AP milletvekilleri tarafından görüşülerek kabul edildi.
Avrupa Parlamentosu seçimlerine iki aydan kısa süre kala onaylanan yeni Göç ve İltica Anlaşması, özellikle AB’de güçlendirilmiş sınır kontrolleri, yeni sınır prosedürleri ve AB üyeleri arasında göçmenleri zorunlu paylaşma gibi, sığınmacıların Avrupa topraklarına gelişiyle ilgili yeni kurallar ve önemli değişiklikler içeriyor.
Görüşmeler, anlaşmaya karşı çıkan aktivistlerin Genel Kurul izleme bölümüne sızmayı başarması nedeniyle, kısa bir kesintinin ardından, akşam geç saatlerde tamamlandı. Anlaşma hükümlerini 100’den fazla STK kınarken, izleme bölümüne girmeyi başaran aktivistler oylama sırasında “Anlaşma öldürüyor, hayır oyu kullan" sloganları attı.
AP’de grubu bulunan radikal sol ve aşırı sağ milletvekilleri Göç ve İltica Anlaşması’na karşı oy kullandı, bazı sol gruba mensup milletvekilleri de çekimser kaldı. Anlaşma için üç büyük grup sağcı Avrupa Halk Partisi, Sosyalist Grup ve liberaller Renew grubu oy kullandı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB dönem Başkanı Belçika Başbakanı Alexander de Croo ile kararın hemen ardından bir basın toplantısı düzenleyerek, “Tarihin bir sayfasını yazdık. On yılı aşkın süredir bunun üzerinde çalışıyoruz. Biz sözümüzü tuttuk. Dayanışma ve sorumluluk arasında bir denge kurduk” dedi. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de, anlaşmayı, “Bu Avrupa için çok büyük bir adım” diye tanımladı.
Dört yılı aşkın süredir anlaşma üzerindeki çalışmaları yöneten AB İçişleri Komiseri Ylva Johansson, anlaşmanın kabul edilmesinin ardından, “Uzlaşma cesaretine sahip olduğunuz için teşekkür ederiz. Bu büyük bir başarı, gurur verici bir an. Bu metin, günümüzde düzensiz göçün yönetilme biçiminde önemli bir fark yaratacaktır. Bir yandan sınırlarımızı korurken diğer yandan savaş ve zulümden kaçan insanlara koruma sağlayacağız” dedi.
Suriyeli göçmenler ve yükselen aşırı sağ
AP’nin kabul ettiği reform, 2015’te Suriye savaşının ardından 2 milyon sığınmacının Avrupa kapılarına dayanmasıyla, Afrika’yı terk ederek hayatı pahasına Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışan binlerce kişinin denizde boğulmasıyla yaşanan dramın ardından patlak veren kriz nedeniyle hazırlanmaya başlandı.
Göç akını karşısında İtalya, Yunanistan ve Malta gibi sınır ülkeleri isyan ederek, diğer AB ülkelerinden de göçmenlerin sorumluluğunu paylaşmasını istedi. Kriz nedeniyle özellikle Avrupa’da aşırı sağın ve AB karşıtı popülist partilerin güçlendiğini gören AB Komisyonu, yaklaşık 8 yıl süren zor müzakerelerin ardından bir uzlaşma metni oluşturdu.
Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen'in göç kurallarında reform yapılmasına yönelik ilk teklifini 23 Eylül 2020'de sunmasından bu yana, yalnızca Avrupa Birliği'nin bir uzlaşma yakalaması bile 3 yıldan fazla sürdü.
AB ülkeleri yeni anlaşma ile 2015-2016 krizinden bu yana ilk kez, ortak kurallar benimseyerek, göçmen girişlerini kaydeden ülkelerle dayanışmayı kabul etti.
Anlaşma, AB liderlerinin de onayını aldıktan sonra 2026’da yürürlüğe girecek. Avrupa Komisyonu Haziran ayına kadar bir uygulama planı sunacak.
Sınırda filtreleme
AB’nin yeni Göç ve İltica Anlaşması reformu, “cephe hattındaki ülkelerin sorumluluğu” ve “diğer üye devletlerin çok güçlü göç baskısına maruz kalan ülkelerle dayanışması” olmak üzere, iki ayak üzerinde hazırlandı.
Somut olarak anlaşma, AB'nin dış sınırlarında sığınmacıların zorunlu olarak “filtrelenmesini” öngörüyor. Buna göre, AB’nin kapısına dayanan bir kişinin kimlik tespiti, sağlık ve güvenlik kontrolleri, parmak izi alma ve Eurodac veri tabanına kaydı 5 gün içerisinde gerçekleştirilecek.
Sığınma hakkı alma şansı düşük olanlar, geldikleri ülkenin durumu da göz önünde bulundurularak, içeride değil, dış sınırlarda AB tarafından finanse edilen bu gözaltı merkezlerinde tutulacak.
Bu merkezlerde toplamda 30 bin yer oluşturulacak. Her durumda, sığınma başvuruları, itirazlar da dahil olmak üzere 6 ay içinde işleme alınmak zorunda olacak. Bu düzenlemeyle amaç, sığınma hakkı reddedilenlerin, içeriye girmeden, hızlı ve kolay bir şekilde geri gönderilmesi.
Zorunlu dayanışma katkısı
Ülkelerin, sığınma taleplerini analiz etmeleri için altı haftaları olacak. Eğer reddedilirse, devletler bunları altı ila on hafta içinde iade edebilecek. Göç baskısının ani bir şekilde artması durumunda, ön saflarda yer alan ülkeleri rahatlatmak amacıyla üye devletler arasındaki dayanışma mekanizmaları devreye girecek.
AB'ye katılmak üzere giriş yapan sığınmacıdan, “ilk giriş yaptığı ülkenin sorumlu olması ilkesi” (Dublin Anlaşması) korundu. Ancak, bu ülkeler üzerindeki baskıyı azaltmak için, üye devletler ya yılda 30 bin sığınmacıyı almayı kabul edecek, ya da her sığınmacı başına 20 bin Euro dayanışma katkısı yapmak zorunda kalacak.
STK’lar öfkeli: “İnsanlık dışı ve tehlikeli”
Avrupalı liderlerin büyük bir kısmı bu oylamayı memnuniyetle karşılarken, diğer aktörler bunu kınadı. Yaklaşık 160 STK ve konu üzerinde çalışan uzmanlar anlaşmanın reddedilmesi çağrısı yatı. STK’lar, anlaşma ile zorunlu sınır prosedürlerinin getirilmesinin, “tehlikeli, insanlık dışı, pratik olmayan ve etkisiz” düzenlemeler olduğunu savunuyor.
KapatAkdeniz'i geçmeye çalışan bir mülteci teknesinin alabora olması nedeniyle biri çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği ...
11 Nisan - Akdeniz'de göçmen teknesinin batması sonucu 9 kişi öldü Devamı11 Nisan - Akdeniz'de göçmen teknesinin batması sonucu 9 kişi öldü
Akdeniz'i geçmeye çalışan bir mülteci teknesinin alabora olması nedeniyle biri çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi.
Afrika'dan Avrupa'ya geçişte sıkca kullanılan göç güzergahlardan Orta Akdeniz'de göç akışı ve buna bağlı olarak tekne kazaları yaşanmaya devam ediyor.
İtalyan ANSA ajansının haberine göre, Akdeniz'in Malta arama-kurtarma bölgesinde (SAR) batan bir tekneye İtalya Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipleri müdahale etti.
İtalya Sahil Güvenliği, 22 kişiyi kurtarırken, biri çocuk 9 kişinin cesedini tekneden çıkardı.
Kurtarılanların ilk ifadelerinde, teknenin battığı sırada denizde kaybolan başka insanlar olduğunu ve bunların sayısının da bilinmediğini aktardığı belirtildi.
Hayatını kaybeden 9 kişi arasında hipotermiden ölenler olduğu kaydedildi.
Lampedusa Belediye Başkanı Filippo Mannino da son yaşanan tekne kazasına dair yaptığı açıklamada, denizdeki bir "trajedinin" daha adalarını sarstığını belirterek, "Aralarında küçük bir kızın da bulunduğu 8 ölü az önce getirildi. Bu, artık bitmek bilmeyen bir sayım haline geldi. Deniz koşulları berbat ve insan tacirleri bu zavallı, çaresiz insanları suyun üstünde bile duramayan küçük teknelerle göndermeye devam ediyor. Her zaman aynı hikaye. Pek çok kişi denizde ölmek için para ödüyor" ifadelerini kullandı.
Bu arada, Uluslararası Göç Örgütünün (IOM) kayıp mültecilere yönelik verilerine göre, Orta Akdeniz'de yılbaşından 8 Nisan'a kadar 385 mülteci denizde kayboldu.
İtalya İçişleri Bakanlığı verilerine göre ise bu yıl 1 Ocak-10 Nisan döneminde ülkeye denizi aşarak gelen mülteci sayısı 15 bin 774 oldu. Geçen yıl aynı dönemde bu sayı, 31 bin 128 idi.
https://www.evrensel.net/haber/515540/akdenizde-bir-multeci-teknesi-batti-9-kisi-hayatini-yitirdi
Kapat
Gazeteci Ercüment Akdeniz anlatıyor:
10 Nisan - Bayramların birlik, beraberlik temasında “unutulan göçmenler" - Konuşma Zamanı - İlkeTV Devamı
10 Nisan - Bayramların birlik, beraberlik temasında “unutulan göçmenler" - Konuşma Zamanı - İlkeTV
Gazeteci Ercüment Akdeniz anlatıyor:
https://www.youtube.com/watch?v=y6jtYNf8Kqs
Kapat31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin ardından mazbatasını alan Belediye Başkanı Arı’nın talimatıyla Nevşehir Belediyesi Zabıta ...
10 Nisan - İYİ Parti'ye geçen Nevşehir Belediyesi, şehirdeki Arapça tabelaları kaldırıyor Devamı10 Nisan - İYİ Parti'ye geçen Nevşehir Belediyesi, şehirdeki Arapça tabelaları kaldırıyor
31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin ardından mazbatasını alan Belediye Başkanı Arı’nın talimatıyla Nevşehir Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı zabıta ekipleri, Arapça tabelalı iş yerlerine yönelik denetim başlattı. Yapılan denetimlerde zabıta ekipleri, işyerlerinde Arapça tabela bulunan esnaflara bu tabelalarını 5 Nisan Cuma gününe kadar kaldırmaları uyarısında bulundu. Zabıta ekipleri, 5 Nisan 2024 Cuma gününe kadar kaldırılmayan Arapça tabelalar hakkında işyeri sahiplerine idari para cezası uygulayarak tabelaları sökecek.
Kapatİnsan hakları kuruluşları, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 2016'da imzalanan Mültecilerin Geri Kabulü Anlaşması nedeniyle Hollanda devleti ...
8 Nisan - Türkiye ile imzalanan göç anlaşması nedeniyle Hollanda aleyhine dava açıldı Devamı8 Nisan - Türkiye ile imzalanan göç anlaşması nedeniyle Hollanda aleyhine dava açıldı
İnsan hakları kuruluşları, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 2016'da imzalanan Mültecilerin Geri Kabulü Anlaşması nedeniyle Hollanda devleti aleyhine dava açtı.
Dava dilekçesinde, Hollanda’nın AB Dönem Başkanlığı sırasında Türkiye ile yapılan anlaşma nedeniyle, onbinlerce sığınmacının Yunan adalarındaki kamplarda korkunç koşullar altında mahsur kaldığı savunuldu.
Uluslararası örgütler, anlaşmayı imzalayan AB üyesi ülkeleri de, “mülteci korumasını Türkiye'ye yaptırarak, uluslararası hukuk kapsamındaki sorumluluklarından kurtulmaya çalışmakla” suçluyor.
Hollanda hükümeti, sivil toplum kuruluşlarının suçlamaları üzerine geçen yol Eylül ayında, Türkiye ile imzalanan anlaşmaya ilişkin sorumluluk kabul etmediğini açıklamıştı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cjrj404r5wjo
KapatOkulun, göç ve iltica alanında çalışan veya çalışmak isteyen, başta insan hakları savunucuları olmak üzere herkese açık olduğu ...
7 Nisan - İzmir Mülteci Dayanışma Platformu tarafından "Mülteci Hakları" okulu düzenleniyor Devamı7 Nisan - İzmir Mülteci Dayanışma Platformu tarafından "Mülteci Hakları" okulu düzenleniyor
Okulun, göç ve iltica alanında çalışan veya çalışmak isteyen, başta insan hakları savunucuları olmak üzere herkese açık olduğu belirtildi. Okulun amacı, katılımcıların alana ilişkin temel bilgileri hatırlamalarına ve bilgilerinin güncellenmesine destek sağlamak.
Eğitimler Hak İnisiyatifi Derneği salonunda gerçekleştirilecek.
Tarih: 17 Nisan, 24 Nisan, 2 Mayıs, 8 Mayıs, 15 Mayıs
Saat: 18:30-20:00
Adres: Fevzipaşa Bulvarı, 148/1 Necipoğlu İşhanı 8/805 Çankaya, İzmir
Sorular ve iletişim için: izmirmultecidayanismaplatformu@gmail.com
KapatErzincan L Tipi Kapalı Cezaevinden 12 Mart’ta tahliye edilen mülteci Ali Veli (19), cezaevi çıkışında sınır dışı edilmek için geri ...
3 Nisan - Suriyeli mülteci Ali Veli'den günlerdir haber alınamıyor Devamı3 Nisan - Suriyeli mülteci Ali Veli'den günlerdir haber alınamıyor
Erzincan L Tipi Kapalı Cezaevinden 12 Mart’ta tahliye edilen mülteci Ali Veli (19), cezaevi çıkışında sınır dışı edilmek için geri gönderme merkezine (GGM) götürülmek üzere jandarmaya teslim edildi. Ancak ailesi, Ali Veli’den günlerdir haber alamıyor.
1 Nisan’da basına yansıyan görüntülerde mülteci Ali Veli’ye işkence yapıldığı görülüyor. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre 19 yaşındaki Ali Veli’ye yapılan işkence görüntülerini Qamişlo’daki ailesine gönderen kimliği belirsiz kişiler, Türkiye’ye ait bir cep telefonu numarasıyla aileyi arayıp tehditler sıraladı. Tehditlerden sonra oğlundan haber almadığını belirten anne Mûsa, “Oğlum adını bilmediğimiz bir kampta esir tutuluyor” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE’de göçmenlere dönük şiddeti değerlendiren Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu Üyesi Av. Mahmut Kaçan, “Mültecilerin adalet sistemine, avukata erişim konusunda sorunları var. GGM’lerde çok az sayıda mülteci avukat desteğine ulaşabiliyor” diye konuştu. Mültecilere dönük hak ihlallerinin uygulayıcılarının da cezasızlıktan cesaret aldığını söyleyen Av. Kaçan, “Çoğu mülteci kayıtsız olduğu için şikayette bulunamıyor. Şikayet ettiklerinde sınır dışı edileceklerinden kaygı duyuyorlar” dedi.
KapatİYİ Parti'den Nevşehir Belediye Başkanı seçilen Rasim Arı, kentteki Arapça tabelaların kaldırılması talimatı verdi. Ekipler, iş yerlerinde ...
3 Nisan - İYİ Partili ırkçının ilk hedefi ''Arapça tabelalar'' oldu Devamı3 Nisan - İYİ Partili ırkçının ilk hedefi ''Arapça tabelalar'' oldu
İYİ Parti'den Nevşehir Belediye Başkanı seçilen Rasim Arı, kentteki Arapça tabelaların kaldırılması talimatı verdi. Ekipler, iş yerlerinde Arapça tabela bulunan esnafa tabelalarını 5 Nisan Cuma gününe kadar kaldırmaları uyarısında bulundu.
Zabıta ekipleri, bu tarihe kadar kaldırılmayan Arapça tabelalarla ilgili işyeri sahiplerine idari para cezası uygulayarak tabelaları sökecek.
KapatCHP'den Uşak Belediye Başkanı seçilen Özkan Yalım: ''Hiçbir Afgan’a, Suriyeliye işyeri açma ruhsatı vermeyeceğim. Ben artık ...
3 Nisan - CHP’li belediyelerde yeni Tanju Özcan’lar göreve başladı Devamı3 Nisan - CHP’li belediyelerde yeni Tanju Özcan’lar göreve başladı
CHP'den Uşak Belediye Başkanı seçilen Özkan Yalım: ''Hiçbir Afgan’a, Suriyeliye işyeri açma ruhsatı vermeyeceğim. Ben artık mülteci istemiyorum. En ufak bir yanlış yapanı kulağından tutup atmazsam şerefsizim'' dedi.
https://twitter.com/B_Kurbanoglu/status/1775635328524542229?t=WvRuyxHbQxCxYu1lOJOtWQ&s=19
KapatŞanlıurfa Barosu, Şanlıurfa İl Göç İdaresi ve GGM’deki hukuksuzlukları Kamu Denetçiliği Kurumuna şikayet etti.
3 Nisan - Şanlıurfa Geri Gönderme Merkezindeki hukuksuzluklar Devamı
3 Nisan - Şanlıurfa Geri Gönderme Merkezindeki hukuksuzluklar
Şanlıurfa Barosu, Şanlıurfa İl Göç İdaresi ve GGM’deki hukuksuzlukları Kamu Denetçiliği Kurumuna şikayet etti.
https://x.com/B_Kurbanoglu/status/1775643072442867828?t=RPa6YsQVjPgy-ojxs6VZLg&s=08
KapatTarsus-Adana-Gaziantep (TAG) Otoyolu'nun Küllü Mahallesi yakınlarındaki bir dinlenme tesisinde uygulama yapan polis ekipleri, yakıt tankerini ...
30 Mart - Antep'te yakıt tankerinde 2'si ölü, 7'si baygın 52 mülteci bulundu Devamı30 Mart - Antep'te yakıt tankerinde 2'si ölü, 7'si baygın 52 mülteci bulundu
Tarsus-Adana-Gaziantep (TAG) Otoyolu'nun Küllü Mahallesi yakınlarındaki bir dinlenme tesisinde uygulama yapan polis ekipleri, yakıt tankerini durdurdu.
Arama yapan ekipler, tankerin içesinde Afganistanlı 52 mülteci olduğunu fark etti.
Ekipler tarafından tankerden çıkarılan mültecilerden 2'sinin hayatını kaybettiği, 7'sinin ise yarı baygın halde olduğu belirlendi.
Hayati tehlikelerinin bulunduğu öğrenilen 7 mülteci, sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından ambulanslarla hastaneye kaldırıldı. Diğer mülteciler Yeşilvadi Şehit Ersan Gürpınar Polis Merkezi Amirliğine götürüldü.
Aracın sürücüsü ise gözaltına alındı.
https://www.evrensel.net/haber/514605/antepte-yakit-tankerinde-2si-olu-7si-baygin-52-multeci-bulundu
Kapat
Bekir Berat Özipek
Türkiye’deki 300.000 uluslararası öğrenciyi ülkeye kazandırmak için dünyanın ...
29 Mart - Şimdi de uluslararası öğrenciler hedefte Devamı29 Mart - Şimdi de uluslararası öğrenciler hedefte
Bekir Berat Özipek
Türkiye’deki 300.000 uluslararası öğrenciyi ülkeye kazandırmak için dünyanın dört bir yanına gidip ailelerle ve çeşitli devletlerin yetkilileriyle görüşüp onları ikna eden insanların yıllar boyunca verdikleri emeklerin bir anda berhava edilmesi için geçtiğimiz Cuma günü ilk darbe vuruldu. Eğer Türkiye bu kötülüğe de teslim olursa, kaybettiği sadece uluslararası öğrencilerle gelen yıllık 3 milyar dolardan ibaret olmayacak.
Geçtiğimiz günlerde uluslararası öğrencileri hedef alan bir odak tarafından medya üzerinden bir trol saldırısı başlatıldı. Karabük Üniversitesinde “Afrikalı bir öğrenciden hastalık kapanlar” gibi bir “mesele” üzerinden, pek çoğunun önceden hazırlandığı anlaşılan resim ve videolarla, aynı mesaj farklı biçimlerde tekrarlanarak bir anda sosyal medya gündeminin üst sıralarına taşındı. Ve üstünden saatler geçmeden uluslararası öğrencilere yönelik sataşmalar başladı.
Öncelikle bir tespit yapmak gerek: Bu tür medya saldırıları başladığında o nefret seline başka ayrımcı veya ırkçıların da katılması, odağı kaybettirmemeli; bunun kolektif biçimde hareket eden bir sosyal medya şebekesi tarafından başlatılıp, esas olarak onlar tarafından sürdürüldüğünü görmeyi engellememeli.
Görünen o ki, mülteci meselesinde, ülkeden ayrılmak durumunda bırakılan Arap turistler ve yatırımcılar meselesinde yaşananlar şimdi de uluslararası öğrenciler üzerinden yaşatılmak isteniyor. Bu kez de uluslararası öğrenciler HIV, uyuşturucu ve seks ile zihinlere kodlanarak hedef haline getirilmek isteniyor. Siyahlara karşı ırkçı tepki fanatik holigan grupların da katılımıyla şiddete dönüştürülmeye çalışılıyor.
Pek çok suçun işlenmesinin yollarını döşeyen olağanüstü sinsi ve zalimane bir örgütlü kötülükle karşı karşıyayız. Suriyelilere ve Afganistanlılara yönelik ayrımcı ve ırkçı dezenformasyon ve onu takip eden saldırıların bir önceki aşamasına çok benzer bir ortam, bugünlerde uluslararası öğrencilerle ilgili oluşturuluyor.
Türkiye’nin yumuşak karnı
Sosyal medyanın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu epeydir fark eden ve uzan zamandır zehir saçan odakların bunu sadece ırkçı veya ayrımcı oldukları veya hükümeti yıpratma adına bütün bir ülkeye zarar vermeyi göze aldıkları için mi yaptıkları yoksa başka devletler adına Türkiye’nin önünü kesip ona zarar verecek operasyon mu yürüttükleri tartışılsa da sonuçta verdikleri muazzam zarar tartışılmayacak ölçüde açık.
Eğer Türkiye bu kötülüğe de teslim olursa, kaybettiği sadece uluslararası öğrencilerle gelen yıllık 3 milyar dolardan ibaret olmayacak. İnsani, ahlaki, kültürel, bölgesel ve diplomatik bakımlardan ise Türkiye’nin kayıpları rakamsallaştırılabilir olanın çok ötesine geçecek.
Bir sorun nasıl yoktan var edilir?
Uluslararası öğrencileri ülkeye kazandırmak için dünyanın dört bir yanına gidip ailelerle ve çeşitli devletlerin yetkilileriyle görüşüp onları ikna eden insanların yıllar boyuna verdikleri emeklerin bir anda berhava edilmesi için geçtiğimiz Cuma günü ilk darbe vuruldu.
Bu darbe, olmayan bir sorunun nasıl üretilebileceğini, “uluslararası öğrenciler”den bir “uluslararası öğrenciler sorunu”nun nasıl türetilebileceğini ve “kara,” “marsık,” “zenci,” “hastalıklı” gibi nitelemelerle siyah öğrencilerin varoluşlarının nasıl sorunlaştırılabileceğini gösterdi. Cuma itibarıyla yüzbinlerce zihne bunun ilk tohumları atıldı. Cinsellikle örülmüş bir dille yeniden tanımlanan siyahlık, sadece onları yazanların hastalıklı fantezilerinden ibaret midir tartışılabilir ama bunun uluslararası öğrencileri bir sürü suça eğilimli veya kriminal unsurun hedefi haline getireceği tartışılmaz.
Sabotaj yapan odak ilk aşamada başarılı
Bunu gerçekleştiren odak açısından ilk aşamada açık bir başarıdan söz edebiliriz. Ve bu ilk aşamayı başarıyla geçtikten sonra kendiliklerinden durmalarını beklemek saflık olur. Eğer önlem alınmazsa gerisinin de geleceğini başka meselelerde defalarca yaşayarak gördük. Eğer yarım yamalak bir önlem alınırsa bunun hiç işe yaramayacağını ve bir sonraki darbenin daha etkili olacağını öngörmek mümkün.
Ama bundan ibaret değil.
Bu olduğunda, onlar sessizce geri çekilirken bu kez de onlarla görev bölüşümü yapmışçasına Türkiye’de her olumsuzluğu anında bölge ülkelerine onların dillerinde aktaran başka bir medya devreye girecek ve onlar da “Türkiye’ye öğrenci göndermeyin” propagandası yapacak. Ve bunu yaparken de ellerinde bol miktarda malzeme olacak.
Tıpkı bir makasın birbirini tamamlayan iki bıçağından ikincisinin işlevinde olduğu gibi. Arap turistlere, mültecilere ve yatırımcılara da aynısı yapıldı. O zaman buna izin verilmemiş olsaydı, hukukun gerekleri uygulanmış olsaydı, bugün birileri aynı işe kalkışmazdı.
Kaybedeceklerimiz hakkında kısa bir bilgi
Günümüz dünyasında uluslararası öğrenciler ülkeler için maddi ve kültürel anlamda devasa bir zenginlik kaynağını temsil ediyor.
Öncelikle uluslararası öğrencilerle üniversite nosyonuna içkin olan evrenselliğin en temel gereklerinden biri gerçekleşmiş oluyor ve başka hiçbir katkısından söz edilmese bile tek başına bu yeterli.
İktisadi açıdan ele aldığımızda ise ülkeler için devasa bir ekonomik kaynaktan söz ediyoruz. Prof. Dr. Talip Küçükcan, küresel yükseköğretim ekonomisinin 370 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip olduğunu vurguluyor. ABD 1 milyon uluslararası öğrenciden 40 milyar dolardan fazla kazanıyor. İngiltere 600.000 öğrenciden 25 milyar sterlin kazanıyor. UDEF Raporu, sadece bu ülkelerin değil, Kıbrıs ve Malta gibi ülkelerin ekonomilerine de bu yoldan önemli bir gelir sağlandığından söz ediyor.
Uluslararası öğrenciler ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesine, kamu diplomasisine ve çok boyutlu karşılıklı yarar sağlayan iletişim ağlarının kurulmasına da önemli katkı sağlıyorlar.
Türkiye 300.000 uluslararası öğrenciyle, bu konuda gecikmeli de olsa yerini almaya çalışıyor. Ama son yaşadıklarımız da açıkça gösteriyor ki, Türkiye’nin bu alanda aşması gereken engeller sadece küresel rekabetin görünen güçlüklerinden ibaret değil.
Ülkenin iktisadi bakımdan sıkıntılı olduğu bir zamanında Türkiye’yi terk eden veya yatırımdan vazgeçip başka ülkelere gidenlerle beraber kayıpların kaç milyar dolar olduğuna dair rakamlar farklılık arz etse de hepsi de ağır bir ekonomik maliyete işaret ediyor. Ama ekonomik olmayan maliyetinin, yani insani, kültürel maliyetiyle Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumu ve hedefleri açısından kaybettiklerinin daha katlanılabilir olduğunu düşünmemek gerek. Sonuçları bakımından bu saldırı ve suça davet kampanyalarının Türkiye’nin önünü kesip ona nasıl bir zarar vereceğini görmemek imkânsız.
Henüz vakit varken
Yapılması gereken, bu kötülüğe teslim olmadan hukukun gereğini yapmak ve suçu önlemekten, ayrımcılık yasağını etkili biçimde uygulamaktan başkası değil. Hukuk ve devlet, ailelerinin güvenerek Türkiye’ye gönderdiği öğrencileri korumalı ve üniversitelerin bu karanlık odaklar tarafından av sahası haline getirilmeye çalışılmasına izin vermemeli.
Eğer hukuk gereğini yapmazsa, bu konuda adım adım şiddete ve sonuçta Türkiye’nin ekonomik ve stratejik hedefleri için onlarca yılda sağlanan kazanımların aynı operasyon şebekesi tarafından sabote edilmesine izin verirse, gencecik çocukların derilerinin renginden dolayı aşağılanmasına, hedef gösterilmesine ve şiddete maruz bırakılmasına seyirci kalınırsa, bu çocuklara da ülkeye de yazık olur; bunun altından hiçbirimiz kalkamayız.
Serbestiyet
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/simdi-de-uluslararasi-ogrenciler-hedefte-161618
Kapatİnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün Türkiye’nin sınır dışı ettiği ya da başka yollarla ülkeyi terk etmeye zorladığı ...
28 Mart - HRW: Sınır dışı edilen Suriyeliler, Türkiye'nin denetimi altındaki bölgede kötü koşullarda yaşıyor Devamı28 Mart - HRW: Sınır dışı edilen Suriyeliler, Türkiye'nin denetimi altındaki bölgede kötü koşullarda yaşıyor
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün Türkiye’nin sınır dışı ettiği ya da başka yollarla ülkeyi terk etmeye zorladığı Suriyelilerle ilgili bir açıklama yaptı.
Türkiye’nin 2017'den bu yana Suriyelilere ‘gönüllü geri dönüş formu’ imzalatarak Suriye'nin kuzeyine geçmeye zorladığını belirten HRW 2023’teki geçişlerin 2022’nin iki katı (57 bin 519) olduğu bilgisini verdi.
Türkiye’nin insanları ülkenin kuzeyinde denetimaltında tuttuğu Tel Abyad'a gönderdiğini anlatıp bölgede insani koşulların çok kötü olduğunu söyledi.
HRW Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, "Türkiye'nin 'gönüllü' dediği geri dönüşler, genellikle tehlike ve çaresizlik bataklıkları olan 'güvenli bölgelere' zorla yaptırılan geri dönüşler oluyor" dedi.
Coogle, "Suriyeliler Tel Abyad'daki insanlık dışı koşullardan kaçmak için tehlikeli yolculuklara çıkmak zorunda kaldıkça, Türkiye'nin 'güvenli bölgeler' oluşturma vaadinin hiçbir anlamı kalmıyor" diye konuştu.
Sınır dışılar aileleri bölüyor
HRW konuyla ilgili Tel Abyad'dan sınır dışı edilen yedi kişiyle, bir insan hakları araştırmacısıyla, bir sınır kapısı yetkilisiyle, Tel Abyad'da sınırdışı edilen kişilere barınma imkanı sağlayan yerel bir STK'nın başkanıyla ve bir gazeteciyle görüştü.
Sınır dışı edilen altı kişi, Türkiye'de yaşadıkları dönemde zorla geri gönderilmeye karşı yasal dayanak olan ‘geçici koruma kimlik belgesine’ sahip olduklarını söyledi. Ayrıca ‘gönüllü geri dönüş formlarını’ imzalamaya zorlandıklarını, ya da bu yönde baskı gördüklerini anlattı. Görüşülen kişiler Suriye'nin başka bölgelerinden geldiklerini ve Tel Abyad ile anlamlı bir bağlarının olmadığını ekledi.
Bu kişilerden biri, Türkiye'nin güneyi ile Suriye'nin kuzeyini yerle bir eden Şubat 2023 depreminde eşi ve üç çocuğunun hayatını kaybettiğini, bundan bir ay sonra da Antakya'da polis tarafından sokakta yakalanarak alıkonulduğunu anlattı.
Geri gönderilen kişi "Bana Türkçe yazılmış belgelere imza attırdılar ama ben Türkçe bilmiyorum. Tercüme etmediler. Gönüllü geri dönüş gibi göstermek için bizi bu belgeleri imzalamaya zorluyorlar” dedi.
Sınır dışı edilen iki kişi de ailelerinden ayrı düştüklerini söyledi. Birisi, "Eşim ve iki çocuğum hala İstanbul'da, benim ise burada ne bir akrabam ne de gidecek bir yerim var; ailemi de Suriye'ye geri getiremem. Burada kısıldım, kaldım” diye konuştu.
Tel Abyad'da sınır dışı edilenlere geçici barınak sağlayan bir kuruluşta çalışan bir insani yardım görevlisi bölgedeki ekonomik koşulların çok kötü olduğunu anlattı. Bölge sakinlerinin iş bulmakta zorlandığını ve birçoğunun kendi yiyeceklerini yetiştirecek kadar tarımla uğraşmak zorunda kaldığını söyledi. Sınır dışı edilmiş pek çok kişinin sınırlı dış yardıma muhtaç olduğunu belirtti.
Bir kişi, "Burada günde bir öğün yemekle hayatta kalmaya çalışıyorum, o da bunun masrafını karşılayabilicek parayı bulabilirsem. Çoğu gün aç uyuyoruz" dedi.
"Temel ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrumlar"
Direktör Yardımcısı Coogle bu durum karşısında "Tel Abyad'a sınır dışı edilenlerin , Türkiye'nin 'güvenli bölge' dediği yerde hüküm süren koşullara ilişkin çizdikleri tablo vahim; barınma ve beslenme başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamaktan mahrumlar ve bölgeden ayrılmak için tehlikeli seçeneklere başvurmak zorunda kalıyorlar" diye konuştu.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHUS) ve 1951 Mülteci Sözleşmesi'ne taraf. Bu nedenle ve uluslararası teamül hukukunun bir gereği olarak Türkiye; bir kimsenin gerçek bir zulüm, işkence veya diğer zalimane muamele riski veya yaşamına yönelik bir tehditle karşı karşıya kalacağı bir yere geri gönderilmesini yasaklayan geri göndermeme ilkesine riayet etmekle yükümlü.
Nisan 2013 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu da (YUKK) Suriyelilere Türkiye'de geçici koruma sağlıyor, geri gönderilmemelerini temin ediyor ve kendi ülkelerinde güvenlikleri sağlanıncaya kadar kalışlarını garanti altına alıyor.
Kapat16 Kasım 2021’de İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde uykuda olan 1’i çocuk 3 Suriyeliyi benzin dökerek yakan Kemal Korukmaz, 2 yıl ...
27 Mart - Üç Suriyeliyi yakarak öldüren katile üç kez müebbet verildi ama nefret saikinin kabul edilmemesi adaleti eksik bıraktı Devamı27 Mart - Üç Suriyeliyi yakarak öldüren katile üç kez müebbet verildi ama nefret saikinin kabul edilmemesi adaleti eksik bıraktı
16 Kasım 2021’de İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde uykuda olan 1’i çocuk 3 Suriyeliyi benzin dökerek yakan Kemal Korukmaz, 2 yıl süren yargı sürecinin ardından 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Fakat mahkeme katilin bu katliamı “nefret saikiyle gerçekleştiğine dair bir kanıt bulunamadığına” karar kıldı. Uluslararası Mülteci Hakları Merkezi Başkanı ve Sığınmacı Hakları Platformu üyesi Taha Elgazi, bu cinayeti ilk kez 21 Aralık 2021’de haberleştiren Serbestiyet’in yargı süreciyle ilgili sorularını cevapladı.
“İlk aşamada hayatını kaybeden gençlerimizin aileleri ile iletişime geçtik ve mahkeme kararını onlara ilettik. Üç gencin ailesi de “Giden gitti, çocuklarımızı kaybettik” dediler. Türkiye’de idam olmadığı için 3 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası iyi bir karar olarak karşılandı. En azından biraz ailelerin yüreğine su serpti. Ama gençlerimizin avukatları bu cinayetin nefret saikiyle planlı şekilde yaptığını söyleyerek buna göre bir ceza verilmesini talep etmişlerdi. Bu gerçekleşmedi.”
“Suç sonunda bir nefret suçu. Katilin cinayeti işlemeden önce söyledikleri var, tanıklar var. Üç Suriyelinin uyurken öldürülmesini bir adli cinayet olarak görmek adaletin bir parçasını eksiltiyor. Nefret saikine bağlanmak istenmiyor çünkü diğer davalarda da emsal olabilir. Oysaki bu sadece mülteciler için değil, Türkiye’de yaşayan herkes için çok önemli bir konu. Maalesef bu durum böyle kalırsa, bugün sığınmacılar ya da göçmenlere sahip çıkılmazsa yarın ülkenin kendi sosyal güvenliği zarar görür. Bu nefret söylemi sığınmacılarla sınırlı kalmaz.”
“Göç İdaresi Başkanlığı’nın iki temel görevi var. Birisi düzensiz göçle mücadele etmek, ikincisi ise kayıtlı, geçici koruma altındaki insanların haklarını savunmak. Göç başkanlığı ilk görevini yaparken ikincisini yapmadı, yapmıyor. Bu öldürülen 3 Suriyeliden 2’si kayıtlı, düzenli göçmen. Ama Göç İdaresi’nden kimse bu yargılamalara gelmedi, kimse ilgilenmedi, kimse bir avukat gönderelim demedi. Sadece bu olayda değil, biz kaç cinayete maruz kaldık hiçbirinde Göç İdaresi’ni yanımızda göremedik.”
Kapat"Geçtiğimiz günlerde uluslararası öğrencileri hedef alan bir odak tarafından bir medya üzerinden bir trol saldırısı başlatıldı. ...
27 Mart - Bekir Berat Özipek, sosyal medyada yaygınlaşan Uluslararası öğrencilere yönelik ırkçılığı anlattı Devamı27 Mart - Bekir Berat Özipek, sosyal medyada yaygınlaşan Uluslararası öğrencilere yönelik ırkçılığı anlattı
"Geçtiğimiz günlerde uluslararası öğrencileri hedef alan bir odak tarafından bir medya üzerinden bir trol saldırısı başlatıldı. Karabük Üniversitesinde “Afrikalı bir öğrenciden hastalık kapanlar” gibi bir konu üzerinden, pek çoğunun önceden hazırlandığı anlaşılan resim ve videolarla, aynı mesaj farklı biçimlerde tekrarlanarak bir anda sosyal medya gündeminin üst sıralarına böyle taşınabildi. Ve üstünden saatler geçmeden uluslararası öğrencilere yönelik sataşmalar başladı.
Bu tür medya saldırıları başladığında o nefret seline başka ayrımcı veya ırkçıların da katılması, odağı kaybettirmemeli; bunun kolektif biçimde hareket eden bir grup tarafından başlatılıp, esas olarak onlar tarafından sürdürüldüğünü görmeyi engellememeli.
Görünen o ki, mülteci meselesinde, ülkeden ayrılmak durumunda bırakılan Arap turistler ve yatırımcılar meselesinde yaşananlar şimdi de uluslararası öğrenciler üzerinden yaşatılmak isteniyor. Bu kez de uluslararası öğrenciler HIV, uyuşturucu ve seks ile zihinlere kodlanarak hedef haline getirilmek isteniyor. Siyahlara karşı ırkçı tepki fanatik holigan gruplar aracılığıyla şiddete dönüştürülmeye çalışılıyor.
Pek çok suçun işlenmesinin yollarını döşeyen olağanüstü sinsi ve zalim bir örgütlü kötülükle karşı karşıyayız. Suriyelilere ve Afganistanlılara yönelik ayrımcı ve ırkçı dezenformasyon ve onu takip eden saldırıların bir önceki aşamasına çok benzer bir ortam, bugünlerde uluslararası öğrencilerle ilgili oluşturuluyor.
@TC_icisleri, Bir öğretim üyesi olarak hukuktan, devletten, sizden talebim, getirdiğiniz öğrencileri korumanız; üniversitelerin bu karanlık odaklar tarafından av sahası haline getirilmeye çalışılmasına izin vermemeniz.
Sosyal medyanın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu epeydir fark eden ve uzan zamandır zehir saçan odakların bunu sadece ırkçı veya ayrımcı oldukları veya hükümeti yıpratmak için bütün bir ülkeye zarar vermeyi göze aldıkları için mi yaptıkları, yoksa başka devletler adına Türkiye’nin önünü kesip ona zarar verecek operasyon mu yürüttükleri tartışılsa da sonuçta verdikleri muazzam zarar tartışılmayacak ölçüde açık. Eğer Türkiye bu kötülüğe de teslim olursa, kaybettiği sadece uluslararası öğrencilerle gelen yıllık 3 milyar dolardan ibaret olmayacak. İnsani, ahlaki, kültürel, bölgesel ve diplomatik bakımlardan Türkiye’nin kayıpları rakamsallaştırılabilir olanın çok ötesine geçecek.
Yapılması gereken, bu kötülüğe teslim olmadan hukukun gereğini yapmak ve suçu önlemekten, ayrımcılık yasağını etkili biçimde uygulamaktan başkası değil. Eğer hukuk gereğini yapmazsa, bu konuda adım adım şiddete ve sonuçta Türkiye’nin ekonomik ve stratejik hedefleri için onlarca yılda sağlanan kazanımların aynı operasyon şebekesi tarafından sabote edilmesine izin verirse, gencecik çocukların derilerinin renginden dolayı aşağılanmasına, hedef gösterilmesine ve şiddete maruz bırakılmasına seyirci kalınırsa, bu çocuklara da ülkeye de yazık olur; bunun altından hiçbirimiz kalkamayız."
https://twitter.com/beratozipek/status/1772966732916838771
KapatUluslararası Göç Örgütü (IOM), 2014 ile 2023 yılları arasında dünya genelinde 62 bin 285 düzensiz göçmenin ...
26 Mart - IOM: 2014’den bu yana 63 binden fazla düzensiz göçmen öldü ya da kayboldu Devamı26 Mart - IOM: 2014’den bu yana 63 binden fazla düzensiz göçmen öldü ya da kayboldu
Uluslararası Göç Örgütü (IOM), 2014 ile 2023 yılları arasında dünya genelinde 62 bin 285 düzensiz göçmenin öldüğü ya da kaybolduğu bilgisini paylaştı.
OIM yıllık raporunda, ölen düzensiz göçmenlerin önemli bir kısmının boğularak hayatını kaybettiği bildirildi.
Merkezi Cenevre’de bulunan kuruluşun yıllık raporunda, söz konusu tarihlerde öldüğü veya kaybolduğu düşünülen 28 bin 854 düzensiz göçmenin Afrika veya Asya’dan geldiği belirtilerek, bu kişilerin Akdeniz’i geçmeye çalışırken yaşamlarını kaybettiği tahmininde bulunuldu.
Rapora göre, kimliği belirlenebilenlerin üçte birinden fazlası Afganistan, Burma, Suriye ve Etiyopya gibi silahlı çatışmaların yaşandığı ülkelerin vatandaşları.
IOM verileri, son on yılda düzensiz göçmenler için en ölümcül yılın 2023 yılı olduğunu ortaya koyuyor.
Özellikle Akdeniz'deki ölüm sayısında yaşanan keskin artış nedeniyle geçen yıl 8 bin 541 düzensiz göçmen hayatını kaybetti.
Geçen yılki ölümlerdeki artışın en önemli nedenlerden birinin başta Tunus açıkları olmak üzere Akdeniz’de teknelerin batmasından kaynakladığı kaydedilen raporda, buna örnek olarak 2022'de 462 iken 2023'te Tunus kıyılarında en az 729 düzensiz göçmenin can verdiği aktarıldı.
IOM, daha önceki yıllarda Orta Akdeniz'deki ölümlerin önemli bir kısmının Libya kıyılarında yaşandığını bildirdi.
Kapat
Resmi rakamlara göre Türkiye'de 4 milyon 600 bin kayıtlı göçmen bulunuyor. Bunların büyük bölümü ülkelerindeki ...
24 Mart - Göçmenler ve mülteciler: Bir dış politika konusu nasıl bir kent sorununa dönüştü? Devamı24 Mart - Göçmenler ve mülteciler: Bir dış politika konusu nasıl bir kent sorununa dönüştü?
Resmi rakamlara göre Türkiye'de 4 milyon 600 bin kayıtlı göçmen bulunuyor. Bunların büyük bölümü ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan Suriyelilerden oluşuyor. Bu nüfusun yüzde 97'si başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde yaşıyor. Peki bir dış politika meselesi nasıl bir kent sorununa dönüştü?
"Göç ve Belediyeler" kitabının yazarı gazeteci Ercüment Akdeniz ve Türkiye'de yaşayan Suriyeli gazeteci ve mülteci hakları aktivisti Jamal Mamo ile konuştuk.
Video-haber: Fatima Çelik
https://www.bbc.com/turkce/articles/crg6e5kj4z8o
Kapatİzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli inşaat işçileri Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in ...
20 Mart - Suriyelileri yakarak öldüren kişi 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı Devamı20 Mart - Suriyelileri yakarak öldüren kişi 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli inşaat işçileri Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in yakılarak öldürülmesine ilişkin açılan davanın altıncı ve son duruşması İzmir Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşmaya öldürülen Suriyeli işçilerin yakınları ve avukatları, sanık Kemal Korukmaz ve avukatı katıldı. Ayrıca çok sayıda insan hakları örgütü üye ve temsilcileri duruşmada hazır bulundu. Sığınmacı Hakları Platformu, İzmir Barosu, TİHV, İHD, Konak Mülteci Merkezi, İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, DSİP, EMEP, EHP, DEM, TİP, Mülteci Medyası, İzmir Müzisyenler Derneği, Hak İnisiyatifi, Yaşamak Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Uluslararası Mülteci Araştırmaları Merkezi, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi üye ve temsilcileri duruşmayı izledi.
Sığınmacı Hakları Platformundan Yıldız Önen ve Taha Elgazi duruşmaya katıldı. İzmir Baro başkanı Sefa Yılmaz İzmir Barosu adına duruşmaya katıldı. İzmir barosundan 8 avukat duruşmada hazır bulundu.
Savcı 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi
Savcı mütalaasında, tasarlanmış bir cinayet işlendiğini, sanığın ayrı ayrı 3 kez cezalandırılmasını, işyerine zarardan da ceza almasını talep etti.
Avukat Zafer İncin “mahkemede güvenlik güçlerinin olmasını anlayamadık. Dava sanki adli bir dava gibi işleniyor. Bu davada izleyicilerin tamamı sivil toplum örgütlerinin üyeleri. Nefret suçuna karşı çıkanlar burada. Sizin vereceğiniz karar nefret suçlarına ilişkin yeni bir düzenlemenin önünü açabilir” dedi.
Hakim mahkemedeki çevik kuvveti silahlı oldukları için mahkemeden çıkardı.
Avukatlar nefret suçunun da cezada yer almasını istediler
Öldürülen Suriyeli işçiler adına konuşan avukatlar, bu cezaların yanı sıra nefret suçu maddesinin de uygulanması gerektiğini söylediler: “Sanığın nefret saikine dair pek çok delil var. Sanık daha önce Suriyeliler hakkında nefret içeren sözler sarf etmiştir. Verdiğimiz dilekçede yazdığımız gibi Suriyeliler yakılarak öldürülmüştür. Sanık bir pişmanlık göstermemiştir, yardım istememiştir. Canavarca bir suç işlemiştir. Kamuoyunun vicdanına ilişkin suçlara girmektedir. Bu suça ilişkin suçlarda ceza indirimi uygulanmamalıdır. Nefret saiki ile işlenen suçlar önemli bir hukuki sorundur. Ek bir karar ile bu tür suçların yargılanabilmesi için yeni bir yasanın düzenlenmesi veya var olanın genişletilmesini istiyoruz” dediler.
İzmir barosu başkanı Sefa Yılmaz “Hugo der ki ‘her yerde polis var, adalet yok’. Bu gün vereceğiniz karar ile tarihi bir misyonu oynamanızı istiyoruz. Nefret saiki ile işlenen suçlara ilişkin ceza verilmesi, bunun bir başlangıç olmasını sağlayabilir” dedi.
Mamoun al-Nabhan’ın abisi Ahmet “sizden adalet bekliyorum. Sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” dedi.
Sanık avukatı eski savunmasını tekrarlayarak sanığın serbest bırakılmasını talep etti. Sanık Kemal Korukmaz da suçlamaları kabul etmedi, suçsuz olduğunu söyledi.
Karar: 3 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis
Mahkeme Kemal Korukmaz’ın 3 Suriyelinin yakılması suçunu işlediğinin tespit edildiğine karar verdi. Kararda, suçun planlı ve canavarca işlendiğine, nefret suçu olduğuna dair yeterli delil olmadığı belirtildi.
Sanığa 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Mala zarar verme suçundan da bir yıl ceza verildi. Cezada herhangi bir indirim yapılmadı.
Avukatlar basın açıklaması yaptı
Avukatlar mahkeme sonrası yaptıkları basın açıklamasında, cinayetin canice hisle, canavarca işlendiğini, ama bunun kararda geçmediğini söylediler. Nefret suçlarının önlenmesi konusunda bu hususun önemli olduğunu, bu nedenle karara itiraz edeceklerini, temyize başvuracaklarını belirttiler.
Avukatların açıklaması şöyle:
“Mahkeme, cinayetin nefret saiki ile işlendiği konusunu kararına yansıtmadı. Sanığa sadece yangın nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Tasarlayarak, canavarca hisle öldürme maddeleri kararda yer almadı. Savcılık mütalaasında bile bundan bahsedilmekteydi, ama kararda yer almadı.
Ayrıca maktullerden birisinin 18 yaşından küçük olduğu adli tıp raporu ile belirlendiği halde, bu durum da kararda yer almadı.
Bu cinayet planlı, canice hisle gerçekleştirilmiştir. Nefret suçlarının caydırıcı olması için kararda bu durumun olması gerekirdi. Bu nedenle karara itiraz edeceğiz, hukuk mücadelesine devam edeceğiz. Daha caydırıcı kararların mahkemelerden çıkmasını temenni ediyoruz.
Olumlu bir nokta olarak, mahkeme sanık hakkında her hangi bir indirim uygulanmaması talebimizi kabul etti.”
KapatSığınmacı Hakları Platformu tüm duyarlı kamuoyunu ve insan hakları savunucularını, İzmir’de 2021 yılında yakılarak öldürülen ...
18 Mart - Sığınmacı Hakları Platformundan Duruşmaya Çağrı Devamı18 Mart - Sığınmacı Hakları Platformundan Duruşmaya Çağrı
Sığınmacı Hakları Platformu tüm duyarlı kamuoyunu ve insan hakları savunucularını, İzmir’de 2021 yılında yakılarak öldürülen Suriyelilerin Çarşamba günü görülecek davasına katılmaya çağırdı.
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli işçiler Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbiş yakılarak öldürülmüştü. Cinayet zanlısı 15 gün sonra, kendi itirafı sonucu yakalandı.
Davanın karar duruşması 20 Mart’ta saat 11.30’da İzmir Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.
Sığınmacı Hakları Platformunun çağrısı şöyle:
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli işçiler Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbiş'in yakılarak öldürülmesine ilişkin açılan davanın karar duruşması 20 Mart’ta saat 11.30’da İzmir Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Tüm duyarlı kamuoyunu, insan hakları savunucularını dayanışmaya çağırıyoruz.
Yer: İzmir 1. Ağır Ceza mahkemesi
Tarih: 20 Mart, Çarşamba
Saat: 11.30
Ne olmuştu?
16 Kasım 2021 tarihinde İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde üç Suriyeli mülteci işçi, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbiş çıkarılan bir yangında hayatını kaybetti. Olayla ilgili ilk itfaiye ve polis raporlarında, yangının sebebi olarak soba gösterildi. Yangını çıkaran kişi, 30 Kasım 2021 tarihinde başka bir olayla ilgili olarak gözaltına alındıktan sonra, Suriyeli işçileri kendisinin yaktığını itiraf etti. Yakılan Suriyelilerin ailelerinin, Sığınmacı Hakları Platformu’nun ve İzmir İHD’nin müdahil olması ile dava süreci devam ediyor.
İddianame olaydan 12 ay sonra hazırlandı, dava açıldı. İlk duruşma 1 Mart 2023’te, ikinci duruşma 14 Haziran’da, üçüncü duruşma 4 Ekim’de, dördüncü duruşma 8 Kasım’da, beşinci duruşma 10 Ocak’ta yapıldı. Son duruşma, muhtemelen karar duruşması 20 Mart Çarşamba günü İzmir Adliyesinde yapılacak.
https://gocgunlugu.com/H-siginmaci-haklari-platformundan-cagri-268
Kapat15 Mart'ta Çanakkale'de batan göçmen botu için DEM parti Göç ve Mülteci Komisyonu Çanakkale'de bir basın ...
17 Mart - Çanakkale’de 22 kişinin ölümüne yol açan göçmen botunun batması ile ilgili basın açıklaması yapıldı Devamı17 Mart - Çanakkale’de 22 kişinin ölümüne yol açan göçmen botunun batması ile ilgili basın açıklaması yapıldı
15 Mart'ta Çanakkale'de batan göçmen botu için DEM parti Göç ve Mülteci Komisyonu Çanakkale'de bir basın açıklaması yaptı.
Kapat
Yine kötü bir haber aldık. Çanakkale’de göçmenleri taşıyan lastik bot battı. 5'i çocuk 21 kişi hayatını kaybetti. ...
16 Mart - Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu'nun açıklaması: Yine tekne battı yine çocuklar öldü: Göçmenlerin hayatı değerlidir! Devamı16 Mart - Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu'nun açıklaması: Yine tekne battı yine çocuklar öldü: Göçmenlerin hayatı değerlidir!
Yine kötü bir haber aldık. Çanakkale’de göçmenleri taşıyan lastik bot battı. 5'i çocuk 21 kişi hayatını kaybetti. Ölü sayısı artabilir. Bildiğimiz tek şey göçmenlerin hayatını önemsiz gören iktidarların bu katliamların sorumlusu olduğudur.
Hangi koşullar Çanakkale'de Eceabat'ın 8 mil açığında bir lastik botla kurtuluşu, göçmen ailelerin böyle bir ölüm yolculuğunu göze almalarına neden oluyor?
Sormak zorunda olduğumuz soru budur. Göçmenlerin hayatını önemsizleştiren tüm siyasiler, tüm iktidarlar bu ölümlerin hesabını vermek zorundadır.
AKP liderliği, her konuda yaptığı gibi asla yapmamasına rağmen göçmenlerin hayatının iyileşmesini savunuyormuş gibi görünürken, bir grup göçmenin ölümü göze alarak Türkiye'den kurtulmaya çalışmasına neden olan koşulların sorumlusudur. Elbette muhalefetin sağdan sola birçok parçası, göçmen ölümlerinin sorumlusudur.
Her seçim döneminde göçmenleri iktidarı köşeye sıkıştıracak bir araç olarak görenler göçmen ölümlerinin sorunlusudur.
Linç kampanyaları düzenleyenler, hayatı göçmenlerin kaçmak istediği bir cehenneme çeviren ırkçılar, neo-naziler denizlerin bebekler için mezarlığa dönmesinin sorumlusudur.
Arap düşmanlığını iktidara karşı muhalefet yapmanın konforlu alanı olarak gören herkes göçmenlerin yaşadığı acıların sorumlusudur.
Sadece Türkiye'de değil Avrupa'da, sadece Akdeniz'e kıyısı olan ülkelerde de değil tüm bölgelerde sağcılar, ırkçılar, neo-naziler, otoriter rejimler göçmen düşmanlığında yarış halindeler.
Bu yüzden son yıllarda Akdeniz'de binlerce göçmen:
- 2014 yılı: 3.289 kişi
- 2015 yılı: 4.055 kişi
- 2016 yılı: 5.136 kişi
- 2017 yılı: 3.139 kişi
- 2018 yılı: 2.337 kişi
- 2019 yılı: 1.885 kişi
- 2020 yılı: 1.449 kişi
- 2021 yılı: 2.048 kişi
- 2022 yılı: 2.411 kişi
- 2023 yılı: 3.129 kişi
2024 yılında ise ocak ayının sonunda ölen sayısı 185 kişiydi.
Bu ölümleri durdurmak zorundayız.
Göçmenlerin hayatının değerli olduğunu göstermek zorundayız.
Tüm dünyada, tüm Avrupa'da göçmen düşmanları varsa, göçmenlerle dayanışan, ırkçılıkla mücadele eden aktivistler de var.
Sesimizi daha güçlü bir şekilde çıkartmalıyız.
- Tüm göçmenlere özgürlük!
- Mülteci hakkı insan hakkıdır!
- Irkçılık bir insanlık suçudur.
Göçmenlere saldırı ve hayatı onlar için daha da zorlaştıran ırkçılığı yenmek zorundayız.
Seçim döneminde göçmen düşmanlığı yapanları hep birlikte teşhir edelim.
Göçmenlere saldırı, doğrudan tüm işçi sınıfına ve ezilenlere saldırıdır.
Sınırlar açılsın, göçmenlere özgürlük!
Kapat
Çanakkale'de göçmenleri taşıyan lastik botun Eceabat-Gökçeada açıklarında alabora olması sonucu 7'si çocuk, en az 22 ...
15 Mart - Çanakkale'de göçmen botu battı: 7'si çocuk en az 22 kişi hayatını kaybetti Devamı15 Mart - Çanakkale'de göçmen botu battı: 7'si çocuk en az 22 kişi hayatını kaybetti
Çanakkale'de göçmenleri taşıyan lastik botun Eceabat-Gökçeada açıklarında alabora olması sonucu 7'si çocuk, en az 22 kişi hayatını kaybetti. Göçmenlerden ikisi kendi imkanlarıyla kurtulurken, ikisi de Sahil Güvenlik ekipleri tarafından kurtarıldı.
Çanakkale Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada Eceabat-Gökçeada açıklarında düzensiz göçmenleri taşıyan botun alabora olduğu ve 7'si çocuk 22 kişinin cansız bedenine ulaşıldığı belirtildi.
Açıklamada, "1 Uçak, 2 Helikopter, 1 İHA ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı 9 bot, diğer kurumlara ait 9 bot olmak üzere toplam 18 bot ve 502 personelle arama ve kurtarma çalışmaları devam etmektedir" denildi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c51egv1enlno.amp
KapatMuhammed Yasir Elati’nin öldürülmesi, Hussin Dhımesh’in yaralanması ile ilgili davanın ilk duruşması 12 Mart, Salı günü İzmir 16. ...
13 Mart - Muhammed Yasir Elati’yi öldüren sanığın ilk duruşması İzmir'de yapıldı Devamı13 Mart - Muhammed Yasir Elati’yi öldüren sanığın ilk duruşması İzmir'de yapıldı
Muhammed Yasir Elati’nin öldürülmesi, Hussin Dhımesh’in yaralanması ile ilgili davanın ilk duruşması 12 Mart, Salı günü İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı.
Duruşmaya; sanık Mehmet Şerif Çelik, saldırıda yaralanan Hussin Dhımesh, avukatı, Muhammed Yasir’in Elati’nin ailesi, avukatı, tanıklar ve Sığınmacı Hakları Platformu’ndan Yıldız Önen katıldı.
İlk duruşmada tutuklu sanık Mehmet Şerif Çelik’in, müştekiler Hussin Dhımesh ve Muhammed Yasir Elati’nin ailesi ve tanıkların ifadesi alındı.
Sanık Mehmet Şerif Çelik’in sabıkalı olduğu kayıtlara geçti. Sanık ifadesinde; ot içtiğini, madde bağımlısı olduğunu o yüzden hatalar yaptığını; Suriyeliler ile bir problemi olmadığını, eşinin de Suriyeli olduğunu anlattı.
Sanık Mehmet Şerif Çelik olayın meşru müdafaa olduğunu iddia etti, odada otururken 2 Suriyelinin gelip kendisine Arapça küfrettiklerini ve saldırdıklarını, kendini korumaya çalışırken Muhammed Yasir Elati’nin öldürüldüğünü söyledi.
Ama başta yaralı kurtulan Hussin Dhımesh olmak üzere tüm tanıkların ifadesi aksi yönde oldu. Saldırıda ağır yaralanan Hussin Dhımesh o gün yaşananları ayrıntılı olarak anlattı, Mehmet Şerif Çelik’in rahmetli Muhammed Yasir’i kıskandığını, kendilerine hiçbir sebep yokken saldırdığını söyledi. Olaydan sonra apar topar video kayıtlarını silmesi de aleyhine olan bir nokta. İşyerinin sahibi ve çalışanlar da sanığın aleyhine ifade verdiler.
Bir sonraki duruşma 7 Mayıs saat 14.30’da İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.
Ne olmuştu?
İzmir’in Konak ilçesine bağlı Basmane semtindeki bir tavukçu dükkânında 1 Ağustos 2023 tarihinde Mehmet Şerif Çelik; aynı işyerinde çalıştıkları 25 yaşındaki Suriyeli Muhammed Yasir Elati’yi bıçaklayarak öldürmüş, 20 yaşındaki Hussin Dhımesh’i de ağır yaralamıştı.
Olayla ilgili iddianame geçen ay hazırlandı. İddianameye göre; sanık Mehmet Şerif Çelik, 25 yaşındaki Muhammed Yasir Elati’yi kasten öldürme, 20 yaşındaki Hussin Dhımesh’i de kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanıyor. Savcı, sanığın öldürdüğü kişi için müebbet hapisle cezalandırılmasını, yaraladığı kişi için ise adam öldürmeye teşebbüsten cezalandırılmasını istiyor.
https://gocgunlugu.com/H-muhammed-yasir-elati-yi-olduren-sanigin-ilk-durusmasi-izmir-de-yapildi-267
KapatYeni bir yaşam umuduyla gelir düzeyi düşük ülkelerden yapılan düzensiz göç, binlerce can kaybına neden oluyor. Uluslararası ...
10 Mart - 8 binden fazla can kaybı: 2023 göçmenler için en ölümcül yıl oldu Devamı10 Mart - 8 binden fazla can kaybı: 2023 göçmenler için en ölümcül yıl oldu
Yeni bir yaşam umuduyla gelir düzeyi düşük ülkelerden yapılan düzensiz göç, binlerce can kaybına neden oluyor. Uluslararası Göç Örgütü'nün (IOM) açıkladığı rakamlara göre geçen yıl toplam 8 bin 565 kişi göç yolunda hayatını kaybetti.
Birleşmiş Milletler'e bağlı Uluslararası Göç Örgütü (IOM), 2023'te göçmen ölümlerinin bir önceki yıla kıyasla yüzde 20 artarak 8 bin 565'e çıktığını açıkladı. IOM, kayıt tutmaya başladığı 2014 yılından beri en fazla can kaybının geçen yıl yaşandığını duyurdu.
IOM kayıtlarına göre, 8 bin 84 can kaybının tespit edildiği 2016 yılı göçmenler için önceki en ölümcül yıldı.
BM'ye bağlı kurum, 2024 yılı başından bu yana da 512 ölümün kayda geçtiğini duyurdu.
IOM, pek çok göçmenin kullandığı Kuzey Afrika'dan Güney Avrupa'ya ulaşmaya çalıştığı Akdeniz rotasının, geçen yıl kaydedilen en az 3 bin 129 ölüm ve kayıp vakasıyla göçmenler için en ölümcül yol olmaya devam ettiğini vurguladı.
https://tr.euronews.com/2024/03/06/8-binden-fazla-can-kaybi-2023-gocmenler-icin-en-olumcul-yil-oldu
Kapat
İzmir’in Konak ilçesine bağlı Basmane semtindeki bir tavukçu dükkânında 1 Ağustos 2023 tarihinde yaşanan ve bir Suriyeli mültecinin ...
10 Mart - Muhammed Yasir Elati’yi öldüren sanığın ilk duruşması 12 Martta yapılacak Devamı10 Mart - Muhammed Yasir Elati’yi öldüren sanığın ilk duruşması 12 Martta yapılacak
İzmir’in Konak ilçesine bağlı Basmane semtindeki bir tavukçu dükkânında 1 Ağustos 2023 tarihinde yaşanan ve bir Suriyeli mültecinin ölümü ve bir Suriyeli mültecinin de ağır yaralanması ile sonuçlanan bıçaklı saldırıyla ilgili iddianame hazırlandı.
İddianameye göre; sanık Mehmet Şerif Çelik, 25 yaşındaki Muhammed Yasir Elati’yi kasten öldürme, 20 yaşındaki Hussin Dhımesh’i de kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanacak. Savcı, sanığın müebbet ceza ve adam öldürmeye teşebbüs suçlamalarından cezalandırılmasını istedi.
Davanın ilk duruşması 12 Mart 2024 tarihinde 16 Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Duruşmada sanık Çelik, hakim karşısındaki ilk savunmasını yapacakken, saldırıda ağır yaralanan Hussin Dhımesh o gün yaşananları anlatacak. Ayrıca olay yerindeki tanıklar da dinlenecek.
Duruşmaya katılım için Sığınmacı Hakları Platformu çağrı yaptı.
Kapat
Ötekinin Hafızası projesi kapsamında İranlı ve Suriyeli beş kadının çalışması olan Kadınların Göç Hafızası Sergisi, 6 Mart-6 Nisan ...
10 Mart - İranlı ve Suriyeli kadınların 'Göç Hafızası' sergisi İstanbul'da Devamı10 Mart - İranlı ve Suriyeli kadınların 'Göç Hafızası' sergisi İstanbul'da
Ötekinin Hafızası projesi kapsamında İranlı ve Suriyeli beş kadının çalışması olan Kadınların Göç Hafızası Sergisi, 6 Mart-6 Nisan tarihleri arasında İstanbul Tütün Deposu'nda sergileniyor.
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV) tarafından yürütülen “Ötekinin Hafızası” projesi kapsamında ülkelerinden kaçarak Türkiye’de yaşayan ve üretimlerini burada yapan beş kadının çalışması sergileniyor.
Sergi, "Kadınların Göç Hafızası sergisi, kadına ve sanata düşmanca bakan rejimlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda, kültürel çoraklaşmaya inatla direnen, bir arada yaşamaya inanan, iklimimizi yeniden yeşerten, cesur kadınların dayanışması ile mümkün olabildi" denilerek duyuruldu.
Sergide, Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarkaji'nin çalışmalarına yer veriliyor. Kadınların çalışmaları İstanbul Tophane'de bulunan Tütün Deposu'nda sergileniyor. Sergi, 6 Mart saat 18.30'da ziyarete açıldı.
Kapat
İstanbul’daki Afrikalılar çoğunlukla Kumkapı, Aksaray bölgesinde yaşıyorlar. En önemli sıkıntıları oturum izni ve çalışma şartları. ...
9 Mart - Afrikalıların İstanbul’daki zor yaşamları Devamı9 Mart - Afrikalıların İstanbul’daki zor yaşamları
İstanbul’daki Afrikalılar çoğunlukla Kumkapı, Aksaray bölgesinde yaşıyorlar. En önemli sıkıntıları oturum izni ve çalışma şartları. Birçoğu Türkiye’yi artık transit ülke değil, sürekli kalacak yer olarak görüyorlar. Ama onlar bile burada yaşamaktan mutlu değiller. ‘İstanbul’un sığınmacıları’ yazı dizisinin ilk bölümünde Afrikalıların yaşadığı mahalleye girdik.
Diğer ülkelerden gelen sığınmacılar gibi Afrikalılar da artık İstanbul’un gerçeği. Üstelik burada kalan Afrikalıların sayısı tam olarak yansımıyor. Nedeni ise birçoğunun kayıtsız olması. Mülteci olanlar uluslararası koruma sisteminden yararlanmaya çalışıyor, fakat dil bariyeri ve Türkiye’nin göçmen politikasının buna engel olduğunu dile getiriyorlar.
Afrikalıların çoğunun tercihi İstanbul. Bunun nedeni ise hem iş imkânı hem de özellikle Kumkapı, Beyazıt, Aksaray, Esenyurt gibi belli başlı yerlerde daha önceden gelen tanıdıklarının bulunması.
Örneğin Aksaray’da Yenikapı metrosuna 200 metre mesafedeki bir iş hanı. Neredeyse birkaç dükkân hariç tüm işletmeler Afrikalılara ait. Genellikle kargo, taşımacılık işi yapıyorlar. Buradan aldıkları kıyafetleri Afrika’ya gönderiyorlar, bu şekilde gelir sağlıyorlar.
Aksaray’daki Oto İş Hanı’nda yıllardır çalışan Cihat Dere, pasajdaki durumu ve Afrikalı komşularının yaşadığını şöyle anlattı: “Genelde buraya polis baskınları oluyor ve Afrikalıları götürüyorlar. Çoğuna oturum vermiyorlar. Olanları da iptal ediyorlar. Buradakiler elbise, ayakkabı terlik, kemer, o tür malzemeleri gönderiyorlar.”
40 yaşındaki David özellikle fiyatlardaki artışa dikkat çekti: “Laleli, Beyazıt’tan kıyafet alıyorum Afrika’ya gönderiyorum. İstanbul’da en zor olan ev kiralamak. Konaklama bedeli çok yüksek. Geçen yıl kiraya 4,5 bin lira ödüyordum ama bu yıl 12 bin lira oldu.”
Afrikalılar burada genellikle en alt işlerde çalışıyorlar. İkamet belgesi, oturum izni alamadıkları için daha kurumsal yerlerde çalışamıyorlar. Kaçak şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Özellikle Tarlabaşı’nda kalan Afrikalılar, baskı ve geri göndermenin çok arttığını söyleyerek evlerden çıkamadıklarını bu yüzden son 2-3 yıldır iş dahi arayamadıklarını dile getiriyor.
Sudan’dan İstanbul’a gelen Çiğdem isimli kadın, “Eskiden ilk geldiğim zamanlar kolaydı ama şimdi her şey zor. Bir yabancı, Afrikalı olarak küçük işlerde çalışabiliriz. Fabrika, büyük işletme, AVM ve süpermarketlerde çalışamayız” diye konuştu. Mülteci ve sığınmacılar üzerine çalışan gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz de bu durumu doğruluyor: “Afrikalılar, en alttakilerin altındakiler. Bir göçmen işçi endüstrisi doğmuş durumda. Afrika ülkelerinden gelenlere baktığımızda biraz anatomik yapıları ve güçlü olmaları nedeniyle de olabilir; daha çok taşımacılık, kargo iş kolunda çalıştırıldıklarını görüyoruz.”
Gazeteci yazar Ercüment Akdeniz, Afrikalı çocukların kayıtsız olmalarından dolayı okula gidemediklerini, bunun yerine merdiven altı kursların açıldığını belirtti:
“Artık İstanbul’da merdiven altı kreşler var. Bir çevirmede yakalanma ihtimali olduğu için sabahın çok erken saatlerinde işe gidip karanlıkta çok geç saatlerde geri dönüyorlar. Bu sırada çocuklarını kreşe bırakıyorlar. Son derece sağlıksız, yani havanın bile alınmadığı, her an yıkılmaya yüz tutmuş binalar bunlar. Böyle bir illegal yaşam örgütlendi İstanbul’da.” Akdeniz, “Afrikalılarda çok ciddi bir tedirginlik ve endişe hali var” derken İzmir’de Işıkkent Sanayi Sitesi’nde karşılaştığı olayı anlattı: Ben duyunca tüylerim diken diken oldu. Afrikalı kadınlar iş başvurusu yaparken konuştukları ilk şey şu oluyor: seks yok iş var. Çünkü kadınları öyle görüyorlar.”
Ousmane Diouf da yıllar önce İstanbul’a gelenlerden. Türkçe biliyor ve Aksaray’da ufak bir giyim mağazası var. Oturum almanın 3-4 yıl öncesine göre çok daha zor olduğunu vurgulayan Diouf, geri gönderme sürecini anlattı: “Oturum iptal olursa bir daha çıkmanız geri gelmeniz gerekiyor. Bir anda iptal edilebiliyor. Senin cebinde hiçbir şey yok memleketine gidersin. Elbise yok çanta yok, direkt gönderiliyorsun.”
Özellikle Beyoğlu, Şişli gibi bölgelerde Afrikalılar ev tutmakta zorlanıyor. Kumkapı, Aksaray gibi daha fazla Afrikalının yaşadığı alanları tercih ediyorlar. Talepleri ise Suriyeliler gibi geçici koruma statüsü tanınması veya mülteci olduklarına dair bir belge verilmesi.
Dayanışma örnekleri
Afrikalıların kendilerine ait dayanışma etkinlikleri var. Esenyurt’ta düzenlenen Miss Uganda güzellik yarışması buna örnek. Yine futbolcu olmak için Türkiye’nin yolunu tutan veya burada futbola yönelen erkekler, İstanbul Afrika Kupası düzenliyor. Özellikle Kurtuluş’ta antrenmanlar yapan Afrikalı futbolcular takımlar kurarak birbirleriyle mücadele ediyor. Sayıları azalsa da kupa organizasyonunu devam ettirmeye çalışıyorlar.
KapatSuriye Türkmen Meclisi eski Kurucu Başkanı Samir Hafez verdiği demeçte "yaş büyüdükçe Türkçe öğrenme ve ...
9 Mart - Samir Hafez: Üniversitelerde 58 bin Suriyeli okuyor Devamı9 Mart - Samir Hafez: Üniversitelerde 58 bin Suriyeli okuyor
Suriye Türkmen Meclisi eski Kurucu Başkanı Samir Hafez verdiği demeçte "yaş büyüdükçe Türkçe öğrenme ve entegrasyonun zorlaştığını" söyledi: “10-15 yaşındakiler Türkçe’ye oldukça hakim. Çocuklar birbiriyle sadece Türkçe konuşuyor. Sadece evde, babalarıyla Arapça konuşuyorlar. Bazılarını Türklerden ayıramıyorum bile. 25 yaşından sonrakiler zorlanıyor tabii ki. 50 yaşından sonra çok çok zor. O yaştakiler markete çocuklarıyla gidiyorlar. Öğrenme imkânları yok. Türkiye’de onlara bedava bir eğitim verilmedi.
Yeni jenerasyon artık Suriye’deki sıkıntıyı sadece babalarından duyuyor. Tamamen entegre olmuş durumdalar. Dertleri de üniversite, okul ve iş. Türklerle aynı aslında. Eğitimsiz gelenler ise sıkıntılı. Örneğin 10 yaşında gelmiş, Türkiye’de bir yerde okuyamamış olanların iletişimi de çok zayıf oluyor. Şu anda 58 bin Suriyeli üniversitelerde okuyor. Geçen sene bu rakam 19 bindi. Suriyeli gençlerin en büyük sıkıntısı üniversite paralarını ödeyememek.”
Binlerce tüberküloz hastası var
Tarlabaşı’nda sığınmacılara ve kimsesizlere yardım eden Mehmet Yeralan ise özellikle sağlık konusunda sıkıntı çektiklerini dile getirdi:
“Sağlıktan sonra da en büyük sorunlar arasında dil sorunu geliyor. Vakıf üzerinden tedavilerini yaptırmaya çalışıyoruz. Ama binlerce tüberküloz hastası götürdük. Kimisini kaybettik. Burada bir dayanışma ağı geliştirdik.”
Yeralan, yakalanma sayılarının çok arttığını belirterek “Artık evinden çıkamayanlar var. Mesela bir örnek söyleyeyim, anneyi yakalayıp göndermişler bebek burada kalmış. Ülkemize alıyorsak o zaman sahip çıkacağız” dedi.
İsmini paylaşmayan başka bir Suriyeli kadın ise midyecilik yapıyor. Günlük 300 lira aldığını belirten Suriyeli, “Dil bilmediğim için eşimi hastanede tedavi ettiremiyorum. 10 bin lira kira ödüyorum. Yaşamak çok zor” diye konuştu.
Kapat
İnsan kaçakçısı anlatıyor: Vatandaşlarımız akın akın gidiyor desek yalan olmaz. "Gençler, siyasi suçlular, yurtdışı yasağı ...
6 Mart - İnsan kaçakçısı anlatıyor: Vatandaşlarımız akın akın gidiyor desek yalan olmaz - Özlem Temenna Devamı6 Mart - İnsan kaçakçısı anlatıyor: Vatandaşlarımız akın akın gidiyor desek yalan olmaz - Özlem Temenna
İnsan kaçakçısı anlatıyor: Vatandaşlarımız akın akın gidiyor desek yalan olmaz. "Gençler, siyasi suçlular, yurtdışı yasağı olanlar, ceza alanlar hep yolda" diyen kaçakçı; kaçakçılık rotalarını ve yöntemlerini Artı Gerçek'e anlattı:
KapatBu yazı, Suriye hükumetinin kendi halkına karşı işlediği suçlarla başlayan ve halen sonu nereye varacağı belirsiz iç savaş neticesinde ortaya ...
2 Mart - Göç Değil, Göç İdaresi Meselesi - EYÜP CAN AKÇAY Devamı2 Mart - Göç Değil, Göç İdaresi Meselesi - EYÜP CAN AKÇAY
Bu yazı, Suriye hükumetinin kendi halkına karşı işlediği suçlarla başlayan ve halen sonu nereye varacağı belirsiz iç savaş neticesinde ortaya çıkan göç problemiyle değil; bu problemi içinden çıkılmaz hale getiren Göç İdaresi’nin uygulamaları hakkında yazılmıştır.
Öncelikle Göç/Yabancı Hukukuyla ilgili birkaç temel kavramın açıklanmasının ardından yaşanan sorunlara değinilecek, akabinde mevcut durumun hukuk devleti prensibine ve vicdana uygun olup olmadığı okuyucuya bırakılacaktır.
Türkiye, coğrafi ve stratejik konumu sebebiyle tarih boyunca kitlesel sığınma hareketleri de dahil olmak üzere geniş anlamda göç hareketlerinin durağı olmuş ve milyonlarca göçmene ev sahipliği yapmış, özellikle son yıllarda artan ekonomik gücü ve bölgesel konumu itibarıyla göç alanında hedef ülke haline gelmiştir. Bu durum Türkiye’nin göç konusunda bütüncül bir yaklaşıma olan ihtiyacını gündeme getirmiş ve uluslararası standartlarda, yabancılar ve uluslararası koruma sahipleri için haklar ve güvenceler sağlayan bir kanun hazırlanmasına yol açmıştır.[1] Kahir ekseriyeti Suriye’den Türkiye’ye göç etmek durumunda kalan milyonlarca insanın barınma, sağlık ve topluma entegrasyonu gibi problemlerinin çözülmesi için uzmanlık alanı “göç” olan bir idari birim tesis edilmiştir. Şimdiki adıyla Göç İdaresi Başkanlığı, 11/04/2013 tarihli ve 28615 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’yla (YUKK) kurulmuştur. Kanunun amacı, yabancıların Türkiye’ye girişleri, Türkiye’de kalışları ve Türkiye’den çıkışları ile Türkiye’den koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesidir.
Birçok tanımı yapılabilecek olan göç olgusu da bahsi geçen kanunda “Yabancıların, yasal yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını ve Türkiye’den çıkışını ifade eden düzenli göç ile yabancıların yasa dışı yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını, Türkiye’den çıkışını ve Türkiye’de izinsiz çalışmasını ifade eden düzensiz göçü ve uluslararası korumayı” ifade etmektedir.
Yazının henüz başındayken, okuyacak kişilerin aklına gelmesi muhtemel kavramlardan olan mülteciliğin hukuki tarifini yapmakta fayda görüyoruz. Mültecilik statüsü yalnızca “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle” kazanılmaktadır. Bu durumun hukuki temeli 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’ye dayanmaktadır. Türkiye, Sözleşme’yi 1951 senesinde imzalamış, Sözleşme 1961 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Sözleşme’nin hiçbir hükmünün mülteciye “Türkiye’de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şeklinde” yorumlanamayacağına ilişkin bir çekince koyarak Sözleşme’ye taraf olmuştur. Mültecilik statüsü, 6458 sayılı Kanun’un 61’inci maddesinde “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir” şeklinde kanunlaşmıştır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi tartışmanın odağı olan sığınmacıların ve yabancıların pek azı mültecidir.
Son yıllarda sınırlarımıza doğru Suriye, Irak ve Afganistan başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden yoğun şekilde kitlesel bir göç yaşanmıştır. Mültecilik statüsü ancak Avrupa’da yaşanan olaylar nedeniyle kazanılabildiğinden, YUKK ile birlikte yeni hukuki statüler ihdas edilmiştir. Bunlar Şartlı Mültecilik ve İkincil Koruma statüleridir. YUKK 62’inci maddesinde şartlı mültecilik şöyle tanımlanmaktadır: “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir.”
Kısacası Kanun, Mülteci ile aynı durumda olan, fakat Avrupa’da yaşanmış bir olayın mağduru olmayan göçmene Şartlı Mülteci adını vermektedir. Mültecilikle Şartlı Mültecilik arsındaki bir diğer fark da Şartlı Mülteci olan yabancıların güvenilir üçüncü ülkeye yerleştirilecek olmalarıdır. Bu gerçekleşene kadar bu statüdeki yabancılara Uluslararası Koruma Statüsü sahibi kimlik belgesi verilmektedir.[2]
Diğer statü olan İkincil Koruma YUKK 62’nci maddede tanımlanmıştır:
(1) Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;
a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,
b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak,
c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.
İkincil Koruma statüsünün Şartlı Mültecilik ve Mültecilik statülerinden temel farkı, İkincil Koruma statüsü belirlenirken “makul nedenlere dayanan zulüm görme korkusu” kıstasının olmasıdır.[3] İkincil Koruma statüsüne kabul edilecek yabancıların Mültecilik ve Şartlı Mültecilik gibi bir ırki, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı sorun yaşıyor olması şart değildir. İkincil Koruma bu yönüyle diğer statülerden daha kapsayıcı bir statü olarak düzenlenmiştir.
Sınır Dışı İşlemi ve Geri Gönderme Merkezleri
YUKK ve ilgili yönetmelikler incelendiğinde Göç Hukuku ve Yabancılar Hukukuyla ilgili düzenlemelerin detaylı ve kapsayıcı şekilde yapıldığı görülecektir. Zira bizim uygulama içinde yaşadığımız sorunlar da mevzuattan değil, değişen bürokratik tavırdan ve idarenin öngörülemez tutumundan kaynaklanmaktadır.
Yukarıda bahsedilen, göçün kanuni tanımının düzenli göç ile düzensiz göçü ve uluslararası korumayı içerdiğini belirtmiştik. Düzenli göç yasal yollarla ülkeye giriş, kalış ve ayrılma süreçlerini içerirken düzensiz göç yasa dışı yollarla ülkeye girip kalmayı ve ayrılmayı ifade etmektedir.
Uygulamada düzenli göçle ilgili çok fazla hukuka aykırı işlem yapılmakta ve mağduriyet yaşanmaktadır. Kanuni şartları haiz olmalarına rağmen ailelerin ikamet izinlerinin uzatılmaması, birlikte yaşayan aile üyelerinden bazılarına ikamet izni verilip bazılarına verilmemesi bunların başlıca örneklerindendir. Bu nedenle birçok düzenli göçmen idarenin tutarsız ve öngörülemez işlemleri nedeniyle düzensiz göçmen konumuna gelmektedir.
Meselenin diğer tarafı olan düzensiz göçle ilgili problemler ise bundan çok daha karmaşıktır. Düzensiz göçmenlerin toplanıp sınır dışı edilebilmesi için kurulan Geri Gönderme Merkezleri’nde (GGM) maalesef ciddi hak ihlalleri yaşanmaktadır. GGM, sınır dışı edilmek için idari gözetim altına alınan yabancıların tutulduğu merkezlere verilen isimdir. YUKK’a göre belli durumlardaki yabancılar hakkında sınır dışı kararı alınmaktadır.[4] Haklarında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınmaktadır. Kanun idari gözetime alternatif yükümlülükler getirilebileceğini belirtmiş olsa da uygulamada polis tarafından kimliği sorulan bir yabancı aynı gün içerisinde soluğu GGM’de almaktadır.
İdari gözetim, fiili anlamda tutuklama ile eşdeğer bir uygulamadır. İdari gözetim süresi azami 6 ay olup, idarenin takdiri haline uzatılması mümkündür. İdari gözetim kararına karşı sulh ceza hakimliğine itiraz edilmesi mümkündür. İdari gözetimin tutukluluktan temel farkı, bir avukatın tutuklu müvekkili ile sürekli görüşmesi mümkün iken, idari gözetim altındaki yabancıyla yalnızca mesai saatinde görüşülebilmesidir. Aile görüşü veya eşya/para teslimi için haftanın bir günü belirlenmekte ve idari gözetim altında olan yabancı belirli günlerde yakınlarıyla görüşebilmektedir. Fakat uygulamada şehirlerin dışında ve ulaşımı oldukça zor olan GGM’lerdeki yönetim yabancılara kıyafet ve para verme gününü yahut aile ziyaret günlerini keyfi olarak değiştirmektedir. Bu bilgiler bir internet sitesinde ilan edilmediği gibi, GGM’lere telefon veya mail gibi iletişim araçlarıyla ulaşmak pek mümkün değildir. Sözgelimi perşembe günü Silivri/Selimpaşa’da bulunan eşine kıyafet getirmek için şehir dışından gelen kişi, o hafta görüş gününün değiştirilmesi nedeniyle birkaç gün bekletilmektedir.
Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de 23 farklı şehirde toplam 27 adet GGM bulunmaktadır.[5] Türkiye’ye gelen göçmen sayısı arttıkça Göç İdaresi yeni politikalar üretmekte ve hareket tarzını değiştirmektedir. Maalesef idare standart uygulamalarını kaybetmiş, güncel tartışmalara göre tepkisel davranmaya başlamıştır. Göçmen sayısının artması ve bu konu üzerinden popülist siyasi ve ırkçı söylem geliştirilmesi idarenin işleyişini etkilemektedir. Bu konunun gündemde olduğu dönemde İstanbul İl Göç İdaresi (Vatan) binasına her gün ne kadar fazla kaçak göçmenin yakalanıp sınır dışı edildiğiyle ilgili bilgilendirici pankartlar asılmıştır.
Düzensiz göçmen sayısı gittikçe artmaktadır. Kalabalık yerlerde kimliği sorulan yabancılardan düzensiz göçmen olmayanlar da kolluğun hatalı uygulamaları neticesinde GGM’ye götürülmekte ve burada bu kişiler hakkında sınır dışı kararı alınmaktadır. Hakkında sınır dışı işlemi kararı alınan yabancı 7 gün içinde dava açarak bu durumu idareye bildirdiğinde dava sonuna kadar sınır dışı işleminin uygulaması durmaktadır. Bu durumda çok sayıda düzensiz göçmen olduğundan açılan davaların sayısı artmakta ve GGM’ler dolmaktadır.
Bir yabancının GGM’deyken kendisine sağlanması gereken asgari standartlar kanun ve yönetmelikle düzenlenmiştir. Aile üyelerinin birbirinden ayrılmaması, sağlık hizmetine erişim, avukata ve mahkemeye erişim, içerdeki çocukların sağlık ve psikolojilerinin korunması gibi temel hakların idare tarafından sağlanması gerekmektedir. Türkiye’de göç konusunda önceden geniş çaplı bir hazırlık yapılmadığından sorunlara çözüm üretmek adına ivedi yöntemler geliştirilmiştir. Aşağıda sık karşılaşılan, -maalesef birçoğu idareden kaynaklanan- hemen hepsine bir pratisyen olarak bizzat şahit olduğum temel problemlerden kısaca bahsedilmiştir:
– İlk olarak GGM’lerde aile için uygun bir yer bulunmamaktadır. İdari gözetim altına alınan bir ailede baba bir GGM’ye anne ve çocuk başka GGM’ye sevk edilmektedir. İlaveten bir şehirde idari gözetim altına alınan kişi idarenin takdiri ile ertesi gün başka bir şehre gönderilebilmektedir. Bu durum yakınlarının yabancıya ulaşmasını engellemektedir.
– Göç idaresine ait bina ve taşınmazların büyük kısmı sağlıklı barınma için elverişli değildir. Konteynırdan oluşan birçok GGM kışın çok soğuk, yazın çok sıcak olmakta, içeride bulunan çok sayıdaki yabancı dar alanlarda insan onuruna yaraşmayacak şekilde barındırılmaktadır. Geçmişte bu gibi nedenlerle İstanbul/Kumkapı’da büyük problemler çıkmış olup ardından GGM’ler şehir dışına taşınmıştır.
– GGM’lerde ve yabancıların GGM’ye sevk edilmeden önce tutuldukları karakollardaki nezarethaneler genellikle kötü kokulu olup temizliğe riayet edilmemektedir. İstanbul için konuşacak olursak Fatih/Şehremini’de bulunan yabancılar şube ek binasının nezarethaneleri idrar kokmakta, yabancılar sevk araçlarına sıkış tıkış bindirilmektedir. Yabancıların GGM’ye sevki için birikmesi beklenmekte, bu sırada bazı yabancılar iki-üç günden fazla süre -hukuki temeli olmadan- fiilen gözaltında kalmaktadır. Bu sırada uygulanan bir idari işlem olmadığı için, anılan alıkoymaya karşı mahkemeye itiraz etmek de sonuç vermemektedir. Halbuki YUKK’ta 48 saat içinde işlem yapılacağı hükmü emredici nitelikte düzenlenmiştir. Bizzat şahit olduğumuz birçok vakada, (yine İstanbul özelinde) Aksaray’da polisler tarafından alıkonarak Şehremini’ye götürülen, orada iki gün bekleyip Tuzla GGM’ye sevk edilen, oradaki kayıt bölgesinde bir gün bekleyip Göç İdaresi tarafından işlem yapılmaksızın başka ile sevk edilen yabancılar olduğu bilinen bir gerçektir. Bu insanlar yolda birine telefon edememekte, günlerce banyo yapma imkânından mahrum kalmaktadır. Yakalandığı ildeki Göç İdaresi’nde işlem uygulanmadığından avukatları veya ailesi tarafından sorulduklarında İl Göç Müdürlüğü “burada öyle biri yok” yanıtını vermektedir.
– 6458 sayılı Kanun’un ilgili maddelerinde sınır dışı edilemeyecek yabancılar sayılmıştır. Kanun açıkça, gönderildiğinde tehlikeli bir durumda olacak kişinin sınır dışı edilemeyeceğini emretmektedir. Fakat Çin’e teslim edilen Uygur Türk’ü, Mısır’a teslim edilen siyasi sığınmacı veya Rusya’ya teslim edilen Çeçenler gibi birçok elim hadise vuku bulmuştur. Bu durum açıkça hukuka ve vicdana aykırı olup, sorumluluğu bulunanların hesap vermesi gerekmektedir.
– GGM’lerde yüzlerce yabancı bulunmakta, fakat çok az sayıda avukat ve aile görüşü yeri bulunmaktadır. Mesai saati dışında görüş yaptırılmaması ayrı bir garabet olarak karşımızda durmaktadır. Mahkeme tarafından tutuklanan birisi dahi istediği zaman avukatıyla görüşebilir. Herhangi bir mahkeme kararına dayanmayan, idarenin aldığı karar üzerine özgürlüğü kısıtlanan kişinin avukata ve adliyeye mesai saati dışında erişemiyor olması, hukuk devleti prensibine uygun olmadığı gibi mantıklı da değildir.
– Son zamanlarda Göç İdaresi tarafından geliştirilen iki yeni uygulama yabancılara, bu alanda çalışan avukatlara ve hatta idari yaptırımlara karşı itirazları inceleyen hâkimlere dahi pes dedirtmiştir.
Bunlardan ilki fiilen idari gözetim altına alınan yabancının Göç İdaresi’nin sistemine kaydedilmeden apar topar sınır dışı edilmesi olayıdır. Yani birçok yabancı kolluk tarafından alınıp Göç İdaresi’ne bağlı GGM’de tutulmuş, fakat bu kişiler kayıt altına alınmamıştır. Yine bizzat şahit olduğum vakada müvekkilim Çatalca/Binkılıç GGM sabit hattından beni arayarak orada olduğunu söylemiş buna rağmen avukatla görüşmesine, kendisi burada yok diyerek mâni olunmuştur. Bu gibi olayların ayyuka çıkması akabinde avukatlar toplu bir açıklama yaparak Göç İdaresi’ne hukuka uymasını ihtar etmiştir. Göç İdaresi 17.02.2024 saat 23 sularında yaptığı basın açıklamasında iddiaları yalanlamış ve açıklamasını “Türkiye’nin huzuru ve güvenliği için ilgili kurumlarımızla işbirliği ve koordinasyon içinde yürütülen kamu düzeni ve güvenliği ile ilgili çalışmaları ve terörle mücadeleyi hedef alan, yalan ve iftira niteliğindeki söz konusu paylaşımlar, kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Gece-gündüz demeden titiz ve tavizsiz bir çalışma yürüten Başkanlığımızın ağır ve mesnetsiz ithamlarda bulunularak saldırıya maruz bırakılması kabul edilemez. Dezenformasyon niteliğindeki bu haber ve sosyal medya paylaşımlarının hangi maksatla dolaşıma sokulduğunun farkındayız ve söz konusu faaliyetleri yakından takip etmekteyiz. Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayan, devlet kurumlarını aşağılayan ve ülkemizi uluslararası kamuoyunda zor durumda bırakmayı hedefleyen haberler ve sosyal medya paylaşımları hakkında gerekli yasal süreç başlatılmıştır. Başkanlığımızın titiz ve tavizsiz bir şekilde yürüttüğü çalışmalar, aynı şekilde azim ve kararlılıkla sürdürülecektir” şeklinde sonlandırmıştır.[7] Bu açıklamayla birlikte zaten riayet edilmeyen hukuk devleti ilkesine ek olarak yetkililerde sorumluluk bilincinin de kalmadığını tespit etmiş bulunmaktayız.
– Bir diğer şaşırtıcı uygulama ise haksız yere idari gözetime alınan yabancılardan mahkeme kararı ile serbest bırakılanlara alternatif yükümlülüklerin ölçüsüzce uygulanmasıdır. Şöyle ki yabancılar haftanın beş günü GGM’lere giderek imza atmaya mecbur bırakılmaktadır. Herhangi bir suça karışan insana uygulanan adli tedbir dahi haftada bir imza atmak şeklinde infaz edilirken Göç İdaresi yabancılara karşı yıldırma politikası izlemekte, şehrin dışında bulunan GGM’lere her gün giderek imza atmalarını istemektedir. Daha vahim olanı bazı yabancılardan yaşamadıkları şehirlerde imza atmaları istenmektedir. Şöyle ki, İstanbul’da yaşarken yakalanıp Çanakkale Ayvacık GGM’ye sevk edilip oradan mahkeme kararı ile serbest kalan yabancıya Ayvacık GGM’de imza atma yükümlülüğü yüklenmektedir. Yabancıların imza yükümlülüğünün yaşadıkları şehre taşınması talebi de maalesef reddedilmektedir.
Buradan bir kez daha idarenin takdir yetkisinin kötüye kullanılamayacağını saygıdeğer yetkililere hatırlatır, okuyanlara gösterdikleri sabır için teşekkür ederiz.
__
- 2013 Türkiye Göç Raporu, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü: https://www.goc.gov.tr/kurumlar/goc.gov.tr/YillikGocRaporlari/2013_yillik_goc_raporu.pdf , [Erişim Tarihi: 20.02.2024] ↑
- Aysel Çelikel, Yabancılar Hukuku, Beta Yayınları, 2018, s.24. ↑
- A.g.e. ↑
- 6458 sayılı Kanun’un 54’üncü maddesinde kimler hakkında sınır dışı işlemi uygulanacağı detaylıca açıklanmıştır. ↑
- https://www.goc.gov.tr/geri-gonderme-merkezleri-iletisim, [Erişim Tarihi: 19.02.2024] ↑
Göç İdaresi Başkanlığı, İstatistikler, https://www.goc.gov.tr/duzensiz-goc-istatistikler, [Erişim Tarihi: 18.02.2024] ↑- Basın açıklaması metnine ulaşmak için: https://www.goc.gov.tr/geri-gonderme-merkezlerine-gonderilen-yabancilara-iliskin-gercek-disi-haberler-hakkinda-basin-aciklamasi ↑
https://www.perspektif.online/goc-degil-goc-idaresi-meselesi/
Kapat
İnançtan Gelen Güç
Suriye’deki savaş patlak vermeden önce dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. Savaş başlayınca ...
2 Mart - Gurbet Hikâyeleri’nde yeni yazı: Suriyeli Kerim yüzlerce işçi göçmenden yalnızca biri Devamı2 Mart - Gurbet Hikâyeleri’nde yeni yazı: Suriyeli Kerim yüzlerce işçi göçmenden yalnızca biri
İnançtan Gelen Güç
Suriye’deki savaş patlak vermeden önce dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. Savaş başlayınca kâbuslar da başladı.
Kardeşimle evimizin balkonunda oyun oynadığımız sırada epey yakınlarımızda bir patlama meydana geldi. Patlamanın şiddeti kardeşimi yukarı doğru savurdu. Her şey gözlerimin önünde oluyordu. Yere düştü… Başını çarptı…
Beyin kanaması geçirdiğini öğrendik. Küçük bedeni yalnızca üç gün dayanabilmişti. Sonra… Sonra, Allah onu yanına aldı. Ortalığı tozu dumana katan patlamayı, kardeşimin savruluşunu, sonra düşüşünü, sonra mezar taşını… Tüm bunları izlerken perişan oldum. Kardeşimle birlikte ben de öldüm.
Artık hiçbir yer güvenli değildi. Halep’i terk ettik. Bir yerden diğerine, sonra öbürüne taşınıp durduk. En son Türkiye’ye geldik. O günlerde henüz 11 yaşındaydım. Hayatın tüm bu zorluklarına bir de yabancılık eklendi.
Aileme destek olabilmek için çalışmam gerekiyordu. Babamın psikolojisi hiç iyi değildi. Türkçe bilmiyordum ve insanlarla iletişim kurmakta zorlanıyordum. Kendimi zorlayıp güç bela İngilizce anlaşmaya çalışıyordum.
Kardeşimi çok özlüyordum. Evimi, okulumu… Türkiye’de okula gitmek istedim, ama gidemedim. Çünkü maddi durumumuz buna el vermiyordu, çalışmak zorundaydım. Ama yine de belki boş zaman bulur da okurum diye Türkçe kitaplar almıştım. Zamanla Türkçe öğrendim.
Sonra İstanbul’a taşındık. Çin menşeili bir ithalat ve ihracat şirketinde çalışmaya başladım. Buradaki Çinli arkadaşlarımdan ticaret öğrendim. 19 yaşıma geldiğimde ben de ufak tefek ticaretler yapmaya başlamıştım. Türkiye’de bir dükkân sahibi olabilmenin hayallerini kuruyordum. Ancak yasal durumum buna izin vermiyordu. Çünkü ben bir göçmendim. Kayıtlı olduğum şehrin dışında ne yaşayabiliyor ne de çalışabiliyordum.
Suriye sınırındaki küçük şehre, yani kayıtlı olduğum yere döndüğümde başka zorluklar başladı. Burası çok küçük bir yerdi ve ticaret yapma imkânım yoktu. İstanbul’da kalmayı bu yüzden istiyordum. Yaptığım tüm birikimi ailevi sebeplerden ötürü kaybetmiştim. Ancak bu sorunlardan bahsetmek istemiyorum.
Hem aileme hem de yaşadığım ülkenin ekonomisine katkı sağlamak istiyordum. Ancak sadece bir göçmen olduğum için bu hayallerimi gerçekleştiremedim.
Babam, kendi ülkesini yağmalayıp Türkiye’ye kaçan simsarlardan biri olmadığından Türk vatandaşlığım da yoktu. Geçen bunca yıla rağmen, Türk vatandaşlığına sahip olmadan, bir göçmen olarak yaşamaya çalışmak çok zordu. Beni koruyacağına güvenebileceğim ne bir yasa ne de bir kimse… Hiçbir şey yoktu. Servetine servet katan bunca efendinin kölelerinden bir köleydim, hepsi bu. Efendilerin çoğaldığı ve vatanlarını, vicdanlarını ve namuslarını satarak efendi olduğu bir zamanda ben sadece bir köleydim.
Başka şeyler de öğrendim. Devlet yetkilileriyle aranızda bir aracı yoksa eğer, hiçbir şey yapamayacağınızı... Şu, birçok gencin moralini bozan ve onlara iş ve destek sağlamayan devlet yetkilileri…
Ama buradayım ve her şeye rağmen yine de asla pes etmeyeceğim.
- Suriyeli Kerimcan 21 yaşında ve 9 yıldır Türkiye’de yaşıyor.
https://www.gurbethikayeleri.com/post/inanctan-gelen-guc
KapatAvukatlara müvekkilleriyle ilgili yaşatılan sıkıntıları, haksız sınırdışıları, kötü muameleyi gündeme getirdi. “GGM'lerdeki gayrı ...
1 Mart - Gelecek Partisi Bursa milletvekili Kani Torun TBMM'de GGM'lere ilişkin hukuksuzluk ve insan hakları ihlallerine ilişkin iddiaları sordu Devamı1 Mart - Gelecek Partisi Bursa milletvekili Kani Torun TBMM'de GGM'lere ilişkin hukuksuzluk ve insan hakları ihlallerine ilişkin iddiaları sordu
Avukatlara müvekkilleriyle ilgili yaşatılan sıkıntıları, haksız sınırdışıları, kötü muameleyi gündeme getirdi. “GGM'lerdeki gayrı insani, hukuksuz muamelelere bir an önce son verilmeli, göç sorununa hukuk çerçevesinde, kalıcı bir çözüm bulunması konusunda harekete geçilmelidir” dedi.
https://x.com/B_Kurbanoglu/status/1763546912358039830?t=0yHT92OZq_1DrG8w_JjKGw&s=08
Kapat
İnançtan Gelen Güç
Suriye’deki savaş patlak vermeden önce dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. ...
29 Şubat - Gurbet Hikâyeleri’nde yeni yazı: Suriyeli Kerim yüzlerce işçi göçmenden yalnızca biri Devamı29 Şubat - Gurbet Hikâyeleri’nde yeni yazı: Suriyeli Kerim yüzlerce işçi göçmenden yalnızca biri
İnançtan Gelen Güç
Suriye’deki savaş patlak vermeden önce dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. Savaş başlayınca kâbuslar da başladı.
Kardeşimle evimizin balkonunda oyun oynadığımız sırada epey yakınlarımızda bir patlama meydana geldi. Patlamanın şiddeti kardeşimi yukarı doğru savurdu. Her şey gözlerimin önünde oluyordu. Yere düştü… Başını çarptı…
Beyin kanaması geçirdiğini öğrendik. Küçük bedeni yalnızca üç gün dayanabilmişti. Sonra… Sonra, Allah onu yanına aldı. Ortalığı tozu dumana katan patlamayı, kardeşimin savruluşunu, sonra düşüşünü, sonra mezar taşını… Tüm bunları izlerken perişan oldum. Kardeşimle birlikte ben de öldüm.
Artık hiçbir yer güvenli değildi. Halep’i terk ettik. Bir yerden diğerine, sonra öbürüne taşınıp durduk. En son Türkiye’ye geldik. O günlerde henüz 11 yaşındaydım. Hayatın tüm bu zorluklarına bir de yabancılık eklendi.
Aileme destek olabilmek için çalışmam gerekiyordu. Babamın psikolojisi hiç iyi değildi. Türkçe bilmiyordum ve insanlarla iletişim kurmakta zorlanıyordum. Kendimi zorlayıp güç bela İngilizce anlaşmaya çalışıyordum.
Kardeşimi çok özlüyordum. Evimi, okulumu… Türkiye’de okula gitmek istedim, ama gidemedim. Çünkü maddi durumumuz buna el vermiyordu, çalışmak zorundaydım. Ama yine de belki boş zaman bulur da okurum diye Türkçe kitaplar almıştım. Zamanla Türkçe öğrendim.
Sonra İstanbul’a taşındık. Çin menşeili bir ithalat ve ihracat şirketinde çalışmaya başladım. Buradaki Çinli arkadaşlarımdan ticaret öğrendim. 19 yaşıma geldiğimde ben de ufak tefek ticaretler yapmaya başlamıştım. Türkiye’de bir dükkân sahibi olabilmenin hayallerini kuruyordum. Ancak yasal durumum buna izin vermiyordu. Çünkü ben bir göçmendim. Kayıtlı olduğum şehrin dışında ne yaşayabiliyor ne de çalışabiliyordum.
Suriye sınırındaki küçük şehre, yani kayıtlı olduğum yere döndüğümde başka zorluklar başladı. Burası çok küçük bir yerdi ve ticaret yapma imkânım yoktu. İstanbul’da kalmayı bu yüzden istiyordum. Yaptığım tüm birikimi ailevi sebeplerden ötürü kaybetmiştim. Ancak bu sorunlardan bahsetmek istemiyorum.
Hem aileme hem de yaşadığım ülkenin ekonomisine katkı sağlamak istiyordum. Ancak sadece bir göçmen olduğum için bu hayallerimi gerçekleştiremedim.
Babam, kendi ülkesini yağmalayıp Türkiye’ye kaçan simsarlardan biri olmadığından Türk vatandaşlığım da yoktu. Geçen bunca yıla rağmen, Türk vatandaşlığına sahip olmadan, bir göçmen olarak yaşamaya çalışmak çok zordu. Beni koruyacağına güvenebileceğim ne bir yasa ne de bir kimse… Hiçbir şey yoktu. Servetine servet katan bunca efendinin kölelerinden bir köleydim, hepsi bu. Efendilerin çoğaldığı ve vatanlarını, vicdanlarını ve namuslarını satarak efendi olduğu bir zamanda ben sadece bir köleydim.
Başka şeyler de öğrendim. Devlet yetkilileriyle aranızda bir aracı yoksa eğer, hiçbir şey yapamayacağınızı... Şu, birçok gencin moralini bozan ve onlara iş ve destek sağlamayan devlet yetkilileri…
Ama buradayım ve her şeye rağmen yine de asla pes etmeyeceğim.
- Suriyeli Kerimcan 21 yaşında ve 9 yıldır Türkiye’de yaşıyor.
https://www.gurbethikayeleri.com/post/inanctan-gelen-guc
Kapat
Özellikle seçim dönemlerinde göçmenlere yönelik baskı giderek tırmanırken, “Türkiye’nin göçmen politikasında ...
28 Şubat - Mazlumder Genel Başkanı Kaya Kartal: “Seçim döneminde göçmen politikası 'siyasi malzeme' oldu” Devamı28 Şubat - Mazlumder Genel Başkanı Kaya Kartal: “Seçim döneminde göçmen politikası 'siyasi malzeme' oldu”
Özellikle seçim dönemlerinde göçmenlere yönelik baskı giderek tırmanırken, “Türkiye’nin göçmen politikasında bir makas değişikliği mi yaşanıyor?” sorusu gündeme geliyor.
Geri Gönderme Merkezleri’nde (GGM) yaşanan hak ihlallerine ilişkin Göç İdaresi Başkanlığı yaptığı açıklama ile iddiaları reddetti. Ancak insan hakları aktivisti pek çok avukat, gözaltına alınan müvekkillerine çoğu zaman ulaşamadığını anlatıyor. İddialarla ilgili İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel Başkanı avukat Kaya Kartal ile konuştuk. Telefonla ulaştığımız Göç İdaresi Başkanlığı’ndan ise bir muhatap bulamadık.
GÖÇ İDARESİ KÖTÜ MUAMELEYE ‘İFTİRA’ DEDİ
Milyonlarca göçmenin barınmaya çalıştığı Türkiye’de seçim dönemlerinde siyasal propagandalarda yabancı düşmanlığı öne çıkan başlıklardan biri oldu. Türkiye’nin dış politikadaki diplomatik ilişkilerinde yaşanan değişiklik de göçmenler üzerinde etkisini gösteriyor. GGM’lerde işkence ve kötü muamele iddiaları artarken, Göç İdaresi Başkanlığı yaptığı açıklama ile iddiaları reddetti ve iftira atıldığına işaret eden ifadeler kullandı.
Yapılan açıklamada, “Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altına alınan her bir yabancı özellikle hemen kayıt altına alınmakta ve durumu bireysel olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu yabancılara 6458 sayılı kanunun ‘Geri gönderme merkezinde sağlanacak hizmetler’ başlıklı 59. Maddesine göre yakınlarına yasal temsilcisine ve avukata erişme, bunlarla görüşme yapabilme, ayrıca telefon hizmetlerine erişme imkânı sağlanmaktadır. Geri gönderme merkezlerinde kötü muamele iddiaları kesinlikle doğru değildir” denildi.
‘SİSTEMATİK BİR SÜREÇ İŞLİYOR’
MAZLUMDER Genel Başkanı Kaya Kartal ise Göç İdaresi Başkanlığı’nın aksine iddialarda bulundu. Avukat Kartal, gözaltına alınan müvekkillerine çoğu zaman ulaşamadıklarını anlattı ve Türkiye’nin göç politikasındaki değişikliğin 2019’a kadar gittiğini sözlerine ekleyerek sistematik bir süreç işlediğinden söz etti:
“Aslında son dönemde değil, periyodik olarak mülteciler maalesef ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Hatırlarsanız Mısırlı bir genci kelepçeli olarak uçakla göndermişlerdi. MAZLUMDER’e başvurular giderek artıyor. Görüyoruz ki sistematik bir süreç işliyor. Göç idareleri İstanbul ve Ankara gibi merkezlerde bulunan yabancıları buralardan göndermeye çalışıyorlar. Düzenli hale gelmiş olanlar da dâhil olmak üzere farklı şehirlere gönderilip oradan da sınır dışı etmeye çalışıyorlar. Son haftalarda özellikle Kafkas ve Çeçenlere yönelik benzer muameleler yapıldı. Orta Asya’dan gelenler de benzer süreçleri yaşıyorlar.”
‘DÜZENLİ GÖÇMENİ DÜZENSİZ HALE GETİREN POLİTİKA İZLENİYOR’
Kartal, yabancılara yönelik kötü muamele yapıldığına dair somut örnekler de vererek şöyle devam etti: “Iraklı bir mülteci Ankara’da yaşıyordu. Sınır dışı kararı var denilerek Malatya’ya götürüldü. Mahkeme 5 gün imza verme şartıyla serbest bıraktı. İmzayı da Malatya’da vermesi istendi. Bu kişinin ailesi, düzeni Ankara’da. Malatya gibi deprem bölgesinde her gün imza vermesi mümkün değil. İmza vermediği takdirde de gözaltına alınacağını bildirdiler. Benzer durumda olan pek çok mülteci var. Vatandaş İstanbul’da yaşıyor ancak Çanakkale’ye gönderiliyor. Bu yerlerle o insanların hiçbir ilişkisi yok. Yani yakını, işi vs. hiçbir bağı yok. Hayat kurmuş, iş kurmuş insanı alıp başka bir yere götürmek onu tekrar kaçak hale getirmek demek. Yani düzenli hale gelmiş göçmeni düzensiz hale getiren politikalar izleniyor.”
‘İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE’
Yabancıların gözaltına alınması sonrasında, devlet kurumları ile yaptıkları görüşmeleri anlatan Kartal, “Temel başka bir sorun ise alınan yabancıların nereye götürüldüklerinin belli olmaması. Yani emniyet mi almış, istihbarat mı ya da Göç İdaresi mi bilinmiyor. Sorulduğunda da kurumlar kendilerinde kayıt olmadığını söylüyor. Üstelik o kurumlarda olduğunu çoğu kez biliyoruz. İnsanlar rastgele Göç İdaresi’ne mi dolduruluyor? İşkence ve kötü muamele gibi pek çok riski içinde barındırıyor bu kurumlar” dedi.
‘HÜKÜMET MUHALİF PARTİLERİN KULLANDIĞI SİYASİ MALZEMEYİ ELLERİNDEN ALMAYA ÇALIŞIYOR’
Göçmenlere uygulanan gözaltı süreçlerdeki temel sorunlardan birinin de idari itiraz süresiyle ilgili olduğunu belirten Kartal, gözaltına alınan göçmenle ilgili bilgi verilmediğini, gönüllü geri göndermeye ikna edilmeye çalışıldığını kaydetti. Kartal, bazı göçmenlere zorla geri dönüş formu imzalatıldığıyla ilgili iddialar olduğunu kaydetti. Kartal’a göre yabancılara uygulanan politikaların nedeni seçimler. Hükümetin sistematik politikasındaki değişikliği Kartal, şöyle anlattı:
“Son dönemde böyle bir makas değişikliğinin olmasının nedeni seçimlerle ilgili. 2019’dan itibaren başlayan bir yabancılar, göçmenler meselesi siyasette kullanılmaya başlandı. Hükümet bir şekilde, belli muhalif partilerin kullandığı siyasi malzemeyi ellerinden almaya çalışıyor.”
https://www.gazeteduvar.com.tr/secim-doneminde-gocmen-politikasi-siyasi-malzeme-oldu-haber-1672787
KapatMedipol Üniversitesi Akdeniz Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen toplantıda Türkiyeli ve Suriyeli STK temsilcileri, akademisyenler ve ...
25 Şubat - “Geri gönderme merkezlerindeki hak ihlalleri devam ediyor Devamı25 Şubat - “Geri gönderme merkezlerindeki hak ihlalleri devam ediyor
Medipol Üniversitesi Akdeniz Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen toplantıda Türkiyeli ve Suriyeli STK temsilcileri, akademisyenler ve gazeteciler göçmenlerin karşılaştığı mevcut sorunları ve çözüm önerilerini konuştu. Geri Gönderme Merkezleri’nde yaşanan insan hakları ihlallerine vurgu yapılan toplantıda “seçim ve oy kaygısı ile insani politikalardan uzaklaşılmaması” çağrısı yapıldı.
İstanbul Medipol Üniversitesi Akdeniz Araştırmaları Merkezi, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi’nde ve Göç İdaresi’ne bağlı Geri Gönderme Merkezleri’nde son dönemde artan hak ihlali iddiaları başta olmak üzerine Türkiye’de göçün güncel durumu bir yuvarlak masa toplantısıyla ele alındı.
Üniversitenin Kavacık’taki kampüsünde düzenlenen toplantıyı merkezin başkanı Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ve Dr. Yıldız Önen yönetti.
Türkiyeli ve Suriyeli STK temsilcilerinin yanı sıra medya mensuplarının, akademisyenlerin ve insan hakları aktivistlerinin katıldığı toplantıda Geri Gönderme Merkezleri’nde yaşanan hak ihlalleri başta olmak üzere Türkiye’de göçmenlerin sorunları ve çözüm önerileri tartışıldı.
Toplantının açılışında konuşan Dr. Yıldız Önen, son dönemde göçmenlerin yaşadığı hak ihlallerinin arttığının altını çizdi. Önen, son günlerde medyaya yansıdığı gibi göçmenlerin ve göçmen haklarını savunan kişi ve STK’ların ajanlıkla itham edilmesinin çok tehlikeli olduğunu söyledi. Taha Elgazi de insan hakları alanında görev yapan insanları hedef almanın normalleştirilmek istendiğini ifade etti.
Toplantıda son zamanlarda göçmenlerin karşılaştığı güncel sorunlardan başlıcaları şöyle sıralandı:
- Yaklaşan seçimlere doğru göçmenler üzerindeki baskılar arttı. Pek çok ilçe ve mahalle göçmenlerin ikametine kapatıldı. Keyfi gözetim altına almalar ve geri göndermeler sonucu mağduriyetler yaşanıyor, aileler bölünüyor.
- Taşrada iş bulamayan göçmenler, risk pahasına yeniden büyük kentlere yöneliyor. Yasal olmayan çalışma ve emeğin daha çok istismarı söz konusu. Göçmenler asgari ücretin altında ücretlerle çalıştırılıyor.
- Türkiye’den ayrılarak Esed’in bölgesine dönüş yapan Suriyelilere yönelik şiddet, tecavüz ve öldürme vakaları bildiriliyor. Bu insanlar sorgulanıyor, işkence görüyor. Bu işkencelerde öldürülenler var.
- GGM’lerde “gönüllü geri dönüş” adı altında zorla imzalatılan evraklar sorunu devam ediyor. Bireylerin sağlık hizmetlerine erişim, beslenme, barınma ve aileleri ve avukatlarıyla iletişim kurma haklarıyla kötü muamele ve işkence yasağının ihlal edildiği şikayetleri var. Son bir yıldır, GGM’lerin aşırı kalabalık hale geldiği, 800 kişilik GGM’lerde 2000; 6 kişilik odada 20 kişinin tutulduğu bildiriliyor.
- Hükümet, seçim öncesi bu hukuksuzluğa göz yumuyor; muhalefet partilerinin ırkçı siyasetçi ve belediye başkan adayları da nefret suçları işlemeye devam ediyor.
- Suriye’den göç 13’üncü yılına girerken ortada hala ciddi bir entegrasyon programı yok, hala misafirlikten söz ediliyor. Göçmenlerin hukuki statüsü ve onlar için geleceğin öngörülebilir hale getirilmesi konusunda adım atılmıyor.
- Son zamanlarda İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk birimleri ile Göç İdaresi Başkanlığı’nın keyfi uygulama ve hukuksuz işlemlerinin kurum politikası haline geldiği konusunda yaygın bir eleştiri var. Buna bağlı olarak, sorunların, alanda karşılaşılan bireysel vakalardan öte yapısal olduğu gözleniyor.
Toplantıda dile getirilen sorunlara çözüm önerileri ise şöyleydi:
- Göçmenlerin haklarını ihlal eden keyfi uygulamalara derhal son verilmeli, bütün süreçler insan hakları ilkelerine ve hukuka uygun olarak yürütülmeli. Seçim ve oy kaygısı ile insani politikalardan uzaklaşılmamalı.
- Göç idaresine sevk edilen ve idari gözetimde tutulan kişilerin ailelerine ve avukatlarına, nerede oldukları konusunda derhal bilgi verilmeli; savunma hakkına erişimi güçleştiren uygulamalara son verilmeli.
- Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim insani koşullarda sağlanmalı, işkence ve kötü muamele ile intihar iddiaları titizlikle soruşturulmalı, varsa suç işleyen görevliler hakkında gerekli cezalar verilmeli. Bu iddialar söz konusu bile edilememeli. Bunun için iç ve dış denetimler daha etkili biçimde yapılmalı, görevli personele düzenli olarak insan hakları eğitimi verilmeli.
- Göçmenlere yönelik imza yükümlülüğü uygulaması tekrar eski haline getirilerek ayda 1 ya da 15 günde 1 olmak üzere değiştirilip bu konuda insani bir yaklaşım gösterilmeli. GGM’lerden salıverilen kişilerin ailesinden ve ikametinden çok uzakta bir şehirde ve her gün imza vermesini istemek şeklinde yerine getirilmesi imkânsız uygulamalardan vazgeçilmeli.
- Son dönemdeki olumsuz yaklaşım değiştirilmeli; düzenli göçmenleri sistematik olarak düzensiz hale getirme uygulaması sonlandırılmalı. Göçmen sorununun, sivil toplum ve siyaset kurumu diyaloguyla, insan haklarına uygun bir şekilde ve birlikte yaşama ekseninde çözülmesi için fırsat oluşturulmalı. Denetimlere STK’ların da dahil edilmesi sağlanmalı.
- İkamet ve çalışma izni başvurularının değerlendirilme süreçleri hukuki denetimin yapılmasına imkân verecek şekilde somut olarak gerekçelendirilmeli ve şeffaflaştırılmalı. Göç İdaresi ve GGM’lerdeki rüşvet iddiaları ivedilikle araştırılmalı, görevini hakkıyla icra eden personelin zan altında kalması önlenmeli.
- Yabancı şahıslar bakımından kamu güvenliği veya kamu düzenini ilgilendiren hususlar bulunması halinde bu soruna hukuk çerçevesinde çözümler bulunmalı. Gerçekleşmiş geri gönderme işlemleri kanuna uygunluk yönünden incelenmeli, hukuka aykırı geri göndermelere, gönüllü geri dönüş adı altında zorla göndermelere son verilmeli, geri gönderme yasağına katı bir şekilde riayet edilmeli.
https://www.gocgunlugu.com/H-geri-gonderme-merkezlerindeki-hak-ihlalleri-devam-ediyor-265
Kapat
MAZLUMDER tarafından yapılan basın açıklaması şöyle:
FİRAS İSMAİL KASSAP’IN IRAK’A İADESİ DURDURULSUN
Firas İsmail ...
22 Şubat - MAZLUMDER Firas İsmail Kassap’ın Irak'a sınırdışı edilme uygulamasının acilen durdurulmasını istedi Devamı22 Şubat - MAZLUMDER Firas İsmail Kassap’ın Irak'a sınırdışı edilme uygulamasının acilen durdurulmasını istedi
MAZLUMDER tarafından yapılan basın açıklaması şöyle:
FİRAS İSMAİL KASSAP’IN IRAK’A İADESİ DURDURULSUN
Firas İsmail Kassap’ın ailesi ve avukatı derneğimize başvuru yapmışlardır. Başvuruda Avukat; Irak uyruklu ve Sünni Türkmen müvekkili Firas İsmail Kassap ailesiyle birlikte yaklaşık 6 yıldır uluslararası koruma başvurucusu olarak Ankara ilinde yaşamaktadır, evli ve 7 çocuğu vardır. Firas İsmail Türkiye'ye geldikten sonra herhangi bir olumsuz eylemde bulunmamış ve her türlü yükümlülüğünü yerine getirmiştir. 22.04.2022 günü evine doğru giderken bir bakkal dükkânında tartışma olduğunu görmüş ve tartışmanın kavgaya dönüşmemesi için yanlarına doğru yürüdüğü sırada polisler gelmiş ve şahsı da yoldan alarak polis merkezine götürmüşler. İfadesi alınan taraflardan Firas İsmail hakkında kimsenin şikâyeti olmamasına rağmen kavgaya karışma riski bulunduğundan bahisle hakkında tutanak tutulmuş ve Ankara Valiliğine sevk edilmiştir.
Firas İsmail hakkında Ankara Valiliği tarafından sınır dışı etme kararı alınarak Akyurt Geri Gönderme Merkezinde idari gözetim altına alınmıştır. Şahıs hakkında bu kavga olayı ile ilgili başlatılan soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bir süre idari gözetim altında tutulan şahıs, Ankara İl Göç İdaresinin kararı ile resen idari gözetimi sonlandırılarak serbest bırakılmış ve kendisine alternatif yükümlülükler getirilmiştir. Bu süreçte kendisine getirilen bütün yükümlülükleri yerine getiren Firas İsmail hakkında alınan sınır dışı etme kararına karşı açılan dava reddedilmiş ve bu ret kararı kesinleşmiştir.
Şahıs, 14.02.2024 tarihinde, önceki sınır dışı kararına istinaden yeniden idari gözetim altına alınmış ve Gaziantep Oğuzeli Geri Gönderme Merkezine sevk edilmiştir. Şahıs hakkındaki idari gözetim kararının göç idaresi tarafından sonlandırıldığı ve bunun üzerine idari gözetime alternatif yükümlülük getirildiği, bu yükümlülüğün de yakın zamanda sonlandırıldığı ifade edilmiştir. Gaziantep Oğuzeli Geri Gönderme Merkezi'nde idari gözetim altında tutulan şahsa, kurum yetkilileri tarafından hakkındaki sınır dışı etme kararının kesinleşmiş olması sebebiyle iki gün içerisinde sınır dışı edileceği bilgisi verilmiştir. Öncelikle Firas İsmail'in eşi ve yedi çocuğu hala Ankara ilinde olup şahıs dahil bütün ailenin uluslararası koruma süreçleri devam etmektedir.
Firas İsmail Kassap sınır dışı edilmesi halinde Anayasa tarafından korunan aile hayatına saygı hakkı ve aile bütünlüğü ilkeleri ihlal edilmiş olacaktır. Firas İsmail Kassap’a idari gözetime alternatif yükümlülük getirildiği, bu yükümlülüğün de yakın zamanda sonlandırıldığı hususu göz önünde bulundurulduğunda yapılan işlem hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Zira bir kişinin aynı gerekçe ile yeniden idari gözetim altına alınması için alternatif yükümlülüğe uymuyor olması gerekir.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nda Geri Gönderme Yasağı Madde 4'te “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez” şeklinde yer almıştır.
Ülkemizde Uluslararası Koruma Başvurusu ile bulunan Firas İsmail, Sünni Türkmen olduğundan ülkesine sınır dışı edildiği takdirde, zulüm görme riski altındadır. Zira TİHEK’in Haziran 2022 tarihli raporunda da yer aldığı üzere; Irak’ta DAEŞ’in işgal ettiği bölgelerden kaçanlar veya DAEŞ’in işgali altındaki bölgelerde örgütün fiili egemenliğinin devam ettiği süreçte orada yaşamaya icbar edilenler, farklı şekillerde DAEŞ’e bağlı oldukları şüphesiyle yetkililer ve Haşdi Şabi’nin hedefi haline gelmiştir. Yine Irak hakkındaki raporlar; 2014-2018 yılları arasında askeri güçler veya bağlantılı diğer güçler tarafından DAEŞ’e karşı yürütülen mücadele sırasında meydana gelen savaş suçları, cinayetler, kaçırmalar ve çoğunlukla Sünni sivilleri hedef alan intikam saldırıları dâhil, ciddi insan hakları ihlallerine dikkat çekmiştir. Irak’ta tutuklama ve gözaltı işlemlerinin Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yapıldığı ifade edilse de bölge hakkında yapılan gözlemler tutuklamaların çoğunun yasal düzenlemelere uygun olmadığı ve çoğu kez keyfi olduğunu ortaya koymaktadır.
Firas İsmail Kassap’ın Irak'ta idam, kötü muamele, insanlık dışı aşağılayıcı ceza ve davranışa kuvvetle maruz kalma ihtimali varken sınır dışı etme kararı hem mevzuatımıza hem de uluslararası mülteci hukukuna açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
MAZLUMDER olarak Firas İsmail Kassap’ın telafisi imkansız insan hakları ihlallerine uğrama ihtimalinden dolayı Irak'a sınırdışı edi.lme uygulamasının acilen durdurulmasını talep ederiz.
https://www.facebook.com/share/p/YLae1pfAjCfBMVsA/?mibextid=xfxF2i
https://twitter.com/MazlumderA/status/1760764398954549431
Kapat
Mültecilere yönelik hukuksuz uygulamalara karşı kamuoyu tepkisinin zirve yaptığı bir zamanda, "Türkiye’yi kötüleme"yle ilgili ...
21 Şubat - Tutuklu gazeteci aktivist Ahmet Katie casuslukla suçlanıyor Devamı21 Şubat - Tutuklu gazeteci aktivist Ahmet Katie casuslukla suçlanıyor
Mültecilere yönelik hukuksuz uygulamalara karşı kamuoyu tepkisinin zirve yaptığı bir zamanda, "Türkiye’yi kötüleme"yle ilgili özel haber servis edildi. Yaklaşık 3 ay önce kaçırılan ve ardından tutuklanan gazeteci aktivist Ahmet Katie hakkında, dosyada gizlilik kararı olmasına rağmen Sabah gazetesinde casusluk haberi yapıldı.
Büyükada insan hakları savunucuları davasında olduğu gibi Ahmet Katie özel olarak hedefe koyuluyor, manşetlere taşınıp suçlanıyor, sonra belki de zamana bırakılıp dosya kapatılacak, ama suçlu ilan edilenler yıllarca süründürülecek. Ayrıca bu tür dosyalar ve suçlamalarla kamuoyu terbiye edilip, itiraz edenlere sopa gösterilmiş olacak.
Ahmet Katie'nin çocukları, cezaevinde olan babalarını görmek için savcıdan özel izin aldılar, ama cezaevi yönetimi çocukların "kimliği olmadığı" için mevzuat gereğince, görüşme izni vermedi, çocukları tek başına bırakamayacağı için anne de görüş yapamadı. Anne baba ikamet izinli olduğu için ve çocuklar da Türkiye’de doğduğu için çocuklara geçici koruma kimliği verilmiyor. Sadece doğum belgeleri var. Savcı izin verse de Maltepe cezaevi çocuklara kimlik verilmediği için görüşme yapmasına izin vermiyor.
Ahmet Katie’nin çocuklarına geçici koruma kimliği bile vermeyen, okulsuz bırakan devlet, Ahmet’i Fransa’dan iltica istediği için suçlu gösteriyor. Vize başvurusuna eklediği Suriyeli mülteciler hakkındaki haberleri de casusluk olarak kabul ediyor.
https://www.gocgunlugu.com/H-tutuklu-gazeteci-aktivist-ahmet-katie-casuslukla-suclaniyor-264
KapatGeri Gönderme Merkezlerinde (GGM) gözetim altında tutulan mültecilere avukatlarının ulaşamaması, işkence, kötü muamele ve zorla geri ...
19 Şubat - Göçmenlerin haklarını ihlal eden keyfi uygulamalara derhal son verilsin Devamı19 Şubat - Göçmenlerin haklarını ihlal eden keyfi uygulamalara derhal son verilsin
Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) gözetim altında tutulan mültecilere avukatlarının ulaşamaması, işkence, kötü muamele ve zorla geri göndermelerin yaygınlaşması üzerine, bir grup aktivist ve avukat MAZLUMDER Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı’nın “Geri gönderme merkezlerinde kötü muamele iddiaları doğru değil” açıklamasının ardından yapılan toplantıda, “Geri Gönderme Merkezleri 5 yıldız standardında ise hodri meydan diyoruz. Biz aktivistler ve avukatlar olarak bu Geri Gönderme Merkezleri’ni heyet halinde gezmek istiyoruz. Komisyonlar kurun, buraları izleyelim” denildi.
Mazlumder Genel Merkezi'nde düzenlenen basın toplantısına; Çerkez Dernekleri Federasyonu, Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu (ULFED), Kaf Dağı Eğitim ve Kültür Derneği, Birleşik Kafkasya Derneği, Kafkas Çeçen Dayanışma Derneği, Sığınmacı Hakları Platformu ile Çeçen-Kafkas Muhacirleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği destek verdi.
Kötü muamele iddialarına karşı etkin bir şekilde soruşturma yapılmalı
Basın toplantısında konuşan Av. Abdulhalim Yılmaz, "Son zamanlarda biraz da güvenlik kaygısıyla veya başka sebeplerle müvekkillerimize ya da işlem yapılan şahıslara ulaşamıyoruz. GGM’lerde yeterli denetim yapılmadığını düşünüyoruz. Çünkü sık sık intihar vakaları yaşanıyor. Kötü muamele iddiaları gündeme geliyor. Bu aynı zamanda kurum içerisinde görev yapan ve işini layıkıyla yapan insanların da lekelenmesi anlamına geliyor. Bu nedenle kurumun, kötü muamele iddialarına karşı etkin bir şekilde soruşturma yapması gerekir. Kendi içlerindeki çürük elmaların ayıklanması gerekir. Aksi halde bu kurumun görüntüsüymüş gibi ortaya konulur ki, bu sonuç olarak hoş bir durum olmaz" dedi.
Külliyen ret politikası 90'lı yılların politikasıdır
Geri Gönderme Merkezlerine götürülen insanların kaybolduğunu, 2-3 hafta sonra ancak haber alınabildiğini belirten Av. Mehmet Okatan, "Normalde karakola götürülen kişiye ailesiyle görüşme hakkı verilir, kanunen. Ailesiyle görüştükten sonra usul o şekilde devam eder. Burada öyle durumlar oldu ki karakollardan GGM’ye gönderilen kişilere ulaşılamadı. Çatalca GGM’ye gönderilen kişi bir şekilde telefonla ulaşarak orada olduğunu söylüyor, ama avukatlar gidince görevliler 'böyle biri yok' diyorlar. Bu durumda insanın aklına farklı farklı şeyler geliyor. Acaba bu insan kimseye haber vermeden farklı yerlere mi gönderilecek? Veya başına başka şeyler mi gelecek?
Çünkü kötü muamele ile ilgili durumlar GGM’lerde hayli fazla. Eğer bunlar münferit şeyler ise GGM müdürlerinin veya İçişleri Bakanlığının, Göç İdaresi Başkanlığının tedbirler alması ve çürük elemanları temizlemesi lazım. Ancak Göç İdaresi’nin dün yaptığı açıklamaya bakıldığından böyle bir şeyin olmadığı, iddiaların tamamen reddedildiğini görüyoruz. Külliyen bir ret olduğu zaman bunu kabul etmek anlamına gelir. Külliyen ret politikası 90'lı yılların politikasıdır. 90'lı yıllarda ceza evlerinde ölen insanlar veya şubelerde ölen insanlar için 'biz işkence yapmadık, biz öldürmedik' dediler. Cenazesini dahi cezaevlerinden, şubelerden, Vatan emniyetten alıyorsunuz ama 'biz işkence yapmadık, kendisi kafasını vurarak öldürdü' diyorlardı. Bu şekilde komik durumlar söz konusu oluyordu. Biz diyoruz ki, 90'lı yıllar geri gelmesin, 90'lı yılları lanetle anıyoruz ama onların benzer uygulamaları günümüzde olduğunda üzülüyoruz" diye konuştu.
Geri gönderme merkezlerindeki iddialara araştırılmalı, kapsamlı bir göç yönetimi oluşturulmalı
Gönüllü geri dönüşün gönüllü olmadığına dair eleştirilerin gerçekten önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, "Özellikle geri gönderme merkezlerindeki gönüllü geri dönüş belgelerinin zorla imzalatıldığına dair eleştiriler bu bakımdan ciddiye alınmalı. Bunların sadece iddiadan ibaret olmayan bir tarafı olduğu göz önünde bulundurulmalı. Bazı yargı kararlarına yansıyan tespitler var. Öte yandan Geri Gönderme Merkezleriyle ilgili olarak devletin başka kurumlarının da benzer gözlemleri söz konusu. Örneğin; Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu'nun Tuzla'daki GGM ile ilgili çok kapsamlı bir raporu var. Bu rapor, bugünlerde dile getirilenlerden fazlasına dair bilgiler de içeren objektif bir rapor. Dolayısıyla bu konuda dile getirilen eleştirileri sadece kötü niyetli ya da dezenformasyon amaçlı girişimler olarak damgalamak doğru bir yaklaşım değildir. Aslında yapılması gereken çok net. Evrensel tecrübeyi ve hukukun temel ilkelerini dikkate alarak kapsamlı bir göç yönetimi oluşturulmalı. Bu konuda karar alma süreçlerine mültecileri, akademiyi, devletin çeşitli birimlerini ve sivil toplumu da katarak çok boyutlu bir yaklaşım sergilenmelidir" şeklinde konuştu.
Avi Eyyüp Akıncı kendi müvekkilinin 3 yaşındaki çocuğu ile kaybolduğunu, 15 gündür kendisinden bilgi alamadıklarını söyledi. Akıncı, “İstanbul Valiliğinin 29 Ocak tarihli bir yazısı var. Selimpaşa GGM’ye alınmış ancak bu tarihten beri kendisinden haber alınamıyor. Birkaç müvekkilimiz de bilgi verilmeden sınırdışı edildi. Elbistan’a sevk edilip adliyeye sevk edilmeyen müvekkillerimiz var. Biz bunları duyurmaya çalışırken Göç İdaresi dezenformasyon yaptığımızı iddia eden tehdit içerikli duyuru hiçbir sorunu çözmez. Biz müvekkillerimizi arıyoruz” dedi.
İşkence ve kötü muamele iddiaları artık söz konusu olmamalı
Neredeyse 6-7 yıldır seçim hikâyesi üzerinden göçmenlerle ilgili bahaneler duyduklarını vurgulayan MAZLUMDER Genel Başkanı Av. Kaya Kartal, "Artık bundan sıkıldık. Hukuk, seçim için iktidar için feda edilemez. Seçim ve oy kaygısıyla insani politikalardan uzaklaşılması doğru değildir. İşkence ve kötü muamele ile intihar iddiaları titizlikle soruşturulmalı. Bu iddialar ortaya atılıyor. İddialar sadece reddetmekle, yalanlamakla çözülebilecek bir iş değildir. Eğer vara suç işleyenler hakkında gerekli cezalar verilmeli. Bunun ön koşulu ciddi bir soruşturma yapılmasıdır ama bu da yapılmıyor. Göç idaresine sevk edilen ve gözetime tabi tutulan kişilerin ailelerine, avukatlarına nerede olduklarına dair derhal bilgi verilmesi gerekiyor. En ağır suçlarda dahi cezaevlerine gidip müvekkillerle görüşebiliyoruz. Hatta ceza almış olsa dahi görüşebiliyoruz ama bugün hiçbir suçu olmamasına rağmen basit bir takım idari işlemler yüzünden bu inşalara ulaşılamaması, kayıp haline gelmesi, hatta Türkiye'de zannederken Tacikistan'da, Özbekistan'da olup akıbetinin belirsiz hale gelmesi kabul edilebilir bir durum değildir. İşkence ve kötü muamele iddialarının artık söz konusu olmaması gerekir. Bunun için iç ve dış denetimler yapılmalı, görevli personele düzenli eğitimler verilmeli" dedi.
Göçmenlere yönelik imza yükümlülüğünün tekrar eski haline getirilmesi gerektiğini de hatırlatan Kartal, "Daha önce ayda bir veya 15 günde bir imza yükümlülüğü söz konusuyken artık haftada 5 gün imza yükümlülüğüne tabi kılınmak isteniyor. Hatta bazı yerlerde Ankara'daki bir kişiyi alıp Malatya'daki geri gönderme merkezine gönderiyorlar. Mahkeme kararıyla oradan salıveriliyor ve orada haftanın 5 günü imza yükümlülüğüne tabi tutuluyor. İkameti, ailesi, her şeyi Ankara'da olmasına rağmen Malatya'da imza atma yükümlülüğüne tabi tutuluyor. Sokakta mı kalacak bu insanlar? Sokakta da kalsa bu sefer bunun için bir işleme tabi tutulacaklar" diye konuştu.
Programın sonunda İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Çerkez Dernekleri Federasyonu, Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu (ULFED), Kaf Dağı Eğitim ve Kültür Derneği, Birleşik Kafkasya Derneği, Kafkas Çeçen Dayanışma Derneği, Sığınmacı Hakları Platformu, Çeçen-Kafkas Muhacirleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından hazırlanan ortak basın açıklaması okundu.
Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
İnsanlar mülteci olmayı ne ister ne de tercih eder. Mülteci olmak, bir ‘yabancı’ olmaktan daha çok şey ifade etmektedir. Mülteciler, büyük çoğunlukla insan hakları ihlallerinin sonucu mülteci olmaya zorlanmış kişilerdir. Mülteciler, sığınma süreçleri öncesinde, sırasında ve sonrasında ulusal ve uluslararası hukuk tarafından koruma altına alınan birtakım haklara sahiptirler.
Türkiye’de uzunca bir süredir mültecilerin haklarına saygı duyulmadığına, haklarının kullanımının engellendiğine ilişkin örnekler yaygınlaşmaktadır. Geldiğimiz noktada bu örneklerin insan onurunu temelden zedeleyecek noktalara vardığı gözlemlenmektedir. Oysa uluslararası zorunlu göç hukuku, mülteci, göçmen, sığınmacıların haklarını koruyan sözleşmeler ve ilgili mevzuat esas alındığında, yaşanan mağduriyetlerin azalacağı görülecektir. Geçmişte yaşadığımız tecrübeler keyfi uygulamaların arttığı dönemler, hukuk devleti ilkesinin yok sayıldığı, kamu düzeninin bozulduğu, kişi haklarının endişe verici şekilde ihlal edildiği dönemler olmuştur.
Son zamanlarda sosyal medyaya yansıyan örneklerde ve bizlere yapılan başvurularda, İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk birimleri ile Göç İdaresi Başkanlığı’nın keyfi uygulama ve hukuksuz işlemlerinin kurum politikası haline geldiğini, sorunların alanda karşılaşılan bireysel vakalardan öte köklü yapısal temelleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu keyfi örneklere ve uygulamalara bakacak olursak:
28 Ocak 2024 tarihinde Santa Maria Kilisesi’ne yapılan saldırının ardından birçok operasyon yapılmış, bazı yabancı uyruklu şahıslar gözaltına alınmış, bazıları da tutuklanmıştır. Adli soruşturmanın başlatılmış olmasının önemini vurgulamakla beraber henüz yargılaması bile başlamamış şüphelilerin fail olarak gösterilmesinin Adil Yargılanma Hakkı bakımından yanlış olduğunu vurgularız. Operasyonlar sırasında gözaltına alınan bazı yabancı uyruklu şahıslar hakkında olayla ve suçla şüphe ilişkileri bile kurulmamış olmasına rağmen sınır dışı işlemi uygulandığına ilişkin bilgiler de medyaya yansımıştır.
Yine sosyal medyada açıklama yapan ve bu başvuruları derneğimize de ileten bazı avukatlar, farklı operasyonlarda gözaltına alınıp İstanbul Emniyet Müdürlüğü ya da İstanbul Adliyesinde adli işlemleri tamamlanarak Göç İdaresine sevk edilen bir kısım (Kafkasya ve Orta Asya kökenli) yabancı uyruklu müvekkillerinden haber alamadıklarını; Göç İdaresine sevk edilen bu kişiler hakkında Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) yapılan sorgularda kayıtlarının bulunmadığı ve GGM’lerde olmadıkları cevabının verildiğini; müvekkillerine ulaşamadıklarını ifade etmişlerdir. Adeta kırk yıl öncesinin gözaltında yok edilme uygulamalarını hatırlatan bu durum, hukuki başvuru yollarına erişimi engellediği gibi işkence ve kötü muamele uygulamalarının önünü açma riski taşıyan bir hak ihlalidir.
Sosyal medyaya yansıyan bilgilerden ve bizlere yapılan bazı başvurulardan, yılbaşından sonra Göç İdaresi Başkanlığı’nın 6458 Sayılı Kanun’un 57/A madde kapsamındaki İdari Gözetime alternatif imza yükümlülüğünde bir politika değişikliğine gittiği anlaşılmaktadır. Daha önce ayda bir kez ya da 15 günde bir kez imza yükümlülüğü yüklenilen yabancıların imza yükümlülükleri haftada beş güne çıkartılmıştır. İmza yükümlülüğü yüklenilen yabancılar şahsi ve ailevi durumu dikkate alınmadan, hafta içi her gün göç idaresine giderek imza atmak zorunda bırakılmışlardır. Bulundukları ilçelerden her gün birkaç vasıta değiştirerek il merkezine gidip imza atan yabancıların normal şekilde bir hayat sürdürmelerinin imkânı kalmamıştır. Bu durum ne insanidir ne de 6458 sayılı Kanun ruhuna uygundur. Hatta bazı örneklerde göçmenler yerleşimlerinden farklı şehirlere götürülmüş, idari gözetim kaldırılmasına rağmen yerleşimlerinin ve ailelerinin bulunduğu şehirlerinde değil de başka şehirlerde imza atmakla yükümlü kılınmışlardır.
Dile getirilen bir başka sorun da düzenli göçmenlerin kurum politikaları sebebiyle düzensiz hale getirilmeleridir. Son bir yıldır 6458 sayılı kanundaki tüm şartları taşısalar dahi Türkiye’ye gelen yabancılara kısa dönem ikamet izni verilmemektedir. Yıllarca burada kalan, çocukları burada eğitim gören, şirket açıp istihdama ve ekonomiye katkı sağlayan yabancıların ikamet ve çalışma izinleri uzatılmamaktadır. Genel geçer ifadelerle, sadece kanun maddesi yazılarak izin taleplerinin neden reddedildiğine dair herhangi bir gerekçe de bildirilmemektedir.
Bir yandan bu olumsuzluklar yaşanırken bir yandan da Göç İdaresi içerisinde bazı çalışanların rüşvet aldıklarına dair iddialar sürekli ortaya atılmaktadır. Biliyoruz ki bir kurum ne kadar şeffaflıktan uzaklaşırsa, kanunlara aykırı teamüllere meylederse o kurum o kadar tartışmaya açık hale gelir.
Göç hukukuyla sahada ilgilenen avukatların bizlere yaptığı başvuruda dikkat çeken bir sorun da Göç İdaresinin yaptığı iş ve işlemler hakkında tarafları bilgilendirmemesidir. Herhangi bir sebeple idari gözetime alınan yabancıların mevcut durumu hakkında 6458 sayılı Kanunun 53/2. maddesi gereğince yasal temsilcisine ya da avukatına bilgi verilmesi gerekir. Fakat Göç İdaresi Başkanlığı idari gözetime alınan yabancıları, haklarında bir karar almadan önce 2-3 şehir dolaştırmakta, bu süreçte ne avukatlara ne yasal temsilcilere ne de ailelere bilgi verilmektedir. Yabancının avukatlarının Göç İdaresine başvurmaları üzerine de “Güvenlik gerekçesiyle bilgi verilemeyeceği’’ gerekçesiyle hiçbir bilgi verilmemektedir. Yabancının nerede olduğunu bulabilmek bazen 15-20 günü bulabilmektedir. Bu süre boyunca ne ailesi ne de avukatları yabancı hakkında herhangi bir bilgiye ulaşabilmektedir. Yabancının, hakkında alınan kararlara karşı yargı yoluna gitmesi dolaylı olarak engellenmekte ve insanlar süreç sonunda sınır dışı edilme riskine maruz bırakılmaktadır.
6458 sayılı Kanun’un 53/3. Maddesi gereğince hakkında verilen sınır dışı kararına karşı yargı yoluna başvuran yabancının sınır dışı işlemleri mahkeme sonuçlanıncaya kadar durdurulur. Bu durumun tek istisnası kişinin kendi isteğiyle (gönüllü geri dönüş) ülkesine gitmek istemesidir. GGM’lerdeki yabancılara gönüllü geri dönüş formunu imzalatmak için baskı, kötü muamele ve işkence yapıldığına ilişkin iddialar son zamanlarda oldukça artmıştır. Bu konuda birden çok şehirdeki geri gönderme merkezlerindeki uygulamalar endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Ölüm, işkence ve kötü muamele endişesiyle, onurlu bir yaşam için ülkemize sığınmış, korumasız yabancılara işkence ve kötü muamelede bulunulduğu yönündeki iddialar vahimdir, üzerine gidilmelidir.
Sınır dışı kararı verilen yabancılar GGM’lerde tutuklama benzeri bir şekilde tutulmaktadır. GGM’lerde tutulan şahısların acil sağlık hizmetleri, beslenme ve barınması idare tarafından yapılmakta; aileleri ve avukatlarıyla görüşme, telefonla iletişim kurma hakları bulunmaktadır. Özellikle son bir yıldır, merkezlerin aşırı kalabalık olması nedeniyle çokça şikâyet alınmaktadır. 800 kişilik GGM’lerde 2000 kişinin tutulması, 6 kişilik odada 20 kişinin tutulması, fiziksel imkanların yetersiz kalması; bununla birlikte personel eksikliği ve yönetim zorluğu, ayrıca merkezlerin denetime kapalı olması hususları bileştiğinde, dışarıya yansımayan işkence ve intiharlara varan ciddi insan hakları ihlalleri söz konusu olabilmektedir.
Bu konulara duyarlı STK’lar olarak aşağıdaki hususları önemine binaen vurgularız:
- Göçmenlerin hak ve hukuklarını ihlal eden keyfi uygulamalara derhal son verilmeli, bütün süreçler insan hakları ilkelerine ve hukuka uygun olarak yürütülmelidir. Seçim ve oy kaygısı ile insani politikalardan uzaklaşılmamalıdır.
- İşkence ve kötü muamele ile intihar iddiaları titizlikle soruşturulmalı, varsa suç işleyen görevliler hakkında gerekli cezalar verilmelidir.
- Göç idaresine sevk edilen ve idari gözetimde tutulan kişilerin ailelerine ve avukatlarına, nerede oldukları konusunda derhal bilgi verilmelidir.
- Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim insani koşullarda sağlanmalı, işkence ve kötü muamele iddiaları söz konusu bile edilememelidir. Bunun için iç ve dış denetimler yapılmalı, görevli personele düzenli olarak insan hakları eğitimleri verilmelidir.
- Göçmenlere yönelik imza yükümlülüğü uygulaması tekrar eski haline getirilerek ayda 1 ya da 15 günde 1 olmak üzere değiştirilip bu konuda insani bir yaklaşım gösterilmelidir. GGM’lerden salıverilen kişilerin ailesinden ve ikametinden çok uzakta bir şehirde ve her gün imza vermek şeklinde yerine getirilmesi imkânsız uygulamalardan vazgeçilmelidir.
- Son dönemdeki olumsuz Kurum politikaları değiştirilip düzenli göçmenleri sistematik olarak düzensiz hale getirilme uygulaması sonlandırılmalıdır.
- İkamet ve çalışma izni başvurularının değerlendirilme süreçleri hukuki denetimin yapılmasına imkân verecek şekilde somut olarak gerekçelendirilmeli ve şeffaflaştırılmalıdır.
- Göç İdaresi ve GGM’lerdeki rüşvet iddiaları ivedilikle araştırılmalı, görevini hakkıyla icra eden personelin zan altında kalması önlenmelidir.
- Göçmen sorununun, sivil toplum ve siyaset kurumu diyaloğuyla, insan haklarına uygun bir şekilde ve birlikte yaşama ekseninde çözülmesi için fırsat oluşturulmalıdır. Denetimlerde STK’ların da dahil edilmesi sağlanmalıdır.
- Yabancı şahıslar bakımından kamu güvenliği veya kamu düzenini ilgilendiren hususlar bulunması halinde bu soruna hukuk içerisinde çözümler bulunmalıdır. Şu ana kadar gerçekleşmiş geri gönderme işlemleri kanuna uygunluk yönünden incelenmeli, hukuka aykırı geri göndermelere, gönüllü geri dönüş adı altında zorla göndermelere son verilmeli, Geri Gönderme Yasağına katı bir şekilde riayet edilmelidir.
https://gocgunlugu.com/F-gocmenlerin-haklarini-ihlal-eden-keyfi-uygulamalara-derhal-son-verilsin-230
Kapat
Türk Tabipleri Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu, Tıp Dünyası dergisinde yayımlanan makalesinde, Geri Gönderme Merkezleri’nin durumunu ve ...
19 Şubat - TTB İnsan Hakları Kolu, Geri Gönderme Merkezleri’ni değerlendirdi Devamı19 Şubat - TTB İnsan Hakları Kolu, Geri Gönderme Merkezleri’ni değerlendirdi
Türk Tabipleri Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu, Tıp Dünyası dergisinde yayımlanan makalesinde, Geri Gönderme Merkezleri’nin durumunu ve sorunlara dair çözüm önerilerini açıkladı.
Türkiye’nin birçok yerinde Geri Gönderme Merkezleri bulunduğu, haklarında sınır dışı ve idari gözetim kararı alınan mültecilerin buralarda tutuldukları belirtildi. GGM’lerin koşullarının cezaevi, karakol gibi alıkonulma merkezlerine göre çok daha kötü olduğu belirtildi.
Hak ihlalleri
TTB İnsan Hakları Kolu, Geri Gönderme Merkezleri’nde gerçekleştiği öne sürülen hak ihlallerini şöyle sıraladı:
- Avukatlar, müvekkilleri ile görüşme amacıyla GGM’ye gittiklerinde saatlerce bekletildiklerini ya da keyfi bir şekilde görüşmelerinin engellendiğini, müvekkillerinin dosyalarının tamamına ulaşamadıklarını, merkezlerde çalışanlar ya da özel güvenlik-jandarmaların kaba davranışlarına maruz kaldıklarını ifade ediyor.
- GGM’lerde kapasitesinin çok üzerinde göçmen kalıyor. Bu durum başta hijyen olmak üzere bir çok soruna yol açıyor.
- Çarşaflar yenilenmiyor, hatta bazı merkezlerde yastık, yorgan, döşek dahi verilmiyor. Bu durum bit, kene gibi birçok böcek salgınına yol açıyor.
- Alıkonulmaları ile ilgili süreçlerle veya başka herhangi bir konuda bilgi alamıyorlar ya da yakınları ile görüştürülmekte zorluk yaşıyorlar.
- Günlük çok az içme suyu veriliyor, bu durum da kalabalık olan merkezlerde kendi aralarında arbedeye varan durumlar yaşanmasına neden oluyor.
- Duş ve beden temizliği için günde sadece 1-2 saat su veriliyor.
- Yemekler çok az ve besin değerleri düşük.
- Çevirmen talepleri karşılanmıyor.
- Bulaşıcı hastalığı olan, engelli ve özel ihtiyaç sahibi ve LGBTİ+ göçmenler için gerekli fiziki şartlar ve psiko-sosyal ortamlar sağlanmıyor.
- Dışardan gönderilen posta, paket ve diğer eşyalar iletilmiyor.
- Şiddetle ilgili şikayetleri oluyor. En ufak taleplerinin karşılığında bile darp edildikleri, yan koğuşlardan darp sesleri geldiği, hatta bu duruma dayanamayan göçmenlerin kendilerine zarar verdikleri iddiaları bulunuyor.
- Sağlık problemleri olmayan bazı göçmenlerin merkezde şüpheli ölüm örnekleri söz konusu.
- Çıplak aramaları iddiaları var.
- Bazı GGM’lerde aileleri veya anneleri ile birlikte çocuklar da bulunuyor. Bu çocukların fiziksel, ruhsal ihtiyaçlarının yanı sıra eğitim hakları da karşılanmıyor.
- Haklarında herhangi bir soruşturma ve/veya kovuşturma olmadan “terör şüphelisi” oldukları gerekçesiyle alıkonulan göçmenler bulunuyor.
- Hastalandıklarında sağlık kuruluşlarına sevk edilme, ilaç ve tedaviye erişimde zorluklar yaşanıyor.
- Koğuşlarda etnik, siyasi, cinsel kimlik, ruhsal bozukluk vb. durumlar gözetilmeden karışık yerleştirilme sonucu yaşanan sorunlar bulunuyor.
- Bazı GGM’lerde disiplin cezası olarak “hücre cezası” uygulanıyor.
Çözüm önerileri
Makalede, sorunların çözümü için şu öneriler sunuldu:
- Ayda bir genel temizlik ve ilaçlama hizmetleri belediyeler tarafından sağlanmalıdır.
- Tutulan kişilerin kişisel temizlikleri için temizlik malzemeleri ve çamaşır makinası sağlanmalıdır.
- Merkeze girerken muayeneleri yapılmalı, tüberküloz ve diğer hava yolu ile geçen bulaşıcı hastalıklar dahil tüm hastalıklara yönelik tetkikleri yapılmalı, riskli kişiler karantina yönünden hekim tarafından değerlendirilmeli, tedavisi için gerekli girişimler uygulanmalı.
- Özel ihtiyaç sahibi kişilerin (hamile, hasta, çocuk gibi) ihtiyaçları sağlanmalıdır.
- Sağlık Bakanlığı tarafından gündüzleri sürekli bir hekim ve 24 saat hazır bulunacak yardımcı sağlık personeli istihdam edilmelidir.
- Günde 3 öğün, yeterli, besin değeri yüksek, hijyen koşullarına uygun yemek verilmelidir.
- Yeterli, temiz içme suyu, kullanma suyu sağlanmalıdır.
- Yasal hakları ve başvurabileceği idari ve yargısal makamlar konusunda, anlayacakları bir dilde, gerekli bilgilendirme yapılmalıdır.
- Sahip oldukları haklara ve gerektiğinde ulaşabilecekleri baro ve sivil toplum kuruluşlarına ilişkin bilgilendirici broşürler imza karşılığı verilmelidir.
- Tercüme hizmeti, devletin ya da sivil toplum örgütlerinin sunduğu eğitimli ve güvenilir tercümanlar aracılığı ile verilmelidir.
- Merkezde tutulanların kamerasız cep telefonlarını kullanmalarına izin verilmelidir. Genel telefonlar ortak alanlardan kaldırılarak, mahremiyeti sağlayacak özel kabinlere yerleştirilmeli ve sayısı arttırılmalıdır. Dışarıdan aramalara olanak sağlayacak telefonlar bulundurulmalıdır.
- Mültecilerin yaşamış oldukları hak ihlallerini tetikleyen ırkçı-nefret içerikli söylemler ve dışlayıcı politikalardan vazgeçilmelidir.
- Mülteciler konusu, iktidar-AB arasında yapılan görüşmelerde bir pazarlık konusu olmamalıdır.
- Geri göndermeme ilkesi uluslararası hukuka uygun bir biçimde uygulanmalıdır. Hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadan, sadece suç iddiasına dayanılarak, yeterli değerlendirme yapılmadan, geri gönderme kararı verilmesi uygulamasına son verilmelidir.
- AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması iptal edilmelidir. Türkiye’ye geri göndermeler son bulmalıdır.
- Sivil toplum kuruluşları; GGM’lerin ziyaret ve denetimine açık olmalı ve işleyişlerinde etkili olmalıdır.
- GGM’ler de tutulma süresi en fazla 15 gün olmalı, idari gözetim ve denetimin haftada bir ya da ayda bir imza verme şekline dönüştürülmesi gerekmektedir ki bu uygulama GGM’lerdeki kapasite fazlasını önlemeye büyük katkı sağlayacaktır.
- Düzenli olarak açık havaya/bahçeye çıkabilmeleri sağlanmalıdır.
- İltica ve göç alanında uzman sivil toplum kuruluşları, sağlık ve hukuk örgütlerinin GGM’lerde danışmanlık hizmetleri sağlamasına izin verilmelidir.
https://gocgunlugu.com/F-ttb-insan-haklari-kolu-geri-gonderme-merkezleri-ni-degerlendirdi-231
KapatKAYIP GÖÇMENLER, HUKUKSUZ GERİ GÖNDERMELER ve İNSANİ ŞARTLARDAN UZAK GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ
“Hiçbir ...
15 Şubat - Mazlumder, kayıp göçmenlerle ilgili bir basın bildirisi yayınladı Devamı15 Şubat - Mazlumder, kayıp göçmenlerle ilgili bir basın bildirisi yayınladı
KAYIP GÖÇMENLER, HUKUKSUZ GERİ GÖNDERMELER ve İNSANİ ŞARTLARDAN UZAK GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ
“Hiçbir Taraf Devlet, bir şahsı, işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna dair esaslı sebeplerin bulunduğu kanaatini uyandıran başka devlete geri göndermeyecek, sınırdışı etmeyecek veya iade etmeyecektir” (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 3)
“Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.” (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 14)
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” (T.C. Anayasası madde 10)
“Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu madde 4)
İnsanlar mülteci olmayı ne ister ne de tercih eder. Mülteci olmak, bir ‘yabancı’ olmaktan daha çok şey ifade etmektedir. Mülteciler, büyük çoğunlukla insan hakları ihlallerinin sonucu mülteci olmaya zorlanmış kişilerdir. Mülteciler, sığınma süreçleri öncesinde, sırasında ve sonrasında ulusal ve uluslararası hukukun kabul ettiği haklara sahiptirler.
Türkiye’de uzunca bir süredir mültecilerin haklarına saygı duyulmadığına, haklarının kullanımının engellendiğine ilişkin örnekler yaygınlaşmaktadır. Geldiğimiz noktada bu örneklerin insan onurunu temelden zedeleyecek noktalara vardığı gözlemlenmektedir. Oysa uluslararası zorunlu göç hukuku, mülteci, göçmen, sığınmacıların haklarını koruyan sözleşmeler ve iç hukuk ilkeleri esas alındığında, yaşanan mağduriyetlerin azalacağı görülecektir. Geçmişte yaşadığımız tecrübeler keyfi uygulamaların arttığı dönemler, hukuk devleti ilkesinin yok sayıldığı, kamu düzeninin bozulduğu, kişi haklarının endişe verici şekilde ihlal edildiği dönemler olmuştur.
Son haftalarda yaşanan bazı keyfi örneklere ve uygulamalara bakacak olursak:
Ciddi insan hakları sorunları nedeniyle Türkiye’ye sığınmış çok sayıda Özbek göçmenin kötü muamele ve yaşam hakkı ihlali gibi risklerle karşı karşıya olmasına rağmen Özbekistan’a geri gönderildiği medyaya ve sosyal medyaya yansımıştır.
28 Ocak 2024 tarihinde Santa Maria Kilisesi'ne yapılan saldırının ardından birçok operasyon yapılmış, fail olarak nitelendirilen kimi yabancı uyruklu şahıslar gözaltına alınmış, kimileri de tutuklanmıştır. Olayın faillerinin yakalanması ve gerekli adli soruşturmanın yapılıyor olması önemlidir. Ancak olayla ve suçla ilişkisi kurulamamış olmasına rağmen gözaltına alınan bazı yabancı uyruklu şahıslar hakkında sınır dışı işlemi uygulandığına ilişkin bilgiler medyaya yansımıştır.
Yine sosyal medyada açıklama yapan ve bu başvuruları derneğimize de ileten bazı avukatlar, farklı operasyonlarda adli işlemler için gözaltına alınıp İstanbul Emniyet Müdürlüğü ya da İstanbul Adliyesinde adli işlemleri tamamlanarak Göç İdaresine sevk edilen bir kısım (Kafkasya ve Orta Asya kökenli) yabancı uyruklu müvekkillerinden haber alamadıklarını; Göç İdaresine sevk edilen bu kişiler hakkında geri gönderme merkezlerinde yapılan sorgularda kayıtlarının bulunmadığı ve geri gönderme merkezlerinde olmadıkları cevabının verildiğini; müvekkillerine ulaşamadıklarını ifade etmişlerdir. Adeta kırk yıl öncesinin gözaltında yok edilme uygulamalarını hatırlatan bu durum, hukuki başvuru yollarına erişimi engellediği gibi işkence ve kötü muamele uygulamalarının önünü açma riski taşıyan bir hak ihlalidir.
Geri gönderme merkezlerinde gönüllü geri dönüş formunu imzalatmak için baskı, kötü muamele ve işkence yapıldığına ilişkin iddialar son zamanlarda oldukça artmıştır. Bu konuda birden çok şehirdeki geri gönderme merkezlerindeki uygulamalar endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Ölüm, işkence ve kötü muamele endişesiyle, onurlu bir yaşam için ülkemize sığınmış, korumasız yabancılara işkence ve kötü muamelede bulunulduğu yönündeki iddialar vahimdir, üzerine gidilmelidir.
MAZLUMDER olarak aşağıdaki hususları önemine binaen vurgularız:
- Göçmenlerin hak ve hukuklarını ihlal eden keyfi uygulamalara derhal son verilmelidir.
- İşkence ve kötü muamele iddiaları titizlikle soruşturulmalı, varsa suç işleyen görevliler hakkında gerekli cezalar verilmelidir.
- Göç idaresine sevk edilen ve idari gözetimde tutulan kişilerin ailelerine ve avukatlarına nerede oldukları konusunda derhal bilgi verilmelidir.
- Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim insani koşullarda sağlanmalı, işkence ve kötü muamele iddiaları söz konusu bile edilememelidir. Bunun için iç ve dış denetimler yapılmalı, görevli personele düzenli olarak insan hakları eğitimleri verilmelidir.
- Göçmen sorununun, sivil toplum ve siyaset kurumu diyaloğuyla, insan haklarına uygun bir şekilde ve birlikte yaşama ekseninde çözülmesi için fırsat oluşturulmalıdır.
- Yabancı şahıslar bakımından kamu güvenliği veya kamu düzenini ilgilendiren hususlar bulunması halinde bu soruna hukuk içerisinde çözümler bulunmalıdır. Şu ana kadar gerçekleşmiş geri gönderme işlemleri kanuna uygunluk yönünden incelenmeli, Geri Gönderme Yasağına katı bir şekilde riayet edilmelidir.
Kapat
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin (BMİHYK) bugün yayınladığı bir rapor, ülkelerine geri dönen pek çok ...
14 Şubat - BM: Suriye'ye dönen mülteciler işkence ve kötü muameleye maruz kalıyor Devamı14 Şubat - BM: Suriye'ye dönen mülteciler işkence ve kötü muameleye maruz kalıyor
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin (BMİHYK) bugün yayınladığı bir rapor, ülkelerine geri dönen pek çok Suriyelinin işkence, kaçırma ve cinsel saldırı da dahil bir dizi insan hakkı ihlaline maruz bırakıldığını ortaya koydu.
Raporda, Suriye'ye geri dönen birçok Suriyelinin keyfi tutukluluk, işkence, kötü muamele, cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli şiddet, zorla kaybetme ve kaçırma gibi hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldığı belirtildi.
BMİHYK internet sitesinde paylaşılan raporda, ülkelerine dönen Suriyelilerin para ve mülklerine de el konulduğu, kendilerine kimlik ya da diğer belgelerin verilmediği ifade edildi. Rapor, topyekun Suriye toplumunun böyle insan hakları ihlalleri yaşadığını, ancak 'Suriye'ye dönenlerin özellikle bu tür ihlallere açık halde olduğunu' bildirdi.
BM Yüksek komiseri: Özellikle kadınlar için durum endişe verici
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk rapora ilişkin değerlendirmesinde, diğer ülkelerden sınır dışı edilen Suriyelilerin son dönemde artış gösterdiğine işaret ederek, raporun 'geri dönen kişilere, özellikle de kadınlara ilişkin endişe verici bir resim çizdiğini' söyledi. Türk, "Geri dönen bu kişilerin durumu, devletlerin yasal sürece ve geri gönderme yasağına bağlılığı konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor" dedi.
Suriye'ye dönmek ve burada hayatlarını yeniden kurmak isteyen kişilerin damgalanmaması, ayrımcılığa maruz bırakılmaması ve herhangi bir şiddet ya da kötü muameleye maruz kalmaması gerektiğinin altını çizen Türk, "Ev sahibi ülkelerde kalan kişilere, geri gönderme yasağı da dahil olmak üzere uluslararası hukuka uygun bir şekilde muamele edilmeli. Mülteci ve sığınmacıların haklarına saygı duyulmalı. Dönüşleri, güvenli, insan onuruna yakışır ve sürdürülebilir bir şekilde gönüllü olmalı" ifadelerini kullandı.
Raporda anlatımlarına yer verilen bir kişi, Suriye'ye döndükten sonra yaşadıklarına ilişkin olarak paylaştığı bilgilerde, ülkesine döndüğünde şiddet uygulanarak gözaltına alındığını ve yerel yetkililer tarafından bilmediği bir yere götürüldüğünü söyledi. Suriye'ye dönen ve ikinci kez ülkeden ayrılmaya çalışan bir kadın ile iki kızı ise hükümete bağlı güvenlik görevlileri tarafından bir hafta boyunca alıkonuldu. Kadın ve kızlarının serbest kalma sürecini hızlandırmak için 300 dolar rüşvet vermek zorunda kaldığı ifade edildi.
Rapor, özellikle kadınların Suriye'ye döndükten sonra hareket serbestisi konusunda ayrımcı sınırlandırmalar ile karşı karşıya kaldığını ortaya koydu. Rapora göre, bazı Suriyeli kadınlar ailelerinin geri kalan üyelerinin güvenli ve sürdürülebilir bir biçimde geri dönüp dönemeyeceğini 'test etmek' için erkek aile üyeleri tarafından Suriye'ye gönderilmişti.
Kapat
Gözaltına alınarak İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne götürülen, daha sonra işlemleri tamamlanarak Göç İdaresi'ne ...
13 Şubat - 12 Eylül hortladı, gözaltına alınan göçmenler kayıp! Devamı13 Şubat - 12 Eylül hortladı, gözaltına alınan göçmenler kayıp!
Gözaltına alınarak İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne götürülen, daha sonra işlemleri tamamlanarak Göç İdaresi'ne sevk edildiği söylenen yabancı uyruklu (ikametli, Uluslararası koruma kimlikli) göçmenlere günlerdir erişilemiyor. Emniyet Müdürlüğü, Göç İdaresine gönderildiklerini belirtiyor, ama Göç İdaresi “bizde yok” diyor.
Sığınmacılar Platformu üyelerinden Avukat Abdülhalim Yılmaz’ın da aralarında olduğu bir grup avukat yazılı açıklama yaparak, bu hukuksuz uygulamadan vazgeçilmesini, müvekkillerinin nerede olduğunun kendilerine ve ailelerine bildirilmesini talep etti.
Avukat Abdülhalim Yılmaz, X’ten (eski twitter) yaptığı açıklamada “Cumartesi günü gözaltına alınan, daha sonra Göç İdaresine gönderilen kişiler nerede? Aileye veya avukatlarına bilgi vermek Anayasal (19/6) zorunluluk! Fakat hiç bir yerde bulamamak nedir? En az 8 gündür, bir kısmı 2-3 haftadır kayıp, aileleri ve avukatları nerede olduklarını öğrenemediler!
Dün İstanbul içinde 270 km yapıp 3 GGM gezdim, 2 arkadaşımı Emniyete ve Tuzla'ya gönderdim. Sonuç: Olumsuz. 12 Eylül'deki "Gözaltında kayıp" olgusu benzerini 2024'te yaşatmak; kişilerin ailesine, adalete, mahkemeye erişimini engellemek utanç verici bir uygulama!
Müvekkillerimden biri Kafkasya kökenli kadın / anne; kocasıyla birlikte evinden alındıkları için, çocukları komşuya bırakmışlar. Çocuklar Türkiye’de doğmuş, büyümüş. 9 gündür anne ve babasızlar. Nerede olduklarına dair bilgi dahi alamıyorlar.
Gözaltı veya idari gözetimdeki kişileri saklamak, ailesi veya avukatı ile iletişimini kesmek, nerede olduğu hakkında bilgi vermemek sadece hukuksuzluk değil, aynı zamanda işkence yasağının ihlalidir.
Sebebi ne olursa olsun, göçmenlere ve özellikle de mültecilere Guantanamo benzeri, tamamen hukuksuz, kanunsuz ve denetimsiz bir alan yapmak, bu ülkenin göç birikimine, tecrübesine ve hukuka yapılmış en büyük saldırıdır!
Bu göçmenler suçluysa tutuklayın, ceza verin. İdari nedenler varsa idari gözetim uygulayın. Ülkesi istiyorsa iade usulünü uygulayın. Hepsinin kanuni bir yolu var. Bu hoyrat hukuksuzluk her yönden yöneticilere, devlete, topluma, geleceğimize zarar verecek. Durdurun!” dedi.
Avukatlar açıklama yaptı
Avukatlar; Eyyup Akıncı, Abdülhalim Yılmaz, Ahmet Toğçu, Nüveyba Güneş, Nurali Çitil, Ferdi Amca, Sümeyye Gökçe, Furkan Yün, Hilal Duvar, Ayüp Can Akçay, Seher Böber’in yaptığı açıklamaya göre; haber alınamayan kişiler arasında küçük çocuklar, lise öğrencileri, yaşlılar ve hamile kadınlar da var.
Avukatlar bu hukuksuz uygulamanın bir an önce sonlandırılmasını, müvekkilleri ile ilgili kendilerine ve ailelerine bilgi verilmesini talep ettiler. İçişleri Bakanlığı ve Göç İdaresi başta olmak üzere tüm yetkilileri hukuka uygun davranmaya davet ettiler.
https://www.gocgunlugu.com/H-12-eylul-hortladi-gozaltina-alinan-gocmenler-kayip-260
Kapat
Özbek müslümanların problemleriyle yakından ilgilenen aktivist Abdulgafur Eshınıyozov bugün akşam saatlerinde polis ekipleri tarafından namaz ...
13 Şubat - Özbek Aktivist Abdulgafur Eshınıyozov da işkenceci Özbekistan'a mı teslim edilecek? Devamı13 Şubat - Özbek Aktivist Abdulgafur Eshınıyozov da işkenceci Özbekistan'a mı teslim edilecek?
Özbek müslümanların problemleriyle yakından ilgilenen aktivist Abdulgafur Eshınıyozov bugün akşam saatlerinde polis ekipleri tarafından namaz kıldığı mescitten gözaltına alındı.
Son dönemde, özellikle seçim atmosferine girilmesiyle birlikte muhacirlere dönük baskılar giderek artıyor. Emniyet tarafından alınıp Göç İdaresine teslim edilen mültecilerden haber dahi almak imkansızlaşıyor. Bu durum geride kalan yakınlarını ve çocuklarını daha da endişenlendiriyor.
Bu zulmün son örneği bugün Pendik'te yaşandı. Özellikle Özbek müslümanların problemleriyle yakından ilgilenen aktivist Abdulgafur Eshınıyozov namaz kıldığı mescitten polis ekipleri tarafından Abdullah Abdulhamit isimli müslümanla birlikte alındı.
İslami yaşantısı ve hassasiyetleri nedeniyle Özbekistan'dan göç eden Abdulgafur Eshınıyozov'un işkenceci Özbekistan hükümetine teslim edilmesi durumunda kendisine hayat hakkı dahi tanınmayacağı çok açık.
Emniyet tarafından alınan ve geri gönderme merkezine götürüldüğü ifade edilen aktivist Abdulgafur’un ve beraberindeki Abdullah Abdulhamit’in akıbeti ne olacak?
Son dönemde yaşanan kayıp ettirme hukuksuzluğunun son halkası mı olacak?
Emniyet yetkililerine ve göç idaresi yönetimine soruyoruz; Özbekistan’ın vatandaşlarına uyguladığı zulümleri ve hak ihlallerini eleştiren ve giderilmesi için mücadele eden Abdulgafur Eshınıyozov işkencecilere teslim mi edilecek?
KapatGöç Araştırmaları Derneği sitesinde, 6 Şubat 2023 depreminin yıldönümünde Deprem Dosyası: Bir Yıl Sonra, Tekrar Arada Olmak: Korku, ...
6 Şubat - Deprem Dosyası: Bir Yıl Sonra, Tekrar Arada Olmak: Korku, Kaçış ve Yerleşme Devamı6 Şubat - Deprem Dosyası: Bir Yıl Sonra, Tekrar Arada Olmak: Korku, Kaçış ve Yerleşme
Göç Araştırmaları Derneği sitesinde, 6 Şubat 2023 depreminin yıldönümünde Deprem Dosyası: Bir Yıl Sonra, Tekrar Arada Olmak: Korku, Kaçış ve Yerleşme başlıklı bir yazı yayınlandı.
Bir yıl sonra hala deprem uygulamamızı kontrol ediyoruz ve hala birkaç haftada bir 4.17'de uyanıyorum. Burası ilk kaçış yerimiz olmasına rağmen, birçoğumuz bu şehri terk ettik ve birçoğumuz da ülkeyi. Her birimiz gitmeyi düşündük ve hala düşünüyoruz. Gidenler hayatın anlamlarından birini derinden kaybettiler: bir ev, bir insan ya da güvende olma hissi. Kalanlar ise hayatın anlamını terk etmeyi seçemedikleri için kaldılar. Bu istikrarlı hayatı tekrar kazanmaya çalışmak çoğumuzu korkutuyor ve burada, Gaziantep'te Suriyeliler arasında yaratılan topluluk, başka bir yerde sıfırdan tekrar yaratılması zor bir şey. Ne birlikte yeniden ev duygusunu bulduğumuz insanları bırakabiliriz ne de anılarımızı yeniden inşa ettiğimiz evi terk edebiliriz. Burada, bu şehirde, yeniden denedik.
Kapat
VOA Türkçe’de, 6 Şubat 2023 depreminin yıldönümünde bölgedeki Suriyelilerin neler yaşadığı ile ilgili bir yazı ...
6 Şubat - Depremin yıldönümünde bölgedeki Suriyeliler ne yaşıyor? Devamı6 Şubat - Depremin yıldönümünde bölgedeki Suriyeliler ne yaşıyor?
VOA Türkçe’de, 6 Şubat 2023 depreminin yıldönümünde bölgedeki Suriyelilerin neler yaşadığı ile ilgili bir yazı yayınlandı.
Depremin üzerinden bir yıl geçerken göçmenler toplumun en sessiz kesimi oldu. Peki bir yıllık süreç, başta Suriyeliler olmak üzere göçmenler açısından nasıl geçti?
Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın 2023 Mart deprem raporuna göre, Türkiye’de bulunan toplam Suriyeli sayısının yaklaşık yüzde 50’si depremden etkilenen 11 ilde yaşıyor. Bölgedeki geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısı 1 milyon 738 bin. Suriyelilerin bölgedeki nüfusa oranı ise yüzde 11,48.
Depremde evini kaybeden ya da depremden sonra oluşan fahiş kiralar nedeniyle evinden çıkarılan kişiler geçici barınma merkezlerinde kalıyor. BM Mülteci Örgütü'ne (UNHCR) göre, 65 bin 600 göçmen, dokuz geçici barınma merkezinde kalıyor.
Kapat
Faruk Sevim
Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi ile Ankara Politikalar Merkezi tarafından “Suriyeli Sığınmacılar: Senaryolar ve ...
3 Şubat - “Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik uyguladığı politika ciddi belirsizlik içeriyor”
Faruk Sevim
Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi ile Ankara Politikalar Merkezi tarafından “Suriyeli Sığınmacılar: Senaryolar ve Politikalar” isimli çalıştay düzenlendi.
19 Aralık’ta Ankara’da düzenlenen çalıştayda; Türk ve Suriyeli araştırmacılar Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıları, onlara yönelik politikaları ve senaryoları tartıştı.
Çalıştay’da ortaklaşılan görüşler ve farklı yaklaşımlar kayıt altına alındı.
“Politika belirsizliği, istisnai vatandaşlığın istisna olmaktan çıkması ve sürecin belirsizliği ile Suriye ve Suriyeli sığınmacılar meselesinde, çözümün sadece Türkiye’nin uhdesinde olmaması” gibi bazı ortak değerlendirmeler ve uzlaşı alanları oluştu.
Diğer konularda ise araştırmacılar arasında farklı görüşler ve yaklaşımlar ortaya çıktı.
Çalıştayda ortaya çıkan görüşlerin yer aldığı sonuç bildirisinin özeti aşağıdadır:
KapatFaruk Sevim
Geçtiğimiz günlerde, bazı Suriyeli medya sitelerinde, geçici koruma sistemine kayıtlı bazı Suriyeli ailelerin ...
2 Şubat - Çocukları okula gitmeyen Suriyeli ailelerin Geçici Koruma Kayıtları donduruluyor Devamı2 Şubat - Çocukları okula gitmeyen Suriyeli ailelerin Geçici Koruma Kayıtları donduruluyor
Faruk Sevim
Geçtiğimiz günlerde, bazı Suriyeli medya sitelerinde, geçici koruma sistemine kayıtlı bazı Suriyeli ailelerin geçici koruma kayıtlarının dondurulduğu, haklarının askıya alındığı haberleri çıktı.
Ailelerin kayıtlarının dondurulmasının nedeninin, çocuklarını okula göndermemeleri olduğu kendilerine iletildi.
Ayrıca, İl milli eğitim müdürlükleri, eğitimlerini yarıda bırakan Suriyeli öğrencilerin aileleriyle iletişim kurarak, çocuklarını okula gönderme yükümlülüğü konusunda kendilerini bilgilendirmeye başladı.
Suriyeli mülteci çocukların eğitim hakkının takibi alanında Göç İdaresi Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki bu ortak çalışma çok olumlu.
Ancak öğrencilerin okula neden gitmediğini araştırmadan ve bu konuda çıkan sorunları çözmeden aileleri cezalandırmak, onların geçici koruma kayıtlarını dondurmak insan haklarına aykırı.
Pek çok okulda akran zorbalıkları, ırkçılık yaygın. Suriyeli çocuklar okula gitmekte tereddüt yaşayabiliyorlar, isteksiz davranıyorlar. Okul müdürleri Suriyeli çocukların kaydı sırasında pek çok zorluk çıkarabiliyor.
Ayrıca ekonomik nedenlerle aileler çocukları okuldan alıp işe yerleştiriyorlar. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle pek çok aile bu gelirlere muhtaç.
Bir okula kayıtlı olduğu halde okula devam etmeyen Suriyeli çocukların yanı sıra önemli sayıda Suriyeli çocuk hiç okula kayıt yaptırmamış durumda.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 8 Haziran 2021 tarihinde yapılan açıklamaya göre, anaokulunda 35 bin 707, ilkokulda 442 bin 817, ortaokulda 348 bin 638, lisede 110 bin 976 Suriyeli öğrenci eğitim görüyor.
Toplamda 938 bin 138 çocuk eğitim hayatına devam ederken, eğitim çağında olup okula gitmeyen 432 bin 956 Suriyeli çocuk bulunmaktadır.
Büyük çoğunluğu merdiven altı işlerde çalışmak zorunda kalan bu çocukların eğitime erişememesi önemli bir problem.
Bütün bu sorunlar çözülmeden, çocuğu okula gitmeyen Suriyeli ailelerin kayıtlarını dondurmak, o insanları çaresizliğe itmektir. Kayıtları dondurulan aileler sigortalı işte çalışamaz, ev kiralayamaz, doktora gidemez, her hangi bir yerde kimlik kontrolünde yakalansa sınır dışı edilir.
Sorunun kalıcı çözümü için ırkçılığın gerçek anlamda yasaklanması, ırkçı davranışların cezalandırılması gerekir. Ekonomik olarak da, Suriyelilerin iş koşullarının düzeltilmesi gerekir, en azından sigortalı olarak çalışabilmeleri sağlanmalıdır.
KapatAnkara Geri Gönderme Merkezinde ülkelerine iade edilmek üzere bekletilen Özbekistan vatandaşlarının, Özbekistan'dan gelen yetkililer tarafından ...
30 Ocak - Ankara Geri Gönderme Merkezi'nde Tutulan Özbekistan Vatandaşları Tehdit Altında Devamı30 Ocak - Ankara Geri Gönderme Merkezi'nde Tutulan Özbekistan Vatandaşları Tehdit Altında
Ankara Geri Gönderme Merkezinde ülkelerine iade edilmek üzere bekletilen Özbekistan vatandaşlarının, Özbekistan'dan gelen yetkililer tarafından ziyaret edilerek tehditlere maruz kaldığı iddia edildi.
Merkezde deport için bekletilen Murodali Aubekov ile görüşen Özbekistanlı yetkililerin " bu hafta sonu sizi götüreceğiz" dediği belirtilirken, benzer görüşmelerin diğer Özbekistanlılar ile de yapıldığı ifade edildi.
KapatGöç Araştırmaları Derneği (GAR)“Durum tespit raporu: Göç ve deprem” başlıklı raporunu politika önerileriyle birlikte ...
GAR: “Depremlerde insani yardım ayrım gözetmeden ve tarafsız bir şekilde yapılmalı” – 26 Ocak 2024 DevamıGAR: “Depremlerde insani yardım ayrım gözetmeden ve tarafsız bir şekilde yapılmalı” – 26 Ocak 2024
Göç Araştırmaları Derneği (GAR)“Durum tespit raporu: Göç ve deprem” başlıklı raporunu politika önerileriyle birlikte paylaştı.
GAR tarafından, 6 Şubat 2023’te yaşanan büyük deprem felaketi sonrasında ayrımcı söylem ve pratiklere maruz kalan göçmenlerin durumunu tespit etmek amacıyla bir rapor hazırlandı. Rapor; 23-27 Şubat tarihleri arasında, Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Adana ve Mersin, Göksun, Pazarcık, Nurdağı, İslahiye, Defne, Antakya, Samandağ ve Kırıkhan’da gerçekleştirilen saha ziyaretlerinde elde edilen bulgulara göre hazırlandı.
Depremin etkilerinin en ciddi biçimde hissedildiği iller, aynı zamanda göçmen nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehirler. Resmî rakamlara göre, bölgede Geçici Koruma Statüsüyle (GKS) bulunan Suriyelilerin nüfusu 1 milyon 800 bin civarında. Bu rakam Türkiye’de yaşayan GKS sahibi Suriyelilerin yüzde 50’sine tekabül ediyor. Yani Suriyeli göçmenlerin yarısı depremden doğrudan etkilendi.
Raporun en önemli tespiti, göçmenlere deprem yardımları konusunda yapılan ayrımcılıklar oldu. Deprem sonrası Zafer Partisinin öncülük ettiği nefret söylemi ve saldırı girişimlerinin mevcut gerilimleri artırarak göçmenler için daha da güvensiz bir afet sonrası ortamı yarattığına dikkat çekilen raporda, deprem bölgesinde kalmaya devam eden Suriyelilerin ciddi hak ihlalleriyle karşılaştığı ve birçok kez yerinden edilme yaşadıkları aktarıldı.
Göçmenler deprem sonrası görünmezleştiler
Raporda, “Depremin ilk gününden itibaren baroların ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin yazdıkları raporlar ve GAR’ın araştırma ve gözlemleri; acil yardımların ulaştırılmasında Suriyeli nüfusun görünmezleştiğini ve ciddi ayrımcılıklara maruz kaldığını gösterdi. Söz konusu Suriyeliler olduğunda, acil insani yardımlarda ayrım gözetmeme ve tarafsızlık ilkelerine riayet edilmediği görülüyor” denildi.
Afet sonrası zorunlu göçün en büyük iki nedeninin barınma ve geçim kaynaklarının kaybı olduğu ifade edilen raporda, göçün ciddi bir emek kaybına neden olduğu ifade edildi.
Raporda deprem sonrası göçmenlerin durumuna ilişkin şu bilgiler paylaşıldı:
- Depremden etkilenen her 10 kişiden biri Suriyeli. Geçici koruma statüsü olan Suriyelilerin bölge nüfusuna oranı yüzde 12,4.
- Göçmenlere ait kimlik tespit süreçlerine depremin ancak üçüncü haftasında başlanabildi.
- Zafer Partisinin öncülük ettiği nefret söylemi ve saldırı girişimleri, mevcut gerilimleri artırarak daha da güvensiz bir afet sonrası ortam yarattı.
- Göçmenler arasında hem arama kurtarma sırasında hem de sonrasındaki insani yardım faaliyetleri sırasında sessiz kalmayı tercih edenler oldu.
Ayrım yapılmamalı
Raporda GAR’ın politika önerileri de sıralandı. Önerilerden bazıları şöyle:
- İnsani yardım ayrım gözetmeden ve tarafsız bir şekilde yapılmalı.
- Geçici koruma statüsü ve uluslararası koruma statüsü bulunan kişiler, tüm depremzedelere sağlanan yardım ve hizmetlerden faydalanabilmeli.
- Deprem bölgesine geri dönmek istemeyen göçmenlere gittikleri şehirlerde “yeniden kayıt hakkı” tanınmalı.
- Deprem bölgesinde göçmenlerin maruz kaldığı ayrımcılığın engellenmesi için yasal süreçler başlatılmalı.
Rapora aşağıdaki linkten erişebilirsiniz:
KapatUluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği (TÜRKİSTANDER) Başkanı Burhan Kavuncu, Göç İdaresinin göçmenleri geri gönderme ...
TÜRKİSTANDER: Göç İdaresinin zorla geri gönderdiği göçmenleri işkence ve ölüm bekliyor – 25 Ocak 2024 DevamıTÜRKİSTANDER: Göç İdaresinin zorla geri gönderdiği göçmenleri işkence ve ölüm bekliyor – 25 Ocak 2024
Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği (TÜRKİSTANDER) Başkanı Burhan Kavuncu, Göç İdaresinin göçmenleri geri gönderme olayları ile ilgili bir basın açıklaması yayınladı.
Türkiye Göç İdaresinin son aylarda insanlık dışı uygulamalara başladığını ifade den Burhan Kavuncu, yakalanan göçmenlerin, dayak ve çeşitli işkencelerle “deport edilmeyi kabul ediyorum” yazılı belgeleri imzalamaya zorlandığını ve bu şekilde yüzlerce göçmenin sınırdışı edildiğini söyledi.
Kavuncu “göçmenlerin Türkiye’de işkence gördüğünü ve zorla deport edildiğini” iddia etti.
Açıklamada; Türkiye yetkili makamlarının, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan gibi ülkelerin hazırladığı suçlu listelerine itibar edilmemesi ve göçmenleri iade uygulamasına son verilmesi talep edildi.
Açıklamanın tam metni
Bir göçmenin, yakalandığı zaman sınırdışı kararına itiraz edebilmesi için bir hafta süresi olduğu bilinmektedir.
Göç İdaresi en son 56 göçmeni, avukatları ve aileleri ile görüştürmeyerek itiraz haklarını engelledi. Bu göçmenlerden 5’inin Özbekistan’da gözaltında olduğunu tespit ettik. İsmi ve ses kaydı bizde mahfuz bulunan bir Özbek, “Türkiye’de işkence gördüğünü ve zorla deport edildiğini” söylüyor. Bir diğeri de aynı şeyleri ailesine anlattı.
Göçmenlerin geri gönderildiği ülkelerden Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın durumu ise oldukça ürkütücü. Bu ülkelerde dindarlara yönelik baskılar ve hak ihlalleri son derece yaygın. Esasen söz konusu ülkelerden göçün bir sebebi de, uygulanan zulümler.
Özbekistan 2023’ü işkence ve ölüm tartışmalarıyla geçirdi. Yetkililerin açıklamalarına göre İçişleri bakanlığı sorgulama merkezlerinde ve hapishanelerde, işkence ve ölüm olayları yaygın bir şekilde devam ediyor.
Özbekistan Âli Meclisi tarafından 2021’de kurulan “İşkenceye Karşı Ulusal Önleme Komisyonu” bu sene içinde cezaevlerinde işkence yapıldığına dair 139 şikâyet geldiğini, hepsinin asılsız çıktığını açıkladı.
Bir milletvekili “bu kadar vatandaşa yalancı diye hakaret eden kurumun bir soruşturma açması gerekmiyor muydu?” diye soruyor.
Sadece 2023’ün son aylarında Semerkand, Boke, Çilenzar ve Taşkent’te bir çok kişinin sorgu sırasında kalp krizi veya benzer hastalıklardan öldüğü, emniyet binalarının penceresinden atlayarak intihar ettiği haberleri medyada yer aldı.
Ombudsman ve komisyon raporları, ailelerin ve basının iddiaları, birbirini suçlayan yetkililer, Özbekistan’da işkencenin önüne geçilemediğini göstermektedir.
Bu ülkelere (kendi isteği ile veya zorla) geri dönen göçmenlerin yargılanmaları ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmaları ise ayrı bir hukuk faciasıdır. Özbekistan’a dönen Alijon Mirganiev (7 sene hapis) ile Tacikistan’a dönen Azimjon Toshpulatov (6.5 sene hapis) “eşinin izinsiz Kur’an dersi vermesi” gibi hukuk dışı gerekçelerle ceza almışlardır.
Türkiye yetkili makamları, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan gibi ülkelerin hazırladığı suçlu listelerine itibar etmemeli ve göçmenleri iade uygulamasına son vermelidir.
Burhan Kavuncu
TÜRKİSTANDER
Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği
Başkanı
Yapılan ilk incelemelere göre, cesetlerin çoğunun Lübnan'dan yola çıkan Suriyeli göçmenlere ait olması ihtimali ...
Antalya kıyılarında göçmen cesetleri bulundu – 25 Ocak 2024 DevamıAntalya kıyılarında göçmen cesetleri bulundu – 25 Ocak 2024
Yapılan ilk incelemelere göre, cesetlerin çoğunun Lübnan'dan yola çıkan Suriyeli göçmenlere ait olması ihtimali var.
Antalya iline bağlı Manavgat, Aksu ve Serik kıyılarında son altı günde toplam sekiz ceset bulundu. Muğla'nın Köyceğiz ilçesinde de bir kadın cesedi karaya vurdu.
Antalya Valiliği bir cesedin kayıp olduğu bildirilen Türk vatandaşı M.Ş.E.'ye ait olduğunun değerlendirildiğini, nihai sonucun adli tıp incelemesinde ortaya çıkacağını açıkladı.
Yetkililer diğer cesetlerin, geçen ay Kıbrıs'a giderken Suriye-Lübnan sınırı yakınlarında kaybolan bir teknedeki göçmenlere ait olabileceği ihtimali üzerinde duruyor.
Valilikten pazar günü yapılan açıklamada kıyıya vuran beş bedene ait ayakkabı ve kıyafetlerin üretim yerinin Suriye olduğunun belirlendiği ifade edildi.
Lübnan'da göçmenlerin davalarını takip eden avukat Muhmmed Sablouh yaptığı açıklamada, 30'u çocuk toplam 85 yolcu taşıyan bir teknenin kuzey Lübnan'dan 11 Aralık 2023 tarihinde hareket ettiğini, daha sonra tekneden haber alınamadığını belirtti.
Sablouh perşembe günü Lübnan'dan denize açılan ve 50 - 60 kişi taşıyan başka bir göçmen teknesiyle de iletişimin kesildiği bilgisini verdi.
https://www.gocgunlugu.com/H-antalya-kiyilarinda-gocmen-cesetleri-bulundu-255
Kapat
Yıldız Önen’in hazırladığı Taksim Tramvayı’na göçmen hakları konusunda uzman, avukat Abdulhalim Yılmaz konuk oldu. Yılmaz, 27 Kasım ...
Avukat Yılmaz: “Ümit Özdağ ya da Sinan Oğan bugün iktidarda olsa herhalde böyle bir göçmen politikası uygularlardı” – 24 Ocak 2024 DevamıAvukat Yılmaz: “Ümit Özdağ ya da Sinan Oğan bugün iktidarda olsa herhalde böyle bir göçmen politikası uygularlardı” – 24 Ocak 2024
Yıldız Önen’in hazırladığı Taksim Tramvayı’na göçmen hakları konusunda uzman, avukat Abdulhalim Yılmaz konuk oldu. Yılmaz, 27 Kasım akşamı işten çıktıktan sonra ortadan kaybolan ve 10 gün boyunca kendisinden hiç haber alınamayan, ardından gözaltında olduğu anlaşılıp 'casusluk' suçlamasıyla tutuklanan Suriyeli mülteci hakları aktivisti Ahmed Katie davasını anlattı.
Yılmaz’ın söyleşisinden kısa notlar şöyle:
"20 yıldan fazladır göçmen avukatlığı yapıyorum. Bugünkü göç politikası o kadar berbat ki... Eğer konuşacaksak kameraları kapatmamız gerekebilir... Ümit Özdağ ya da Sinan Oğan bugün iktidarda olsa herhalde böyle bir göçmen politikası uygularlardı.
"İlk 10 gün boyunca hiçbir şekilde Ahmed Katie'den hiçbir haber alamadık. Kaçırılıp öldürülmesinden korktuk. Ahmet Katie’ye yapılan suçlamalar doğru değil. Casusluk suçlamasının bir kılıf olduğunu anladım.
“Türkiye'de insan haklarını savunmak kriminal bir hale dönüştürüldü. Sanki bu 'Türkiye'yi kötü göstermek' gibi algılanıyor. Kişiler suçsuz olduğunu kendileri ispatlamak zorunda kalıyor, bu çok yanlış bir hukuk sistemi. Devlet görevlileri göçmenlere yönelik her türlü hukuksuzluğu işleyip bunun eleştirilmemesini istiyorlar.”
Ahmet Katie, sürgünde doğmuş bir mülteci çocuğu
“Ahmet Katie Arabistan’da sürgünde doğmuş, babası Esed’e muhalif. 2005’te af çıktığı için Ahmet Suriye’ye dönüyor, ama hapse atılıyor, 2 yıl hapis yatıyor. 2011’de olaylar başlayınca yine hapse atılıyor, işkence görüyor. 2015’ten beri Türkiye’de, çocukları Türkiye’de doğuyor.
“Ahmet Katei entelektüel, aydın biri, Suriyeli mültecilere destek olan biri, insan hakları savunucusu, iş adamı. Ama çocuklarını okula gönderemiyor, bürokratik engellerle karşılaşıyor. Bunun üzerine 2023 Nisan ayında Fransa’ya mülteci başvurusunda bulunuyor. Geçen Ekim ayında mülteci başvurusu kabul edilince başına bu yaşadığı hukuksuz olaylar geliyor.
“Casuslukla suçlanıyor, ama eldeki delillere bakıldığında böyle bir şey söz konusu değil. Ama casuslukla suçlanıp herkesin beraat ettiği Büyükada davasında olduğu gibi bu davada da Ahmet birkaç yıl hapiste kalmak zorunda kalacak, sonra beraat etse de fiilen cezalandırılmış olacak.
“Türkiye’de insan haklarını savunanlara kötü gözle bakılıyor. Fiilen cezalandırılmaya çalışılıyor. İnsan hakları savunucularına kumpaslar kuruluyor.”
Söyleşinin tümünü Serbestiyet TV kanalında, aşağıdaki youtube adresinden izleyebilirsiniz..
https://youtu.be/sDa2iAQdGmI?si=tKCdwve3Dh6tJJcI
Kapat
Antalya'da sahile vuran göçmen cesetleri, Türkiye'yi ziyaret eden İtalya'nın faşist başbakanı, onu övüp Afrikalı insanlara ...
Hepimiz Göçmeniz Platformu: 'Afrikalı ve Suriyeli göçmenlerin yanında, ırkçıların karşısındayız' – 24 Ocak 2024 DevamıHepimiz Göçmeniz Platformu: 'Afrikalı ve Suriyeli göçmenlerin yanında, ırkçıların karşısındayız' – 24 Ocak 2024
Antalya'da sahile vuran göçmen cesetleri, Türkiye'yi ziyaret eden İtalya'nın faşist başbakanı, onu övüp Afrikalı insanlara hakaret eden İlber Ortaylı gibi ırkçılar, Almanya'da Nazilere karşı ayağa kalkan yüz binlerce insan... Hepimiz Göçmeniz Irkçılığa Hayır Platformu'nun çağrısı:
Antalya’da sahile vuran cesetler konuşuluyor. Bunlardan biri Türkiye vatandaşı genç kadına aitmiş. Diğerlerinin daha iyi bir yaşam umuduyla denize açılan Suriyeli göçmenler olduğu anlaşıldı.
Aynı anda Ankara'da İtalya'nın faşist başbakanı Giorgia Meloni kabul gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Meloni'nin, Afrikalı göçmenlerin yoksulluktan kurtulmak uğruna Avrupa'ya göçlerini önleyen bir anlaşmaya vardığı yalanı ortaya atıldı.
Sonra İlber Ortaylı ortaya çıktı. Faşist Meloni'ye hayranlığını ifade eden Ortaylı, ona Kapalıçarşı'yı gezdirdi. Ve İlber Ortaylı, şu ırkçı sözleri utanmadan söyleyebildi:
"Çiğ et yiyen, afedersiniz sokaklarda işeyerek gezen, yatan, çıplak gezen Afrikalı bir kesim var. İnşallah onları göndermezler."
Eski sömürgeci dönemin bayağı ırkçı fikirlerinin bugün dile getirilmesi kabul edilemez olduğu kadar ürkütücü.
Ortaylı gibi ırkçılara bu cesareti veren dünyada ve Türkiye'de yükseltilmeye çalışılan aşırı sağ rüzgardır.
Bu cüret ve yüzsüzlük, sadece Afrikalı ya da Suriyeli göçmenlerin hayatını değil, hepimizin bugününü ve geleceğini tehdit ediyor.
Almanya'da yüz binler insan ırkçılara karşı ayağa kalkarken, Türkiye'deki yerleşik ırkçılık ve ırkçı örgütlenmelerin kara propagandası ile dayatılan bu insanlık suçlarının üzerine gidelim.
Gün ırkçılığa ve faşizme karşı mücadeleyi her yerde yükseltme günüdür. Nefrete, insanlık suçlarına, tehditlere boyun eğmeyen herkesi birleşmeye davet ediyoruz.
Faşist Meloni gibi Mussolini artıkları dostumuz olamaz!
Sınırlar açılsın, göçmenlere özgürlük!
KapatKilis'te geçen yıl 4 Nisan’da 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek'in cinsel istismara maruz bırakıldıktan sonra öldürülmesiyle ilgili ...
Kilis'te 9 yaşındaki Gina Mercimek'in öldürülmesiyle ilgili davanın ikinci duruşması yapıldı - 20 Ocak 2024 DevamıKilis'te 9 yaşındaki Gina Mercimek'in öldürülmesiyle ilgili davanın ikinci duruşması yapıldı - 20 Ocak 2024
Kilis'te geçen yıl 4 Nisan’da 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek'in cinsel istismara maruz bırakıldıktan sonra öldürülmesiyle ilgili davanın ikinci duruşması yapıldı. Yargılamaları devam eden iki sanığın tutukluluk hallerinin devamına karar verilirken, dava 8 Mart’a ertelendi.
Gina Mercimek, 4 Nisan 2023'te okuldan çıktıktan sonra kaybolmuştu. Polis 6 Nisan’da, cinsel saldırı sonrasında boynuna briket bağlanarak su kuyusuna atılarak öldürüldüğünü tespit etti, saldırıyla ilgili iki kişi tutuklandı.
Kilis 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, Hüseyin B.'nin ve Azittin A.’nın ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılandığı davayı Antep ve İstanbul Barosu, ÖHD ve İHD Antep Şubeleri, Yeryüzü Çocukları Derneği, Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği (UCİM) Avukatları takip etti.
UCİM’in müdahil olma talebi reddedildi
Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği'nin davaya müdahil olma talebi mahkemece reddedildi. Gina'nın aile avukatlarından, Yeryüzü Çocukları Derneği temsilcisi Betül Zağlı Topal'ın duruşmanın SEGBİS yoluyla görüntülü olarak kayıt altına alınması talebi de kabul edilmedi.
Kimlik tespiti ile başlayan duruşmada sanık beyanları dinlendi. Sanıklar, soruşturma aşamasında alınan ifadelerinden farklı olarak geçen duruşmada verdikleri beyanları tekrar ederek birbirlerini suçladılar. Duruşmada dinlenen tanıkların ve sanıkların beyanları arasındaki çelişkiler de dikkat çekti.
Savcı her iki sanığın tutukluluğunun devamını istedi. Mahkeme sanıkların tutukluluk hallerinin devamına, davanın üçüncü duruşmasının 8 Mart’ta görülmesine karar verdi.
Avukatlar basına açıklamada bulundu
Duruşmanın ardından adliye önünde açıklama yapan ÖHD Antep Şube üyesi ve aile avukatlarından Alaattin Aslan şöyle konuştu:
"Sanıkların ifadeleri birinci dereceden yakınlarının beyanları ile çelişkiye düşmüştür. Dolayısıyla her iki sanığın da olayın içinde bulunduğuna dair ciddi bulgular mevcut. Bilirkişi raporları da incelenip tamamlandıktan sonra her şey daha açık şekilde ortaya çıkacaktır. Bilirkişi raporlarının gelmesi durumda dosyanın kısa sürede karara çıkacağı kanaatindeyiz."
Gina'nın annesi Hatice Karakuş, "Sadece kızın için burada değilim. İlerde olabilecek olaylar için de buradayız. Herkes bu davayı sahiplensin. Bu dava hepimizin davası. Allah’ın katında katilin cezası çok yüksek olacaktır" dedi.
Dava dosyası ile ilgili bilgi veren ailenin avukatlarında Yeryüzü Çocukları Derneği üyesi avukat Betül Zağlı Topal, "İnfial oluşturan bu olayda davanın ilk duruşması 3 Ocak 2024 tarihinde, ikinci duruşma bugün gerçekleşti, üçüncü duruşma 8 Mart 2024 tarihinde yapılacak. Dosyanın tamamlanması ve eksik hususların giderilmesi gerekiyor. Savcı mütalaasını açıklamadı, bu nedenle esasa ilişkin mütalaayı ve üçüncü duruşmayı beklemekteyiz" dedi.
Ne olmuştu?
Kilis’te Okçular Mahallesi, Selvili Medrese Sokak'ta yaşayan 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek, 4 Nisan 2023'te okuldan çıktıktan sonra kayboldu. Gina'nın cesedi, 6 Nisan'da aynı sokakta yaşayan Hüseyin B.’ye ait evin bahçesindeki su kuyusunda bulundu. Gina'nın boynuna biriket bağlanarak 12 metrelik su kuyusuna atıldığı tespit edildi. Olayın ardından gözaltına alınan Hüseyin B. ve Azittin A. tutuklandı. Sanıklar hakkında 'cinsel istismar' ve 'canavarca hisle insan öldürmek' suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle dava açıldı. Davanın ilk duruşması 4 Ocak 2024'te görüldü ve sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verildi.
https://bianet.org/yazi/mahkemede-de-ben-de-varim-demeyecek-misiniz-290619
KapatFaruk Sevim
Akdeniz Araştırmaları Merkezi (MEDAR), 2016 yılında İstanbul Medipol Üniversitesi çatısı altında kurulan, ...
MEDAR: “Suriyeli sığınmacıların temel meseleleri derinlemesine tartışıldı” - 20 Ocak 2024 DevamıMEDAR: “Suriyeli sığınmacıların temel meseleleri derinlemesine tartışıldı” - 20 Ocak 2024
Faruk Sevim
Akdeniz Araştırmaları Merkezi (MEDAR), 2016 yılında İstanbul Medipol Üniversitesi çatısı altında kurulan, Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki gelişmelere ilişkin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerle ilgili akademik faaliyetler yürüten bir araştırma merkezi.
Bölgemizin en önemli konularından biri olan göç konusunda MEDAR tarafından çeşitli faaliyetler yürütülüyor. Şimdiye kadar Eğitim, Sağlık, Mülteci Hukuku, Suriyeli öğrenciler, Medya, Toplumsal Uyum ve Suriyelilerin Ekonomiye katkıları konularında çalıştaylar yapıldı. Toplantılarda kamu kesiminden yetkililer, göçmen kurumlarının temsilcileri, STK’lar ve akademisyenler bir araya geldi. Sorunlar konuşuldu, çözüm önerilerinin oluşturulması için çalışmalar gerçekleştirildi.
MEDAR’ın bu faaliyetlerini, Yönetim Kurulu üyesi Dr. Duygu Öztürk ile konuştuk.
Öncelikle, Akademinin göç konusundaki rolü ne olmalı? Türkiye’de akademi üstlenmesi gereken rolü yerine getirebiliyor mu?
Akademinin göç konusundaki temel rolü, konu üzerine tarafsız bilimsel araştırmalar yapmasıdır. Bu araştırmaların akademik yayınlar üzerinden kamu ile paylaşılması ve göç konusu üzerine bir bilgi birikiminin oluşturulması önemlidir. Göç çalışan akademisyenler öncelikli olarak ulusal ve uluslararası literatüre katkıda bulunurlar. Akademisyenlerin oluşturduğu bilgi, kavramsal tartışmalar, sahalardan verilerle yapılan analizler, göç konusu üzerine politikalara yön verebilir niteliktedir. Böylelikle kamuyu bilgilendirme, farklı alanda politikaların etkilerini değerlendirme ve politika önerileri sunma, toplumsal bilinç oluşturmaya katkı sağlar.
Özellikle Suriye’den sığınmacıların gelmesiyle, Türkiye’de farklı alanlarda ve disiplinlerde çalışan çok sayıda akademisyen göç meselesi üzerine kafa yormaya başlamış ve çok sayıda akademik yayın üretilmiştir. Tabi ki, her zaman daha fazlası yapılabilir. Göç dinamik bir meseledir, tarafları vardır, kısa orta ve uzun vadeli sonuçları, aynı şekilde ondan doğan ihtiyaçlar, değişimler dönüşümler vardır. O nedenle hep daha fazlası yapılabilir. Akademisyenlerin ürettikleri bilgiler daha verimli şekilde farklı alanlarda kullanılabilir. Halihazırda kullanılıyor ama daha etkili süreçler oluşturulabilir. Yani politika yapım süreçlerinde ve uygulamada akademisyenler ve akademik çalışmalar daha etkili bir şekilde süreçlere entegre edilebilirler.
Bu rolün daha iyi yerine getirilmesi açısından düzenlediğiniz toplantıların etkisi oluyor mu? Bunu gözlemliyor musunuz?
İstanbul Medipol Üniversite Akdeniz Araştırmaları Merkezi, kurulduğu günden beri göç ve özellikle Suriyeli sığınmacılar meselesine yönelik yoğun olarak çalışmalar yürütmektedir. Göç meselesinin farklı kısımlarında yer alan paydaşların bir araya geldiği çok sayıda toplantı düzenlendi. Yapılan toplantılarda özellikle, konunun tarafları yani kamu, sivil toplum, akademi ve Suriyeli sığınmacılar aynı masa etrafında bir araya getirildi. Çok verimli tartışmaların yapıldığı, tarafların önemli bilgilerle ayrıldıkları ve iş birliklerinin geliştirildiği toplantılar oldu. Toplantıların raporları taraflara iletildi ve kamuoyuyla da paylaşıldı. Yaptığımız toplantıların göç meselesine sunduğu en önemli katkılardan bir tanesi meselenin temel taraflarının bir araya gelip sorunlar ve çözümler üzerine konuşmalarının sağlanması için gerekli olan zemini oluşturmuş olmalarıdır. Yapılan toplantılarda sahadaki çok önemli gelişmelerin kimi zaman politika yapıcı ve uygulayıcı aktörlere ulaşmadığı, bilgi eksikliği ve bilgi kirliliğinin göç yönetişimini olumsuz etkilediği, politikalar hakkında yeterli ve doğru bilginin sahada yer almadığı ve kimi zaman mevcut politikaların uygulamalarında aksaklıkların yaşandığı görülmüştür. Bu toplantılar bir yandan Suriyeli sığınmacıların günlük hayatlarındaki temel meselelerin, konunun tarafı farklı aktörlerce masaya yatırılmasını ve derinlemesine tartışılmasını sağlamıştır.
Özellikle kamu kurumları yeterince katılım sağladı mı?
Suriyeli sığınmacıların günlük hayatlarında karşılaştıkları temel meseleler sağlık, eğitim, istihdam, sosyal uyum gibi başlıklar altında kamu, sivil toplum, akademi ve Suriyeli mültecilerden katılımcılarla sorunlar ve çözümler olarak tartışılmıştır. Her toplantı için o konuyla ilgili aktörler davet edilmiştir ve kamudan da önemli katılım sağlanmıştır. Tabi ki yeterlidir ya da değildir demek çok kolay değil. Her zaman daha iyisi olabilir. Ve de benzer çalışmalar yapılmalıdır. Fakat toplantıları tamamlamışken geriye bakıp düşündüğümde, yapılan toplantıların oldukça verimli ve başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Kamu görevlileriyle STK temsilcilerini ve mültecileri aynı masa etrafında toplamaktan ne tür sonuçlar bekliyorsunuz? Bu karşılaşmalar nasıl oluyor?
Göç meselesi hatta daha spesifik olmak gerekirse Suriyeli sığınmacılar meselesi, çok taraflı ve çok boyutlu bir meseledir. Bu farkındalıkla MEDAR olarak toplantıları düzenledik. O sebeple sadece akademisyenleri ya da sadece politika yapıcıları bir araya getirmedik. Meselenin tüm taraflarının aynı masa etrafında buluşması önemliydi çünkü aynı anda aynı meselenin farklı boyutlarının dile getirilmesi ve konuşulması gerekiyordu. Çünkü ancak bir meselenin tüm taraflarını dikkate alan çalışmalar uzun vadede iyi sonuçlar verebilir. Bu toplantılar hem aktörlerin kendilerini ifade etmelerine olanak sağlamış hem de yeni bir iletişim oluştu. Özellikle Suriyeli sığınmacılardan ve derneklerden toplantılara üst düzey bir ilgi oldu. Bu durum, Suriyeli sığınmacıların seslerini duyurmaya, sorunlarını dile getirmeye ne kadar ihtiyaçları olduğunu göstermektedir. Birinci ağızdan meselelerin dile getirilmesi, mevcut politikaların uygulanma süreçlerine ve ihtiyaçlara dair önemli bilgilerin oluşmasını sağladı. Toplantıların özellikle çok boyutlu kamu politikalarının oluşturulmasına katkısı olabilecek niteliği vardır.
Katılan STK’lar, Suriyeli sığınmacıların sorunlarını yeterince dile getirebiliyorlar mı?
Toplantılara çok sayıda sivil toplum temsilcisi katıldı. Bunların içinde, Suriyeli dernek temsilcileri, sendika temsilcileri, Kızılay, kadın dernekleri, medya temsilcileri aklıma ilk gelenlerdir. Her katılımcı meselelerin farklı bir yüzünü, boyutunu masaya getirdi. Sığınmacıların özellikle şahsi deneyimlerinin masaya gelmesi açısından onların toplantılara katılımlarının katkısı çok anlamlı oldu. Yoksa meselenin ana aktörleri olmadan yapılan toplantılar çoğu zaman ezbere bilgilerin, çoğu kez de doğruluğu tartışılır bilgilerin sürekli üretilmesine sebep olmaktadır. O bakımdan Suriyeli sığınmacılarla politika yapıcı ve uygulayıcı aktörlerin aynı masada bir araya gelip sorunları konuşmaları çok değerlidir. Kısıtlı mekân ve süre dâhilinde oldukça verimli toplantılar yapıldığı, katılımcılarda toplantı sonrasında kurulan diyaloglarda da anlaşılmaktadır. Benzer toplantılara ihtiyaç olduğu aşikardır. Ve meselelerin farklı taraflarını bir araya getiren benzer toplantıların yapılması, Suriyeli sığınmacıların sorunlarını kendi ağızlarından daha çok dile getirmelerini sağlayacaktır.
Kamu temsilcileri bu görüşlerden yararlanıyor mu?
Toplantılara konulara göre farklı kamu kuruluşlarından katılımlar oldu. Belediyeler, Bakanlıklar, İl Göç İdaresi temsilcileri toplantılara katılım sağlayan temel kamu aktörleri oldu. Toplantılar tamamlandıktan sonra sadece katılımcı aktörlere değil, ilgili kurum ve kuruluşlara toplantı raporları gönderilmiştir. Ayrıca üniversitemiz internet sitesinde de kamunun bilgisine sunulmuştur. Kamu temsilcilerinin bu toplantılardaki görüşlerden yararlanıp yararlanmadığı ya da ne kadar yararlanacağı kısa vadede sonuçları hemen görülebilecek bir şey değildir. Ayrıca bu toplantılara benzer toplantıların yapılması politikaların şekillendirilmesini kolaylaştıracaktır. O bakımdan benzer toplantılara öncülük etmesi bakımından da MEDAR’ın Suriyeli sığınmacılarla ilgili yaptığı toplantılar önem arz etmektedir. Bu toplantılar özellikle kamu politikası yapımı süreçlerinden meselenin ilgili taraflarının görüşlerinin alınmasının bir alışkanlık haline getirilmesini destekleyen çalışmalardır. Hele ki göç gibi, göçmenlerin potansiyel sorun olarak algılandıkları ve bir güvenlik meselesi haline getirildikleri bir zamanda, sığınmacılarla birlikte diğer aktörlerin politika yapıcı ve uygulayıcı aktörlerle aynı masada buluşması, kamu politikası yapımında yönetişim yaklaşımının oturması için değerlidir.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.
KapatAİHM, Yunanistan polisinin Bodrum açıklarında Suriyeli göçmenlere ateş açması nedeniyle Yunanistan'ı mahkûm etti
Avrupa ...
AİHM, Suriyeli göçmenlere ateş açan Yunanistan polisini suçlu buldu – 17 Ocak 2024 DevamıAİHM, Suriyeli göçmenlere ateş açan Yunanistan polisini suçlu buldu – 17 Ocak 2024
AİHM, Yunanistan polisinin Bodrum açıklarında Suriyeli göçmenlere ateş açması nedeniyle Yunanistan'ı mahkûm etti
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ege Denizi’nde Bodrum açıklarında Suriyeli göçmenlerin üzerine ateş açan Yunanistan sahil koruma birliklerinin "insan hakları ihlalinde" bulunduğuna hükmetti.
AİHM, şu anda İsveç’te yaşayan 3 Suriyeli göçmenin açılan ateş sonucu ağır yaralanan akrabaları adına 2016 yılında Atina aleyhine açtığı davayı karara bağladı.
Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaşam hakkıyla ilgili 2. maddesini ihlal ettiğine hükmeden AİHM, Atina’nın başvuru sahiplerine 80 bin euro maddi tazminat ödemesine hükmetti.
Yunan sahil koruma birliklerinin, Bodrum Yarımadası'nın 8 kilometre güneybatısındaki Keçi Adası (Pserimos) yakınlarında 22 Eylül 2014’de düzensiz göçmen taşıyan bota açtığı ateş sonucu bir Suriye vatandaşı yaralanmıştı.
Douaa Alkhatib, Nourredin Tello ve Lana Tello isimli başvuru sahipleri, açılan ateş sonucu ağır yaralanan akrabaları adına sorumlularla ilgili gerekli etkili bir soruşturma yapmadığı gerekçesiyle Yunanistan’ı AİHM’e şikâyet etmişti.
AİHM bugünkü gerekçeli kararında hiç bir şekilde gerekli ve zorunlu olmamasına rağmen ateş açılıp göçmenlerin ağır bir şekilde yaralanmasının insan hakları ihlali teşkil ettiği görüşüne vardı.
https://gocgunlugu.com/H-aihm-suriyeli-gocmenlere-ates-acan-yunanistan-polisini-suclu-buldu-252
KapatGaziantep’te 14 yaşındaki Suriyeli çocuk işkenceye maruz kaldı. Oyun oynadığı arkadaşını düşürdüğü iddiasıyla arkadaşının ...
Gaziantep’te vahim olay: İşkence yapılan Suriyeli çocuk yoğun bakımda – 12 Ocak 2024 DevamıGaziantep’te vahim olay: İşkence yapılan Suriyeli çocuk yoğun bakımda – 12 Ocak 2024
Gaziantep’te 14 yaşındaki Suriyeli çocuk işkenceye maruz kaldı. Oyun oynadığı arkadaşını düşürdüğü iddiasıyla arkadaşının ailesi tarafından kaçırılan Suriyeli çocuk öldüresiye dövüldü, cinsel tacize uğradı, öldü sanılarak yol kenarına atıldı.
Olay 9 Ocak günü Gaziantep Cumhuriyet mahallesinde meydana geldi.
Öğle saatlerinde futbol oynamak için okul bahçesine giden çocuklar arasında bir tartışma yaşandı. Tartıştığı çocuğun akrabaları okula gelerek Suriyeli çocuğu dövdüler, ardından bir arabaya bindirerek kaçırdılar, tenha bir yerde işkence yaptılar. Kendinden geçen çocuğu öldü zannederek yolun kenarına attılar.
Yoldan geçen kişiler tarafından bulunan ve hastaneye kaldırılan çocuk iki defa ameliyat edildi. Halen dilindeki yanıklar nedeniyle beslenemiyor, çok zor konuşuyor, psikolojik olarak da şok olmuş durumda.
Sosyal medyada yayılan görüntülerin ardından Gaziantep Valiliği, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada; “İlimizde 9 Ocak 2024 tarihinde meydana gelen 2009 doğumlu (A.Z)’nin darp edilmesi olayının aydınlatılması için İl Emniyet Müdürlüğü ekiplerimizce ivedilikle yapılan çalışmalar neticesinde; Olayın failleri olduğu tespit edilen (H.Ö) ve (M.F.K) adlı şahıslar yakalanmış olup, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmıştır. Şahısların arşiv kayıtlarının incelenmesinde (H.Ö) adlı şahsın taksirle yaralama nedeniyle 3 ayrı suç kaydı bulunduğu anlaşılmıştır. Hastanede tedavi altına alınan mağdura acil şifalar diliyoruz" denildi.
Çocuklara yönelik şiddet ve cinsel taciz suçlarında sıfır tolerans gösterilmesi çok önemli. Suriyelilere dönük bu tip vakalarda nefret suçunun da göz önünde bulundurulması gerekir.
Vahim olayla ilgili olarak Yeryüzü Çocukları Derneği aileye ve çocuğa gerekli desteği vermeye çalışıyor.
Suriye asıllı Türk sivil toplum kuruluşlarının birliği ULFED, bir bildiri yayınlayarak Gaziantep’te çocuğa yönelik vahşi saldırıyı kınadı. Bildiride, saldırının son yıllarda artan nefret söyleminin bir sonucu olduğu, nefret söylemlerinin cezasız kalmasının bu tip saldırılara yol açtığı, toplumsal huzur ve barış ortamını bozduğu, kamuoyunu zehirlediği belirtildi.
https://gocgunlugu.com/H-gaziantep-te-vahim-olay-iskence-yapilan-suriyeli-cocuk-yogun-bakimda-251
Kapat
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli inşaat işçileri Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in ...
Suriyeli işçileri öldüren sanık için müebbet hapis istendi – 10 Ocak 2024 DevamıSuriyeli işçileri öldüren sanık için müebbet hapis istendi – 10 Ocak 2024
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli inşaat işçileri Mamoun al-Nabhan, Ahmed Al-Ali ve Muhammed el-Bish’in yakılarak öldürülmesine ilişkin açılan davanın beşinci duruşması İzmir Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşmaya öldürülen Suriyeli işçilerin yakınları ve avukatları, sanık Kemal Korukmaz ve avukatı, Sığınmacı Hakları Platformundan Taha Elgazi, Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu (ULFED), Mülteciler Dayanışma Platformu, İHD ve siyasi partilerin üye ve temsilcileri katıldı.
İzmir’de üç Suriyeli işçinin yakılarak katledilmesine ilişkin davada mütalaasını açıklayan savcı, sanığın işçileri tasarlayarak, canavarca hisle ve yakmak suretiyle öldürdüğü anlaşıldığından, her bir maktul yönünden ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasını istedi.
Duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını mahkemeye sundu. Sanık Korukmaz'ın tanık ifadelerinde Suriyelilere ilişkin ırkçı ifadeler ve öldürme imasında bulunduğunun tespit edildiğini belirten savcı, toplanan tüm delillere göre sanığın işçi evi olarak kullanılan evi kasten yaktığını ve Suriyeli işçilerin kasten ölümüne neden olduğunun anlaşıldığını ifade etti.
Savcı sanığın, yaktığı yeri daha önceden bildiğini, bulunduğu yerin elektriğini kestiğini, karanlıkta görülmemesinden, yangın halinden, sondaj makinesinin çalışmamasından ve suçta kullandığı malzemeleri neyle taşıyacağından, nerede üzerini değiştireceğine kadar hesaplayarak ve tasarlayarak isnat edilen suçları işlediğini belirtti.
Sanığın Suriyeli işçileri tasarlayarak, canavarca hisle ve yakmak suretiyle öldürdüğü anlaşıldığından, her bir maktul yönünden ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, işçi evi olarak kullanılan yeri kasten yaktığından dolayı ise mala zarar vermekten kaynaklı cezalandırılmasına karar verilmesini istedi.
Tutukluluk ve gözaltında kaldığı sürenin cezasından sayılmasını talep eden savcı, isnat edilen suçlar ve istenen ceza nedeniyle tutukluluk halinin devamına karar verilmesini talep etti.
Öldürülen Suriyeli işçilerin avukatları mütalaaya katıldıklarını ancak eksik bulduklarını belirttiler, şerh koydular. Olayın aydınlatılmasında kamu personelinin, itfaiyenin, Cinayet Büronun, Güzelbahçe Karakolu'nun ihmalinin araştırılmasını istediler. Ayrıca işlenen katliamın bir nefret suçu olduğunun karara geçmesi gerektiğini belirttiler. Sanık ise verdiği ifadede olayı saptırmaya, magazinleştirmeye çalıştı.
İfadelerin ardından mahkeme heyeti savunmalar için süre vererek davayı 20 Mart tarihine erteledi.
Ne olmuştu?
16 Kasım 2021 tarihinde İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde üç Suriyeli mülteci işçi, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbiş çıkarılan bir yangında hayatını kaybetti. Olayla ilgili ilk itfaiye ve polis raporlarında, yangının sebebi olarak soba gösterildi. Yangını çıkaran kişi, 30 Kasım 2021 tarihinde başka bir olayla ilgili olarak gözaltına alındıktan sonra, Suriyeli işçileri kendisinin yaktığını itiraf etti. Yakılan Suriyelilerin ailelerinin, Sığınmacı Hakları Platformu’nun ve İzmir İHD’nin müdahil olması ile dava süreci devam ediyor.
İddianame olaydan 12 ay sonra hazırlandı, dava açıldı. İlk duruşma 1 Mart 2023’te, ikinci duruşma 14 Haziran’da, üçüncü duruşma 4 Ekim’de, dördüncü duruşma 8 Kasım’da yapıldı. Son duruşma, muhtemelen karar duruşması 10 Ocak Çarşamba günü İzmir Adliyesinde yapılacak.
Katil zanlısı Kemal Korukmaz, 1 Mart’ta yapılan ilk duruşmasında JİTEM üyesi olduğunu iddia etti. Daha önce Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi tarafından sağlam raporu verilen sanık için avukatı, akli dengesinin bozuk olduğunu ve hastaneye sevk edilmesi gerektiğini ileri sürdü. Mahkeme sanığın Adli Tıp Kurumuna sevkine karar verdi.
14 Haziran tarihli ikinci duruşmada Adli Tıp Kurumundan talep edilen rapor mahkemeye ulaştı. Raporda sanığın cezai ehliyetinin tam olduğu belirtildi. Sanık dava sırasında avukatını azletti, mahkeme yeni bir avukat tayini için duruşmayı 4 Ekim’e erteledi.
4 Ekim, 8 Kasım ve 10 Ocak’taki duruşmalarda tanıklar dinlendi. Savcı son duruşmada sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep etti. Bir sonraki duruşma 20 Mart’ta yapılacak.
https://gocgunlugu.com/H-suriyeli-iscileri-olduren-sanik-icin-muebbet-hapis-istendi-250
Kapatİdlib'in doğusundaki Serakib ilçesinde konuşlu Beşşar Esed rejimi ve İran destekli yabancı terörist ...
Suriye ordusunun, İdlib'e saldırısında bir çocuk hayatını kaybetti – 7 Ocak 2024 DevamıSuriye ordusunun, İdlib'e saldırısında bir çocuk hayatını kaybetti – 7 Ocak 2024
İdlib'in doğusundaki Serakib ilçesinde konuşlu Beşşar Esed rejimi ve İran destekli yabancı terörist gruplar, İdlib kent merkezine karadan karaya atış yapılan silahlarla saldırı düzenledi.
Sivil savunma kaynaklarından alınan bilgiye göre, İdlib kent merkezinde bir çocuk hayatını kaybetti.
Türkiye, Rusya ve İran, 2017'deki Astana toplantısında Suriye yönetiminin kontrolünde olmayan alanda 4 "gerginliği azaltma bölgesi" oluşturma karar aldı.
Şam yönetimi, İran destekli teröristler ve Rusya, saldırılara devam ederek 4 bölgeden 3'ünü ele geçirip İdlib'e yöneldi.
Türkiye, Eylül 2018'de Rusya ile ateşkesi güçlendirmek için ek mutabakata varsa da saldırılar Mayıs 2019'da tekrar şiddetlendi. Türkiye ile Rusya’nın 5 Mart 2020'de sağladığı yeni mutabakatın ardından ateşkes büyük ölçüde korunuyor.
2017-2020 döneminde saldırılardan kaçan yaklaşık 2 milyon sivil, Türkiye sınırına yakın bölgelere göç etmek zorunda kaldı.
KapatBir Yabancının Hayatını Kaybetmesiyle İlgili İddialar Hakkında Basın Açıklaması
Bazı basın yayın organları ile sosyal medya hesaplarında yer ...
Göç İdaresi Başkanlığı, Akyurt GGM’de Hasan Muhammed’in ölümü ile ilgili basın açıklaması yayınladı – 5 Ocak 2024 DevamıGöç İdaresi Başkanlığı, Akyurt GGM’de Hasan Muhammed’in ölümü ile ilgili basın açıklaması yayınladı – 5 Ocak 2024
Bir Yabancının Hayatını Kaybetmesiyle İlgili İddialar Hakkında Basın Açıklaması
Bazı basın yayın organları ile sosyal medya hesaplarında yer alan, Ankara Akyurt Geri Gönderme Merkezi’nde idari gözetim altında bulunan bir yabancının ölümü ile ilgili iddialar nedeniyle açıklama yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Bahse konu haber ve paylaşımlarda adı geçen Hasan Muhammed isimli yabancı, 01.01.2024 tarihinde rahatsızlanması üzerine Merkez’deki sağlık birimlerinin gerekli müdahalesinin ardından hemen Şehir Hastanesi’ne sevk edilmiştir. Hastanede tedavi süreci devam ederken fenalaşan yabancı, yoğun bakım servisine yönlendirilmiş ve tedavi altındayken hastanede hayatını kaybetmiştir. Konunun bütün yönleri ile araştırılması için Göç İdaresi Başkanlığı tarafından inceleme başlatılmıştır.
KapatSuriye Sivil Savunması (Beyaz Baretliler) İdlib Ofisi Basın Sorumlusu Hamid Kutini, AA muhabirine, Esed rejimi ve İran destekli terörist gruplardan oluşan rejim ...
Esed rejimi ve Rusya'nın Aralık 2023'te İdlib'e düzenlediği saldırılarda 26 sivil öldü – 5 Ocak 2024 DevamıEsed rejimi ve Rusya'nın Aralık 2023'te İdlib'e düzenlediği saldırılarda 26 sivil öldü – 5 Ocak 2024
Suriye Sivil Savunması (Beyaz Baretliler) İdlib Ofisi Basın Sorumlusu Hamid Kutini, AA muhabirine, Esed rejimi ve İran destekli terörist gruplardan oluşan rejim güçleri ile Rusya'nın, "İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesine" aralıkta 118 kara ve hava saldırısı düzenlediğini söyledi.
Kutini, İdlib ve Halep kırsalındaki köylere düzenlenen saldırılarda 26 sivilin yaşamını yitirdiğini, 118 sivilin yaralandığını belirtti.
Saldırılarda hedef alınan yerleşimlerde büyük çaplı hasarın meydana geldiğini söyleyen Kutini, saldırılarda 7 okul, 1 fırın, 4 çadır kamp, 6 halk pazarı ve 2 caminin hedef alındığını vurguladı.
Kutini, "Rusya'nın hava saldırılarda 3'ü çocuk 1'i kadın toplam 5 sivil hayatını kaybetti. Esed rejimi ve İran destekli grupların karadan karaya atış yapılan silahlarla düzenlediği saldırılarda da 21 sivil hayatını kaybetti." ifadelerini kullandı.
Kapatİzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli işçiler, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbis’in yakılarak ...
Güzelbahçe’de yakılarak öldürülen Suriyeli işçilerin duruşmasına çağrı – 4 Ocak 2024 DevamıGüzelbahçe’de yakılarak öldürülen Suriyeli işçilerin duruşmasına çağrı – 4 Ocak 2024
İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde 16 Kasım 2021 tarihinde Suriyeli işçiler, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbis’in yakılarak öldürülmesine ilişkin açılan davanın beşinci duruşması 10 Ocak’ta İzmir Adliyesinde yapılacak. Duruşmada savcı Esas hakkındaki mütalaasını söyleyecek.
Sığınmacı Hakları Platformu, tüm duyarlı kamuoyunu, insan hakları savunucularını destek ve dayanışma için duruşmaya katılmaya çağırıyor.
Ne olmuştu?
16 Kasım 2021 tarihinde İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde üç Suriyeli mülteci işçi, Ahmet Elali, Mamun Elnebhan ve Muhammed Elbiş çıkarılan bir yangında hayatını kaybetti. Olayla ilgili ilk itfaiye ve polis raporlarında, yangının sebebi olarak soba gösterildi. Yangını çıkaran kişi, 30 Kasım 2021 tarihinde başka bir olayla ilgili olarak gözaltına alındıktan sonra, Suriyeli işçileri kendisinin yaktığını itiraf etti. Yakılan Suriyelilerin ailelerinin, Sığınmacı Hakları Platformu’nun ve İzmir İHD’nin müdahil olması ile dava süreci devam ediyor.
İddianame olaydan 12 ay sonra hazırlandı, dava açıldı. İlk duruşma 1 Mart 2023’te, ikinci duruşma 14 Haziran’da, üçüncü duruşma 4 Ekim’de, dördüncü duruşma 8 Kasım’da yapıldı. Son duruşma, muhtemelen karar duruşması 10 Ocak Çarşamba günü İzmir Adliyesinde yapılacak.
https://gocgunlugu.com/H-guzelbahce-de-yakilarak-oldurulen-suriyeli-iscilerin-durusmasina-cagri-249
Avrupaülkeleri tarafından finanse edilen geri gönderme merkezlerinde yaşanan kötü muamele ve hak ihlali iddialarına bir yenisi daha eklendi. ...
Mülteci Muhammed’in ailesi işkenceden şüpheleniyor: GGM’den ölüsü çıktı - 3 Ocak 2024
Avrupaülkeleri tarafından finanse edilen geri gönderme merkezlerinde yaşanan kötü muamele ve hak ihlali iddialarına bir yenisi daha eklendi. Suriyeli 28 yaşındaki Hasan Muhammed bir haftadır tutulduğu Ankara Akyurt Geri Gönderme Merkezinde öldü. Muhammed’in ailesi Muhammed’in ölümüne dair Geri Gönderme Merkezinin bir açıklama yapmadığını, çocuklarının cesedinde darp izleri bulunduğunu belirterek Sığınmacı Hakları Platformuna başvurdu. Çocuklarının işkence sonucu öldürüldüğünden şüphelenen aile, hukuki süreç başlatacaklarını söyledi.
Ankara Akyurt Geri Gönderme Merkezinde ölen Hasan Muhammed’in yakınlarıyla iletişime geçen Sığınmacı Hakları Platformundan Taha Elgazi, Muhammed’in kimlik sorunları nedeniyle 8 gün önce Geri Gönderme Merkezine alındığını; dün ise ölüm haberinin ailesine iletildiğini söyledi. Elgazi, “Aile bu sabah bana ulaştı. Hasan’ın Geri Gönderme Merkezine gitmeden önce hiçbir sağlık sorunu olmadığını, Geri Gönderme Merkezinin bugün kendilerini arayarak ‘Gelin cenazenizi alın’ dediğini anlattı. Geri Gönderme Merkezi aileye ölümle ilgili hiçbir gerekçe sunmuyor, sadece ‘Cenazenizi alın’ diyorlar. Ailenin anlattıklarına göre Hasan’ın yüzünde morluklar varmış, bu nedenle işkence yapılmış olabileceğinden şüpheleniyorlar” dedi. Aileye hukuki destek için yardımcı olacaklarını söyleyen Elgazi, ailenin çocuklarının ölüm nedenine ilişkin açıklama beklediğini söyledi.
Kilis'te 4 Nisan 2023 tarihinde vahşice öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek’in katil zanlıları ile ilgili ...
Katledilen Suriyeli Gina Mercimek’in davası Kilis’te başladı – 3 Ocak 2024 DevamıKatledilen Suriyeli Gina Mercimek’in davası Kilis’te başladı – 3 Ocak 2024
Kilis'te 4 Nisan 2023 tarihinde vahşice öldürülen 9 yaşındaki Suriyeli Gina Mercimek’in katil zanlıları ile ilgili mahkemenin ilk duruşması bugün Kilis Adliyesinde yapıldı. Mahkemede katil zanlıları önceki ifadelerini inkâr ederek suçlamaları reddettiler.
Duruşmaya Sığınmacı Hakları Platformundan Taha Elgazi, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yetim Vakfı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Avukatları, İstanbul, Gaziantep ve Kilis barosundan avukatlar, Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatları, Gina’nın annesi, babası ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Sanık H.B. ve A.A’nın, soruşturma aşamasında vermiş oldukları ifadelerle mahkemede verdikleri ifadeler çelişti. Sanık A.A. olayın gerçekleştiği H.B.’nin evinde DNA’sının bulunmasına rağmen, eve hiçbir zaman gitmediğini söyledi.
Avukatlar, sanıkların savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik olduğunu ifade ettiler.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İstanbul Barosu, Kilis Barosu, Gaziantep Barosu ve Kadın ve Demokrasi Derneği temsilcisi avukatlar dosyaya katılma talebinde bulundu. Mahkeme heyeti, baroların ve derneğin katılma talebini, suçtan zarar gören sıfatlarının bulunmadığı gerekçesi ile reddetti.
Mahkeme tarafından sanıkların tutukluluk hallerinin devamına, bir sonraki duruşmanın 19 Ocak 2024 saat 10.00’da yapılmasına karar verildi.
Mahkeme sonrası basın açıklaması yapıldı
Mahkeme bittikten sonra Kilis Adliyesi önünde Yeryüzü Çocukları Derneği avukatları tarafından basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması Türkçe ve Arapça olarak okundu.
Yeryüzü Çocukları Derneği avukatı Betül Zağlı Topal, “Destek vermek isteyen tüm vatandaşlarımızı, başta meslektaşlarımız olmak üzere, 19 Ocak 2024 tarihinde gerçekleşecek olan ikinci duruşmaya bekliyoruz” dedi.
Basın açıklaması metnini okuyan dernek avukatı Aleyna Gülden Bozkurt “Yeryüzü Çocukları Derneği olarak; tüm çocuklar ırk, ulus, köken ve diğer özellikler yönünden eşit olan haklarına aynı oranda erişebilene kadar, tüm çocuklar okullarından evlerine güvenle dönebilene kadar çocuk hakları mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.
https://gocgunlugu.com/H-katledilen-suriyeli-gina-mercimek-in-davasi-kilis-te-basladi-248
Düzensiz Göçle Mücadele Koordinasyon Toplantısı’na katılan Göç İdaresi Başkanı Atilla Toros, 30 büyükşehirde ...
Mobil Göç Noktaları tüm ülkeye yayılacak – 30 Aralık 2023 DevamıMobil Göç Noktaları tüm ülkeye yayılacak – 30 Aralık 2023
Düzensiz Göçle Mücadele Koordinasyon Toplantısı’na katılan Göç İdaresi Başkanı Atilla Toros, 30 büyükşehirde uygulanan ‘Mobil Göç Noktası’ uygulamasının ülke geneline yaygınlaştırılacağını söyledi.
Erzurum’un ev sahipliğinde ikincisi düzenlenen toplantıda konuşan Göç İdaresi Başkanı Atilla Toros, düzensiz göçle mücadele kapsamında kurumlararası koordinasyonun önemine dikkat çekti. Türkiye’nin düzensiz göçle mücadelesinin belirli bir politika ve strateji çerçevesinde yürütüldüğünü belirten Toros, “Kaynak ülkelerde, sınırlarımızda ve ülke içerisinde yoğun tedbirler alınmaktadır. Bu tedbirlerin etkin bir şekilde hayata geçirilebilmesi adına gerek kaynak ülkelerle gerek kolluk birimlerimiz başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarımızla koordinasyon içerisinde hareket edilmektedir” dedi.
Pilot bölge olarak İstanbul’da 19 Temmuz’da başlatılan Mobil Göç Noktası uygulamasını da anlatan Başkan Toros, 4 Ekim’den itibaren Ankara, İzmir, Adana ve Bursa’da, 1 Aralık’ta ise Erzurum dahil 30 büyükşehirde hayata geçirilen modeli ülke çapında yaygınlaştıracaklarını belirtti.
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/mobil-goc-noktalari-tum-ulkeye-yayilacak-42383656
Göçmenlerin ve Türkiyeli halkların yaşadığı sorunları ve çözüm önerilerini Dr. Deniz Sert, Neslihan Karyemez, Taha Elgazi ve Haluk ...
Kontrolsüz göç, ortaya çıkan sorunlar, entegrasyon, sömürü ve birlikte yaşama dair çözüm önerileri – 29 Aralık 2023 DevamıKontrolsüz göç, ortaya çıkan sorunlar, entegrasyon, sömürü ve birlikte yaşama dair çözüm önerileri – 29 Aralık 2023
Göçmenlerin ve Türkiyeli halkların yaşadığı sorunları ve çözüm önerilerini Dr. Deniz Sert, Neslihan Karyemez, Taha Elgazi ve Haluk Deniz Medet Evrensel’e anlattı.
KapatBirleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) İcra Direktörü Yardımcısı Ted Chaiban, AA muhabirine, dünya genelinde ...
UNICEF: 2023, dünyada çocuklar için en zor yıllardan biri oldu – 25 Aralık 2023 DevamıUNICEF: 2023, dünyada çocuklar için en zor yıllardan biri oldu – 25 Aralık 2023
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) İcra Direktörü Yardımcısı Ted Chaiban, AA muhabirine, dünya genelinde çocuklar açısından 2023'e ilişkin değerlendirmeler yaptı.
İnsancıl aktörler için fonların yetersizliğinin, 2023'ü "en zor yıllardan biri" yapan faktörlerden biri olduğunu belirten Chaiban, bunun, hayat kurtarıcı yardıma ihtiyaç duyan çocuklara zarar verdiğine işaret etti.
Chaiban, "Bence 2023, dünya genelinde çocuklar için en zor yıldı. Beni en çok sarsan şeylerden biri, öncelikle Gazze'de gördüğümüz, korkunç ve eşi görülmemiş şiddetti." diye konuştu.
Gazze'de hayatını kaybedenlerin yüzde 40'ından fazlasının çocuk olduğunu vurgulayan Chaiban, bu oranın, "40'ın üzerindeki çatışmalarda görülenin iki katı" olduğunu söyledi.
Chaiban, çatışmaların çocukları derinden etkilediğini ve iklim değişikliğinin kişileri yerinden ettiğini belirterek, bu sorunlara yanıt vermek için insancıl sistemin var olmaya devam etmesi gerektiğini vurguladı.
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/unicef-2023-dunyada-cocuklar-icin-en-zor-yillardan-biri-oldu/3092155
Suriye yönetimi, saldırılar nedeniyle yerlerinden olan ve başka ülkelere sığınan vatandaşların mülklerine el koyarak geri dönüşlerini ...
Suriye'de Esed rejimi, mülklere el koyarak geri dönüşleri engellemeye çalışıyor – 23 Aralık 2023 DevamıSuriye'de Esed rejimi, mülklere el koyarak geri dönüşleri engellemeye çalışıyor – 23 Aralık 2023
Suriye yönetimi, saldırılar nedeniyle yerlerinden olan ve başka ülkelere sığınan vatandaşların mülklerine el koyarak geri dönüşlerini engelliyor.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye'nin orta kısmındaki Humus iline yönelik rapor hazırladı.
Kamuoyuna açıklanan raporda, Suriye yönetiminin, Humus ilinde çatışmaların yoğun olduğu Baba Amer Mahallesi ile Kuseyir ilçesindeki on binlerce ev, arazi ve mülke el koymaya çalıştığı savunuldu.
Raporda, Suriye yönetiminin öldürülen en az 500 bin sivil ile kaybolan yaklaşık 112 bin 713 sivilin yanı sıra yerinden ettiği 12 milyon Suriyelinin mal varlıklarına el koymak için çalışma yürüttüğü bilgisi yer aldı.
Rejimin çıkardığı yasa ve kararnamelerle mülklere el koymaya çalıştığı vurgulanan raporda, yerlerinden edilen ve zorla tahliye edilenlerin mülkiyet haklarının yok sayıldığı belirtildi.
Raporda, rejim ve müttefiklerinin Humus ilinde sistematik olarak mülkiyet haklarını ihlal için bombalama ve saldırıları araç olarak kullandığına işaret edildi.
"Mülkiyet haklarının ihlaliyle Suriye halkına yönelik ciddi bir insan hakları ihlali yapıldı." ifadesine yer verilen raporda, bunun derhal durdurulması çağrısında bulunuldu.
Rejim, mallara el koyarak geri dönüşleri engelliyor
Geri dönen Suriyeliler, Türkiye'nin gerçekleştirdiği harekat bölgelerinde sorun yaşamazken rejimin kontrol ettiği alanlardaki evlerine dönemiyor çünkü rejim, sivillerin taşınmazlarına el koyuyor.
Beşşar Esed rejimi, çıkardığı yasa ve kararnamelerle mülklere el koyarak ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin geri dönüşünü engelliyor.
Ürdün, Türkiye ve Lübnan’dan Suriye’ye geri dönüş yapanlar, sınırda 100 dolar verginin yanı sıra yüzlerce dolar rüşvet talebiyle karşılaşıyor.
Sınırdan geçen Suriyeliler ise ya gözaltına alınıyor ve sorgulanıyor ya da sebepsiz yere tutuklanıyor.
Anadolu Ajansı
KapatAvrupa Birliği (AB), Avrupa sınırlarının korunmasını ve sığınmacıların Batı Avrupa’ya seyahat etmesinin zorlaştırılmasını esas alan yeni sığınma ve ...
Avrupa Birliği yeni sığınma ve göç anlaşmasını kabul etti – 20 Aralık 2023 DevamıAvrupa Birliği yeni sığınma ve göç anlaşmasını kabul etti – 20 Aralık 2023
Avrupa Birliği (AB), Avrupa sınırlarının korunmasını ve sığınmacıların Batı Avrupa’ya seyahat etmesinin zorlaştırılmasını esas alan yeni sığınma ve göç anlaşmasını kabul etti.
AB Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve üye ülkeler son iki gündür aralıksız sürdürülen müzakerelerin ardından, yeni kurallar üzerinde anlaşmaya vardı.
Avrupa Birliği, 2015 yılındaki sığınmacı krizinden bu yana kalıcı bir yasal düzenleme arayışı içindeydi.
Komisyon tarafından 2020 yılında hazırlanan yasal düzenleme, uzun tartışmaların ardından, Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi kabul edilmiş oldu.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c03yl9r5d3po
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından, Uluslararası Göçmenler Günü ilan edilen 18 Aralık için Yalova’da ...
Yalova Valisi Hülya Kaya, göçmen kadınlarla mutfağa girdi – 18 Aralık 2023 DevamıYalova Valisi Hülya Kaya, göçmen kadınlarla mutfağa girdi – 18 Aralık 2023
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından, Uluslararası Göçmenler Günü ilan edilen 18 Aralık için Yalova’da yaşayan göçmen kadınlar mutfakta bir araya geldi. 'Farklı Kültürler Aynı Sofrada Buluşuyor’ projesi kapsamında kentte yaşayan yabancı uyruklu kadınlarla bir araya gelen Yalova Valisi Hülya Kaya da mutfağa girip Rus mantısı açtı, Yalova helvası pişirdi. Vali Kaya, “Amacımız mutfağın birleştiriciliğinden yararlanarak, aramızdaki o uzaklığı, mesafeyi kısaltmak, o ön yargıları kırmak, şehirdeki birlikteliğin ve beraberliğin altını çizmek” dedi.
Kapatİzmir Mülteci Dayanışma Platformu, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde "mülteci yemekleri ve müzik dinletisi" etkinliği yaptı. ...
İzmir'de mülteci yemekleri etkinliği – 10 Aralık 2023 Devamıİzmir'de mülteci yemekleri etkinliği – 10 Aralık 2023
İzmir Mülteci Dayanışma Platformu, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde "mülteci yemekleri ve müzik dinletisi" etkinliği yaptı. Etkinlikte Afgan, Suriye ve Somalili kadın mültecilerin ülke mutfaklarına ait yaptıkları yemekler (Abelipolo, Falefel, Notaqi) İzmirlilere ikram edildi.
https://marksist.org/icerik/Gocmeniz/20494/Izmirde-multeci-yemekleri-etkinligi
KapatMilli Eğitim Bakanlığı tarafından verilen çok önemli bir hizmet var. Özel eğitime ihtiyacı olan çocuklar, bakanlığa bağlı RAM’lardan ...
Göçmen engelli çocuklar da özel rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilmelidir – 21 Aralık 2023 DevamıGöçmen engelli çocuklar da özel rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilmelidir – 21 Aralık 2023
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilen çok önemli bir hizmet var. Özel eğitime ihtiyacı olan çocuklar, bakanlığa bağlı RAM’lardan (Rehberlik ve Araştırma Merkezleri) aldıkları raporlarla, ücretsiz destek ve rehabilitasyon eğitimi alabiliyorlar.
MEB’e bağlı Rehberlik ve Araştırma Merkezleri bünyelerinde bulunan Özel Eğitim bölümleri; özel gereksinimi olan ( görme, işitme, zihin, dil, konuşma, bedensel yetersizlik ve türleri ile otizm, down sendromu) öğrencilerin eğitsel değerlendirme ve tanılama hizmetlerini yapmakta, sonrasında bu çocukların devlet okullarında uygun koşullarda eğitim görmeleri sağlanmaktadır. Bunlar; kaynaştırma-bütünleştirme, özel eğitim sınıfı veya özel eğitim uygulama okulu, özel eğitim meslek lisesi gibi MEB’e bağlı okullar olabilmektedir. Ayrıca verilen rapor doğrultusunda, çocukların ve bireylerin özel eğitim rehabilitasyon merkezlerinden destek eğitimi almaları da sağlanmaktadır, ki bu destek eğitimleri çok önemlidir, olmazsa olmazdır.
Tüm bu hizmetler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan çocuklar için, RAM raporu doğrultusunda tamamen ücretsizdir. Ancak göçmen öğrenciler sadece MEB’in verdiği hizmetlerden faydalanmakta, özel rehabilitasyon merkezlerinin imkânlarından yararlanamamaktadırlar.
Konu ile ilgili görüştüğümüz bir RAM müdürü şunları söyledi:
“Engelli çocuklar için devletin verdiği bu hizmet gerçekten çok önemli. Şimdiye kadar aileler, engelli çocukları ile evde baş başa kalıyorlardı, çocukların eğitimleri ile ilgili eğer maddi imkânları yoksa herhangi bir şey yapabilmeleri imkânsızdı. Çünkü özel eğitim pahalı bir hizmettir. Uzman eğiticilerin, sağlık personelinin birebir ilgilenmesini gerektirir.
RAM’ların kuruluşu ve özel eğitim hizmetlerinin (rehabilitasyon dahil) tümüyle devlet tarafından karşılanması ile bu konu büyük ölçüde çözüme kavuşturuldu. Ama bizi rahatsız eden bir husus var, o da şu: Göçmen engelli çocuklar özel rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz yararlanamamaktalar. Merkezimize ortalama haftada 2-3 göçmen engelli çocuk için başvuru yapılmakta ve biz kendilerine RAM raporu vermekteyiz. Bu çocuklar MEB’e bağlı okullara yerleştirilmekte ama rehabilitasyon hizmeti alamamaktalar. Göçmen oldukları için onlara özel rehabilitasyon hizmeti ücretsiz verilmemekte. Kendi imkanları ile özel rehabilitasyon hizmeti almaları çoğunlukla mümkün değil, çünkü çok pahalı.
Toplam sayının ne kadar olduğunu bilmiyorum, ama tüm göçmen engelli çocukların özel rehabilitasyona ücretsiz ulaşmasını sağlamak için mutlaka bir yöntem bulunmalıdır. Tek bir çocuğun bile hayata kazanılması önemlidir. Yetkilileri bu konuda girişimde bulunmaya çağırıyorum.”
KapatZonguldak'ta kaçak maden ocağında çalışan Afganistan uyruklu Vezir Mohammed Nourtani'nin (50) ölümüne ilişkin iddianame ...
22 Mart - Afgan işçiyi öldürenlere müebbet hapis talep edildi Devamı22 Mart - Afgan işçiyi öldürenlere müebbet hapis talep edildi
Zonguldak'ta kaçak maden ocağında çalışan Afganistan uyruklu Vezir Mohammed Nourtani'nin (50) ölümüne ilişkin iddianame tamamlandı. İddianamede, yanmış halde bulunan cesedin, kaçak ocaktaki kazayı gizlemek ve ocağın kapanmasını engellemek için öldükten sonra yakıldığı belirtildi. 3'ü tutuklu 6 sanık hakkında 'iştirak halinde kasten öldürme' suçundan müebbet hapis istemi ile dava açıldı.
Ne olmuştu?
10 Kasım 2023 tarihinde Zonguldak Kırat Mahallesi Koca Osman Sokak'ta yoldan geçenler, ağaçların altında yanmış cesedi fark edip, ihbarda bulundu. Benzin dökülerek yakıldığı belirlenen ceset, otopsi için Atatürk Devlet Hastanesi'nin morguna kaldırıldı. Cesedin kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan 3 çocuk babası Afganistan uyruklu Vezir Mohammad Nourtani'ye ait olduğu belirlendi. Otopside Nourtani'nin 9 Kasım'da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi.
Nourtani, 11 Kasım'da toprağa verildi. Soruşturma kapsamında Nourtani'nin çalıştığı kaçak maden ocağı sahipleri Hakan Körnöş (46), Enver Gideroğlu (34) ve Körnöş'ün kuzeni Ahmet Aydın (52), maden ocağı çalışanları S.K. (28), E.D. (22) ve kömür ticareti yapan A.Ç. (46), gözaltına alındı. Körnöş, Gideroğlu ve Aydın tutuklanırken, diğer şüpheliler adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Öldürülen Nourtani, eşi Kamergul Maliki (38), oğulları yürüme engelli Sayid Mohammad (22), Pir Mohammad (16), işitme engelli Ali Rıza (13), Said Riza Nourtani (2) ve gelini Şaziye Mohammadi (19) ile 2 odası olan sobalı bir evde yaşamaktaydılar. Nourtani, kaçak maden ocağında çalışarak ailesinin bakımını üstlenmekteydi ve ailede çalışabilecek durumdaki tek kişiydi.
Madenden çıkarıldığında hayattaydı
İddianamede, Afgan madencinin gündelik işçi olarak kaçak maden ocağında çalıştığı belirtilirken, 9 Kasım'da saat 20 sıralarında S.K. ile yer altında geçirdiği kaza neticesinde ağır şekilde yaralandığı, ocaktan çıkarıldığında ise hala hayatta olduğu ifadeleri yer aldı.
Afgan madencinin battaniyeye sarılıp, kamyonetin kasasına yüklendiği ancak kolluk veya sağlık birimlerine haber verilmediği için zamanında müdahale edilemediği belirtildi. İddianamede, S.K. ve E.D.'nin kamera kayıt cihazını kırmaya çalıştığı ve Afgan madenciye ait kıyafetleri yaktığı anların görüntüleri de yer aldı.
Kasten ölmesini sağlamışlar
Afgan madencinin battaniyeye sarılı bir şekilde 3 saat boyunca kamyonet kasasında gezdirildiği belirtilen iddianamede A.Ç.'nin diğerlerinden ayrıldığı saat 22.45'te Ahmet Aydın'ın akaryakıt istasyonundan pet şişeye benzin aldığı ifade edildi. İddianamede '23.00 ile 00.00 aralığında olayı gizlemek amacıyla iştirak iradesi içerisinde maktulün cesedini yaktıkları, maktulün cesedi yakıldıktan sonra şüphelilerin benzin bidonunu ve maktulün taşındığı battaniyeyi olay yerinden farklı bir noktalara attığı' ifadeleri yer aldı.
İddianamede, 'iştirak' iradesiyle hareket ettiği belirtilen Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Ahmet Aydın, S.K., E.D. ve A.Ç.'nin suçlamaları 'kaçak ocakta meydana gelen kazanın ortaya çıkışını gizlemek, maddi getirisi düşünülerek kaçak ocağının kapatılmasına engel olmak ve haklarında adli ve idari işlem yapılmasına engel olmak amacıyla ocakta meydana gelen olay sonucunda alınan ifadelerle de sabit olduğu üzere hayatta olan maktulü kolluk birimlerine ve sağlık kuruluşuna haber vermeksizin kazanın meydana geldiği 20.00 ile yakıldığı 23.30'a kadar geçen süre zarfında araçlarında taşıyarak kasten öldürdükleri' sözleriyle anlatıldı.
Sanıklar için müebbet istendi
Enver Gideroğlu'nun Nourtani'nin ailesini arayıp işe gelmediğini söylediği belirtilen iddianamede, Hakan Körnöş'ün kamyonetin lastiklerini değiştirdiğine yer verildi. İddianamede şüphelilerin olayın başından beri irtibat halinde oldukları ve yabancı uyruklu olması nedeniyle takibinin zor olacağı düşünülen kişinin cesedini suçu gizlemek maksadıyla Ahmet Aydın, Körnöş ve Gideroğlu tarafından yakıldığı ifade edildi.
İddianamede, sanıklar hakkında 'ceza alt sınırından uzaklaşma' takdiri mahkemeye bırakılırken; 'meydana gelen eylemin kişi ve toplum üzerindeki olumsuz etkisi, yaşanılan olumsuz olaylardan kaynaklı ülkemize sığınan yabancı uyruklu olması sebebiyle takibinin zor olacağı düşünülen kişinin cesedini suçu gizlemek maksadıyla yakılması yönündeki eylemin vahameti' ifadelerine yer verildi. İddianame, 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilerek sanıkların her birine 'iştirak halinde kasten öldürme' suçundan müebbet hapis istemiyle dava açıldı.
Yakarak öldürmekten yargılanmalılar
İddianamenin eksik düzenlendiğini öne süren Nourtani ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker, "Sanıkların kasten öldürme suçundan müebbet hapis cezasıyla değil, ölmeden önce diri diri bir kimseyi yakmalarından ötürü ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanması gerekmekteydi" diye konuştu.
https://gocgunlugu.com/H-afgan-isciyi-oldurenlere-muebbet-hapis-talep-edildi-270
Kapat