Göçmenlerin Gündemi
5 Kasım başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın seçim kampanyasının odak noktası göçmenlik politikalarıydı.
ABD'de ...
18 Ocak - Trump göreve başlamasının hemen ardından Chicago’da göçmen operasyonu planlıyor (Euronews) Devamı18 Ocak - Trump göreve başlamasının hemen ardından Chicago’da göçmen operasyonu planlıyor (Euronews)
5 Kasım başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın seçim kampanyasının odak noktası göçmenlik politikalarıydı.
ABD'de Donald Trump yönetiminin göreve başlar başlamaz Chicago eyaletinde geniş kapsamlı bir göçmen operasyonu düzenlemeyi planladığı bildirildi.
Wall Street Journal’ın dört kaynağa dayandırdığı haberine göre, operasyon Trump’ın göreve başlamasından bir gün sonra Salı günü başlayacak ve bir hafta boyunca sürecek.
Haberde ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Birimi'nin (ICE) operasyonda 100 ila 200 arasında memur görevlendireceği belirtildi. Yeni yönetimin planlarından haberdar bir kaynak ise ICE’nin ülke genelinde denetimlerini artıracağını ve Chicago’ya özel bir yoğunlaşma olmayacağını söyledi.
"Operasyonları ülkenin her yerinde yapacağız," diyen kaynak, "New York’ta, Miami’de tutuklamalar göreceksiniz," şeklinde konuştu.
Chicago’ya özel vurgu
Trump’ın yeni sınır güvenliği sorumlusu Tom Homan, Chicago’daki bir etkinlikte, yönetimin 'buradan, Chicago, Illinois’den başlayacağını' söyledi. Homan, "Eğer Chicago Belediye Başkanı yardımcı olmak istemezse, kenara çekilebilir. Ama eğer bizi engellerse ya da yasa dışı bir göçmeni bilerek barındırır ya da gizlerse, onu yargılayacağım," dedi.
Göçmenlik, Trump’ın seçim kampanyasının merkezindeydi
5 Kasım başkanlık seçimleri öncesinde Trump’ın seçim kampanyasının odak noktası göçmenlik politikalarıydı. Trump, Ocak 2024’te yaptığı bir konuşmada, "Yemin törenimden hemen sonra, Amerikan tarihindeki en büyük sınır dışı operasyonunu başlatacağız," demişti.
Trump, göçmenleri rekor sayılarda sınır dışı etmek için ABD hükümetine bağlı tüm birimlerin desteğini seferber etmeyi planlıyor. Bu kapsamda 'sığınak şehirler' olarak bilinen, göçmenlere koruma sağlayan yerel yönetimlere baskı yapılacağı ifade ediliyor.
KapatAvrupa Birliği (AB) Sınır Koruma Ajansı'nın (Frontex) raporuna göre 2024 yılında AB'ye izinsiz giriş ...
14 Ocak - AB'ye düzensiz geçişlerde düşüş (DW Türkçe) Devamı14 Ocak - AB'ye düzensiz geçişlerde düşüş (DW Türkçe)
Avrupa Birliği (AB) Sınır Koruma Ajansı'nın (Frontex) raporuna göre 2024 yılında AB'ye izinsiz giriş teşebbüsünde bulunanların sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 38 azalarak 239 bin kişiye düştü. Bu, 2021'den bu yana kaydedilen en düşük rakama tekabül ediyor.
Rapora göre özellikle Batı Balkanlar rotasından geçişlerde büyük bir azalma yaşanıyor. Bu rota üzerinden yapılan düzensiz girişler yüzde 78 azalarak 21 bin 520'ye geriledi.
Rapor, Libya ile Tunus'tan Sicilya ve Malta'ya ulaşan Orta Akdeniz rotasında da benzer bir eğilimin yaşandığını ortaya koyuyor. Frontex yetkilileri söz konusu rotadan 66 bin 766 göçmenin kayda geçtiğini bildirdi. Bu rakam 2023'e kıyasla yüzde 59 azalmaya işaret ediyor.
Doğu Akdeniz ve Türkiye üzeri geçişlerde artış
Buna karşın bazı bölgelerde ise artış kaydedildi. Doğu Akdeniz rotasında özellikle Türkiye'den Yunanistan'a yapılan geçişler yüzde 14 artarak 69 bin 436'ya ulaştı. Atlantik rotasında ise 46 bin 877 kişi Kanarya Adaları'na ulaşmaya çalıştı. Bu da bir önceki yıla göre yüzde 18'lik artış anlamına geliyor.
En büyük artış ise Belarus üzerinden Polonya ve Litvanya'ya yönelik girişlerde yaşandı. Frontex, bu bölgedeki izinsiz geçişlerin ciddi şekilde arttığını ve kontrol önlemlerinin sıkılaştırılması gerektiğini vurguladı.
https://www.dw.com/tr/abye-d%C3%BCzensiz-ge%C3%A7i%C5%9Flerde-d%C3%BC%C5%9F%C3%BC%C5%9F/a-71293040
Kapat
Ekrem İmamoğlu, Şam Valiliği’nin ziyaretini iptal etmesinden birkaç gün sonra Türkiye’deki 50 aktif Suriyeli sivil toplum kuruluşunun bağlı ...
14 Ocak - Ekrem İmamoğlu Suriyeli STK Federasyonu’nu ağırladı (Serbestiyet) Devamı14 Ocak - Ekrem İmamoğlu Suriyeli STK Federasyonu’nu ağırladı (Serbestiyet)
Ekrem İmamoğlu, Şam Valiliği’nin ziyaretini iptal etmesinden birkaç gün sonra Türkiye’deki 50 aktif Suriyeli sivil toplum kuruluşunun bağlı olduğu Uluslararası STK Federasyonu (ULFED) yöneticilerini ağırladı. İmamoğlu: “Yerel idareler ile iş birliği yoluyla demokratik bir Suriye'nin yeniden inşasına destek vermeye hazır olduğumuzu vurguladık.”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Uluslararası STK Federasyonu (ULFED) yöneticileri ile görüştü.
ULFED Türkiye’deki 50 aktif Suriyeli sivil toplum kuruluşunun bağlı olduğu bir federasyon. İmamoğlu’nun sosyal medya hesabından görüşmeye dair yapılan paylaşım şu şekilde:
“Yönetim Kurulu Başkanı Halit İsaoğlu, Genel Müdürü Muhammet Akta ve Beyaz Kasklar Halkla İlişkiler Müdürü Muhammed Basel Kırşanu, acil insani ihtiyaçları değerlendirdikleri Suriye’de gerçekleştirilen 10 günlük saha ziyaretinden görüşlerini paylaştı. Federasyonun saha gözlem ve değerlendirmeleri, Suriye halkının ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda değerli içgörülerde bulunuyor.
Toplantımızda Türkiye Belediyeler Birliği ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yerel idareler ile iş birliği yoluyla demokratik bir Suriye’nin yeniden inşasına destek vermeye hazır olduğunu vurguladık. Suriyeli STK’lar ile bir çalıştay düzenleyerek ve bu ihtiyaçları birlikte gidermenin somut yollarını belirleyerek Suriyeli STK’lar ile diyalog ve iş birliğinin başlatılmasına öncülük edeceğiz.”
Şam Valisi ziyareti iptal etmişti.
İmamoğlu’nun Şam ziyareti, birkaç gün önce Şam Valiliği tarafından iptal edilmişti. İmamoğlu, konuyla ilgili şunları demişti:
“Şam Valisi, TBB (Türkiye Belediyeler Birliği) heyetinin ziyaretini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinden sonra olacak diye iptal etti. Teyitli bir randevunun 6 saat sonra iptali için kimler devreye girdi? Bu soruları soruyorum ama cevabını da biliyorum. Türkiye bir kişiyle sınırlandırılamaz. Bunu iyi anlamaları lazım.”
Göçmenlerin haklarını savunmak ve yaşadıkları sistematik hukuksuzlukları gündeme getirerek, giderilmesini talep etmek için yapılan eylemde, ...
12 Ocak - Göçmenlerle Kardeşiz İnisiyatifi, Kumkapı İl Göç İdaresi önünde eylem yaptı Devamı12 Ocak - Göçmenlerle Kardeşiz İnisiyatifi, Kumkapı İl Göç İdaresi önünde eylem yaptı
Göçmenlerin haklarını savunmak ve yaşadıkları sistematik hukuksuzlukları gündeme getirerek, giderilmesini talep etmek için yapılan eylemde, toplumda göçmenlere yönelik ırkçılık ve ayrımcılık söylemini üreten faşist odakların karşısında “göçmenlerle kardeşiz” demeye çağırıldı.
Eylemde okunan basın açıklaması şöyle:
“Geçtiğimiz temmuz ayında gerçekleşen Kayseri olayları akabinde benzer bir pogromun tekrar etmemesi için bir araya gelmiş Göçmenlerle Kardeşiz inisiyatifi olarak bugün burada toplandık. Zira son günlerde zorla deport edilen 6 çocuklu Fatim Elmusa, Çatalca Geri Gönderme Merkezi'nde düşük yapan Özbek Ozodo Dzhabbarova ve Harran Geçici Barınma Merkezi'nde tutulan işitme ve konuşma engelli Rebel Muhammed gibi pek çok vaka ile adını sık duyduğumuz Göç İdareleri, Geri Gönderme ve Geçici Barınma Merkezleri'nde, insan hak ve hürriyetleri konusunda ciddi şekilde ihlaller meydana gelmektedir. Saydığımız bu kurumlarda sorumlu ve görevli kişilerin gerçekleştirdiği bu keyfi ihlaller münferit olaylarla sınırlı kalmaktan çıkmıştır. Sistematik şekilde, hatalı göç politikalarının ve bir takım keyfi uygulamaların mağdurları olan göçmen kardeşlerimizin yalnız olmadıklarını ve onlarla dayanışma içinde olduğumuzu beyan ediyoruz.
https://x.com/gocmenlerle/status/1878436746423152739
KapatBirleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM) yıllarca süren iç savaşın ardından geçiş sürecine giren Suriye ...
11 Ocak - BM'den Suriye'ye yardım için 73 milyon dolarlık fon çağrısı (DW Türkçe) Devamı11 Ocak - BM'den Suriye'ye yardım için 73 milyon dolarlık fon çağrısı (DW Türkçe)
Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM) yıllarca süren iç savaşın ardından geçiş sürecine giren Suriye için talep ettiği maddi yardım miktarını artırdı. IOM, geçen ay açıkladığı 30 milyon dolarlık tutarı 73,2 milyon dolara yükselttiğini duyurdu.
Bu fonun önümüzdeki altı aylık süre zarfında Suriye genelinde 1,1 milyon insana yönelik yardımda kullanılması hedefleniyor.
"Bu tarihi anda" Suriye halkına yardım etmek istediklerini belirten IOM Genel Direktörü Amy Pope, "Suriye için daha iyi bir gelecek inşa edilmesine yardımcı olmak amacıyla tüm ortaklarla çalışırken, ülke genelindeki savunmasız topluluklara yardım edebilmek için de insani destek ve toparlanma konusundaki derin tecrübemizi sunacağız" dedi.
IOM, Şam'dan 2020'de çıkmadan önce 20 sene boyunca orada çalışmış olmanın getirdiği tecrübe ve son 10 yılda Suriye'nin kuzeybatısına yardım ulaştırılırken gerçekleştirilen sınır ötesi faaliyetlerin getirdiği güvenle bu ülkede yeniden varlığını tesis etmek istediğini duyurdu.
Fon nasıl kullanılacak?
Talep edilen fonla, "yerinden edilmiş ve geri dönen gruplar dâhil, en büyük risk altındaki ve en savunmasız topluluklara acil yardım sağlanmasının" amaçlandığı açıkladı. Söz konusu fon, temel yardım malzemeleri, nakit para, barınak, korunma desteği, su, sanitasyon, hijyen ve sağlık hizmetleri sağlanmasında kullanılacak.
Savaştan önce yaklaşık 22 milyon insanın yaşadığı Suriye'de, 14 yıl süren çatışmalar sırasında nüfusun yarısı evini terk etmek zorunda kaldı. İç savaş nedeniyle milyonlarca insan ya ülke içinde yer değiştirdi ya da yurt dışına kaçtı.
Birleşmiş Milletler (BM), 2025'in ilk yarısında yaklaşık bir milyon insanın Suriye'ye dönmesini bekliyor.
BM kayıtlarına göre, savaştan dolayı yurt içinde başka bir yere göç etmek zorunda kalan Suriyelilerden yaklaşık 500 bini 2024'te evine döndü.
Kapat
Elinizde bulunan bu kapsamlı rapor, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği tarafından hazırlanmış ve Suriye’nin rejim sonrası yeniden yapılanma sürecine ...
10 Ocak - UMHD: ESED REJİMİ SONRASI SURİYE’YE GERİ GÖÇ VE ÜLKE İÇİNDE YERİNDEN EDİLENLER RAPORU Devamı10 Ocak - UMHD: ESED REJİMİ SONRASI SURİYE’YE GERİ GÖÇ VE ÜLKE İÇİNDE YERİNDEN EDİLENLER RAPORU
Elinizde bulunan bu kapsamlı rapor, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği tarafından hazırlanmış ve Suriye’nin rejim sonrası yeniden yapılanma sürecine ilişkin derinlemesine bir analiz sunmaktadır. Suriye’deki mevcut durum, yıllar süren çatışmaların yarattığı insani krizler, ekonomik zorluklar ve altyapısal yıkımlarla şekillenen bir tablo çizmektedir. Bu rapor, savaşın bıraktığı ağır mirasın nasıl aşılabileceğine dair somut çözüm önerileriyle donatılmış bir rehber niteliği taşımaktadır.
Raporumuz, Suriye’deki yerinden edilmiş kişiler (IDP), Türkiye’de geçici koruma altında bulunan kişiler, komşu ülkeler ile Avrupa’da bulunan Suriyeli mültecilerin güvenli, onurlu ve sürdürülebilir şekilde geri dönüş süreçlerine odaklanmaktadır. Saha çalışmaları, anketler ve yerel halkla yapılan detaylı görüşmelerle desteklenen bu rapor, geri dönüşlerin önündeki engelleri tespit etmekte ve sürdürülebilir politikalar geliştirmek için sağlam bir temel oluşturmaktadır.
Raporun içeriği, aşağıdaki temel başlıkları kapsamaktadır:
● Suriye’nin rejim sonrası altyapı, ekonomi ve sosyal yapıdaki mevcut durumu,
● Yerinden edilmiş kişiler ve mültecilerin karşılaştığı zorluklar,
● Barış, güvenlik ve yeniden yapılanma sürecinin insani, ekonomik ve toplumsal boyutları,
● Uluslararası iş birliğinin önemi ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda öneriler.
Saha çalışmalarından elde edilen bulgular ışığında, Halep, İdlib, Hama, Humus ve Şam gibi kritik bölgelerdeki yıkımın boyutu detaylı şekilde ele alınmıştır. Elektrik, su, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişimin sınırlılığı, toplumsal düzenin yeniden tesis edilmesini zorlaştırmaktadır. Ekonomik faaliyetlerin durma noktasına gelmesi, tarım ve sanayi sektörlerindeki çöküşle birleşerek halkın yaşam koşullarını daha da zor hale getirmiştir. Raporumuz, bu sorunlara yönelik çözüm önerileri sunarak halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve bölgesel istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Uluslararası toplumun desteği, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinin başarısı için hayati bir öneme sahiptir. Bu rapor, yalnızca savaş sonrası yıkımın etkilerini analiz etmekle kalmamakta, aynı zamanda yeniden yapılanma ve barış inşası için bir yol haritası sunmaktadır. Geri dönüşlerin gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde gerçekleşmesi; ulusal liderlik, uluslararası iş birliği ve sürdürülebilir kalkınma projelerinin bir arada yürütülmesiyle mümkün olacaktır.
Suriye’nin geleceği için hepimize düşen görevler vardır. Bu raporun, gerek karar alıcılar gerekse uluslararası kuruluşlar için yol gösterici olmasını ve barışçıl bir geleceğe katkı sağlamasını temenni ederiz. Suriye halkının umutla yeniden ayağa kalkacağı, adalet ve huzurun hâkim olduğu bir gelecek inşa etme sürecinde, birlikte daha güçlü olduğumuza inanıyoruz.
Saygılarımızla,
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği
https://umhd.org.tr//page/geri-donus-ve-ulke-icinde-yerinden-edilenler-raporu/8883
Kapat
Suriyeli göçmenler ve Suriye’deki son gelişmeler konuşuldu
9 Ocak - İlke TV, Taha Elgazi ile röportaj yaptı Devamı
9 Ocak - İlke TV, Taha Elgazi ile röportaj yaptı
Suriyeli göçmenler ve Suriye’deki son gelişmeler konuşuldu
https://www.youtube.com/watch?v=SDcfqKTFQSA
Kapatİstanbul Esenyurt'ta sağır ve dilsiz bir çocuğa işkence uygulayan F.D. (20) ve F.K. (17) isimli 2 şüpheli çıkarıldıkları mahkemece ...
8 Ocak - Sağır ve dilsiz çocuğa işkence yapan iki kişi tutuklandı (T24) Devamı8 Ocak - Sağır ve dilsiz çocuğa işkence yapan iki kişi tutuklandı (T24)
İstanbul Esenyurt'ta sağır ve dilsiz bir çocuğa işkence uygulayan F.D. (20) ve F.K. (17) isimli 2 şüpheli çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
6 Ocak'ta Esenyurt Örnek Mahallesi'nde meydana gelen olayda, F.D. ve F.K. isimli 2 şüpheli, sağır ve dilsiz çocuğu internet kafedeki boş bir odaya kapattı.
Önce kablo ve sopayla çocuğu darbeden 2 şüpheli daha sonra penseyle kulağını kesmeye çalıştı. Şiddet uyguladıkları anları ise 14 yaşındaki K.Ö.'ye cep telefonu kamerasıyla kaydettiren kişiler, görüntüleri çocuğun ağabeyine göndererek "şikayet edersen sana da böyle yaparız" diyerek tehdit etti
Ağabeyin sosyal medyada paylaştığı görüntüleri ihbar olarak kabul eden Esenyurt Asayiş Büro Amirliğine bağlı ekipler olayı gerçekleştiren F.D. ve F.K.'yı gözaltına aldı.
Emniyetteki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edilen şüpheliler çıkarıldığı mahkemece 'kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve kasten yaralama' suçundan tutuklandı.
https://t24.com.tr/haber/sagir-ve-dilsiz-cocuga-iskence-yapan-iki-kisi-tutuklandi,1208472
Kapat
İstanbul Esenyurt’ta 17-18 yaşlarındaki bir grup Türk genç, sağır ve dilsiz 10 yaşındaki Suriyeli bir çocuğa kabloyla işkence etti, ...
7 Ocak - Sema Kızılarslan: "Türkiye'de ırkçı cinayetler/suçlar işlenmiyor " diyenler izlesin, belki utanırlar Devamı7 Ocak - Sema Kızılarslan: "Türkiye'de ırkçı cinayetler/suçlar işlenmiyor " diyenler izlesin, belki utanırlar
İstanbul Esenyurt’ta 17-18 yaşlarındaki bir grup Türk genç, sağır ve dilsiz 10 yaşındaki Suriyeli bir çocuğa kabloyla işkence etti, kulağını penseyle kesmeye çalıştı. Ve bu vahşiliği yaparken video çektiler. "Türkiye'de ırkçı cinayetler/suçlar işlenmiyor " diyenler izlesin, belki utanırlar.
https://x.com/semaklsn/status/1876593225353277751?t=v5ZxPqg3lVf01uF6878Okg&s=08
KapatSuriye iç savaşı esnasında ağır bombardıman altında kalan Halep’ten 2014 yılında ayrılarak yasal yollarla Türkiye’ye giriş yapan Fatim el ...
6 Ocak - Babaları öldü anneleri sınır dışı edildi... 5 yetim çocuk Türkiye'de kimsesiz kaldı – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar) Devamı6 Ocak - Babaları öldü anneleri sınır dışı edildi... 5 yetim çocuk Türkiye'de kimsesiz kaldı – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar)
Suriye iç savaşı esnasında ağır bombardıman altında kalan Halep’ten 2014 yılında ayrılarak yasal yollarla Türkiye’ye giriş yapan Fatim el Musa, eşi ve beş çocuğuyla birlikte İstanbul’da ikamet ediyordu. Aile geçici koruma kapsamında verilen oturma iznine sahip.
Ekim ayının sonunda çocuklarıyla alakalı bir konu nedeniyle gözaltına alınan Fatim el Musa hakkında savcılık serbest bırakma kararı verdi. Ancak Musa, emniyet tarafından idari gözetim ve sınır dışı talebiyle Göç İdaresine teslim edildi. Bir buçuk aydır Çatalca Geri Gönderme Merkezinde tutulan Fatim el Musa, bir hafta önce Suriye’ye gönderildi.
BEŞ ÇOCUK KİMSESİZ KALDI
Anne Fatim’in sınır dışı edilmesiyle birlik yaşları 18, 16, 9, 6 ve 4 olan beş çocuk kimsesiz bir şekilde Türkiye’de kaldı. Ailenin babası olan Hussein Jassem ise eşinin geri gönderme merkezine alınmasından dört gün sonra kalp krizi geçirdiği için yoğun bakıma kaldırıldı. Üç gün önce hayatını kaybeden Hüsein’in beş çocuğu yetim kaldı.
Avukat Karagöz, eşi yoğun bakımda olan bir kadının çocukları kimsesiz bırakılarak sınır dışı edilmesine dikkat çekti:
"Müvekkilin eşi yoğun bakımda tedavi altındaydı ancak aynı tarihlerde müvekkilin eşi de vefat etmiştir. Müvekkilimizin kendi rızası ile gönüllü geri dönüş formunu imzalamadigi açıktır, en küçüğü 4 yaşında 5 çocuk annesi müvekkilimiz eşi ölüm döşeğindeyken gönüllü olarak geri dönüş formunu imzalaması akla mantığa aykırıdır. Geri Gönderme yasağı ihlal edilmiş ve müvekkilimiz hukuka aykırı şekilde sınır dışı edilmiştir."
Fatim el Musa’nın avukatı Yağmur Karagöz, müvekkili hakkında soruşturma süreci devam ederken, sınır dışı edilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etti.
SORUŞTURMA DEVAM EDERKEN SINIR DIŞI EDİLDİ
"Müvekkilimizin soruşturma dosyası hali hazırda devam etmektedir. Savcılık makamı müvekkilin serbest bırakılması doğrultusunda karar vermiş ve müvekkil serbest bırakılmıştır. Ancak yabancı uyruklu olması hasebiyle geri gönderme merkezine gönderilmiş ve hakkında sınır dışı kararı verilmiştir. Soruşturma başlar başlamaz sınır dışı kararı verilmesi açıkça adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlalidir. Sınır dışı kararına karşı açmış olduğumuz iptal davası, İstanbul 18. İdare Mahkemesi 2024/3809 E. Sayılı dosya ile devam etmektedir. Buna karşın beş çocuklu müvekkilimiz önce Çatalca Geri Gönderme Merkez'ine sonra Kütahya Geri Gönderme Merkez'ine sevk edilmiş akabinde zorla imza attırılarak Hatay Cilvegözü sınır kapısından sınır dışı edilmiştir."
'ANNEME İHTİYACIMIZ VAR'
Ailenin en büyük çocuğu olan Üsame el Musa geçici işlerde çalışarak kardeşlerine bakmaya çalışıyor. Musa, “Bizi haksız yere annemden ayırdılar. Sınır dışı edildiğini ülkeden çıkarıldıktan sonra öğrendik. Suriye’de Halep’e giden annemiz, bizi arayarak Suriye’de olduğunu söyledi. Halep’teki evimiz savaş sonucunda yıkılmıştı, annemin orada kalacak yeri yok” dedi. Üsame, annesinin zor durumundan çok kardeşlerinin annesine çok ihtiyacı olduğunu, kardeşlerine baktığı için para kazanamadığını söyledi.
'GÖÇ İDARESİ AİLE BİRLİĞİNE DİKKAT ETMİYOR'
Avukat Yağmur Karagöz, müvekkili hakkında tutuklama kararı olmamasına rağmen adli süreç yürütüldüğü için geri gönderme merkezine alındığının altını çizdi.
“Göç İdaresinin hukuksuz yürüttüğü süreçlerden bir tanesi de, hakkında olumsuz bir karar verilmemiş olan göçmenlerin sırf adli süreç yürütüldüğü gerekçesiyle geri gönderme merkezine alınması. Aile şartları göz önüne alınmadan yürürlüğe konan bu uygulamalar birçok göçmen aileyi mağdur ediyor.”
Avukat Karagöz, avukatı olan göçmenlerin dahi avukatlarına haber verilmeden sınır dışı edildiğini, sınır dışı kararının durdurulması için başvurulacak, mahkeme yolunun bu şekilde kapatıldığını ifade etti.
KapatCHP’li ırkçı Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan, göçmenlere yönelik ırkçı uygulamalarının hukuksuz olduğunu, onlara ...
6 Ocak - Tanju Özcan göçmen düşmanlığı için hukuku çiğnediğini itiraf etti (Enternasyonal Dayanışma) Devamı6 Ocak - Tanju Özcan göçmen düşmanlığı için hukuku çiğnediğini itiraf etti (Enternasyonal Dayanışma)
CHP’li ırkçı Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan, göçmenlere yönelik ırkçı uygulamalarının hukuksuz olduğunu, onlara “gidin” mesajı verme amacı taşıdığını itiraf etti.
Daha önceki yıllarda Sığınmacı Hakları Platformu başta olmak üzere birçok insan hakları aktivisti Özcan hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Bunlardan sonuç çıkmamıştı. Şimdi ise Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Tanju Özcan: Suriyelilerin ruhsatlarını hukuksuz şekilde iptal ettim, baktım yargıya gitmiyorlar sularına 10 kat zam yaptım
Fatih Altaylı’nın YouTube programına konuk olan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, Suriyelilere ilişki politikalarının hukuksuz olduğunu itiraf etti.
Özcan şunları söyledi: “Yeterince yardım alıyorlar devletten, Bolu Belediyesi bütçesinden tek kuruş yardım yapmayacağım dedim. Tabelaları bir gecede kaldırdım, ruhsatlarını da hukuksuz bir şekilde iptal ettim. Tabi o zamanki güçle, dalgayla dava da açamadılar. Şu an Bolu’da bir tane Arapça tabela yok.
İdari yargıya gitselerdi belki kazanırlardı ama siyasette en güçlü olduğunuz zaman yeni seçildiğiniz zamandır. Bir şok dalgası yarattı, anlayamadılar ne olduğunu. Sonra baktım yeterince gidiş yok. Kendim hukukçuyum; nikah ücretlerine, sularına 10 kat zam yaptım. Bu da yasal değildi. Bunun da idare mahkemesine giderse döneceğini biliyordum. Tarife yürürlüğe girmeden de döndü zaten.”
Tanju Özcan’a soruşturma açıldı
Adalet Bakanı Tunç, Özcan’a soruşturma açıldığını duyurdu. Bakan Yılmaz Tunç sosyal medya hesabından “Bolu Belediye Başkanı hakkında ülkemizdeki Suriyelilerle ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle Bolu Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır” dedi.
Daha önce Sığınmacı Hakları Platformu aynı konuda suç duyurusunda bulunmuştu
Sığınmacı Hakları Platformu, göçmenlere karşı ırkçı uygulamalarda bulunan, ırkçı saldırıları kışkırtan ve teşvik eden Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında, 2022 yılı Şubat ayında suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak suç duyurusu hakkında savcılık takipsizlik kararı vermişti.
İstanbul’da suç duyurusu yapılmıştı
Sığınmacı Hakları Platformu aktivistleri önce Çağlayan Adliyesi’ne giderek, Bolu Savcılığı’na iletilmek üzere suç duyurularında bulunmuştu. Ardından adliye önünde bir basın açıklaması yapıldı.
Avukat Gülden Sönmez, Tanju Özcan’ın işlediği birden fazla suçun yasalarda karşılığını açıklayarak, suç duyurularının içeriğini anlattı.
Ardından yapılan basın açıklamasını Yıldız Önen Türkçe ve Taha El Gazi Arapça olarak okudu.
Sığınmacı Hakları Platformu’nun basın açıklaması metni şöyleydi:
Bolu belediye Başkanı Tanju Özcan nefret ve ayrımcılık suçlarından yargılanmalıdır.
Suriye’de 2011 yılında başlayan savaşta, bugüne kadar 600.000’e yakın sivil katledildi. Altı milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerlerinden edilirken, 5 milyondan fazlası da güvenlik endişesi ile ülke dışına göç̧ etti. Suriye’deki hak ihlalleri ve işlenen suçlarla ilgili BM İnsan Hakları Soruşturma Komisyonu (UN Human Rights Council’s Commission of Inguiry) bugüne kadar çok sayıda rapor ve basın açıklaması yayımladı. Öte yandan Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve Human Rights Watch gibi uluslararası insan hakları örgütleri ile Syrian Network for Human Rights (SNHR) ve Syrian Observatory for Human Rights (SOHR) gibi Suriyeli insan hakları örgütleri de yayınladıkları bilgi, belge ve raporlarla Suriye’de işlenen savaş̧ suçlarını ortaya koydular.
Suriye rejimi kullanılması yasak silahlar kullandı; misket bombası veya petrol varillerinin ve yemek kazanlarının içine 1.000 kilograma kadar cam parçaları, çiviler ve patlayıcılar doldurularak elde edilen varil bombaları, rejim tarafından sivil halkın yoğunluklu olarak bulunduğu okul, hastane, pazar yeri gibi yerlere atıldı. Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporlarında, 2012-2015 yılları arasında rejimin 5.150 varil bombasıyla 12.179 kişiyi öldürdüğü ve ölenlerin %96’sını sivillerin oluşturduğu bildirildi.
Suriye’deki en önemli ihlallerden birini ortadan kaybetme veya insan kaçırma suçları oluşturuyor. Uluslararası kuruluşların rakamlarına göre, Suriye’de 95.056 kişi kayıp. 18 Ocak 2014’te, Suriye’de 13 yıl boyunca olay yeri uzmanı olarak adli suç vakalarının fotoğraflarını çeken “Sezar” kod adlı askerî polisin 11.000 kişiye ait 55.000 fotoğrafı , “zorla kaybedilen” kişilerin akıbetiyle ilgili en çarpıcı delillerden biri oldu. Uzmanlar tarafından yapılan incelemeler neticesinde aralarında kadın ve çocukların da olduğu 11.000 kişinin sistematik işkence, aç bırakma gibi yöntemlerle öldürüldükleri tespit edildi.
Suriye’de, BM organları ve sivil toplum örgütleri tarafından kadınlara yönelik şiddet ve istismarın bir savaş̧ silahı olarak kullanıldığı rapor edildi. Suriye’de muhalif olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan kadınların ve kız çocuklarının erkek akrabaları, onların gözleri önünde öldürüldü; çok sayıda kadın ve kız çocuğu da tecavüz edildikten hemen sonra katledildi. Bunlar ve daha birçok savaş̧ suçu ve insanlığa karşı suç̧ tarifine giren suçlar Suriye savaşı sırasında işlendi.
Suriyeliler tüm bu korkunç savaş koşullarından hayatta kalma ve korunabilme adına, çevre ülkelere sığındılar. Lübnan, Ürdün, Türkiye’ye sığınanlar olduğu gibi birçok Avrupa ülkesine de sığınanlar oldu.
Sığınma hakkı temel yaşam ve insan haklarındandır. İnsancıl hukuk mevzuatı, bir savaş ve çatışmanın tarafı olsun olmasın, tüm devletlere sığınmacıların mültecilerin yaşamlarının korunması sorumluluğunu verir.
Sığınmacıların hakları; 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi, 1967 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin New York Protokolü ve Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu başta olmak üzere, gerek uluslararası hukuk kurallarıyla, gerekse iç hukuk mevzuatıyla korunmaktadır. Suriyeli sığınmacılar, hukukun temel ilkeleri ve mevcut normları ile yasal olarak koruma altında olmalarına rağmen, özellikle sosyal medya üzerinden sürekli olarak saldırıya ve nefret söylemlerine maruz bırakılmaktadır.
Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan’ın söz ve eylemleri, insan hakları ihlali, ayrımcılık ve nefret temelli suçların odağı haline gelmiş, bu kişi gerek evrensel hukukun ve gerekse de yürürlükteki hukukun hükümlerini çiğneyerek çok sayıda ve çok boyutlu suçu alenen işlemiştir. Adı geçen kişi, bu suçları kamu gücünü kullanma makamında olması ve söz konusu suçların önemli bölümünü basın ve yayın yoluyla işlemesi, hak ihlallerinin etkisini ve tahribatını artırmaktadır. Halkın bir bölümünü kin ve düşmanlığın hedefi haline getiren bu suçlara karşı hukukun gereklerinin gecikmeksizin uygulanması, adaleti ve toplumsal barışı yargısal temelde korumanın da bir gereğidir.
Duyurusunu gerçekleştirdiğimiz suçlar:
Nefret ve Ayrımcılık (TCK m.122)
Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma (TCK m.123)
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama (TCK m.216)
Görevi Kötüye Kullanma (TCK m.257)
Kamu Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının Engellenmesi (TCK m.113)
İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali (TCK m.117)
Savcılıkça re’sen tespit edilecek diğer suçlar
Tanju Özcan hakkında 2 Şubat Çarşamba günü bireysel suç duyurularımızı adli makamlara teslim ettiğimizi kamuoyuna duyururuz. Suç duyurusu metni ektedir, İsteyen tüm yurttaşlarımız, ekli dilekçeyi imzalamak ve adli makamlara iletmek suretiyle bireysel suç duyurusunda bulunabilirler.
Sığınmacı Hakları Platformu - 2 Şubat 2022
Kapat
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'ya sığınmacı olarak gelen ...
5 Ocak Almanya: Suriyelilere sağlanan koruma incelenecek (DW Türkçe) Devamı5 Ocak Almanya: Suriyelilere sağlanan koruma incelenecek (DW Türkçe)
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'ya sığınmacı olarak gelen Suriyelilerin bir bölümünün belirli koşullar altında ülkelerine geri dönmeleri gerektiğini dile getirdi.
Sosyal Demokrat Partili (SPD) Bakan Faeser, Funke Medya Grubu'na bağlı gazetelere verdiği mülakatta ülkedeki Suriyelilerin durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.
"Yasalarımızın öngördüğü gibi, Federal Göç ve Mülteciler Dairesi koruma statülerini inceleyecekve Suriye'nin durumunda istikrar sağlanması nedeniyle, insanların Almanya'da bu korumaya ihtiyaç duymaması halinde iptal edecek" ifadelerini kullanan Faeser, bunun çalışma veya eğitim hayatında olmadığı için oturum hakkına sahip olmayan ve Suriye'ye gönüllü olarak dönüş yapmayacak kişiler için geçerli olacağını vurguladı.
Uyum sağlayan kalacak suç işleyen sınır dışı edilecek
İçişleri Bakanı, "İyi uyum sağlamış, çalışan, Almanca öğrenen ve burada kendine bir vatan bulanların ise Almanya'da kalmasına izin verilmeli" diyerek, Suriye'ye dönmek isteyenleri desteklemeyi planladıklarını ve bunun için gönüllü dönüş programını genişleteceklerini kaydetti.
Almanya'da suç işleyen kişilerin ve İslamcıların ise mümkün olduğunca hızlı bir şekilde sınır dışı edilmeleri gerektiğini belirten Faeser, bunun için gereken yasal düzenlemelerin yapıldığını ve Suriye'deki durum izin verdiği takdirde uygulamaya da konulacağını aktardı.
Suriye'de yaklaşık bir ay önce Beşar Esad rejiminin çökmesine işaret eden Bakan Faeser, ülkede yıllar süren terör ve şiddetin ardından yeniden barış umudu olduğunu belirtti. "Bu barış umudu gerçeğe dönüşürse, çok sayıda sığınmacı da geri dönebilir" ifadelerini kullanan Bakan, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının Suriye'deki durumu daha net görebilmek için birlikte çalıştığını ve özellikle güvenlik meselelerine odaklandıklarını belirtti. Faeser, Almanya'nın Avrupalı ve uluslararası ortaklarıyla yakın temas halinde olduğunu da sözlerine ekledi.
Almanya, Esad rejiminin devrilmesi sonrasında Suriyelilerin iltica başvurularını değerlendirme sürecini askıya almıştı. İçişleri Bakanlığı verilerine göre Almanya'da yaklaşık 975 bin Suriyeli yaşıyor. Bunların 300 binden fazlasını ise Suriye'de iç savaş olması nedeniyle geçici koruma statüsü verilen Suriyeliler oluşturuyor.
“Orantısız ırkçı mizah” başlığıyla yer aldı basında. CHP’li belediyelerin sığınmacılarla ilgili son paylaşımları, ...
5 Ocak - Ayrımcı ve Irkçı Siyasete Teslim Olmamak – Bekir Berat Özipek (Kriter) Devamı5 Ocak - Ayrımcı ve Irkçı Siyasete Teslim Olmamak – Bekir Berat Özipek (Kriter)
“Orantısız ırkçı mizah” başlığıyla yer aldı basında. CHP’li belediyelerin sığınmacılarla ilgili son paylaşımları, Türkiye’nin ana muhalefet partisinin geri dönüş tartışmalarına ayrımcılığın kaba ve vülger diliyle katılımını ve bu katılımın düzeyini yansıtıyordu.
Keçiören Belediye Başkanı Özarslan, “Vatanına dön! Taşınma hizmetin bizden” diyordu. Torbalı Belediye Başkanı Demir, “Öncelikle çocuklu aileler olmak üzere size bir yılbaşı sürprizi yapmak istiyoruz. Tek yön otobüs biletleriniz için halkla ilişkiler birimimize başvurabilirsiniz”, Kilis Belediye Başkanı Bilecen ise “Bu coşkuya kayıtsız kalamadık ve sizi daha iyi koşullarda uğurlamak için Öncüpınar Sınır Kapısı’nda her türlü hizmeti sunmaya hazırız” şeklinde bir “mizah” yapıyordu (Serbestiyet, 9 Aralık 2024).
“Irkçılarımız yerli ve milli değil” demişti Ufuk Uras. Gerçekten de “ya sev ya terk et” veya “çok seviyorsan al evinde besle” türünden en ünlü sloganlar, genellikle Batıda üretilmiş ırkçı kalıpların birebir tekrarından başka bir şey değil. Torbalı Belediye Başkanının “tek yönlü bilet” “esprisi” de özgün olmayıp daha önce Almanya’da 1930’larda Naziler tarafından yapılan “Yahudiler için Kudüs’e tek yönlü bilet” şeklindeki kötülüğün, kaynak gösterilmeden tekrarlanmasını ifade ediyor.[1]
Ahlak Sorununun Ötesinde
Sınırdan çıkıp gitmekte olan insanların bile canını acıtmaya çalışacak şekilde konuşmak veya 1930’ların Avrupa’sındaki Nazi dönemi paylaşımlarına benzer şekilde mesajlar vermek, yerel yönetimler düzeyinde ise kâğıt toplayan sığınmacıların elindeki çekçeklere el konulmasından tabela yasağına bir dizi ayrımcı uygulama ve Suriyelilere tek yönlü bilet türünden aşağılayıcı paylaşımlar yapmak, sadece nezaketsizlik veya bir ahlak veya edep sorunundan ibaret değil. Bu paylaşımların üzerinde durulması gereken bir yanı, bir ülkenin ana muhalefet partisinin önemli şehirlerinin belediye başkanı düzeyindeki insanların mültecilerden sığınmacılardan bahsederken bir anda tepkisel ırkçı ergen paylaşımları yapmaları şeklindeki sürecin, psikolojik bir tahlil gerektirmesi meselesinden de ibaret değil. Bu tür paylaşımların ayrımcı veya ırkçı olarak adlandırılmasının da bir haber değeri veya yapanlar üzerinde mahcup edici bir etkisi bulunmuyor. Bu bakımdan uzun uzadıya konuşmaya değmediği de düşünülebilir.
Ancak burada sorun, söz konusu paylaşımlarda ve açıklamalarda ifadesini bulan, “bir an önce gitsinler”ci ısrarın, Türkiye’nin gönüllü geri dönüş ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması süreçlerinde hata yaptırmaya yönelik bir yönlendirme işlevinin olması. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin bu süreçte yanlış bir politika belirlemesine ve bu olağanüstü tarihi anın heba edilmesine sebebiyet verebilecek türden politikalar uygulamasına yöneltici niteliğe sahip olması ki bu bakımdan konuşmayı ve önlem almayı hak ediyor. İster bilinçli bir biçimde yapılıyor olsun, isterse de sadece aynı patolojik zihniyetin refleksif bir şekilde ayrımcı, ırkçı veya mezhepçi sayıklamalarını yansıtıyor olsun, niyetini veya gerekçelerini bir yana bırakarak, eğer farkına varılmazsa veya gündemi onların belirlemesine izin verilip onların belirlediği sınırlar içerisinde tartışma yürütülürse, bu propaganda ve telkinlerin göç yönetiminde hataya sürükleyici işlevini tespit etmek gerekir.
Yaşadığımız Tarihsel Anın Anlamının Farkında Olmak
İnsanların veya toplumların, tarihte ender olarak birbirlerine çok kritik ve yaşamsal dönemlerde ihtiyaç duymaları söz konusu olur. Doğal afetler, sel, deprem, kuraklık gibi durumlarla savaş, iç savaş, işgal, katliam ve soykırım gibi felaketler döneminde bir toplumun diğer topluma, bir ülkenin diğer ülkeye, genellikle de komşu ülkeye yardımcı olmak, onun yanında durmak gibi çok özel bir sorumluluk anı ortaya çıkar. İşte bu tarihsel kopuş, kırılış ve inşa dönemlerinde yapılanlar, olumlu veya olumsuz anlamda alınan tutumlar unutulmaz. Yüzlerce yıl geçse bile etkisi kalıcı olur.
Türkiye, Suriye’deki Baas rejiminin kendi halkına karşı giriştiği halkkırım (democide) uygulamasına karşı sınırlarını açarak ilk düğmeyi doğru ilikledi. Ancak Suriyelilerin Türkiye’de yaşadığı yıllar içinde, özellikle muhalefet partilerinin yürüttüğü yoğun ayrımcı propaganda dalgasının da etkisiyle yanlış uygulamalar da yapıldı.
Şimdi göçün son aşamasında muhalefetin kullandığı bu sorunlu dil ve “bir an önce gönderin” şeklindeki talepler de süreci aceleye getirerek yanlış adım attırmaya yönelik etki oluşturabilir.
Ne Yapmalı?
Eğer Türkiye, Suriyelilerin Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldığı süreçte doğru başladığı ama zaman içinde birçok alanda yönetim konusunda hatalar yaptığı süreci, Suriye’de hızlı bir biçimde değişen şartların da etkisiyle doğru ve makul bir şekilde tamamlayacak olursa, bu sadece Türkiye’nin komşusu olan bir ülke ile ilişkilerinde ebediyen hatırlanacak muhteşem bir final, geleceğin üzerine kurulacağı sağlam bir zemin ve sonraki kuşaklarda da sürekli olarak atıf yapılabilecek bir dayanışma öyküsü olarak kalabilir.
Sadece Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından değil, Türkiye’nin bölge ve dünya ülkeleri üzerindeki etkisi bakımından da bir diplomasi veya iletişim faaliyetinin sağlayacağının çok ötesinde bir kazanımı ifade eder. Özellikle de yapısal adaletsizlikle malul bir dünya düzeninde bunun fark oluşturucu etkisi, herkes tarafından kolaylıkla fark edilir. Türkiye’yi diğer pek çok devletin pozisyonundan ayırarak ona diplomatik ve stratejik bakımlardan avantaj sağlar. Bu yönüyle küresel ölçekte bir kazanımı da beraberinde getirir.
Muhtemeldir ki bunun böyle olmaması için halihazırda birçok devlet çaba sarf edecek ve Türkiye’nin bu avantajını elinden almak isteyecektir. Devletlerin dünyasında bu türden çabaların varlığını anlamak için üstün bir uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok. Devletler, birbirlerinin elinden kartları almak için her zaman her şeyi yapabilir. Örneğin, uluslararası öğrencilerle ilgili olarak küresel pazarın paylaşımı konusundaki yollardan biri öğrencileri kendisine gelmeye ikna etmekse diğeri de rakiplerin ayağını kaydırıp onların pazardaki payını azaltmaktır.
İşte bu bakımdan Türkiye, süreci daha fazla özenle yürütmek, gerek iç siyasette dar görüşlülüğü veya dar vicdanlılığı sebebiyle onu hataya sevk etmeye çalışanların ve gerekse de devletler arenasında onun başarısız olması için çaba sarf edenlerin hesaplarını boşa çıkarmak zorunda.
Türkiye bu süreci, kuşaklar boyu anılacak bir insani, siyasi ve stratejik başarı öyküsü şeklinde tamamlayacak olursa, geçmiş dönemde göç yönetimi ile yapılan hataları da telafi edebilir ve göçün yönetiminde yaşanan sıkıntıları unutturacak bir etki yapabilir. Ama bunun koşulları var.
Hikâyenin İyi Bitmesi İçin
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kimseyi zorla göndermeyeceğiz” şeklindeki yaklaşımı hem insani bakımdan çok değerli bir duruşu ifade ediyor hem de stratejik bakımdan hikâyenin doğru bir şekilde tamamlanmasının sağlıklı zeminine işaret ediyor.
Bu durumda Suriyeli göçmenlerin tercihleri nasıl olur? Kalırlar mı yoksa giderler mi? Giderlerse nereye giderler? 3 milyon Suriyeli göçmenin bir bölümünün ülkesine göç etmesi, bir bölümünün Almanya’ya (oradaki 1.100.000 Suriyelilerin yanına) gitmesi ve bir bölümünün de Türkiye’de kalması öngörülebilir.
Vatandaşlık konusuna gelince, özellikle burada doğup büyüyen, benliği ve kişiliği burada şekillenen çocuklar ve gençler bakımından, öncelikle onlar için bu statünün tanınması doğru olur. Evini barkını, işini burada kuran, burada yaşayan, Türkiye’nin kültürel, sosyal ve ekonomik hayatına katkı yapan insanların da vatandaşlık statüsü ile kalmaya devam etmeleri, Suriye’ye veya başka bir yere bu statüyle gitmeleri anlamlı ve faydalı bir adım olur. Vatandaşlık meselesi daha önce 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmişti. Ama sadece Türkiye’de kalanlar bakımından değil Suriye’ye dönüş yapacak olan göçmenler bakımından da çifte vatandaşlık türü bir çözüm isabetli olur. Türkiye ve Bulgaristan arasında mevcut olan ve her iki ülkeye de olağanüstü katkı sağlayan çifte vatandaşlık türünden bir uygulamayı Türkiye ve Suriye arasında da tesis etmek mümkün. Türkiye’deki Suriyelilerin iki ülke arasında tesis edeceği köprüler var. Bu bakımdan ilişkilerin pekişmesini sağlayacak adımlar bir plan ve program çerçevesinde atılmalı, burada kalmak isteyenin de gidenin de bundan hem kendisi hem de iki toplum için fayda sağlamasının hukuki zemini sağlanmalı. Statülere ilişkin bu mevzuat değişimi gerçekleştirilmeli. Türkiye bu adamları atarken önümüzdeki birkaç yılı ve değişen gündemin önceliklerini değil önümüzdeki 40-50 yılı görebilmeli.
Türkiye’de muhalefetin, sığınmacılara yönelik ayrımcı, ırkçı ve dışlayıcı politikaları, onlara iktidar getirmedi. Dehşet verici bir baskı rejiminden, işkence, tecavüz ve varil bombalarından kurtulmak için buraya sığınan insanlara yönelik olarak başta CHP olmak üzere bazı siyasi partilerin kullandıkları ayrımcı ve ırkçı dil ve önerdikleri insanlık dışı politika ile yüzleşmeleri bir gün gerçekleşecek. Özellikle CHP’nin, sığınmacılara karşı çıkarken kendi adalet ve demokrasi iddialarını bizzat kendisinin nasıl anlamsızlaştırdığını görmesi mümkün olacak. En zor durumdaki insanlara, sığınmacılara bunu reva gördüğü sürece toplumun ulaşmayı hedeflediği diğer kesimlerine, özellikle de geçmişte haklarını ihlal etmek için aktif bir politika izlediği dindar, muhafazakâr kesimlere ve Kürtlere yönelik olarak güven tesis etmesinin mümkün olamayacağı da bir şekilde anlaşılacak.
İşte o gün geldiğinde, o süre zarfında muhalefetin değil iktidarın ne yaptığı çok daha önemli olacak. O gün devletin bu politikalarının etkisiyle yanlış politikalar geliştirmediğini söyleyebilmemiz gerek. Bu bakımdan hayatın onların için de öğretici olması ve söz konusu siyasi parti veya partilerin ayrımcı politika önerilerini değiştirerek bir özeleştiri yapması da belki mümkün hale gelecek. Bunun zemini, demokrasinin gelişimi açısından iktidar ve muhalefet arasında diyalog ve iş birliğinin geliştirilmesi hiç kuşkusuz. Ama iktidar bunu yaparken, onların ayrımcı ve ırkçı telkinlerine itibar etmemeli; başka konularda iş birliği konusunda yapıcı bir tutum alırken insan hakları kapsamında mülteciler ve göçmenlerin hakları söz konusu olduğunda iş birliği yapmamayı aynı anda gerçekleştirilebilmeli. Tek yönlü bilet örneğinde, ileride bunu yapanların utançla anacakları politika önerilerine teslim olmadan göç sürecini, serinkanlı bir yaklaşımla ve önümüzdeki on yılları görebilecek bir perspektiften, dönenlerin sosyal uyumunu da içerecek biçimde planlamalı ve yürütmeli.
“Savaş bitti evinize dönün” diye seslenenlerin, “Suriye’ye bilet: Sadece gidiş” türünden Nazi dönemi mizahını 2024’te tekrarlayanların gündemine teslim olmamak herkese, yarın bu günlerini utançla anacak olanlara da iyi gelecek.
[1] https://dynasty-auctions.com/en/items/one-way-ticket-to-jerusalem-antisemitic-train-ticket-handed-out-at-train-stations-in-germany/
https://kriterdergi.com/dosya-suriye/ayrimci-ve-irkci-siyasete-teslim-olmamak
Kapat
Türkiye, Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaşın ardından “açık kapı” politikası uyguladı. Böylece ...
3 Ocak - "Sığınmacıların geri dönüşü Suriye'deki şartlara bağlı olsa da gidenler iki ülke ilişkilerine katkı yapabilir" (Amerika’nın Sesi) Devamı3 Ocak - "Sığınmacıların geri dönüşü Suriye'deki şartlara bağlı olsa da gidenler iki ülke ilişkilerine katkı yapabilir" (Amerika’nın Sesi)
Türkiye, Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaşın ardından “açık kapı” politikası uyguladı. Böylece Türkiye’ye yıllar içinde 877 kilometrelik sınırı paylaştığı güneydoğu komşusundan yaklaşık 4 milyon kişi geldi ve Türkiye dünyada en çok mülteciye evsahipliği yapan ülkelerden biri oldu.
Bu kişilerin Türkiye’ye entegrasyonu, kayıtlı işgücüne dahil edilmeleri gibi birçok konuda yıllar içinde Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler kaynaklı çeşitli maddi destekler verilse de, çoğu Türkiye’de zor koşullarda yaşadı.
Suriyeli sığınmacıların yaşadığı yerlerdeki asayiş, ekonomiye etkileri ve özellikle vatandaşlık ile oy verme hakları gibi konular Türkiye iç siyasetinde ve kamuoyunda tartışılan konuların başında geldi.
Seçim dönemlerinde Türkiye’de bulunan Suriyeliler konusu hem iktidarın hem de muhalefet partilerinin manifestolarında, “geri gönderme” söylemi üzerinden yer verdiği konular arasında yer aldı.
8 Aralık’ta Beşar Esat rejiminin devrilmesiyle, Türkiye’deki Suriyeliler’in ülkelerine dönüp dönmeyecekleri ilk akla gelen konulardan biriydi.
8 Aralık'tan sonra Türkiye'deki bazı Suriyeliler ülkelerine dönmeye başladı.
Sınır kapılarında bir yığılma olmasa da bazı kişilerin aileleriyle birlikte Esat rejimi devrilir devrilmez Türkiye’den ayrıldığı görüldü. Ancak birçoğu da Suriye’deki durum kesinleşmeden ve yeniden inşa süreci tamamlanmadan ülkelerine dönmeyi planlamadığını dile getirdi.
Göç uzmanları da hızlı geri dönüş beklentisinin gerçekçi olmadığını, dolayısıyla açıklanan dönüş sayılarının makul olduğunu düşünüyor.
Göç uzmanları ayrıca 10 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Suriyeliler’in iki ülke ilişkilerinin geleceğinde önemli rol oynayacağı görüşünü paylaşıyor.
Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı’nda VOA Türkçe’nin konuştuğu Suriyeliler’in büyük kısmı ise, ülkelerindeki durumu görmeye gittiklerini, koşullara göre ailelerini daha sonra götüreceklerini söylüyor.
“Artık kendi ülkemde güzel bir yaşam istiyorum”
2013 yılında Halep’ten gelerek Türkiye’ye sığınan Ali Cerruh, ülkesine dönmek için sınır kapısına geldiğini anlatarak, “Burada yıllardır kasaplık yapıyorum. Evlendim bir çocuğum oldu. Buradaki dükkanı kardeşime bırakıyorum. Ben önden gidip durumlara bakacağım. Evimiz yıkılmış onarmaya çalışacağım. Orada şartları sağladığım zaman kardeşlerim dükkanı satıp gelecekler. Orada tekrar dükkân açacağız” dedi.
Suriye’deki yeni yönetimle ilgili bir şey söylemek için erken olduğunu dile getiren Cerruh, “Eğer yönetimi iyi sağlarlarsa hepimiz rahat ederiz. Ben artık kendi ülkemde güzel bir yaşam istiyorum” diye konuştu.
8 Aralık'tan sonra Türkiye'deki Suriyelilerin ülkeden ayrılmak için gittikleri sınır kapılarından biri de Kilis'teki Öncüpınar Sınır Kapısı oldu.
2012 yılında Suriye’nin Halep kentinden Türkiye’ye gelen Muhitttin El Hüseyin, 12 yıldır Gaziantep’te yaşadığını ve tekstil atölyelerinde terzilik yaptığını anlattı.
Hüseyin VOA Türkçe’ye, “Ülkemdeki savaşın bitmesi bizi çok mutlu etti, umarım bundan sonraki süreç çok iyi ve doğru ilerler. Şimdi önce Azez’e gideceğim bir süre kaldıktan sonra İdlib’de bulunan abilerimin yanına gideceğim” dedi.
“Şu aşamada Suriyeli göçmen kitlesini tatmin edecek derecede değişimler söz konusu değil”
VOA Türkçe’ye konuşan Harran Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi ve göç uzmanı Prof. Dr. Mahmut Kaya, her göç vakasındaki geri dönüşün kendine ait benzer ve özgün dinamikleri olduğunu belirtti. “Kaynak ülke ve hedef ülkedeki koşullar, amaçlar, beklentiler bu geri dönüş hızını etkileyen faktörler arasında, dolayısıyla Suriyelilerin geri dönüşü de bunlardan etkilenmektedir” dedi.
“Türkiye’deki Suriyeliler” kitabının yazarı Mahmut Kaya mevcut aşamada kamuoyunun beklentisinin aksine kitlesel geri dönüşün yoğun olmayışının söz konusu dinamiklerle ilişkili olduğunu belirterek, “Bir ‘bekle ve gör’ sürecini deneyimlediğimizi ifade edebilirim” şeklinde konuştu.
Geri dönüşün hızında politik ve ekonomik istikrarın önemli olduğunu vurgulayan Kaya, şu değerlendirmede bulundu:
“Ancak şu aşamada buna yönelik Suriyeli göçmen kitlesini tatmin edecek derecede değişimler söz konusu değil. Her ne kadar 8 Aralık sonrası eski rejim yıkılmış olsa da yeni rejimin nasıl olacağı, çatışmaların sürüp sürmeyeceği, istikrarlı bir barış ortamının oluşup oluşmayacağı hususunda endişeler olduğu sahada yaygın. Elbette mevcut yönetimin çok yeni ve zamana ihtiyacı olduğunu da vurgulamak lazım. Benzer durum ekonomik alan için de geçerli. Çünkü yeni Suriye’nin büyük bir merakla dünyanın dört bir tarafındaki mülteciler tarafından takip edildiğini biliyoruz.”
“Hızlı dönüş beklentisi gerçekçi değil”
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucusu Doç Dr. Didem Danış da, Esat rejiminin yıkılmasının ardından, ana akım medyada ve toplumda ani ve kitlesel bir dönüş beklentisi oluştuğunu, ancak pek çok uzman gibi kendisinin de böyle hızlı bir dönüş beklentisinin gerçekçi olmadığını düşündüğünü dile getirerek, “Dolayısıyla açıklanan dönüş sayılarının makul olduğu kanaatindeyim” dedi.
Mültecilerin daha yoğun bir şekilde geri dönmesinin Suriye’nin yeniden yapılanması, altyapının onarılması ve en önemlisi siyasi istikrara kavuşmasıyla olabileceğini söyleyen Danış, “Hukuktan sağlığa, barınmadan eğitime kadar birçok alanda ciddi yıkım yaşamış bir ülkenin toparlanması uzun zaman alacaktır” diye konuştu.
“18 günde 30 bin 668 Suriyeli döndü”
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya yeni yıldan önce yaptığı açıklamada, 18 günde 30 bin 668 Suriyeli’nin ülkesine döndüğünü söyledi.
27 Aralık’ta TGRT Haber ve Türkiye gazetesinin sorularını yanıtlayan Yerlikaya, “Zalim Esat’ın kaçması ve Suriye’nin özgürleşmesine kadar 2017’den bu yana 740 bin gönüllü dönüş yapan var. 9 Aralık’tan dün akşama kadar gönüllü dönen Suriyeliler’in sayısı 30 bin 668. Bunu nasıl yorumlayabiliriz. Daha önce 2014’te aylık ortalama 10 bin kişi giderken, 18 günde bunun 3’e katlandığını görüyoruz” dedi.
Türkiye’deki bazı Suriyeliler’in ülkelerine gidip, oradaki duruma bakıp ona göre ailelerini götürmeyi planladıkları da biliniyor. Yerlikaya, bu konuda Türkiye vatandaşlığı olan Suriyeliler’in, bütün çifte vatandaşlara uygulandığı gibi gidip gelme haklarına sahip olduklarını belirtti.
Türkiye’de en çok Suriyeli İstanbul’da yaşıyor, İstanbul’u sırasıyla Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay ve Adana takip ediyor.
Yerlikaya’nın verdiği son bilgilere göre Türkiye’de 4 milyon 164 bin 472 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunuyor. 19 Aralık itibariyle bu sayının 2 milyon 920 bin 119'unu geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler oluşturuyor.
Türkiye’de en çok Suriyeli İstanbul’da yaşıyor, İstanbul’u sırasıyla Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay ve Adana takip ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçen ay partisinin TBMM grup toplantısında, Suriye ne kadar hızlı ayağa kalkarsa gönüllü dönüşlerin o kadar hız kazanacağını söyledi.
Erdoğan, Suriyeliler’den kısa süreli veya kalıcı olarak geri dönmek isteyenlere her türlü kolaylığın sağlandığını kaydederek, “Belli bir süre giriş-çıkışlara da izin vereceğiz. Yaza doğru, okulların da tatile girmesiyle sınır kapılarındaki yoğunluk biraz daha artacaktır” dedi.
“Türkiye’de doğan ve yaşayan yaklaşık 875 bin Suriyeli çocuk var”
İçişleri Bakanı Yerlikaya 24 Aralık’ta Anadolu Ajansı Editör Masası’nda yaptığı açıklamada, Türkiye’de doğan ve yaşayan Suriyeli çocukların sayısını da verdi.
Yerlikaya Türkiye’de doğan ve yaşayan yaklaşık 875 bin Suriyeli çocuk olduğunu, Türkiye’de şu anda bulunan 2 milyon 920 bin Suriyeli’nin yüzde 30’unu Türkiye’de doğan çocukların oluşturduğunu belirtti.
Resmi rakamlara göre, Türkiye’de doğan ve yaşayan yaklaşık 875 bin Suriyeli çocuk olduğu bildiriliyor.
Yerlikaya, Türkiye’deki Suriyeli öğrenci sayısının ise 819 bin 265 olduğunu söyleyerek, “Lisede okuyan 103 bin öğrenci, ortaokulda 273 bin, ilkokulda 398 bin, ana sınıfında 44 bine yakın” dedi.
60 bin 750 Suriyeli gencin ise Türkiye’deki üniversitelerde eğitim gördüğünü belirten İçişleri Bakanı, 17 bin 379’unun ise şimdiye kadar mezun olduğunu belirtti.
“Gençler ve çocuklar iki ülke ilişkilerinin geleceğinde güçlü bağlar olmasına zemin hazırlayacaktır”
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucusu Doç Dr. Didem Danış, Türkiye’de doğan ve eğitim alan Suriyeli çocukların gelecekte Türkiye ve Suriye arasında oynayacağı önemli bir rol olacağı değerlendirmesinde bulundu.
Danış, “Ancak bu durum sadece çocuklarla sınırlı değil; hayatlarının büyük kısmını Türkiye’de geçirmiş genç yetişkinler için de aynı durum söz konusu. Bugün artık Suriye’de Türkiye’yi tanıyan, Türkçe konuşan bir nüfus var. Bu durum, iki ülke arasındaki kültürel, ekonomik ve siyasi bağların her zaman güçlü kalmasına zemin hazırlayacaktır” diye konuştu.
Harran Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi ve göç uzmanı Prof. Dr. Mahmut Kaya da, göç sürecinde hedef ülkede doğan veya yaşamının önemli bir kısmını burada geçiren kuşağın çeşitli avantaj ve handikaplarının olacağını kaydetti.
Anadil karmaşası, kültür şokları ve yeniden entegrasyonun geri dönüş süreçlerinde ortaya çıkabildiğini belirten Kaya, şu şekilde konuştu:
“Hiç Arapça bilmeyen veya yetersiz bir Arapça ile Suriye’deki okullara gitmek isteyenler eğitim süreçlerinde çeşitli problemler yaşayacaktır. Benzer şekilde savaştan zarar görmüş şehirlerde insanlar hayalkırıklığı ve ümitsizliği tecrübe edebilir. Tüm bunlar yeniden entegrasyon programlarını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de belirli bir eğitim almış özellikle nitelikli meslek grubu mensupları ve üniversite öğrencilerinin her iki ülke için kültür elçileri ve doğru enformasyon kaynağı olabileceği potansiyeli de mümkündür. Bu da geri dönüş ve Suriye’nin yeniden inşasında önemli sosyal sermaye kaynağı işlevi olacaktır.”
10 yılı aşkın süredir Türkiye'de yaşayan Suriyeliler, Türkiye'de ailelerini genişletti, çocukları oldu.
“Türkiye’ye iki kişi geldik şimdi beş kişi olarak dönüyoruz”
Öncüpınar Sınır Kapısı’nda bekleyenler arasında üç çocuğu da Türkiye’de doğan Abdülhamit Abdi isimli Suriyeli de vardı.
VOA Türkçe’ye konuşan Abdi, “2014 yılında savaştan kaçarak Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye geldiğimden beri her işi yaptım. Buradaki insanlar sağolsunlar bize iş verdi, kapılarını açtılar. Şimdi artık savaş bitti Humus’a geri dönüyorum. Şu anda orada evimiz var, akrabalarımız var; hayatımıza bundan sonra orada devam edeceğiz. Bundan sonraki süreç için vatanımız olsun yeter diyorum. Güzel bir Suriye istiyoruz. Halkı düşünen, halkı destekleyen ve halkının yanında duran bir hükümet kurulsun istiyoruz. Türkiye’ye iki kişi geldik şimdi beş kişi olarak dönüyoruz” dedi.
“Suriye halkı çok yorgun”
Güvenlik kaygısı nedeniyle ismini vermek istemeyen iki çocuk annesi D.F. ise, 2012 yılında Türkiye’ye bir çocuk annesi olarak geldiğini ve şimdi iki çocuk annesi olarak döndüğünü dile getirdi.
Suriye’nin İdlib şehrinden gelen 24 yaşındaki anne, VOA Türkçe’ye şunları söyledi:
“Birçok anne, birçok çocuk bu süreçte ya bombalardan ya da gittikleri yerlerde başka nedenlerden dolayı öldüler. Ortadoğu ülkeleri arasında en fazla ölüm, en fazla yıkım, en fazla göz yaşı Suriye’de oldu. Burada gördüğünüz insanlar arasında bir yakınını kaybetmeyen maalesef yok. Bize bunları yaşatan Beşar Esat şu anda mülteci durumuna düştü. Umarım o da yakınlarının ölümünü görmeden ölmez. Bize ne yaşattı ise aynısını yaşasın istiyorum. Bir çocuk olarak çok ağır travmalarım vardı, artık bir anneyim ve halen geçmedi. Yeni Suriye’ye dönerken çocuklarımın aynı ya da benzer olayları yaşamasını istemiyorum. Colani yanındakilerle birlikte Suriye’yi Esat’tan kurtardı. Umarım bundan sonra da özgür, demokratik ve bağımsız bir Suriye için çalışmalarını sürdürür. Çünkü biz Suriye halkı çok yorulduk.”
Uluslararası kuruluşlardan insani yardım mesajları
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi geçen ay sosyal medya platformu X’ten paylaştığı bir mesajda, “Komşu ülkelerden evlerine dönen Suriyeli mültecilerin sayısı yavaş yavaş artıyor. Son üç haftada bu sayı 50 binden biraz fazla” diye yazdı.
Grandi paylaşımında, Suriye’deki ekonomik koşulların kötülüğüne dikkat çekerek, daha fazla insani yardım çağrısında bulundu.
Türkiye de Suriye’deki yeni yönetimle iyi ilişkilerini koruyarak, güneydoğu komşusundaki yeniden inşa projelerinde rol almayı, böylece Suriyeliler’in geri dönüşlerini hızlandırmayı amaçlıyor.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Esat rejiminin düşmesinin ardından geçen ay yaptığı Ankara ziyaretinde, Suriyeliler’in geri dönüşleri, sağlık ve eğitim hizmetlerinden faydalanmaları gibi konularda Türkiye’ye ilave 1 milyar Euro yardımda bulunulacağını açıkladı. AB, şimdiye kadar Türkiye’ye 10 milyar Euro yardımda bulundu.
Kapat
Türkiye’ye 2016 yılında İslami kimliği nedeniyle yaşadığı baskılardan kaçarak gelen Özbek Ozoda Dzhabbarova, 7,5 aydır Çatalca Geri ...
2 Ocak - GGM’lerde keyfi uygulamalar ve kötü muamele can alıyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı2 Ocak - GGM’lerde keyfi uygulamalar ve kötü muamele can alıyor (Enternasyonal Dayanışma)
Türkiye’ye 2016 yılında İslami kimliği nedeniyle yaşadığı baskılardan kaçarak gelen Özbek Ozoda Dzhabbarova, 7,5 aydır Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor. Göç İdaresi’nin yabancıları en fazla 6 ay merkezde tutma hakkı bulunmasına ve Dzhabbarova hakkında yürütülen adli soruşturmalarda takipsizlik kararı verilmesine rağmen, Özbek kadın hâlâ gözaltında.
Karar gazetesinden Sema Kızılarsalan’ın haberine göre; en küçüğü iki yaşında 6 çocuğu olan Özbek kadın, üç ay boyunca hamileyken GGM’deki kötü şartlar nedeniyle düşük yaptı. 2 Eylül 2024 tarihinde hastaneye yatırılan Dzhabbarova, 21 Eylül 2024 tarihinde kaldığı hastanede bebeğini kaybetti.
Dzhabbarova’nın da tutulduğu Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanı daha önce medyaya yansımıştı.
Soğuk odalarda bekletiliyorlar
Göçmen kadınların isyanına sahne olan merkezde, yetersiz beslenme, kötü muamele, ısınma sorunlarının yanı sıra “buzdolabı odası” olarak adlandırılan yasa dışı uygulamaların olduğu iddia ediliyor.
Yemekhane çalışanlarının göçmenlere hakaret ettiğini aktaran kaynaklar, yemeklerine ilaç katılmasını istemeyen göçmenlerin yemek verilmeme cezasıyla tehdit edildiğini söylemişti.
Özbek ve Uygur Türkü göçmenlere baskılar arttı
Karar gazetesine konuşan Türkistanlılar Dayanışma Derneği Temsilcisi Burhan Kavuncu, son bir ayda Özbek ve Uygur göçmenlere yönelik geri gönderme merkezlerinde (GGM) hak ihlallerinin belirgin bir şekilde arttığını anlattı.
“Normalde Göç İdaresi’nin yabancı kişileri 6 ay süreyle merkezde tutma hakkı var. Olağanüstü durumlarda bu süre 6 ay daha uzatılabiliyor ve burada da böyle bir uzatma kararı alınmış gibi görünüyor. Kendisi için sınır dışı kararı verilmiş durumda. Ayrıca eşi hakkında da sınır dışı kararı alınmış, ama eşinin nerede olduğu bilinmiyor. Hanımefendiye yönelik adli soruşturmalar sonucunda takipsizlik kararı verilmiş, yani herhangi bir suç isnadı bulunmuyor. Ancak Göç İdaresi, suçla ilgisi olmayan durumlarda da idari takdir yetkisini kullanarak sınır dışı kararları alabiliyor. Bu durum halk arasında suçlu olduğu algısına yol açıyor. Maalesef idarenin genel uygulaması bu yönde.”
Kavuncu, Türkistan kökenli göçmenlerin bu uygulamalardan en fazla etkilenen gruplardan biri olduğunu belirtti. Suçsuz bulunmalarına rağmen geri gönderme merkezlerine konulduklarını ve burada cezaevinden bile kötü koşullara maruz kaldıklarını söyledi:
“100 kişilik yerlerde 300 kişi tutuluyor; insanlar beton zeminlerde yatıyor, kötü muamele görüyor ve sınır dışı işlemlerine rıza göstermeye zorlanıyorlar. Soğukta bırakılarak veya diğer baskılarla ‘kendi rızamla sınır dışı edilmeyi kabul ediyorum’ şeklinde bir belge imzalatılıyor. Bahsettiğiniz hanımefendi, geri gönderme merkezinde tutulduğu sırada bir düşük de yapmış. Bu tür yerlerin, insani koşullardan çok uzak olduğunu maalesef bir kez daha görüyoruz.”
https://enternasyonaldayanisma.org/2025/01/03/ggmlerde-keyfi-uygulamalar-ve-kotu-muamele-can-aliyor/
Kapat
Almanya'da Hristiyan Birlik partilerinin küçük ...
2 Ocak - Almanya'da CSU göç politikasını sertleştiriyor (DW Türkçe) Devamı2 Ocak - Almanya'da CSU göç politikasını sertleştiriyor (DW Türkçe)
Almanya'da Hristiyan Birlik partilerinin küçük ortağı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisi göç konusunda daha sert bir çizgi benimsemeye hazırlanıyor. Muhafazakâr partinin önümüzdeki hafta federal parlamento üyeleriyle Bavyera'da yapılacak çalışma toplantısı için hazırlanan belgeye göre CSU, kardeş partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile pek çok noktada aynı çizgide olsa da, göç konusundaki sert duruşunu bir adım öteye taşımaya hazırlanıyor. Münchner Merkur'e konuşan partinin Eyalet Grup Başkanı Alexander Dobrindt, "Almanya'nın göç politikasında sert bir yön değişikliğine ihtiyaç bulunduğunu" savundu.
Hedeflenen yön değişikliği çerçevesinde CSU, göçmenlerin Almanya'da kalma hakkının yeterli bir gelire sahip olmaları şartına bağlanmasını talep ediyor. Belgede, "Almanya'da oturma izni almak isteyen bir kişi, geçimini sosyal yardımlarla sağlamak zorunda olmamalıdır. Geçim güvencesi, kendi işi yoluyla sağlanmalıdır" ifadeleri yer aldı.
"Suç işleyen sınır dışı edilmeli"
Alman haber ajansının (dpa) söz konusu belgeye dayandırdığı haberine göre parti, sınır dışı uygulaması konusunda da daha sert düzenlemeler talep ediyor. "Bir suç işleyen ya da kasıtlı olarak tekrar suç işleyen kişi, ülkemizi terk etmek zorundadır" denilen belgede buna ilaveten "Eğer kişi sınır dışı edilemiyor ya da ülkeyi terk edemiyorsa, sınır dışı edilmek üzere süresiz gözaltına alınmalıdır" ifadesine yer verildi.
Daha sıkı sınır kontrolleri de talep eden parti, yeni hükümetin İçişleri Bakanı'nın sınırlarda geri çevirme uygulamasını öncelemesi gerektiğini savundu. Hazırlanan belgede, "Bununla fiili olarak yasa dışı göçmenlere giriş yasağı uygulamak istiyoruz" denildi. CSU, bu önlemleri hayata geçirebilmek için Alman polisine sınırlarda göçmenlerin cep telefonlarını okuma yetkisi verecek teknik ve hukuki imkanların sağlanması önerisinde bulundu.
CSU'nun hazırladığı belgede yeni Trump döneminde de ABD'yle yakın çalışma konusundaki kararlılığın da altı çizildi. "ABD'nin daha yakın ve güvenilir bir müttefiki olmaya devam etmek ve transatlantik ortaklığı daha da güçlendirmek istiyoruz" denilen belgede, "Bunun için, sol-yeşil dış politikanın ideolojik ve didaktik üslubuna son vereceğiz" ifadelerine yer verildi.
"Almanya'nın insani yükümlülüklerini hiçe sayıyor"
CSU'nun söz konusu planlarına dağılan hükümetin koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) tepki geldi. Parti Meclis Grup Başkanvekili Dirk Wiese, CSU'nun bir kez daha amacını aşarak aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisine yaranmaya çalıştığını savundu.
Rheinische Post'a konuşan Wiese, partinin önerilerinin hukuki anlamda da uygulanabilir olmadığını ve Almanya'nın insani yükümlülüklerini hiçe saydığını ifade etti. SPD'li politikacı bu tür iyi düşünülmemiş önerilerin, acilen nitelikli işgücüne ihtiyaç duyan Almanya'nın daha cazip hale getirilmesi konusunda da şüphelere neden olduğunu savundu.
CSU'nun çalışma toplantısı önümüzdeki Pazartesi başlayacak ve Çarşamba gününe kadar sürecek. Toplantıya, Birlik partilerinin Başbakan adayı Friedrich Merz'in de katılması bekleniyor.
Anketlere göre Almanya'da 23 Şubat'ta yapılacak erken seçimlerde Birlik partileri birinci parti konumunda bulunuyor.
Kapatİstanbul'da Geçici Koruma statüsüyle yaşayan 29 yaşındaki Suriyeli Rebal Mohamad, yaklaşık üç aydır Şanlıurfa Harran Barınma ...
30 Aralık - Aliya Vakfı: Suriyeli Rebal Mohamad serbest bırakılsın Devamı30 Aralık - Aliya Vakfı: Suriyeli Rebal Mohamad serbest bırakılsın
İstanbul'da Geçici Koruma statüsüyle yaşayan 29 yaşındaki Suriyeli Rebal Mohamad, yaklaşık üç aydır Şanlıurfa Harran Barınma Merkezi'nde tutulmaktadır.
İşitme ve konuşma engelli olan Mohamad, yol izni olmaksızın şehir değiştirdiği gerekçesiyle 3 aydır Harran Barınma Merkezi'nde tutulmaktadır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kendisine engelli kimlik kartı verilen genç adam, diğer birçok Suriyeli gibi Geri Gönderme Merkezi'nde (GGM) haksız bir şekilde alıkonulmaktadır.
Göç İdaresi geçtiğimiz haftada sosyal medya gündemine gelen iki vakayı serbest bırakmıştı. Bu da demek oluyor ki, her biri için ayrı sosyal medya çalışması beklemekte. Dolayısıyla önce Mohamad'ın derhal serbest bırakılmasını daha sonra Göç İdaresi'nin sürdürdüğü bu sıradan tutumuna da derhal son vermesini talep ediyoruz.
https://x.com/aliyavakfi/status/1873384395542757552
Kapat- Dünya üzerinde göçmen sayısı 281 milyon kişiyi aştı. Bunların 160 milyon kadarı işçi olarak çalışıyor. Zorla yerinden ...
29 Aralık - 2024 göç ajandası – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
Devamı
29 Aralık - 2024 göç ajandası – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
- Dünya üzerinde göçmen sayısı 281 milyon kişiyi aştı. Bunların 160 milyon kadarı işçi olarak çalışıyor. Zorla yerinden edilenler 117 milyon kişi ile rekora ulaştı. Savaş, yoksulluk, salgın ve kuraklık nedeniyle göçler tırmanışa geçti. Kapitalizm göç üretmeye devam ediyor. Dünya finans tekelleri göçmen döviz havalesini sistem içine dâhil etmek için hazırlık yapıyor. Göçmenler genel olarak ucuz ve güvencesiz işgücü olarak sömürülüyor, yerli işçilerle rekabete zorlanıyor.
- ABD, Çin seddinden sonra Meksika sınırına dünyanın üçüncü büyük duvarını örüyor. İkinci büyük duvar ise Türkiye sınırında. Kale Avrupası, caydırıcı güç ve geri itmeler için para akıtıyor. Akdeniz mülteciler için ölüm denizi olmaya devam ediyor. Kuzey Afrika ülkelerinde şebekelerin eline düşen mülteciler fidye için işkenceye maruz kalıyor.
- AB Yeni Göç ve İltica Paktı, evrensel mülteci haklarını büyük oranda rafa kaldırdı. Avrupa mültecileri deport ederken yerlerini geçici sözleşmeli göçmen işçilerle dolduruyor. Türkiye’de prototipi uygulanan “geri kabul anlaşması”, İtalya-Arnavutluk, Britanya-Ruanda, Almanya-Afrika ülkeleri arasında da gündeme geldi. Sistematik geri gönderme mekanizması temel insan haklarını çiğneyerek yerküreye yayılıyor.
- Türkiye bir yandan göç alırken diğer yandan göç veren ülke haline geldi. İngiltere ve Almanya’da iltica başvuruları içinde Türkiyeliler Afganistan ve Suriyelilerden sonra üçüncü sıraya yükseldi. Göç gerçekliği artık büyük oranda Türkiyeli yurttaşlar için de geçerli.
- ABD ve Avrupa’da göçmen düşmanlığını eksen alan “aşırı sağ” partiler ya iktidara geldiler ya da muhalefet gücü olmaya başladılar. Trump seçimleri kazanmak uğruna göçmenlerin evcil hayvanları yediğini iddia etti. Aşırı sağın yükselişi savaş politikalarına da cesaret veriyor. Neo faşizm tehlikesi kapıda. Yabancı düşmanlığı aynı zamanda demokrasi ve özgürlükler alanını baskılamak için kullanılıyor.
- Uzak Asya ülkeleri gelişmiş devletlerin göçmen işçi kaynağı olmaya devam ediyor. Körfez Arap devletlerinde göçmen emeği “kafala” sistemi altında güvencesiz işgücü olarak sömürülüyor.
- Mahsa Amini eylemlerinden sonra sıklaşan baskılar nedeniyle İran’da göç hareketleri yeniden yükselişe geçti. Afganistan göçü ise İran, Türkiye ve Avrupa hattında kendini gösteriyor.
- Hamas’ın 7 Ekim operasyonundan sonra yaşanan Gazze’nin işgali kanlı büyük bir kırıma neden oldu. 50 bine yakın Filistinli can verdi. İsrail ordusunun saldırılarında BM himayesindeki mülteci gettoları ve UNRWA mülteci kampları defalarca bombalandı. İşgal boyunca yaklaşık 2 milyon Gazze’li yerinden edildi. Gazze’de yaşananlar aynı zamanda mülteci haklarının ayaklar altına alındığı vahşi bir laboratuvar işlevi gördü. Peşi sıra gelen Lübnan saldırısında ise yaklaşık 1 milyon kişi yerinden edildi.
- Ukrayna savaşıyla birlikte yaşanan kitlesel göç milyonlarca insanı yerinden etti. 10 milyon kadar Ukraynalı göç etmek zorunda kaldı ya da mülteci oldu.
- 2011 Suriye savaşından bugüne 13 milyonu aşkın insan yerinden edildi. 8 Aralık 2024 tarihinde Şam yönetiminin düşmesiyle birlikte bu kez HTŞ güçlerinden çekinen halklar iç ya da dış göçe yöneldi. Mınbiç ve Tel Rıfat bölgelerinde Suriye Kürtleri yerinden edildi. Lazkiye, Tartus, Halep ve Şam başta olmak üzere Aleviler, Hristiyan topluluklar ve azınlıkların bir bölümü, daha güvenli yerlere çekilmek zorunda kaldı. Diasporadaki mülteciler zorla geri gönderilme endişesi taşıyor. Suriye’nin yeniden inşasında mülteciler yine ucuz işgücü olarak görülüyor.
- İsviçre parlamentosu Ezidi soykırımını oy çokluğuyla kabul etti. IŞİD zulmünden kaçan Ezidiler güvenli geri dönüş, uluslararası koruma ve statü talep ediyorlar. Savaş ve insanlık suçlularının yargılanması da bir diğer talep.
- Suriye’nin politik dizaynı ve ekonomik inşasında sermaye ortaklığı ve işgücü transferine ihtiyaç duyan devletler bir kez daha ucuz ve güvencesiz göçmen emeğini kullanmak üzere harekete geçti. Türkiye özelinde patron örgütlerinden Suriye yatırımı hayalleriyle birlikte Suriyeli işçileri kaybetme korkusu da açıklamaların konusu oldu. Afganistan’da Taliban yönetimi işbaşına geldiğinde sendikaların kapısına kilit vurmuştu. Suriye’de işçi hakları ve sendikaların durumu endişe konusu olmaya devam ediyor.
- Suriye’nin yeniden inşası konusunda Türkiye’yi ziyaret eden AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için 1 milyar euroluk bütçe ayırdı. Geri Kabul Anlaşmasıyla Türkiye’ye “göçmen deposu” rolü biçen Avrupa Birliği, sistematik deportizasyon için bir kez daha Türkiye’nin kapısını çaldı.
- 2011 Suriye savaşı ve göçünden bu yana mültecileri demografik dizayn, siyasi baskı ve pazarlık enstrümanı olarak gören AKP anlayışı, geri dönüş sürecinde de “sosyolojik güç” vurgusu yaptı. Mülteciler ise geri dönüşler için güvenlik, istihdam, barınma, alt yapı ve barış koşullarının oluşması gerektiğine işaret ediyor. Sıklıkla “Ensar Muhacir” vurgusu yapan AKP iktidarı Suriyeliler için hala mülteci statüsünü tanımış değil.
- 2024 yılı aynı zamanda Türkiye’de Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan hak ihlalleriyle öne çıktı. Hak savunucuları GGM’lerin denetime açılması, orta vadede GGM’lerin kapatılması, yerine ise BM Göç ve İltica ofislerinin açılmasını talep ediyor.
- 2024 yılı yabancı işçiler için yasal düzenlemelerin de yapıldığı yıldı. Çalışma izni yine patron rızasına bağlandı. Bazı işkollarına sigortalı çalışma muafiyeti getirildi. Modern köleliğin önü açıldı. Türkiye’de halen 2 milyon kadar Suriyeli işçi çalışırken bunların sadece 130 bin kadarı çalışma izni kapsamında. Çocuk işçilik göçle birlikte daha da arttı. İş cinayetleri içinde göçmen oranı da yükselişe geçti.
- Göçmen işçilerin öldürülmesi kadar işyeri dışına atılarak kaybedilme olayları da gündeme gelmeye başladı. Zonguldak’ta kaçak maden ocağında çalışan Afganistanlı göçmen Vezir Muhammed Nourtani yakılarak yok edilmek istendi. Dava duruşması devam eden Nourtani’ye mülteci haklarını savunan inisiyatifler sahip çıkıyor. İzmir Güzelbahçe’de ırkçı saikle işlenen cinayet sonucu Suriyeli 3 inşaat işçisi katledildi. Dava sonucunda müebbet hapis cezası verildi.
- Mülteci düşmanlığını merkez alan siyasi yapılar ve ırkçı kışkırtmalar neticesinde birçok kentte ırkçı saldırılar meydana geldi. Kayseri’de galeyana getirilen kalabalıklar Suriyelilere ait evleri taşladı, dükkânların camlarını kırdı, arabaları ters çevirerek yaktı. Kayseri olayları diğer bazı kentlere de yayıldı. Antalya’da Suriyeli bir genç bıçaklanarak hayatını kaybetti. Hak savunucuları göçmenlere karşı saldırıların nefret suçları kapsamına alınması ve caydırıcı cezalar verilmesi gereğine dikkat çekiyor.
- 2024’te olumlu dayanışma eylemleri de kendini gösterdi. İzmir ve İstanbul’da göçmenler ve mültecilerle dayanışma için platformlar oluşturuldu. Yıl boyunca dayanışma kampanyaları yapıldı, panel ve sempozyumlar düzenlendi.
- Yeni savaş düzenine geçen egemen devletler adeta büyük dünya savaşının provasını çalışıyorlar. Savaş dinamikleri daha büyük göçlerin habercisi. Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesi ise gidişata müdahale edecek yegâne alternatif. 2025 göç ajandası biraz da bu mücadelenin nasıl bir gelişim göstereceğine bağlı.
(Ilketv.com.tr)
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/29/2024-goc-ajandasi-ercument-akdeniz/
Hasan Cemal’in kitabı geldi aklıma: Zamane Diktatörleri… Hasan Cemal o kitabında diyor ki “Tarih hatırlanmazsa, ...
29 Aralık - Suriyeli aktivist Taha el Gazi: Esad rejiminde Alevi kardeşlerimiz de işkence gördü, Sednaya Cezaevi’nde kaldı – Canan Yıldız (T24) Devamı29 Aralık - Suriyeli aktivist Taha el Gazi: Esad rejiminde Alevi kardeşlerimiz de işkence gördü, Sednaya Cezaevi’nde kaldı – Canan Yıldız (T24)
Hasan Cemal’in kitabı geldi aklıma: Zamane Diktatörleri… Hasan Cemal o kitabında diyor ki “Tarih hatırlanmazsa, çaresiz bir daha yaşanır!”
Suriye’deki radikal değişimin neyi inşa edeceğini bilmiyoruz. Bir diktatör gitti. Yerine gelen Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve benzerlerinin isyan ettikleri geçmişi hatırlayıp hatırlamayacağını bilmiyoruz.
Gazeteci Hediye Levent günlerdir Suriye’de…
Levent Evrensel’deki yazısında “Alevilerin ve Hristiyanların yoğun oldukları yerlerde evlerinden alınan ve bir daha haber alınamayan insanların sayısının giderek arttığı söyleniyor” diye yazdı.
Sosyal medya dezenformasyonun tanrıçası olsa da karanlıkta, kuytuda kalan ağır hak ihlallerinin de duyurucusu… Bu nedenle süzgecin şart olduğu bu mecraların varlığı da önemli.
Örneğin Alevi toplumundan olduğu iddia edilen bazı kişilerin köpek gibi havlatılmasının görüntüleri düştü.
Ya da kimi şiddet görüntüleri…
Kendisini ‘devrimci’ olarak tanımlayan, Esad rejiminin kötülüklerini yaşamış, sürgün edilmiş Taha el Gazi ile ne olup ne bittiğini konuştuk. Kendisi Türkiye’deki Suriyelilerin sorunları konusunda mücadele veren bir isim… Sığınmacı Hakları Platformu bünyesinde faaliyetlerini sürdürüyor.
- Alevilere dönük saldırılar olduğu yönünde görüntüler, sosyal medya paylaşımları var. Sizi arıyor mu Suriye’deki Alevi toplumu?
Evet kendileriyle görüşüyorum. Onlar da yeni Suriye’nin bir parçası ve birlikte yaşamalıyız diyorlar. Onlar da haklarının olmasını istiyor. Lazkiye ve Tartus’un köylerinde Esad rejiminden kalan bazı gruplar var. Onlar toparlanmaya çalışıyor. Asker ve polise saldırıyorlar. Ama onlara yönelik şiddet eylemleri de kabul edilemez. Eğer suçluysa yakalanır ve yargılanır. Esad’ı devirdik, aynı şeyleri yaparsak Esad’dan ne farkımız kalır.
- Esadçılık ayrı Alevilik ayrı. Esad medyası yıllarca Alevi toplumunu Esad’a bağlıymış gibi gösterdi. Alevi kardeşlerimiz arasında Esad rejiminde işkence görenler var. Sednaya Cezaevi’nde Alevi kardeşlerimiz de var. Sünni-Alevi çatışma noktasına getirmek isterler ama Esad rejimi düştü. Suriye toprak olarak herkesin. ABD ve İngiltere medyası nasıl ki bir dönem Arapları DAİŞ’e bağladı, ya da Kürt deyince hemen PKK… Suriye’de de aynısı yapıldı.
- Suriye’de yaşayanların korku ve kaygıları neler. Bunu geniş anlamda da soruyorum. Yeterli ekmek, alt yapı, elektrik vs…
İnsanların iki tür kaygısı var. Birisi orada yaşayanların kaygıları. Bir de Suriye’ye dönenlerin kaygıları… Orada yaşayanlar kaygısı şu. Yeni devlet kurulmadı daha. Ülke nereye gidiyor. Orada yaşayan yani göç etmeyen aileler yıllardır yoksulluk, yoksunluk içerisinde. Elektrik yok, su yok… Ama onlar buna alıştılar. Ama herkesin güvenlik korkusu var. Başka ülkelerden dönenler de var. Türkiye’den dönenler ‘geçici koruma’ statüsündeydi. Bunların artık dönme durumu kalmadı. Çünkü çıkarken ‘gönüllü dönüş’ evrakını imzaladılar. Döndüklerinde her şeylerinin yıkılmış olduğunu gördüler. Dönenler zaten yoksul olanlar. Bunlar yıllardır Türkiye’de ucuz iş gücü olarak çalışıyorlardı, yıllardır sömürüldüler. Şimdi bu insanlar yıkık evlerini nasıl yapacaklar. Bunların çoğu kamplara gitmek zorunda kaldı. Yıllardır çadırlarda yaşayan insanlar var hâlâ orada… Afrin, Azez, İdlib, Cerablus’ta çadır kamplar var. Önce onların durumu düzeltilmeli.
- Esad ve ailesi kaçtı, ama rejimin suçluları Suriye’de kaldı değil mi?
O dönemde görev yapan komutanlar, istihbaratçılar hâlen orada… Bu kadar cinayet oldu. İnsanlar hapishanelerde işkence gördü. Ama ortada bir adalet sistemi yok. Adalet sisteminin oluşturulması gerekiyor. Çünkü insanlar yarın öbür gün ben hakkımı kendi elimle alırım diyebilir. O zaman insanlar birbirine girer.
- Sivil halk da silahlandı mı bu süreçte?
Savaş olan ülkede, bölgede doğal olarak insanlar silahlanıyor. Bu normal. Suriye’ye özel bir durum değil. Çünkü halk, devlet kalmadı hakkımı, mülkümü kendim korurum, savunurum diyor. Savunma Bakanlığı’nın ilk görevi bütün bu silahları toplamak olmalı.
- HTŞ’nin böyle bir gücü var mı?
Şu dönemde kendi başına yapamaz. O nedenle tüm Suriye muhalefetinden olan kişiler, siyasetçiler, partiler, bir araya gelip ‘Suriye toplantısı’ yapmalı. Suriye halkı bir masa etrafında bir araya gelmeli. Esad rejimi düşmeden önce Doha’da bir toplantı yapıldı. O toplantıda herhangi bir Suriye temsilcisi yoktu muhaliflerden. Esad rejimi düştükten sonra Ürdün Akabe’deki toplantıda da Suriye muhaliflerinden kimse yoktu. Bu bir gösterge… Bu da şunu gösteriyor, Suriye BM ve büyük devletlerin kararı altında. Kendi milli kararımıza sahip değiliz şu an. Resim belli. Suriye’yi yeniden inşa etmek için Suriye'nin kendi halkının bir masada bir araya gelmesi gerekiyor.
- Mutlak zafer duygusu var, sizce bu duygu hâli nelerin görülmesine engel oluyor?
Bizim eğitim, sağlık sisteminde, sosyal meselelerde sıkıntılarımız var. Alt yapı sıkıntımız var. İsrail Suriye’nin bütün alt yapısını bombaladı. Araştırma bilim merkezlerini bombaladı. Medyaya yansıdı, insanlara ekmek dağıtıyorlar. Mesele ekmek verilmesi değil. Ülkenin, devletin yeniden inşa edilmesi… Sevindik ama sevindikten sonra ne yapabiliriz o çok önemli. İstanbul Fatih Camii’nde sevindik. Kimler Suriye’nin yeni inşasında görev alacak. Yüzde ikisi ya da beşi gelmez.
- Gidişatı nasıl görüyorsunuz. Suriyelerin Türkiye'den göç ettirilmesi politikası sertleşir mi?
İçişleri Bakanlığı’nın, Göç İşleri Başkanlığı’nın bugüne kadar Suriyeliler konusunda bir politikası yoktu. Olsaydı bu hatalar yapılmazdı. Büyük ihtimalle Suriyeli sığınmacılar üzerinde bir baskı oluşabilir. ‘Geçici koruma’ kimliklerinin bir kısmı iptal edilebilir. Mesela geçtiğimiz haftalarda bazı Suriyeli ailelerin aile hekimliklerindeki kayıtlarının silindiği haberi geldi bize. Bir baskı bekliyoruz. Biz de bu nedenle yetkililere diyoruz ki, Suriyeli sığınmacılara bir aylık ya da iki haftalık izin verin. Kişi gitsin görsün evinin durumunu, iş yerinin durumunu. Kimse vatanını, toprağını, köyünü, şehrini bırakmaz. Ama aynı zamanda şunu da ortaya koymamız gerekiyor. İnsanları gönderirken nerede yaşayacaklarını da bilmemiz gerekiyor.
- Birçok devletin bu yıkımda payı var tabii…
Herkesin eli var. Orta Doğu'da yeni bir politika var, yeni bir siyasi oyun var. Trump’ın gelmesiyle Orta Doğu'nun haritası değişti. Bu ülkeler bizi sevseydi 14 yıldır bizi böyle bir katliam ortamında bırakmazdı. 14 yıl çadırlarda bırakmazlardı. Katil, cani Esad halkını kimyasal silahlarla bombalayamazdı.
- Farklı silahlı yapılar var ve şu an HTŞ domine ediyor bu yapıların çoğunu. HTŞ uluslararası toplum tarafından tanınabilir, terör listesinden çıkarılabilir ama buna rağmen Suriye’de durum zor görünüyor. Ne dersiniz?
Silahlı yapıların şöyle bir hakikati var. Ne yazık ki her bir yapı bir ülkeye bağlı. Bu nedenle o ülkeler masaya oturup da Suriye’nin bütünleşmesine ve istikrarına karar verirse bu olur. Bir kısım silahlı yapıların kararları onların elinde değil. Biz bundan korkuyoruz.
- Mesele HTŞ ile bitmiyor o zaman…
HTŞ ile bitmiyor, o basit olanı. Halkımızın tedirginliği de bu. İnşallah Irak ve Libya örneği gibi olmayız. Saddam Hüseyin rejimi düştü 2003’te. O tarihten bu yana patlamalar, bombalar, çatışmalar, bölgesellik, kavgalar devam ediyor. Kaddafi düştü Libya ikiye bölündü. Sadece Türkiye değil, Avrupa ülkeleri ve diğer ülkeler yıllarca bu insanları mülteci, sığınmacı olarak kabul etti. Şimdi sınırımızdan öteye itelim demek insanlık değil.
- Bir de Suriye’de Esad karşıtı olan herkes muhalif. Bu muhalifliği anlatabilir misiniz? Devrimcilik mi mesela?
Bütün muhalifleri ya da devrimcileri HTŞ şemsiyesi altında görmek mantıklı değil. HTŞ son dönemde ortaya çıkan bir örgüt. Devrimci ayrı muhalif ayrı. Muhaliflerin hepsi İslamcı değil. Laikler de var, Ezidi, Hristiyan, Alevi, Dürzi, İsmaililer de var. O nedenle medyaya yansıyan o imaj doğru değil. Bu imajı verdiğimizde diğer mücadele eden grupların hakkını yok ediyoruz. Muhalifler Esad rejiminin devrilmesinden sonra hükümette yer alabilir miyiz bunu konuşuyor şimdi. Ama devrimcilik sadece Esad rejimine karşı olmakla sınırlı bir şey değil. Nerde bir insan hakkı ihlali varsa orada olmaktır. İktidara kim gelirse gelsin bir yanlış yaptığında devrimcilik devam edecek. Devrimciliğin bir zamanı süresi mekanı yoktur. Devrimci devrimcidir.
- 14 yıl süren bir savaş. Dediğiniz gibi hep arkasında başka devletler oldu. Ve paralize olmuş bir toplum… Sizce buradan bir ders çıkarılır mı?
- Toplumumuz zulme, diktatörlüğe, hayır diyerek güçlendi. Eskiden bunu diyemezdik. Keşke Suriye halkı milli bir kararın sahibi olsa ama şu anda karar sahada silahlı güçlerin elinde. Halkımız kim gelirse gelsin, Esad gibi olmayacak düşüncesine sahip. Suriye’de gerçek bir demokrasi ortamının oluşabilmesi için 20-30 yıla ihtiyacımız var. Halkımız yeter ki bombalanmayalım, Esad rejimi bizi tutuklamasın, cezaevine atmasın, bizi orada öldürmesin, kim gelirse gelsin diye bakıyor. Halkımızı bu noktaya getirdiler, bu sistematik bir şekilde bilerek yapıldı. 14 yıldır başka ülkede yaşayan, o ülkedeki demokrasi tecrübesini yaşayan, faydalanan, siyasi faaliyetlerde bulunan insanlarımızın Suriye’nin inşasında olması gerekiyor. Tecrübeyi oraya taşımaları çok önemli.
Kapat
“Yıllardır Suriyelilerin onları katleden diktatöre teslim edilmesini isteyen ve siyasi bakımdan bunun propagandasını yapan bazı siyasiler, bugün de ...
27 Aralık - 10lar medya: Sığınmacılar Platformu, Suriyeli mülteciler için adil ve insan haklarına dayalı bir geçiş süreci çağrısında bulundu Devamı27 Aralık - 10lar medya: Sığınmacılar Platformu, Suriyeli mülteciler için adil ve insan haklarına dayalı bir geçiş süreci çağrısında bulundu
“Yıllardır Suriyelilerin onları katleden diktatöre teslim edilmesini isteyen ve siyasi bakımdan bunun propagandasını yapan bazı siyasiler, bugün de provokasyona devam ediyor.
Türkiye’de siyasi karar vericiler üzerinde baskı yapılarak, bu kritik geçiş sürecinde yanlış uygulamalar yaptırılmaya çalışılıyor.”
Sığınmacılar Platformun üyeleri bir araya gelerek Suriyeli mülteciler için adil ve insan haklarına dayalı bir geçiş süreci çağrısında bulundu!
https://www.instagram.com/reel/DECbG84oi8W/?igsh=aG8xamp6dzBjbDV3
Kapat
23 yaşındaki Pakistan vatandaşı Abdullah Munir Sadiq, 4 Aralık 2024 tarihinden bu yana İstanbul Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutuluyor. ...
26 Aralık - Yazılımcı Abdullah Munir, günlerdir haksız yere GGM’de tutuluyor – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı26 Aralık - Yazılımcı Abdullah Munir, günlerdir haksız yere GGM’de tutuluyor – Sema Kızılarslan (Karar)
23 yaşındaki Pakistan vatandaşı Abdullah Munir Sadiq, 4 Aralık 2024 tarihinden bu yana İstanbul Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutuluyor. Lisans eğitimini Üsküdar Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce) Bölümü’nde Onur Derecesi ile tamamlayan Munir, hayalini kurduğu Türk savunma sanayisinde çalışmak için ilk adımlarını atmaya çalışırken kendini sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya buldu.
Munir, 2020 yılında lisans eğitimi için Türkiye’ye gelmiş ve 19 Temmuz 2024 tarihinde mezun olmuştu. Mezuniyetinin ardından geçimini sağlamak için bir şirkette sosyal medya yöneticisi olarak çalışmaya başladı. Şirket, Munir’e 14 Haziran 2024 tarihli iş teklif mektubunda, iki aylık deneme süreci sonunda çalışma izni başvurusu yapılacağını taahhüt etmişti. Ancak deneme süreci dolmasına rağmen şirket, gerekli başvuruyu yapmadı.
3 Aralık 2024 tarihinde şirket ofisinde yapılan denetimde Munir'in çalışma izni olmadığı ortaya çıkınca Munir gözaltına alındı ve GGM’ye gönderildi.
Abdullah Munir’in avukatı Hamza Ünal, KARAR’a yaptığı açıklamada müvekkilinin GGM’de insanlık dışı muameleye maruz kaldığını belirtti. Ünal, “Abdullah Munir, ikinci vatanı olarak gördüğü Türkiye'ye hizmet etme hayaliyle buraya gelmişti.” dedi.
“Türkiye’yi ikinci vatanı olarak görüyordu. Mazlum coğrafyaların sorunlarıyla yakından ilgilenen ve Filistin eylemlerinde aktif rol oynardı. Türkiye’den edindiği tecrübeleri kendi ülkesi Pakistan'a taşımayı hedefliyordu” diyen Ünal, Munir’in durumu ile ilgili son kararın 27 Aralık 2024 Cuma günü açıklanacağını belirtti.
Kapat
Türkiye'de geçici koruma altında Suriyeli sayısının 2 milyon 920 bin 119 olduğunu söyleyen İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 2017 ...
24 Aralık - Kaç Suriyeli geri döndü? Bakan Yerlikaya: Son 15 günde 7 kat arttı (NTV) Devamı24 Aralık - Kaç Suriyeli geri döndü? Bakan Yerlikaya: Son 15 günde 7 kat arttı (NTV)
Türkiye'de geçici koruma altında Suriyeli sayısının 2 milyon 920 bin 119 olduğunu söyleyen İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 2017 yılından bu yana 763 bin 443'ünün geri dönüş yaptığını açıkladı. Son 15 günde ise Suriye'ye dönenlerin sayısının 25 bini geçtiğini belirten Yerlikaya, günlük dönüş sayısının 7 kat arttığını açıkladı. Bakan Yerlikaya, 1 Ocak-1 Temmuz 2025 tarihleri arasında Suriyeli sığınmacılara hazırlık için her aileden bir kişiye 3 giriş-çıkış hakkı tanınacağını da söyledi.
Bakan Yerlikaya, "4 milyon 164 bin 472 bugün itibarıyla Türkiye'de yasal kalış hakkı olan yabancıların sayısı. Bunun 2 milyon 920 bin 119'u geçici koruma altındaki Suriyeli." şeklinde konuştu.
İçişleri Bakanı Yerlikaya, 2017'den itibaren 763 bin 443 Suriyelinin ülkelerine döndüklerini, son 15 günde Suriye'ye dönenlerin sayısının 25 bini geçtiğini belirterek, bu sayının 7 kat arttığını açıkladı.
Ülkesine dönmek isteyen Suriyelilerin Göç İdaresi Başkanlığı internet sayfasından başvuru yapabileceğini söyleyen Bakan Yerlikaya, aynı gün içerisinde randevu verildiğini ve Türkiye'deki ev ve iş yeri eşyalarının tamamı ile araçlarını beraberlerinde götürebileceklerini bildirdi.
1 Ocak-1 Temmuz 2025'te Suriyeli sığınmacılara hazırlık için her aileden bir kişiye 3 giriş çıkış hakkı tanınacağını söyleyen Yerlikaya, "Oradaki evi hazırlayabilmesi için böyle bir karar aldık" dedi.
Ülkemizde misafir ettiğimiz 4 milyon 164 bin göçmenden 2 milyon 920 bini Suriyeli. Suriyeli sayısı oransal olarak en fazla Kilis'te. İstanbul'da oran yüzde 3.
Biz onlarla ilgili yaptığımız temel uyumla ilgili en önemlisi eğitimdi. Bizdeki Suriyelilerden 819 bini Suriyeli öğrenci. Okullaşma oranı yüzde 76.5. 60 bin 750 Suriyeli şu an öğrenim görüyor.
Şu anda 6 sınır kapımızda buradan gönüllü dönüşleri sağladık. Doğal olarak en çok bulunan illerden gitti, Gaziantep'ten giden oldu en çok. Gelenin en çoğu Halepli olunca gidenlerin de yarıya yakını Halepli.
Ülkesine dönmek isteyen Suriyeliler, Göç İdaresi Başkanlığı internet sayfasına başvuru yapabiliyor, aynı gün içerisinde randevu veriliyor.
Suriye'ye geri dönüş için randevu alanlarda ilk yaptığımız şey parmak izine bakıyoruz. Herhangi bir kaydı, araması var mı bunları inceliyoruz. Hangi kapıdan gitmek istiyorsa ona yol izin belgesi veriyoruz. Çıkış sırasında forum doldurtarak, imza attırarak onun gönüllülüğünü ispat ediyoruz.
İş insanlarının da Suriye'ye gitmesi gerekiyor, onlara da ihtiyaç var. Meslek odaları ile görüşmemiz sonucunda bunların müracaatlarını alıp bu arkadaşlarımız direkt karşıya geçecekler.
Ülkesine dönmek isteyen Suriyeliler Göç İdaresi Başkanlığı internet sayfasından başvuru yapabilecek, aynı gün içerisinde randevu verilecek. Türkiye'deki ev ve iş yeri eşyalarının tamamı ile araçlarını beraberlerinde götürebilecekler.
Cumhurbaşkanımız dün toplanan Kabine'de tüm kabine üyesi arkadaşlarımıza Suriye hükümetinin kuruluş sürecinde oradaki meslektaşımızın yardımıyla ilgili ne varsa bunun için talimatı oldu. Bizde yaşayan Suriyelilerin evrakları ile ilgili Şam ve Halep'teki Büyükelçilik ve Konsoloslukta Göç İdaresi Bürosu kuruyoruz. Kayıtlar burada kullanılacak.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla 1 Ocak-1 Temmuz 2025'te Suriyeli sığınmacılara hazırlık için her aileden bir kişiye 3 giriş çıkış hakkı tanınacak. Geri dönüşün zeminini hazırlamak için giriş-çıkış hakkı verilecek. Oradaki evi hazırlayabilmesi için böyle bir karar aldık. 2 sınır kapısını yetkilendireceğiz, sadece bu kapılardan giriş-çıkış yapabilecekler.
KapatEsad’ın hapishanelerinden sağ kurtulan kadınlar, büyük bir travmayla başa çıkarak, bazen hoş karşılaşmayabildikleri bir topluma geri ...
23 Aralık - Suriye’deki kadın mahkûmların karşılaştığı işkence, cinsel şiddet ve toplumsal damgalanma - Hanna Davis (Enternasyonal Dayanışma) Devamı23 Aralık - Suriye’deki kadın mahkûmların karşılaştığı işkence, cinsel şiddet ve toplumsal damgalanma - Hanna Davis (Enternasyonal Dayanışma)
Esad’ın hapishanelerinden sağ kurtulan kadınlar, büyük bir travmayla başa çıkarak, bazen hoş karşılaşmayabildikleri bir topluma geri dönmek için mücadele ediyor.
Kadın iç çamaşırları, ölü mahkûmların cesetlerinin saklandığı büyük bir dondurucunun dışına yığılmış giysi yığınının üzerinde duruyordu.
Kısa bir süre önce, iç çamaşırları büyük olasılıkla Suriye’nin “insan mezbahası” olarak bilinen kötü şöhretli Sednaya hapishanesinde öldürülen kadın mahkûmların üzerinden çıkarılmıştı.
Ülkenin güneyindeki Dera vilayetinden bir muhalif savaşçı olan Halid Muhammed el Han, “Burada her anlamda çok acımasız bir zulüm vardı,” dedi. Middle East Eye‘a hapishane yerleşkesini gezdirirken “İğrençti, katliam, asma ve tecavüz vardı” dedi.
Khan, Beşar Esad yönetiminin devrilmesinin ardından yüzlerce mahkûmun serbest bırakıldığı 8 Aralık’ta Sednaya cezaevindeydi. Serbest bırakılanlar arasında düzinelerce kadın ve kız çocuğu olduğunu söyledi.
İsyancı savaşçı, 16 yaşında, evli olmayan ve beş küçük çocuğu olan bir kızla tam çıkarken kısa bir süre konuştuğunu hatırlattı. “Hapishaneden çıktıklarına inanmıyorlardı, korkuyorlardı. ‘Siz kimsiniz? Siz kimsiniz?’ diye sordular” dedi.
Khan, ilk geldiğinde hapishanenin güvenlik kameralarında, yerleşkenin yeraltı hücrelerinde yaklaşık 50 kadın gördüğünü söyledi.
Esad’ın devrilmesinden önce binlerce kadın, mahkûmların acımasız işkencelere maruz kaldığı, dövüldüğü ve yiyecek, su, ilaç ve temel sağlık hizmetlerinden mahrum bırakıldığı bilinen kötü şöhretli bir hapishane ağında tutuluyordu.
Kadın mahkûmlar, tahliye edildikten sonra yaygın cinsel şiddet ve toplumsal damgalanma da dahil olmak üzere benzersiz bir dizi zorlukla karşı karşıya kalmaktadır.
‘Bir savaş silahı olarak kadınlar’
Kadınlar, 2011 devriminin başlangıcından bu yana Suriye genelinde siyasi değişim çağrısında bulunan güçlü bir sese sahip oldular.
Bir insan hakları koruma grubu olan EuroMed Rights, 2015 yılında yayınladığı bir raporda Esad hükümetinin bu aktivistlerin birçoğunu keyfi olarak gözaltına aldığını, işkence ve cinsel istismara maruz bıraktığını ve bazen aileleri üzerinde baskı kurmak ya da akrabalarını hükümet karşıtı protestolara katılmaktan caydırmak için onları daha uzun süre alıkoyduğunu söyledi.
İnsan hakları örgütü, “Diğer çatışmalarda olduğu gibi, Suriye’nin uzun süreli kargaşası da kadınların bir savaş ve terör silahı olarak kademeli bir şekilde araçsallaştırılmasına tanık oldu” dedi.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) Şubat 2024’te en az 10.197 kadının hâlen Suriye’deki çatışmanın tarafları ve kontrol eden güçler tarafından alıkonulduğunu veya zorla kaybedildiğini bildirdi.
Bu kadınların büyük çoğunluğu – ya da en azından yüzde 83’ü – Esad güçleri tarafından tutuklanmıştır. Diğerleri ise Suriye Ulusal Ordusu (SNA), Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi silahlı muhalif gruplar tarafından tutuklanmış ya da kaçırılmıştı.
SNHR ayrıca 95’i Esad hükümetine bağlı güçlerin elinde olmak üzere 115 kadının işkence sonucu öldüğünü kaydetmiştir. Raporda görüşülen eski kadın tutuklular elektrik şoku, ağır dayak, taciz ve uzun süreler boyunca tavana asılma gibi çok sayıda işkence biçimini ayrıntılı olarak anlattı.
Psikolojik bilanço
Şam’ın Jaramana mahallesindeki küçük ofisinde Milana Zin Aldin, Esad’ın hapishanelerinde hapsedilen ve daha sonra serbest bırakılan yüzlerce kadına psikolojik hizmet sağlama çabalarından bahsetti – Esad’ın düştüğü yaklaşık iki hafta öncesine kadar gizlice yaptığı bir işti bu.
37 yaşındaki terapist, hastalarının isimlerini ve programlarını kaydettiği küçük bir ajanda çıkardı. Gözaltına alınanların isimleri yoktu.
Alnını işaret ederek bu hastaların programlarını ezberlediğini ya da evde sakladığı gizli bir deftere kaydettiğini belirtti.
Zin Aldin, Middle East Eye‘a “Ofisimde bilgi tutmak benim ve hastalarım için tehlikeli olabilirdi,” dedi. “Bir muhalif ve teröristle etkileşim içinde olduğunuz düşünülürdü ve dolayısıyla siz de şüphe altında kalırdınız” dedi.
“Sağlık çalışanları her zaman bu vakaları almaya ya da onlara yardım etmeye cesaret edemiyordu çünkü birçoğu sadece tıbbi hizmet verdikleri için tutuklanıyordu” diye ekledi.
Şimdi, Esad hükümeti gitmiş olsa da, sesini duyurma korkusu hâlâ devam ediyor. Zin Aldin masasının üzerine eğildi ve hafif bir fısıltıyla şöyle dedi: “Hastalarım hâlâ böyle konuşuyor.”
“Şu anda onları fısıldaşmaya zorlayacak hiçbir şey yok. En azından bu odada konuşmalarını yasaklayan bir şey yok,” dedi.
“Ancak izlenme hissi, korku, endişe ve birbirlerine duydukları güvensizlik ne yazık ki hâlâ mevcut. Çok derinlere, hatta birey olarak bizim içimize gömülmüş durumda.”
‘İyi bir kadın mıyım yoksa kirli bir kadın mıyım bilmiyorum’
Zin Aldin, gözaltına alınan tüm kadın hastalarının en az bir cinsel şiddet türüne maruz kaldığını söyledi.
Sednaya’dan 8 Aralık’ta serbest bırakılanlardan biri olan genç bir kadın, hapiste kaldığı yedi yıl boyunca tecavüze uğramış, hamile kalmış ve düşük yapmıştır.
“Ona tecavüz ettiklerinde kendini kaybetti” diyen Zin Aldin, ‘Bana ’İyi bir kadın mıyım yoksa pis bir kadın mı bilmiyorum’ dedi. Bu sözler aklımdan çıkmıyor.”
Terapist, kadının şu anda travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) ve kronik depresyondan muzdarip olduğunu söyledi.
Hükümet güçleri onu bir kontrol noktasında tutuklayıp “devlete karşı çalışmak” ve “teröristlerle komplo kurmakla” suçladığında kadın henüz 22 yaşındaydı ve Şam’ın bir banliyösünde üniversite öğrencisiydi.
Daha sonra Suriye’nin “Filistin Şubesi” olarak bilinen kötü şöhretli istihbarat hapishanesi de dahil olmak üzere birçok hapishane arasında transfer edildi.
Zin Aldin şu anda Sednaya’dan kısa süre önce serbest bırakılan üç kadını tedavi ettiğini ve hepsinin vakasının ne yazık ki benzer olduğunu söyledi.
SNHR, Mart 2011 ile Aralık 2023 sonu arasında, 7.576’sı Esad hükümeti güçleri tarafından olmak üzere, gözaltındaki kadınlara yönelik en az 10.060 cinsel şiddet vakasını belgelemiştir.
‘Tekrar mağdur olmalarından endişe ediyorum’
Serbest bırakıldıktan sonra kadınlar ve kız çocukları, büyük ölçüde cinsel şiddete maruz kalmış olma ihtimalleriyle bağlantılı olarak, toplumları tarafından büyük bir damgalanmayla karşı karşıya kalmaktadır.
Zin Aldin, “Benim için en büyük korku, toplumun ve ailenin hapisteki bu kıza tepkisinin ne olacağı” dedi. “Tekrar kurban olacaklarından endişe ediyorum.”
“Erkekler [tutuklular] kahraman, ama kadınlar değil, onlar kirli,” dedi. “Toplumumuzda kadınların namusu, bedeni, anneliği ve saygınlığı konusunda büyük bir gerilim var.”
Zin Aldin’in bildiği bazı vakalarda, aileler kızlarını cezaevinde uğradıkları cinsel saldırı sonucu, mağdurun aile adına “şerefsizlik” getirdiğini iddia ederek öldürmüşlerdir.
Başka vakalarda ise kocalar, eşleri tahliye olduktan sonra onları boşamış ya da terk etmiş.
Zin Aldin, bazen bu tepkilerden korkan kadınların ailelerine dönmekten tamamen kaçındıklarını söyledi.
Devlet medyası da kadın aktivistleri ve tutukluları alenen “terörist”, “sabotajcı” ve hatta “terörist gruplar” için “seks kölesi” olarak suçlayarak kadın mahkûmların olumsuz imajına katkıda bulundu.
SNHR raporunda “Ne yazık ki bu algılar, eski kadın tutukluların itibarını ve çevreyle ilişkilerini etkileyen tehlikeli davranışlara ve olumsuz tutumlara yol açıyor ve bu nedenle bir şiddet biçimi olarak görülebilir” dedi.
Suriye’nin kıyı kenti Lazkiye’de bulunan Mahkûmları Koruma Derneği’nde çalışan 40 yaşındaki avukat Shireen Saeed, “Kadınların tutuklanması gerçek bir dehşet” dedi.
“Bugün bu kadınlar için adalete ve desteğe ihtiyacımız var. Hapishaneden] çıkanların büyük psikolojik yaraları var ve yeniden yaşayabilmek için rehabilitasyona ihtiyaçları var. Bugün Suriye’de karşılaştığımız zorluklardan biri de bu,” diyor Middle East Eye‘a, Şam’ın işlek bir kafesinde.
Rejimin yakın takibi altında olan Saeed, Mahkûmlara Yardım Derneği’ndeki çalışmalarının ailelerin zorla kaybedilen sevdiklerini bulmalarına yardımcı olmakla sınırlı olduğunu söyledi. Bunun ötesindeki her şeyin kendisini ve derneği tehlikeye atacağını söyledi.
Ancak kaybedilenlerin yerini tespit etmek son derece zordu. Saaed, avukatların cezaevi tesislerine girmesi ve tutuklularla ilgili bilgilere ulaşmasının yüz binlerce dolara varan fahiş maliyetleri olduğunu söyledi.
“Sırf bilgi alabilmek için evlerini ve tüm eşyalarını satan insanlar var, [sevdiklerinin] serbest bırakılması için bile değil, sadece orada olup olmadıklarını öğrenmek için,” dedi.
Kayıplar için adalet
Sohbetin ardından Middle East Eye ekibi, Suriyeli aktivist Mazen al-Hamada’nın cenaze törenine katılmak üzere Saeed ile birlikte kafeden ayrıldı. Hamada’nın cesedi 9 Aralık’ta Sednaya hapishanesinde öldürülen diğer kişilerin arasında bulundu.
Cenaze töreni sırasında yüzlerce kişi Esad’ın düşüşünü kutlamak ve aynı zamanda hâlâ kayıp olanlar için adalet çağrısında bulunmak üzere toplandı.
Zorla kaybedilen insanların portrelerinin yer aldığı posterler kalabalığın üzerinde dalgalandı. Saeed bu kişilerden ikisini tanıdığını söyledi: 2013 yılında Duma’da silahlı isyancı grup Ceyş el İslam tarafından kaçırılan insan hakları savunucuları Razan Zaitouneh ve Samira Khalil.
Kalabalık toplanırken, göstericiler aynı anda posterleri havaya kaldırdı ve Saeed’in gözlerinden yaşlar süzüldü .
“Suriye halkı birdir! Özgür Suriye” diye slogan atan kalabalığa Saeed de katıldı.
Kapat
Esad rejiminin devrilmesinin ardından Şam’daki Emevi Meydanı halkın taleplerini dile getirdiği bir merkez hâline geldi.
Perşembe ...
22 Aralık - Suriye’nin başkentinde özgürlük için gösteri (Enternasyonal Dayanışma) Devamı22 Aralık - Suriye’nin başkentinde özgürlük için gösteri (Enternasyonal Dayanışma)
Esad rejiminin devrilmesinin ardından Şam’daki Emevi Meydanı halkın taleplerini dile getirdiği bir merkez hâline geldi.
Perşembe günü burada yapılan siyasi gösteride mezhepçiliğe karşı, dini bir yönetime karşı, kadın haklarından ve demokrasiden yana sloganlar atıldı.
AFP‘nin aktardığına göre, başkent Şam’ın merkezindeki Emevi Meydanı’nda bir araya gelen kadın, erkek yüzlerce Suriyeli, “Din devleti değil demokrasi istiyoruz”, “Özgür, uygar Suriye”, “Suriye halkı birdir” sloganları attı. Eylemde “Özgür kadınlar olmadan özgür ulus olmaz” pankartı açıldı.
Fransız haber ajansına konuşan protestoculardan emekli memur Macide Müderris (50), “Kadınların siyasi hayatta büyük bir rolü var… Kadınlara karşı herhangi bir pozisyonun takipçisi olacağız ve kabul etmeyeceğiz. Sessiz kaldığımız zamanlar sona erdi” dedi.
Sosyal medyada paylaşılan görüntülere göre, eylemde mikrofonu alan silahlı bir HTŞ mensubunun hürriyet ve mezhepçiliğe karşı sözleri alkışlandı ancak dini referanslarla konuştuğunda “Laiklik! Laiklik!” ve “Dini yönetime hayır” sloganları yükseldi.
Eyleme hem Müslümünların hem de Hristiyanların katıldığı ve alanda üç yıldızlı Özgür Suriye bayraklarının taşındığı aktarıldı.
Perşembe günü öğleden sonra düzenlenen eylemin, herhangi bir siyasi ya da parti grubunun çağrısı olmaksızın, “bireysel girişimlerle” gerçekleştiği söylendi.
Toplumun özgürlüğü kadınların özgürlüğüne bağlıdır
Devrimci Sol Akım’ın da içerisinde bulunduğu sol örgütler ise kadınların özgürlüğüne dair bir açıklama yayımladı.
Esad rejimini deviren askeri operasyonları yöneten grupların yaptığı açıklamaların Suriye sivil toplumu, feminist hareketi, demokratik ve sol güçler arasında geçiş sürecine ilişkin kaygılara yol açtığını belirten deklarasyonda, Suriyeli kadınların kamusal alana ve siyasi çalışmaların tüm yönlerine katılma ve hangi konumda olurlarsa olsunlar demokratik bir Suriye inşa etmedeki önemli ve gerekli rolünü marjinalleştirme niyetine karşı çıkıldı.
Açıklama şöyle devam etti:
“Kadın hakları meselesinin yalnızca bir temel haklar meselesi olmadığını, daha ziyade yönetimin doğasını belirleyen siyasi bir mesele olduğunu teyit ediyoruz. Kadın hakları için çalışmanın demokrasi, özgürlük ve eşitlik için çalışmak olduğu kimse için bir sır değildir.
Sivil toplum örgütleri, partiler ve siyasi gruplar da dahil olmak üzere tüm aktif Suriyeli güçleri, aşağıdaki kriterlere göre kadın haklarının güvence altına alınmasını ve gelecekteki Suriye’ye aktif katılımlarını vurgulamaya çağırıyoruz:
1. Suriye, demokratik bir sisteme ve tüm toprakları üzerinde egemenliğe sahip, siyasi ve partiler açısından çoğulculuğu ve iktidar devrini destekleyen bağımsız bir devlettir.
2. Ülke için, kamu ve bireysel özgürlükleri garanti altına alan, tüm tam ve eşit vatandaşlık haklarını güvence altına alan, cinsiyetler arasında tam eşitliği garanti altına alan ve Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi’ne ve bu beyannamenin ulusal kanunlar üzerindeki üstünlüğüne dayanan bir anayasa taslağı hazırlamak.
3. Kadın temsilinin güçlendirilmesi için bir araç olarak, kadınların siyasi sürecin tüm yönlerine ve mevcut veya geçiş dönemindeki tüm kurumlara yüzde otuzdan az olmamak üzere katılımının sağlanması ve eşitliğe ulaşılması.
4. Kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılığın suç haline getirilmesi ve kadınlara yönelik tüm ayrımcı yasaların kaldırılması.
5. Kamusal özgürlüklerin serbest bırakılması, düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması ve nefret söylemi ve ayrımcı söylemle mücadele edilmesi.
6. Kadın haklarını savunan örgütler de dahil olmak üzere sivil toplum örgütleri kurma ve faaliyet gösterme özgürlüğünü garanti altına alan yeni bir yasa çıkarılması.
7. Kadın ve erkekler arasında ücretlerde tam eşitlik sağlanması ve bu ücretlerin fiyat seviyesiyle ilişkilendirilmesi.
8. Kadınların dışlanmamasını sağlamak, kadın grupları tarafından kadınların aktif katılımının garanti altına alınmasını talep eden feminist gündemi birleştirmeyi gerektirir.
Komünist İşçi Partisi – Yurtdışı Örgütü
Devrimci Eylem Birliği
Devrimci Sol Akım
Amarji – Suriye Demokratik Komiteleri
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/21/suriyenin-baskentinde-ozgurluk-icin-gosteri/
Kapat
Göçmen Mülteci Dayanışma ağı, kaçak maden ocağında ölen ve sonra cansız bedeni patronları tarafından yakılan maden işçisi ...
21 Aralık - Nourtani davasının takipçisiyiz! (Enternasyonal Dayanışma) Devamı21 Aralık - Nourtani davasının takipçisiyiz! (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma ağı, kaçak maden ocağında ölen ve sonra cansız bedeni patronları tarafından yakılan maden işçisi Nourtani için adliye önünde açıklama yaptı.
Göçmen Mülteci Dayanışma ağı, Zonguldak’ta 9 Kasım 2023 tarihinde kaçak maden ocağında ölen ve hastaneye götürmek yerine ocak sahipleri tarafından cansız bedeni yakılan Afganistanlı işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek 4’üncü duruşması öncesi Adliye önünde basın toplantısı düzenledi. Açıklamayı Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı adına Başak Kocadost okudu.
Kocadost, göçmen işçilerin patronlar tarafından “harcanabilir işçi” olarak görülmesinin ağır sonuçlarının yaşandığını söyledi.
“Hiçbir resmiyeti ve iş güvenliği olmayan kaçak ocaklarda çalışmak zorunda kalan kimliksiz göçmen durumundaki çoğu Afganistanlı işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden yoksun, emek-yoğun ve insanlık dışı koşullarda madenlerde çalıştırılmakta, bunun sonucu olarak da iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmektedirler. Bu durumun en acı örneklerinden biri de, Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalıştırılan Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin, 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından yakılarak yok edilmek istenmesidir” dedi.
Kocadost, “Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu, ölüme mahkûm bir yaşam dayatılan ve katledilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.
Nourtani’nin avukatı Kerim Bahadır Şeker açıklama yaptı
Davanın dördüncü duruşması dün yapıldı. Duruşma, 19 Şubat 2025’e erteledi.
Duruşma çıkışı açıklama yapan Nourtani ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker, “Mahkeme 10 farklı talebimizin teker teker reddine karar verdi, bütün talepler yok sayıldı. Taraflı bir tutum sergilendi.
Duruşma sırasında hem adliyenin içinde hem duruşma salonunda bazı sanık yakınları tarafından diğer sanıklar tehdit altına alındı. Bizim ifadelerimizin devamlı bölünmesine istinaden verilen arada sanık yakınları tarafımıza saldırı girişiminde bulundu. Hem hakaret hem tehdit hem de kasten yaralama noktasında bizatihi tespit edilerek suç duyurusu hakkımızı saklı tutuyoruz.
Bu davada bedeli ne olursa olsun, masum bir canın, masum bir işçinin yakılarak öldürülmesinin sonuna kadar adalet önünde, öngörülen ceza neyse ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına kadar takipçisi olacağız” dedi.
Ne olmuştu?
10 Kasım 2023'te 3 çocuk babası Afganistan uyruklu Vezir Mohammad Nourtani'ye ait olduğu belirlenen bir ceset bulundu. Otopside Nourtani'nin 9 Kasım'da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi. Nourtani'nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş (46), Enver Gideroğlu (34) ve Körnöş'ün kuzeni Ahmet Aydın (52) tutuklandı. Ocak çalışanları S.K. (28), E.D. (22) ve kömür ticareti yapan A.Ç. (46) adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Olaya ilişkin hazırlanan iddianamede, Afgan madencinin kaçak ocakta vagon arasına sıkışıp iş kazası geçirdiği, ocak sahiplerinin de 'Olay ortaya çıkarsa ocak kapanır' korkusuyla hareket ettikleri ifade edildi. 'İştirak halinde kasten öldürme' suçundan müebbet hapis cezası istemiyle açılan, 3'ü tutuklu 6 sanığın yargılandığı dava, Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam etti.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/21/nourtani-davasinin-takipcisiyiz/
KapatSığınmacı Hakları Platformu, Suriyelilerin geri dönüşüyle ilgili MAZLUMDER Genel Merkezi’nde, “Geçiş ...
21 Aralık - Sığınmacı Hakları Platformu: “Suriyelilerin geri dönüşü planlı ve uzun vadeli ele alınmalıdır (Enternasyonal Dayanışma) Devamı21 Aralık - Sığınmacı Hakları Platformu: “Suriyelilerin geri dönüşü planlı ve uzun vadeli ele alınmalıdır (Enternasyonal Dayanışma)
Sığınmacı Hakları Platformu, Suriyelilerin geri dönüşüyle ilgili MAZLUMDER Genel Merkezi’nde, “Geçiş sürecinde Suriye’deki durum ve Türkiye’deki Suriyelilerle ilgili atılması gereken adımlar” başlıklı basın açıklaması düzenledi.
Açıklama, Türkçe ve Arapça olarak yapıldı. Türkçe metni Yıldız Önen, Arapça metni Taha Elgazi okudu. Basın toplantısına, Mazlumder Genel Başkan yardımcısı Ali Öner ve akademisyen Prof. Dr. Bekir Berat Özipek de katıldı.
Basın açıklamasında şu hususlar öne çıkarıldı:
“Suriye’ye geri dönmek isteyenler için sistemli ve planlı geri dönüş programı oluşturulmalıdır. Bu süreç hızlı değil, bir düzen içinde ve uzun vadeli bir şekilde yürütülmelidir. Devlet, toplumu doğru yönde bilgilendirmelidir. Toplumun bir kesiminde göçmenlerin kısa sürede geri dönecekleri şeklinde bir beklenti oluşturacak yayınlara itibar edilmemesi sağlanmalıdır.”
Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Yıldız Önen tarafından okunan açıklama şöyle:
“Baas rejiminin sonu milyonlarca Suriyeli için heyecan verici bir tarihi anı ve Suriye’de karanlık bir geçmişin ardından oluşturulmaya çalışılan yeni ve insani bir düzene dair ümitleri ifade ediyor. Bu tarihi dönemeç, gerek Suriye’deki yeni kuruluş süreci, gerekse de Türkiye’deki Suriyeli göçmenler açısından özenle yürütülmesi gereken hassas bir geçiş politikasına ihtiyaç gösteriyor.
Göçün başlangıcında Türkiye hazırlıksız yakalanmıştı. Geçen 13 yılda ise birçok hata yapılmıştı. Bu kez hataların tekrarlanmaması için yeni duruma serinkanlı ve basiretli biçimde yaklaşmak gerekiyor.
Suriyelilerin onları katleden diktatöre teslim edilmesini isteyen siyasiler, Suriye’yi normalleşmiş gibi gösteriyor
Açıkça görülüyor ki, Türkiye’de ayrımcı ve ırkçı çevreler eski tutumlarını bu yeni durumda da aynı şekilde sürdürüyor. Yıllardır Suriyelilerin onları katleden diktatöre teslim edilmesini isteyen ve siyasi bakımdan bunun propagandasını yapan bazı siyasiler, bugün de sanki Suriye’de her şeyi bir anda normalleşmiş gibi göstererek ‘Suriyeliler gitsin’ propagandasına devam ediyorlar. Mültecileri tedirgin eden ve sosyal uyuma zarar veren bu tür söylemlerle Türkiye’de siyasi karar vericiler üzerinde baskı yaparak, onlara bu kritik geçiş sürecinde yanlış uygulamalar yaptırmaya çalışıyorlar.
Yeni dönemde hata yapmamak için öncelikle bu tür ayrımcı telkin ve propagandalara kapılmadan hareket etmek, meseleye hak temelli, evrensel tecrübeden haberdar ve Türkiye’nin bölge haklarıyla ilişkilerini de göz önüne alan geniş bir perspektiften bakmak ve bir yol haritası oluşturup, toplumu her aşamada bilgilendirerek onu uygulamak gerek.
Yıllardır Türkiye’de olan, burada bir hayat kuran, çalışan göçmenler toplumumuzun bir parçasıdır ve bu gerçeklikten hareket edilmelidir. Özellikle burada doğan ve büyüyen çocuklar ve aileleri açısından vatandaşlık için süreçler belirlenmeli ve uygun koşulları sağlayanlara vatandaşlık verilmelidir.
Suriye’ye dönmek isteyenler için planlı geri dönüş programı oluşturulmalı
Türkiye’deki Suriyelilerin yaşam koşulları iyileştirilmeli, onlara yönelik ikamet ve seyahat kısıtlamaları tamamen kaldırılmalı ve çalışma izni verilmelidir. Haklarında yasanın saydığı sebeplerle sınır dışı etme işlemi tesis edilmiş kişiler bakımından ise geri gönderme merkezleri ve geçici barınma merkezlerinin şartları iyileştirilmelidir.
Suriye’ye geri dönmek isteyenler için sistemli ve planlı geri dönüş programı oluşturulmalıdır. Bu süreç hızlı değil, bir düzen içinde ve uzun vadeli bir şekilde yürütülmelidir. Bu noktada devlet, toplumu doğru yönde bilgilendirmeli, Suriye’de henüz güvenlik, altyapı, sağlık ve eğitim sisteminin tamamen kurulmadığı, dolayısıyla toplumun bir kesiminde göçmenlerin kısa sürede geri dönecekleri şeklinde bir beklenti oluşturacak yayınlara itibar edilmemesi sağlanmalıdır.
Can güvenliği hâlâ tam olarak sağlanmış değil
Suriye’de dikta rejimi devrildi ama mültecilerin geri dönüşü için BM kriterleri çerçevesinde geri dönüşün gerektirdiği temel insani şartlar henüz sağlanmış değil. Silahlı grupların otoritesinden devlet otoritesine geçiş ve hukukun temel ilkelerine uygun bir sosyo-politik ortamın tesisi de bir anda gerçekleşmeyecek.
Suriye’de can güvenliği hâlâ tam olarak sağlanmış değil. Sivillerin yaşam alanlarındaki 13 yıllık iç savaş sonrasında patlamamış mayınların, infilak etmemiş bombaların temizlenmesi, insanların yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerin, işyerlerinin onarımı veya başkaları tarafından el koyulan evlerin sahiplerine devri gibi sorunlar çözüm bekliyor.
Gönüllülük, güvenlik, sürdürülebilirlik
Bu bakımdan Suriyeli göçmenlerin gönüllü geri dönüşlerinde, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilan edilen mültecilerin geri dönüşü ile ilgili kriterler dikkate alınmalıdır. BM’ye bağlı Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), geri dönüş programlarında gözetilmesi gereken üç ilke ortaya koymuştur: Bu ilkelerin ilki gönüllülük, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise sürdürülebilirliktir. Bu ilkeler incelendiğinde, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için koşulların henüz olgunlaşmadığı ortadadır.
Geri dönüşün gönüllü bir şekilde, yani hiçbir maddi/manevi baskıya maruz kalmadan mültecilerin kendilerinin alacakları bir karar ile gerçekleşmiş olması gerekmektedir. BMMYK’ya göre sağlanması gereken bir başka şart, geri dönüşlerin güvenli olmasıdır. Mültecilerin döndükleri ülkede güvenli bir yaşam sürdürebilmeleri, çok temel bir geri dönüş ilkesidir. Geri dönüşün sürdürülebilir olması, yani anavatanlarına dönen mültecilere kalıcı bir şekilde yaşamlarını sürebilecekleri şartların sağlanmış olması gerekir. Suriye’deki koşullar BM’nin geri dönüş ilkelerine henüz uygun değildir.
Gidip mevcut durumu değerlendirmeleri sağlanmalı
Geçici koruma statüsüne sahip kişilerin evini barkını, yakınlarını bulmak için oraya gitmek istediklerinde bir kez giderlerse bir daha dönemeyecekleri yönündeki uygulama, yaşanan gelişmeler ışığında hızlıca değiştirilmelidir.
Suriyeli göçmenlerin ‘gönüllü geri dönmüş sayılma’ kaygısı taşımadan ülkelerine giderek mevcut durumu değerlendirmeleri sağlanmalıdır. Bu uygulama, sanılanın aksine, kişilerin geri dönecekleri koşulları sağlamasını, dolasıyla gönüllü geri dönüşleri artıracaktır.
Sığınmacı Hakları Platformu olarak diyoruz ki, sığınma hakkı bir gün herkesin ihtiyaç duyabileceği evrensel bir haktır. Bu çerçevede bütün sığınmacılar için kapılarımız daima açık olmalıdır. Bugün burada bulunanlara da, yarın ihtiyaç duyduğu için gelecek olanlara da.”
Kapat
Geri dönenler arasında Türkiye’ye kaçak yollardan gelmek isteyenler varmış
Suriye’de olan bitenlere Türkiye’de yaşayan ...
21 Aralık - Suriyelilere Gönüllü Geri Dönüş belgesini imzalatmak işe yarıyor mu? – Candan Yıldız (T24) Devamı21 Aralık - Suriyelilere Gönüllü Geri Dönüş belgesini imzalatmak işe yarıyor mu? – Candan Yıldız (T24)
Geri dönenler arasında Türkiye’ye kaçak yollardan gelmek isteyenler varmış
Suriye’de olan bitenlere Türkiye’de yaşayan Suriyeliler nasıl bakıyor?
Esad rejiminin sona erdiği 8 Aralık’tan bu yana Türkiye’de ‘geçici koruma’ statüsü altındaki Suriyelilerden ülkelerine dönenlerin sayısı sınırlı kaldı. İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre 9-13 Aralık tarihleri arasında 7 bin 621 Suriyeli dönüş yaptı.
Muhalefet ve iktidarın siyaset malzemesi olan Suriyelilerin hemen dönmesi imkânsız gibi görünüyor.
Çünkü;
Her şey belirsiz, gidecekleri bir evleri olmayan milyonlar var. Ve tabii ki en büyük korku Suriye yeniden bir devlet olabilecek mi, farklılıkları kapsayan bir yönetim kurulabilecek mi?
Türkiye’deki Suriyelilerin ruh haline biraz odaklanalım.
İstanbul’da Mazlumder’de Sığınmacı Hakları Platformu bir açıklama yaptı. Açıklamaya Suriyeliler de katıldı.
Açıklamada şu denildi:
“Suriye’de can güvenliği hâlâ tam olarak sağlanmış değil. Sivillerin yaşam alanlarındaki 13 yıllık iç savaş sonrasında patlamamış mayınların, infilak etmemiş bombaların temizlenmesi, insanların yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerin, işyerlerinin onarımı veya başkaları tarafından el koyulan evlerin sahiplerine devri gibi sorunlar çözüm bekliyor.”
Bir de bir kuşak Türkiye’de doğdu. Arapça bilmiyor ya da buraya geldiklerinde çocuktular ve Türkiye’de büyüdüler. Suriye onlar için yabancı bir memleket. Onların dönmesi daha zor olabilir. Bunların vatandaşlık hakkı konuşulmalı.
Güvenlik meselesinin altını da çizmek gerekiyor. Zira çok geniş çerçevelenmesi gereken bir kavram. Eğitim, sağlık, temiz su, alt yapı, elektrik, iş… Bunlar da güvenlikli bir yaşamın parçaları.
Bunun yanı sıra öyle bir coğrafya ki, devletin boşluğunu silahlanmış insanlar doldurmuş. Milisleşmiş bir toplumdan söz ediyoruz. Farklı silahlı gruplar var. Ortada bir devlet olmadığı için bu silahlar nasıl toplanacak, insanlar rıza gösterecek mi, zor soru.
Diğer yandan Sığınması Hakları Platformu önemli bir konuya da dikkat çekiyor. Geri dönüşlerde “Gönüllü dönüş” belgesi imzalatıldığı için insanlar bir daha dönemeyecekleri korkusuyla da gitmiyor.
Platform bu konuyla ilgili “Geçici koruma statüsüne sahip kişilerin evini barkını, yakınlarını bulmak için oraya gitmek istediklerinde bir kez giderlerse bir daha dönemeyecekleri yönündeki uygulama, yaşanan gelişmeler ışığında hızlıca değiştirilmelidir. Suriyeli göçmenlerin “gönüllü geri dönmüş sayılma” kaygısı taşımadan ülkelerine giderek mevcut durumu değerlendirmeleri sağlanmalıdır. Bu uygulama, sanılanın aksine, kişilerin geri dönecekleri koşulları sağlaması dolasıyla gönüllü geri dönüşleri de artıracaktır” dedi.
Ülkesine dönenlerin çoğunluğunu genç erkeklerin oluşturduğunu söyleyen Platform temsilcileri, geri dönenler arasında kendilerini arayıp “Kaçak yollardan yeniden Türkiye’ye dönmek istediklerini” söyleyenlerin olduğunu ifade etti.
Basın toplantısına Suriyeliler de katıldı. Soru sorduklarımın hemen hepsi HTŞ yönetimine şans tanıyor. Değiştiklerini düşünüyor. Ya da şöyle ifade etmem daha doğru olabilir: HTŞ’ye kredi açmışlar.
Barınma büyük sorun dediler. İdlip’de, Azez’de, Cerablus’ta, Afrin’de hâlâ çadılarda yaşayan on binlerce insanın olduğunu söylediler.
Türkiye’den Suriye’ye giden medyanın yıkılmış mahalleleri kentleri göstermediklerinden yakındılar. Çok noktada çatışmaların sürdüğünü, İsrail bombalamaların devam ettiğini aktardılar
Sığınmacı Hakları Platformu’ndan Taha el Gazi durumu şöyle özetledi, ki Suriye toplumuyla iç içe olan bir isimden söz ediyorum.
“Suriye’de herkesin elinde silah var. Silahlar halkın elinden toplanmazsa, Savunma Bakanlığı’nın gücü olmazsa en küçük komşu kavgasında bile insanlar birbirine çekecekler. Mesela çocuklarımız üniversiteden mezun oldu, hangi ülke bizim çocuklarımızın mezuniyetini kabul edecek. Esad rejimi düşmeden önce işsizlik oranı yüzde 64’tü. Şimdi Avrupa diyor ki, göndereceğiz, gönderdiklerinde işsizlik oranı daha da artacak ve şiddet olayları artacak. Burada çalışanlar düşük ücretlere çalışıyorlar. Birikmiş paraları mı var ki yıkılan evlerini yaptırsınlar. Bu nedenle BM ve uluslararası kurumlar yeniden inşa için devreye girmeliler.”
Suriye toplumu var mı o da artık meçhul…
Savaşta kadın bedenine yönelik suçların bir benzerini yaşayan kadınlara aileleri sahip çıkmıyormuş. Örneğin Esad rejiminin simgesi Sednaya cezaevinde tecavüze uğrayan kadın ve onların çocuklarını aileleri kabul etmiyormuş. Kadınları suçlu görüyorlar!
Platforum, 26 ve 36 yaşlarında iki kadına ulaştıklarını, bu durumdaki kadın ve çocukların Türkiye’ye getirilip koruma altına alınması gerektiğini söyledi.
“Kim gelirse gelsin Esad’dan daha kötü olamaz” yaygın bir duygu ama bu yeterli mi? HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerde neler oluyor? Alevilere yönelik saldırı ihtimali var mı?
Yarın da bu sorulara verilen yanıtları köşeme taşıyacağım.
Kapat
Suriyeliler, geri dönüş konusunda, sosyal medyadaki iddiaların aksine daha temkinli. Suriye’nin içinde bulunduğu yönetim boşluğu ve ...
21 Aralık - Taha Elgazi: “Son 2 haftada sadece 8 bin Suriyeli gitti! Asıl geri dönüş, okulların kapanmasından sonra” – Ercan Deniz (Samimi Haber) Devamı21 Aralık - Taha Elgazi: “Son 2 haftada sadece 8 bin Suriyeli gitti! Asıl geri dönüş, okulların kapanmasından sonra” – Ercan Deniz (Samimi Haber)
Suriyeliler, geri dönüş konusunda, sosyal medyadaki iddiaların aksine daha temkinli. Suriye’nin içinde bulunduğu yönetim boşluğu ve güvenlik, alt yapı gibi sorunlar Suriyelileri ‘izle-gör’ stratejisine yöneltmiş gibi.
Samimi Haber’e konuşan Sığınmacı Hakları Platformu sözcüsü Taha Elgazi son 2 haftada 8 bin Suriyelinin ülkelerine geri döndüğünü belirtti. Özellikle çocukları Türkiye’de eğitim gören Suriyelileri hatırlatan Elgazi, Temmuz ayından itibaren birçok ailenin geri dönebileceğini ifade etti.
“TEKRAR TÜRKİYE’YE DÖNEBİLİR MİYİZ?”
Ülkedeki sorunlara dikkat çeken Elgazi, geri dönen birçok Suriyelinin de mevcut sorunlar nedeniyle Türkiye’ye yeniden gelmenin yolunu aradığını açıkladı. Elgazi şunları söyledi:
"Temmuz ayında bence çoğu döner. Ama bu dönmek için de bir izin sistemi olması gerekiyor. Çünkü son 2 hafta içerisinde dönen Suriyeli aileler oldu. O aileler de döndükten sonra bizi arıyorlar. ‘Evimiz yok, yıkık her şey. Tekrar Türkiye'ye dönebilir miyiz?’ diyorlar. Bu çok önemli. Yıllardır Göç Başkanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın, hükümetin ortada hakiki bir politikası olmaması nedeniyle göç konusunu yanlış bir şekilde yönettik. Şimdi eğer insanları yanlış bir şekilde gönderirsek, toplu bir şekilde insanların bir kısmı tekrar Türkiye'ye dönecek. Çünkü ailenin orada herhangi bir evi yok, ne altyapı sistemi, ne eğitim sistemi, ne sağlık sistemi var. Onun orada yaşaması mümkün değil. Biz şunu istiyoruz ki hükümetler, ‘insanları sınırımızdan dışarı gönderelim, ona ne olursa olsun’ demesinler. Bu insanlık değil.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada kimsenin kovulmayacağını belirterek; “Kalanların başımızın üstünde yeri var” dedi. Peki Türkiye’nin sığınmacı politikası şu an ne durumda? Elgazi bu sorumuza verdiği cevapta, geçen sene 200 bin Suriyelinin geçici koruma kimliklerinin iptal edildiğini açıkladı:
“İKTİDAR DA, MUHALEFET DE SIĞINMACI KONUSUNU KULLANIYOR”
“Cumhurbaşkanı’nın söylemleri biraz ortalığı sakinleştirdi. Ama yılların tecrübesi siyasetçilerin ağzına, diline gelen söze inanmamamız gerekiyor. Çünkü yıllardır ensar, muhacir kelimesini kullanan, yıllardır kardeşimiz diyen iktidar olsun, muhalefet olsun, bizi siyaset meydanında kullandılar. İktidar Suriyeli sığınmacı dosyasını dış politikada AB’ye karşı olarak kullandı ve hâlâ kullanıyor. Muhalefet de ne yazık ki maalesef Suriyeli sığınmacı dosyasını iktidara karşı iç siyaset meydanında kullanıyor”.
“200 BİN SURİYELİ’NİN GEÇİCİ KORUMA KİMLİĞİ İPTAL OLDU”
“Biz yarın öbür gün, Suriyeli sığınmacı toplumunun bir kısmının geçici koruma kimliğinin iptal olmasından korkuyoruz. Bu da oldu. Mesela geçen sene yaklaşık 200 bin Suriyeli sığınmacının geçici koruma kimliği iptal oldu. Göç Başkanlığı yetkilileri ‘bir sistem hatası nedeniyle oldu’ dediler. Geçen haftadan itibaren İstanbul, Gaziantep, İzmir, Ankara ve Urfa'daki Suriyeli sığınmacı ailelerin bir kısmı aile hekimi merkezine giderken oradaki sağlık hizmetleri durduruldu, kayıtları silindi. Sorduk, ‘artık kaydı silinen aileler göçmen sağlık merkezine gitmesi gerekiyor’ dediler”.
“Şimdi bunlar ne gösteriyor? Demek ki önümüzdeki süreçte, Suriyeli sığınmacı toplumun üzerine bir baskı olabilir. Bir yandan geçici koruma kimliğinin adres kaydı bahanesiyle iptal edilmesi, bir yandan aile sağlık hekiminin iptal edilmesi. Bunları zaten biz görüyoruz”.
SADECE İSRAİL DEĞİL Kİ
Tam Suriye’de Esad rejimi devrildi derken şimdi de İsrail tehlikelisi baş gösterdi. Şam’a doğru ilerleyişini sürdüren İsrail’in nerede duracağı merak ediliyor. Elgazi, İsrail’in bu fırsatçılığının Suriyeliler’e etkisini; “Suriye'de bir güvenli ortam mevcut değil. Çünkü sadece İsrail'in şu an ihlal ettiği topraklar değil, günlerdir bombaladığı yerler değil. Şu an İsrail güçleri tam Şam'ın kırsalına kadar ulaştılar. Şu an Deyrizor bölgesinde hâlâ Amerikan askerleri var. Şu an Münbiç ve Kobani bölgesinde Özgür Suriye Ordusu ve YPG arasında çatışmalar yaşanıyor. Aynı zamanda Suriye'nin güney bölgesinde Fransa İngiliz askeri noktaları var. Yani şu an Suriye'nin coğrafyasında hâlâ çatışmalar devam ediyor. Bu da insanlar da bir korku yaratıyor. Esed Rejiminin düşmesi ülkenin kurtarılması, ülkenin yeniden bir bahara girmesi sayılır. Ama hâlâ daha maalesef bombalama ve aynı zamanda güvensizlik ortamı devam ediyor” şeklinde değerlendirdi.
İKİ BÜYÜK TEHLİKE
Elgazi, Suriye’yi bekleyen iki büyük riski ve yapılması gerekenleri ise şu sözlerle anlattı:
"14 yıl sonra Suriye'nin kendi halkının içerisinde kendi bölgeleri içerisinde çoğu bölgelerde her ailenin yanında bir silah oldu. Bu silahlaşma noktası da korkunç aslında. Halkın elindeki silahların bir noktada Savunma Bakanlığı bünyesinde toplanması gerekir. O çok önemli”.
“Adalet sistemi de çok önemli. Esed rejiminin düşmesini ben bir insan hakları savunucusu olarak görmüyorum. Çünkü Esed rejimi düşmedi. Beşar Esed kaçtı Esed rejimi döneminde ve bünyesinde görev yapan çoğu yetkililer hakkında soruşturma açılmadı. Bize gelen bilgilere istinaden halkımızın bir kısmı, cezaevinde hayatını kaybeden çocukların ya da gençlerin aileleri, 'eğer burada adalet sistemi kurulmazsa ve bunları mahkemeye vermezse biz hakkımızı kendi elimizle alırız’ diyor”.
Bu ortam iç savaş dönemine tekrardan getiriyor. Bu nedeniyle ben şunu görüyorum ve şuna da çok önem veriyorum. Yeni Suriye için iki nokta gerekiyor: Bir adalet sisteminin kurulması; cani kişilerin mahkemeye verilmesi. Sadece Esed rejimi tarafından değil, bütün gruplar tarafında kim cinayet yaptıysa, kim bir insan hakkı ihlali yapsa onu mahkemeye vermeniz gerekiyor”.
“PKK/PYD YENİ SURİYE HÜKÜMETİNE KATILACAK”
Elgazi Suriye'nin kuzeyinde Fırat'ın doğusunda kendi öz yönetimini oluşturan PKK/PYD ile ilgili de; “Suriye’de son gelişmelere istinaden Suriye'nin kuzeyinde ayrı bir yönetim kurulması mümkün değil. Son analize göre büyük ihtimal PYD yeni Suriye hükümeti içerisinde ve ordu içerisinde yer alacak. O bölge sonunda Suriye'nin genel ortamında olacak” şeklinde öngörüde bulundu.
SURİYE YENİ AFGANİSTAN OLUR MU?
Geçmişte terör örgütü El Kaide ile ilişkileri olan ve radikal fikirleriyle bilinen HTŞ Suriye’ye demokrasi getirebilir mi? Elgazi bu soruya şu şekilde cevap verdi:
“Colani bir açıklama yaptı. ‘Suriye yeni Afganistan olmayacak’ dedi. Hatta kendisi ‘biz HTŞ olarak kendimizi artık hallediyoruz’ dedi. Radikallik konusundan da yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Demokrasiyi ben yakın zamanda görmüyorum. Yani en azından bir yıl sonra demokrasi ortamı inşa edilebilir. Ama demokrasi ortamı inşa edilmek için şu da gerekiyor: ne kadar bugün HTŞ radikal bir grup olsa da sonunda yeni Suriye'nin devletini inşa etmesi için herkesin yeri olması gerekiyor. Dışarıdan Türkiye'den Avrupa'dan ‘biz HTŞ'ye karşıyız, HTŞ radikal bir partidir. Biz bunları istemiyoruz’ dememizle böyle bir devlet inşa edilmez. Sen Suriyeli isen, sen vatan için, ülke için, demokrasi için mücadele ediyorsan, gel sahaya in, siyaset alanında yer al.
Bizim de dönmemiz yakın. Çünkü sonunda ne kadar olsa da kendi ülkemiz kendi vatanımız. Biz bugün elimizi çekersek o zaman bizim devrimciliğimiz nerede kalır? Yıllardır Esed’e karşı verdiğimiz mücadele nerede kalır? O zaman bizim vatan sevgimiz nerede kalır?
Şu dönemde şartı münasip olup da Suriye'ye dönmeyen insanlar varsa ülkemizi ona buna, dış güçlere bırakmamamız gerekiyor.”
SURİYE’DE DOĞMAYAN SURİYELİ ÇOCUKLAR
Suriyelilerle ilgili merak edilen bir başka konu da Suriye dışındaki ülkelerde doğan Suriyelilerin durumu. Sadece Türkiye’de 900 binden fazla çocuk doğdu. Vatandaşlıkları olmayan bu çocuklar anavatanlarına dönebilecek mi? Elgazi bu konuda BM kriterlerini işaret etti:
“Bu aslında tartışılan bir konu. Birleşmiş Milletler çatısı altında bu durumu Filistinli kardeşimiz yaşadı. 1948’den sonra başka ülkelere göç ettiler. O ülkelerde doğdular. Şu an Suriyeli çocukların sayısı 1 milyon 100 bini aştı. En büyük sorun şu an bunların Suriye vatandaşı olmaması.
Bence yeni devletin büyükelçileri göreve başladıktan sonra bu vatandaşlık konusu çok önemli. Burada verilen doğum belgesi üzerinden onlara Suriye vatandaşlığı verilebilir. Suriye vatandaşlığı almak istemiyorsa kendi hakkıdır. Ama istemek konusu bence çok önemli.
İki fikir çok önemli. Esed rejimi düşmeden önce bazı siyasetçilerimiz buradaki Suriyeli gençlerimizi vatan haini, devletinde askerlik yapmayan gençler olarak görüyorlardı. Resmen Esed’e destek olan siyasetçiler diyebiliriz. Şimdi Esed rejimi düştükten sonra Suriye halkını tebrik ediyorlar ve ‘Esed rejim düştü, artık gitmeniz yaklaştı’ diyorlar.
İkincisi medyada yayınlanan, medyada yer alan, Şam'ın ve Halep’in merkezinden yıkık olmayan yerlerden bu gösterilen görseller Suriye’nin gerçek yüzü değil. Suriye'nin gerçek ve acı yüzü şu an Suriye’nin yüzde 60’ı yerle bir. İnsanları gönderin ama onurlu bir şekilde sevgiyle muhabbetle. 14 yıl Türkiye'de bulunan Suriyeli sığınmacılara son dönemde ne yazık ki maalesef ayrımcılık ırkçılık oranı arttı. Suriye’nin yeniden inşa edilmesi aslında sadece Suriye için değil Türkiye için de çok önemli. Suriye'nin yeniden inşa edilmesi için bir kardeş ülke olmak gerekir, düşman ülke değil. Bu çok önemli. Eğer şimdi insanları zorla gönderirsek, baskı yaparsak, insanların yıllardır burada yaşadığı dönemleri bu yanlış hata üzerinden Türkiye'ye karşı bir duyguları olabilir. Bu da bizi şu noktaya taşımıyor: ‘Bunları biz burada ağırladık, besledik. Bak bunlar nankörler’. Arap düşmanlığı var çünkü.
İnsanlarımız yıllar sonra sevgiyle, kardeşlikle evine dönecek. Kimse toprağını vatanını ülkesini terk etmez. Ama şu an durumlar müsait değil. Siyasetçilerimize şu sözü söylemek istiyoruz: Yeni Suriye, Türkiye için de çok önemli.”
Kapat
Suriye Devrimi’nin başından beri ezgileriyle bilinen ve Suriye halkı için devrimin önemli destekçilerinden biri olan sanatçı Haitham ...
21 Aralık - Göçmenlerle Kardeşiz: “Haitham Alhalabi deport edilmesin” Devamı21 Aralık - Göçmenlerle Kardeşiz: “Haitham Alhalabi deport edilmesin”
Suriye Devrimi’nin başından beri ezgileriyle bilinen ve Suriye halkı için devrimin önemli destekçilerinden biri olan sanatçı Haitham Alhalabi, geçen perşembe günü (19.12.2024) sabahı bir şahısla benzerliği şüphesi üzerine terör örgütüne mensupluk nedeniyle, İstanbul'da yaşadığı evinden alıkonulmuştur.
İfadesi alındıktan sonra, yabancı uyruklu olmasından dolayı serbest bırakılmak yerine Arnavutköy GGM'ne sevk edilmiştir. Üzerine baskı uygulama tehdidiyle gönüllü geri dönüş formu imzalatılmıştır.
Üç çocuk babası olan Alhalabi, 2015'te devrik Esad rejiminin zindanlarından çıkmayı başarmış ve Türkiye'ye sığınmıştır. Kendisi, yaşlı ve hasta babasına, kız kardeşi ve yetim kalan çocuklarına bakıyor ve onların masraflarını üstlenmekteydi.
Haitham'ın deport edilmesi durumunda geride kalan ailesi çok ciddi sıkıntı yaşayacak. Derhal bu hukuksuzluktan geri dönülmesini talep ediyoruz.
https://x.com/gocmenlerle/status/1870507913791635724?t=Saa3Ys8xj39LOrEoEEIiJA&s=19
Kapat
Eva Prodüksiyon’da Elif Akgül’ün hazırlayıp sunduğu Adalet Defteri programının konuşuğu Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve ...
20 Aralık - Yıldız Önen ile Esad sonrası Türkiye’deki Suriyelilerin durumu üzerine söyleşi Devamı20 Aralık - Yıldız Önen ile Esad sonrası Türkiye’deki Suriyelilerin durumu üzerine söyleşi
Eva Prodüksiyon’da Elif Akgül’ün hazırlayıp sunduğu Adalet Defteri programının konuşuğu Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen idi.
Göçmenlerle ilgili söyleşiyi izlemek için:
https://x.com/ProduksiyonEva/status/1869442504556199982
https://www.youtube.com/watch?v=gL8nm0pUAUo
KapatZonguldak’ta, ruhsatsız maden ocağında çalışan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin cesedinin ormanda yakılmış halde bulunmasına ...
20 Aralık - Mohammad Nourtani cinayeti davasında yeni bilirkişi raporu (Enternasyonal Dayanışma) Devamı20 Aralık - Mohammad Nourtani cinayeti davasında yeni bilirkişi raporu (Enternasyonal Dayanışma)
Zonguldak’ta, ruhsatsız maden ocağında çalışan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin cesedinin ormanda yakılmış halde bulunmasına ilişkin yeni bilirkişi raporu hazırlandı.
1. Ağır Ceza Mahkemesinin, bilimsel mütalaadaki iddialarla dosyanın tamamını kapsayacak şekilde yeniden rapor alınması talebi üzerine Adli Tıp Kurumunca hazırlanan 20 sayfalık rapor dava dosyasına girdi.
Raporda; Nourtani’nin zehirlenerek öldüğüne dair tıbbi delillerin bulunmadığı belirtilirken, bacağındaki kemik deformasyonlarının yanığa bağlı oluştuğu tespit edildi.
Ayrıca otopsisinde göğüs, batın ve diz seviyesine kadar kömürleşme derecesinde yanık olduğundan iç organlarda, kemiklerde kayıplar olduğu, göğüs ve batın içi organlarda inceleme yapılamadığı kaydedildi.
Raporda, “Kişinin mevcut verilerle kesin ölüm nedeni ve mekanizmasının bilinemediği, ölüm sonrası yakılmış olduğu, ölüm zamanının 9 Kasım 2023 tarihiyle uyumlu olduğu, olay sonrası gecikmeden 112 Acil Servisinin çağrılması veya hastaneye götürülerek uygun tedavi başlanması durumunda kurtulma ihtimalinin olup olmadığının bilinemediği oy birliğiyle mütalaa olunur” ifadesine yer verildi.
Nourtani’nin cesedinin ormanda yakılmış halde bulunmasına ilişkin 3’ü tutuklu 6 sanığın yargılanmasına bugün devam edilecek.
Adli Tıp Kurumu’nun otopsi raporuna göre Nourtani’nin iç organları yanmıştı ve sol böbreği yoktu. Böbreğin alınıp alınmadığı bilinmiyor. Ancak Nourtani’nin eşi Qamer Gül Meliki’nin ifadesine göre patronlardan Enver G. olaydan bir süre önce Nourtani’ye 20 bin dolara böbreğini satmasını teklif etti.
KapatGabonlu 17 yaşındaki Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga’nın ölümüne ilişkin görülen davada karar açıklandı.
Davanın ...
18 Aralık - Dina cinayeti davası: Dosyadaki tek sanık beraat etti (Enternasyonal Dayanışma) Devamı18 Aralık - Dina cinayeti davası: Dosyadaki tek sanık beraat etti (Enternasyonal Dayanışma)
Gabonlu 17 yaşındaki Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga’nın ölümüne ilişkin görülen davada karar açıklandı.
Davanın yedinci duruşması, bugün Karabük 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Dina, Karabük’te şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş, cansız bedeni 26 Mart 2023’te Filyos Çayı’nda bulunmuştu.
Dina’nın ailesinin avukatları, ‘Can havliyle aracına sığındığı Dursun Acar’ın Dina’yı cinsel istismara maruz bıraktığını’ savundu.
Sanık avukatları ise söz konusu iddiaları reddederek, Dina’nın sağlıklı bir karar veremediğini ve bu yüzden ‘intihar’ etmiş olabileceğini ileri sürdü.
Savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, sanık Acar’ın ‘nitelikli şekilde kasten öldürme’ ve ‘cinsel istismar’ suçunu işlediğine dair yeterli delil olmadığını açıklayarak beraatine ve tahliyesine karar verdi.
Mütalaadan
Savcılık esas hakkındaki mütalaasında “…maktulün bir anda aracın kapısını açarak koşar vaziyette orta refüjde bulunan tellerden atladığı ve karşı şeride geçtiği, buradan da yol kenarında bulunan demir korkulukların üzerinden atlayarak kaçmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bu kapsamda tanık Mustafa Yazar’ın beyanından anlaşılacağı üzere maktulenin arabadan inerek sanıktan kurtulmaya çalıştığını, yolun karşısına geçmek üzere koştuğunu gördüğü hususu maktule araç içerisinde cinsel amaçla saldırdığının değerlendirildiği, maktulenin dere yatağına inmesinden sonra, sanığın ilk ifadesinde, yoldan geri dönerek ikametine gittiğini beyan etmesine karşın, daha sonra elde edilen kamera görüntülerinde maktulun indiği yere aracıyla giderek yaklaşık altı yedi dakika boyunca kalması…” gerekçesiyle dosyadaki tek tutuklu sanık Dursun Acar’ın ‘cinsel saldırı’ ve ‘olası kastla öldürme’ suçundan cezalandırılmasını talep etmişti.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/18/dina-cinayeti-davasi-dosyadaki-tek-sanik-beraat-etti/
Kapat
Suriye’deki gelişmelerden sonra mültecilerin geri gönderilmesine yönelik ırkçı tepki artıyor.
CHP Genel Başkanı Özgür ...
18 Aralık - Özgür Özel bir an önce Suriyelileri kovmak istiyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı18 Aralık - Özgür Özel bir an önce Suriyelileri kovmak istiyor (Enternasyonal Dayanışma)
Suriye’deki gelişmelerden sonra mültecilerin geri gönderilmesine yönelik ırkçı tepki artıyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Suriye özel gündemiyle toplantıya çağırdığı Parti Meclisi toplantısında, “Dört önceliğimiz vardır. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, tüm Suriyelileri temsil edecek, insan haklarına saygılı bir rejimin oluşması, komşumuzun istikrar bulması ve orada bulunan askerlerimizin güvenliği. Dördüncü ve en önemli önceliğimiz, Türkiye’deki Suriyelilerin bir an önce güvenle evlerine dönmesidir. Bu dört öncelikli konuda çok hassas, çok soğukkanlı ve çok kararlı olmak gerekiyor” ifadesini kullandı.
Özel’in Suriyeli sığınmacıları hemen gönderme gerekçeleri özetle şöyle:
“Erdoğan kazanmadı, Suriye’de İsrail kazandı”
‘Efendim Suriye’de Erdoğan başardı…’ Erdoğan başarmadı. ‘Erdoğan kazandı.’ Hayır, Erdoğan kazanmadı. Suriye’de İsrail kazandı, ABD kazandı ve Suriye’de bir ara dönem başladı.
Bugün Türkiye’de 810 bin Suriyeli çocuk okuyor okullarda. 150 milyon poliklinik yapıldı. 2 milyon ameliyat gerçekleşti Türkiye’de. Türkiye’de 500 bin hanede Suriyeli oturuyor.
Geçici statü sonlanmalı
Türkiye’de 4 milyonun üzerinde Suriyeli var. Bunların 2 milyon 953 bininin elinde geçici sığınmacı belgesi var. Geçici sığınmacı statüsünün Suriye’deki şartlar da gözetilerek, belli bir takvim dahilinde artık sonlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
200 milyar dolar harcadı Türkiye, 200 milyar dolar kaybetti bu işten. Yani 7 trilyon lira kaybetti, bu çok para.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/18/ozgur-ozel-bir-an-once-suriyelileri-kovmak-istiyor/
Kapat
18 Aralık Uluslararası Göçmenler Gününde, Dilek Odabaş sordu; Siyaset Bilimci Dr. Ayşe Kaşıkırık, Sığınmacı Hakları Platformu ...
18 Aralık - İktidarın göç politikası nasıl sonuçlar yaratıyor, Türkiye’de göçmenler neler yaşıyor (İlke TV) Devamı18 Aralık - İktidarın göç politikası nasıl sonuçlar yaratıyor, Türkiye’de göçmenler neler yaşıyor (İlke TV)
18 Aralık Uluslararası Göçmenler Gününde, Dilek Odabaş sordu; Siyaset Bilimci Dr. Ayşe Kaşıkırık, Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Dr. Yıldız Önen ve Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali yanıtladı. (1.18.00’dan itibaren)
https://x.com/i/broadcasts/1kvKpbXbjkmJE/
KapatCumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından ortak basın toplantısında konuşan Avrupa ...
17 Aralık - AB Komisyonu Başkanı "çok büyük mutlulukla" duyurdu: Suriyeli sığınmacılar için Türkiye'ye 1 milyar euro daha vereceğiz (T24) Devamı17 Aralık - AB Komisyonu Başkanı "çok büyük mutlulukla" duyurdu: Suriyeli sığınmacılar için Türkiye'ye 1 milyar euro daha vereceğiz (T24)
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından ortak basın toplantısında konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen,"Çok büyük bir mutlulukla şunu duyurmak istiyorum" diyerek, Suriyeli sığınmacılar için Türkiye'ye 2024 sonu için ek 1 milyar euro tahsis edildiğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde bir araya geldi. Görüşme sonrası ortak basın toplantısında Erdoğan'ın ardından konuşan Ursula von der Leyen, Suriye'de Esad yönetiminin yıkılışının, Suriye halkı için yeni bir ümit vadettiğini söyleyerek, bunun da beraberinde getirdiği riskler olduğunu ifade etti. Von der Leyen, "Sahada son derece kırılgan ve değişken bir durum var. Dolayısıyla bu konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Suriye halkının barışçıl bir geçiş dönemine ihtiyacı var. Bu geçiş dönemi toprak bütünlüğünü ve egemenliğini koruyacak bir geçiş dönemi. Aynı zamanda, devlet kurumlarını koruyacak bir dönem olmalı" diye konuştu.
Suriye halkının bütün çeşitliliğiyle isteklerine cevap verebilecek bir süreç olması gerektiğini dile getiren von der Leyen, milli birliğe saygı duyulması ve azınlıkların da korunması gerektiğine dikkati çekti. Von der Leyen, Avrupa Birliği'nin (AB) bu süreçte atacağı adımlara değinerek, en üst seviyedeki diplomatın Şam'a geri döneceğini vurguladı.
AB insani yardım ekiplerinin Şam'da bulunduğunu da belirten Von der Leyen, şöyle devam etti:
"Biz, her zaman aslında Suriye'de mevcudiyetimizi koruduk ve ihtiyacı olanlara destek vermeye devam ettik. Herhangi bir temas, herhangi bir işbirliği ve herhangi bir finansman olmadan Esed rejimine, biz oradaydık ancak şu anda bütün bu adımları artırmalıyız ve doğrudan aslında Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ile ve tüm diğer temsilcilerle angajmanımızı sürdürmeliyiz."
Von der Leyen, Suriye'nin bir an önce ayağa kalkması ve temel hizmetlerin yanı sıra elektrik ve su gibi hizmetlerin sağlanması için çalışmaların sürdürülmesi gerektiğini kaydetti.
"Bu yıl insani yardımımızı 160 milyon avroya çıkardık"
Von der Leyen, insani yardım için hava köprüsü kurulduğuna ve ilk teslimatın bu hafta içerisinde yapılacağına işaret ederek, "Bu yıl, insani yardımlarımızı 160 milyon avroya çıkardık" şeklinde konuştu.
Avrupa'nın halihazırda Suriye'nin en büyük donörü olduğunun altını çizen von der Leyen, şunları kaydetti:
"2011'den bu yana yıllık düzenlediğimiz Suriye konferanslarında 33 milyar avrodan fazla katkıda bulunduk ve bu desteğe devam etmeliyiz. Bu desteği tabii ki yeni bir odakla gerçekleştirmeliyiz. Yeniden yapılanmaya odaklanmalıyız ve bu tabii ki adım adım uygulanacak bir yaklaşım olmalı. Bütün bunları yaparken aynı zamanda müeyyidelerin kaldırılmasından da bahsetmeliyiz. Ancak tabii ki gerçek anlamda barışçıl bir geçiş dönemi yaşanırsa bu mümkün olabilecektir."
"Gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş olmalı"
Suriye halkının evlerine geri dönme ve hayatlarını yeniden inşa edebilme ümidinin en doğal duygulardan biri olduğunu ifade eden von der Leyen, öngörülebilirlik olmadığı için çok dikkatli hareket edilmesi gerektiğini söyledi. Von der Leyen, mültecilerin geri dönüşlerinin "gönüllü, güvenli ve onurlu" bir şekilde olması gerektiğine dikkati çekerek, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği ile çalışılarak gerekli koşulların yerine getirildiğinden emin olmak istediğini kaydetti.
"Türkiye'nin bölgenin istikrarı için önemli bir rolü var"
Türkiye'nin önemli bir role sahip olduğunu dile getiren von der Leyen, şunları söyledi:
"Türkiye'nin bölgenin istikrarı için, bölgeye istikrar gelmesi için çok önemli bir rolü var. Terörizme karşı birlikte çok dikkatli olmalıyız. Özellikle de Doğu Suriye'de DEAŞ'ın yeniden canlanması riski var. Bunun olmasına izin veremeyiz. Türkiye'nin de meşru güvenlik endişelerine mutlaka cevap verilmesi ve bunların karşılanması gerekiyor. Aynı zamanda, tüm Suriyelilerin bütün azınlıklar dahil olmak üzere güvende olmasını sağlamak gerekiyor."
"Aramızdaki ticaret 206 milyar avroya ulaştı"
Von der Leyen, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirme fırsatı bulduğunu söyleyerek, bu ilişkinin karmaşık olduğu kadar zengin ve ileriye doğru devam ettiğine dikkati çekti. Bu sebeplerden dolayı, ikinci görev süresinin başında ziyaretinin ilkini Ankara'ya düzenlediğini hatırlatan von der Leyen, ekonomik ilişkilerin her zamankinden daha güçlü olduğunu dile getirdi.
Von der Leyen, "Aramızdaki ticaret 206 milyar avroya ulaştı ve bu bir rekor. Avrupa Birliği Türkiye'nin en büyük ticaret ve yatırım ortağı" diyerek, niyetinin bunu daha da ileriye taşımak ve güçlendirmek olduğunu kaydetti. Türkiye ile ekonomi konusunda üst düzey diyalog mekanizması başlatılacağını duyuran von der Leyen, AB yatırım bankasının Türkiye'de yeniden angaje olması için çalışmaların başlatılacağını anlattı.
Von der Leyen, Türkiye ile güncellenmiş bir gümrük birliği müzakereleri başlatmayı büyük bir istekle beklediğini belirterek, "Tabii ki burada ilerleme olacak. Ancak bunun için gerçekten güçlü bir çaba sarf etmek gerekiyor. Ticaret engellerine mutlaka değinmeliyiz" dedi.
Aynı zamanda Rusya'ya karşı uygulanan yaptırımların devre dışı bırakılmasıyla ilgili konuların değerlendirildiğini ifade eden von der Leyen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili de Birleşmiş Milletler çerçevesinde müzakerelerin devam ettirilmesi gerektiğini söyledi.
"Türkiye'ye 1 milyar euro tahsis edildi"
Von der Leyen, Türkiye'nin yıllar içinde milyonlarca kişiye ev sahipliği yapmasına ilişkin olarak değerlendirmede bulundu ve ilave 1 milyar euro tahsis edildiğini belirterek, şunları kaydetti:
"Bu çerçevede biz de bu çabanızda sizin yanınızda durduk. 2011'den bu yana AB neredeyse 10 milyar euroyu mültecilerin ve ev sahibi toplumun desteklenmesi için sağladı. Bu çerçevede çok büyük bir mutlulukla şunu duyurmak istiyorum, ilave bir 1 milyar euro 2024 için şu anda tahsis edilmiş durumda. Bu, başka şeylerin yanı sıra mültecilerin sağlık sistemini ve eğitim çalışmalarını destekleyecek. Aynı zamanda göç ve sınır güvenliği konularına odaklanacak ve Suriyeli mültecilerin gönüllü dönüşü de desteklenecek. Sahada gelişmeler devam ettikçe bu 1 milyarı Suriye'deki ihtiyaçlar ortaya çıktıkça onlara da tahsis edebiliriz."
"Türkiye göç yönetimi konusunda kilit ortağımız"
Türkiye'nin göç yönetimi konusunda, Doğu Akdeniz rotasında son derece kilit bir ortak olduğunu vurgulayan von der Leyen, "Bu çerçevede paylaştığımız öncelikler için birlikte çalışmalı ve sınır yönetimi, göçmen kaçakçılığıyla mücadele ve vize konularındaki çabalarımızı daha yoğunlaştırmalıyız" diye konuştu.
Von der Leyen, Suriyelilerin yönlendirdiği ve sahiplendiği bir siyasi dönüşümü desteklemek ve aynı zamanda bir aday ülke olarak Türkiye ile AB arasındaki ilişkiyi derinleştirmek için çok fazla şeye ulaşılabileceğine inandığını belirterek, ilerleyen zamanda bu çerçevede iyi işbirliğini devam ettirmeyi büyük bir istekle beklediğini dile getirdi.(AA)
Kapat
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 9 Kasım 2023’te Zonguldak’ta kaçak kömür madeninde çalışırken ...
17 Aralık - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İşçi yaşamı, para cezasından daha ucuz” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Aralık - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İşçi yaşamı, para cezasından daha ucuz” (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 9 Kasım 2023’te Zonguldak’ta kaçak kömür madeninde çalışırken öldürülen Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani cinayetine ilişkin davanın dördüncü duruşması öncesi bir basın açıklaması düzenledi.
“İşçi yaşamı, para cezasından daha ucuz” denilen açıklamada, Nourtani’nin ailesine baskı yapıldığı belirtilirken kamuoyu davanın takipçisi olmaya çağırıldı.
İHD İstanbul Şubesinde düzenlenen basın açıklamasını Yıldız Önen okudu. Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın açıklamasının tam metni şöyle:
Vezir Mohammad Nourtani için adalet!
“Dünya genelinde ve özellikle Ortadoğu’da emperyalist savaşlar, yoksulluk ve baskılarla yaşamları tehdit edilen insanlar göç yollarına düşerken, savaşı kışkırtan aynı devletler göçmenler yönünden sığınma hakkını boşa düşürecek şekilde “iltica ve kabul” aşamasından “geri gönderme” aşamasına geçti ve vahşi geri itme politikasıyla sistematik ölümlere yol açıyorlar.
Türkiye’nin ise AB ile yaptığı geri kabul anlaşmaları ve kirli pazarlıklarla, göçmenleri insanlık dışı koşullarda, emek sömürüsü ve temel haklardan yoksun biçimde ve geri gönderme tehdidiyle, ülke sınırlarında tuttuğu koşullardayız.
Göçmenler patronların gözünde “harcanabilir işçi”
Göçmenler ırkçı saldırıların hedefi olarak, sömürüye ve şiddete açık halde göç ettikleri yerlerde sınır dışı edilme tehdidi altında yaşamaya çalışırken, patronlar tarafından “harcanabilir işçi” olarak görülmenin ağır sonuçlarını yaşıyor. Bu durumun en acı örneklerinden biri de, Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalıştırılan Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin, 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından öldürülmesi ve bedeninin yakılarak yok edilmek istenmesidir.
Ailenin uluslararası geçici koruma başvurusu reddedilmiştir
Nourtani’nin öldürülmesinin ardından açılan Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, Nourtani’nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Körnöş’ün kuzeni Ahmet Aydın tutuklu yargılanırken, ocak çalışanları Sercan Kayabaş, Eray Demiro ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı ise tutuksuz yargılanmaktadır.
Dava sürerken, Vezir Muhammed Nourtani ile mesai arkadaşı olan göçmen işçiler sınır dışı edilmiş, Nourtani’nin ailesi ise sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ailenin Zonguldak İdare Mahkemesi’ne yaptığı uluslararası geçici koruma başvurusu da bu süreçte reddedilmiştir.
Hiçbir resmiyeti ve iş güvenliği olmayan kaçak ocaklarda çalışmak zorunda kalan kimliksiz göçmen durumundaki çoğu Afganistanlı işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden yoksun, emek-yoğun ve insanlık dışı koşullarda madenlerde çalıştırılmakta, bunun sonucu olarak da iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmektedirler.
Göçmen işçilerle yerli işçileri kaderi ortak
Göçmen işçilerle yerli işçilerin kaderinin ortak olduğunu biliyoruz. Kaçak ocakların bulunduğu bölgelerdeki halk tarafından; ocakta ölen işçilerin hastane önüne bırakılıp kaçılması, elektrik çarptı süsü vermek için yıkandıktan sonra elektrik direği dibine bırakılması, trafik kazası süsü vermek için ölen işçilerin ısısız dağlarda yol kenarlarına bırakılması, ölen işçilerin kaçak şekilde gömülmesi gibi birçok olay bilinmektedir.
Ölen işçilerin aileleri ocak sahibi olarak gösteriliyor
Kaçak madenlerde ölen işçilerin ailelerine bir miktar para verilerek, ocak sahibi olarak gösterilip patronların sorumluluktan kurtarılmasının, değişmeyen bir Zonguldak gerçeği olduğu ifade edilmektedir. Bazı kaçak ocak patronlarının işçilere maaş vermediği, hakkını isteyenleri tehdit edip şiddet uyguladığı, Vezir Muhammed Nourtani’yi öldüren Hakan Körnöş örneğinde olduğu gibi üye ya da yöneticisi olduğu iktidar partilerinin gücünü kullanarak yetkililere siyasi baskı uyguladığı, gündeme gelmiştir. Vezir Muhammed Nourtani’nin kaçak madenlerde çalıştırılan ve yaşamına kastedilen binlerce göçmenden biri olduğunu, patronların gözünde işçilerinin yaşamının kaçak madenlere kesilen para cezasından daha ucuz olduğunu biliyoruz.
Nourtani’nin katillerinin yargılandığı davanın dördüncü duruşması 20 Aralık 2024 günü Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu, ölüme mahkûm bir yaşam dayatılan ve katledilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.”
Ne olmuştu?
Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalıştırılan Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından öldürülmüş ve cenazesi yakılmış halde ormanda bulunmuştu.
Bunun üzerine jandarma, soruşturma sonrası Nourtani’nin çalıştığı maden ocağının sahibi Enver G. ile birlikte ona yardım ettiği iddia edilen beş kişiyi gözaltına almıştı.
Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı cinayete ilişkin hazırladığı iddianamede Adli Tıp Kurumu’nun otopsi raporuna da yer vermişti. Otopsi raporunda Nortani’nin iç organlarının yanmış olduğu ve sol böbreğinin olmadığı tespit edilmişti.
Kapat
Son bir aydır Suriye’de olanları hep beraber dikkatle izliyoruz. Yıllarca Suriyeli muhaliflerin Suriye diktatörü Esad ve yönetimi konusunda ...
16 Aralık - Esad gitmiş, misafirlik bitmiş midir! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma) Devamı16 Aralık - Esad gitmiş, misafirlik bitmiş midir! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma)
Son bir aydır Suriye’de olanları hep beraber dikkatle izliyoruz. Yıllarca Suriyeli muhaliflerin Suriye diktatörü Esad ve yönetimi konusunda söylediği vahşeti, özellikle Sednaya Hapishanesi açıldıktan sonra tüm dünya görmeye ve kabul etmeye başladı. Pek çok Suriyeli aktivist, Esad devrildikten sonra gerçek isimleri ile yaşadıklarını anlatmaya, siyaset yapmaya başladılar. Esad diktatörlüğünden ve muhaberatından kurtulmanın sevinci ile özgür olduklarını ilan ettiler.
Maalesef emperyalist ülkeler, Suriyelilerin bu sevincini kursaklarında hapsetmeye çalışıyorlar. Daha Suriye’de yeni bir rejim oturmamış, açlık, yoksulluk kol gezerken, Avrupa’daki pek çok ülke devam eden iltica başvurularını askıya almaya ve iltica eden, oturum alan Suriyelileri de geri göndereceklerini söylemeye başladılar.
Kürtler arasında meşhur bir laf vardır: “Kürtlerin yüzünün gülmesine izin verilmez.” Belli ki Suriyelilerin de yüzünün gülmesine izin verilmeyecek.
Almanya, Suriye’deki belirsizlik nedeniyle 47 bin sığınma başvurusunu askıya aldı. Almanya’yı Hollanda, Belçika, Avusturya, Çekya, Danimarka, Finlandiya, Norveç, İsveç, İtalya takip etti. Bu dalgaya şimdilik İspanya ve Estonya katılmadı. Avusturya’da bununla da yetinilmiyor, İçişleri Bakanı Gerhard Karner, “Bakanlığa Suriye’ye düzenli dönüş ve sınır dışı etme programı hazırlama talimatı verdim” dedi.
Türkiye’de ise hemen koro hâlinde pek çok siyasi lider, gazeteci, yazar geri dönüş olanaklarını değerlendirmeye başladı. Onlarca örnek var ama bir tanesi hepsini özetliyor gibi: Mansur Yavaş’tan “Suriyeliler” açıklaması: Esad’ın zulmü bahane ediliyordu, şimdi gitmelerinin önünde engel kalmadı. Ya da İYİ Parti Lideri Dervişoğlu’nun açıklaması “Esad gitmiştir, misafirlik bitmiştir. 238 bin Suriyelinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı derhal iptal edilmelidir”.
Esad gidince prensin uyuyan güzeli öpmesi gibi tüm sihir bozuluyor: binlerce ölen diriliyor, yakılan, yıkılan evler düzeliyor, sular akıyor, elektrikler geliyor, ekonomi canlanıyor, Suriye cennet oluyor.
Yıllarını siyaset ile geçirenlerin bu masala inandıklarını sanmıyorum ama popülizm, ırkçılık tam da böyle bir şey; her fırsatta en zayıf olana saldırma siyaseti. Avrupa’da iptal edilen yeni iltica başvuruları toplamda kaç tanedir, 100 bin yoktur bile, hepsi kabul edilse 100 bin yeni mülteci Avrupa ekonomisini ne batırır ne düze çıkarır. O zaman neden Suriyelilerin sevinçleri kursaklarında bırakılıyor?
Bunun arkasında dünya çapında yükselen aşırı sağ dalganın olduğunu görmek gerekiyor. Amerika’ya Trump’ı ikinci defa başkan yaptıran sağ ve popülist bir dalga dünyada yayılıyor. İnsan haklarını, demokrasiyi değil kendi maddi çıkarlarını öne çıkaran, geniş kitleleri ise “her koyun kendi bacağından asılır” fikrine inandıran neoliberalizmin başarısı bu. Daha önceki yazılarımda sık sık bu konuyu anlattığım için burada bu parantezi kapatıyorum.[1]
Suriyeliler ülkelerine dönsünler diye propaganda ile birlikte bir de hepsi değil entegre olmayanlar gitsin diye de bir akım var. Örneğin Almanya Başbakanı Olaf Scholz “Burada çalışan, iyi entegre olmuş kişiler Almanya’da hoş karşılanmaya devam edecektir” dedi. Ya da Türkiye Cumhurbaşkanı “Birikimiyle, işiyle, kabiliyetiyle, emeğiyle, üretimiyle ülkemize katkı vererek burada olmak isteyenlerin de başımızın üstünde yeri vardır” dedi.
Sığınmacılık bir ülkede yaşamakta zorlanan kişilerin içine düştüğü durumdur. Mültecilik başvurusunda o kişinin başvuran ülkeye ne katacağı değil, geldiği ülkede güvenli bir yaşam imkânı olup olmadığı sorulur. Maalesef yeni model popülist aşırı sağcı rejimler “bizim ülkeye ne katacaksınız” sorusunu öne çıkarmayı tercih ediyorlar.
Halbuki sığınmacı olmanı gerektiren durum önemlidir. Türkiye’de yaşayan Suriyeliler ile yapılan röportajların çoğunda şu basit cevap alınabiliyor: “Suriye’de durum çok kötü. Nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk içinde yaşıyor. Yeni rejimin nasıl olacağı, kimlerden oluşacağı belli değil, çatışmalar devam ediyor. Altyapıda büyük bir yıkım var, çok sayıda nitelikli insan gücü ülkeyi terk etti, ulaşım bağlantıları çok kötü. Tarım sektörü büyük bir yıkıma uğradı, maaşlar çok düşük. İnsanlar geri dönse bile evlerini bulamama ihtimalleri çok yüksek.”
Güvenli bir yaşam şansı olmayan bir ülkeye zorla geri gönderilmek istenen Suriyelilerin büyük bir kısmı dönmek istemiyor. Area Araştırma’nın hazırladığı “Suriyeli Göçmenler Araştırması” raporuna göre 1.207 kişiyle yapılan anket kapsamında Suriye’de yaşanan son gelişmelerin ardından “Ülkenize geri dönecek misiniz?” sorusu yöneltilen katılımcıların yüzde 60,7’si dönüş yapmak istemediğini söyledi. Geri dönmek istemeyen göçmenlerin yüzde 40,2’si kurulu düzeni olduğunu, yüzde 16’sı Türkiye’nin daha rahat, huzurlu ve güvenli olduğunu, yüzde 13,6’sı ise dönecek kimsesi olmadığını söyledi.[2]
Her türlü siyasi karar için anketlere de ihtiyaç yok esasında. Birleşmiş Milletler’e bağlı Mülteciler Yüksek Komiserliği, geri dönüş programlarında gözetilmesi gereken üç ilke ortaya koymuştur. Bu ilkelerin ilki gönüllülük, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise sürdürülebilirliktir. Bu üç ilke ne Türkiye’de ne diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Suriyeliler için yerine gelmemişken “geri dönsünler” kampanyası zaten son 4-5 yıldır gurbette çok zor koşullarda yaşayan Suriyelilerin yaşamlarını olumsuz etkilemektedir.
“Gidecekler” diye propaganda yapıldığında ve geri dönüşler geciktiğinde Kayseri olaylarına benzer, mültecilere dönük yaygın şiddet eylemleri gerçekleşebilir. O yüzden bu propagandadan vazgeçmek gerekir.
Suriyelilerin geri dönmesi Türkiye’deki sorunları çözmeyecektir. Mansur Yavaş gibi Dervişoğlu gibi siyasetçilerin popülist ırkçı söylemlerine kapılmayalım. Sorunların çözümü ekonomik sistemin işçilerin lehine değişmesi ile mümkündür. Asgari ücretin 60-70 bin lira gibi insanca bir miktarda olması, silahlanmaya değil sağlığa, eğitime bütçe ayrılması, işçilerin, emeklilerin insanca yaşayabilecekleri bir ücret ve sosyal haklara sahip olması ile daha iyi bir Türkiye’de yaşayabileceğiz. Bunun yolu işçi sınıfının birlikte mücadelesi ile mümkün. Suriyeli, Kürt, Türk, Alevi, Sünni, kadın, erkek işçiler beraber çalışıp beraber mücadele etmeyi başardıklarında herkesin yaşam koşullarında bir iyileşme olacaktır, göçmenleri sınırdışı ettiğimizde değil. Daha iyi bir yaşam beraber mücadele ile mümkün, zor olan bunu inşa etmek.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/16/esad-gitmis-misafirlik-bitmis-midir-yildiz-onen/
KapatSuriye’de 61 yıllık bir korku rejiminin yıkılmasıyla birlikte önemli bir dönemeç aşıldı. Bu bakımdan öncelikle çetin ve sabırlı ...
16 Aralık - Suriye'ye dönüş projeksiyonu: Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi – Bekir Berat Özipek (Anadolu Ajansı) Devamı16 Aralık - Suriye'ye dönüş projeksiyonu: Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi – Bekir Berat Özipek (Anadolu Ajansı)
Suriye’de 61 yıllık bir korku rejiminin yıkılmasıyla birlikte önemli bir dönemeç aşıldı. Bu bakımdan öncelikle çetin ve sabırlı bir mücadelenin ardından 8 Aralık 2024 tarihini bayram ilan eden Suriye halkını ve bu tarihi anları kutlamak gerek.
Bugünlere kolay gelinmedi. Orta Doğu’nun en zalim diktatörünün yarattığı dehşetle ülkenin yarısının ülke içinde veya dışında yerinden edildiği, insan kaçakçıları tarafından batacağı bilinen teknelere doldurulup denizlere bırakıldığı, ailelerin bölündüğü ve anneyle çocuğun nehrin iki tarafında kalıp birbirini kaybettiği tahayyül edilemez bir acıydı Suriye halkının yaşadıkları.
Şimdi ilk kez Suriye’nin kendi halkı tarafından yeniden ve gerçek anlamda kuruluşu için bir imkan var. Buna yeni bir kuruluş ve o kuruluşun niteliğini belirleyecek bir “sosyal sözleşme süreci” gözüyle de bakabiliriz.
Suriye'nin önünde elbette uzun bir yol var. Özgür bir ülkeye erişmek de sihirli bir değnekle bir günde olmayacak. Suriyeliler, devletin teşkilat yapısını, anayasayı ve temsil süreçlerini konuşacaklar; gerilimler ve uzlaşmalar olacak, hatalar yapıp dersler çıkaracaklar. Tıpkı Batı demokrasilerinin veya Türkiye demokrasisinin geçtiği yollar gibi onların da önünde uzun bir yol var. Ülke nüfusunun yarısını dehşet içinde yollara düşüren rejimin geride bırakılmış olması ilk ve en önemli aşamaydı ve bu aşama geçildi.
İlk işaretler olumlu
Suriye’nin, ilk defa Suriyeliler tarafından demokratik bir biçimde yeniden kuruluşu bakımından ilk işaretler çok umut verici. Suriye Muhalif ve Devrimci Milli Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) “özgür, demokratik ve çoğulcu bir Suriye” vurgusu, dini ya da etnik temelde hedef gösterme ya da ayrımcılığa izin verilmeyeceğinin belirtilmesi, Hıristiyanların “Suriye'nin ulusal kumaşının bölünmez bir parçası” olarak tasvir edilmesi ve “Suriye’nin toplumsal dokusunu birleştirme” hedeflerine ilişkin açıklamalar, Suriye’de herkesi kapsayacak bir ülke ideali açısından adil ve kucaklayıcı bir perspektif ortaya koyuyor.
Suriye’de Baas rejiminin devrilmesinin ardından kurulan geçici yönetim, ağır bir insanlık dışı baskı rejiminin ardından, bölünmüş bir toplum ve dünyanın her tarafına savrulmuş ailelerden sonra adaleti tesis etmek gibi ağır bir sorumlulukla karşı karşıya. Yeni yönetimin temsilcilerinin bu zorluğu başarmaları, bölgenin kaderini de değiştirebilecek muazzam bir potansiyelin aktif hale gelmesi anlamını taşıyor. Suriye’de yaşayan herkesin, Arapların, Kürtlerin, Türklerin, Hıristiyanların, Nusayrilerin, Sünnilerin, Şiilerin ve diğer tüm grupların eşit bir biçimde bu “benim devletimdir” diyebilecekleri bir sosyo-politik düzeni birlikte inşa etmek, sonuçları sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak özgürleştirici bir potansiyeli ifade ediyor. Bu ilk duyarlılığı yarın çıkacak tüm sorunlarda hatırlamak ve ne olursa olsun hiçbir zaman terk etmemek gerek.
Elbette Suriye’nin geleceğinin ve yönetim yapısının nasıl şekilleneceği Suriyelilerin kararı olacak ve bu bakımdan herkesin buna saygı duyması gerek. Ama bu süreçte onların yanında olmak, tecrübe paylaşımı ve tavsiyelerle katkıda bulunmak da oldukça önemlidir.
Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi neden önemli?
Suriye’nin yeniden inşası sürecinde Türkiye’nin katkısı da bu açıdan hayati bir önem taşıyor. İşgal sonrası Afganistan’ın gruplar arasındaki çatışmalarla bugüne ulaşan istikrarsızlığı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bu istikrarsızlığın sürekliliğini sağlayıcı etkisi biliniyor.
ABD, Rusya veya diğer Batılı büyük devletlerin Suriye’de çözümsüzlüğe, istikrarsızlığa, farklı unsurların karşılıklı olarak birbirlerini yiyerek enerjilerini tüketip kendileri tarafından yönetilebilir hale getirilmesine dayalı bir statükoyu empoze etmeye çalışacaklarını anlamak için şimdiye kadar Suriye’de oynadıkları role bakmak yeterli.
Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreçte, kendi anayasal demokratik tecrübelerinden de istifade ederek yeni Suriye yönetimine makul ve basiretli bir siyaseti tesis etmeleri yönünde destek olması gerekiyor. Bunun yanında Türkiye, bölgeye ve Suriye’ye dair niyetleri bugüne kadarki icraatlarından belli olan “müttefiklerinin” istikrarsızlaştırıcı müdahalelerinden Suriye'nin azade olabilmesi için çaba sarf etmelidir.
Bu bakımdan dayatmada bulunmaksızın Suriye halkının yanında durarak, 8 Aralık sonrasında açıkladıkları çoğulcu ilkeler doğrultusunda bir sosyo-politik düzenin inşası için Suriye halkına destek vermek gerekiyor. Açıkçası bölgede Türkiye’nin dışında Suriye’ye doğru yönde destekte bulunacak başka bir devlet de yok. Eğer doğru biçimde yapılabilecek olursa bu katkı Suriye’nin geleceği açısından hayati bir önem taşıyor.
Göç yönetiminde göz önüne alınması gerekenler
Ancak bu süreçte Türkiye’nin yapması gerekenler, Suriye’nin demokratik geçişine doğru bir zeminden katkı sağlamaktan ibaret değil. Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerle ilgili bundan sonra atacağı adımlar da bir o kadar önemli.
Türkiye’de şimdiye dek Suriyelileri ayrımcı, ırkçı ve mezhepçi bir temelde ötekileştiren çevreler şimdi de “madem Esed gitti, hemen gitsinler” propagandasına başladılar. Onların bugüne kadar Suriye meselesinde verdikleri zarar, Türkiye’ye ve stratejik çıkarlarına herhangi bir yabancı gücün verebileceği zararın çok üstünde oldu ve bugün de Türkiye’nin bu kritik dönemde hata yaparak Suriye ve bölge ile ilişkilerini zedelemesini beraberinde getirecek bir politika öneriyorlar.
O çevrelerin veya ırkçı siyasilerin bunu kendi hesaplarına mı yaptıkları yoksa başka bir devlet adına Türkiye’nin elini zayıflatmak için mi yaptıkları ayrı bir tartışma konusu. Önemli olan, söz konusu çevrelerin bu süreçteki propagandalarının etkisinde kalmadan, yeni dönemde Türkiye-Suriye ilişkilerinde de kilit rol oynayacak Suriyeli göçmenlerle ilgili doğru bir politika belirlemek ve uygulamak olmalı.
Bunun için öncelikle 13 yıldır burada olan, burada yaşayan, evini, işini yeniden kurup çocuklarını okula gönderen, Türkiye’nin kültürel ve iktisadi her anlamda bir parçası haline gelen insanların ikinci bir travmaya girmesine izin verilmemeli. Onların “acaba sosyal medyada yazdığı gibi bizi geri dönmeye zorlayacaklar mı?” şeklindeki kaygılarla sosyal uyumunu zedeleyecek propagandaların önü baştan kapatılmalı.
Burada doğan, kendilerini buraya ait hisseden, Türkçe konuşan ve kendisini ülkedeki diğer çocuklardan ayıramayacağımız ölçüde “buralı” olan yaklaşık bir milyon çocuk var. Özellikle onlar ve aileleri için vatandaşlık statüsünün erişilebilir hale getirilmesi, kimsenin dönmeye zorlanmaması, dönecek olanların da sıkboğaz edilmeden, oradaki düzenini kurduktan sonra Türkiye’den sağlık ve selametle ayrılmaları için gerekli düzenlemeler yapılmalı.
İnsanların geride bıraktıklarına, evlerine ve ailelerine güven içinde gidip gelerek kendileri için en uygun olana gönül rahatlığı içinde karar verebilmeleri kolaylaştırılmalı. Bunun için de çoklu giriş ve çıkışlara herhangi bir engel konulmamalı. Türkiye bu süreçte yapılabilecek menfi propagandalara aldırmadan Suriyeli göçmenlerin kendileri için en iyi olanı tercih edip gidecekleri veya kalacakları durumlara uygun düzenlemeler yapmalı.
On yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan, farklı ilişkiler ve hususiyetler arz eden insanlara içinde bulunduğu ortam ve şartların farklı olabileceği gerçeğiyle yaklaşılmalı. Mevzuat bu insani durumlardaki çeşitliliğe uyarlanmalı ve bu süreçte geliştirilecek tüm politikalar hak temelli olmalı.
Öte yandan Suriyeliler çekildiğinde Türkiye ekonomisinin uğrayacağı kayıpların telafisi olmayacak. Dolayısıyla hükümet ve karar vericiler, Suriyelilere dair menfi kanaatlerini hiçbir şekilde değiştirmeyecek insanların zalimane talep ve beklentilerini canlı tutmalarına elverişli bir durum oluşmamasına özen göstermeli.
Türkiye’deki Suriyelilerin tedirgin edilmeden yaşama ve çalışma haklarını güvence altına alacak, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına yaptıkları katkıyı sürdürmelerini mümkün kılacak esnek bir sosyo-politik çerçeve tesis edilmelidir. Suriyelilere yönelik herhangi bir geri dönüş baskısı yapılmayacağı -ve yapılmaması gerektiği- gerekçeleriyle birlikte izah edilmeli.
Şimdi Türkiye’de siyasa oluşturan iradeye doğru yönden politika önerebilecek olan çevrelere bu süreçte önemli bir iş düşüyor. Zira Türkiye’den Suriye’ye giden her Suriyeli için sevinen, onların eksilmesini bir kazanç olarak gören dar görüşlü ve dar vicdanlı çevrelerin telkinlerine kapılmamak zorundayız. Üç-beş milyon insan ne Türkiye’nin demografisini değiştirebilir ne de dokusunu bozabilir. Tam tersine Türkiye’nin zengin dokusu tam da bu çeşitliliğe, yüzyılların ürünü olan farklı kaynaklardan beslenmeye ve bunu bir potada buluşturmaya dayanıyor ve bu potayı muhafaza etmek gerek.
İşte tam da bu yüzden Türkiye’deki Suriyeliler hem Türkiye ve Suriye için hem iki ülkenin geleceği bakımından başka hiçbir ülkenin sahip olamayacağı muazzam bir stratejik gücü de ifade ediyor. Bu bakımdan Türkiye’nin izlemesi gereken doğru politika çok özel bir keşif konusu değil. Türkiye'nin tek yapması gereken insanların hayatını kolaylaştıracak bir duruş ve ona uygun bir uygulama ortaya koymaktan ibaret. Suriye’nin Baas kabusundan kurtulduğu bu tarihi günler, bütün bunları gerçekleştirebilmenin imkanlarını sunuyor.
Kapat
Harran Geçici Barınma Merkezinde (GBM) kalan göçmenlerin uğradıkları hak ihlallerini KARAR gündeme getirdi. GBM’de kalan Epilepsi hastası ...
14 Aralık - Harran GBM'de ilaç verilmeyen göçmenler açlık grevinde: İlaçsızlıktan ölmemizi bekliyorlar (Karar) Devamı14 Aralık - Harran GBM'de ilaç verilmeyen göçmenler açlık grevinde: İlaçsızlıktan ölmemizi bekliyorlar (Karar)
Harran Geçici Barınma Merkezinde (GBM) kalan göçmenlerin uğradıkları hak ihlallerini KARAR gündeme getirdi. GBM’de kalan Epilepsi hastası Munaf’ın ve kanser hastası Amer’in ilaçları temin edilmiyor. On gün önce bir göçmenin kalp krizi geçirmesi sonucunda kampta başlayan isyan bugün açlık greviyle devam ediyor. Harran GBM’de kalan göçmenler zor koşulları KARAR’a anlattı.
Epilepsi hastası Munaf Alawani iki aydır Harran Geçici Barınma Merkezinde kalıyor. 2013 yılında Türkiye’ye pasaportla giriş yapan Munaf, geçici kimlik belgesi yenilenmediği için önce Arnavutköy Geri Gönderme Merkezinde ardından Şanlıurfa Harran Geçici Barınma Merkezinde tutuluyor. İlaçları temin edilmediği için haftada bir epilepsi krizi geçiren Munaf Alawani, Harran Geçici Barınma Merkezinin kötü şartlarını KARAR’a anlattı. Kendisine ilaç temin edilmediği gibi hastaneye sevki de gerçekleştirilmiyor. Avukatı Yağmur Karagöz, “Hiçbir suç kaydı olmayan Munaf, defaatle Geçici Koruma Kimlik başvurusunda bulunmuş ancak başvurunun alınmaması nedeniyle kaçak durumda kalmıştır. Akabinde Harran Geçici Barınma Merkezi'ne sevk edilen Munaf'a ilaçlarının 1.5 aydır temin edilmemesi sebebiyle sağlık durumu risk altındadır” dedi.
‘ÖLDÜĞÜN ZAMAN HASTANEYE GÖTÜRÜRÜM’
Harran Geçici Barınma Merkezinin esaret merkezine döndüğünü, KARAR gündeme getirdi. Munaf Alawani, merkezdeki en büyük hak ihlalinin hasta göçmenlere ilaç tedarik edilmemesi olduğunu ifade etti:
“Arnavutköy Geri Gönderme Merkezinde (GGM) tutulurken ilaçlarım temin ediliyordu ve kriz geçirmiyordum. Oradan Harran’a sevk edildiğim 3 Ekim gününden beri ilaç temin edemiyorum. Merkezde görevli memurlara neredeyse her gün ilacımın bittiğini, kriz geçirdiğimde kendime zarar verdiğimi hatta dişlerimin bu krizler nedeniyle kırıldığını anlattım. Memurların bana verdiği tek cevap ‘yapabileceğimiz bir şey yok’ ve ‘öldüğün zaman hastaneye götürürüm ’ oldu. Memurlar durumumu idareye haber vermediği için de bir şey yapılmıyor.”
TEDAVİ İÇİN HASTANEYE GÖTÜRÜLMESİ GEREKİYOR
Alawani’nin avukatı Yağmur Karagöz, yetkili makamlara defalarca başvuruda bulunduğunu ancak bir yanıt alamadığını söyledi. Karagöz, kampta bulunan doktorun müvekkilinin Nöroloji birimine sevk edilmesi gerektiğini belirttiği ancak kamp yönetiminin, hekim kararını dikkate almadığını ifade etti.
“Av. Yağmur Karagöz'ün durumla ilgili beyanını paylaşıyoruz; "Müvekkilimizin hastaneye sevki ile alakalı çeşitli başvurularda bulunduk. Cimer üzerinden Urfa Valiliğine ve Sağlık Bakanlığına müracaat ederek müvekkilimizin hastaneye sevkini talep ettik. İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğü aracılığıyla Urfa İl Göç İdaresi Müdürlüğüne ve ayrıca Göç İdaresi Başkanlığına da yazılı olarak başvuruda bulunduk. Ancak başvurularımıza dönüş yapılmadı. Harran GBM'de bulunan Dr. Mehmet Ali ORAK tarafından müvekkilimizin Nöroloji birimine sevki talep edilmiş ancak kamp yönetimi hekim kanaatini dahi dikkate almamıştır."
GÖÇ İDARESİNİN SEVK TAKTİĞİ
Munaf Alawani, Arnavutköy GGM’de kalan bir göçmenin intihara teşebbüs etmesi sonucunda GGM’de karışıklık çıktığını ve olaya şahit olan herkesin Harran’a sevk edildiğini anlattı. Daha önce Çatalca GGM’de yaşanan isyanı gündem ettik. Avukat Hamid Yılmaz, GGM veya GBM’de intihar, kavga, ölüm gibi olaylar yaşandığında o merkezde kalan göçmenlerin sevk edildiğini, bunun Göç İdarelerinin taktiği olduğunu ifade etti.
Alawani ailesi, Esad rejiminden kaçarak 2013 yılında pasaportlarıyla birlikte Türkiye’ye giriş yaptı. Ancak şu anda 24 yaşındaki Munaf ve abisi Salih geçici kimlik belgelerinin yenilenmemesi sebebiyle GGM’ye alındı. Anneleri ise dışarıda hiçbir geliri olmadan çocuklarının serbest bırakılmasını bekliyor.
GÖÇMENLER AÇLIK GREVİNE BAŞLADI
Munaf Alawani, Harran GBM’de ilaç verilmediği için mağdur olan hikayelerden yalnızca bir tanesi. Kanser hastası olmasına rağmen ilaçları temin edilmeyen bir diğer göçmen de Amer Aljah. 1O gün önce tuvalette bayılan ve nefes almayan bir göçmenin hastaneye götürülmesi ve bir daha haber alınamaması nedeniyle isyan çıktı. Harran GBM’de kalan Suriye uyruklu H.H., ilaçların temin edilmemesi ve kötü muamele nedeniyle dün açlık grevine başladıklarını ifade etti. Öte yandan nefes alamadığı için hastaneye götürülen göçmenin öldüğüne dair iddialar sürüyor. H.H., arkadaşının ilaçsızlıktan dolayı kalp krizi geçirdiğini söyledi.
İNTİHAR TEŞEBBÜS ETTİ DAYAK YEDİ
Harran GBM’de kalan göçmenler, yedi aydır ailesiyle birlikte kampta kalan Hamza’nın intihara teşebbüs ettiği için güvenlikten şiddet gördüğünü anlattı. Olaydan sonra ailesi GBM’den çıkarılan Hamza hala kampta tutulmaya devam ediyor.
12 yıldır Türkiye’de yaşayan 70 yaşındaki Suriyeli göçmen, yol izni olmadan Kayseri’den Şanlıurfa’ya torunlarını görmeye gitti. Geri dönüş yolunda yakalanarak Harran GBM’ye alındı. Kampın dedesi olarak tanıttıkları göçmen bir daha Kayseri’ye dönemedi.
BURADA İLAÇSIZLIKTAN İNSANLAR ÖLÜYOR
Beş aydır Harran GBM’de kalan H.H., yaşadıkları yerin koşullarını anlattı. H.H., “Şu anda Türkiye’de herkes Şam’daki Sednaya Hapishanesini konuşuyor. Burada kalan göçmenler de ilaçsız bırakılarak ölüme terk ediliyor. İnsanlar ölüyor, intihara teşebbüs ediyor ancak bunların üstü örtülüyor” dedi.
Konteynırlarda sekiz kişi yaşadıklarını anlatan H.H., yemeklerin çok kötü ve aynı olduğunu temiz su verilmediği için şebeke suyu içmek zorunda kaldıklarını, temizlik yapılmadığını ifade etti. H.H., “Memurlardan bir şey talep etmekte ısrarcı olduğumuzda şiddetle karşılaşıyoruz” dedi.
Kapatİstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına avukat Gülden Sönmez tarafından sunulan suç duyurusu dilekçesinde, Esed başta olmak üzere ...
12 Aralık - Avukat Gülden Sönmez, Sednaya Cezaevindeki suçlarla ilgili suç duyurusunda bulundu (Anadolu Ajansı) Devamı12 Aralık - Avukat Gülden Sönmez, Sednaya Cezaevindeki suçlarla ilgili suç duyurusunda bulundu (Anadolu Ajansı)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına avukat Gülden Sönmez tarafından sunulan suç duyurusu dilekçesinde, Esed başta olmak üzere askeri ve siyasi sorumlular şüpheli olarak yer aldı.
Dilekçede, avukat Sönmez ile bazı hukukçuların, 7 Mart 2019'da 533'ü kadın bin 183 mağdur adına şüpheliler hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) suç duyurusunda bulunduğu hatırlatılarak, şüphelilerin Interpol tarafından yakalama kararı çıkarılıp Türkiye'ye teslim edilmeleri talep edildi.
Türkiye'deki soruşturma sürecinde Suriye'de kurulacak yeni yönetimle adli yardımlaşma sağlanarak, başta Sednaya Hapishanesi olmak üzere özel kriminal inceleme yapılması istenilen dilekçede, Esed hakkında UCM'ye yeni deliller sunulacağı, başta Esed olmak üzere şüpheliler hakkında tutuklama talep edileceği kaydedildi.
Dilekçede, yeni sunulacak delillerle yargılamanın başlamasının talep edileceği aktarılarak, ayrıca UCM'den Sednaya ve diğer hapishaneler etrafındaki toplu mezarlarda delil incelemesi yapılması amacıyla heyet gönderilmesinin isteneceği anlatıldı.
Kapat11 Aralık’ta zoom üzerinden yaptığımız “Türkiye'deki Suriyeli göçmenlerin durumu ve sürecin doğru yönetilmesi ...
12 Aralık - 11 Aralık’ta yapılan Sığınmacı Hakları Platformu toplantı raporu Devamı12 Aralık - 11 Aralık’ta yapılan Sığınmacı Hakları Platformu toplantı raporu
11 Aralık’ta zoom üzerinden yaptığımız “Türkiye'deki Suriyeli göçmenlerin durumu ve sürecin doğru yönetilmesi açısından atılması gereken adımlar” başlıklı Sığınmacılar toplantısında aşağıdaki önerileri konuştuk.
Katılımcılara bir kez daha teşekkür ederiz, verimli ve bilgilendirici bir toplantı oldu.
Çözüm Önerileri:
1. Suriyeliler Türkiye’den “Gidecekler” söylemine karşı net bir tavır alınmalı
a. BM'nin geri dönüş kriterlerinin karşılanıp karşılanmadığına dair incelemeler yapılarak açıklamalar yapılabilir.
b. Suriye'deki mevcut durumda güvenli ve insanca bir yaşamın mümkün olmadığının, eğitim, sağlık, altyapı gibi temel hizmetlerin yetersiz olduğu vurgulanarak geri dönüş için erken olduğunun altı çizilebilir.
c. Ülkelerine geri gönderilmeye çalışan kişilerin çoğunun evlerini kaybetmiş olabileceği, evleri varsa bile başkalarının oraya yerleşmiş olabileceği gibi somut örneklerle açıklamalar yapılabilir.
d. Gidecekler diye propaganda yapıldığında gitme geciktiğinde Kayseri olaylarına benzeyen olaylar yaşanabilir. Bu propagandadan vazgeçmek gerekir.
2. Planlı Geri Dönüş Programı oluşturulması istenmeli
Gitmek isteyenler için güvenli bir geri dönüş süreci oluşturulmalı; bu süreç hızlı değil, planlı ve uzun vadeli bir şekilde yürütülmelidir.
3. Kalanların Koşullarının Düzeltilmesi
Türkiye'de kalmak isteyen Suriyelilerin yaşam koşulları iyileştirilmelidir. (Geri gönderme merkezlerinin kapatılması, ikametgah kısıtlamalarının kaldırılması, çalışma izinlerinin verilmesi gibi). Özellikle burada doğan ve büyüyen çocuklar ve aileleri için ekstra planlar yapılmalı. Belki bunlara tüm aileye vatandaşlık hakkı tanınmalı.
4. Gönüllü Geri Dönüş hakkında tam Bilgilendirme yapılmalı
Giden kişilere, “Gönüllü Geri Dönüş Formu” imzalamanın bir daha Türkiye’ye gelememelerine neden olacağı açık bir şekilde anlatılmalıdır. Bunun için sınırda bilgilendirme yapılmasına yönelik bir çalışma yapılabilir.
5. Suriye’ye Ziyaret İmkanı Sağlanmalı
Suriyelilerin ülkelerine giderek mevcut durumu değerlendirmeleri için fırsatlar ve imkanlar sağlanmalıdır.
6. Heyet ve Raporlama
Bir heyet oluşturulup Suriye’de nasıl bir durumun olduğu, geri dönüş durumunda insan onuruna yakışan bir hayatın sürdürülüp sürdürülemeyeceği, iş olanakları vs konuları içeren bir rapor hazırlanabilir.
7. Suriyelilerin Görüşlerinin Alınması
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin geri dönüşle ilgili düşüncelerini ve beklentilerini içeren bir rapor hazırlanabilir.
KapatAvrupa Birliği'nde Suriye'deki gelişmeler ışığında uygulanacak politikalar konusunda arayış sürüyor. Bazı üye ülkelerin ilk adım ...
11 Aralık - Suriye: AB ülkeleri sığınma başvurularını durdurdu, sınır dışı tartışılıyor (BBC Türkçe) Devamı11 Aralık - Suriye: AB ülkeleri sığınma başvurularını durdurdu, sınır dışı tartışılıyor (BBC Türkçe)
Avrupa Birliği'nde Suriye'deki gelişmeler ışığında uygulanacak politikalar konusunda arayış sürüyor. Bazı üye ülkelerin ilk adım attıkları konu ise göç oldu. Çok sayıda Avrupa Birliği üyesi, Suriyelilerin yaptığı sığınma başvurularını askıya aldı.
Henüz karar bekleyen on binlerce başvuruyu etkileyecek olan bu yaklaşım, Suriye'de hızla değişen siyasi durumun yanı sıra Avrupa genelinde göçü kısıtlamak isteyen sağ eğilimli partilerin yeniden yükselişini yansıtıyor.
Sığınma başvurularını askıya alan Avrupa Birliği ülkeleri arasında Suriyelilerin en fazla sığınma talebinde bulunduğu Almanya da var.
Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, 47 bin Suriyelinin sığınma başvurusunu dondurma kararı aldı. Bu yıl kasım sonuna kadar yapılan toplam başvuru sayısı 72 binden fazlaydı.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, değerlendirmelerin Suriye'deki gelişmelere bağlı olacağını ve ülkenin geri dönmek için güvenli olup olmadığını söylemek için çok erken olduğunu söyledi.
Hristiyan Denokratlardan Jens Spahn, Almanya'nın Suriye'ye uçak seferleri organize etmesini ve dönmek isteyen Suriyelilere 1.000 euro vermesini önerdi.
Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi'nden Alice Weidel'in mesajı ise "Almanya'da özgür Suriye'yi kutlayanların artık kaçmak için bir nedeni kalmadı. Derhal Suriye'ye dönmeliler" oldu.
Ülkede durumun halen belirsiz olduğunu ve henüz yaşam koşullarında normalleşme olmadığını belirten insan hakları savunucuları ise karardan memnun değil.
Anketler, şubatta erken seçime hazırlanan Almanya'da göçün, ekonominin ardından en önemli ikinci sorun olarak görüldüğüne işaret ediyor.
Avusturya'da sınır dışı çalışması
Avusturya, sığınma başvurularını askıya almakla yetinmeyeceğinin sinyallerini verdi.
İçişleri Bakanı Gerhard Karner, "Bakanlığa Suriye'ye düzenli dönüş ve sınır dışı etme programı hazırlama talimatı verdim" dedi.
Yaklaşık yüz bin Suriyelinin yaşadığı Avusturya'nın geri gönderme için hangi kesimleri hedef alacağı henüz netleşmedi.
Avusturya'nın askıya alma kararı 7.300 dosyayı etkileyecek. Aile birleşimi talepleri de bunlar arasında.
Viyana'nın sığınma hakkı verilen bazı dosyaları da yeniden incelemeye alması bekleniyor.
Yunanistan geri dönmelerini istiyor
Suriye kaynaklı göçtün Avrupa Birliği'ne ilk giriş noktası Yunanistan.
Bu nedenle Atina da Suriyelilerin ülkelerine dönmesinden yana.
Hükümet Sözcüsü Pavlos Marinakis gazetecilere yaptığı açıklamada, Esad'ın devrilmesinin Suriyeli mültecilere evlerine tam güvenlik içinde geri dönüş yolunu açması gerektiğini söyledi.
Yunanistan yaklaşık 9.000 kişinin dosyasını dondurdu.
Şu anda koruma gerekçelerini değerlendirmenin mümkün olmadığını düşünen İsveç de başvuruları askıya alma kararı aldı.
Benzer kararlar Finlandiya ve Danimarka'da da devreye sokuldu.
Danimarka'nın askıya aldığı başvuru sayısı 69.
Bu ülke, 2020'den bu yana Suriye'deki durumun oturma izni verilmesini ya da bu iznin uzatılmasını haklı kılacak nitelikte olmadığı görüşünde.
Avrupa Birliği'nde askıya alma kararını devreye sokan diğer ülkeler Fransa, Belçika, İtalya, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti.
Bu kararın giderek yayılması beklenirken şu ana kadar 72 Suriyeliye koruma sağlayan Estonya mevcut politikasını değiştirmeyeceğini açıkladı.
İspanya da ilk etapta sığınma başvurularını değerlendirmeyi sürdüren ülkeler arasında yer aldı.
Askıya alma hakkı var mı?
Üye ülkelerin başvuruları askıya alma hakkı var ancak alınan kararların Avrupa Birliği kural ve düzenlemeleriyle uyumlu olması gerekiyor.
Dosyalar toplu olarak değil bireysel olarak değerlendirilmek zorunda.
Bir sığınma başvurusunun altı ay içinde olumlu ya da olumsuz şekilde sonuçlandırılması gerekiyor. Bazı durumlarda bu süre dokuz aya kadar uzatılabiliyor.
Askı gibi yöntemler devreye sokulsa bile bir sığınma başvurusuna, yapıldığı andan itibaren en geç 21 bir ay içinde mutlaka cevap verilmesi şart.
Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden Stefan de Keersmaecker da "Üye devletler kaynak ülkede değişiklik olması durumunda başvuruların incelenmesini erteleme hakkına sahiptir. Koruma hakkı bulunmayanlar hakkında daha sonra gönderme kararı verilebilir ancak sahadaki durumu takip etmemiz önemli" dedi.
Geri göndermeler şarta bağlı
Avrupa Birliği ülkeleri sığınma talebi kabul edilmeyen kişileri geri gönderme uygulamasını rutin şekilde işletiyor.
Suriye'de yaşananlar, bu ülkeden kaçarak Avrupa Birliği'nden sığınma hakkı alanların bu haklarını kaybetme riski olup olmadığı tartışmasını gündeme getirdi.
Sahadaki gelişmelerin çok yakından izlendiğini belirten De Keersmaecker, "Koşullardaki değişiklikler bağlamında mülteci veya ikincil koruma statüsünün sona erdirilmesi, durdurulması için gerekçe sağlayan kurallar var ancak bu değişikliklerin önemli nitelikte olması gerekir" diye konuştu.
Avrupa Birliği geri dönüşler konusunda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ni referans alıyor.
Geri göndermelerin gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde yapılmasına önem veriliyor.
Suriye güvenli ülke mi?
Sığınma hakkı tanınırken dikkate alınan ana unsurlardan biri, vatandaşının başvuruda bulunduğu ilgili ülkenin güvenli olup olmadığı.
Avrupa Birliği İltica Ajansı, güvenli bir ülkeyi, "Hukukun demokratik şekilde uygulandığı, siyasi koşulların genel ve sürekli olarak zulme, işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezaya, ayrım gözetmeyen şiddet nedeniyle tehdide yol açmadığı ülke" olarak tanımlıyor.
Avrupa Birliği, Esad yönetimindeki Suriye'nin güvenli olmadığına karar vermişti.
Son yaşananlardan sonra Suriye güvenli mi değil mi sorusu Brüksel'de basın tarafından Avrupa Birliği Komisyonu'na sıkça yöneltilen bir soru.
Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden Anouar El Anouni, "Şu an için, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'yle aynı doğrultuda, Suriye'ye güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşler için koşulların oluşmadığını düşünüyoruz" dedi.
Suriye'den en fazla çıkışın yaşandığı 2015'ten bu yana yaklaşık 4.5 milyon Suriyeli bir şekilde Avrupa Birliği ülkelerine ulaştı.
2015-2023 arasında bunlardan 1.3 milyon kişiye uluslararası koruma sağlandı.
Suriyeliler, geçen yıl Avrupa Birliği'nden uluslararası koruma talebinde bulunan arasında ilk sıradaydı.
2023'te, toplam 180 binden fazla başvurudan yaklaşık 122 binine olumlu yanıt verildi.
Mülteci sayıları, bazı ülkelerde çok düşük olsa da ciddi sorun yaratabiliyor.
Avrupa Birliği'nin mülteci akının engellenmesi için 2016'da anlaşmaya vardığı Türkiye, en fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan ülke olmayı sürdürüyor.
Türkiye'de üç milyona yakın Suriyeli bulunuyor.
Türkiye'deki, Suriyeliler de dahil, toplam mülteci sayısı ise 4.5 milyon civarında.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cy4plkpqj5xo
KapatSuriye’nin birçok bölgesinde çatışmalar sürüyor; yaklaşık 100,000 kişi Kuzeydoğu Suriye’ye göç etti. İnsan ...
11 Aralık - OCHA Raporu: Suriye'de durum Devamı11 Aralık - OCHA Raporu: Suriye'de durum
Suriye’nin birçok bölgesinde çatışmalar sürüyor; yaklaşık 100,000 kişi Kuzeydoğu Suriye’ye göç etti. İnsan hareketliliği her yerde devam ederken insani yardım kuruluşları patlamamış bomba, cephanelik ve mayınlara dikkat çekiyor. 52 adet mayınlanmış bölge tespit edildi. Hastaneler yaralı ve travma vakalarında dolup taşıyor.
Sağlık çalışanları özellikle çocuklar arasında ciddi travma vakaları olduğunu söylüyor. Şam, Deyrizor, Hama ve Halep de dahil büyük kentlerde yiyecek sıkıntısı var.
27 Kasımdan bu yana İdlib ve Halep'te ekmek fiyatı yüzde 900 arttı. Zorluklara rağmen BM ve STK'lar güvenlik koşullarının izin verdiği ölçüde yardım faaliyetlerini sürdürüyorlar.
KapatSuriyeli mülteciler, Beşşar Esad'ın devrilmesini Türkiye sokaklarında kutlarken, rejimin ani çöküşünü sevinçle ...
11 Aralık - Türkiye'deki 3 milyon Suriyeli mülteci, evlerine dönmek veya kalmak konusunda büyük bir kararla karşı karşıya (BBC Türkçe) Devamı11 Aralık - Türkiye'deki 3 milyon Suriyeli mülteci, evlerine dönmek veya kalmak konusunda büyük bir kararla karşı karşıya (BBC Türkçe)
Suriyeli mülteciler, Beşşar Esad'ın devrilmesini Türkiye sokaklarında kutlarken, rejimin ani çöküşünü sevinçle karşılarken, birçoğu artık ülkelerine geri dönüp dönmeme konusunda endişeleniyor.
Binlerce Suriyeli, Türkiye'nin Suriye sınırına akın ederken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "trafik sıkışıklığını önlemek ve trafiği rahatlatmak amacıyla" sınır kapısının açılacağını duyurdu.
Ancak şu anda 2011'de başlayan iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan yaklaşık üç milyon Suriyeli, bundan sonra ne yapacakları konusunda zor bir kararla karşı karşıya kalacak.
"Suriye'nin birçok bölgesinde hala su yok, elektrik günün belirli saatlerinde geliyor. Ülkeyi kimin ve nasıl yöneteceği bile belli değil, ancak Suriye'yi tekrar ayağa kaldırmak için geri dönmemiz gerekiyor" diyor Suriye sınırındaki Hatay ilinde 12 yıldır yaşayan kimya mühendisi İbrahim.
Tüm risklere rağmen en kısa zamanda geri dönmeyi planlayan, hayatlarına sıfırdan başlamak zorunda kalacak Suriyeli mülteciler arasında o da var.
Birçok Türk de Suriyelilerin en kısa sürede ülkelerine dönmelerini istiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye'nin onların "güvenli ve gönüllü dönüşleri" için çalışacağını söyledi.
Köşe yazarı Mehmet Tezkan, burada birçok kişinin görüşünü dile getirerek, kalmaları için hiçbir neden olmadığını ileri sürdü.
Son iki yıldır Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin hayatı, artan enflasyonla birlikte ekonomik krizle karşı karşıya kalmaları nedeniyle giderek zorlaşıyor.
Toplumda göçmen karşıtlığı arttı ve Erdoğan hükümeti göç konusundaki politikalarını sıkılaştırdı.
Türkiye, uzun süredir devrik Esad rejimiyle mültecileri ülkelerine gönderme konusunda görüşmeye çalışıyordu.
Ancak Türkiye'deki Suriyelilerin çoğu, böylesine büyük bir karar almadan önce önümüzdeki çalkantılı ayların nasıl geçeceğini beklemek ve görmek isteyecektir.
Göç uzmanı Prof. Murat Erdoğan, "Bir miktar hareketlilik olacak ama herkesin düşündüğü gibi milyonlarca insanın bir anda göç etmesini beklemiyorum" uyarısında bulunuyor.
Eğer bu olmazsa, "yeni bir gerginlik ortamı doğabilir" diyor.
Sığınmacı ve Göç Araştırma Merkezi Başkanı Metin Çorabatır, gerekli hazırlıkların yapılması halinde en geç bir yıl içinde "kademeli dönüş" gerçekleşeceğini öngörüyor.
"Suriye'de hem güvenlik hem de günlük yaşam açısından hala riskler var. Şam'da uluslararası alanda tanınan bir hükümetin göreve gelmesi gerekiyor," dedi BBC'ye.
İbrahim, birçok mülteci için evlerine dönecek hiçbir şey kalmayacağı konusunda hemfikir: "Bazı bölgelerde ev yok, okul yok. Halep gibi büyük şehirler bile kötü durumda."
"Ama bu ülke 13 yıllık bir savaştan çıktı ve her şeyin bizim için hazır olmasını bekleyemeyiz. Suriye halkı olarak her şeyi azar azar yeniden inşa etmeye çalışacağız."
Başka bir deyişle İbrahim, Suriye'deki bir sonraki hükümetin kimliğinin, Suriyelilerin kendi ülkelerine dönüp geleceklerini etkilemelerinden daha az önemli olduğunu söylüyor.
"Kim gelirse Esad'dan daha iyi olacak," diyor. "Geri dönmezsek seçimlere kim gidecek, ülkenin nasıl yönetileceğine kim karar verecek?"
Metin Çorabatır, Türkiye'ye büyük akının başlangıçta Suriyelilerin 2011-2013 yılları arasında Esad rejiminden kaçmasıyla gerçekleştiğini belirtiyor. Daha sonraki göç, Suriyelilerin militan İslamcı grup IS'in yükselişinden ve siyasi istikrarsızlığın yayılmasından kaçmasıyla gerçekleşti.
"İktidara gelen grupların nasıl davranacağını söylemek kolay değil ve Suriyeliler doğal olarak bunu görmeyi bekleyeceklerdir" diyor.
"Orada nasıl bir rejim kurulacak? Gelen ekip 'biz cihatçı değiliz, çeşitliliğe izin vereceğiz' diyor - ama bunun gerçek olup olmadığını ancak zaman gösterecek."
Türkiye'deki tüm Suriyeliler geçici koruma statüsüne sahiptir. Çoğunluğu İstanbul ve iki sınır şehri olan Gaziantep ve Şanlıurfa'da yaşamaktadır.
Birçok Suriyeli aile uzun süredir burada yaşadığı için, çocuklarını Türk okullarına ve üniversitelerine göndererek kök salmış durumda.
Buradaki Suriyeliler de güvencesiz bir hayat sürüyor.
Birçoğu asgari ücretin altında maaşlarla, çoğunlukla sigortasız, kayıt dışı çalışıyor.
Hepsinin birden eve dönmesi durumunda bunun Türkiye ekonomisi üzerinde önemli etkileri olabilir.
Murat Erdoğan, Türkiye'nin Suriyelileri bir anda ülkelerine dönmeye zorlamaması gerektiği konusunda uyarıyor; bunun basit nedeni, altyapı konusunda büyük sorunların olması: okul, iş ve hastane eksikliği.
Birleşmiş Milletler, Suriye'deki nüfusun yüzde 90'ının yoksulluk sınırının altında yaşadığını tahmin ediyor.
"Bu harap olmuş şehirleri yeniden inşa etmek yüzlerce milyar dolar alabilir. Kaynakları hangi ülke sağlayacak?" diyor Sayın Erdoğan. "Suriye'deki derin yoksulluk ve altyapının çöküşü uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Bunlar kısa vadede kolayca çözülebilecek sorunlar değil."
Metin Çorabatır, mültecilerin evlerine dönerken patlamamış bombalar ve mayınlar tehlikesine karşı da uyarıyor: "Yıkılan şehirlerdeki evlerinin ne durumda olduğunu da önceden öğrenmeleri gerekiyor."
"Milyonlarca insandan bahsediyoruz. Evlerini terk edip Suriye'ye ulaşıp oraya yerleşmeleri; tüm bunlar büyük ölçüde hafife alınıyor."
Türklerin, aralarında yaşayan Suriyelileri, birdenbire toplanıp gidecek bir insan topluluğu olarak görmemeleri gerektiğine inanıyor.
https://www.bbc.com/news/articles/cvg6eeg87lqo
Kapat
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen mülteci Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin mahkemesi ile ilgili 16 Aralık’ta basın ...
11 Aralık - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’ndan katledilen mülteci işçinin davasına çağrı Devamı11 Aralık - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’ndan katledilen mülteci işçinin davasına çağrı
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen mülteci Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin mahkemesi ile ilgili 16 Aralık’ta basın toplantısı yapacak.
Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağı çalışanı olan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması 20 Aralık’ta Zonguldak 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Duruşmaya ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde 16 Aralık saat 13’te düzenlenecek basın toplantısında, davanın gidişatı ile ilgili bilgi verilecek.
KapatKarar Gazetesinden Sema Kızılarslan, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen ile röportaj ...
10 Aralık - Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Dr. Yıldız Önen: “GGM’lerdeki insan hakları ihlalleri sürüyor” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı10 Aralık - Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Dr. Yıldız Önen: “GGM’lerdeki insan hakları ihlalleri sürüyor” (Enternasyonal Dayanışma)
Karar Gazetesinden Sema Kızılarslan, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen ile röportaj yaptı.
Röportajın tam metnini okurlarımızın bilgisine sunuyoruz:
Bugün dünya insan hakları günü. Türkiye’nin bu konudaki karnesi, uluslararası ölçekte zayıf. İnsan hakları aktivisti Yıldız Önen, Türkiye’de özellikle son yıllarda artan insan hakları ihlallerini ve Filistin İçin Bin Genç gibi haksız gözaltı uygulamalarını değerlendirdi.
10 Aralık, 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin yıldönümü olarak kutlanıyor. Türkiye, uluslararası raporlarda insan hakları konusunda olumsuz bir tabloyla dikkat çekiyor.
2024’te yayımlanan “Dünya Adalet Projesi (WJP) Hukukun Üstünlüğü Endeksi”ne göre, Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada yer aldı. Bu sıralama, Türkiye’nin temel haklara saygı, düşünce özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi alanlarda ciddi sorunlar yaşadığını ortaya koyuyor.
Rapora göre, Türkiye, temel haklara saygı açısından 142 ülke içinde 133. sırada, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından ise 134. sırada bulunuyor.
Hükümetin yargı üzerindeki kontrolü de endişe verici bir düzeyde ve Türkiye, bu kategoride ise 138. sırada yer alıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, HRW’nin 2024 raporu, Türkiye’de insan hakları savunucularına yönelik baskılar, hukukun üstünlüğüne yönelik tehditler ve medya üzerindeki kontrolü vurguluyor.
Rapora göre, seçim dönemi boyunca hükümetin medya üzerindeki baskıyı artırdığı, muhalif seslerin susturulduğu ve keyfi yargılamalar yapıldığı ifade ediliyor. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay davaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının hiçe sayılması örnekleri olarak raporda öne çıkıyor.
Uluslararası alanda, Türkiye’ye yönelik eleştiriler giderek artıyor. Avrupa Konseyi, Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamama konusunda ısrarcı olmasının, ülkenin uluslararası imajını olumsuz etkilediğini belirtiyor.
KARAR’a konuşan İnsan Hakları Aktivisti Dr. Yıldız Önen, en son Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı konuşması sırasında ‘İsrail ile ticaret’ konusunda protesto eden ve gözaltına alınmalarının ardından tutuklanan 9 genci hatırlattı.
Ayrıca Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin uğradığı ayrımcılıklara da değinen Önen, Esad rejiminin düşmesi ile birlikte geri dönüşlerin başlamasına dikkat çekti ve Suriye’nin hâlâ güvenli bir bölge olmadığını anlattı.
Geri Gönderme Merkezlerinde insanlık dışı muamele devam ediyor
-Türkiye’de insan haklarının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle yakın zamanda yaşadığımız Filistin İçin Bin Genç’e yönelik baskılar, insan hakları konusunda ve ifade özgürlüğü açısından ne anlama geliyor?
İnsan haklarından bahsetmenin neredeyse imkânsız hâle geldiği bir dönemden geçiyoruz. Ne çocukların ne kadınların haklarının korunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Filistin İçin Bin Genç’in başına gelenler, yaşananlar, ifade özgürlüğünün yokluğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Esad rejiminin devrilmesi olumlu, ama henüz Suriye’de demokratik bir düzen kurulmadı
Yine Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, yıllardır süren bir diktatörlüğün yıkılması açısından elbette önemli bir gelişme. Bu, 2011’den itibaren Suriye halkının verdiği mücadelenin bir sonucudur. Dünyanın pek çok yerindeki Suriyeliler, bu gelişmeyi kutluyor. Biz de Suriyelilerle birlikte bu sevince ortak olduk. Ancak Suriye’de hâlâ dört farklı bölge ve dört farklı yönetim var. Suriyelilerin demokratik ve güvenli bir yönetimle bir arada yaşayabileceği bir düzen henüz inşa edilmiş değil.
Buna rağmen, Türkiye’de Suriyelilerin hızlıca geri gönderilmesi gerektiğine dair söylemler giderek artıyor. “Gidene 1000 lira, 5000 lira verelim” tarzında ifadeler, insan haklarına tamamen aykırı bir yaklaşımı temsil ediyor.
Türkiye’de 3-4 milyon Suriyelinin yaşadığı tahmin ediliyor ve bu insanların önemli bir kısmı evli, çocuk sahibi ve iş sahibi. Türkiye’ye 10 yılı aşkın süredir yerleşmiş olan bu insanların yaklaşık 700 bini burada doğan çocuklardan oluşuyor.
Bu kadar kök salmış bir nüfusun, Suriye’de güvenli bir ortam sağlanmadan hızlıca geri gönderilmek istenmesi, toplumsal huzursuzlukları tetikleyebilir. İnsanlar, “Neden gitmiyorsunuz?” diyerek bu kişilere yönelik fiili baskılara girişebilir. Bu nedenle, Suriyelilerin dönüşüyle ilgili siyasetçilerin kullandığı söylemler büyük bir özenle ele alınmalı.
Öncelikli mesele, Suriye’de güvenli, demokratik bir yönetimin kurulması olmalıdır. Bu sağlanmadan, milyonlarca insanı geri gönderme planları sadece insan hakları ihlaliyle sonuçlanır. Dahası, Türkiye’deki Suriyelilerle birlikte Mısırlılar, Filistinliler, Uygurlar ve Türkmenler de baskılara maruz kalıyor. Son 4-5 yılda bu gruplara yönelik giderek artan bir baskı söz konusu. Geri gönderme merkezleri, adeta hapishane gibi işliyor. Suriye’de boşaltılan hapishanelerin görüntüleri nasıl bir tabloyu yansıtıyorsa, Türkiye’deki geri gönderme merkezleri de benzer bir tablo ortaya koyabilir. İçeriden gelen raporlar, bu merkezlerdeki insanlık dışı koşulları gözler önüne seriyor. İçeriden çıkan kişilerin durumları, sağlık ve psikolojik açıdan endişe verici.
Göçmenlerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmeleri için köklü adımlar atılması gerekiyor
Türkiye’de göçmenler ve özellikle Suriyelilerle ilgili uygulamalar, ciddi insan hakları ihlallerine neden oluyor. Bu kapsamda, geri gönderme merkezleri ve sağlık hizmetlerine erişim konularında yaşanan sorunlara dikkat çekmek gerekiyor.
Geçen hafta aile hekimleri 5 günlük grev yapmıştı. Bu grevin nedenlerinden biri de, yeni aile hekimliği yönetmeliğiyle getirilen bir düzenlemeydi.
Yeni aile hekimliği yönetmeliğiyle getirilen bir düzenlemeye göre, Suriyeliler ve diğer göçmenler, bulundukları bölgedeki aile hekimliklerinden hizmet alamayacak ve yalnızca “Göçmen Sağlık Merkezleri”ne gitmek zorunda bırakılacak. Örneğin, İstanbul Esenler’de on binlerce Suriyelinin yaşadığı bir bölgede yalnızca bir göçmen sağlık merkezi bulunuyor ve burada yalnızca üç doktor görev yapıyor. Bu durum, özellikle yeni doğan bebekler, hamile kadınlar ve acil tıbbi desteğe ihtiyaç duyan kişiler açısından büyük bir sağlık ihlali riskini beraberinde getiriyor. Bu madde, hem göçmenler hem de aile hekimliği sisteminde zaten var olan yükü artıran ciddi bir eksikliktir ve derhal iptal edilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Suriyelilerin ve göçmenlerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmesi için hem Türkiye’de hem Suriye’de köklü adımlar atılmalı. Geri gönderme politikasının insan hakları ihlallerine yol açmaması için bu konudaki siyasi söylemlerin dikkatle gözden geçirilmesi şart. Göçmenlerin sağlık, eğitim ve barınma hakları güvence altına alınmalı, insanlık dışı muamelelere son verilmelidir.
Bu nedenle, geri gönderme merkezlerinin kapatılması, yenilerinin açılmaması ve göçmenlerin ikamet kısıtlamalarının kaldırılması gerekiyor. Ayrıca, çocukların istedikleri yerde eğitim alabilmeleri sağlanmalı.
-Yine yakın zamanda Türkiye’nin gündemini sarsan Yenidoğan Çetesi Davası’nda çok çarpıcı gerçekleri öğrendik. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
Bu noktada, “Yenidoğan çetesi” olarak bilinen vakayı hatırlatmakta fayda var. Bu vakada, özellikle mülteci bebeklerin, ailelerin ve hamile kadınların mağdur edildiği örnekler ortaya çıkmıştı. Telefon dinlemelerinde, bir çete üyesinin “Aile Suriyeli, o yüzden araştırmadılar” şeklinde konuştuğu tespit edilmişti. Bu tür ifadeler, göçmen ailelerin adalete erişiminin nasıl engellendiğini net biçimde ortaya koyuyor. Göçmen hastaların özellikle bu çetelerin aktif olduğu hastanelere yönlendirildiği iddia ediliyor. Bu hastaneler, göçmen ailelerin yaşadığı hukuki savunmasızlığı ve sessizliği kullanarak yasa dışı eylemlerini sürdürdü.
Göçmen aileler, şikâyette bulunduklarında geri gönderme merkezlerine konulma riskiyle karşılaştıkları için çoğu zaman sessiz kalmayı tercih etti. Bizzat birkaç aileyle konuştum, şikâyette bulunmaya cesaret edemediğini aktardılar. Bu durum, adalet sistemindeki eksikliklerin, göçmenlerin temel hak arayışlarını nasıl engellediğini ortaya koyuyor.
-Geri gönderme merkezlerinde yaşanan insan hakları ihlalleriyle ilgili hangi somut örnekleri paylaşabilirsiniz? Bu merkezlerin işleyişi, hapishanelerle kıyaslandığında nasıl bir tablo ortaya koyuyor?
Geri gönderme merkezleri, insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerden biri. Türkiye’deki bu merkezlerin koşulları, bir hapishaneyi aratmıyor. İçeride kalan kişilerin giysi ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı, avukat ve aileleriyle görüşmelerine izin verilmediği ifade ediliyor.
Kaç ay içeride kalacakları belirsiz. 8 ay, 10 ay boyunca içeride kalanların olduğu biliniyor. Bu merkezlerde doğum yapan kadınlar var. “İçeride” kelimesi normalde hapishaneler için kullanılır, ancak bugün Türkiye’deki geri gönderme merkezleri de bu terimi hak eden bir yapıya dönüşmüş durumda. Avukatların görüşme taleplerinin reddedilmesi, hukuki destekten yoksun bırakılan göçmenlerin tamamen savunmasız kalmasına neden oluyor.
Bu ihlalleri gündeme getirmek ve çözüm yolları aramak amacıyla 16 Aralık’ta İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından bir toplantı düzenlenecek. Toplantının ana gündemi, geri gönderme merkezlerindeki hak ihlalleri olacak. Bu merkezlerde yaşananların listesi saymakla bitmiyor. Göçmenlerin sağlık hakkı, barınma hakkı, adalete erişim hakkı ve aile bireyleriyle görüşme hakkı, bu merkezlerde ihlal edilen temel haklar arasında yer alıyor.
Göçmenlerin aile ziyaretlerine dair bir başka sorun da, Suriye’ye bayram ziyaretlerinin üç yıl önce yasaklanmış olması. Bu yasak, ailelerini görme, onlardan haber alma ve bağlarını devam ettirme hakkını engelliyor. İnsanların, özellikle sınırdaki kamplarda kalan akrabalarını görmek için bayramlarda ziyaret gerçekleştirmesi, temel bir insan hakkıdır. Bu yasak, göçmenlerin insani haklarını ihlal eden bir başka düzenleme olarak karşımıza çıkıyor.
Kriz ortamı devam ederken Suriyelileri Güvenli Bölge adı altında sınır dışı etme işlemlerinden vaz geçilmeli
Son olarak, Suriyelilerin “gönüllü geri dönüş” adı altında zorla gönderilme riski bulunuyor. Gönüllü geri dönüş kavramı, bazı durumlarda zorunlu dönüşe dönüşebiliyor. Türkiye’de 10 yıldır yaşayan, burada ev kurmuş, iş sahibi olmuş, çocukları Türkiye’de doğmuş Suriyelilerin, Suriye’deki mevcut belirsizliklere rağmen geri gönderilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Suriye’de hâlâ güvenli bir yönetim ve demokratik bir sistem kurulmuş değil. Bölge, hâlâ ABD, Rusya, İran ve İsrail gibi aktörlerin askeri müdahalelerine sahne oluyor. Bu nedenle, Suriye’de hâlâ savaş ve kriz ortamı devam ederken, Suriyelileri “güvenli bölge” adı altında sınır dışı etme girişimlerinden vazgeçilmelidir.
Gönüllü geri dönüşü tercih eden göçmenlerin ise dönüş süreçlerinin güvenli ve onurlu bir şekilde gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Geri gönderme merkezlerinin kapatılması, göçmenlerin insanca yaşam koşullarına erişimlerinin güvence altına alınması ve Suriyelilere yönelik zorla gönderilme politikalarının derhal son bulması gerekmektedir.
KapatSuriye’de diktatörlüğün devrilmesini fırsat bilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP ve egemen sınıflar, Suriyeli göçmenleri geri ...
10 Aralık - Erdoğan’ın, CHP’nin ve tüm egemen sınıfların niyeti: Suriyeli göçmenleri geri göndermek (Enternasyonal Dayanışma) Devamı10 Aralık - Erdoğan’ın, CHP’nin ve tüm egemen sınıfların niyeti: Suriyeli göçmenleri geri göndermek (Enternasyonal Dayanışma)
Suriye’de diktatörlüğün devrilmesini fırsat bilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP ve egemen sınıflar, Suriyeli göçmenleri geri göndermek için her gün konuşmalar yapıyorlar.
Hem Türkiye’deki egemen sınıf partileri hem de son dönemlerde “paradigma değişikliği” çağrıları yapılan Avrupa’daki hükümetler, göçmenlere yönelik uygulamaları sertleştirmek için Suriye’deki iktidar değişikliğini bahane olarak kullanmaya başladı.
Erdoğan: Suriye istikrara kavuştukça güvenli geri dönüşler artacaktır
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısı sonrasında konuştu, şunları söyledi:
“Bir dönem nüfusu 3 milyon 700 bine ulaşan ancak şimdi sayıları 2,9 milyona düşen Suriyeli muhacirlere 13 yıl boyunca biz ensarlık yaptık.
Suriye’yi etkisi altına alan kuvvetli değişim rüzgarının, başta muhacirler olmak üzere tüm Suriye halkı için hayırlı sonuçlara vesile olacağına inanıyorum. Suriye istikrara kavuştukça inşallah gönüllü, güvenli, onurlu ve düzenli geri dönüşler de artacaktır. Yığılmaları önlemek ve trafiği kolaylaştırmak amacıyla Yayladağı Hudut Kapısı’nı da geçişlere açıyoruz.”
CHP’den Suriyelilerin dönüşü için kanun teklifi
CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, Suriyelilerin kendi ülkelerine dönüşlerini sağlamak amacıyla TBMM Başkanlığı’na bir kanun teklifi sundu. Tanal, Suriyeli sığınmacılar için geçici koruma statüsünün geçerliliğini yitirdiğini iddia etti.
İYİ Parti lideri Dervişoğlu: Artık Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki varlık sebebi sona ermiştir
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de bulunmasına sebep olan şartlar fiilen ortadan kalkmış ve artık Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki varlık sebebi sona ermiştir. Türk milletinin talebi, hiç vakit kaybetmeden tüm sığınmacıların vatanlarına geri dönmesidir” dedi.
Altı Avrupa ülkesi, Suriyelilerin sığınma başvurularını askıya aldı
Almanya, Avusturya, İsveç, Norveç, Danimarka ve Belçika, Suriyelilerin sığınma başvurularını askıya aldı.
KapatTüm dünyanın gözü son iki haftadır yaşanan gelişmelerle Suriye’ye çevrilmişti. Hafta sonunda olaylar başdöndürücü bir ...
10 Aralık - Suriye halkının yanındayız! – Ozan Tekin (Enternasyonal Dayanışma) Devamı10 Aralık - Suriye halkının yanındayız! – Ozan Tekin (Enternasyonal Dayanışma)
Tüm dünyanın gözü son iki haftadır yaşanan gelişmelerle Suriye’ye çevrilmişti. Hafta sonunda olaylar başdöndürücü bir hızla ilerledi ve Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarı, Esad ailesinin 53 yıllık hanedanı sona erdi.
El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’ndeki unsurların başka İslamcı gruplarla birleşmesiyle 2017 yılında kurulan HTŞ, sahadaki askeri ilerleyişi kontrol eden gruptu. Diğer tarafta Rusya-İran-Hizbullah ekseninin Esad rejimine askeri olarak yeterli desteği verip vermediği, Baas ordusundaki hızlı çözülüşün arkasında uluslararası bir siyasi mutabakat olup olmadığı bilinmezliğini koruyor.
Pazar günü ortaya çıkan manzara sonucunda ise yeni bir Suriye’nin nasıl kurulacağıyla ilgili hem “resmi muhalefet” hem bütün küresel ve bölgesel emperyalist devletler ve onların destekledikleri gruplar söz sahibi olmaya çalışıyor.
Gün gelir, zorbalar kalmaz, gider
Burada ilk söylememiz gereken şey, Esad’ın iktidardan düşüşünün milyonlarca Suriyelide yarattığı sevinç hissiyatına ortak olduğumuzdur. 2011’de Mısır ve Tunus’ta başlayan Arap Baharı ayaklanmaları Libya ve Suriye’ye ulaştığında, Soğuk Savaş’ın kampçı bakış açısıyla hareket eden stalinist solun aksine, ezilenlerin aşağıdan mücadelelerinin yaratacağı özgürleşme potansiyeline güvenerek devrimleri desteklemiştik. Tarihteki bütün büyük devrimler, egemenler tarafından onları yapanların barbar ve cahil olmasıyla, isyanların dış güçler tarafından kışkırtıldığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Suriye’nin sıradan insanlarının hayatlarının kaderini ellerine alma girişimine yöneltilen envaiçeşit saldırının bir bölümünün soldan geliyor olması üzücüydü; fakat olup bitenin gerçek bir devrim girişimi olduğunu görmemize engel değildi.
Esad rejiminin düşüşü 2011’de başlayan ayaklanmanın dinamikleriyle; kitle gösterileri, grevler, sivil itaatsizlik eylemleri yoluyla gerçekleşmedi. Ancak rejimin gidişinin ortaya çıkardığı tablo, o ayaklanmayı gerçekleştirenlerin hedeflerinin gerçekleşmesine yol açabilecek bir mücadele sürecinin önünü açıyor.
Sürgündeki Suriyeliler, seküler-sol muhalefetin aktivistleri, artık “mülteci” olmak zorunda olmadıklarını haykırıyorlar dünyaya. İstedikleri zaman özgürce ülkelerine dönebilecekler. Ve siyasi bir sürecin parçası olabilecekler. En ufak faaliyetleri siyasi baskılarla ve tutuklamalarla, protesto gösterileri kurşunlarla engellenmeyecek. Belki de sosyalist aktivistler Rojava’nın dışındaki bölgelerde de yayınlarını sokaklarda özgürce satabilecek.
Rejimin düşüşünün yarattığı türbülansta ortaya saçılanlar ise dehşet verici. Baas’ın hapishanelerinin korkunçluğu, bu rejimi “antiempreyalizm”, “laiklik” adı altında savunanları utanç verici bir duruma sokuyor. İnsanlar yerin altında ellerinde fenerle hücre arıyor, güneş görmeyen zindanlarda tek bir mahpus kalmasın diye. Hama katliamına katılmayı reddettiği için 42 yıldır hapiste olan Hava Kuvvetleri Pilotu Raghid Al-Tatari, rejimin düşüşüyle özgürlüğüne kavuştu.
HTŞ’nin liderliğinin cihatçılardan oluştuğu, onun ve öncülü olan grupların geçmişte Suriye’de Esad’a karşı mücadele eden halk tarafından protesto edildiği, birçok muhalif aktivisti ve hatta devrime katılan sosyalistleri öldürdükleri sır değil. Dolayısıyla rejimin düşüşünden sonra Suriye’nin doğrudan bir cennet bahçesine dönüşeceğini kimse beklemiyor. Her ne kadar HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani “değiştiğini” iddia etse de, farklı kesimlere diyalog çağrısı yapsa da, Batı basınına “ılımlılık” röportajları verip terör listelerinden çıkmaya çalışsa da, aşağıdan bir mücadele ve basınç olmadıkça liderliğini HTŞ gibi güçlerin çektiği bir sürecin Suriye halkına fazla bir faydası olmayacaktır.
Ama en başta söylediğimizi neticelendirmek gerekirse, bütün bu risklerin farkında olmakla birlikte, rejimin düşüşünün Suriye’yi ezilenler açısından daha iyi bir yer hâline getirme yolunda bazı olanakların önünü açabileceğini söylüyoruz. Verilecek eşitlik, özgürlük ve barış mücadeleleri için Suriye işçi sınıfına güveniyoruz. Suriye halkıyla dayanışmamızı ilan ediyoruz.
Emperyalizmi kovmak
İkinci vurgulamak istediğim şey, Esad’ın devrildiği koşullarda, tüm dış güçlerin elini Suriye’den çekmesi için verilecek mücadelenin yükseltilmesi gerektiğidir. Başta bahsettiğim gibi, Baas’ın yenilgisinin arkasında uluslararası bir anlaşmanın olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Ancak Rusya-İran-Hizbullah ekseninin zayıfladığı ve Suriye’deki etkinliğinin daha da azalacağı öngörülebilir. Bu durum, ülkede varlığı bulunan ABD, Türkiye ve İsrail’in -zaten katılmadığımız- gerekçelerini de ortadan kaldırıyor.
Suriye için yapılabilecek en iyi şey, ülkenin geleceğine kendi halkının karar vereceği bir yeni düzen için çalışmaktır. Ve bunun koşulu da bütün dış güçlerin Suriye’den çekilmesidir.
Bu görev, Suriyeli olmayıp Suriye halkıyla dayanışmak isteyenlerin önündeki en önemli husus olarak durmaktadır. 13 yıllık savaştan yorulmuş Suriye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin önünün açılması için dış ülkelerin politik ve askeri etkileri sona erdirilmelidir.
Aynı zamanda bunun için verilecek mücadele, “asıl düşman içerdedir” diye ifade edebileceğimiz marksist perspektifle de uyumludur.
Barış ve kardeşlik
Üçüncü konuşulması gereken şey, Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin tutacağı yerle ilgili.
Suriye Devrimi’nin yarattığı siyasi manzara, 2012’de Rojava’da rejimin yerini bugün SDG diye bildiğimiz güçlerin öncülük ettiği bir yönetimin almasıyla sonuçlandı.
Baas rejimi altında on yıllar boyu baskı gören, kimliksiz yaşayan iki buçuk milyona yakın Kürt nüfus, Arap Baharı ile birlikte kendi özgürlüğünü kazanabileceği bir statüye kavuştu.
Rojava’daki yönetimin liderleri bundan 11 yıl önce Türkiye’ye geldiklerinde kırmızı halıyla karşılanıyorlardı. Türkiye hükümeti çözüm süreci nedeniyle Kürtleri müttefik olarak görüyordu.
Ancak 2015’te çözüm sürecinin bitmesi ve ardından yaşanan gelişmeler, AKP-MHP ittifakı için dış politikada ana hedefi Rojava’daki durumu istikrarsızlaştırmak hâline getirdi. Bunun için askeri operasyonlar düzenlendi, uluslararası emperyalistlerle anlaşma yolları arandı.
Bugün Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı TBMM’de konuşma yapmaya davet ettiği koşullarda, bu düşmanlık bitmeli, Kürt sorununda çözüm odaklı yaklaşımların gündeme gelmesi gerekli. Suriye’deki Kürt güçleri rejimin düşüşünü tarihi bir fırsat olarak yorumlayarak diyalog çağrısı yapıyor. Türkiye’nin etkisi altındaki SMO ise Kürtlere saldırıp onların elindeki bölgeleri ele geçirmeye çalışıyor.
Suriye’nin geleceği Kürtlere düşmanlıkla kazanılamaz; hem burada demokratik bir yönetim ihtimalinin ortaya çıkması hem de bölgesel barış mücadelesinin güçlenmesi için Rojava’nın statüsü ve kazanımları Esad sonrası dönemde son derece belirleyici bir yerde duruyor olacak.
Göçmen düşmanlığına geçit yok!
Dördüncü ve son söylemek istediğim şey ise Suriye’de yaşananların Türkiye’deki yansımalarıyla ilgili.
Hakan Fidan, Ahmet Davutoğlu ve Özgür Özel’in başlattığı koroya İyi Parti, Zafer Partisi gibi aşırı sağcıların katılması çok uzun sürmeyecektir.
“Suriye’de savaş bitti, dolayısıyla mülteciler geri dönmeli” diyen anlayışla kıran kırana bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.
Yıllardır burada yaşayan, burada çalışan, ev ve aile kuran, belki de çocuk sahibi olan milyonlarca Suriyelinin ülkelerine zorla geri gönderilmeye çalışılması insanlık dışı bir girişim olacaktır. Suriyeli göçmenler toplumumuzun, işçi sınıfının bir parçasıdır, mücadele arkadaşlarımızdır. Zaten statüsüzlük, geri gönderme riski, devlet kurumlarında kötü muamele gibi artan otoriter rejimin yarattığı birçok baskıyla uğraşıyorlar. Bir de üstüne “memleketlerine geri dönmeleri” yönünde bir saldırıyla uğraşmamaları için Türkiye’deki göçmenlerle dayanışma hareketinin, ırkçılık karşıtlarının seslerini yükseltmesi gerekiyor.
Ülkelerindeki diktatörlüğün düşüşüne “istediğimiz zaman ülkemize gidebiliriz” diye sevinen insanların, bu sevinçlerinin ırkçı bir histeriye dönüştürülmesine izin vermemeliyiz.
Sonuç yerine
Suriye’de ortaya çıkan durumun, İsrail’in Filistinlileri soykırıma uğrattığı, bölgesel ve küresel savaş risklerini barındıran bir dünyada gerçekleştiğini aklımızda tutmalıyız. Dolayısıyla mücadele bitmedi, Suriye halkını özgürlük ve eşitlik yolunda birçok başka engel ve zorluk bekliyor olacak.
Fakat hangi konjonktür dayatmış olursa olsun, bugün gelinen durumda insanları umutlandıran, mücadeleye atılmaya itecek bir yan olduğunu görmezden gelemeyiz. Nasıl ki Türkiye’de faşist partinin lideri tarafından önerilen çözüm sürecine “bölgesel dengelerin zorlamasıyla oldu” diyerek burun kıvırmıyorsak, Suriye halkını on yıllardır ezen bir rejimin devrilmesine de kayıtsız kalamayız.
Oradaki dostlarımızın, yoldaşlarımızın, müttefiklerimizin çabalarıyla dayanışmak için elimizden geleni yapmalıyız. 13 senedir “Eş-şaab yurid ıskat’en-nizam” diyenlerle dayanıştığımız gibi şimdi de yeni bir Suriye’nin özgür ve demokratik bir ülke olmasını savunanlarla mücadele birliğimizi inşa etmeliyiz.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/10/suriye-halkinin-yanindayiz-ozan-tekin/
Kapat
Mazen Hammada, Deyrizorlu Suriyeli bir aktivistti. Petrol Mühendisi iken 2011 yılında Suriye’deki protestolara katılmıştı. Bir buçuk yıl ...
9 Aralık - PORTRE | Mazen Hammada: Avrupa’da gördüğü işkenceleri kayda geçirdi, 2020’de af vaadiyle Suriye’ye döndü, kaybedildi, cesedi bulundu (Serbestiyet) Devamı9 Aralık - PORTRE | Mazen Hammada: Avrupa’da gördüğü işkenceleri kayda geçirdi, 2020’de af vaadiyle Suriye’ye döndü, kaybedildi, cesedi bulundu (Serbestiyet)
Mazen Hammada, Deyrizorlu Suriyeli bir aktivistti. Petrol Mühendisi iken 2011 yılında Suriye’deki protestolara katılmıştı. Bir buçuk yıl hapishanede fiziksel ve cinsel işkence gördü. 2013’de Suriye’den kaçıp Hollanda’ya gitti, sığınmacı oldu, gördüğü işkenceleri TV’lerde, belgesellerde ve Lahey Adalet Divanı’nda anlattı. Hamada, aralarında yakınlarının da olduğu tutukluların salıverilmesi ve af vaadiyle Suriye’ye geri dönmeye ikna edildi. 23 Şubat 2020'de Şam Havalimanı’na indiğinde yeniden tutuklandı. Dört yıldır haber alınamayan Hamada’nın cesedi bulundu.
Mazen Hammada, 1977 yılında Suriye’nin Deyrizor kentinde doğmuştu. Petrol Mühendisliği okudu. Fransız çokuluslu petrol ve gaz şirketi Schlumberger’de teknisyen olarak çalışıyordu.
2011 yılında Arap Baharı sırasında Deyrizor’daki gösterilere katıldı.
Olayları telefonuyla çekip, yayınlamaya başladı. İlk kez 24 Nisan 2011’de Suriye istihbaratı tarafından tutuklandı. Bir hafta sonra serbest bırakıldı. Aynı şubede 29 Aralık 2011’de ikinci kez tutuklandıktan ve iki hafta gözaltında tutulduktan sonra Şam’a gitmeye karar verdi.
Mart 2012’de Suriye ordusunun abluka altına aldığı bir mahalleye 55 paket bebek maması sokmaya çalışırken, iki yeğeni ile birlikte tutuklandı.
Mezzeh Askeri Havaalanı’ndaki hava kuvvetleri istihbarat servisinin şubesine getirildiler. Tutuklanmasından iki hafta sonra, “kırk fitten biraz daha uzun ve yirmi fit genişliğinde küçük bir hangarda” 170 mahkumla birlikte tutuldu.
Hamada işkence altında terörist olduğunu, silah bulundurduğunu ve hükümet askerlerini öldürdüğünü itiraf etmeye zorlandı. İtiraf etmeyi reddettiğinde, ajanlar gelip ona işkence yapmak üzere çağrıldı. Dövüldü ve bileklerinden asıldı. Acısını hafifletmek için, göstericileri korumak için silah bulundurduğunu kabul eden zorla bir itirafname imzalamayı kabul etti, ancak herhangi bir suç işlediğini kabul etmeyi reddetti. Daha sonra başka bir sorgu odasına nakledildi ve burada soyularak cinsel tacize uğradı. Bu işkenceden sonra tüm belgeleri imzaladı.
2013’ün başında hastalandı ve diğer tutuklular tarafından “mezbaha” olarak adlandırılan 601 numaralı askeri hastaneye götürüldü. Hastaneye götürülürken Hamada fiziksel saldırıya uğradı. Kendisine adını unutması söylenmiş ve ona “1858” numarası verilmişti.
Orada tutukluların işkenceyle öldürüldüğünü, cesetlerin tuvaletlerde yığıldığını ve hastane personelinin hastaları öldüresiye dövdüğünü gördü. Hamada, doktoruna tutukluluğuna geri dönmesi için yalvardı.
Mezzeh havaalanında tutuklu bir doktor tarafından bir ay boyunca tedavi edildikten sonra 1 Haziran 2013’te Kabun askeri polisine, 5 Haziran 2013’te de yaklaşık iki ay kalacağı Adra Cezaevi’ne nakledildi.
Mazen sonunda terörle mücadele mahkemesine çıkarıldı, mahkeme 3 Eylül 2013’te serbest bırakılmasına karar verdi.
Hamada, 1 yıl 7 ay süren tutukluluğu sırasında şiddetli işkence gördü. Fiziksel, zihinsel ve cinsel istismara maruz kaldı. Çocuk sahibi olmayı imkansız kılan genital yaralanmalar da dahil olmak üzere kalıcı fiziksel ve psikolojik yaralalar aldı.
Birlikte gözaltına alındığı iki yeğeni gözaltında öldü.
Serbest bırakıldıktan sonra Suriye’den ayrılmaya karar verdi ve Hollanda’ya sığınma talebinde bulundu.
Hollanda’da katıldığı yayınlarda ve STK etkinliklerinde Esad rejimi hapishanelerindeki işkenceleri anlattı.
Lahey Adalet Divanı’nda tanıklık yaptı.
Arkadaşları ve ailesine göre Hamada hem fiziksel olarak işkencenin sonuçlarından hem de psikolojik olarak bir geleceğinin olmamasından dolayı çok acı çekti.
Hamada, Hollanda’da verdiği ifadenin, röportajın Suriye’de hala tutuklu bulunan insanlara yardım etmemesinden rahatsızdı.
Önemli mali sorunları da vardı.
Sonunda Hamada arkadaşlarıyla ilişkisini kesti.
Bu sırada Esad rejimine yakın Suriye büyükelçiliğinden birilerinin ona yaklaştığı ve aralarında yakınlarının da olduğu tutukluları serbest bırakma ve af vaatleriyle Suriye’ye gelmeye ikna ettiği anlaşılıyor.
Hamada, gitmeden önce bazı arkadaşlarına başkalarını kurtarmak için kendini feda etmeye hazır olduğunu yazdı.
Berlin’e giderek büyükelçilikten pasaport ve vize aldı. 23 Şubat 2020’de Şam havaalanına indiğinde yeniden gözaltına alındı.
Dört yıldır kendisinden haber alınamıyordu.
Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinden sonra cesedi bir teoriye göre Suriye rejiminin kontrolündeki hastanelerden birinde, birine göre ise Sednaya Cezaevi’nde bulundu.
https://www.instagram.com/reel/DDZNBBCNs--/?igsh=MXR1ejA1cmYyMDNxaw==
Kapat
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Esad rejiminin düşüşü ...
9 Aralık - Suriyeli göçmenleri gönderme hevesine geçit yok! (Enternasyonal Dayanışma) Devamı9 Aralık - Suriyeli göçmenleri gönderme hevesine geçit yok! (Enternasyonal Dayanışma)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Esad rejiminin düşüşü üzerinden hemen Suriyelilerin “vatanlarına dönecekleri” propagandasını yapmaya başladılar. Yıllardır Türkiye’de olan, burada bir hayat kuran, çalışan, doğan göçmenler toplumumuzun bir parçasıdırlar. Kimse isteği dışında yaşadığı yeri terk etmeye zorlanamaz!
Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde ülkelerindeki otoriter rejimin liderinin düşüşünü kutlayan Suriyeliler, diğer yandan “ne zaman geri dönecekleri” konusunda tartışmaların da konusu oluyorlar.
Ankara’dan ilk açıklama: Suriyeliler artık ülkelerine dönebilir
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’de çöken Baas rejiminin ardından, “Ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli artık ülkelerine dönebilirler. Barışın tesisi için elimizden geleni yapacağız” dedi.
Gelecek Partisi lideri, eski AKP’li Ahmet Davutoğlu gelişmelerle ilgili şunları söyledi:
“Mülteciler vatanlarına dönecekler. Bugün burada dışlanan Suriyeliler, Türkçe öğrenerek ülkelerine dönecekler. Ve inanıyorum ki Türkiye-Suriye ilişkileri için güçlü bir adım olacak. Şu anda Türkiye’nin moral üstünlüğü var. Türkiye ağır bedeller ödedi ama şu anda tam da Türkiye’nin Suriye konusunda söylediklerinin dikkate alınacağı vakit. Mültecilerin dönüşü gerçekleşecek.”
Özel, Suriye’ye demokrasi, sığınmacılara dönüş istedi
Beşar Esad’ın ‘otoriterlik’le yönettiğini belirten CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Suriye’ye demokrasi, sığınmacılara da ‘eve dönüş programı’ istedi.
Suriye’de saldırılar sürerken, dün Özgür Özel “Bir an önce Esad ile gerekli temaslar sağlanmalı” demişti.
Son gelişmelere ilişkin X‘ten açıklama yapan CHP lideri, “Suriye’yi yıllardır otoriterlikle yöneten Esad rejimi, bugün itibarıyla son buldu” dedi ve şöyle devam etti: Bizim Suriye’ye dair önceliğimiz, yurttaşlarımızın güvenliği ve huzurudur. Yıllardır Türkiye’de çeşitli statülerle bulunan Suriyelilerin evlerine dönüşlerini mümkün kılabilecek kapsamlı bir program derhal ortaya konulmalıdır.
Suriye’de diktatörlük devrildi ama henüz demokrasi kurulmadı
Baas rejiminin sürdürdüğü zulüm, işkence, kimyasal silah saldırıları, varil bombaları artık tarihe gömüldü. Şimdi sorun demokratik bir Suriye’ye barışçıl bir geçiş döneminin nasıl başlayacağı.
Suriye’de can güvenliği hâlâ tam olarak sağlanmış değil. Esad’ı deviren muhalefet homojen değil. Aralarında çatışmalar çıkabilir. Sahada patlamamış mayınlar, infilak etmemiş bombalar bulunabilir. Tarlalarına başkaları el koymuş, evlerine diğerleri yerleşmiş olabilir ya da evleri yıkılmış olabilir.
Yıllardır Türkiye’de olan, burada bir hayat kuran, çalışan, doğan göçmenler toplumumuzun bir parçasıdırlar. Kimse isteği dışında yaşadığı yeri terk etmeye zorlanmamalıdır.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/09/suriyeli-gocmenleri-gonderme-hevesine-gecit-yok/
KapatSiyasetçilerin ağzından ne zaman 'dönsünler' lafı çıksa, toplumun bir kısmı Suriyeli sığınmacılara ...
9 Aralık - Taha Elgazi (Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü): Suriye'nin istikrarı bir-iki günde oluşmaz (İlke TV) Devamı9 Aralık - Taha Elgazi (Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü): Suriye'nin istikrarı bir-iki günde oluşmaz (İlke TV)
Siyasetçilerin ağzından ne zaman 'dönsünler' lafı çıksa, toplumun bir kısmı Suriyeli sığınmacılara yöneliyor.
Güvenlikleri sağlanırsa sığınmacıların çoğu ülkelerine geri döner.
https://x.com/ilketvcomtr/status/1865789560136876384?t=z-rBCeI9z_-kbBvdp1xqTQ&s=08
KapatSuriye’de HTŞ liderliğindeki askeri koalisyonun ilerleyişi, Şam’da iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlandı.
27 Kasım’da başlayan ...
8 Aralık - Esad rejimi düştü (Enternasyonal Dayanışma) Devamı8 Aralık - Esad rejimi düştü (Enternasyonal Dayanışma)
Suriye’de HTŞ liderliğindeki askeri koalisyonun ilerleyişi, Şam’da iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlandı.
27 Kasım’da başlayan askeri saldırının ardından Baas rejimi birçok yeri kolayca kaybetmiş, HTŞ öncülüğündeki askeri güçlerin ilerleyişi karşısında şehirleri tek tek teslim etmişti.
İki haftadan kısa bir sürede rejim düştü, iktidar devredildi.
Devlet televizyonundan rejimin düştüğü açıklaması yapılırken, Baas’ın başbakanı “iktidarı devretme” konusunda işbirliği yapacağını açıkladı. HTŞ lideri Colani de kamu kurumlarının başbakanın otoritesi altında olduğunu belirterek onlara yaklaşmayı ve ateş açmayı yasakladı.
Beşar Esad’ın Şam’dan ayrıldığı iddia edilse de konuya ilişkin kesinleşmiş bir bilgi yok.
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki bölgelerde olağanüstü hal (OHAL) ilan edildiği duyuruldu.
ABD başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, kendilerinin Suriye ile ilgileri olmadığını iddia eden bir tweet attı.
Bazı kentlerde Baas’ın devrilmesi Hafız Esad heykellerinin yıkılmasıyla kutlanırken, HTŞ “herkesin barış ve adalet içinde yaşadığı yeni bir Suriye” çağrısı yapıyor. El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’nin unsurları tarafından kurulan örgüt, kontrol ettiği birçok bölgede Suriye halkı tarafından protesto edilerek Esad rejimine benzetilmişti.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/08/esad-rejimi-dustu/
Kapat
Yeni çıkan aile hekimliği yönetmeliği “göçmenler, sığınmacılar” ile çok yakından ilgili. Bu yönetmelik başta ...
7 Aralık - Eziyet Yönetmeliğini Niçin Kabul Etmiyoruz? – Fatma Orgel (Sivil Sayfalar) Devamı7 Aralık - Eziyet Yönetmeliğini Niçin Kabul Etmiyoruz? – Fatma Orgel (Sivil Sayfalar)
Yeni çıkan aile hekimliği yönetmeliği “göçmenler, sığınmacılar” ile çok yakından ilgili. Bu yönetmelik başta göçmen, sığınmacı sağlığını, aslında tümden toplum sağlığını negatif etkileyecektir. Göçmen ve sığınmacılara karşı artan temel İnsan haklarına, onuruna aykırı uygulamalara bir de temel sağlık hakkına erişimleri engellemek de eklenmiştir. Sivil sayfalarda ayrıntılı anlattım:
Aile hekimleri olarak neden bu yönetmeliğe #EziyetYönetmeliği diyor ve kabul etmiyoruz?
Kasım 2024 itibariyle geçerli olan yeni aile hekimliği yönetmeliği öncellikle iş tanımı ve buna karşılık ücret belirlenmesi ile ilgili olarak oldukça muğlak, bilimsel verilerden uzak kriterler, maddeler içermekte ve bu neye göre belirleneceği muğlak olan kriterlere göre aile hekimlerinin sözleşmeleri feshedilebilecektir. Sadece bu temel usul nedenleri ile bile çalışma hakları ile ilgili Uluslararası hukuk normlarına, T.C. anayasasına ve iş kanununa aykırıdır, çalışanlar olarak özlük ve mali haklarımızda ciddi mağduriyetlere sebep olmaktadır. Yani anayasada korunan temel haklara ve iş kanununda belirtilen temel iş prensiplerine aykırı bir yönetmelik yayınlanmıştır. İş tanımı net belirlenmemiş, sözleşme fesihleri Sağlık Bakanlığının keyfi ve sürekli değiştirilebileceği belirtilmiş kriterlerine bağlanarak aile hekimleri ve hemşireleri temel iş güvencesinden mahrum bırakılmaktadır.
Yeni yönetmelikle ne gibi şartlar getirilmiştir?
Bu bilimsellikten uzak kriterlere bakacak olursak örneğin; aile hekimliğine kayıtlı hastaların ödeme katsayılarında aile hekimlerinin birebir sorumlu olmadıkları şartlara bağlanarak ciddi ücret kesintileri getirmiştir. 6 ay içinde gelmeyen hasta, bir yılda 7 defadan fazla hastane ve başka aile hekimi başvurusu gibi aile hekiminin kontrol alanı dışındaki kriterler. Başka hiçbir meslek grubunda böyle bir performans kriteri yoktur; okula gelmeyen öğrenciden öğretmene, camiye gelmeyen cemaatten imama, yeteri kadar suç işlenmiyor diye polisten maaş kesimi cezası ne kadar absürt ise bu da öyle ciddiyetten uzak keyfi bir cezalandırma, mobbingdir. Ayrıca bu kadar halka yönelik “sağlık hizmetini kullanma” teşvik politikası bakanlık tarafından yürütülürken insanların hastaneye gitmelerinin faturasını aile hekiminden çıkarmak büyük bir tutarsızlıktır.
Diğer bir ciddiyetsiz ve keyfi madde; 3500 üstü nüfusa olan hizmetin ücret ödemesinin kesilmesi. Bu nüfusun temel sağlık hizmetlerini nereden alacağı daha belirlenmemişken ki İstanbul için daha epey sayıda aile sağlığı merkezi boş işlemez durumda iken 3500 üzeri nüfusu birinci basamak sağlık hizmetleri için nereye gidecektir. Sağlık Bakanlığı laf cambazlıkları ile hasta sayısını 3500’e indirdim derken ödenen hasta sayısı kastedilmekte; 3500 üstü hastaların kaydı mevcut aile hekimlerinden düşürülmediği gibi yeni ek hasta kayıtları da hızla devam etmektedir. 3500 üstü ödemeden çıkarılan ilk hasta grubu da göçmen, sığınmacı hastalar olarak belirtmiştir. Bu hastalara göçmen sağlığı merkezleri bakacak derken her ilçede yeterli göçmen sağlığı merkezi olmadığını, bazı ilçelerde hiç olmadığını göz ardı etmektedir. En yoğun göçmen nüfusun olduğu Esenler için bile sadece bir -1- Göçmen sağlığı merkezi bulunmaktadır. Bu Göçmen Sağlığı merkezinin yetersiz kapasitesi ayrı bir sorun; böyle geniş büyük ilçelerde oraya ulaşmak ayrı bir sorun teşkil edecektir. En az bir vasıtayla gidilecek yerler olması birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerinden en çok faydalanan gebe, bebek, çocuklu hasta grupları için sağlığa erişimi oldukça güçleştirecek hatta imkânsız, vazgeçilir hale getirecektir. Aile hekimliği koruyucu sağlık hizmetlerinin başında gelen aşılama, gebe bebek takipleri sık sık olan ve toplum sağlığı ana çocuk sağlığı için çok önemlidir. Aşı karşıtlığının bu kadar arttığı bir dönemde bir de aşıya, takibe ulaşımı zora sokacak bu uygulama başta göçmen, sığınmacı sağlığını, aslında tümden toplum sağlığını negatif etkileyecektir. Göçmen ve sığınmacılara karşı artan temel İnsan haklarına, onuruna aykırı uygulamalara bir de temel sağlık hakkına erişimleri engellemek de eklenmiştir.
Cezalandırma
Eziyet yönetmeliğinin başka bir maddesinde hastalarımıza muayeneleri sonrası gerekli durumlarda reçete ettiğimiz bazı ilaçların da “cezalandırma, ücret kesme” tehdidiyle sınırlandırılmasıdır. O yüzden “Reçeteme karışma” diyoruz. Temel tıp eğitimini almış hekimler olarak en temel ilaçlara dahi “maaştan keserim” gibi başta anayasa olmak üzere hiçbir hukuka uymayacak yaptırımlar getiren bir yönetmeliği aldığımız tıp eğitiminin ve meslek onurumuzun gereği olarak kabul etmemiz mümkün değil. Ülkemizde antibiyotik kullanımı gerçekten çok fazla ama bu yüksek oranda en az pay sahibi olan aile hekimleri; Hastane yoğun bakım, hastane acilleri en başta geliyor; burada da özel hastaneler öndeler ama buralara hiçbir denetleme ve yaptırım uygulanmıyor. Ayrıca bu ilaç kısıtlamaları ile aslında artık birçok ilacı SGK ödeme kapsamından çıkarmış olmakta ama bunu hastalara açıkça söylemeden biz aile hekimleri üzerinden yapılmakta, yine hasta ile hekim karşı karşıya getirilmektedir.
Rapor ve sağlıkta şiddet
Raporlar konusu zaten birinci basamakta Sağlıkta şiddetin en önemli nedenlerinden birisidir. Ehliyet, işe giriş gibi aslında ilgili oldukları yasalar ve yönetmeliklerde ayrıntılı sağlık şartları anlatılır. Bu şartlar için gerekli muayene ve tetkiklerin görme, işitme muayenesi gibi birçoğu ASM şartlarında olmadığı için ikinci basamak hastanelere sevk gerektiği durumlarda hastaların itirazları, bazı durumlarda da şiddet olayları vukuu bulmaktadır. Bu nedenlerle biz Aile hekimleri dernekleri, sendikaları olarak bu tür raporlar için yönetmeliklere uygun gerekli muayene imkanlarının olduğu merkezlerin kurulması ve tek merkezden bunların yürütülmesi idi. Bu şeklide hastaların da haklı olarak ikinci basamaklarda randevu bulamama endişeleri de ortadan kalkmış olacaktı, biz de kendi asli işimiz olan koruyucu sağlık hizmetlerini rahat gerçekleştirecektik. Bu taleplerimiz yapılmadığı gibi bir de bu tür raporların ücretli hale getirilmesi bir tek güvenlik görevlisinin olmadığı ASM’lerde bizim can güvenliğimizi ciddi anlamda tehlikeye atacaktır ki bu ücretli rapor açıklamasının ertesi günü Şişli’de bir ASM’de bir hasta ehliyet raporu ile ilgili sorun yaşadı diye sağlık çalışanlarına açık şiddet uygulamıştır. O yüzden bir kez daha yeniden diyoruz ki “Sağlıkta şiddet tamamen politiktir, bu bilimsellikten uzak, sahadan habersiz yürütülmeye çalışılan sağlık politikalarının beklenen açık bir sonucudur”.
Sağlık Bakanlığı’nın açıklaması
Sağlık Bakanlığının açıklamalarında “daha iyi bir aile hekimliği’ “aile hekimliğinin güçlendirilmesi” gibi iddiaları da inandırıcı bulamıyoruz. HYP adı altında bize yüklenen sekretarya angaryası ile aile hekimliğinin temel koruyucu hizmetler için hastalarına ayıracak 5 dakika bile vakit kalmayacaktır. Nitelikli koruyucu bir sağlık hizmeti için minimum 10-15 dakika bir hastaya vakit ayırmaktır. Ne yazık ki hastanelerde dayatılan 5 dakikada bir, iki hasta dayatması biz aile hekimlerine de yapılmıştır.
Alma Ata Bildirgesi’nde de ifade edildiği gibi birinci basamak sağlık hizmetlerinin tümüyle ücretsiz, bilimsel ve nitelikli biçimde kamu tarafından sunulduğu bir yapılanmayı destekliyor; birinci basamak hizmetlerinin yetkinleşmediği bir sağlık sisteminin sürdürülebilir olmayacağını, aksine ikinci ve üçüncü basamakta hizmet sunan sağlık sistemine yük olacağını söylemekteyiz. Aile hekimliklerinin etkin biçimde işleyebilmesi için öncelikle temel özlük hakları ve iş güvencelerinin sağlanması, koruyucu hekimlik dışındaki HYP sekreteryası, raporlar gibi angarya işlerden uzak hastalarına en az 10 dakika olacak şekilde zaman ayırabilmesi sağlanmalıdır. (ilketv.com.tr)
https://www.sivilsayfalar.org/2024/12/05/eziyet-yonetmeligini-nicin-kabul-etmiyoruz/
Kapat
Göç, Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri. Suriye’de 2011’de başlayan savaşla birlikte milyonlarca sığınmacı ...
7 Aralık - Suriyeliler Halep’e döner mi? - Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma) Devamı7 Aralık - Suriyeliler Halep’e döner mi? - Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
Göç, Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri. Suriye’de 2011’de başlayan savaşla birlikte milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye geldi. Bir bölümü Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçti. HTŞ ve SMO’nun iki koldan gerçekleştirdiği son harekâtla birlikte yeni çatışma alanları doğdu. Suriye’de yerinden edilenler zorunlu olarak bir kez daha göçle karşılaştı. Şu an ciddi bir dram ve iç göç söz konusu. Son gelişmelerle birlikte yerinden edilenlerin en büyük nüfusunu ise Batı Suriye Kürtleri oluşturuyor.
Rejim güçleri ya da Rusya uçaklarının İdlip’e olası müdahalesi, Türkiye’ye doğru yeni bir göç hareketlenmesine neden olabilir. Ek olarak, İran destekli silahlı Haşdi Şabigüçlerin sahaya inmesi mevcut göç hareketini başka boyuta taşıyabilir. Türkiye’de yaşayan mültecilerin Halep, Tel Rıfat ve diğer yerlere gönderilmesi de bir başka tartışma konusu.
Peki, Suriyeliler ya da Halepliler Halep’e döner mi?
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamasına göre; Türkiye’de geçici koruma kapsamında 2 milyon 938 binSuriyeli yaşıyor. Toplamın içinde 1 milyon 247 bin 432 kişi Halepli. Bakan Yerlikaya, Tel Rıfat ve Halep’te gerekli koşulların sağlanması durumunda Haleplilerin evlerine döneceğini ifade etti. Akabinde birçok gazetede ve televizyon kanalında “dönüş akını” temalı haberler yayınlanmaya başladı.
Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteci aktivistlerle konuştum. Dinlediklerim, görünenden/gösterilenden çok farklı şeyler söylüyor. Notlar halinde aktarayım:
* Türkiye’de yaşayan Halepli mülteciler Sünni Arap ağırlıklı. Fakat bu nüfus sanıldığı gibi radikal İslam’ı esas alan bir yönetim anlayışına sıcak bakmıyor. “HTŞ yönetime gelirse radikal kurallar getirir” diyorlar. Taliban, IŞİD türevi yönetim anlayışını istemiyorlar. Büyük çoğunluk böyle düşünüyor.
* Halepli sivil mülteciler HTŞ ile ÖSO’yu aynı görmüyor. HTŞ onlar için El Nusra’nın, El Kaidenin devamı demek. Zaten çoğu insan 2013-14 Halep muharebesi olarak anılan çatışmalardan kaçmış. Vahşi cinayetleri, toplu katliamları görmüşler. Rejim güçleri kadar HTŞ’ninönceli olan Nusra güçleri de sivillere karşı savaş suçlarına imza atmış. HTŞ’nin varlığı yaşadıkları travmanın yeniden canlanması demek. “HTŞ’ninhâkimiyetindeki bölgelere gitmeyiz” düşüncesi oldukça yaygın.
* Türkiye basınında HTŞ’ye tebrik ya da destek beyanlarına içerleniyorlar. “Hani HTŞ terör örgütüydü, neden Halep’i HTŞ’ye veriyorsunuz” diye soruyorlar. “Bizleri, kesenlere ya da kaçtığımız güçlere nasıl teslim edersiniz” diyorlar. Sahadan HTŞ ve ÖSO (SMO) çatışmasına dair haberler alıyorlar. Bu çatışmanın, Halep’e kim üstün olacak şeklinde büyüyeceğini düşünüyorlar. Bu yüzden geri dönüşü güvenli bulmuyorlar.
* Çeşitli kaynaklara göre; bugüne kadar Suriye’nin kuzeyine, “güvenli bölge” olarak adlandırılan yerlere 600 bin civarında Suriyeli gönderildi. Afrin, Cerablus, Azezgibi yerlerdi bunlar. Görüştüğüm aktivistler çoğu mülteciye baskı eşliğinde “geri dönüş formu”imzalatıldığını belirtiyor. Halepli mülteciler ÖSO yönetimindeki bölgelerin de başarısız olduğunu dile getiriyor. ÖSO hâkimiyetine rağmen bu bölgelerde açlık, yoksulluk ve işsizlik kol geziyor. Altyapı hala çok yetersiz. Gasp, hırsızlık, çete baskısı da buna eklenmiş. On yıllık bir başarısızlıktan söz ediyorlar.
* Halepli mülteciler arasında merkezi kaynakların önemine de vurgu yapılıyor. Yani Şam yönetimiyle bağı kesilmişbir ekonomi, Halep için çöküş demek.
* Türkiye’deki mülteci toplumun en büyük korkusu geriye zorla deport edilmek. Şu ana kadar 200 bin kişinin geçici koruma kimlik belgelerinin yenilenmediğini aktarıyorlar. Daha önce yapılmış bir hazırlık mı var? Kafalarda bu sorular dolaşıyor. Önümüzdeki üç dört ay içinde zorla ve kitlesel bir geri gönderme olacağından kaygı duyuyorlar. Oysa bu durum BM Mülteciler sözleşmesine aykırı. Çünkü geri dönüş için mültecinin rızası şart. Ama yakın dönemdeki geri gönderme pratiklerine uluslararası kurumlar ses çıkarmamış. Endişe dorukta.
* Geri gönderme korkusunu sadece Halepliler taşımıyor. Halepli olmayan Suriyeliler de benzer endişeyi taşıyor. Halepli olmayan birinin Halep’e gönderilmesi ise ne ekonomik ne de sosyolojik olarak kabul gören bir şey.
* Aktarımlara göre; “Halep 83’üncü İlimiz olacak” söylemi Türkiye’deki mülteci toplumunu üzüyor. “Madem Halep vatandır, madem Halepliler vatandaştır o zaman niye 13 yıldır vatandaşlık vermediniz” diye soruyorlar. Türkiye doğumlu çocuklarına dahi vatandaşlık verilmediğini hatırlatıyorlar. Ki, bu durum geri dönmekten çok, çoğunlukla Türkiye’de kalmayı, bir arada yaşamanyı arzu eden bir yaklaşıma işaret ediyor.
* Notlarıma göre; Türkiye’deki Halepliler, kadim Halep kültürüyle yaşamak istiyor. Yani geri dönüşler koşulları oluşursa; demografisi değiştirilmiş, tümüyle Sünni Araplardan oluşan bir şehirde yaşamayı doğru bulmuyorlar. Onlara göre, Kürt, Çerkes, Ermeni, Alevi ya da başka halklardan komşular Halep kültürünün vazgeçilmez parçaları demek. Komşuluk olmadan ticaretin de olacağını düşünmüyorlar. Bu nedenle bin yıllık kadim şehrin ve çoklu yapının korunmasından yanalar.
* Sosyal medyaya yansıyan bir çağrıyı soruyorum; eli silah tutan erkeklerin Suriye’ye gitme çağrısını. Sosyal medya paylaşımlarını doğruluyorlar. Fakat bunlara sıcak bakmıyorlar. Çünkü Türkiye’de sivil mültecilere olan önyargının daha da büyümesinden korkuyorlar. Kalanların Kayseri benzeri şiddet olaylarına maruz kalabileceğini söylüyorlar. Hükümetin bu tip çağrıların önüne geçmesi gerektiğini belirtiyorlar. Ayrıca kimin kime kurşun sıktığı belli olmayan bir savaştan kaçtıkları için, aynı kaosu bir daha yaşamak istemiyorlar.
* İlginçtir, Halepli mültecilerin bir korkusu da İdlip’e dair. Askeri ve siyasi bakımdan İdlip’i kale yapan HTŞ’ningücüne işaret ediyorlar. Rusya’nın İdlip’i vurması ya da ezmesi durumunda büyük göçün yaşanacağını ve kendilerinin de sorun yaşayabileceğini söylüyorlar.
* Peki, çözüm ne? Konuştuğum aktivistler barış, diplomasi, diyalog ve uluslararası çözüm istiyor. BM öncülüğünde, uluslararası toplumun gözetiminde ve yönetiminde bir durum olursa dönüş yolunun açılabileceğini belirtiyorlar. Sadece Halep’te değil bütün Suriye’de çözümün ele alınması gerektiğine işaret ediyorlar.
Sonuç olarak, “dönüş akını” diye bir söylem bugünkü gerçekliği yansıtmıyor. 2011 sonrası “göç akını” diye yerli toplumda oluşturulan korku ve ön yargı duvarı, bu kez “dönüş akını” söylemiyle deportizasyonu ve yine ön yargıyı kışkırtıyor. Bu söylem ayrıca yerli toplumu, başından beri çarpık olan maceracı Suriye dış politikasına bir kez daha yedeklemeyi amaç ediniyor. Mülteciler siyasi, demografik dizaynın enstrümanı olarak görülmemeli. Saha denen şey sadece savaşanlardan ibaret değil. Sosyoloji ve onun öznesi olan insan gerçeğini atlamayalım.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/07/suriyeliler-halepe-doner-mi-ercument-akdeniz/
Kapat
Suriye'de başkent Şam'a açılan stratejik önemdeki Humus ilinde ilerleyen silahlı gruplar, kent merkezinin iç kesimlerine ulaştı. Rejim ordusu ...
7 Aralık - Suriye’de savaş ve pazarlıklar kızışıyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı7 Aralık - Suriye’de savaş ve pazarlıklar kızışıyor (Enternasyonal Dayanışma)
Suriye'de başkent Şam'a açılan stratejik önemdeki Humus ilinde ilerleyen silahlı gruplar, kent merkezinin iç kesimlerine ulaştı. Rejim ordusu Humus’tan çekildi. Dera kentinde çatışmalar başladı.
Rejim ordusu, Deyrezzor kenti ve 7 köyün kontrolünü Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetiminin silahlı gücü Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'ne bıraktı.
İsrail ordusu, işgal altında tuttuğu Suriye toprağı Golan Tepeleri'ndeki birliklerine takviye yaptığını duyurdu. Rusya Suriye'deki vatandaşlarına 'ülkeyi terk edin' çağrısında bulundu.
Rejim, Humus’tan çekildi
HTŞ öncülüğündeki silahlı gruplar, Halep ve Hama’dan sonra, ülkenin üçüncü büyük kenti Humus’a girdi.
Silahlı gruplar, Rastan ve Telbise ilçe merkezlerini ele geçirdikten sonra, Humus merkezinin batısındaki Vaer Mahallesi’ne girdi ve merkezin iç kesimlerine kadar ilerledi.
Londra merkezli muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), Baas rejim ordusu ve müttefiklerinin Humus kentini tamamen boşalttığını ve Humus-Lazkiye yolu üzerinde konuşlandığını açıkladı.
Dera’da çatışmalar başladı. Ürdün, Suriye sınırını kapattı
Ürdün sınırında bulunan ve 2012'de iç ilk silahlı isyanın çıktığı Dera'da, silahlı gruplarla Baas rejim güçleri arasında çatışmalar yaşanıyor. Dera'nın batı kırsalındaki Noa ilçesinde silahlı gruplar, sabah saatlerinde rejim güçlerine ait kontrol noktalarına saldırdı.
Silahlı grupların, Dera'nın batı, doğu ve kuzey kırsalındaki Cize, Semlin ve Gariyye Şarkiyye bölgelerinde de rejim güçlerine ait kontrol noktalarını ele geçirdiği ileri sürüldü. Dera, 2012-2018 yılları arasında muhaliflerin kontrolünde kalmıştı.
Ürdün, mülteci geçişlerini engellemek için Suriye sınırını kapattığını duyurdu.
Deyrizor ve Minbiç’teki gelişmeler
Suriye'nin güneydoğusunda, İran'ın Şam yönetimi ile bağlantısı açısından kritik önem taşıyan ve ABD'nin 900 askerinin bulunduğu Deyrezzor'da yönetim el değiştirdi. Rejim ordusunun 4. ve 17. Tümenleri, Humus kentine destek vermek için Deyrezzor kentinden ve 7 köyden çekildi. Bu yerlerin kontrolü anlaşmalı olarak Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetiminin silahlı gücü olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'ye bırakıldı.
Deyrezzor Askeri Havaalanı'nın kontrolünün de, SDG'ye bırakıldığı belirtildi. Reuters ajansına konuşan iki güvenlik kaynağı, Deyrezzor'un kent merkezinin de SDG'ye geçtiğini söyledi.
HTŞ'nin rejim güçlerine başlattığı saldırının ardından SDG'nin kontrolündeki Tel Rıfat'ı alan Suriye Milli Ordusu'nun (SMO), Fırat'ın batı kıyısında bulunan Mınbic'deki SDG mevzilerine saldırdığı belirtildi.
Şam’a drone saldırısı iddiası
AA’nın yerel kaynaklardan aktardığına göre Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), Şam’ın Emevi Meydanı’ndaki Radyo Televizyon binasıyla Savunma Bakanlığı’nın olduğu bölgeye kamikaze dronla saldırdı.
Rejim ordusundan konuya ilişkin açıklama henüz yapılmadı. Öte yandan, Şam’da yoğun silah seslerinin duyulduğu belirtildi.
İran ve Hizbullah kendini toparlayıp Esad’a desteğe hazırlanıyor
Reuters'a konuşan Lübnanlı güvenlik kaynakları, İran'ın desteklediği Hizbullah'ın silahlı grupların stratejik Humus kentini ele geçirmesinin engellenmesi için Suriye'ye "denetleyici güçler" yolladığını söyledi. Suriyeli bir askeri yetkili ve Tahran'a yakın olduğu belirtilen iki bölgesel yetkili de, elit Hizbullah güçlerinin sınırı geçerek Humus'ta konuşlandığını ileri sürdü.
Rusya’dan Türkiye’ye uyarı
Türkiye, Rusya ve İran dışişleri bakanları Astana formatı kapsamında Katar'ın başkenti Doha'da Suriye için Cumartesi günü bir araya gelecek. Toplantı öncesi konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, daha önce yapılan anlaşmaların, Türkiye'ye İdlib'deki durumu kontrol altına alma ödevi verdiğini söyledi, Doha'daki toplantıda durumu netleştirmeyi umduklarını ifade etti.
Rusya, Suriye'deki vatandaşlarına ülkeyi terk etme çağrısı yaptı. Rusya'nın Şam Büyükelçiliği, "kötüleşen durum nedeniyle Rus vatandaşlarına ticari uçuşlarla Suriye’yi terk etme" çağrısında bulundu.
İsrail sınıra asker konuşlandırdı
İsrail ordusu, silahlı grupların ilerlediği Suriye'deki son gelişmeleri gerekçe göstererek birliklerini sınır boyunca konuşlandırdığını açıkladı. Buna göre, Golan Tepeleri'ndeki hava ve kara kuvvetlerine takviye yapıldı.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/07/suriyede-savas-ve-pazarliklar-kizisiyor/
KapatHeyet Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki silahlı gruplar, Baas rejim ordusuna karşı 27 Kasım’da başlattıkları geniş çaplı ...
6 Aralık - Suriye'de HTŞ liderliğindeki silahlı gruplar Hama'ya girdi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı6 Aralık - Suriye'de HTŞ liderliğindeki silahlı gruplar Hama'ya girdi (Enternasyonal Dayanışma)
Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki silahlı gruplar, Baas rejim ordusuna karşı 27 Kasım’da başlattıkları geniş çaplı saldırıda, Halep’in ardından Hama’ya da girdi. Silahlı grupların Hama’ya girdiği iddialarını önce yalanlayan rejim ordusu, daha sonra “sivillerin hayatını korumak ve şehir çatışmalarını önlemek için” çekildiğini açıkladı.
Böylece rejim ordusu devrimin başladığı 2011 yılından beri Hama’yı ilk kez kaybetmiş oldu. Hama’nın ele geçirilmesiyle HTŞ liderliğindeki silahlı gruplar başkent Şam’a biraz daha yaklaşmış oldu. Hama ve Şam arası 220 kilometre.
Birleşmiş Milletler (BM), son çatışmalarda çoğu savaşçı yüzlerce kişinin öldürüldüğünü, yaklaşık 50 bin kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığını açıkladı.
Göç edenler için acil yardım talep edildi
Halep’in kuzey kırsalından Rakka’ya kaçanların sayısının her gün arttığını bildiren Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi yetkilileri, Birleşmiş Milletler’e (BM) çağrıda bulundu, acil yardım talep etti. 30 binden fazla ailenin “vahim koşullar ile karşı karşıya” kaldığı, yönetimin yeterli desteği sağlama kapasitesinin sınırlı olduğu kaydedildi.
Rakka’nın birçok ilçesinde okulların geçici toplanma alanlarına dönüştürüldüğü belirtildi. Göç yetkililerinden Şeyhmus Ahmed, 120 bin kişinin Suriye’nin kuzeydoğusuna sığınmasının beklendiğini dile getirdi.
Saldırılar nedeniyle Tel Rıfat bölgesinden göç etmek zorunda kalanların araçlarının, silahlı gruplar tarafından çevrildiği öne sürüldü. Çevrilen araçlarda yerinden edilen 15 bin civarında kişi bulunduğu belirtildi.
Kapatİçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Suriyeli sığınmacılar için ‘KADES benzeri bir uygulama’ yaptıklarını duyurdu.
2025 yılı ...
5 Aralık - Hükümetin göçmen düşmanlığı artıyor: Konum gönderme zorunluluğu (Enternasyonal Dayanışma) Devamı5 Aralık - Hükümetin göçmen düşmanlığı artıyor: Konum gönderme zorunluluğu (Enternasyonal Dayanışma)
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Suriyeli sığınmacılar için ‘KADES benzeri bir uygulama’ yaptıklarını duyurdu.
2025 yılı başında uygulamaya geçecek bu kural gereği, göçmenlere devamlı konumlu mesaj gönderme zorunluluğu getiriliyor. Bu kuralı iki defa ihlal edenler sınır dışı edilecek.
Konumlu mesaj göndermeyen kampa gönderilecek
İçişleri Bakanlığı, göçmenlerle ilgili adres güncelleme konusunda, 2025’in ilk haftasından itibaren bildirim yükümlülüğü getirdi. Bu tarihten itibaren göçmenler konumlu mesaj gönderecek, devamlı “Ben buradayım” şeklinde bildirimde bulunacak. Telefonun konumu kapatılmışsa veya bildirim gönderilmediği zaman soruşturma yapılacak. Konum bildirmemeyle ilgili makul bir sebep yoksa 2 kez tekrarlandığında, o göçmen kampa, yani Geri Gönderme Merkezine (GGM) gönderilecek.
Çok sayıda göçmen, kayıtlı olduğu ilde iş bulamadığı için başka bir ile gitmek zorunda kalıyor. Bu uygulama, binlerce göçmenin işten ayrılmasına veya kayıtsız göçmen haline gelmesine neden olacak. Kayıtsız göçmenler çocuklarını okula gönderemiyorlar, sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar, her türlü adli olayda yakalandıklarında, haklı bile olsalar sınır dışı edilmek üzere GGM’lere gönderiliyorlar.
GGM’lere gönderilen göçmenler, burada ağır işkenceler altında zorla geri dönüş formları imzalatılarak, kaçmak zorunda kaldıkları ülkelerine iade ediliyorlar. Avukatlar çoğu zaman dava açtıkları halde ve yasa gereği dava açıldığında iade işlemlerinin durması gerektiği halde, “gönüllü” olduğu iddia edilerek göçmenler sınır dışı ediliyorlar.
KapatKayseri Geri Gönderme Merkezi’nde koşullar giderek ağırlaşıyor. Son bir haftadır 22’den fazla aile merkeze alınmış durumda. Bu ailelerden ...
2 Aralık - Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde göçmenler açlık grevine başladı – Zaid Faraman Devamı2 Aralık - Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde göçmenler açlık grevine başladı – Zaid Faraman
Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nde koşullar giderek ağırlaşıyor. Son bir haftadır 22’den fazla aile merkeze alınmış durumda. Bu ailelerden bazılarında, örneğin ailenin babasının geçmişte bir mahkeme kaydı olması gibi nedenlerle, dosyası kapanmış olmasına rağmen GGM’ye getirildiği ifade ediliyor.
Şu anda GGM’de yaklaşık 1300 kişi bulunuyor ve insani koşulların iyileştirilmesini talep eden yaklaşık 1000 kişinin açlık grevine katıldığı belirtiliyor. Son aldığımız bilgilere göre, grevdeki kişiler sabahtan beri hiçbir şey yememiş.
Kadınlar ve çocukların da bu durumdan etkilenmesi, yaşanan mağduriyetleri daha da derinleştiriyor. Soğuk hava, sıcak suyun olmaması ve temel ihtiyaçların karşılanamaması gibi sorunlarla boğuşan insanların bu grevle seslerini duyurmaya çalıştıkları açıkça görülüyor. Bu çağrıya kulak verilmesi ve acil adımlar atılması büyük önem taşıyor.
KapatTürkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz ...
2 Aralık - Türkiye’de Suriyeli sığınmacı işçilerin durumu – Mahmut Boyuneğmez (sendika.org) Devamı2 Aralık - Türkiye’de Suriyeli sığınmacı işçilerin durumu – Mahmut Boyuneğmez (sendika.org)
Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir
Sığınmacılarla ilgili istatistiklere güvenmeyenler ya da bu verilere dair şüphe duyanlar şu soruları yanıtlamalıdır: Neden sığınmacılara ilişkin resmi veriler gerçekte olan değerlerin çok üzerinde ya da çok altında olsun? Sayılardan şüphe duymak için ya da onlara güvenmemek için ne neden var? Örneğin enflasyon hesaplamasında düşük bir oran verilmesi, kitleleri yönlendirmede işlevliyken, sığınmacılar konusunda sayılar iddia edildiği gibi az gösteriliyorsa, bunun amacı nedir? Uluslararası göçmenlerle ilgili kuruluşların sayıları da benzer düzeydeyken, neden sığınmacılarla ilgili resmi verilerden şüphe duyulsun ya da bu verilere güven duyulmasın?.. Resmi verilerden şüphe duymak ya da bunlara güvenmemek için bir neden bulunmamaktadır. Öyleyse sığınmacı emekçilerin ne durumda olduğunun bir panoramasını resmi verilere başvurarak, fakat bununla yetinmeyip yapılan ampirik araştırma sonuçlarıyla ortaya koymak yararlı olacaktır.
Göçmenler gittikleri ülkelerin yerli nüfusunun çalışmak istemediği/çalışmayı kabul etmediği ve 3D olarak nitelenen “kirli, tehlikeli ve zor” (dirty, dangerous and difficult) işleri yapmaktadır. Göçmenlerin emek piyasasına katılımda seçenekleri azdır, yoğun emek gerektiren işlerde kendilerine yer bulurlar. Göçmenler daha sadık ve güvenilir, uzun saatler boyunca çalışmaya hazır işçilerdir. Göçmenlerin pazarlık gücünün sınırlı olması, onları emek piyasasının en mahrumiyet içerisindeki üyeleri yapmaktadır. Göçmenler genellikle kayıtdışı ve korunmasız olarak çalışırlar. 1990’lardan günümüze ev içi bakım hizmetleri ve turizm sektörlerinde çalışan göçmenler bir yana bırakıldığında, Türkiye’de diğer göçmenlerin emek yoğun sektörlerde, ücret pazarlığı yapamadan, düşük nitelikli ve geçici işlerde (tarım, inşaat, tekstil ve hizmetlerde) çalıştığı görülmektedir. Geçimlerini sağlamak, kira ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çoğunlukla Suriyeli mülteci ailelerde yaşı çalışmaya müsait olanların tamamı çalışmak zorunda kalmaktadır.
Türkiye’de 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaştan kaçanlar yaşamaktadır. Suriyeli mülteciler Nisan 2014’ten bu yana Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geçici koruma statüsünde bulunmaktadır. 1990’lardan bu yana kitlesel düzensiz göçmen akışıyla karşılaşan ülkeler, göçmenlere doğrudan mülteci statüsü sağlamak yerine geçici koruma statüsü olarak tanımlanan hukuki statüyü kullanma eğilimindeler. Geçici koruma, ağırlayan devletlere daha dar bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye’de sermaye sınıfı için ucuz işgücü arzı oluşturduklarından, sığınmacılar kamplarda uzun süre tutulmamış, halk tabiriyle “etinden sütünden” yararlanmak üzere işgücü piyasasına dahil edilmişlerdir.
Demografik yapıyı ne kadar etkiliyorlar?
Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 21 Kasım 2024 tarihi itibarıyla 2 milyon 936 bin 252 kişidir. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’ne göreyse Türkiye’de 3,2 milyon kayıtlı Suriyeli sığınmacı, 222 bin de diğer uyruklardan göçmen bulunmaktadır. Toplamda 3 milyon 200 bin civarında kayıtlı göçmenin Türkiye’de olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de yabancı uyruklu olan ve kayıt dışı bulunan kişi sayısının 300 bin ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ortalama 1 milyon düzensiz göçmen (kayıt dışı sığınmacı) olduğu kabul edildiğinde, Türkiye’deki toplam göçmen sayısının 4,2 milyon civarında olduğu görülmektedir. Hatırlayalım; Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ gibi siyasi figürlerin göçmenler için dile getirmiş olduğu sayılar 10 milyon, hatta 13 milyon düzeyindeydi. Bu kişiler toplumumuzda sığınmacılar konusunda yanlış bir algı ve bakış açısı oluşturmaya çalışanlar korosunda yer almıştır.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye toplumunun nüfusuna oranı sadece yüzde 3,44 düzeyindedir. Tüm göçmenlerin nüfusa oranı ise yüzde 4,9 olarak hesaplanmaktadır. Suriyeli sığınmacılar ve diğer göçmenlerin toplumumuzdaki oranı budur. Sığınmacılara dönük bir alerji ve negatif hissiyat geliştirmeye neden olacak şekilde “ülkemizin göçmenlerin işgali altında bulunması” durumu söz konusu değildir.
Veriler 2021 yılından buyana sığınmacı Suriyelilerin sayısının azaldığını göstermektedir. Bunun nedenleri, 2016-2024 yılları arasında 715 bini aşkın Suriyelinin ülkesine geri dönmesi, AB ülkelerine kaçak geçişler, geçici koruma statüsünü kaybeden sığınmacıların oluşu (örneğin 6 Şubat depremi nedeniyle evleri yıkılan sığınmacılardan statülerini sürdürmeleri için gerekli olan adres güncellemesini yapamayanlar var), 238 bin 768 Suriyeliye vatandaşlık verilmesidir.
Kamplarda kalan Suriyeli sayısının toplam Suriyeli sayısına oranı yüzde 1,85 olup, Suriyelilerin yüzde 98,15’i şehirlerde yaşamaktadır. En çok Suriyeli sığınmacı barındıran şehir 511 bin 393 kişi ile İstanbul’dur. İstanbul’da Suriyeli sığınmacılar, kent çeperlerindeki yoksul semtlere yerleşmiştir. Semt seçimlerinde akrabalık bağları ve sınıfsal özellikler etkilidir. Kayıtlı Suriyeli sığınmacıların, en yoğun bulundukları ilçe nüfuslarına oranı yüzde 4-9 arasındadır. İstanbul’u 412 bin 153 kişi ile Gaziantep, 243 bin 965 kişi ile Şanlıurfa takip etmektedir. Oran olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu şehir ise yüzde 29 ile Kilis’tir. Kilis’te 155 bin 179 Türk vatandaşı ile kayıt altına alınmış 64 bin 105 Suriyeli bulunmaktadır. Suriyeli yoğunluğunda Kilis’i yüzde 16 oranı ile Gaziantep takip etmektedir. Türkiye’de hiçbir ilde Suriyeli sığınmacılar demografik olarak baskın konumda değildir. Başka bir deyişle sığınmacıların, hiçbir ilde nüfus yapısını değiştirecek boyutta bir ağırlığı bulunmamaktadır. Sığınmacılara karşı sınır illerindeki bazı yerelliklerde sığınmacı nüfusun yoğunluğundan kaynaklı hoşnutsuzlukları, tüm ülke genelinde de varmış gibi göstermek bir manipülasyon ve çarpıtmadır.
Nüfus piramidindeki verilerden hareketle yapılan analizlere göre Suriyeli sığınmacıların yıllık ortalama nüfus artış hızı binde 8 civarındadır. Bu artış Türkiye ortalamasının binde 13,9 altındadır. Yeni doğumlarla Suriyeli sığınmacıların nüfusundaki artışın, örneğin 10 yıl sonrasında ülkemizi istila edecek boyutlara ulaşması mümkün görünmemektedir.
Suriyeli sığınmacılar arasında 2017 yılı için yapılan bir çalışmada Türkiye’ye gelmeden önce ülkelerinde aylık geliri 75 dolar ve bunun altında olanların oranı yüzde 83 olarak hesaplanmıştır. Bu oran Suriye’den Türkiye’ye sığınanların önemli ölçüde yoksullar olduğunu göstermektedir.
Sağlık Bakanlığı, AFAD ve DSÖ’nün araştırmasına göre Türkiye’deki 18-69 yaş arasındaki Suriyelilerin ortalama eğitim yılı 8,7’dir. Türkiye’deki Suriyeli nüfus genel olarak lise ve altında eğitime sahiptir.
Türkiye’de 18-69 yaş aralığındaki 5 bin 760 Suriyeli göçmenin örneklemini oluşturduğu bir araştırma kapsamında, Suriyeli erkeklerin yüzde 44,3’ü işçi, yüzde 2,7’si memur olarak çalışmakta, çalışmalarına herhangi bir engel olmamasına ve çalışma isteğinde olmasına rağmen işsiz olan erkeklerin oranı ise yüzde 32 düzeyinde bulunmaktadır. Bu işçiler ağırlıkla vasıfsız işgücüdür. Üstelik Suriye’de aldığı eğitimle ilgili diploması olmasına rağmen Türkiye’de bu diplomaya denklik verilmemesi, vasıflı sığınmacı emekçilerin kendi vasıflarından daha düşük vasıf gerektiren işlerde çalışmaları sonucunu doğurmaktadır. Suriyeli kadınların büyük çoğunluğunu oluşturan yüzde 84,4’lük bir kesimi ev işleriyle uğraşmaktadır/ev kadınıdır. Suriyeli kadınlar çoğunlukla emek yoğun üretim yapan tekstil, hazır giyim ve hizmet sektöründe ya da tarımda kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Çalışan ya da iş arayan Suriyeli kadınların önemli bir bölümünü, ülkelerindeki iç savaşta eşini kaybetmiş ve hanenin geçiminden sorumlu olanlar oluşturmaktadır. Bazı illerde evlerinde parça başı dikiş işleri yaparak çalışan kadınlara da rastlanmaktadır.
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yüzde 85’inin temel gelir kaynağı çalışarak elde ettikleri ücretlerdir. Suriyeli sığınmacıların çoğunluğu işçi ailelerinden oluşmakta, bir kurum tarafından verilen ayni veya nakdi destek ile geçinmemektedir. Suriyeli sığınmacılara çalışma izni 2016 yılında çıkarılan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ile verilmeye başlanmış olup, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre 2023 yılında çalışma izni olan Suriyeli sayısı 108 bin 520’dir. Suriyeli sığınmacı işçilerin çok büyük bir bölümünün kayıt dışı olarak düşük nitelikli işlerde (özellikle tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde) çalıştığı bilinmektedir. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre yaklaşık 650 bin Suriyeli sığınmacı işçinin kayıt dışı çalıştığı belirtilmektedir. Türkiye’de reel ücretler zaten yüksek enflasyon ile azalmakta ve tüm ücretlerde asgari ücrete doğru bir gerileme yaşanmaktadır. Bunun sığınmacılarla hiçbir ilintisi bulunmamaktadır. Fakat tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde kayıt dışı çalışan sığınmacıların, düşük ücretlerle/yevmiyelerle çalışıp, yerli işçilerle rekabete girdiği görülmektedir.
Yapılan çalışmalarda Suriyeli sığınmacıların oranının nispeten yüksek olduğu illerde, yerli kayıt dışı çalışanların yerini aldıkları yönünde bulgular vardır. Sığınmacıların yoğun olduğu bölgelerde yerli kayıt dışı istihdamın azaldığı, yerli kayıtlı istihdamın fazla etkilenmediği, hatta kısmen arttığı, yerli çalışanların ücretlerinde ise anlamlı bir değişiklik olmadığı bulunmuştur. Fakat bu konu tartışmalıdır. Düşük nitelikli işlerde Türkiyeli ve Suriyeli işçiler arasında rekabetin arttığı, bunun da zaten düşük olan ücretleri baskıladığı yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır.
Ortalama gelirleri asgari ücretin altında
Suriyelilerin 2017 yılında Türkiye’deki aylık ortalama kazançlarının 908 TL (229,39 dolar) olduğu tespit edilmiştir. Bu tarih itibari ile Türkiye’deki asgari ücret 354,70 dolara karşılık geldiğinden, Suriyeli işçilerin Türkiye’de asgari ücretin altında ücretlerle çalışmasına rağmen Suriye’deki kazançlarına kıyasla daha fazla gelir elde etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Fakat satın alma gücü açısından değerlendirildiğinde ülkelerindekine göre Türkiye’deki artan kazançlarına rağmen Suriyeli ailelerin yüzde 77’sinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı saptanmıştır. Sığınmacı kadın işçiler genellikle istihdam edildikleri sektörlerde hem yerli kadın işçiler hem de göçmen erkek işçilere göre düşük ücretle çalıştırılmaktadır.
Türkiye işçi sınıfının bir bileşeni olan Suriyeli sığınmacı işçiler, vasıfsızlık, çalışma izinlerinin olmaması ve Türkçe dilinde yetersizlik nedeniyle ağırlıkla kayıt dışı sektörlerde, düzensiz işlerde, kolayca işten çıkarılma tehdidi altında, uzun süreler boyunca, asgari ücretten düşük ücretlerle, kimi durumlarda ücretleri ödenmeyerek ya da patronlarla yaptıkları anlaşmadan daha düşük ücretler ödenerek, en kötü/ölüm ve yaralanma riskine en açık koşullarda (iş güvenliği ve sağlığı tedbirlerinin olmadığı koşullarda), sosyal güvenceden yoksun (sigortalanmadan), sendikaları ve örgütlülükleri olmadan çalışmakta ve yoksulluk içerisinde yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar Suriyeli göçmenlerin yerli işçilere göre düşük ücretlerle çalıştırılmasının farklı sektörlerde yaygın bir uygulama olduğunu göstermektedir. Bu çalışma koşullarına sahip işçi sınıfı bölmesine “prekarya” denmektedir. Suriyeli sığınmacı işçiler, Türkiye işçi sınıfının yeni prekaryasını oluşturmaktadır. Ve elbette çalışma koşullarındaki olumsuzluklardan sığınmacılar değil, kapitalistler ile bu koşulların hukuksal ve politik düzenleyicileri sorumludur.
Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgelerindeki illerde yaşayan kent yoksulları ve mülksüz halk yanı sıra Suriyeli sığınmacılar, mevsimlik tarım işçiliğinde başat konumdadır. Mevsimlik tarım işçileri çoğu durumda günde 10-12 saat, zor koşullarda çalışmaktadır. Çocuklar ve kadınlar tarımsal ücretli işçiliğin temel aktörleridir. Tarım işçiliği yapan Suriyeli sığınmacılar meslekleri olmadığı ve başka iş bulamadığından bu işleri yapmaktadır. Düşük günlük ücretlerin olduğu tarım sektöründe kazançlarını artırmanın ve kalabalık aileleri geçindirmenin yolu, aile ve akrabaların çocuklarla birlikte çalışmasıdır. Suriyeli sığınmacılar özellikle Adana-Mersin-Şanlıurfa-Gaziantep bölgesinde tarımda yaygın olarak çalışmaktadır.
Kayıt dışılığın yaygın olduğu tekstil sektöründe düşük ücretler, güvencesizlik ve yüksek çalışma saatleri bulunmaktadır. Küçük ve orta ölçekli tekstil firmaları, uluslararası büyük tekellerin tedarikçisidir ve kendilerinin de fason alt tedarikçileri bulunmaktadır. Böylelikle bu uluslararası tekeller tedarikçi firmalarda kayıt dışı çalışan ucuz işgücünün aşırı sömürüsü üzerinden emperyalist payını almaktadır. İstanbul’daki tekstil işçileri arasında yapılan bir araştırmaya göre, işçilerin ancak yüzde 2,3’ü haftada yasal çalışma süresi olan 45 saat çalıştığını ifade etmiştir. İşçilerin yüzde 14,26’sı haftada 46-50 saat, yüzde 32,17’si haftada 51-55 saat, yüzde 19,73’ü haftada 56-60 saat, yüzde 16,58’i haftada 61-65 saat, yüzde 14,93’ü ise haftada 65 saatten fazla çalışmaktadır. Yerli ve sığınmacı tüm işçilerin 3’te 1’inin ücreti asgari ücretin altındayken, Suriyeli tüm işçilerin yaklaşık yarısı, Suriyeli sığınmacı kadın işçilerinse tamamı asgari ücretin altında çalışmaktadır. Yerli işçiler arasında asgari ücretin altındaki bir ücretle çalışan işçiler yaklaşık yüzde 20’lik bir orandadır. Sigortasız ve kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu sektörde işçiler hem cinsiyet hem de Türkiyeli/Suriyeli olmak bakımından ayrışmakta ve emek piyasasının en üstünde Türkiyeli erkek işçiler, ikinci seviyede Türkiyeli kadın işçiler, üçüncü seviyede Suriyeli erkek işçiler, ücret skalasının en altında ise Suriyeli kadın işçiler yer almaktadır. İstanbul’da tekstil sektöründeki Suriyeli işçilerin yüzde 98,6’sı kirada oturmakta, bu konutlarda işçilerin yüzde 54’ü 7’den fazla kişiyle birlikte yaşamaktadır, öyle ki 10’den fazla kişiyle birlikte yaşayan işçilerin oranının yaklaşık yüzde 26 düzeyinde olduğu saptanmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerde inşaat işçilerinin önemli bir kısmı kırdan kente göç eden birinci kuşak işçilerden oluşmaktadır. Türkiye’de inşaat işgücü piyasasının sayısal olarak önemli bir kısmını Kürt işçilerin oluşturduğu tahmin edilmektedir. Taşeronlaşma düşük ücret karşılığında çalışmaya razı, daha hızlı çalışabilecek, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı ortamlarda çalışmaya itiraz etmeyecek işçileri inşaat sektörüne dahil etmektedir. Suriyeli işçilerin daha düşük ücretle çalışmaları, daha uzun saatler boyunca çalıştırılmaları, sosyal güvencelerinin olmaması gibi etkenler taşeronların yerli işçiler yerine Suriyeli göçmen işçileri çalıştırmayı tercih edebilmelerine neden olmaktadır. Amaçlanan sömürü oranını artırmaktır. Suriyeli sığınmacı işçiler inşaat sektörüne dahil oldukları yerlerde işçiler arasındaki rekabeti artırmıştır.
400 bin Suriyeli çocuk okula gitmiyor
Geçici koruma altındaki Suriyelilerin yaklaşık 1 milyon 124 bin 353’ü zorunlu eğitim çağındaki çocuklardır. 2021’in Kasım ayı itibariyle okul çağındaki Suriyeli çocukların yüzde 65’i devlet okullarına devam etmektedir. Yaklaşık olarak 400 bin Suriyeli çocuk okul dışındadır. 2020-21 eğitim yılı için ilk ve ortaokul düzeyinde okullaşma neredeyse yüzde 80 iken, lise düzeyinde okula gitme oranı yüzde 39 düzeyindedir (yerlilerde yaklaşık yüzde 85). Okula gitmeyen sığınmacı çocuklar ya ev içi işlerde çalışmakta (özellikle kız çocuklar) ya da ailelerinin yoksul olması yüzünden gelir sağlamak amacıyla çocuk işçi olarak çalışmak zorunda kalmaktadır. Suriyeli çocuk ve gençlerin ailelerinin gelirini artırmak amacıyla düşük ücretler karşılığında yevmiye usulü çalışmak zorunda oldukları bilinmektedir. Sığınmacı çocukların çalışma yaşının 6’ya kadar düştüğü saptanmıştır. 15-17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı erkek çocukların yüzde 48’i ücretli bir işte çalışmaktadır. Bu oran, savaş öncesi Suriye’deki orandan (yüzde 29) çok daha yüksektir. Sığınmacı çocukların hakkı olan eğitimden mahrum kalmaları ve çocuk işçi olmaları, büyük bir sorundur. Tıpkı zorunlu eğitim çağında olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocukların yüzde 3,9’unun, yani yaklaşık 612 bin 814 çocuğun eğitim dışında bulunması gibi.
Sığınmacı çocuk işçiler sanayide tekstil ya da ayakkabı atölyelerinde, araba tamirhanelerinde, hizmet sektöründe ya da sokaklarda çok düşük ücretlerle/kazançlarla, 12 saate varan çalışma süreleri boyunca çalışmaktadır. Yerli küçük atölyelerde olduğu kadar, dünyaca ünlü markaların/uluslararası firmaların tedarikçilerine ait fabrikalarda da bu çocuklar, erişkin Suriyeli sığınmacılarla birlikte iliğine kadar vampir sermayedarlar tarafından sömürülmektedir. Suriyeli sığınmacı çocukların işçilik yapmasının temel nedeni ailelerinin yoksulluğudur.
İstanbul’da 12-24 yaş arası Suriyeli genç ve çocuklar arasında yapılan bir araştırmada, bu insanların karşılaştıkları sorunların eğitime devam edememe, çalışacak iş bulamama, Türkçe konuşamama, yoksulluk, sömürü, ayrımcılık ve sosyal hizmetlere sınırlı erişim olduğu saptanmıştır.
Suriyeliler suç oranını artırıyor mu?
Emperyalist ülkelerin vekil savaşından/ülkelerindeki iç savaştan kaçıp, ülkemize sığınmış Suriyelilerin yüzde 74’ünü (2 milyon 291 bin 126 kişi) kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. 18 yaş altında olanların/çocukların Suriyeli sığınmacılar içerisindeki payı yüzde 50’dir. Kadınlarda ve çocuklardaki suç oranlarının, erkeklerdekine göre düşük olduğu bilinmektedir. Resmi rakamlara göre sığınmacıların suç oranı 2014 yılından itibaren 2022 yılına kadar yüzde 1,32 düzeyindedir. Buna göre Suriyeli sığınmacılar arasında 100 binde 1320 kişi suç işlemektedir. 2021 yılında Türkiye’de 3 milyon 290 bin 195 ceza davası açılmış, bunların 2 milyon 529 bin 492’sinde (yüzde 50,6) mahkûmiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de 100 bin kişiden 2984 kişinin mahkûmiyetle sonuçlanmış suçu bulunmaktadır. Öyleyse sığınmacıların suç oranlarını artırdığı ve daha çok suç işledikleri düşüncesi, yanlıştır. 2022 yılında yayınlanan bir araştırma da Suriyelilerin suç istatistiklerine anlamlı bir etkisi olmadığını göstermiştir. Ayrıca bir çalışmada “son 5 yıl içinde bir Suriyeliden zarar gördünüz mü?” şeklinde sorulmuş, katılımcılardan yüzde 11,4’ü bizzat kendisinin, yüzde 6,8’si ailesinin zarar gördüğünü belirtirken, yüzde 30,8’i duyumlara dayalı olarak çevresindekilerin zarar gördüğünü ifade etmiştir. Suriyeli sığınmacılardan kendisinin ya da ailesinin zarar görmediğini belirtenlerin oranı kabaca 10’da 9’düzeyinde olup, Suriyelilerin suçlara daha fazla karıştıkları iddiası bir “şehir efsanesi”dir.
Suriyeli göçmenlerin ekonomik etkisi sonucu Türkiye gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) kısa dönemde yüzde 2, uzun dönemde yüzde 4 artması beklenmektedir. Bu oranların oldukça düşük olması, Suriyeli sığınmacıların sömürüsü üzerinden ortaya çıkan değer büyüklüğünün çok fazla olmadığını göstermektedir. Fakat kayıt dışı sektörde sığınmacılar üzerindeki sömürü derecesinin (artık-değer oranının) yüksek olması, patronların iştahını kabartmakta, ellerini ovuşturmaktadır.
Suriyeli sığınmacıların çoğunluğunun ülkemize geliş nedeninin zorunluluktan kaynaklandığı, emperyalist ülke devletlerinin Suriye’de yürüttükleri vekalet savaşı nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları bilinmektedir. Türk-İş’in 2020 yılı başlarında yayınlanan araştırmasına göre, savaş nedeniyle sığınmacılar arasında her iki evden birinde bir kişi ölmüş ve Suriyelilerin yüzde 76,5’i can güvenliği nedeniyle Türkiye’ye gelmiştir. Suriye’de iç savaşın son bulması ve Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun ülkelerine dönmesi yakın-orta vadede mümkün görünmemektedir. Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir.
Notlar:
- Ocak 2016 tarihinde geçici koruma altındaki Suriyelilere çalışma izni hakkı tanınmıştır. Yasal düzenlemeye göre çalışma izni başvurusunu patron yapmakta ve yıllık çalışma izni harcını yatırmaktadır. Çalışma izni olan Suriyelilerin en az asgari ücret alması gerekir. Çalışma iznine sahip olabilmek için geçici koruma altındaki Suriyelinin en az 6 ay kayıtlı olması gereklidir ve işçiler ancak kayıtlı olduğu ilde çalışma hakkına sahiptir. Bir işyerinde çalışan Suriyeli sayısı toplam çalışanın yüzde 10’unu geçmemelidir (Çalışma İzni Yönetmeliği, 2016). Bu düzenleme ve patronların kârlarını artırma isteği, sığınmacıların kayıt dışı, eş deyişle yasal olmayan çalışmasını getirmektedir. Sigortasız, düşük ücretlerle ve uzun saatler boyunca…
- Prekarya, işçi sınıfının en alttaki bölmesi olup, çalışma hayatında istihdam güvencesi, iş güvencesi, çalışma güvenliği, vasıfların yeniden üretiminin güvencesi, gelir güvencesi gibi çeşitli güvencelerden yoksun olanlardan oluşmaktadır.
- Kayıt dışı ekonomi yasal ürün ve hizmetlerin kamu otoritesinin bilgisi dışında üretilmesidir. Ya işyeri kayıt dışıdır, devlete kaydı yapılmamıştır ya da işyeri ve işyerindeki bazı çalışanlar kayıtlıyken diğer çalışanların kaydı yapılmamıştır. Patronların bir hilesi olarak “elden ödemeler” de kayıt dışıdır. Bu durumda işçilerin yasal, kayıtlı ücreti gerçek ücretlerinin altında gösterilmekte ve patronlar bu sayede daha az prim ödemektedir. Türkiye’de ekonominin yaklaşık 1/3’ü kayıt dışıdır.
Kaynaklar:
- https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638
- https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar
- https://teyit.org/dosya/turkiyedeki-siginmaci-sayisi-veriler-ne-soyluyor
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1129860
- https://www.calismatoplum.org/wp-content/uploads/2024/05/cvt_2018_56-2.pdf
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1439333
- https://www.csgb.gov.tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/resmi-istatistik-programi/calisma-izin-istatistikleri/
- https://users.metu.edu.tr/etaymaz/gocun_ekonomisi.html
- https://www.unicef.org/turkiye/media/15891/file/TyüzdeC3yüzde9CRKyüzdeC4yüzdeB0YEyüzdeE2yüzde80yüzde99DEyüzde20GEyüzdeC3yüzde87yüzdeC4yüzdeB0CyüzdeC4yüzdeB0yüzde20KORUMAyüzde20ALTINDAyüzde20OLANyüzde20SURyüzdeC4yüzdeB0YELyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeC3yüzde87OCUKLARAyüzde20YyüzdeC3yüzde96NELyüzdeC4yüzdeB0Kyüzde20EyüzdeC4yüzde9EyüzdeC4yüzdeB0TyüzdeC4yüzdeB0Myüzde20MyüzdeC3yüzde9CDAHALESyüzdeC4yüzdeB0NyüzdeC4yüzdeB0Nyüzde20BELGELENDyüzdeC4yüzdeB0RyüzdeC4yüzdeB0LMESyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeE2yüzde80yüzde93yüzde20NyüzdeC4yüzdeB0HAyüzdeC4yüzdeB0yüzde20RAPOR.pdf
- https://www.egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2024/
- https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/
- https://t24.com.tr/haber/turkiye-de-suc-oranlari-artiyor,1057612
- https://archive.md/ADHql
- Suriyeliler Barometresi 2020
- http://kutuphane.turkis.org.tr/cgi-bin/koha/opac-retrieve-file.pl?id=be422972aeb357a219acec109d0bae20
- https://www.bbc.com/turkce/articles/cn9dqn9eldpo#:~:text=Suriyelilerinyüzde20belirliyüzde20yerlereyüzde20yoyüzdeC4yüzde9FunlayüzdeC5yüzde9FmasyüzdeC4yüzdeB1nyüzdeC4yüzdeB1yüzde20engellemeye,sonucuyüzde20olarakyüzde20Suriyelilerinyüzde20sayyüzdeC4yüzdeB1syüzdeC4yüzdeB1yüzde20azalyüzdeC4yüzdeB1yor.
- https://calismaortami.fisek.org.tr/icerik/gocmen-isciler-neden-orgutlenmeli-nasil-orgutlenmeli/
https://sendika.org/2024/12/turkiyede-suriyeli-siginmaci-iscilerin-durumu-715871
KapatYetkin Düşünce dergisi olarak, 28. Sayımızda, insanlık tarihini derinden etkileyen ve günümüz dünyasını şekillendiren göçleri ...
1 Aralık - Yetkin Düşünce dergisi yeni sayısında Göç konusunu masaya yatırdı (Yetkin Düşünce) Devamı1 Aralık - Yetkin Düşünce dergisi yeni sayısında Göç konusunu masaya yatırdı (Yetkin Düşünce)
Yetkin Düşünce dergisi olarak, 28. Sayımızda, insanlık tarihini derinden etkileyen ve günümüz dünyasını şekillendiren göçleri konu aldık.
Son yıllarda yaşanan siyasi krizler, iç savaşlar ve devletlerarası çatışmalarla tetiklenen göçler, toplumların demografisi başta olmak üzere sosyo-kültürel ve ekonomik yapısını yeniden tanzim ediyor.
Ortadoğu’da gelişen Arap Baharı’nın Suriye’yi de içine alması ile büyüyen siyasi istikrarsızlık ve savaş ortamı, yüzbinlerce can kaybının yaşandığı ve milyonlarca insanın yerinden edildiği bir krize dönüşmüş durumda.
Daha iyi bir hayata tutunabilmek için yurtlarından çıkıp farklı ülkelere sığınan milyonlarca Suriyelinin yöneldiği ülkelerin başında ise Türkiye geliyor.
Biz de bu çerçevede 2011’den bu yana süregelen ve ülke gündeminde hararetli tartışmalara konu olan Suriyeli göçünü popülist ve manipülatif söylemlerden uzak, çok yönlü ve veri temelli bir yaklaşımla masaya yatırıyoruz.
Türkiye’deki göçmenlerle ilgili toplumun nabzını tutan, “Suriyeliler Barometresi” başta olmak üzere ulusal ve uluslararası ölçekte birçok çalışması ile kamuoyunun yakından tanıdığı Prof. Dr. M. Murat Erdoğan ile Türkiye’deki Suriyeliler odağında gerçekleştirdiğimiz söyleşi ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
Dergide yayınlanan diğer göç yazıları:
Göç: Söylem ve Gerçeklik - Mustafa Tekin, Prof. Dr. / İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İlk Taşı Göçmen Olmayanımız Atsın! - Yusuf ADIGÜZEL
Göçmen ve Uyum Denilince Ne Anlamalıyız? - Betül OK ŞEHİTOĞLU
Suriyeliler Geçici mi Kalıcı mı? - Rukiye GÜLERCE
Nefret Söyleminin Siyaset Dilini İşgali: Zafer Partisi ve Ümit Özdağ Örneği - İrem TOSUN
Türkiye’de Zorunlu Göç Ve Sosyal Uyum - Hakan GÜLERCE
Göç Epistemolojisi ve Ekonomisi Üzerine Post-kolonyalist Bir Analiz - Muhammet Özdemir, Yrd. Doç. Dr./ İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
Göçmen Çocuk İşçiliği ve Yoksulluk Çıkmazı: Sosyal Adalet Üzerine Bir Analiz - Rümeysa Betül GÜNDÜZ
Avrupa’da Göçün Getirdiği Kutuplaşma ve Merkez Siyasetin Yeniden Yapılandırılması - Soner TAUSCHER
Avrupa`daki Aşırı Sağ ve Popülist Partilerin Göç Söylemleri - Kadir Canatan, Prof. Dr./Sabahattin Zaim Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Aydınlanma/Modernizm ve Dinler Tarihi Açısından Göç ve Göçmen Olgusu - Mehmet Yaşar Soyalan
Ulusal Sınır, Ümmet ve Suriyeli Göçmenler - Hülya ŞEKERCİ
Göçün Mekânsal Boyutunun Sosyopsikolojik Göz Ardıllığı - Ali Öner
Göçmenler ve Yerleşikler: Hüsranda Olan Kim? - Mahmut KAYA
Bir Mazur Olma Ve Maruz Kalma Sarmalı: Göç Olgusu - Cevdet IŞIK
Garibin Gurbeti ve Göçün Hüzünlü Hikâyesi -İnsanın Kendini Arayışına Romantik Bir Bakış- Ahmet Keleş
Prof. Dr./ Dicle Üniversitesi
http://www.yetkindusunce.com/dergi/sayi-28-goc.html
Kapat
Halkların Köprüsü Derneği, İzmir’de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu düzenledi.
Alsancak’ta bulunan ...
30 Kasım - İzmir'de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu: 'Yardımlaşmaya değil dayanışmaya inanıyoruz' Devamı30 Kasım - İzmir'de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu: 'Yardımlaşmaya değil dayanışmaya inanıyoruz'
Halkların Köprüsü Derneği, İzmir’de Göçmen ve Mültecilerle Dayanışma Sempozyumu düzenledi.
Alsancak’ta bulunan Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sempozyumda açılış konuşmasını yapan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Nuray Pehlivan, 10 yıldır Suriyeliler dışında Iraklılar, Afganlar ve pek çok başka ülkeden yaklaşık 5 milyon, kimilerine göre ise 10 milyon göçmen ve mülteci ile birlikte yaşadığımızı hatırlattı.
"Çok iyi biliyoruz ki artık geri dönme olasılıkları yok, artık 'misafir' değiller" diyen Pehlivan, Türkiye'ye gelişleri üzerinden bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ yasal entegrasyon sürecinin başlamamış olmasının toplumdaki kutuplaştırmayı da arttırmış durumda olduğunu söyledi.
'KAMUSAL DOSTLUK YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM OLMASINI DİLİYORUZ'
Göçmen ve mülteci sayısının giderek artmasıyla birlikte, onlara yönelik algı ve tutumların da giderek olumsuz bir hal almaya başladığını söyleyen Pehlivan, "Başta devletin olmak üzere bütün toplumun mültecilerle birlikte yaşamı yeniden inşa etmek için harekete geçmesi lazım. Bu bağlamda her fikre ve açık tartışma ortamlarına ihtiyacımız var. İşte Halkların Köprüsü Derneği olarak günümüzde giderek artan göçmen düşmanlığına karşı farkındalık yaratmak ve çözüm yolları üretmek amacıyla düzenlediğimiz bu sempozyumda da amacımız dayanışmanın önemine vurgu yapmak, onların maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık gibi sorunlara dikkat çekmek. Hepinizi tekrar selamlıyor bu sempozyumun da derneğimizin kurulduğu ilk yıllardan bu yana inşa etmeye çalıştığımız kamusal dostluk yolunda önemli bir adım olmasını diliyoruz" ifadelerini kullandı.
'YARDIMLAŞMAYA DEĞİL DAYANIŞMAYA İNANIYORUZ'
Sempozyum, oturum başkanlığını Cem Terzi’nin yaptığı Rıza Türmen’in "Uluslararası hukuk bağlamında Türkiye’nin göçmen ve mülteci politikası" sunumuyla başladı.
Açılış oturumunda çerçeve sunum yapan Terzi, Halkların Köprüsü Derneği’nin bir mülteci derneği olmadığını halklar arasında kamusal bir dostluk yaratmak için yola çıktıklarını söyledi. Yüzbinlerce mülteci ile temas ettiklerini belirten Terzi, ağırlıkla acil sağlık sorunlarını gidermek için çalıştıklarını dile getirdi.
Derneği hiçbir devlet, kurum ve kuruluşlardan yardım kabul etmediğini, fon kullanmadığını ifade eden Terzi, üye ve gönüllülerin aidat ve bağışları ile çalışma yürüttüklerini aktardı. Derneğin faaliyetlerine değinen Terzi, "Biz yardımlaşmaya değil dayanışmaya inanıyoruz" dedi.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 126 milyon mülteci olduğunu söyleyen Terzi, Suriyeliler ile başlayan göç dalgasının Afganlarla devam ettiğini hatırlattı.
Mültecilerin ucuz iş gücü olarak günde 15 saat kayıtsız olarak çalıştırıldığını ifade eden Terzi, "Bu mesele ‘sizi göndeririz’ diye halledilecek bir mesele değil. Biz bu meseleye küresel çapta bakmazsak, bunun altında yatan nedenin bitmeyen savaşlar olduğunu, çok uluslu şirketlerle bu ülkeleri sömürdüklerini, göçmenliği ucuz işçi olarak kullandıklarını anlamazsak ve buna yönelik sınıfsal anti emperyalist, anti militarist bir başkaldırı gerçekleştirmezsek Türkiye tabi ki mülteci ülkesi olacak. AB ile yapılan geri gönderme anlaşması Türkiye’nin açık hava hapishanesi olarak kiralanması demektir. Buradaki göçmen emeğini Türkiye patronlarına sunarak onları ucuz emek olarak kullanmakta, hükümet bundan kazanç sağlamakta" diye konuştu.
'GÖÇÜN TEMELİNDE SÖMÜRGECİLİĞİN YATTIĞI UNUTULUYOR'
Rıza Türmen, mülteciler konusunda dünyada yaşanan durumu anlatarak, "Mültecileri öldürmek, yaşam haklarını ellerinden almak bir suç değildir. Denizde devrilen teknede boğulan onlarca mülteci kimsenin umurunda değildir. Buna göz yummak da suç değildir. Soruşturma konusu bile olmaz. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bunlar olup biterken bu göçün temelinde sömürgeciliğin yattığı unutuluyor. Sömürgecilik bu toplumların dokusunu bozmuştur. Bugün bu toplumlar geri kalmışsa ve göçe zorlanıyorlarsa bunda sömürgeciliğin payı vardır" dedi.
Batı ülkelerinin sınırları kapatma ve mültecilerin gelmesini önleyecek önlemler alma yolunda olduğunu ifade eden Türmen, Terzi’nin de belirttiği gibi sığınmacı ile göçmen arasındaki ayrımların yapay ayrımlar olduğunu dile getirdi.
Türkiye’de giderek yükselen bir göçmen karşıtlığı olduğunu kaydeden Türmen; işsizlik, enflasyon, ekonomik kriz yükseldikçe göçmen karşıtlığının yükseldiğini ifade etti.
Nüfusunun yüzde 80’inin göçmenlerin geri gönderilmesini istediğini söyleyen Türmen, çözüm önerilerine değinerek, "Beraber yaşamayı sağlayacak koşulları yaratmamız gerekir. Bu insanları göçe zorlayan uluslararası koşulları değiştirmek gerekir" dedi.
'BUGÜN GÖÇMENLERE REVA GÖRÜLEN YARIN BİZLERE, ÇOCUKLARIMIZA REVA GÖRÜLECEK'
Zeynep Altın başkanlığında gerçekleşen ikinci oturumda konuşan akademisyen Pınar Bedirhanoğlu, "kapitalizmin başından beri bir felaket olduğunu" söyleyerek kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde devletin gelişimini anlattı.
1980’lerden beri neoliberal dönüşümlerle devletin sermaye yanlısı olarak şekillendiği noktasında tartışmalar yapıldığını belirten Bedirhanoğlu, yakın zamanda Türkiye’de köklü ve sert değişimler yaşandığını ifade etti.
Bu değişimin AK Parti iktidarı üzerinden tartışıldığını dile getiren Bedirhanoğlu, "Bugün yaşadığımız şeyin kapitalizmin uzun dönemli cumhuriyetçi parantezinin kapanması olduğunu düşünüyorum. Kağıt üzerinde olanların ortadan kalkacağı çıplak gerçeklikle karşı karşıya kalacağımız gerçekliğidir. Göçmenlere bugün reva görülenin yarın bizlere, çocuklarımıza reva görülecek gerçeklik olduğunu bilerek mücadele etmek gerekiyor. Göçmenlerin yaşadığının yarın kendi yaşayacağımız hayat olduğunu düşünerek mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu.
'GÖÇMEN EMEĞİNİ VAHŞİ KAPİTALİZMİN İÇİNDE ETKİNLEŞTİRME POLİTİKALARI SÜRÜYOR'
Gazeteci Bahadır Özgür ise göçün çok farklı boyutları olan bir tartışma konusu olduğunun altını çizerek, "İş gücünün yeniden üretiminin mülksüzleştirme yoluyla gerçekleştirdiğini söylemiştik. Bu bir nüfus teorisini ortaya çıkarır. Artık nüfus diye bir şey vardır. Nüfus bir noktadan sonra artık kendini yeniden üretebilir bir noktaya erişiyor. Ondan daha fazla artmıyor. Yeni iş gücü devşirmek için mülteci aşısı yapmanız lazım" dedi ve şöyle devam etti:
"2010’lardan sonra kendi nüfus içerisinden bir artık nüfus yarattı. Nüfus içinden siyasal zorla bir iş gücü devşirme yoluna gitti. Bunun yetmediği yerde göçmen emeğini koydu. Göçmen emeğini Türkiye’nin vahşi kapitalizmi içinde etkinleştirme politikaları da sürüyor."
'İKLİM KRİZİNE BAĞLI ETMENLER MÜLTECİ SAYISININ ARTMASINDA ETKİLİ'
Çiler Çilingiroğlu, iklim adaletsizliğinin iklim krizi ile birleştiğinde göç durumunun ortaya çıktığını söyledi. İklim mültecisi olma durumuna ilişkin dünyadaki rakamları ve istatistikleri paylaşan Çilingiroğlu, endüstri devriminden sonra atmosferin ısınmasının ivme kazandığını dile getirdi.
Bunun fosil yakıtlar ve endüstriyel tarıma olan bağımlılık nedeniyle ortaya çıktığını belirten Çilingiroğlu, gelinen aşamada dünyanın olmaması gereken noktada ısındığını kaydetti.
BM’nin iklim krizini risk çarpanı olarak tanımladığına dikkat çeken Çilingiroğlu, "Dünyanın en yoksul ülkeleri emisyonların çok çok azını üretirken, krizi finanse etme durumları olmadığı için kayıpları en yüksek olanlardır" dedi.
İltica başvuruları ile iklim krizi arasında ilişki kurulup kurulamayacağına dair yapılan araştırmaya değinen Çilingiroğlu, "İklim ve iklim krizine bağlı etkenler, mülteci sayısının artmasında yeni bir girdi olarak karşımızdadır" şeklinde konuştu.
'İKLİM MÜLTECİSİ TANIMI EKSİKLİK OLARAK KARŞIMIZDA'
Dünyada "iklim mültecisi" tanımının olmadığını ifade eden Çilingiroğlu, "Uluslararası hukuk iklim mültecisi diye bir şey tanımlamamış. Bu büyük bir eksiklik olarak karşımızda. Dünyada milyonlarca insan iklim nedeniyle hareket halinde ama başka bir ülkeye göç ettiğinde mülteci olarak karşılanmıyor. ‘Ülkemde hayati tehlikem var’ demesi gerekiyor. İklim nedeniyle göç edildiğinde ise iklim mültecisi diye bir hak uluslararası mevzuatta tanımlanmamış" ifadelerini kullandı.
Kadın göçmenler ile ilgili duruma da değinen Çilingiroğlu, 135 milyona yakın kadın göçmenin hareket halinde olduğunu söyledi.
Kadın göçmenlerin ekstra dezavantajlı olduğunu ve birçok ihlale maruz kaldığını belirten Çilingiroğlu, "Erkeklere oranla cinsel saldırı, şiddet, taciz, tehdit, korkutma, insan kaçakçılığı, seks işçiliğine maruz kalma olasılıkları çok yüksek. Eşcinsel kadınların eşcinselliğini kanıtlanması gibi bir durum var. Bunun örnekleri de var. Kadın mülteciler üzerinde bunun da uygulandığını biliyoruz" diye konuştu.
SONUÇ BİLDİRGESİ: GÖÇMEN HAKLARI EVRENSEL OLARAK TANINMALIDIR
Kısa bir öğle arasından sonra ise oturum başkanlığını Ebru Tekin’in yaptığı Polat Alpman, Ayşe Hür ve Nilgün Toker’in sunumlarıyla "Göç Politikaları ve İnsan Hakları" oturumu, yine oturum başkanlığını Osman Çakar’ın yaptığı Levent Ayaşoglu, Ercüment Akdeniz, Melek Göregenli’nin sunumlarıyla "Göç, emek ev birlikte yaşam" oturumuyla sempozyum tamamlandı.
Oturumların ardından Emel Yuvayapan tarafından sempozyumun sonuç bildirgesi okundu.
Küresel kapitalizmin derinleşen eşitsizlikler, ekolojik yıkım, zorunlu göç ve otoriterleşme ile yeni bir felaket rejimi inşa ettiği belirtilen bildirgede, "bu rejimin, emeğin değersizleştirilmesi, doğanın metalaştırılması ve göçmen kitlelerin insanlıktan dışlanmasıyla sürdüğü" vurgulandı.
"Bu bildirge; insanlığın daha adil ve eşitlikçi bir düzen inşa etmesi için bir dayanışma çağrısıdır. Frontex’e karşı insanlığı savunur" denilen bildirgenin devamında, şu ifadelere yer verildi:
-Göçmen Hakları Evrensel Olarak Tanınmalıdır
Göçmenlerin çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimi garanti altına alınmalı, göçmen emeği sömürüsüne son verilmelidir.
-Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Ortaklaştırılmalıdır
Göçmenlere yönelik nefret söylemi, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına karşı toplumsal dayanışma mekanizmaları güçlendirilmelidir.
-Ekolojik Adalet ve Sosyal Adalet Birlikte Ele Alınmalıdır
İklim krizine karşı mücadelede, dezavantajlı grupların kırılganlıklarını azaltacak politikalar geliştirilmelidir. Aynı zamanda salt iklim nedeniyle göç eden kişilerin de mülteci statüsü alabilmeleri için mücadele edilmelidir. Uluslararası hukukun var olan göç hareketlerine bir yanıt veremediği açıktır. Tüm mülteci statüleri konusundaki eksiklerinin yeniden tanımlanması ve göç edenler arasındaki tüm yapay sınıflandırılmalar kaldırılmalıdır. Mültecilerin katıldıkları yaşam dünyasına bir yeni katılan olarak bağıntı kuracakları bir mülteci hukukuna ihtiyaç vardır.
-Emek Mücadelesi ve Göçmen Hakları Birleştirilmelidir
Kapitalizmin emek sömürüsüne dayalı düzenine karşı, göçmenlerin de dahil olduğu kapsayıcı bir emek mücadelesi inşa edilmeli, bu ülkedeki en büyük sorunun göçmen sorunu olduğu iddiası reddedilmelidir. Göç; göçü yaratan politikalar karşısında kaçınılmaz bir sonuçtur. Asıl sorunlar görünür kılınıp, sosyal adaletsizliğe, dış politikada izlenen hatalara, korkunç gelir eşitsizliğine, talan edilmiş doğaya, işçi cinayetlerine, kadın cinayetlerine, çocuk işçiliğine, hayvanlara yönelik katliamlara karşı ortak mücadele hattı kurulmalıdır. Irkçılık kapitalizme hizmet eder. Irkçılığın kendine en kolay alan bulduğu yer ise göçmen düşmanlığıdır. Irkçılıkla mücadele, göç politikaları üzerinden atlanarak yapılamaz. Irkçılıkla ve kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ile mücadelenin yolu göçmenlerle dayanışmak, taleplerin ortak olduğunu görmek ve göstermek ve sendikal mücadele başta olmak üzere birleşik örgütlenme sağlamaktır.
Kapat
19 yaşındaki Iraklı işçi Ali Hasan, dün İstanbul Hadımköy’de çalıştığı mobilya fabrikasında asansör ile duvar arasında ...
29 Kasım - Iraklı işçi Ali Hasan asansör ile duvar arasına sıkışarak öldü Devamı29 Kasım - Iraklı işçi Ali Hasan asansör ile duvar arasına sıkışarak öldü
19 yaşındaki Iraklı işçi Ali Hasan, dün İstanbul Hadımköy’de çalıştığı mobilya fabrikasında asansör ile duvar arasında sıkışarak hayatını kaybetti.
Hasan'ın ölümü, bu yıl kayıtlara geçirilebilen 86. göçmen işçi ölümü.
Göçmen olduğu için gencecik ölümü haber bile sayılmadı.
https://x.com/semaklsn/status/1862403290144645206?s=48&t=U8xvGe2vHOD3XVtz_XNA4A
KapatHindistan'ın Maharashtra eyaletinde yaşlı bir Müslüman, et taşıdığı için Gauraksha Dal çeteleri tarafından vahşice dövüldü ...
28 Kasım - Hindistan'da Müslüman azınlıklara yönelik Hindutva (Hindu Milliyetçiliği) şiddeti bitmiyor - Hasan Ayer Devamı28 Kasım - Hindistan'da Müslüman azınlıklara yönelik Hindutva (Hindu Milliyetçiliği) şiddeti bitmiyor - Hasan Ayer
Hindistan'ın Maharashtra eyaletinde yaşlı bir Müslüman, et taşıdığı için Gauraksha Dal çeteleri tarafından vahşice dövüldü (videoda görebilirsiniz). Gauraksha Dal (Gau Raksha Dal olarak da bilinir) Hindistan'da inekleri koruma kisvesi altında Müslüman ve Dalit azınlıklara şiddet uygulayan, Hindutva ideolojisine radikal bir biçimde bağlı olan bir çetedir.
Gauraksha Dal, Müslümanlara yönelik şiddet eylemlerini meşrulaştırmak için dini hassasiyetleri kullanmaktadır. Bu ne ilk ne de son. Videodaki yaşlı adam, halkın gözleri önünde, kimsenin müdahale etmediği bir ortamda tekme ve yumruklarla saldırıya uğradı. Daha sonrasında ise zorla bir arabaya bindirilerek darp edilmeye devam etti.
Modi'nin resmi olarak göreve geldiği 2014 yılından bu yana Hindutva çok daha ana-akımlaştı ve kurumsal düzeyde temsil edilir hale geldi. Hindutva, küresel radikal sağın bir parçası ve azınlık düşmanlığı ile hareket eden etno-milliyetçi bağnaz bir ideoloji. Bizler yabancı karşıtlığını ve Müslüman düşmanlığını hep Batı merkezli okuyoruz. Oysa Güney Asya'daki azınlıkların durumu Batı'daki Müslüman azınlıkların durumundan çok daha kötü.
Batı aşırı sağının ütopyası bir açıdan Hindistan'da Hindutva aracılığıyla gerçekleşiyor. 22 Temmuz 2011'de ilk önce Oslo'da bombalı saldırı gerçekleştiren, ardından da Utoya Adası'nda 69 kişiyi öldüren aşırı sağcı Anders Behring Breivik, saldırıları yaptığı günün sabahı "A European Declaration of Independence" adlı bir bildiri yayınlayarak küresel ölçekteki aşırı sağ hareketlere Müslüman düşmanlığının arttırılması gerektiği çağrısında bulunmuştu.
Aynı bildiride Breivik Hindistan sağı için bakın ne diyor. Sizler için çevirisini yaptım: "Hindu sağının en güzel tarafı, kamusal alanda ve sokaklarda mutlak bir hakimiyete sahip olmalarıdır. Hindistan sağı adaletsizliğe tahammül etmez ve genellikle işler kontrolden çıktığında, bilhassa Müslümanlar Hinduizme saygısızlık ettiklerinde sokaklara çıkar ve Müslümanlara saldırarak hadlerini bildirirler. Hindistan'da Hint milliyetçileri güçlü bir şekilde birleşerek harekete geçmezse, Hindistan zayıflamaya devam edecektir. Avrupa ve Hint direniş hareketlerinin birbirlerinden öğrenmeleri ve mümkün olduğunca iş birliği yapmaları hayati önem taşımaktadır. Hedeflerimiz aşağı yukarı aynıdır."
Aşırı sağ yabancı düşmanlığı ile ivmelenen ve Müslüman karşıtlığını merkezine alan küresel bir blok. Türkiye'de radikal sağ çalışan akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin ve lisansüstü öğrencilerinin Güney Asya'daki, bilhassa Hindistan'daki durumu incelemeleri ve kamuoyunu bilgilendirmeleri önemli. Ancak malesef Türkiye'de Hindistan'da Müslüman azınlığın yaşadığı adaletsizlikler pek önemsenmiyor ve gözardı ediliyor. Bugün Hindistan'da yaşanan şeylerden biri bu.
https://x.com/HasanAyer_/status/1862151455957799069?t=BpiM84b6ZN0F5ix4BU6NuA&s=19
Kapat
zmir'de Suriyeli 3 işçinin kaldığı şantiyede yangın çıkaran sanık Kemal Korukmaz'ın, 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 1,5 yıl hapis ...
26 Kasım - Suriyeli 3 işçinin öldüğü yangını çıkaran sanığa müebbet hapis (Evrensel) İ Devamı26 Kasım - Suriyeli 3 işçinin öldüğü yangını çıkaran sanığa müebbet hapis (Evrensel) İ
zmir'de Suriyeli 3 işçinin kaldığı şantiyede yangın çıkaran sanık Kemal Korukmaz'ın, 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 1,5 yıl hapis cezası istinafta onandı.
İzmir'in Güzelbahçe ilçesinde, beton imalatının yapıldığı santralde çalışan işçilerin konakladığı şantiyede çıkan, Suriyeli Ahmed El Ali (21), Memun En Nebhan (23) ve Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş'in (17) hayatını kaybettiği yangına ilişkin 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 1,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Kemal Korukmaz'ın (43) cezası istinafta onandı.
Güzelbahçe ilçesindeki beton imalathanesinin yapıldığı santralde çalışan Suriye uyruklu Ahmed El Ali, Memun En Nebhan ve Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş'in kaldığı odada, 16 Kasım 2021 gecesi yangın çıktı. İhbarla bölgeye sevk edilen itfaiye ekipleri, 3 işçiyi yaralı çıkarıp, yangını söndürdü. İzmir'deki hastanelere kaldırılan işçilerden Ahmed El Ali ve Muhammed El Hüseyin El Abdo 2 gün sonra, Memun En Nebhan ise 1 hafta sonra hayatını kaybetti. Cenazeler, otopsinin ardından toprağa verildi.
Soruşturma kapsamında yangından 14 gün sonra Seferihisar ilçesinde işletmeci çifti bıçakla yaralayıp, para ve değerli eşyalarını gasbetmek suçundan yakalanan Kemal Korukmaz, polisteki ifadesinde, 3 kişinin yaşamını yitirdiği yangını benzin ile odayı ateş vererek kendisinin çıkardığını itiraf etti. Korukmaz, işlemlerinin ardından sevk edildiği adliyede yangın ve gasp suçlamasıyla tutuklandı.
"HÜKÜMLERDE İSABETSİZLİK BULUNMADI"
Korukmaz hakkında, 'Tasarlayarak canavarca hisle yangın çıkarmak suretiyle öldürme' suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis, 'Taksirle yakarak mala zarar verme' suçundan da 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle İzmir 1'inci Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. İftiraya uğradığını söyleyen Korukmaz ise suçsuz olduğunu savundu. Geçen mart ayında İzmir 1'inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada heyet, sanık Kemal Korukmaz'ı 3 kişinin ölümüne neden olduğu gerekçesiyle 'Nitelikli kasten öldürme' suçundan 3 kez ağırlaştırılmış müebbet, 'Mala zarar verme' suçundan ise 1,5 yıl hapis cezasına çarptırırken indirim de uygulamadı.
Taraf avukatlarının itirazları üzerine dosya istinafa taşındı. Yerel mahkemenin kararını inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 24'üncü Ceza Dairesi, Korukmaz'a verilen cezaların onanması yönünde karar verdi. Daire; dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmediğine belirtip taraf avukatların yaptığı itirazları reddetti ve Korukmaz'ın cezasını oy birliğiyle onadı.
https://www.evrensel.net/haber/534935/suriyeli-3-iscinin-oldugu-yangini-cikaran-saniga-muebbet-hapis
KapatTürkiye’de geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin sayısı, yaklaşık yedi yılın ardından ilk kez üç milyonun altına ...
25 Kasım - Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı nasıl üç milyonun altına düştü? Devamı25 Kasım - Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı nasıl üç milyonun altına düştü?
Türkiye’de geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin sayısı, yaklaşık yedi yılın ardından ilk kez üç milyonun altına düştü.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 20 Kasım'da yaptığı son açıklamada, adres tahkikatlarından sonra Suriyelilerin sayısının 2 milyon 935 bin 742’ye gerilediğini açıkladı.
Göç İdaresi'nin en son güncellenen verilerine göre ise bu sayı, 2 milyon 936 bin 252 oldu.
Bu verilere bakıldığında, Türkiye’deki Suriyelilerin sayısının, 2011'den sonraki on yıl içinde arttığı, 2021 yılında 3 milyon 737 bin 639’a ulaştığı görülüyor.
Ancak aynı verilere göre bu sayı, 2021'den bu yana, yeni doğumlara rağmen sürekli düşüyor. Bu düşüşün neden ve nasıl yaşandığını inceledik.
Sayılar 2011’den bu yana nasıl değişti?
Türkiye'deki Suriyelilerin çok önemli bir bölümünün, sunulan imkanlar nedeniyle geçici koruma statüsüyle yaşadığı düşünülüyor.
Göç İdaresi’nin verilerine göre bu statüdeki Suriyelilerin sayısı, 2011 ile 2021 arasındaki 10 yıllık dönemde, 2019’daki küçük bir düşüş dönemi dışında, sürekli arttı.
2012'de 14 bin 237 olup 2016'da 2 milyon 834 bin 441'e ulaşan sayı, 2017'de 3 milyonun hayli üstüne çıktı ve 3 milyon 426 bin 786 oldu.
2021’de ise Suriyeli sayısı bugüne kadarki en üst seviye olan 3 milyon 737 bin 369’a ulaştı.
Ancak 2021’den sonra sayı sürekli düşmeye başladı.
Düşüşün en büyük nedeni: Geri dönüşler
Sayının düşmesinde en önemli nedenler arasında Suriye’ye geri dönüşler ve yasadışı yollarla Avrupa’ya geçişler sayılıyor.
Suriye’ye geri dönenlerle ilgili sayılar dönem dönem yetkililer tarafından açıklanıyor.
Bu konudaki son resmi açıklama ise İçişleri Bakanı Yerlikaya tarafından 20 Kasım’da yapıldı.
Yerlikaya, “2016 ile 2024 yılları arasında 729 bin 761 Suriyelinin geri dönüş yaptığını” belirtti.
Sadece 2024 yılı içinde ise 114 bin 83 Suriyelinin ülkesine geri döndüğünü söyledi.
Bu kişiler, Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin geçmişte üç büyük harekât düzenlemiş olduğu bölgelere yerleştiriliyor.
Hükümet bu süreci, “gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş” olarak tanımlıyor.
Yetkililer, bu geri dönüşlerin "uluslararası hukuka uygunluğuna ve gönüllü olarak yapıldığına" vurgu yapıyor.
İnsan hakları alanında faaliyet gösteren, uluslararası ve ulusal çaptaki çeşitli sivil toplum örgütleri ise “zorla geri göndermelerin yaygın bir uygulama olduğunu” savunuyor.
Bazı uzmanlar da “zorla geri göndermeler nedeniyle bu kişilerin Türkiye’ye kaçak geçiş durumunun ortaya çıkabileceğini” öne sürüyor.
Bu kapsamda, geçen aylarda bir tuğgeneralin Suriye sınırında makam aracıyla insan kaçakçılığı yapma suçlaması nedeniyle görevden alınması ve tutuklanmasına da dikkat çekiliyor.
Göç İdaresi Başkanlığı'nın son olarak 14 Ekim'de güncellediği yakalanan düzensiz göçmenlerle ilgili verilerinde Suriyeliler, Afganlardan sonra ikinci sırada yer alıyor.
Buna göre 2014 içinde 46 bin 332 Suriyeli düzensiz göçmen yakalanmış.
İkinci neden olarak ise Avrupa’ya yasa dışı geçişler gösteriliyor.
Geçmişten bugüne kadar, kaç Suriyelinin bu yolla Avrupa’ya geçtiğine dair paylaşılmış net bir veri bulunmuyor.
Göç uzmanlarının bu iki neden dışında bahsettiği üçüncü bir neden de etkisi çok daha az olmakla birlikte vatandaşlık verilenler.
21 Ağustos’ta Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, Türk vatandaşlığını kazanan Suriye uyruklu kişi sayısının 238 bin 768 olduğu belirtildi.
Yetkililer, yeni kabine döneminde ise Suriye uyruklu kişilere Türk vatandaşlığı verilmesi uygulamasının yavaşladığını aktarıyor.
Ekim ayındaki ani düşüşün nedeni ne?
Göç İdaresi’nin sondan bir önce açıkladığı verilere göre kayıtlı Suriyelilerin sayısı, 3 Ekim tarihinde 3 milyon 89 bin 904’e gerilemişti.
21 Kasım tarihli son verilerle sayı 2 milyon 936 bin 252’ye kadar geriledi.
Peki 2021 yılından beri sayı düşmekle birlikte neden Ekim ayında böyle ani bir düşüş yaşandı?
Bunun nedeni, İçişleri Bakanlığı'nın başlattığı adres tahkikatı sonucu, adreslerini güncellemeyen bir grup Suriyelinin Avrupa’ya geçtiklerinin düşünülmesi ve kayıttan silinmesi.
İçişleri Bakanı Yerlikaya, 9 Ağustos’ta yaptığı açıklamada bir adres tahkikatı yaptıklarını ve 731 bin Suriyelinin adreslerini güncellemediğini belirtmişti.
Bakanlık, kayıtlarını yenilemeyenlere 90 günlük süre vermişti.
Bu süre dolduğunda ise iki aylık daha ek süre verilmişti.
Bu ek süre de 1 Kasım tarihinde doldu.
Bakan Yerlikaya, 20 Kasım’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu'nda bu son ek sürenin dolmasının ardından ortaya çıkan yeni verileri ilk kez açıkladı.
Yerlikaya, “Kamu kurumlarımızdan hizmet almayan yani herhangi bir iz bırakmayan 150 bin 327 Suriyelinin, en az bir yıldan beri hiçbir şekilde kamu hizmetinden faydalanmadığını, yani burada olmadığını tespit ettik ve bunların Avrupa’ya geçtiğini değerlendirdik, kayıtlarını sistemden düştük” dedi.
Bu açıklama ile Türkiye’deki yabancıların toplam resmi sayısı da yenilenmiş oldu.
Yerlikaya; Türkiye’de bulunan yabancı sayısının, geçici koruma altındaki Suriyelilere ek olarak, 1 milyon 32 bin 379'u ikamet izinli kişiler ve 206 bin 585'i uluslararası koruma altındaki kişilerle toplamda 4 milyon 174 bin 706 olduğu açıkladı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c8eknylyelpo
Kapat
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana sürekli azalıyor.
İçişleri ...
24 Kasım - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı sürekli azalıyor (Enternasyonal Dayanışma) Devamı24 Kasım - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı sürekli azalıyor (Enternasyonal Dayanışma)
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana sürekli azalıyor.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine gör; 2021’de 3 milyon 737 bin 369 olan Suriyeli kayıtlı göçmen sayısı, 21 Kasım 2024 itibarıyla 2 milyon 935 bin 742’ye gerilemiş durumda.
Yeni doğumlar da hesaba katıldığında bu rakam, Suriyeli nüfusun son 3 yılda en az 1 milyon kişi azaldığını gösteriyor.
İçişleri Bakanlığı’nın adreslerini güncellemeyen Suriyelilere verdiği ek sürenin 1 Kasım’da dolmasının ardından, bu güncellemeyi yapmayanların geçici koruma statüsü kayıtları silinmeye başlandı. Bakanlığın açıklamasına göre Kasım ayı içinde adresini güncellemeyen 150 bin 327 Suriyelinin geçici koruma statüsü iptal edildi.
Suriye’ye gönüllü adı altında zorla geri göndermeler ve Avrupa’ya yasal olmayan göç, eksilen 1 milyon Suriyelinin nereye gittiğini gösteriyor.
İçişleri Bakanlığı son 3 yılda 400 bin Suriyelinin ülkesine geri dönüş yaptığını açıkladı. 600 bin Suriyelinin ise Avrupa’ya veya diğer ülkelere göç ettiği tahmin ediliyor.
Değişen göç politikasının sonucu
Yerel ve genel seçimlerde mültecilere yönelik ırkçı ve ayrımcı söylemler Türkiye’den ayrılmaları hızlandırdı. Özellikle iktidarın İçişleri Bakanlığı ve Göç İdaresi Başkanlığı eliyle yürüttüğü yıldırma politikaları, Suriyeliler için Türkiye’yi yaşanmaz hale getirdi. Pek çok yasal göçmen, oturma izni, çalışma izni olan Suriyeli Türkiye’yi terk etti.
Suriyelilerin belirli yerlere yoğunlaşmasını engellemeye yönelik seyreltme uygulaması ve Göç İdaresi’nin son dönemde yaygınlaşan mobil denetim araçları, yıldırma politikalarının önemli ayakları.
Polise şikâyet edilen Suriyeliler, suçsuz bile olsalar sınır dışı ediliyor
Kamu düzenini bozma suçlamasıyla geçici koruması iptal edilenler ve sınır dışı edilenlerin sayılarında son aylarda büyük bir artış var.
İçişleri Bakanlığının uygulamaya koyduğu, yasallığı tartışmalı, ama fiilen uygulanan bir kuralına göre, her hangi bir nedenle polise şikâyet edilen Suriyeliler, haklı olsalar bile sınır dışı ediliyorlar.
Suriyeli kiracısından yıllık peşin para alıp, sonra şikâyet ederek sınır dışı ettiren ev sahibi örnekleri var.
Ayrıca ırkçı saldırılar, ırkçı ve ayrımcı söylem korku ve tedirginliğe neden oluyor. Bu ve benzeri hususlar, Suriyelilerin Türkiye’yi terk etmelerini hızlandırıyor.
Suriyelilerin ve diğer tüm göçmenlerin haklarını savunmak, göçmenlere yönelik suçlarda cezasızlığı önlemek, göçmenlerin insan onuruna uygun koşullarda yaşaması için çaba göstermek, Türkiye’deki hak savunucularının en önemli görevi.
Kapat
Son yıllarda "yabancı dilde tabela" sorunu sıkça gündeme gelmekte ve bazı belediyeler, tabelaların mevzuata uymadığı gerekçesiyle ...
24 Kasım - Harmony projesi son dönemlerde belediyeler tarafından hedef haline gelen Arapça tabelalar hakkında video yayınladı Devamı24 Kasım - Harmony projesi son dönemlerde belediyeler tarafından hedef haline gelen Arapça tabelalar hakkında video yayınladı
Son yıllarda "yabancı dilde tabela" sorunu sıkça gündeme gelmekte ve bazı belediyeler, tabelaların mevzuata uymadığı gerekçesiyle müdahale etmektedir.
TSE standartlarına (TS 13813) göre tabelalarda %25 yabancı dil kullanılabilir.
Ancak, özellikle Arapça tabelalar hedef alınmakta, İzmir, Adana, Mersin ve İstanbul'da göçmenlerin yaşadığı ilçelerde bu durum sıkça görülmektedir.
2022'de Ankara Kızılay'daki SAAB restoranı ve sahibi Somalili Muhammed Abdullahi'nin yaşadığı olay, yabancı tabela sorununu çok daha derin bir ırkçılık meselesi haline getirmiştir.
https://www.instagram.com/reel/DCuBfzXiZPI/?igsh=azN5YWlnNjAwbjl6
Kapat
Urfa’ya kayıtlı Hamza El Muhammed kimliğini güncellemek için Göç İdaresi'ne gitti, oradan Harran Geri Gönderme Merkezi'ne ...
23 Kasım - Hamza El Muhammed’den 7 aydır haber alınamıyor (10lar medya) Devamı23 Kasım - Hamza El Muhammed’den 7 aydır haber alınamıyor (10lar medya)
Urfa’ya kayıtlı Hamza El Muhammed kimliğini güncellemek için Göç İdaresi'ne gitti, oradan Harran Geri Gönderme Merkezi'ne götürüldü. 7 aydır kendisinden haber alınamıyor.
Eşi, uğradıkları zulmü 10lar medyaya anlattı.
https://x.com/10larMedya/status/1860286595229716981
Kapat4. Uluslararası STK Fuarı'nda düzenlenen Uluslararası Göç Ve İnsani Krizler Paneli, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek'in ...
23 Kasım - Uluslararası göç ve insani krizler paneli yapıldı Devamı23 Kasım - Uluslararası göç ve insani krizler paneli yapıldı
4. Uluslararası STK Fuarı'nda düzenlenen Uluslararası Göç Ve İnsani Krizler Paneli, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek'in moderatörlüğünde yapıldı.
Panelde Göç ve Diaspora Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Recep Seyyar, “Uluslararası Göçmen Hareketliliğinde Türkiye’nin Konumu”, ULFED Genel Müdürü Muhammed Akta "Göç Yönetiminde STK'ların Rolü", Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Süleyman Kurt "Ulusal Ve Uluslararası Medyada Göçmen Karşıtlığı Ve Irkçı Söylemlerin Etkileri" ve Av. Elif Selen Ay "Uluslararası Standartlar Bağlamında Mültecilerin Haklara Erişimi" başlıklı sunumlar yaptı.
Panele Sığınmacı Hakları Platformundan pek çok arkadaşımız katıldı. Çok verimli bir panel oldu. Son dönem sığınmacıların yaşadığı problemler ve çözümler konusunda tartışma imkânı oldu.
https://x.com/stk_fuari/status/1859988722663493887
KapatGöçmen ve mülteci çocukların hayatta kalma haklarının dahi gözardı edildiğini kaydeden Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 ...
21 Kasım - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: ‘Çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun’ Devamı21 Kasım - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: ‘Çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun’
Göçmen ve mülteci çocukların hayatta kalma haklarının dahi gözardı edildiğini kaydeden Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde katledilen çocukları andı, derhal yerine getirilmesi üzerine taleplerini sıraladı.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde Şişhane Meydanında açıklama yaptı. “Çocuk Hakları Hemen şimdi. Göçmen mülteci çocuklara yönelik hak ihlalleri durdurulsun” pankartı açıldı. Eylemde ayrıca, “End child labor! Migrant and refugee children belong to schools”, “On the streets, in the work place; child murders are everywhere” dövizleri taşındı.
Türkçe ve Kürtçe yapılan açıklamanın Türkçesini Şamil Özçelik, Kürtçesini Abdullah Kılıç okudu.
Özçelik, Çocuk Hakları Günü’nün tarihçesine değindi. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1989 yılında kabul edilmesiyle “çocuk haklarının yasalarda tanındığını” ve bugünün “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kabul edildiğini söyledi.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, 197 ülkenin onayıyla “en fazla imza atılmış” insan hakları belgesi olduğunu vurgulayan Özçelik, çocuk hakları içinde göçmen çocukların yaşadıkları travmalar nedeniyle haklarının daha fazla önem kazandığını” belirtti.
Çocuklar göç sırasında büyük travmalar yaşıyorlar
Açıklamada, bugün iş cinayetine kurban giden 11 yaşındaki Ahmet Avan, öldürülen 15 yaşındaki Abdullatif Davvara, vahşice öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran davası, yeni doğan çocukları katleden Yenidoğan Çetesi davası ve İzmir Selçuk’ta en büyüğü 5 yaşındaki 5 kardeşin yanarak ölümü olayının gölgesi ve ağırlığı altında olduğumuz dile getirildi.
“Çocuk hakları içinde göçmen çocukların hakları, yaşadıkları olağanüstü travmalar nedeniyle daha da önem kazanmaktadır. Göç esnasında çocuklar; evlerinden ayrılma, yaşadıkları yere tekrar dönüp dönemeyeceklerinin belirsizliği, aileden, okullarından ve okul arkadaşlarından ayrı kalmak, ailesinden birilerini göç ederken kaybetmek gibi, birçok problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu problemler, çocuklarda ağır travmaya ve psikolojilerinin bozulmasına neden olmakta, bu ve benzeri nedenlerle, çocuklar hem göç̧ sırasında hem de göçmen konumundayken korunmaya en muhtaç̧ grup olarak öne çıkmaktadırlar” dedi.
Hayatta kalma hakkı
Göçmenlerin yaklaşık 50 milyonunu, Türkiye’de ise 2 milyona yakınını çocukların oluşturduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Göçmen çocukları bekleyen tehlikelerin ne yazık ki bir sınırı yok; şiddet, cinsel saldırı, insan ticareti, organ ticareti, zorla çalıştırılma gibi çok çeşitli saldırılara maruz kalıyorlar.
‘Çocuğun hayatta kalma, güvenlik ve gelişme hakkı’, ‘Çocuğun yüksek yararı’, ‘Çocukların her türlü istismar, şiddet, ihmal ve sömürüden korunma hakkı’ ve ‘Ayrım yapmama, çocuğun görüşlerini serbestçe açıklama ve katılım hakkı’ olarak sayılan temel koruma prensiplerinden yoksun yaşıyorlar.
Hayatta kalma hakkı, devletlerin olağanüstü durumlarda hatta savaşta bile göz ardı etmemesi gereken bir haktır. Sağlık hakkı, çocukların yaşama hakkını ve var olmaları için gerekli olan temel ihtiyaçlarını ifade eder” denildi.
Korunma hakkı
Çocuk istismarının çocukların fiziksel gelişimi ile psikolojik gelişimlerini olumsuz olarak etkileyen faaliyetlerin tümü olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şöyle devam edildi:
“Bu faaliyetler bir çocuğun sadece cinsel olarak istismarının değil, aynı zamanda her türlü şiddete maruz kalmasının, okula gönderilmemesinin, yetersiz beslenmesinin, bakım ve sağlık haklarından yeterince yararlanamamasının, travmatik sonuçları olabilecek çatışmaların ortasında bırakılmasının ve işçiliğe zorlanmasının tamamıdır.
Dolayısıyla korunma hakkı, göçmen kız çocuklarının cinsel sömürü ve istismardan korunmalarını, yabancı bir ülkeden sınır dışı edilmemeyi, tutuklanmamayı, ayrımcılık, işkence ve aşağılayıcı davranışlardan korunmayı ifade etmektedir.”
6 milyon mültecinin 2 milyonu çocuk
Mülteci çocukların Türkiye’deki tüm çocuklar gibi derin yoksulluk, çocuk işçiliği, ırkçılık ve istismara maruz bırakıldıklarına dikkat çekilen açıklama, şöyle devam etti:
“Türkiye’de bulunan yaklaşık 6 milyon göçmenin 2 milyona yakınını çocuklar oluşturuyor. Türkiye’de doğanların sayısı 900 bin ve çocukların 1 milyon 300 bini ilkokul çağında. Ancak, bu çocukların en az 300 bini eğitim imkânlarına erişemiyor, tarım, ayakkabıcılık, tekstil gibi işkollarında çalıştırılıyorlar. Göçmen çocukları şiddet, cinsel saldırı, insan ticareti, organ ticareti, zorla çalıştırılma gibi çok çeşitli saldırılara maruz kalıyorlar.”
Türkçe bilmedikleri için eğitim alamıyorlar
BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin maddeleri hatırlatıldı, “anadilde eğitim hakkı”na vurgu yapıldı: “Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17, 29 ve 30. Maddelerine çekince koyan ve anadilde eğitim hakkını tanımayan Türkiye’de, okullara kaydolan göçmen çocukların büyük çoğunluğu Türkçe bilmedikleri için eğitim alamıyor. Bu engeller nedeniyle, okula gidip gelerek eğitimlerine devam etmiş gibi görünen çocuklar, bir süre sonra okula gitmek istemiyorlar.”
Katledilen göçmen çocuklar
Göçmen çocukların hem ırkçılık hem çocuk işçiliği yüzünden hayatlarını kaybettiği ancak cezasızlık devam ettiği için cinayetlerin önlenmediği kaydedilen açıklama, şu örneklerle devam etti:
- 28 Nisan 2020, Ali Hemdan, 18 yaşında, Adana’da dur ihtarına uymadığı için polis tarafından
öldürüldü. - 15 Temmuz 2020, Hamza Acan, 17 yaşında, Bursa’da pazardaki kavga sırasında öldürüldü.
- 4 Nisan 2023, Gina Mercimek, 9 yaşında, Kilis’te tecavüze uğradıktan sonra öldürüldü, kuyuya atıldı.
- 13 Haziran 2024, Ahmet Avan, 11 yaşında, Adana’da çalıştığı tekstil atölyesinde, asansörle duvar arasına sıkışıp hayatını kaybetti.
- 21 Eylül 2024, Abdullatif Davvara, 15 yaşında, maskeli saldırganlar tarafından İstanbul’da
parkta öldürüldü.
20 Kasım Çocuk Hakları Günü vesilesi ile derhal yerine getirilmesi için şu talepler sıralandı:
- Devlet, Cenevre Mülteciler Sözleşmesine ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceleri kaldırmalı ve çocuk haklarına bütüncül bir yaklaşımla koruma altına alınmalıdır.
- 18 yaş altındaki bütün kişileri çocuk kabul eden Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda vatandaş olan olmayan ve hukuki statü ayrımı yapılmaksızın bütün çocuklar haklardan eşit yararlandırılmalı, sağlıklı bireyler olarak yaşayabilmeleri için gerekli sağlık, barınma, beslenme, eğitim gibi imkânlar sağlanmalıdır.
- Cinsel istismar ve çocuk evlilikleri ile mağdur edilme riski taşımaları nedeniyle kız çocukları için pozitif önlemler alınmalı,
- Çocukları her türlü istismar, cinsel sömürü ve şiddetten koruyacak önlemler artırılmalı, Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun’da yer alan sorunlu düzenlemeler çocuk hakları gözetilerek yeniden düzenlenmeli,
- Göçmen mülteci çocukların şiddet ve istismardan korunmasında etkin mekanizmalar içeren İstanbul Sözleşmesine geri dönülmeli,
- Göçmen çocukların eğitime erişimi önündeki engeller kaldırılmalı, çocuklara yönelik ayrımcılık önlenmeli, eğitimde fırsat eşitliği ve anadilde eğitim sağlanmalı, Milli Eğitim Bakanlığı ve hükümet bu konuda çocuğun yararı doğrultusunda sorumluluk üstlenmeli, göçmen çocuklara yönelik PICTES projesi amacına uygun olarak kullanılmalıdır.
- Okullarda çocuklara psikolojik danışmanlık hizmetleri sağlanarak savaş ve göç travması ile baş etmelerine olanak yaratılmalı,
- Okullarda çocuklar arasındaki ilişkileri geliştirecek sosyal hizmeti sağlanmalı,
- Göçmen ve mülteci yoksulluğu önlenerek, çocuk yoksulluğu ve buna bağlı çocuk işçiliği önlenmeli, İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gerekli denetim ve önleme mekanizmalarının hayata geçirilmesinde çocuğun yararı doğrultusunda sorumluluk üstlenmeli,
- İktidarın ve siyasetçilerin, mülteci çocuklara yönelik ayrımcılık ve şiddeti körükleyen, kutuplaştırıcı ve mültecileri hedef gösteren tutum ve söylemleri önlenmeli, nefret saldırılarında ve iş cinayetlerinde cezasızlık önlenmeli,
- Kayıp çocuklar konusu ivedilikle ele alınmalı, çocukların insan ticareti ve organ ticareti mağduru olmaları engellenmeli, kaç çocuğun kayıp olduğu kamuoyuna açıklanmalı, olayların takibi yapılarak çocukların güvende olması sağlanmalı,
- Aile birliğini parçalayan idari gözetim ve il bazında ikamet zorunluluğu aile birliğinin sağlanması amacı ile yeniden düzenlenmeli,
- Refakatsiz çocuklar için koruyucu önlemler alınmalı, çocukların güvende olacağı bir sistem kurulmalı,
- Yerel yönetimler göçmen çocukların haklarını koruyacak, sağlıklı gelişimlerine imkan sağlayacak kalıcı mekanizmalar oluşturarak, hayata geçirmelidir.”
Kapat
Deprem mağduru Suriyeli aileye sınır dışı kararı verildi. Ankara'da yaşayan Sabsabi ailesi GGM’ye alındı ve zorla 'gönüllü geri ...
20 Kasım - GGM’de soğuk oda (buzdolabında tutulma) işkencesi yapıldı Devamı20 Kasım - GGM’de soğuk oda (buzdolabında tutulma) işkencesi yapıldı
Deprem mağduru Suriyeli aileye sınır dışı kararı verildi. Ankara'da yaşayan Sabsabi ailesi GGM’ye alındı ve zorla 'gönüllü geri dönüş formu' imzalatılarak Suriye'ye gönderildi. Ailenin birisi çocuk üç üyesi hala geri gönderme merkezinde tutuluyor.
Sınır dışı edilen Selam Sabsabi, "Soğuk oda işkencesine maruz kaldığım için formu imzalayıp Suriye'ye dönmek zorunda kaldım" dedi.
Soğuk oda işkencesinde, sığınmacılar, bodrum katlarda bulunan büyük buzdolaplarına gece boyunca koyuluyorlar.
https://x.com/refugee11move/status/1859123543499317506?s=46
KapatMÜSİAD’ın alt kuruluşu olan UTESAV tarafından hazırlanan “Türkiye'nin Göç Raporu” lansman toplantısı yapıldı. Rapor, ...
20 Kasım - Türkiye’nin göç raporu: Göçü anlamak ve yönetmek Devamı20 Kasım - Türkiye’nin göç raporu: Göçü anlamak ve yönetmek
MÜSİAD’ın alt kuruluşu olan UTESAV tarafından hazırlanan “Türkiye'nin Göç Raporu” lansman toplantısı yapıldı. Rapor, bütünleşik bir göç politikasının önemine dikkat çekerken, göçün iyi yönetildiği takdirde dezavantajdan avantaja çevrilebileceğini ve ekonomiye katkı sağlayacak bir araç olarak değerlendirilebileceğini vurguluyor. Ayrıca, göç yönetiminde eğitim, farkındalık faaliyetleri ve sivil toplum kuruluşlarının rolünün altı çizildi. Toplantıdan bazı önemli mesajlar:
- Göç bir sorun değil, iyi yönetilmesi gereken bir süreçtir.
- Göç akan su gibidir: İyi yönetilirse bereket olur, kötü yönetilirse felakete dönüşür.
Bu değerli çalışmayı hazırlayan Bekir Berat Özipek’in ve tüm UTESAV ekibinin emeklerine sağlık. İlerleyen süreçte etkisi olacak bir rapor ortaya çıktı.
https://x.com/mohammadakta/status/1859147751402905860?t=ktBmR_PmdONUWexEXep2Ig&s=19
KapatKüçükçekmece'de öldürülen 14 yaşındaki Salim Attal cinayetinin detaylara ortaya ...
19 Kasım - 14 Yaşındaki Salim, 500 TL İçin Öldürüldü (Son Dakika) Devamı19 Kasım - 14 Yaşındaki Salim, 500 TL İçin Öldürüldü (Son Dakika)
Küçükçekmece'de öldürülen 14 yaşındaki Salim Attal cinayetinin detaylara ortaya çıktı.
Küçükçekmece Söğütlü Çeşme Mahallesi Gülbahar Sokak'ta dün Suriyeli 14 yaşındaki Salim Attal ve 17 yaşındaki Samet K. silahlı kavgada vurularak yaralanmış. Salim Attal olayda hayatını kaybetmiş, Samet K. ise hastaneye kaldırılmıştı. 14 yaşındaki gencin cinayetine ilişkin detaylar ortaya çıktı.
500 TL için öldürülmüş
Ali isimli arkadaşının 500 TL alacağı için, Salim Attal, abisi Ahmet ve arkadaşı Samet K. beraber olayın yaşandığı yere gittiler. Ali Çolak alacağı olan 500 TL'sini saldırgandan istedi. Saldırgan Ahmet Attal'a tokat attı. Daha sonra Salim Attal abimi nasıl vurursun diye saldırgana vurdu. Öfkelenen saldırgan silahını çekip Samet K. ve Salim'i vurup olay yerinden kaçtığı öğrenildi.
Olay anını anlatan Hüseyin Gürbüz, "Alacak verecek meselesi yüzünden olduğunu söylüyorlar. Önceden para için kavga etmişler. Hala daha kanlar yerde duruyordu. Bizim çocuklar burada oynuyordu. Çocuklara da gelebilirdi" dedi.
https://www.sondakika.com/3-sayfa/haber-14-yasindaki-salim-500-tl-icin-olduruldu-18062594/
KapatGaziantep'te sokakta oynarken gürültü yaptığı için 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır'ı pompalı tüfekle öldüren ...
19 Kasım - Suriyeli zannedilerek öldürülen çocuğun dramı (Harmony Projesi) Devamı19 Kasım - Suriyeli zannedilerek öldürülen çocuğun dramı (Harmony Projesi)
Gaziantep'te sokakta oynarken gürültü yaptığı için 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır'ı pompalı tüfekle öldüren Mühsün Taşkın ilk duruşmada verdiği ifadede "Ben çocukları Suriyeli zannediyordum” dedi. Sanki ölen çocuk Suriyeli olsa ölümünün bir önemi ya da cezai bir bedeli olmayacakmış gibi.
“Suriyeli zannediyordum”. Suriyelilere ya da Suriyeli zannettiklerimize neler yapabileceğimizin bir sınırı yok mu? Suriyeli zannettiklerimizi öldürmek serbest mi? Mallarını gasp etmek? Suriyelileri ya da Suriyeli zannettiklerimizi emniyet hissinden hayatlarının her alanında mahrum bırakabilir miyiz? Ve tüm bunları yaparken cezasız mı kalırız?
Suriyeli olduğu için can güvenliği olmayan, öldürülebilir görülen, ölümü hak ettiği düşünülen çocukların olduğunu biliyorduk. 9 yaşında komşusu tarafından öldürülüp kuyuya atılan Gina Mercimek ya da İstanbul’da bir parkta motorlu silahlı çeteler tarafından vurulan Abdullatif Davvara gibi. Ama belli ki Türk çocuklar da Suriyeli sanıldığı için öldürülme riskiyle karşı karşıya.
Bu cinayetin azdırıcıları toplumda Suriyelilere karşı ırkçı nefreti büyütenler. Bize yönelmez sandığımız nefret söylemleri canımızı yakmaya devam ediyor.
https://www.instagram.com/p/DCj2Xdhiz3E/?igsh=M2phZHc2ejBtc2Vi
Kapat
Geri Gönderme Merkezlerinde kadınlar başta olmak üzere göçmenlere yönelik hak ihlallerine dikkat çeken DEM Parti Kadın Meclisi, ...
19 Kasım - DEM Parti Kadın Meclisi: GGM’ler kapatılsın (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Kasım - DEM Parti Kadın Meclisi: GGM’ler kapatılsın (Enternasyonal Dayanışma)
Geri Gönderme Merkezlerinde kadınlar başta olmak üzere göçmenlere yönelik hak ihlallerine dikkat çeken DEM Parti Kadın Meclisi, ‘GGM’ler derhal kapatılmalı’ dedi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Kadın Meclisi, “Göçmen ve mülteci kadınlara yönelik ayrımcılığa karşıyız” şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Çatalca’da bulunan Geri Gönderme Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirmek isteyen kadınlara kaymakamlık tarafından bir haftalığına Çatalca ve çevresinde eylem ve etkinliklerin yasaklandığı tebliğ edildi. Bunun üzerine DEM Parti Avcılar ilçe örgütü binasında bir araya gelen kadınlar burada basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamaya Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) temsilcileri, İstanbul Barış Anneleri İnisiyatifi, DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki’nin yanı sıra çok sayıda kadın örgütü katıldı. Basın metnini GÖÇİZDER Eşbaşkanı Kamile Kandal okudu.
31 Ekim 2024 tarihinde göçmenlerin Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde göçmenlerin maruz kaldıkları şiddet ve kötü koşullar nedeniyle seslerini duyurmaya çalıştıklarına dair görüntülerin basına yansıdığını hatırlatan Kamile Kandal, benzer uygulamaların Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde de yaşandığına dair şikâyetler olduğunu kaydetti.
Kadın dayanışmamızı büyütüyoruz
Kamile Kandal şu ifadeleri kullandı: “25 Kasım’a giderken evlerden işyerlerine, GGM’lere ve hapishanelere, erkek devlet şiddetiyle mücadeleye devam ediyor, kadın dayanışmamızı büyütüyoruz. Irkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına, nefrete geçit vermiyoruz. Bedenlerimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkarak hep birlikte özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam inşa etmeye mücadelemizi büyütüyoruz. GGM’lerdeki insanlık dışı uygulamalara son verilmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
GGM’ler kapatılsın
Açıklamanın ardından söz alan DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki, devletin politikaları sonucunda göçmen ve mültecilerin pazarlık konusu haline getirildiğini vurguladı. Göçmenlerin GGM’de işkence, taciz ve tecavüze uğradıklarını dile getiren Özgül Saki GGM’lerin kapatılması gerektiğini söyledi.
Özgül Saki, GGM’de işkence ve kötü muamelenin son bulması için Göç İdaresi Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın yapması gerekenleri şu şekilde sıraladı:
- “Göçmen kadınların erkek şiddetine karşı başvuru yollarını kullandıklarında, Geri Gönderme Merkezlerine sevk edilmesi önlenmelidir.
- GGM’lerde koğuş ve odalarda kalan kişi sayısı alanın kapasitesine uygun olmalı, yatak, yastık, battaniye ve nevresimler temiz olmalı, yeterli beslenme ve temiz içme suyu sağlanmalıdır.
- Sağlık hizmetleri, topluca muayene şeklinde değil, tıp biliminin gereklerine uygun ve hasta hakları gözetilerek sağlanmalıdır.
- Geri gönderme merkezlerinde çalışan kamu görevlilerinin suç işlemesinin önlenmesi için; işkence, kötü muamele, cinsel taciz, rüşvet ve benzeri suçlar etkin soruşturmalara tabi tutulmalıdır,
Özgül Saki sözlerini “Göçmenlerin hukuki başvuru imkânlarına ve çevirmene erişimlerinin sağlanması için takipte olmaya devam edeceğiz” diyerek tamamladı.
Açıklama, alkış ve sloganlarla son buldu.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/11/19/dem-parti-kadin-meclisi-ggmler-kapatilsin/
Kapat
TİHEK, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde bir göçmenin kötü muameleye maruz bırakıldığına karar verdi. TİHEK’in talep ettiği kamera ...
17 Kasım - Göçmene darp TİHEK kararında (Birgün) Devamı17 Kasım - Göçmene darp TİHEK kararında (Birgün)
TİHEK, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde bir göçmenin kötü muameleye maruz bırakıldığına karar verdi. TİHEK’in talep ettiği kamera kayıtları kurum tarafından “elektrik kesintisi” gerekçe gösterilerek teslim edilmedi.
Göçmenlere yönelik Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) yaşanan ihlaller, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) kararlarına da yansıdı.
TİHEK’e yapılan başvuruda, Tunus asıllı göçmen M.M.’nin İstanbul’da bulunan Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde kötü muameleye maruz bırakıldığı ortaya çıktı. Yapılan başvuruda, M.M.’nin 25 Nisan’da Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nden, Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildiği, burada ise Arap asıllı olması nedeniyle ırkçılığa maruz bırakıldığı ifade edildi.
28 Nisan’da M.M.’nin tuvalette olması nedeniyle sabah sayımına geç kaldığı ifade edilen başvuruda, olayın akşamında 6 jandarma personeli tarafından işkenceye maruz bırakıldığı aktarıldı. Başvuruda, M.M.’nin darp sonucu parmağının kırıldığına dikkat çekildi. Ayrıca M.M.’nin avukat görüşü sırasında elinin alçıda olduğu, vücudunda yara ve darp izlerinin olduğu, olaydan bir gün sonra hastaneye götürüldüğü belirtildi. TİHEK tarafından oy birliğiyle “kötü muamele yasağının ihlal edildiğine” karar verildi.
Kayıtlar verilmedi
M.M.’nin sabah sayımına geç kalması nedeniyle, aynı günün akşam saatlerinde görevli personel tarafından kamera olmayan bir odaya götürüldüğü ifade edilen başvuruda, burada kötü muamele gördüğü ve kameranın yalnızca odanın bağlı olduğu koridorda olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca M.M.’nin söz konusu olaya karışan personelden birinin ismini verdiği ancak bu isimde üç personel olması nedeniyle ‘tespit edilemediği’ belirtildi.
TİHEK, başvurunun ardından Tuzla GGM’den olayın yaşandığı yer ve zamanı içeren güvenlik kamerası kayıtlarını istedi. Ancak merkez söz konusu kayıtları “güvenlik kameralarının elektrik kesintisi yaşandığı anlarda kayıt almadığı” iddiasıyla teslim etmedi. TİHEK kararında kurumun, “kesintiye” ilişkin örnek olması için çeşitli tarih ve saatlere ilişkin tutanak ilettiği aktarıldı. Ancak söz konusu tutanakların, başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarih ve saatle ilgili olmadığı, bazı tutanaklarda tarih ve saatlerin karalanarak değiştirildiği görüldü. Ayrıca kararda, tutanakların resmi makamlara sunulduğunu ya da işleme alındığını gösterir bir üst yazının tespit edilemediği belirtildi. Aynı zamanda 6 Haziran tarihli bir tutanakta 24 Mayıs tarihinde yapılan kontrollerde 37 güvenlik kamerasının geçmişe ait kayıt tutmadığının tespit edildiği aktarıldı.
Suçlu göçmenmiş!
TİHEK kararında aynı zamanda şu tespitlere yer verildi: “28 Nisan saat 21.00 sıralarında M.M.’nin jandarma personeli ile görüşmek istemesi üzerine jandarma güvenlik odasına getirildiği, görüşme sırasında M.M.’nin serbest bırakılmayı talep ettiği, odasına dönmeyi reddettiği ve avluda bulunan diğer tutulanları isyana teşvik ettiği; bunun üzerine Jandarma Nöbetçi Amiri’nin bilgisi dahilinde M.M.’nin bir odaya alındığı ifade edilmektedir. Ancak tutanakta yer alan ifadeleri doğrulayan bir güvenlik kamerası kaydı bulunmamaktadır.”
İşkence sabit
M.M.’nin kötü muameleye maruz kaldığı 28 Nisan’dan bir gün sonra götürüldüğü Tuzla Devlet Hastanesi tarafından gönderilen raporda ise M.M.’ye “el bileğinde ve el düzeyinde eklem ve ligamentlerin çıkık, burkulma ve gerilmesi” tanısı konulduğu ve elinin alçıya alındığı tespit edildi. Ayrıca Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde görevli Hekim K.E.’nin olaydan yaklaşık 20 gün sonra hastaneye sevk için bilgi notu yazdığı ve notta M.M.’nin sağ el başparmağında travması olduğu ve ağrısının arttığının belirtildiği görüldü.
M.M.’nin Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nden Tuzla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilmeden önce yapılan adli muayenesinde herhangi bir darp izine rastlanmadığına dikkat çekilen TİHEK kararında, M.M.’nin sağ elinin Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde zarar gördüğüne karar verildi. Kararda ayrıca İl Göç İdaresi Müdürlüğü’nden M.M.’nin sağ elindeki zararın nasıl gerçekleştiğine dair bir açıklama sunulmadığı belirtildi.
TİHEK’in Tuzla Geri Gönderme Merkezi Ziyareti Raporu’na da değinilen kararda şunlar aktarıldı:
“Alıkonulmuş kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia ettiği, kapısında ‘tadilattadır’ yazan bir oda bulunduğu, bu odadaki güvenlik kamerasının bantla kapatılmış olduğu, odanın giriş ve çıkışlarını gösteren bir güvenlik kamerası bulunmadığı, konuya ilişkin yapılan görüşmede odanın jandarma personeli tarafından giyinme odası olarak kullanıldığının ifade edildiği belirtilmektedir.”
https://www.birgun.net/haber/gocmene-darp-tihek-kararinda-576551
KapatGaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ı vuran sanık ...
15 Kasım - Gürültü yaptığı gerekçesiyle öldürülen çocuğun sanığından pes dedirten savunma (İHA) Devamı15 Kasım - Gürültü yaptığı gerekçesiyle öldürülen çocuğun sanığından pes dedirten savunma (İHA)
Gaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ı vuran sanık Mühsün Taşkın ilk duruşmada verdiği ifadede, "Ben çocukları Suriyeli zannediyordum. Türk olan çocukların bu kadar terbiyesiz olduğunu düşünmedim. Bu çocukların mahalleden olmadıklarını bilmiyordum. 20 metre uzaklıktan sıktım diyebilirim. Benim ne çocukla ne de ailesiyle hiçbir düşmanlığım bulunmamaktadır” dedi.
Gaziantep’te gürültü yaptığı iddiasıyla pompalı tüfekle öldürülen 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır’ın ölümüyle ilgili davanın ilk duruşması bugün Gaziantep 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Duruşmaya, sanık Mühsün Taşkın, sanık avukatları, maktul çocuğun ailesi, maktul avukatları, görgü tanıkları ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında görevli memur katıldı.
“En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum”
Duruşmada konuşan Anne Tülay Bayındır, sanığın ifadesinin yalan olduğunu söyleyerek, “Olay günü oğlunun yanında arkadaşları vardı. Sanığın ifadeleri hepsi yalan. Görgü tanıkları var. Sanık oğlumu köşeye sıkıştırıp öldürmüş. En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” dedi.
“Benim oğlumun da her çocuk gibi sokakta oynamaya hakkı var”
Baba Celal Bayındır, “Benim çocuğum küfür etmez. Bize hiçbir şekilde şikâyet gelmedi. Her çocuk gibi benim çocuğumun da oyun oynaması en doğal hakkı. Sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” ifadelerine yer verdi.
Ne olmuştu?
Olay, Şahinbey ilçesi Güzelvadi Mahallesi’nde 26 Ağustos tarihinde akşam saatlerinde meydana geldi. 10 yaşındaki Emir Baki Bayındır aynı mahallede esnaflık yapan manav Mühsün Taşkın tarafından fazla ses yaptığı iddiasıyla pompalı tüfek ile vurularak ağır yaralandı. Çevredeki vatandaşlar tarafından hemen yakındaki özel bir hastaneye götürülen 10 yaşındaki çocuk, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Emir Baki Bayındır’ın cenazesi, Adli Tıp Kurumu morgundaki otopsi işlemlerinin ardından Yeşilkent Mezarlığı’nda toprağa verilirken katil zanlısı tutuklandı.
Kapat2022 yılının Ekim ayında gerçekleşen kazada vefat eden Şerif El Cebeli’nin ölümüne taksirle sebebiyet veren şirketin sahibi ve vekili ...
15 Kasım - Suriyeli Şerif El Cebeli’nin ölümüne sebep olan işverenlere ceza! (Haksöz) Devamı15 Kasım - Suriyeli Şerif El Cebeli’nin ölümüne sebep olan işverenlere ceza! (Haksöz)
2022 yılının Ekim ayında gerçekleşen kazada vefat eden Şerif El Cebeli’nin ölümüne taksirle sebebiyet veren şirketin sahibi ve vekili hakkında, Küçükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesince 2 yıl 6 ay, iş güvenliği uzmanı olan sanığa ise 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi.
İş güvenliği konusunda yeterli önlemin alınmadığı, kanuni sorumlulukların yerine getirilmediği işyerinde gerçekleşen kazada, şirket yetkililerinin ağır kusurlarının bulunduğu bilirkişi raporuyla ortaya konulmuştu.
Sigortasız bir şekilde ve düşük ücretle çalıştırılan Şerif el Cebeli’nin asansör boşluğuna düşmesi şeklinde gerçekleşen kazanın neticesinde uzun bir süre acil sağlık birimlerine haber verilmemiş, usulsüzlükleri örtbas edebilmek için muhasebeci ve asansör servisi aranarak işyerine çağrılmıştı. Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre kaza sebebiyle yaralama ölümcül olmamasına rağmen, yetkililerin ağır ihmali neticesinde ölüm gerçekleşti. Bilirkişi raporuna göre yetkililerin kusur oranı yüzde 95 olarak belirlendi.
Bugün görülen son celsede müşteki vekili, sanıklar ve müdafileri son sözlerini söylediler. Küçükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi asli kusurlu sanıkların 2 yıl 6 ay ve 2 yıl 1 ay olmak üzere cezalandırılmalarına hükmetti.
İşveren ve vekili olan iki sanık 91 bin TL, İSG uzmanı olan sanık ise 76 bin TL adli para cezası ödeyecekler.
Sanıklar ayrıca maktulün yakınlarına yüklü bir meblağ da tazminat ödeyecekler.
Kapat“Birbirimize her zaman destek olurduk. Hatta çoğu zaman, yabancı öğrencilerden Türklere kadar tanımadığımız insanlara da yardım ...
13 Kasım - 10lar medya: Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti Devamı13 Kasım - 10lar medya: Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti
“Birbirimize her zaman destek olurduk. Hatta çoğu zaman, yabancı öğrencilerden Türklere kadar tanımadığımız insanlara da yardım ederdik.”
Türkiye’deki Suriyeli üniversite öğrencileri arasında çok sevilen, İzmir Üniversitesindeki Suriyeli öğrenci topluluğunun başkanı olan Saad Abu Ali, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti.
https://x.com/10larmedya/status/1856699899674268132?s=46
Göçmenlerle Kardeşiz: ÇOK ÜZGÜN VE ÖFKELİYİZ!
Türkiye'de öğrenci ikamet izni ile kalan sevgili kardeşimiz Saad Abo Ali, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği'nden yeni mezun olmuş, hayalleri ve idealleri olan bir gençti.
İstanbul'da çalıştığı makine üretimi şirketi için çalışma iznine başvuru esnasında adresinin silindiğini fark etmişti. Bu problemle epey uğraştığına dair çevresi de haberdardı.
Sorunu halletmek için 8 Kasım 2024 Cuma günü İzmir’deki Göç İdaresi'ne gitti. Ancak 10 Kasım 2024 Pazar sabahı İstanbul'a dönüş yolunda otobüsün devrilmesi sonucu maalesef hayatını kaybetti.
Kardeşimizi kaybetmenin üzüntüsünü paylaşıyor; ailesine, arkadaşlarına ve tüm göçmen dostlarına baş sağlığı diliyoruz.
Hem çok üzgün hem de öfkeliyiz. Son günlerde birçok Suriyeli ailenin adreslerinin ihtarsız bir şekilde silindiği ve bir anda eğitim, sağlık, çalışma vb. haklardan mahrum konuma düştüklerini, adres tescil randevularının aylar sonrasına verilerek basit bir işlem için göçmenlerin hayatlarının nasıl zorlaştırıldığını biliyoruz.
Bu uygulamalar Saad'ın dolaylı ölümüne yol açmıştır. Bu şekilde yıldırarak "gönüllü" geri dönmesini beklediğiniz insanlar genç yaşta hayattan kopuyor, hesap vereceksiniz!
https://x.com/gocmenlerle/status/1856306474428911691?s=46
KapatGöç ve Diaspora Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Başkanı Recep Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ...
11 Kasım - Göç ve Diaspora Vakfının "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu" yayımlandı (Bizim Sakarya) Devamı11 Kasım - Göç ve Diaspora Vakfının "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu" yayımlandı (Bizim Sakarya)
Göç ve Diaspora Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Başkanı Recep Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ülke. En çok göçmeni barındıran ülke biz değiliz. 2021 yılı itibarıyla son 3 yıldır Türkiye'ye artık Suriyeli akını yok" ifadelerini kullandı
Göç ve Diaspora Vakfı tarafından Fatih'te bir otelde düzenlenen basın toplantısında "Türkiye Göçmen Hareketliliği Raporu" açıklandı.
Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Recep Seyyar, hazırladıkları raporun sonuçlarına göre, Türkiye'de göçle ilgili oluşturulmuş algıların yanlış bilgiye dayandığını söyledi.
"Sığınmacı varlığı yoğunluklu olarak var"
Türkiye'nin dünyanın mülteci toplanma alanı olmadığını belirten Seyyar, "Türkiye'de sığınmacı varlığı yoğunluklu olarak var. Suriyeliler ana gündemimizi oluşturuyor" dedi.
Sığınmacıların bir ülkeye savaş, ağır insan hakları ihlali ve benzeri sebeplerle geldiğini aktaran Seyyar, "Türkiye Göçmen Hareketliliği Raporu"nda yer alan yabancı uyruklu düzenli göçmen verileri ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
"Türkiye'ye gelen giden yabancı uyruklu düzenli göçmen verilerinin yer aldığı bir grafikte, 2022 ve 2023 yıllarında Türkiye'ye gelen düzenli göçmen sayılarında ciddi bir düşüş olduğu görülmekte. Türkiye'den ayrılan göçmen sayılarında da ciddi bir artış görülmekte. Daha önce Türkiye'ye yerleşmiş, bu ülkede yaşamak isteyen, düzenli bir şekilde hukuki, hukukun kendisine tanımladığı statüler ile burada bulunmak isteyen insanlar da artık Türkiye'den ayrılmakta."
Uluslararası göç verileri üzerinden raporu değerlendiren Seyyar, "Türkiye, göçmen sayısı itibarıyla dünyada 12. ülke. En çok göçmeni barındıran ülke biz değiliz. 2021 yılı itibarıyla son 3 yıldır Türkiye'ye Suriyeli akını yok. Suriyelilere geçici koruma kimliği vermeyi durdurduk. Dolayısıyla 2021 yılından beri sığınmacı gelmemesine, 500 binden fazla Suriyelinin geri dönmüş olmasına rağmen, hala sığınmacı nüfusunda biz 2. sıradayız ama dünya göçmen varlığında 12. sıradayız" ifadelerini kullandı.
Türkiye'ye 2021 yılı itibariyle sığınmacı akını durdu
Vakfın "Türkiye Göç Hareketliliği Raporu"nda (2016-2023), Türkiye'nin sığınmacı sayısı bakımından dünyada 2. sırada olduğu ancak 2021 itibariyle sığınmacı akınının durduğu belirtiliyor. Türkiye'deki esas sorunun yeni sığınmacıların gelişi değil, 12 yıl önce sığınmacı olarak gelenlerin hala bu statüde kalmaya devam etmesi olduğu vurgulanan raporda, göçmen nüfusunun ülke nüfusuna oranının yüzde 7 olduğu, bu oranla dünya sıralamasında 102. sırada bulunduğu ve genel göçmen nüfusu bakımından ise dünyada 12. sırada yer aldığı bildirildi.
"Eğitimlerini tamamladıktan sonra başka ülkelere göç ediyorlar"
Türkiye'de eğitim sistemine dahil edilen sığınmacı gençlerin, eğitimlerini tamamladıktan sonra başka ülkelere göç etmeleri nedeniyle büyük bir kayıp yaşandığına dikkat çekilen raporda, Türkiye'nin eğitim süreçlerinde destek verdiği bu gençlerin, tam üretim çağında Batılı ülkeler tarafından "nitelikli göçmen" olarak kabul edilerek devşirilmesinin Türkiye için ciddi bir kayıp olduğu vurgulandı.
Bu duruma karşı çözüm olarak, eğitim süreçlerini tamamlayarak dil yeterliliği sağlayan gençlerin Türkiye’de kalıcı bir statü elde etmeleri öneriliyor.
https://www.bizimsakarya.com.tr/goc-ve-diaspora-vakfinin-turkiye-goc-hareketliligi-raporu-yayimlandi
Kapat
GGM'lerdeki kötü muamele ve şartlara dair avukatlarımızın aktarımları, birinci derece tanıklıklar ve medyaya yansıyan görüntüler aksini ...
9 Kasım - Sınırsız Dayanışma: Keşke öyle olmasaydı ama maalesef Göç İdaresi'nin iddiaları gerçeklikle uyuşmuyor Devamı9 Kasım - Sınırsız Dayanışma: Keşke öyle olmasaydı ama maalesef Göç İdaresi'nin iddiaları gerçeklikle uyuşmuyor
GGM'lerdeki kötü muamele ve şartlara dair avukatlarımızın aktarımları, birinci derece tanıklıklar ve medyaya yansıyan görüntüler aksini ispat için yeterli.
Son iddiaların merkezindeki Çatalca GGMye alınan arkadaşımız, sağlanan kısıtlı görüşmelerde personelin kadın göçmenlerin mahremiyetine dikkat etmediğini, yerde yatanlar olduğunu, hijyen sorunları bulunduğunu, kamera görmeyen alanlarda kötü muamele gerçekleştiğini belirtmiştir.
Göç İdaresi'ne düşen bu iddiaları şeffaflıkla soruşturmak ve gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Bu gerçeklik hiçbirimizin uzağında değildir. Eğer komşunuz olan göçmenin yolu düşmediyse muhakkak onun bir arkadaşı GGM'den geçmiş, bu kötü şartlara tanıklık etmiştir.
Sorun sadece bu kötü koşullar değil. GGMler düzenli göçmenleri düzensiz hale de getiriyor. Keyfi uygulamalar, kötü koşullar ve imzalatılan "gönüllü" geri dönüş belgeleri sonucu aile bütünlüğü, ekonomik sürdürülebilirlik, yasal statü onarılmaz şekilde zarar görüyor.
Konuya dair MazlumDer, TİHEK ve Lighthouse Reports'un kapsamlı raporları mevcut:
MazlumDer Göç İdaresi Uygulamalarında Yaşanan Sorunlar Raporu: https://drive.google.com/file/d/184IeO_dtVUP39HMb0fgoIFUc0Ccyi2Cu/view…
TİHEK Bursa GGM Ziyareti Raporu: https://tihek.gov.tr/public/images/kararlar/jyic99.pdf…
Lighthouse Reports Raporu: https://lighthousereports.com/investigation/turkeys-eu-funded-deportation-machine/
https://x.com/sinirsizdayanis/status/1855242208414212604
KapatBazı basın yayın organları ile sosyal medya platformları üzerinden dolaşıma sokulan geri gönderme merkezleri ile ilgili iftira niteliğindeki dezenformasyon ...
8 Kasım - Göç İdaresi Başkanlığı: Geri Gönderme Merkezlerini Hedef Alan Gerçek Dışı İddialar Hakkında Basın Açıklaması Devamı8 Kasım - Göç İdaresi Başkanlığı: Geri Gönderme Merkezlerini Hedef Alan Gerçek Dışı İddialar Hakkında Basın Açıklaması
Bazı basın yayın organları ile sosyal medya platformları üzerinden dolaşıma sokulan geri gönderme merkezleri ile ilgili iftira niteliğindeki dezenformasyon içerikli iddialara ilişkin açıklama yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Daha önce de birçok defa ifade ettiğimiz gibi geri gönderme merkezlerinin tamamı Başkanlığımızca “kötü muameleye sıfır tolerans” prensibi ile işletilmektedir.
Çatalca Geri Gönderme Merkezi dahil tüm geri gönderme merkezlerinde, idari gözetim altında olanların (özel hayatın mahremiyeti gereği kaldıkları odalar dışında) bulunabilecekleri tüm alanlar kör nokta kalmayacak şekilde 24 saat kamera ile takip edilmektedir. Ortaya atılan iddialar ile ilgili vakalar dikkatle incelenmekte; herhangi bir şüphe görülmesi durumunda adli ve idari yönden etkin soruşturma yürütülmekte; herhangi bir hata, kusur veya ihmalin tespiti durumunda kanunun öngördüğü müeyyideler uygulanmaktadır. Hiçbir iddia göz ardı edilmemektedir.
İlgili mevzuat gereği geri gönderme merkezinde çalışan personellere, kötü muamele yasağı yazılı ve sözlü olarak tebliğ edilmekte, temel insan hakları başta olmak üzere çeşitli eğitimler verilmektedir.
Ayrıca geri gönderme merkezleri, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve iç hukukumuzda yer alan kurumlar tarafından haberli ve habersiz olarak sürekli denetlenmekte ve ziyaret edilmektedir. Bu kapsamda 2024 yılında 631 denetim ve 134 ziyaret gerçekleştirilmiştir.
Tüm geri gönderme merkezlerinde barınanlara; yemek, temizlik, havalandırma, sağlık hizmetlerine erişim, avukata ve adli yardıma erişim, ailesi ile görüşme, dış dünya ile iletişim, psikososyal destek hizmetleri, tercümanlık, ibadet odaları, dilek-şikayet mekanizması vb. hizmetler kesintisiz olarak sunulmaktadır.
Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında bulunan yabancılar, görüşmelerini, avukat-müvekkil mahremiyet kurallarına uygun olarak görüşme odasında gerçekleştirmektedir. Hukuki yardıma erişimde sistemin eksiksiz çalışmasına engel teşkil eden herhangi bir durum bulunmamaktadır. Geri gönderme merkezlerindeki tüm faaliyetler gibi idari gözetim altında bulunan yabancıların avukatlarıyla görüşme sayıları da kayıt altında tutulmaktadır. Buna göre, 2024 yılında geri gönderme merkezlerine 27 bin 390
Geri gönderme merkezlerinin kapasiteleri ve sağlanan hizmetlere ilişkin şartlar, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) belirlediği standartlar çerçevesinde oluşturulmuştur. Geri gönderme merkezleri arasında yapılan sevkler kapasite yönetimi kapsamında yapılmakta olup söz konusu sevklerin başka bir amacı bulunmamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin sayısı ve kapasitesinin artırılması çalışmaları yapılmış olup son bir yılda dört yeni geri gönderme merkezinin daha açılmasıyla toplam sayı 32’ye çıkarılmıştır.
Yabancılar hakkındaki tüm iş ve işlemler, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na uygun olarak yapılmaktadır. Hiçbir yabancı hukuka aykırı bir şekilde geri gönderme merkezlerinde tutulmamaktadır.
Geri gönderme merkezleri ile ilgili mesnetsiz yakıştırmalar yapılması kabul edilemez. Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bu haksız ithamlar, ülkemizin hukuk, insan hakları ve medeniyet değerlerimizi temel alan göç yönetimi faaliyetlerine gölge düşürmeyi amaçlamaktadır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkemiz mazlumlara yardım elini uzatmaktadır. Diğer taraftan ülkemiz, düzensiz göçle mücadele de dahil tüm göç yönetim süreçlerini insan haklarına uygun olarak yürütmektedir. Ülkemizde yakalanan düzensiz göçmenlerin tespiti ve yakalanmasından, geri gönderme merkezinde idari gözetim altına alınmasına ve sonrasında ülkelerine ya da güvenli üçüncü ülkelere sınır dışı edilmelerine kadar yürüttüğümüz tüm süreç boyunca hukuk, insan hakları ve medeniyet değerlerimizi gözeterek hareket etmekteyiz.
Hiçbir kanıta dayanmayan provokatif ve tek taraflı iddialar üzerinden devlet kurumlarını karalamayı ve algı oluşturmayı amaçlayan, kamuoyunu yanıltıcı bilgileri alenen yayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Kapat
Yaklaşık 12 yıldır Türkiye’de yaşayan 48 yaşındaki Alisher Ismanov, ailesiyle birlikte Yalova’da tarım ve hayvancılıkla uğraşarak hayatını ...
8 Kasım - Kalp Hastası Alisher Ismanov Sınır Dışı Edilirse Hayatı Tehlikede: “Özbekistan’da Kuran Öğrettiği İçin Yargılanıyordu” – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı8 Kasım - Kalp Hastası Alisher Ismanov Sınır Dışı Edilirse Hayatı Tehlikede: “Özbekistan’da Kuran Öğrettiği İçin Yargılanıyordu” – Sema Kızılarslan (Karar)
Yaklaşık 12 yıldır Türkiye’de yaşayan 48 yaşındaki Alisher Ismanov, ailesiyle birlikte Yalova’da tarım ve hayvancılıkla uğraşarak hayatını sürdürüyordu. Türkiye’ye, Özbekistan’daki baskılardan kaçmak amacıyla sığınan Ismanov, eski Cumhurbaşkanı İslam Kerimov döneminde dini faaliyetleri nedeniyle yargılanarak ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Ismanov’un son üç yıldır Türkiye’de oturum izni yenilenmedi, bu da onu yasadışı duruma düşürdü. Çarşamba gözaltına alınan Ismaov, şu anda İzmir Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor.
En küçüğü 3 yaşında 7 çocuk babası Ismanov, dört ay önce İzmit’te gözaltına alınmış ve sivil toplum kuruluşları ile avukatların müdahaleleri sonucunda sınır dışı edilmesi önlenmişti. Kalp hastası olan Ismanov, geri gönderme merkezindeyken defalarca hastaneye kaldırıldı.
“SINIR DIŞI EDİLİRSE İŞKENCE GÖRECEK”
Ismanov’un aile yakınları, eski Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un dönemi boyunca dini baskının yoğun olduğunu, bu nedenle ailesinin de yıllar önce Türkiye’ye sığındığını belirtti.
Ismanov’un kayınpederinin neredeyse on yıl hapis yattığını anlatan yakınları, ülkedeki benzer zulüm ve işkencelerin tekrarlanmasından korkuyor.
KARAR’a konuşan aile yakınları,
“Alisher, burada kimseye zarar vermeden, sadece ailesinin geçimini sağlamak için hayvancılıkla uğraşan biri. Sağlık sorunları var; kalp hastası ve felç geçirmiş. Gözaltındayken birkaç kez hastaneye kaldırıldı. Türkiye, kendisi ve ailesi için artık bir vatan gibi oldu; çocukları burada doğup büyüdü, bu düzenin bozulmaması için Türkiye’ye güveniyoruz.”dedi.
“Devletin, bu insanları dinleyerek hakikati araştırması ve durumlarına tek tek bakması gerek” diyerek çağrıda bulunan aile yakınları, yetkililere çağrı yaparak Ismanov’un Türkiye’de kalmasına izin verilmesini ve ülkeye iade edilmemesini talep ediyor.
“10 YIL ÖNCE AKRABASI DA ÖZBEKİSTAN’A DÖNDÜ, 22 YIL HAPSE MAHKUM EDİLDİ”
Durumu yakından takip eden Türkistander Başkanı Burhan Kavuncu ise Alisher Ismanov’un Özbekistan’a iade edilmesinin, hem kendisi hem de ailesi için ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.
Kavuncu, Özbekistan’da dini faaliyetleri nedeniyle birçok mülteciye benzer baskıların yapıldığını hatırlatarak, “Alişer, Özbekistan’da akrabalarına Kur’an öğretmek gibi gerekçelerle yargılanıyor. Orada kendisine zulmedileceğini biliyoruz. 10 yıl önce bir akrabası da Özbekistan’a döndüğünde aynı suçlamalarla 22 yıl hapse mahkum edildi. Alisher’in de benzer bir akıbete uğramasından endişeliyiz." dedi.
Kapat
Geçtiğimiz hafta Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanını KARAR gündeme getirdi. Çatalca ...
7 Kasım - Avukatlardan Geri Gönderme Merkezi için çarpıcı iddialar: göçmenlere ‘Sessiz Oda’ ve ‘Soğuk Oda’ işkencesi – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar) Devamı7 Kasım - Avukatlardan Geri Gönderme Merkezi için çarpıcı iddialar: göçmenlere ‘Sessiz Oda’ ve ‘Soğuk Oda’ işkencesi – Feyza Nur Çalıkoğlu (Karar)
Geçtiğimiz hafta Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanını KARAR gündeme getirdi. Çatalca GGM’de neler yaşandığını göçmen avukatlarına sorduk. Avukat Halim Yılmaz, “Göç İdaresi, sevk işlemini yaşanan hak ihlallerinin üzerini örtmenin yöntemi olarak kullanıyor” dedi. Avukat Yakup Sevinçhan, “Guantanamo ve Ebu Gureyb cezaevlerinin altında yatan temel mantıkla GGM’leri temellendiren mantık aynı: ülke vatandaşı değilseniz sizin için insan hakları geçerli değildir” dedi.
KARAR, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan kadınların isyanını gündeme getirdi. Göçmen kadınların ‘Bize yardım edin, kadına şiddete hayır, biz katil değiliz’ bağırışlarına şahit olan Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, “Bağırma ve çığlık seslerini duyduk. Sonrasında yaklaşık 15 çevik kuvvet cop ve kalkanlarla merkezin içerisine girdi” dedi. Yılıcak, kadınların şiddet gördüklerini ifade ederek demir parmaklıklara vurduğunu KARAR’a anlattı.
Sözlü cinsel tacize uğradığı için eşiyle beraber karıştığı bir arbededen dolayı karakola giden Şirin H. ve Halil M. haklarında bir suçlama olmamasına ve kadının mağduriyeti dolayısıyla karakola gitmesine rağmen geri gönderme merkezine götürüldüler. Şirin H. hakkında 31 Ekim’de sınır dışı kararı çıktı. Ancak Halil M. hakkında henüz verilmiş bir sınır dışı kararı olmadığını söyleyen Avukat Yılıcak, “31 Ekim’de ve 1 Kasım’da müvekkilimle görüşmeye gittiğim halde bana dosya yok dendi. Ancak müvekkilimin Şanlıurfa’ya sevki sonrası dosyasına baktığımda 31 Ekim'de sınır dışı ve idari gözetim kararı verildiğini gördüm. GGM’ler bilgiye erişimi bu şekilde sıkça engelliyor, yine aynı şey olmuş ve kararı görmeyelim diye dosya yok demişler” dedi.
‘GÖRÜŞME ODASINDA KAMERA VAR MI?’
Avukat Mehmet Yılıcak, müvekkilinin kendisine Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde şahit olduğu şiddeti anlatmak istediğini ancak tereddüt ettiğini söyledi:
“Dün müvekkilimle görüşmeye gittiğimde bana görüşme odasında kamera ve ses kaydı olup olmadığını sorarak, görüşmeden hemen önce içeride bir kadına şiddet uygulandığı söyledi. Şiddetin yalnızca bir kere değil merkezdeki görevliler tarafından sürekli uygulandığını, yapılan muameleye birazcık itiraz edenin yemek, yatak ve sabun vermemekle cezalandırıldığından bahsetti. Bunun yanı sıra içeride birbiriyle iletişim kuran göçmen kadınlara ciddi bir şekilde müdahale ettiklerini ve kimsenin birbiriyle iletişim kurmasına izin vermediklerini ifade etti.”
‘GÖÇMENLERE SABUN VERİLMİYOR’
Geri gönderme merkezlerinde, özellikle son dönemde gündem olan, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’ne dair hak ihlalleri bitmiyor. Yemek, kişisel temizlik, yatacak yer gibi birçok insani konuda dahi göçmenler mağdur ediliyor. Avukat Beyza Akyüz, Çatalca GGM’de kalan müvekkillerinin sabun gibi kişisel bakım ihtiyaçlarının karşılanmadığını, yeterli sayıda yatak olmadığını, bazı günler verilmemek üzere çok kötü yiyecekler verildiğini söylediklerini ifade etti.
HAK İHLALLERİNİ GİZLEMENİN YOLU: SEVK İŞLEMİ
İnsan hakları ve mülteciler konusunda uzman olan Avukat Abdulhalim Yılmaz, göçmenlerin kendi haklarını talep etme konusunda çok çekindiklerini söyledi:
“Yabancılar, suç mağduru dahi olsa çoğunlukla şikayet etmek veya devlete karşı dava açmak istemiyorlar. Böyle bir dava veya şikayetin kendi aleyhlerine olacağını düşünerek endişe ediyorlar. Böyle olunca da, yasal haklarını dahi kullanmaktan korkuyorlar.”
Abdulhalim Yılmaz, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan olaydan sonra göçmenlerin bulundukalrı merkezden başka merkezlere sevk edildiğini ifade etti. Asıl sorunun Göç İdaresi’nin şikayet üzerine ciddi bir soruşturma yapmamasından doğduğunu ve Çatalca’da yaşanan olaya benzer durumların üstünün örtülmesi olduğunu anlattı.
“Bir merkezde olay olduğunda ise göç idaresi genel olarak o kişilerle ilgili soruşturmak, suç veya kusur varsa delilleri toplamak, böylece durumu düzeltmek yerine, olayın üzerini kapatmayı tercih ediyor görünüyor. Bu da aynı sorunların tekrar yaşanmasına neden oluyor.”
‘ÇATALCA’DA YAŞANAN İLK DEĞİL’
“Yıllardır gördüğüm kadarıyla bir kötü muamele, intihar vakası, ihmalen ya da kasten işlenmiş bir vaka da olsa olay fark etmeksizin üstünü kapatmayı tercih ediyorlar. Böyle durumlarda, olası denetimler için ortada delil bırakmamak adına olayın gerçekleştiği merkezde tutulan kişileri hemen başka şehirlerdeki farklı merkezlere sevk ediyorlar. Bugün Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan olayın örneklerini farklı şehir ve merkezlerde daha önce defalarca yaşandı. Bunun sebebi olarak, denetim için gelen yetkililere herhangi bir şekilde bilgi aktarımı olmaması için olaylara şahit olan göçmenleri oradan sevk yoluyla uzaklaştırma tedbirine başvuruluyor. Göç İdaresinin refleksi bu şekilde, bir yerde olay olduğu zaman hemen orada bulunan herkesi dağıtıyor. Savcılık, mülkiye müfettişi, kamu denetçisi, Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu veya Meclis İnsan Hakları Komisyonu gibi bu işi denetleyen mercilere sağlıklı bir bilgi ulaşmamış oluyor.”
50 GÖÇMEN BODRUMA HAPSEDİLMİŞTİ
Avukat Yılmaz, GGM’lerde uygulanan yasadışı pratiklerin kötü muamele, yetersiz beslenme, ısınma gibi sorunlarda öte, “buzdolabı odası” olarak adlandırılan kanuna aykırı fiili uygulamalardan kaynaklandığını bahsetti. Yılmaz geçtiğimiz Şubat ayında 50’ye yakın göçmenin bodrum katına hapsedildiğini hatırlattı:
“Kötü muamele, az yemek verme ya da kişilerin yasal haklarını kullandırmamak tabiki kanunlara aykırı uygulamalar. Bunu yanı sıra, tutulan şahısların buzdolabı odası dedikleri, uygulamada ise soğuk veya sessiz oda dedikleri yerler var. Bu tür odaların yasal bir dayanağı olmadığı gibi, nasıl uygulanacağına dair kurallar da yok ve bir denetimi de yok. Şanlıurfa ve Gaziantep gibi illerde, -aşırı soğuk olduğu için- göçmeler bu odaya buzdolabı odası diyor. Buna benzer uygulamaların, başka illerde de ses izolasyonu malzemesiyle kapatıldığı için sessiz oda denilen kısımlarda görülüyor. Bu tür pratiklerin disiplin veya düzen sağlamak gerekçesiyle kullanma iddiası kabul edilemez. Çünkü, bir çok vakada, insanları cezalandırmak için ya da onların iradelerini zorlayarak sınır dışı etmek, gönüllü geri dönüş belgesini imza attırmak için bu odalar kullanılıyor. Geçen şubat ayında on beş gün boyunca Şanlıurfa Geri Gönderme Merkezinin bodrum katında içerisinde hamile kadın ve çocuklarında olduğu yaklaşık 50 insanı oraya hapsedildi Oraya giden aile, avukat veya baro temsilcilerine burada değiller diye bir de yazılı cevap veriyorlardı. Müvekkillerine ulaşamayan avukatların basın açıklaması yapması sonucunda, Göç İdaresi onları farklı illere sevk ettikten sonra, aile ve avukatlarına iletişim kurmalarına izin verdi. Bir yerde sorun varsa, bunu kanunları veya mahkeme kararlarını bir kenara iterek, ya da kişilerin temel haklarını yok sayarak çözmek mümkün değil. Bu tür olaylar, yapılan iyi politikalara veya idari uygulama ve başarılara da gölge düşürüyor. Bunun görüntüsü bile kamu hizmetine zarar veriyor.”
‘DENETİM MAKAMLARI ETKİLİ DEĞİL’
Abdulhalim Yılmaz, Göç İdaresinin denetime ihtiyaç duyduğunu, etkili bir denetim olmadığı için sorunların kronikleştiğini ifade etti. İç denetim yapan makamların bağımsız olmadığını, bunun yanısıra son zamanlarda hakim, savcı gibi yargı makamlarının iradesine müdahale edildiğini anlattı:
“Jandarma, polis, güvenlik ve göç memuru şiddet uygulayan taraf olurken bu durumlarla ilgili şikayetleri çoğunlukla savcılıklar etkili bir soruşturma yapmadan kapatmaya çalışıyor. Etkili bir adli veya idari denetim mekanizması olmadığı için mağdur olan, darp edilen, hastanede yatan raporu olan göçmenler için dahi 'bir sorun yok, hak ihlali yok' şeklinde karar çıkıyor. Göç İdaresi veya İçişleri Bakanlığı içinde veya kurum dışında bağımsız ve gerçekten etkili bir denetim mekanizması yok. Çünkü denetim yapan makamlar bağımsız makamlar değil. GGM’lerde intihar edenler, ciddi şiddet görenler, rüşvet olayları veya suiistimaller sıkça yaşanıyor. Binlerce insanın olduğu yerde elbette sorunlar olacak, ama bunların bir daha tekrar etmesini önleyecek tedbirler alınması gerekir. Göç İdaresi, dışarıdan görebildiğimiz kadarıyla, bu durumu basına ve kamuoyuna kapalı tutarak yürütmeye çalışıyor ama bu çözüm değil. Sorunlar tekrarlandığına göre, ciddi bir denetim mekanizması da ihtiyaç var."
‘AVRUPADAN GÖÇMENLER İÇİN PARA ALIP ONLARI HAPSEDİYORUZ’
Göçmenlere karşı politik nefret söyleminin de göç idaresinin bu tutumuyla büyümeye devam ettiğinin altını çizen Avukat Yılmaz, “Neredeyse her göçmeni GGM’ye alan bu hukuksuz sistem, Avrupa’dan parasını alırız göçmeni de hapsederiz mantığıyla yürüyor” dedi.
“Göç İdaresi işleyişi düzeltmek yerine savcı ve hakimlerle görüşme, eğitim, çalıştay vs. adlar altında onların iradesini etkiliyor. Hakimlerin tavrı da hem konjonktürden hem de göç idaresi söylemlerinden etkileniyor, olumlu olabilecek kararlar olumsuza dönüyor. Göçmenler hakkında olumlu karar çıkmasını engellemek için olmadık suçlamalar yapılıyor. İdare mahkemelerin verdiği kararları da uygulamıyorlar. Hakimleri etkilemeleri, aleyhte karar çıktığında uygulamamaları, bu sonuçla adeta dokunulmaz, hesap veremez, kanun ve mahkemeye karşı adeta sorumsuz gibi bir görüntü veriyor. Göç İdaresi, polisle muhatap olan, hatta müşteki olan neredeyse her göçmeni GGM’ye almak, özgürlüğünü kısıtlamak zorunluluğunu hissediyor. Ancak kanuna göre ailesi, eşi ve çocuğu, gayrimenkulü olan kişilerin, ya da idari davası devam ederken imza karşılığı idari gözetime alternatif tedbirlerle serbest bırakma imkanı varken bunun yerine içerde tutuklu gibi olmasını tercih ediyor. Kamuya da yük bindiriyor, şahsa ve ailesine de. GGM’ye alınan kişilerin durumlarının gerçekten incelenmesi, zorunlu değilse alternatif tedbirlerle bırakılması gerekiyor. Ama bunun yerine sınır dışı etmesi mümkün olmayacak kişileri, mesela Uygurları bile bir yıl içerde tutuyor, bunun makul bir açıklaması yok. Cezalandırma yeri değil. Bu bir anlamda Avrupa’dan parasını alırız, göçmeni de hapsederiz mantığıyla yürüyor. Bu muameleler nedeniyle daha geçen hafta Çatalca GGM’de yaşanan durum gibi isyanlar yaşanıyor. Göçmenlerin sayısı, güvenlik sorunları vs. işi zorlaştırıyor, ama daha insani bir yaklaşımla sorunlar önemli ölçüde çözülecek ve azalacaktır.”
ÇATALCA’DA YEMEK BİLE İŞKENCE YÖNTEMİ
Dokuz yıldır avukatlık yapan ve mültecilerle ilgilenen Avukat Yakup Sevinçhan, dokuz yıl boyunca Türkiye’de hak ihlallerinin hiç bitmediğini İstanbul’da açılan ilk GGM’den Çatalca GGM’ye kadar yaşanan mağduriyetin artarak devam ettiğini KARAR’a anlattı.
“Çatalca GGM diğer GGM’ler gibi kapasitesinin üstünde göçmen bulunduruyor. Son yaşanan olayda yemek dağıtan personel ve içeride bulunan güvenlik görevlileriyle göçmenler arasında yaşanan bir münakaşa sonucu sert müdahalede bulundular. Buna karşılık insanlar isyan etti. O gün öğleden sonra 3’e kadar avukat görüşü yapılmadı. Hiçbir şekilde içeriye dışarıdan birileri alınmadı. Güvenlik personeli yetersiz kaldığı için destek ekibi ve polis dahil oldu. Olay sosyal medyada yer alıp tepki çekince Çatalca’daki durum biraz daha normal denebilecek bir hale geldi. GGM'ler de bir sorun çıktığında denetim yapılmasına karşılık kısa süreli olarak usullere uygun hareket edildiğini daha önce de görmüştük. Ancak bazı müvekkillerin söylediğine göre yemek konusunda yaşanan sıkıntı büyümüş. Az ve soğuk yemek dışında iddialara göre yemeğe ilaç katıldığı da söylenmiş. Tabii bir göçmenin yemeğin hazırlanma aşamasına şahit olması da çok zor.”
GUANTANAMO, EBU GUREYB VE GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ
Mazlumder Mülteci Komisyonu Başkanı Avukat Yakup Sevinçhan, GGM, personellerinin göçmenler konusunda eğitimsiz olduğunu, GGM’de tutulan insanlara bir nevi düşman ceza hukuku ile muamele edildiğini ifade etti. Sevinçhan, “Almanya’da Führer'in uyguladı aynı zamanda Guantanamo ve Ebu Gureyb cezaevlerinin altında yatan temel mantık şudur: Vatandaş değilseniz sizin için insan hakları geçerli değildir. Bizde bu temellendirme GGM’lerde kullanılıyor” dedi.
“GGM personeli herhangi bir eğitimden geçmiyor ve oradaki insanları insan yerine koymuyor. Personel tarafından ‘zaten bizim ülkemizden değilsiniz bizim vatandaşımız değilsiniz’ diyerek düşmanlaştırılıyorlar. Bir nevi düşman ceza hukukuna göre muamele yapılıyor. Buna göre herhangi bir ülkenin vatandaşı olmayan bir kişi o ülkenin haklarından faydalanamaz temeline dayalı. GGM personeline sorulduğunda tabiki böyle bir şey olmadığını söylüyor ancak bu muamele göçmenlere ceza olarak veriliyor.”
YILDIRMA POLİTİKASI: ‘BU EZİYETİ ÇEKECEĞİME ÜLKEME DÖNERİM’
Göç İdaresinin, yıldırmaya politikasının vücut bulmuş hali olduğunu söyleyen Sevinçhan, göçmenleri ‘bunca eziyeti çekeceğime belgeyi imzalar ülkeme dönerim’ diyecek raddeye getirdikten sonra, onlara hem gönüllü geri dönüş formuna hem de açılan hak ihlalleri davalarından feragat ettiğine dair bir dilekçeye imza attırıldığını ifade etti. Sevinçhan Çatalca’da yaşanan olayın tek olmadığını anlattı:
“Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde göçmen kadınları isyan ettiren muameleler Türkiye’de bulunan bir çok GGM’de karşımıza çıkıyor. Yemeklerin soğuk ve az verilmesi, kapasitenin üzerinde insan tutulması, yatakların kişi sayısına göre yarıda olması, insanlar yerlerde battaniye üzerlerinde yatmak zorunda kalması, sıcak su verilmemesi... Kış aylarında yeterli ödenek olmadığı için binaları ısıtmamaları, GGM içerisindeki yatak ve çarşafların hiç değiştirilmemesi ve kan gibi lekelerle dolu olması, koğuşlara temizlik hizmeti sunulmaması, tuvaletlerin temizlenmemesi, tuvalet ve banyoların temizliğinin yabancılara yaptırılması ama bunu yaptırırken de temizlik malzemesi verilmemesi... Bu koşullar yüzünden göçmenler kantinden aldıkları havluları el sabunuyla köpürterek tuvalet ve banyoları temizlemeye çalışıyor. Müvekkillerin vücudundaki böcek ısırıklarını gördüm. Hijyen öyle bir noktaya gelmiş ki GGM’ler, bit, böcek ve envai çeşit haşerenin olduğu yerler haline geldi. Tuvalet ve banyoların kapılarının olmaması gibi bir çok insani olmayan koşul sıralanabilir.”
Kapat"Göçmenler, yemeklerine ilaç katılarak uyutuluyor ve yemek yemek istemeyenler, yemek vermeme cezasıyla tehdit ...
5 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi'nde neler oluyor? Devamı5 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi'nde neler oluyor?
"Göçmenler, yemeklerine ilaç katılarak uyutuluyor ve yemek yemek istemeyenler, yemek vermeme cezasıyla tehdit ediliyor."
Geçtiğimiz hafta İstanbul’daki Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yabancı uyruklu göçmenlere yönelik kötü muamele iddiaları gündeme gelmişti. Müvekkilleri içeride bulunan avukatlarla yaptığım görüşmeler sonucunda, göçmenlerin yemeklerine ilaç katıldığı ve yemek verilmemekle tehdit edildikleri bilgisine ulaştım.
İddialara göre, göçmenler, yemekhanede sunulan yemeklere ilaç katıldığını fark etti. Yemek sonrasında baygınlık geçirip uyuduklarını anlayan göçmenler, aşçılarla tartışmaya başladılar. Yemekhane çalışanları ise “Köpek gibi gelip yiyeceksiniz, tantana yapmayın” demiş.
Yemeklerine ilaç katılmasını istemeyen göçmenler, yemek verilmeme cezasıyla tehdit ediliyor. Ayrıca, geçtiğimiz hafta medyaya yansıyan eylem sonrasında, ceza olarak farklı geri gönderme merkezlerine sevkler başlatılmış durumda.
Göçmenlerin aileleri ve avukatlarıyla görüşme hakları kısıtlanarak, hangi merkeze gönderildikleri de gizleniyor. Sevk edilen göçmenler, ailelerine nerede olduklarını bildiremeden farklı şehirlere yollanıyor. Merkezden günlerdir birçok otobüs kalktığı da öne sürülen iddialar arasında.
https://x.com/semaklsn/status/1853810501009997880
Kapatİstanbul’da sözlü cinsel tacize maruz kaldıktan sonra götürüldüğü Geri Gönderme Merkezi’nde birçok hak ihlaline ...
5 Kasım - Tacize uğrayan göçmen kadına deport kararı (Yeni Yaşam) Devamı5 Kasım - Tacize uğrayan göçmen kadına deport kararı (Yeni Yaşam)
İstanbul’da sözlü cinsel tacize maruz kaldıktan sonra götürüldüğü Geri Gönderme Merkezi’nde birçok hak ihlaline maruz kalan Suriyeli Ş.N. hakkında deport kararı çıkarıldı
İstanbul’un Bahçelievler ilçesinde Suriyeli Ş.N. adlı kadın ile eşi M.N., 29 Ekim’de bir erkeğin sözcü cinsel tacizine maruz kaldı. M.N. ile tacizde bulunan erkek arasında arbede çıktı. Olayın Bahçelievler Karakolu’na intikal etmesiyle tarafların ifadeleri alındı.
Suriyeli çift, daha sonra “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturmak” iddiasıyla Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi. M.N., Arnavutköy GGM’ye, Ş.N. ise Çatalca GGM’ye gönderildi. M.N. daha sonra Riha’daki (Urfa) GMM’ye sevk edildi.
Suriyeli çiftin avukatı, Mehmet Behzat Yılıcak, 31 Ekim’de Çatalca GGM’ye gitti. Ancak “yemek saati” olduğu gerekçesiyle avukat görüşüne izin verilmedi. Avukat Yılıcak, GGM önünde beklediği sırada da göçmen kadınların hak ihlallerini dönük protestolarına tanıklık etti.
Göçmen kadınların protestosu
Yaşananları anlatan Av. Yılıcak, göçmen kadınların yatak ve yemek verilmemesini protesto ettiklerine işaret ederek, “İçeride bulunan kadınlar, camlara vurarak, ‘Biz katil değiliz. Bize yardım edin. Kadın şiddetine hayır’ şeklinde bağırıyordu. GMM önündeki çevik kuvvet polisleri, hemen içeri girdi. Biz de içeri girmek istedik ancak ‘görüşemezsiniz’ denildi. Bu durumu meslektaşlarımızla tutanak altına aldık. Yaşananları İstanbul Barosu ve derneklere aktardım” dedi.
GGM’de hak ihlalleri
Protestolar nedeniyle müvekkili Ş.N. ile görüştürülmediğine dikkati çeken Yılıcak, 1 Kasım’da yeniden GMM’ye gittiğini ifade etti. Yılıcak, müvekkilinin yaşadığı ihlallere dair şunları belirtti: “Müvekkilime yatak verilmemiş, çıplak zeminde yatıyormuş. Protestonun yaşandığı gün ise görevliler öğlen ve akşam yemeğinin verilmeyeceğini söylemiş. Personellerin hakaretlerine, psikolojik şiddetine, aşağılayıcı tavırlarına maruz kalmış. Çıplak zeminde yatmak zorunda kalan yabancılar, gıda ihtiyaçlarının da karşılanmayacağını öğrenince mecburen protesto etmişler. Bu protestolardan sonra kendilerine yer yatağı verildiğini ve normal yemek servisinin yapıldığını söyledi.”
Dosyalar verilmiyor
Görüşme sonrası müvekkiline dair istediği dosyanın “hazır değil” gerekçesiyle verilmediğini aktaran Yılıcak, müvekkili hakkında sınır dışı kararı olduğunu öğrendiğini paylaştı. Yılıcak, “İstanbul Valiliği, müşteki olarak yer aldığı dosya nedeniyle sınır dışı etme kararı vermiş. Suriyeli müvekkilim, geçici koruma statüsünde. Ancak hukuki koruma sağlanmamış. Bununla ‘ne karakola ne savcılığa ne de hakime git’ deniliyor. ‘Adli mercileri uğraştırma’ demek oluyor” dedi.
Karar beklenmeden sevk edildi
Dosya hazırlanmadan ve Sulh Ceza Hakimliği’ne itiraz prosedürü beklenmeden bir müvekkillerinin farklı illere sevk edildiğini kaydeden Yılıcak, “Belki itiraz sonrası hakimlik serbest bırakılması kararı verecek. Sevk edildikleri yerlerde de birçok engelle karşı karşıya kalıyoruz. Arnavutköy GGM’ye iki kere gittik. Orada bulunan erkek müvekkilimin dosyası hazır olmadığı için inceleyemedik. Ancak 3 Kasım’da Urfa GGM’ye gönderildiğini öğrendik” diye kaydetti.
Duyarlılık çağrısı
Müvekkilinin tutulduğu Çatalca GGm’deki ihlallerin araştırılması gerektiğini ifade eden Yılıcak, protesto eylemlerinin yaşandığı güne dair görüntülerin paylaşılması gerektiğini vurguladı. İstanbul Barosu ve hukuk örgütlerinin bu konuda reaksiyon göstermediklerini ifade eden Yılıcak, “Baronun Avukat Hakları Merkezi’yle muhatap oldum, durumu kendilerine aktardıktan sonra beni İnsan Hakları Merkezi’ne yönlendirdiler. Oradakiler de ‘ilgili komisyona ileteceğiz, karar alacağız’ dedi. Olan bir olay var. Neden hızlı bir aksiyon alamıyoruz. Bunlar birer bahane olamaz. Mevcut komisyon gerekli aksiyonu almak zorunda. Bazı hukuk örgütleri ve dernekleri de ‘Bizi sosyal medyada paylaşın bizi etiketleyin biz paylaşırız’ dedi. Sizin vazifeniz bu değil. Sizin olayın olduğu gün her şeyi bırakıp Çatalca GGM’ye gidip tespitlerde bulunmanız gerekirdi” ifadelerini kullandı.
https://yeniyasamgazetesi6.com/tacize-ugrayan-gocmen-kadina-deport-karari/
KapatDün akşam vefat eden bir aile dostumuzun defin işlemleri için bugün İBB'ye bağlı Arnavutköy Mezarlıklar Müdürlüğüne geldik. ...
3 Kasım - İBB'de skandal uygulama. Ölülere bile ırkçılık uygulanıyor! Devamı3 Kasım - İBB'de skandal uygulama. Ölülere bile ırkçılık uygulanıyor!
Dün akşam vefat eden bir aile dostumuzun defin işlemleri için bugün İBB'ye bağlı Arnavutköy Mezarlıklar Müdürlüğüne geldik. Merhum kişi yabancı kökenli olduğu için ikametine yakın olan mezarlık yerine yabancıların defnedildiği uzak bir mezarlığa defnedilmesi gerektiği söylendi. Şahıs Türk vatandaşı olmasına rağmen yine de kabul edilmedi. Mesele hukuki bir uygulama değil, ırkçı yaklaşımla alınan ve hukuka aykırı bir karar. İBB yönetimi bu ırkçı kararından vazgeçmeli!
https://x.com/mohammadakta/status/1853010089407324597?t=ETCt5mHM76l854O-5gmCqA&s=19
KapatÇatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan göçmenlerin yaptığı eyleme tanıklık eden Av. Mehmet Yılıcak yaşananları anlattı. Av. ...
1 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde neler oluyor? (Haksöz haber) Devamı1 Kasım - Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde neler oluyor? (Haksöz haber)
Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde kalan göçmenlerin yaptığı eyleme tanıklık eden Av. Mehmet Yılıcak yaşananları anlattı. Av. Yılıcak’ın iddiaları yetkililer tarafından derhal işleme alınmalı.
Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, 31 Ekim sabahı Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde bulunan Suriyeli müvekkilinin kendisi arayarak ‘burada bana çok kötü davranıyorlar, eziyet ediyorlar’ dediğini bunun üzerine müvekkili ile görüşmeye gittiğini anlattı. Yılıcak, “Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nin önünde müvekkilimle görüşmek için beklerken içeriden gelen bağırma ve çığlık seslerini duyduk. Sonrasında yaklaşık 15 çevik kuvvet cop ve kalkanlarla merkezin içerisine girdi. Kadınlar şiddet gördüklerini ifade ederek demir parmaklıklara vurmaya başladı. Göçmen kadınlar, ‘bize yardım edin, kadına şiddete hayır, biz katil değiliz’ diye bağırıyordu. Civarda bulunan ve olaya şahit olan vatandaşlarla birlikte tutanak tuttuk” dedi.
Göçmen kadınlar şiddete maruz kaldı
Göç İdaresi Başkanlığı’nın göçmenleri hukuksuzca gözetim altında tuttuğunu, Göç İdaresi’ne bağlı geri gönderme merkezlerinde uygulanan kötü muameleyi, zorla imzalatılan ‘geri gönderilme’ evrakını ve haklarında ispatlanmış bir suç olmamasına rağmen tahdit kodu verilerek sınır dışı edilen göçmenleri Karar gazetesi gündeme getirmişti. Avukat ve göçmenlerin şahitliklerini dinleyerek yayımladığı haberini, Göç İdaresi Başkanlığı, geri gönderme merkezlerinde kötü muamele olmadığını ve hiçbir göçmene zorla ‘geri dönmek istiyorum’ evrakının imzalatılmadığını söyleyerek yalanladı. Ancak yaşanan yeni olaylar Göç İdaresi Başkanlığı'nın yaptığı açıklama üzerindeki şüpheleri arttırdı.
Bize yardım edin, biz suçlu değiliz
Dün Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan göçmen kadınların ‘biz katil değiliz, bize yardım edin’ diyerek isyan ettiği görüntüler sosyal medyada gündem oldu. Olayı sosyal medya hesabından paylaşan Avukat Mehmet Yılıcak, şiddet gördüğünü söyleyerek kendisini arayan müvekkiliyle, yaşanan olay nedeniyle geri gönderme merkezindeki memurların görüşmelerine izin vermediği için bugün tekrar GGM’ye giderek müvekkiliyle görüşüp olayın detaylarını öğrendiğini söyledi.
Avukat Yılıcak, geri gönderme merkezinde sürekli olarak göçmenlerin sözlü hakarete ve psikolojik şiddete maruz kaldıklarını ifade etti. Müvekkilinin kendisine dün yaşanan olayın nedeninin, Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde çalışan yetkililerin göçmenlere ‘öğlen ve akşam yemekleri size verilmeyecek’ açıklaması yaptıklarını söylediğini anlatan Yılıcak, “Yetkililer hiçbir gerekçe de belirtmemiş. Göçmenler sürekli olarak aşağılanıyor ve en temel ihtiyaçları olan gıda bile kesiliyor” dedi.
Avukat Mehmet Behzat Yılıcak, “Müvekkilim eylem sonrasında göçmenlere yemek verildiğini söyledi. Ancak Çatalca GGM’nin kesinlikle denetlenmesi gerekiyor. Ben yalnızca bir kişiyle görüştüm, diğer göçmenlerin neler yaşadığını bilmiyorum” dedi.
https://www.haksozhaber.net/catalca-geri-gonderme-merkezinde-neler-oluyor-182476h.htm
Kapat
Çatalca GGM'deki göçmen kadınlar, kötü koşullar ve uğradıkları şiddet nedeniyle eylemdeler. Müvekkilleriyle görüşmek ...
31 Ekim - Çatalca GGM’de göçmen kadınlara şiddet uygulanıyor Devamı31 Ekim - Çatalca GGM’de göçmen kadınlara şiddet uygulanıyor
Çatalca GGM'deki göçmen kadınlar, kötü koşullar ve uğradıkları şiddet nedeniyle eylemdeler. Müvekkilleriyle görüşmek için Geri Gönderme Merkezine giden avukatlar içeri alınmıyor.
Çatalca Geri Gönderme Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kadınlar şiddet gördükleri gerekçesiyle eylemdeler. Müvekkilimle görüşmeye geldiysem de yaşanan olaylar nedeniyle görüşmelerin yapılmayacağını belirttiler. TUTANAK EKTEDİR.
https://x.com/gocmenlerle/status/1852003481260810745
KapatGözü dönmüş güruhun kamyonlarla taşınıp getirilmesini, evlerin-işyerlerinin yakılmasını ve katliam girişiminde bulunulmasını 'haklı bir ...
30 Ekim - Kayseri'de Suriyelilere yönelik katliam girişiminin provokatörlerinden Dursun Ataş, İYİ Parti'den istifa ederek AK Parti’ye katıldı. Ataş'a rozetini Cumhurbaşkanı Erdoğan taktı. Devamı30 Ekim - Kayseri'de Suriyelilere yönelik katliam girişiminin provokatörlerinden Dursun Ataş, İYİ Parti'den istifa ederek AK Parti’ye katıldı. Ataş'a rozetini Cumhurbaşkanı Erdoğan taktı.
Gözü dönmüş güruhun kamyonlarla taşınıp getirilmesini, evlerin-işyerlerinin yakılmasını ve katliam girişiminde bulunulmasını 'haklı bir tepki' olarak adlandıran bu kişi, olaylar esnasındaki provakatif söylemlerinden dolayı herhangi bir ceza almış mıydı?
https://x.com/PerenMut/status/1851665914539683882?t=cE7N59zx2leT9XJ7rdQsiA&s=08
KapatHiçbir suçu olmayan masum insanları Geri Gönderme Merkezlerine almaktan vazgeçin. Bu uygulamanızın nasıl zararlara sebep olduğunu fark ...
29 Ekim - Aliya Vakfı: Tekil bir vakayı çözmek için değil, bu zulmü tamamen durdurmak için buradayız. Devamı29 Ekim - Aliya Vakfı: Tekil bir vakayı çözmek için değil, bu zulmü tamamen durdurmak için buradayız.
Hiçbir suçu olmayan masum insanları Geri Gönderme Merkezlerine almaktan vazgeçin. Bu uygulamanızın nasıl zararlara sebep olduğunu fark edin.
https://x.com/aliyavakfi/status/1851337814363029633?s=46
KapatKonya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, ...
27 Ekim - Şeker komaya soktu, polis gözaltına Aldı: Suriyeli Hamza’dan haber alınamıyor - Sema Kızılarslan (Karar) Devamı27 Ekim - Şeker komaya soktu, polis gözaltına Aldı: Suriyeli Hamza’dan haber alınamıyor - Sema Kızılarslan (Karar)
Konya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, şekeri 600’e yükselen Hamza’dan hastaneye kaldırıldığından beri haber alamıyor. Hangi geri gönderme merkezine götürüldüğünü dahi bilmeyen ailesi, Hamza’nın hayati durumundan endişe ediyor.
Konya’da yaşayan 20 yaşındaki Suriyeli Hamza El Hafyen, Cuma günü şekerinin yükselmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hamza’nın ailesi, şekeri 600’e yükselen Hamza’dan hastaneye kaldırıldığından beri haber alamıyor. Hangi geri gönderme merkezine götürüldüğünü dahi bilmeyen ailesi, Hamza’nın hayati durumundan endişe ediyor.
25 Ekim’de şekeri 600’e çıkan Hamza El Hafyen, ambulansla Konya Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Durumunun kritik olduğunu gören doktor ve hemşireler, ilk müdahalenin ardından onu yoğun bakıma aldı. Ancak 26 Ekim’de hastaneye gelen polisler, Hamza’nın durumu hala kötü olmasına rağmen kimliği olmadığı gerekçesiyle onu gözaltına aldı ve sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezine götürdü.
HAMZA'DAN HİÇ HABER YOK
Hamza’nın ailesine hiçbir bilgi verilmeden götürülen genç adamdan haber alınamıyor. Ailesi ve ablası, Hamza’nın kritik durumda olduğunu ve hayatından endişe ettiklerini belirtiyor.
2004 doğumlu Hamza, Suriye’deki anne ve babasına para gönderebilmek için Konya’da bir sanayide çalışıyordu. Yaşlı anne ve babasının endişeli olduğunu söyleyen aile yakınları, Hamza’nın hangi geri gönderme merkezine götürüldüğü ve sağlık durumu hakkında bilgilendirilmek istiyor.
ZORLA GERİ GÖNDERME, İMZA ATTIRMA VAKALARI ARTTI
Türkiye’de zorla geri gönderme uygulamaları, özellikle son yıllarda artış gösterdi. Göçmenlerin sınır dışı edilmeden önce gözaltında tutuldukları geri gönderme merkezlerinin kötü koşullarda olduğu, kalabalık ve steril olmayan ortamların bulunduğu biliniyor.
Geçtiğimiz günlerde KARAR’ın gündeme getirdiği Kırklareli Geri Gönderme Merkezi’nde 37 yaşındaki Suriyeli göçmen İbrahim İzziddin, geri gönderme merkezi yetkililerinden gördüğü şiddet sonucu hayatını kaybetmişti. Bu merkezlerde yaşanan insan hakları ihlalleri sık sık gündeme geliyor.
Hamza’nın yakınları, 20 yaşındaki gencin hayatı için endişe duyuyor ve yetkililerden acil yardım talep ediyor.
Kapat
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, “Göç ...
25 Ekim - Mülteciler şiddet ve hukuksuzluk kıskacında: GGM’lerde işkence ve şüpheli ölümler arttı (bianet) Devamı25 Ekim - Mülteciler şiddet ve hukuksuzluk kıskacında: GGM’lerde işkence ve şüpheli ölümler arttı (bianet)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, “Göç politikaları mültecilerin hayatta kalmasını sağlamaktan uzak” diyor.
- Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda.
- Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği.
- Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlük için Hukukçular Derneği avukatı Ömer Taş, Türkiye’deki göçmen ve mültecilerin yaşadıkları sorunları böyle sıraladı.
Bir de çözüm önerisi sundu: “Bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.”
Avukat Ömer Taş Geri gönderme merkezlerinde yaşananları, Türkiye’nin göç politikaları ve deport kararlarını bianet’e anlattı.
“Gönderilmek istenen mülteci sayısı astronomik sayıda”
Geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan bir göçmeni ve avukatını nasıl bir süreç bekliyor?
Hâlihazırda geri gönderme merkezlerinde geri gönderilmeye çalışılan göçmen/mülteci sayısı astronomik rakamlara ulaşmış durumda. Bu durum göçmenin insani koşullarda yaşamasına müsaade etmiyor, beslenmesine ve sağlık problemi yaşadığında sağlık hizmetine ulaşmasında büyük engel teşkil ediyor. Avukatlar ise geri gönderme merkezlerinde müvekkil ile yapacakları en basit görüşme veya dosya incelemek için saatlerce bekliyorlar.
“Avukat görüşmeleri zorlaştırılıyor”
Avukatların geri gönderme merkezine alınan müvekkillerine ulaşamadığı, görüştürülmediği yönünde iddialar ortaya atıldı. Doğru mu bu?
Geri gönderme merkezine götürülmek üzere alınan göçmenler örneğin Avrupa yakasında alındıysa Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’ne götürülür, ardından uyruğuna göre farklı geri gönderme merkezlerine sevk edilir. Sözünü ettiğimiz bu sevk sürecinde müvekkil ile avukatın görüşmesi neredeyse imkânsız.
Yine bu aşamada dosya incelemesi dahi yapılamıyor. Gerek iç hukukta gerek uluslararası hukukta defaatle savunma hakkının önemine değinilse de idari makamların avukat ile müvekkilin görüşmesi noktasında gerekli adımları attığı söylenemez. Aksine idare, bu hususta avukat görüşmelerini zorlaştıran ve hatta kısıtlayan bir tutum içine giriyor.
GGM’lerde göçmenlere yönelik darp ve işkence uygulandığı, şüpheli ölüm-intihar vakalarının arttığını görüyoruz. Ne yaşanıyor arka planda? Sizde konuya dair detaylı bilgi var mı?
Bilindiği üzere Türkiye’de bir cezasızlık algısı aldı başını gidiyor. Ancak bu cezasızlık algısı elbette kendiliğinden oluşmadı. Basına yansıyan olaylarda verilen mahkeme kararları, siyasi otoritelerin yaptığı birtakım açıklamalar bu algının oluşmasında etkili oldu.
Geri gönderme merkezlerinde göçmen ve mültecilerin güvenliğinden sorumlu kamu görevlilerince göçmenlere şiddet uygulanması kabul edilmemesi gereken bir Türkiye gerçeği. Dosyasını takip ettiğimiz ve sınır dışı kararına karşı idari yargıda dava açtığımız bazı müvekkillerimiz baskıya dayanamayıp ülkelerine döndüler.
“Süreç uzuyor, göçmenler ‘gönüllü’ olarak dönmek zorunda kalıyor”
Hukuksuz deport kararlarının göçmenleri mağdur ettiğini biliyoruz. Bu kararlarda ve yapılan itirazlarda nasıl bir süreç işliyor?
İdari işlemler, Anayasa’nın 125. Maddesi uyarınca yargı denetimine tabidir. Dolayısıyla idari bir makam olan Göç İdaresi’nin kararlarına karşı idari yargıda dava açılabiliyor. Ancak açılan bu davaların sonuçlanması o kadar uzun sürüyor ki müvekkiller daha fazla dayanamayıp “gönüllü” olarak geri dönmek zorunda kalıyor.
Bir idari işleme karşı her ne kadar başvuru yapılabilecek bir yol varsa da mahkemelerin iş yükü dikkate alındığında söz konusu başvuru gerekli faydayı sağlamıyor. Uzayan yargılama süreçlerinde müvekkillerimiz adeta ceza yargılaması olmaksızın hapis yatıyor. Bu denli kişi hak ve hürriyetlerinin kısıtlandığı az sayıda durum var.
Gönüllü geri dönüş
Ülkesine ziyarete gitmek isteyen yabancılara gönüllü geri dönüş evraklarının zorla imzalattırıldığı iddiaları gündeme geliyor. Yurt dışına çıkan kişinin geçici koruma statüsü kalktığı için de geri dönemeyebiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası koruma statüleri ile geçici koruma statüsü kural olarak kendi ülkesinin korumasından faydalanamayan kişilere verilir. İdari makamlar bu doğrultuda ülkesine dönen birinin hayati tehlikesinin artık olmadığını, uluslararası koruma gerektiren durumların ortadan kalktığını iddia ediyor ve buna göre işlem tesis ediyorlar. Ancak idari makamlar bu tespitlerini herkes açısından genelleme yolu ile yapıyorlar. Halbuki her olay özelinde ayrı bir değerlendirme yapılmalı.
Gerçekten de Türkiye’de yıllardır bulunan ve burada kurulu bir düzen inşa eden göçmenlerin sırf ülkesini ziyaret etmek istemesi sebebiyle statülerinin kaldırılması hukuka uygun değil. İnsan haklarını uygulamayı kendine ilke edinen, bununla övünen bir devletin pratiğinin de bu ilkelere paralel ilerlemesi gerekiyor. Aksi yöndeki tutum, içinde çelişki barındırır.
Kamu görevlilerinin yabancılarla kurdukları ilişkilerde rüşvet gibi birçok hukuksuzluk söz konusu olduğu söyleniyor. Bunun gerçeklik payı ne?
Denetlenmeyen, yargılanma korkusu olmayan kamu görevlisi rüşvet suçunun faili olabilir. Müvekkillerim özelinde henüz böyle bir sorun ile karşılaşmasam da maalesef sözünü ettiğiniz hususlar uygulamada denk geldiğimiz sorunlar. Fakat başka avukatlar tarafından müvekkillerimize, sizi 10 dakikada çıkarabiliriz, orada tanıdığımız memurlar ve görevliler var şeklinde yaklaşıldığını biliyoruz.
“Mültecilik bir neden değil sonuç”
Irkçı saldırıların artmasıyla göçmenlere yönelik kamusal baskı da arttı. Bunun Göç İdaresi’nde, geri gönderme merkezlerinde ve geçici barınma merkezlerinde bir belirleyiciliği oluyor mu? Oradaki göçmenlerin ve avukatlarının üstünde bir baskı oluşturuluyor mu?
Türkiye’de göçmenlere karşı körüklenen nefret dili; can alıyor, aç bırakıyor ve ötekileştiriyor. Fakirliğinin ve mevcut ekonomik durumun müsebbibi olarak göçmenleri gören kitleler; küfretmeye, saldırmaya hatta öldürmeye hazır. Halbuki göçmenlik/mültecilik bir neden değil bir sonuçtur. Sömürgecinin yayılmacı politikası sebebiyle çıkan savaşlardan kaçar, yaşama çabası içerisinde bir sığınak arar.
Savaşları çıkaranları eleştiremeyenler, bu cesareti kendinde bulamayanlar en savunmasız gördüklerine saldırıyor.
Sözünü ettiğimiz bu nefret dili toplumun her kesimine sirayet ediyor. Göç idaresinde ve geri gönderme merkezlerinde çalışanlar ile geçici barınma merkezinde çalışanlar da bu nefret dilinden etkileniyor ve siyasi otoritelerin “mancınıkla geri göndereceğiz” şeklindeki söylemleri bu kişilere mantıklı geliyor.
Hâlbuki bu tür bir yorumun 21. Yüzyılda herhangi bir karşılığı olmamalı. Sorunuzun bir kısmında mevcut durumun göçmenler ve avukatlar üzerinde bir baskı yaratıp yaratmadığını sordunuz.
Özne olan göçmenin/mültecinin bu tür bir nefret dili ve ona bağlı gelişen pratiklerden etkileneceği tartışmasız. Görevi müvekkiline hukuki destek sağlamak ve olası hak kayıplarının önüne geçmek olan avukatlar ise müvekkillerle görüşemiyor, süreçleri takip etmekte zorlanıyorlar.
Göç alanında, göçmenlerle çalışan sivil toplum kuruluşları, inisiyatiflere dair neler düşünüyorsunuz?
Tahmin edeceğimiz üzere; suyu, taşı, toprağı, ağaçları, hayvanları, insanları ile tamamen yabancı bir ortama giren bir insan, müthiş yalnız hisseder. Hele bir de kaçtığı savaşın ortasında annesini, babasını, kız kardeşini, çocuğunu bırakmışsa… İşte sözünü ettiğimiz bu yalnızlığın ortasında dayanışma gösteren sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler adeta kurtarıcıdır.
Sesini çıkaramayana ses olur, haklarını hatırlatır ve yaşatmaya çalışır. Özellikle göçmenin mağdur sıfatını taşıdığı yargılamalarda sanıklara karşı mağdurun yanında olmak önemli. Takip ettiğimiz davalarda desteğimizi gören göçmenler daha cesur yaklaşıyor ve gerçek anlamıyla dahil olmaya çalışıyorlar.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin gerek iktidarı gerek yargıyı denetleyen bir yönü de mevcut.
Sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin ortaya çıkardığı kamuoyu tepkisi ile karşılaşan iktidar/idare hukuka uygun hareket etme gayretinde bulunuyor. Dayanışmayı büyüten ve konumuz özelinde mültecilerle dayanışma içerisinde olan sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler ve derneklerin sayısı artırılmalı, bu oluşumların faaliyetini engelleyecek yasaklamalardan kaçınılmalıdır.
Sizce geri gönderme merkezinde yaşananların ve hukuksuz deport edilme kararlarının önüne nasıl geçilebilir?
Etkin bir denetim sistemi kurulmadan, gerekli teftişler sağlanmadan sözü edilen hususlarda iyileştirme yapılması mümkün değil.
Denetleme faaliyetlerinin yapılması önünde herhangi bir engel bulunmasa da idari makamlar bu konuda gerekli özeni göstermiyor.
Geçici koruma statüsü sahibi kişiler ile uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin hukuk nezdinde etkili bir korumaya ihtiyaçları var. Bu ihtiyacın meclisten çıkacak kanuni düzenlemeler ile karşılanması pek tabi mümkün. Ancak her halükarda öncelikle olumlu yönde bir kamuoyunun oluşturulması gerekiyor. Bu kamuoyu; sivil toplum kuruluşları, inisiyatifler, dernekler ve siyasi partilerin ortak çabası ile oluşturulabilir.
“Mültecilerin can güvenliği sağlanmıyor”
Türkiye’nin mültecilere yönelik göç politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de mültecilere yönelik göç politikaları maalesef uluslararası sözleşmeler ve iç hukuk düzenlemelerine bağlı kalınmaksızın siyasi saiklerle sürdürüldüğünden hukuki bir değerlendirme yapmak zorlaşıyor. Ancak gelinen aşamada, ölüm haberlerini Antalya’dan, Zonguldak’tan, Gaziosmanpaşa’dan duyduğumuz mültecilerin can güvenliğinin dahi sağlanmadığını görüyoruz.
Bir devlet bütün kurumlarıyla öncelikle sınırları içerisinde bulunanların can güvenliğini sağlamak zorundadır. Irkçılık ve faşizm baskısı altında olan mültecilerin ise bu korumaya fazladan ihtiyacı var. Sözünü ettiğimiz devletin göç politikası öncelikle sınırlarına gelen ve kabul ettiği mültecileri yaşatmaktır.
Bununla birlikte vatandaş olsun veya olmasın herkesin eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden eşit yararlanmasını sağlamak göç politikası haline getirilmelidir.
Ancak daha önce de değindiğimiz üzere; bir göç politikası uygulanacaksa bu, olumlu yönde kamuoyu oluşturmak ve vatandaşların mülteciler konusunda bilinçlendirilmesidir. Gelinen aşamada Türkiye sözünü ettiğim gerekleri yerine getirmekten tamamen uzak.
KapatMahemuti Anayeti üçüncü kez deport işlemiyle karşı karşıya kaldı. Zorla 'Çin'e geri dönmek istiyorum' evrakı ...
23 Ekim - Göç İdaresinin usulsüz uygulamaları devam ediyor Devamı23 Ekim - Göç İdaresinin usulsüz uygulamaları devam ediyor
Mahemuti Anayeti üçüncü kez deport işlemiyle karşı karşıya kaldı. Zorla 'Çin'e geri dönmek istiyorum' evrakı imzalatılıyor. Hakkında tutuklama kararı çıkmamasına rağmen geri gönderme merkezinde tutuluyor.
https://x.com/nurcalk_/status/1848821386216714682
KapatSığınmacılarla ilgili olarak sahadaki ihtiyaçlar arasında savunuculuk güncel olarak ilk sıralarda yer alıyor. Çünkü geldiğimiz ...
22 Ekim - Sığınmacılar nasıl düşmanlaştırıldı? Adaletin dostları nereden başlamalı? Savunuculuk için neler yapmalı? – Bekir Berat Özipek (Enternasyonal Dayanışma) Devamı22 Ekim - Sığınmacılar nasıl düşmanlaştırıldı? Adaletin dostları nereden başlamalı? Savunuculuk için neler yapmalı? – Bekir Berat Özipek (Enternasyonal Dayanışma)
Sığınmacılarla ilgili olarak sahadaki ihtiyaçlar arasında savunuculuk güncel olarak ilk sıralarda yer alıyor. Çünkü geldiğimiz aşamada onların da onlarla dayanışma içindeki kişilerin de sesleri yeterince duyulmuyor. Oysa duyulmalı. Sesi kısılanların ve sessizleştirilenlerin yanında durmak, onların sesini çoğaltmak, sorunlarını görünür hâle getirmek gerek. Peki, bunu nasıl yapmalı?
Bu yazı sığınmacıların adım adım nasıl hedef tahtasına oturtulduğunu, meydanın ayrımcı odaklara nasıl bırakıldığını ele alıyor ve savunuculuk ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğini tartışıyor.
Sığınmacıların şeytanlaştırılması, Suriye göçünün başlangıcına kadar giden uzun bir tarihe sahip. Ama bugünkü düzeyine elbette 13 yıl önce ulaşmadı.
Suriye’de rejimin zulmünden ve katliamlarından dolayı insanların kitlesel olarak evlerini terk ederek Türkiye’ye geldiklerinde ilk net olumsuz yargı ve suçlamalar, başta CHP olmak üzere seküler milliyetçi çevrelerle Suriye’deki Baas rejimini mezhepçi bir körlükle inanç temelli olarak savunan çevrelerden geldi. Kılıçdaroğlu Suriyelileri keskin bir nefret diliyle hedef tahtasına koyduğunda, toplumda onlara yönelik yaygın bir önyargı yoktu. Hatta dayanışma ve sempati ifadeleri belirgindi. MHP ve diğer siyasi partilerin dili bile Suriyeliler konusunda o kadar kötü değildi.
İkinci saldırı sosyal medya üzerinden geldi. Bunun bir kısmı iç, bir kısmı da dış kaynaklıydı. Sosyal medya Türkiye’nin yumuşak karnıydı ve adeta bokstaki gibi birileri de “oradan çalıştı.” Twitterdan facebooka sayısız sahte hesap üzerinden her kesime hitap edecek farklılaşmış bir ayrımcılık diliyle sürekli yayın yapıldı. Sırf bu amaçla kurulmuş sahte hesaplardan uzun süre sahte görsellerle gerçek, hayal ve haberi karıştıran, sıkışınca “şakaydı” dedirten paylaşımlar yapıldı. Kötü bakışlı bir adamın resmini koyarak “Suriyeli bakan, Türkiye’de çoğalacağız dedi” gibi (Gerçekte ise ne öyle bir Suriyeli bakan vardı, ne de öyle bir açıklama) paylaşımlar artarak devam etti. Ta ki bu yayınlar bir taban bularak, kendi kendisini yeniden üreten bir kötülüğe dönünceye kadar.
Sosyal medya üzerinden yapılanların üç-beş ırkçının işi olmadığı açıktı; zaman, emek ve harcama gerektiren bir kurgu ile profesyonel bir siyasal iletişim dili söz konusuydu ve bu hâliyle Türkiye’deki malum çevrelerin propaganda becerisini fazlasıyla aşıyordu.
Ancak bu aşamada bile, Ekşi Sözlük’te “Suriyeliler” başlığı altında kötülük oluk gibi akarken, toplumda belirgin bir önyargı ve nefret dalgası hissedilmiyor, bilimsel araştırmalara bu tür bulgular yansımıyordu.
Ancak 2015-2016 yıllarına gelindiğinde, toplumdaki tek yönlü yayın, telkin ve propaganda etkisini göstermeye başladı. 2016 yılında Başbakan Erdoğan “Suriyeli kardeşlerimize vatandaşlık imkânı vereceğiz” açıklaması yaptığında CHP, HDP ve MHP’den tepki geldi. CHP “milli irade diyordun, haydi o zaman referandum yap” derken, HDP’den de “kendine o kadar güveniyorsan referanduma götür” açıklaması geldi. Hiçbir konuda olmayan, görülmeyen dokunaklı bir yakınlaşma, göz yaşartıcı bir “birlik ve beraberlik duygusu”ydu muhalefette gözlemlenen. Ve bütün bunlar olurken ortada Zafer Partisi yoktu.
Sağdan sola muhalefetin, iktidar mücadelesinde “en alttakiler”in üstüne basmakta beis görmemesi, son seçimlere kadar devam etti. 2023 Başkanlık seçiminde Kılıçdaroğlu ana propagandasını sığınmacıları gönderme üzerine kurup, 100 yıl sonra yeni bir tehcir vaat ettiğinde bile, kendisini demokrat olarak tanımlayan birçok siyasi partinin ona desteği değişmedi. Gelecek ve DEVA da “ortak mutabakat”ın tehcir maddesini onayladılar.
Ancak sığınmacılar konusunda ilk günah muhalefetinse ikinci günah iktidarındı. Yıllar içinde CHP düzenli olarak dezenformasyon yaparken, sosyal medya üzerinden bir operasyon yürütülürken ve genellikle Atatürkçü-Kemalist profiller altında yalan yanlış bilgilerle sığınmacılar bir eli yağda devlet kaynaklarını tüketip, hastanede, okulda öncelikli “zevkusefa içindeki birinci sınıf vatandaşlar” olarak resmedilirken, iktidar suskun kalmayı tercih etti. Kamu Diplomasisi Başkanlığı gibi tam da bu amaçla kurulmuş birimler görevini yapmadı. Kurumlar çalışmadı veya çalıştırılmadı.
Suriyeliler konusunda sosyal medyayı teslim almaya başlayan dezenformasyon içeriklerinin ağırlıklı olarak yurtdışı kaynaklı olduğu, Rusya ve İran’dan geldiği gibi açıklamaların kimi zaman devlete ve hükümete yakın çevrelerden gelmesine rağmen, bu çevrelerin mülteci meselesi üzerinden bazı devletlerin müdahalesinden ve bu anlamda bir “dış operasyon”dan söz etmelerine rağmen, en azından ilk planda alınabilecek önlemler kapsamında bilgi güvenliği ve doğru yönde bilgilendirme temelli adımlar atmasının beklenmesine rağmen, bunların hiçbiri olmadı.
Sonuçta muhalefetin ayrımcı propaganda yaptığı, iktidarın da konuşmadığı yıllar içinde ayrımcı önyargı kamusal algıya nüfuz etmeye başladı. Artık 2019 yılına gelindiğinde bu konuda yaygın bir önyargıdan ve “Suriyeliler dilediği üniversitede bedava okuyor” türünden gerçek dışı bilgiye dayalı kanaatlerden ve ekonominin kötüleşmesini de Suriyelilere bağlayan açıklamaların -aksinin dile getirilmediği bir ortamda- ikna ediciliğinden söz etmek mümkündü.
Üçüncü aşama savunucuların yıldırılması ve bertaraf edilmesiydi. Burada da oldukça sistematik bir iletişim dili, adeta iş bölümü vardı. “Sığınmacıları savunan, dincilerle Kürtçülerden başka kimse kalmadı” diye söylüyordu gururla, sadece Suriyelilere değil dindarlara, Kürtlere ve kadınlara karşı da sicili kötü bir gazeteci. Sosyal medyada Suriyelilerle ilgili olumlu paylaşımlar yapanlar özellikle hedef seçildi. Onlara yönelik özelleştirilmiş bir itibarsızlaştırma, küçültme ve hedef alma söz konusuydu. Sonuçta bunda önemli bir başarı da sağlandı. Sosyal arena mülteci savunucularından boşaldıkça, ana akım siyasetçiler ve ana akım medya iktidarla mücadelede sığınmacıları manivela olarak kullanarak ırkçılık ve ayrımcılıktan nemalanma imkanını değerlendirmeyi tercih ettikçe, ayrımcılık daha fazla yükseldi. Zafer Partisi kurulduğunda böyle bir ortam büyük ölçüde oluşmuştu.
Nereden başlamalı?
“Bizde ırkçılık olmaz, benim çocuğum yapmaz” dememek gerektiğini yaşayarak öğrendik. “Bazen bütün bir toplum da şeytanın egemenliği altına girebilir” diyor Horkheimer. Neyse ki henüz o aşamada değiliz, ama sessiz kalırsak yaygın ama derin olmayan mülteci düşmanlığının toplumun kılcal damarlarına doğru derinleşerek sirayet etmesi de pekâlâ mümkün. Dahası, dünya da doludizgin oraya doğru çekiliyor. Milliyetçi tepkisellik, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık artık pek çok toplumda egemen fikirlerin bir parçası hâline gelmiş durumda.
Bütün bir dünyanın sorunlarını çözemeyiz elbette. Ama bir yerden başlayabiliriz.
Bunun için ayrımcı ve ırkçı kötülüğün en fazla üreme ve topluma enfekte etme imkânı bulduğu yere bakmak ve oradan başlamak gerek. Kimsenin avucunda tutmak istemediği, bir kor veya ateş gibi üstünden atmaya çalıştığı, en çok adaletsizlik üreten yerden yani. Mültecilerden.
Kimseye prim sağlamayan, herhangi bir kesimin kendi hakkını değil başkasının hakkını savunması anlamına gelen ve örgütlü bir kötülük tarafından sürekli olarak saldırıya uğramayı ve itibarsızlaştırılmayı sineye çekmeyi gerektiren bir konudur mülteci meselesi. Bu yönüyle gerçek bir turnusol testidir. Pek çok hak savunucusunun çirkefe bulaşmamak ve “al evine karına götür” türünden hakaretlere maruz kalmamak için susmayı tercih eder hâle getirildiği bir sorun.
Ve işte tam da bu yüzden adalet ve hak mücadelesine oradan başlamak gerek.
Sahnedeki eksik aktör: Savunucular bekleniyor
Siyasal iletişim tekniklerini iyi kullanan, mülteci haklarını savunanları aynı anda hem ahlakçı argümanlarla hem de küfür ve hakaret ederek sindirmekte talimli ayrımcı ve ırkçı unsurların sesinin gür olduğu yer sosyal medya. Elit kuramcılarının dile getirdiği “Örgütlü azınlıklar örgütsüz çoğunlukları yönetir” kuralı en iyi orada işliyor ve bir şebeke hâlinde faaliyet gösterdikleri için göze çok görünüyorlar.
Ancak sosyal medyanın kısa olmakla beraber oldukça öğretici olan tarihi, doğru ve haklı fikirlerin her hâlükârda etki gücünün çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Yalanın yayılma hızı yüksek olabilir; yalan söylemek bir siyasi örgüt ya da çete tarafından ideolojik bir mücadele tarzı veya yaşam biçimi olarak görülüp icra ediliyor da olabilir. Sonuçta hepimiz bu hayatı nasıl yaşayacağımıza dair bir tercih yapıyoruz.
Bugünkü tablonun iç açıcı olmadığı doğru. Ama bu tablo pekâlâ değişebilir; değiştirilebilir. Hem de kısa bir zamanda. Önce bir denge sağlanır, sonra doğru bilgi ve fikirlerin kamusal gündeme egemen olduğu görülebilir.
Bunun için küçük de olsa birlikte hak temelli gündemleştirme yapacak gönüllülere ihtiyaç var. Egemen fikirlere ve yargılara karşı kale gibi sağlam biçimde horlanan ve aşağılananlardan yana durup, başına yıldırımlar yağsa serinkanlılığını bozmadan ısrarla ve inatla doğruları söyleyecek küçük gruplardan söz ediyorum.
Özellikle sosyal medyada bıkmadan, yorulmadan, usanmadan, trolleşmeden, en aşağılık hakaretlere dahi aynı dozda cevap vermeden, daha doğrusu hakaret etmeden, hak temelli bir biçimde mültecilerin meselelerini dile getirecek 30-40 kişi bile bütün atmosferi değiştirebilir. Şu an mültecilerin en fazla ihtiyaç duydukları ve mültecilerin hakları ile ilgili olarak da en fazla ihtiyaç duyulan mesele bu: Savunuculuk meselesi.
Bu nasıl olabilir? Siyasi veya insani sebeplerle bir araya gelen küçük bir grup, makul bir süre makul bir ses çıkarmayı başarırsa, bu konuda bugün susan sayısız insan yavaş yavaş cesaret bularak hak temelli paylaşımlara omuz verecektir.
Bunun için öncelikle savunuculukla ilgili faaliyet yürütmek isteyen grubun iki adım veya aşamadan oluşabilecek bir çalışmaya bu iş için birkaç hafta da olsa zaman ayırması gerekir.
Birinci adımda mülteci meselesinin ne olduğu, dünyada ve Anadolu’da insanların hangi saikler altında göç ettikleri, Türkiye’deki Suriyelilerin, Afganistanlıların ve diğer coğrafyalardan gelenlerin içinde bulundukları durum hakkında konuşmayı mümkün kılacak bir bilgilendirme gerçekleştirilir. Bu ilk adım online olarak tüm herkese yönelik olabileceği gibi grup üyelerine özel de olabilir.
Ancak doğru bilgiye sahip olmak önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Bir de doğru bilgiyi doğru bir dille gündemleştirmek gerek. Bunun nasıl yapılabileceğini de bilmek gerek. Buradaki anahtar kavram adaletin ve barışın dilidir. Ama bunun somut pratikte nasıl görünürlük kazanacağı, bir tartışma esnasında sarf edilmesi gereken ve gerekmeyen sözlerle, asla yapılmaması gerekenlere, yani usule dair bilinmesi gerekenler de meselenin ikinci adımı olabilir.
Doğru bilgi ve doğru dille, kamusal gündemi hak temelli bir biçimde dönüştürmek için birlikte yola çıkılabilir. Böyle bir yola çıkıldığında zaman içinde varılacak olan yer, özgürlük, adalet ve barış adına bambaşka, ilk aşamada tahayyül edilenin çok daha ötesinde bir yer de olabilir.
Elbette bu yaklaşımı fazla iyimser bulanlar olabilir. Ama iyimser veya kötümser olmak yapılması gerekeni değiştirmemeli. Öte yandan başarılı olmayı tek başına kamusal gündemi oluşturan fikirleri biçimlendirme gücüne de endekslememek gerek. Böyle bir mücadele, sonuçlarından bağımsız olarak gerçekleştirilmeli. En kötümser yaklaşımla amaçlanan gündemin dönüşümünde beklenen etkinin bir an için gerçekleşmemiş olması söz konusu olsa dahi, böyle bir mücadeleyi birlikte yürütmenin öğreticiliği, bizzat onu gerçekleştirenler üzerindeki sağaltıcı ve olgunlaştırıcı etkisi için yine de değer.
Tarihin zor dönemleri vardır ki o anlarda nerede durduğunuz önemlidir. O zor dönemlerin elde ateş gibi yakıcı olan meselesi, yeni ve daha insani bir gelecek için bir kaldıraç olabilir. Gazze’de soykırımın ürettiği dehşet ne kadar büyükse, burada ortaya çıkan enerjinin küresel düzeyde statükoyu değiştirmeye yetecek kadar güçlü bir potansiyeli ifade etmesi gibi, mülteci meselesi üzerinden yeni bir dönemin kapısı aranabilir.
Ama hepsi bir yana, yeni bir ülkede hayata tutunmaya çalışan bir mülteci çocuğa yalnız olmadığını göstermek ve gözlerinde bir güven ışığı görmek için de uğraşmaya değer.
Bekir Berat Özipek
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır.)
https://www.instagram.com/p/DBbEaRMsigv/
https://x.com/Enternasyonal_D/status/1848671640059510873
https://www.facebook.com/permalink.php?st
Kapat
Adana'da yatağın altına konulan ısıtıcıdan çıkan yangından dolayı en büyüğü 6, en küçüğü 1 yaşındaki 3 ...
22 Ekim - Adana'da ısıtıcıdan çıkan yangında 3 çocuk yaşamını yitirdi Devamı22 Ekim - Adana'da ısıtıcıdan çıkan yangında 3 çocuk yaşamını yitirdi
Adana'da yatağın altına konulan ısıtıcıdan çıkan yangından dolayı en büyüğü 6, en küçüğü 1 yaşındaki 3 çocuk yanarak feci şekilde hayatını kaybetti.
Olay, merkez Yüreğir ilçesine bağlı 19 Mayıs Mahallesi 1106 sokak 3 numaralı evde meydana geldi. İddiaya göre, Suriyeli ailenin kaldığı ve en büyüğü 6 en küçüğü 1 yaşında olan 3 çocuğun yaşadığı evde çocuklar üşümesin diye bir çocuğun yatağının altına ısıtıcı konuldu.
Daha sonra baba işe giderken anne ile çocuklar evde uyudu. Bir süre sonra ısıtıcıdan dolayı yangın çıktı. Yangını gören vatandaşlar itfaiyeye haber verdi. Olay yerine gelen ekipler yangını söndürdü ancak 3 çocuk yanarak feci şekilde hayatını kaybetti. Annenin evden çıkarak kurtulduğu öğrenildi. Polis yangınla ilgili inceleme başlattı.
Yapılan incelemede çocuklardan 2'sinin kız olduğu öğrenildi. Çocukların isimlerinin ise Hüseyin Hüseyin (6), Şam Hüseyin (3) ve Şahad Hüseyin (1) olduğu belirlendi. Yapılan incelemenin ardından cenazeler otopsi için adli tıp kurumu morguna kaldırıldı.
https://www.yenimesaj.com.tr/adanada-isiticidan-cikan-yanginda-3-cocuk-yasamini-yitirdi-H1545377.htm
Kapat
“Kitlesel sınır dışı kampanyası; Türkiye'yi, bir zamanlar en fazla mülteciyi barındırdığı için övülen bir ülkeden, ...
21 Ekim - Geri Gönderme Merkezleri dünya gündeminde! Devamı21 Ekim - Geri Gönderme Merkezleri dünya gündeminde!
“Kitlesel sınır dışı kampanyası; Türkiye'yi, bir zamanlar en fazla mülteciyi barındırdığı için övülen bir ülkeden, mültecilerin sokaktan gözaltına alınma ve zorla sınır dışı edilme korkusuyla evlerine saklandıkları bir ülkeye dönüştürdü."
Lighthouse Report ve New Lines Magazine, Türkiye’den zorla geri gönderilen mülteciler için bir rapor yayınladı.
https://x.com/10larmedya/status/1848376620463083577?s=46
KapatAfganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammed Nourtani, Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında çalışırken sebebi henüz aydınlatılmamış ...
20 Ekim - Bir kaybetme pratiği olarak ırkçılık – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma) Devamı20 Ekim - Bir kaybetme pratiği olarak ırkçılık – Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammed Nourtani, Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında çalışırken sebebi henüz aydınlatılmamış şekilde hayatını kaybetti ve bedeni patron talimatıyla ocak dışına çıkarılarak yakıldı, yok edilmek istendi. Beden yakmaktaki saik, patronları kaçak maden ocağından ötürü ceza almaktan kurtarmaktı. Magdoff’un “Kullan At Emekçileri” olarak formüle ettiği mülteci/göçmen işçiler, böylece ölüm mertebesine terfi ettirilerek buhar edilmekteydi.
Benzer kaybetme vakası daha önce Adana-Mersin karayolunda, bir portakal bahçesinde vuku bulmuştu. Mustafa El Recep isimli Suriyeli işçinin bedeni fabrikadan çıkarılarak gözden ırak bir yere atılmıştı. Konya’da 150 TL alacağı var diye öldürülen Afganistanlı genç de kör bir kuyunun dibinde bulunmuştu. İzmir Güzelbahçe’de ırkçı ve nefret söylemiyle yakılan Suriyeli üç işçi de kül edilmek istenmişti.
Mülteci bedenleri yakma, yol kenarına, bahçelere atma ya da kuyu dibinde saklama gibi eylemler, aslında mülteciyi kaybederek suç delillerini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Çoğu kayıt dışı çalışan enformel endüstrinin bu “görünmez” işçilerini zora düşünce ortadan kaldırmak, en azından yerli işçileri öldürüp yok etmekten daha kolay. Öldürme ve/veya yok etme eylemine alt taşeronların yahut aynı işyerindeki yerli işçilerin suç ortağı yapılması giderek sıradanlaşıyor. Afgan işçi Nourtani’nin yanan bedeni başında boş bir viski şişesi ve kuruyemiş kabuklarının bulunması oldukça düşündürücü bir örnek.
Gelinen yerde, “bizden olan bizden olmayan” ya da “yerli olan yerli olmayan” şeklinde tezahür eden milliyetçi işçi ayrımının; şoven propagandanın da desteğiyle, mülteci bedenleri yok etme sınırına kadar geldiğini söyleyebiliriz. “Bizden olan” işçiler en azından öldürülüp buhar edilmeme ayrıcalığına sahip: elbette şimdilik! Bu durumun yerli işçiler ya da köylüler için bir üst kimlik ya da imtiyaz hâline dönüştüğü her yerde, ırkçılık tıpkı zehirli bir yılanın deri değiştirmesi gibi yüz değiştirerek kendisini gösteriyor.
İşsiz, bunalım içinde ve gelecekten ümitsiz lümpen proleterlerin, işyeri temelinde, faşizmin sivil sıradan erleri olarak mültecilerin üzerine salınması; tam da kapitalist ekonomik kriz, buhran, bunalım ya da en azından derin yoksulluk günlerinin tarihten bilinen şaşmaz pratiği. Sınıf bilincinden ve sendikal örgütten mahrum çalışan ve en alt işlerde sömürülen proleter kesimlerin mafyatik “işveren” şebekelerine dâhil edilmelerinin, kanlı cinayetlere suç ortağı edilmelerinin de hazin bir öyküsüdür bu.
*
Öldürerek ya da öldükten sonra işyerinden mülteci bedenleri çıkarıp buhar etmek dışında da kaybetme pratikleri var egemen göç rejiminin. Son olarak Kayseri’de bunun açık örneği yaşandı. Bir çocuğa cinsel istismar haberiyle birlikte sokaklara çıkan kalabalıklar Suriyelilere ait araçları yaktı, evleri ve dükkânları ateşe verdi ya da taş yağmuruna tuttu.
Irkçı sloganlarla gerçekleşen bütün bu saldırıların belki de tek hedefi vardı: mülteci toplumu şehir dışına sürmek ya da en azından tümden görünmez hâle getirerek kendi gettolarında sinmelerini sağlamak. Sonuç başarılı oldu mu? Oldu. Nitekim 3 bin kadar mülteci işçi aileleriyle birlikte Kayseri’yi terk etmek zorunda kaldı. Kentte kalanlar ev ya da atölyelerine kapandı, mülteciler için “görünmezlik” ölçüsü tavan yaptı. Geri Gönderme Merkezleri dolup taşarken, sınır dışı etme işlemleri için bu provokasyon iklimi hükümetin elini kolaylaştırdı.
Eylem ve linç dalgasına katıldıktan sonra gözaltına alınan, tutuklanan tipler de bize bir şeyler söylüyor. Bin civarında gözaltının neredeyse yarısı sabıkalıydı. Üstelik bu sabıkalar; göçmen kaçakçılığı, tecavüz, dolandırıcılık, uyuşturucu, yağma, hırsızlık gibi suçlardı. Irkçılık bir yandan göçmenleri sindirmeyi ve gözlerden kaybetmeyi hedeflerken, linç dalgası önüne kattığı kurbanlarını kim vurduya getirmeyi de düşünmüştü. Antalya Serik’te öldürülen Suriyeli tekstil işçisi bu kurbanlardan biriydi. Irkçı galeyan ve linç silsilesinin yerli yurttaşları -şimdilik- kapsam dışı bırakarak mültecilere yönelmesi; “görünmez kılma” eyleminin vazgeçilmeziydi. Fakat ilk fırsatta yeniden Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, sosyalistlere yönelecek bu gerici dalga, öncelikle bütün kesimleri ortak kümede toplayacak “göçmenlere karşı ırkçılık” harcına ihtiyaç duymaktaydı. Muğla, Manisa ve başka kentlerde Kürt tarım işçilerine, Kürt inşaat ve güneş paneli kurulum işçilerine yapılan saldırılar bu tespitin müspet kanıtları olarak çok kısa sürede kendini gösterecekti.
*
Diyarbakır’da kayıp bedeni günlerce aranan ve bir dere yatağında bulunan küçük Narin cinayeti de bizlere ırkçılık tartışmasının bir başka yüzünü göstermiş oldu. Narin Güran cinayeti sonrasında sosyal medyada Kürt’e mubah görülen ırkçı paylaşımlar kendini göstermekte gecikmedi. Kürt toplum yaşamının oryantalist aşağılanmaya maruz kalması da entelektüel linçin en korkunç örneklerindendi. Oysa 17 bin faili meçhul cinayetin işlendiği bu topraklarda insanlar asit kuyularında, kuytu alanlarda kaybedilmek istenmişti. Böylece bir çocuğun kaybedilen küçük bedeniyle ortaya çıkan toplumsal travma; bölge illerindeki faili meçhuller ve faillerin karanlık eylemleriyle hafıza tazelemişti.
Narin cinayetini İsrail ve batı değerlerine bağlayan radikal İslamizasyoncu zihniyet de bir başka ırkçılık türüyle karşımızdaydı: anti-semitizm. Bu karanlık akıl, iktidarın “makbul Kürt’ünün” karşısındaki tüm Kürtleri “kökü dışarda” bir alt kimlikle aşağılayarak özgün bir ırkçılığa da imza atmış oluyordu.
*
Sonuç olarak, ırkçılığa gösterilecek en küçük hoşgörü ya da prim; mültecilerden ve en alttakilerden başlayarak bütün topluma yayılacak vahşi katliam ve kaybetmelerin de habercisidir. Tarihsel yaşanmışlıklar ve bugün bize başka bir şey söylemiyor.
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır.)
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/10/19/bir-kaybetme-pratigi-olarak-irkcilik-ercument-akdeniz/
Kapat''Bu konuda bu uygulamalara bir dur demek için ve bu tekil vakaları çözmektense, talebimizi iletmek istedik. Bu da, ırkçı olmadığımız ...
20 Ekim - İstanbul'da bir grup genç, ırkçılığa ve yaşanan hukuksuzluklara karşı yürüyüş gerçekleştirdi. Devamı20 Ekim - İstanbul'da bir grup genç, ırkçılığa ve yaşanan hukuksuzluklara karşı yürüyüş gerçekleştirdi.
''Bu konuda bu uygulamalara bir dur demek için ve bu tekil vakaları çözmektense, talebimizi iletmek istedik. Bu da, ırkçı olmadığımız ve onun bir olumlaması olan bu uygulamaların artık sonunun gelmesiydi.''
“Bir, ırkçı değiliz. Ve kesinlikle ırkçı değiliz.”
“İki, GGM’lere suçsuz insanların gönderilmesini, GGM’lerdeki hukuksuz deport ve gözetim uygulamalarını reddediyoruz!”
https://x.com/10larMedya/status/1847982673886593181
KapatDemokratik sistemler bir devamlı değişen hükûmetler serisi olarak görülebilir. Her hükûmet göreve gelir ve bir süre sonra ...
19 Ekim - Hükûmetin değişen sığınmacı politikası – Atilla Yayla (Türkiye Gazetesi) Devamı19 Ekim - Hükûmetin değişen sığınmacı politikası – Atilla Yayla (Türkiye Gazetesi)
Demokratik sistemler bir devamlı değişen hükûmetler serisi olarak görülebilir. Her hükûmet göreve gelir ve bir süre sonra görevden gider. Hükûmetler doğal olarak doğru yanında yanlış, iyi şeyler yanında kötü şeyler de yapar. Bazen hayatın akışı içinde bugün doğru görünen şey yarın kendiliğinden kötü, kötü görünen şey doğru hâline gelebilir. Bu yüzden, demokratik hükûmetlere kategorik olarak taraftar veya kategorik olarak karşı olmak çok yanıltıcı bir tavırdır.
Bazen doğruyu yapan bir hükûmetin tavrı adım adım yanlışa dönüşebilir. Bunda değişen şartlar ve kanaat değişikliği yanında demokratik mekanizmaların da tesiri olur. Mesela, tipik bir durum olarak, hükûmetler kendilerine seçimlerde oy kazandıracağına veya oy kaybetmesini engelleyeceğine inandığı şeylere, onları yanlış görse de imza atabilir, yol verebilir. Türkiye’nin yakın tarihinde EYT olayı bunun tipik bir örneğidir. EYT, neresinden bakılırsa bakılsın, hatadır. Erdoğan 2018’de, mealen, siyasi hayatına mal olsa bile gerçekleştirmeyeceğini söylediği bu uygulamayı maalesef 2023 seçimleri öncesinde hayata aktardı. Bunda muhalefetin sırtında yumurta küfesi olmamasının verdiği rahatlıkla gerçekleştirdiği ölçüsüz seçim vaatleri ve yaklaşan seçimlerin bunun da tesiriyle kaybedilebileceği endişesi önemi rol oynadı.
AK Parti iktidarında son zamanlarda dikkat çekici bir değişiklik özellikle Suriyeli sığınmacılara yönelik kamu politikasında göze çarpmakta. Aslında bu politika Erdoğan hükûmetlerinin, hassaten Erdoğan’ın, en doğru durduğu yerlerden biriydi. Komşumuz Suriye’de bir iç savaş patlak verdi. Acımasız bir diktatör olan Esad Türkiye’nin telkin ve tavsiyelerine aldırmadı. Bir azınlığa dayanan mezhepçi rejimini ayakta tutmaya çalıştı. Tüm demokrasi ve demokratik hak taleplerine silahla karşılık verdi. Silahlı güçlerini sivil insanların üzerine sürdür. Can havliyle yüzlerce yıldır vatanları olan toprakları terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan en yakın yerlerden biri olduğu için Türkiye’ye sığınmaya çalıştı. Türkiye gerekeni yaptı ve sığınmacılara karşı açık kapı politikası izledi. Bu yolu aynı zamanda uluslararası hukuka ve evrensel insan haklarına göre de izlemek zorundaydı. Böylece binlerce Suriyeli sığınmacı Türkiye’ye akın etti.
Türkiye bu insanları topraklarına aldı. Önce onlar için kurulmuş olan kamplara yerleştirdi. Sonra bunun yanlış olduğu düşüncesiyle sığınmacıların ülke içinde dağılmasına izin verdi. Sığınmacılar çeşitli yerlere yerleşti. Başlarda ülkeye bir yük getirdiği düşünülen sığınmacılar zaman içinde ülkeye önemli ölçüde entegre odu ve ekonomide önemi roller üstlenmeye başladı. Bugün ülke ekonomisinin üretken ve vazgeçilmez bir parçası. Bazı sektörler onlar olmasa duracak hâlde. Yani sığınmacılar artık ülkeye yük getirmemekte, aksine, büyük katkı sağlamakta.
Buna rağmen, 2023 seçimlerinin ardından yeni hükûmetin sığınmacılara karşı politikası değişmeye başladı. Olur olmaz sebeplerle, bazen uyduruk gerekçelerle sığınmacılar taciz edilmeye başladı. Binlercesi Geri Gönderme Merkezlerine alındı ve sudan bahanelerle geri gönderildi. Aynı şeyler bu konuda faşist ve ırkçı politika taleplerini dile getiren CHP veya Zafer Partisi iktidarda olsa yine yapılacaktı. Aradaki tek fark CHP ve ZP’nin bu konuda büyük gürültü çıkaracak olmasına karşılık hükûmetin aynı şeyleri daha sessiz sedasız gerçekleştirmesi...
Hükûmetin tersine dönen sığınmacılar politikası sadece sığınmacıları mağdur etmekle kalmayacak. Ne yazık ki, Türkiye’ye de fayda sağlamayacak, zarar verecek.
KapatAvrupa Birliği liderleri, mülteci sorunu ile ilgili, tutum değişimine işaret eden bir zirveyi geride bıraktı.
Perşembe günü yapılan zirveden, ...
18 Ekim - AB'de sığınmacılar için 'geri dönüş merkezleri' planı hayata geçirilebilir mi? Devamı18 Ekim - AB'de sığınmacılar için 'geri dönüş merkezleri' planı hayata geçirilebilir mi?
Avrupa Birliği liderleri, mülteci sorunu ile ilgili, tutum değişimine işaret eden bir zirveyi geride bıraktı.
Perşembe günü yapılan zirveden, sığınma başvurusu reddedilenlerin sınır dışılarının hızlandırılması için yasa değişikliği yapılması kararı çıktı.
Yasal yolları tüketen sığınmacılar için Avrupa sınırları dışında "geri dönüş merkezleri" kurulması önerisi Avrupalı liderlerin çoğu tarafından desteklendi.
Ancak İspanya ve Belçika, Avrupa hukukuna göre, kişilerin üçüncü bir ülkeye gönderilmesinin mümkün olmadığını belirterek öneriye karşı çıkıyor.
Zirvede verilen önemli mesajlardan biri de "Suriye'nin artık güvenli bir ülke olduğuna" yönelik açıklama oldu.
Birlik, Beşar Esad yönetimiyle bağların yeniden kurularak, Suriyeli sığınmacıların "gönüllü ve güvenli" şekilde ülkelerine dönmesinin sağlanmasını tartıştı.
AB Komisyonu tarafından bu yılın ortalarında kabul edilen yeni Avrupa Göç Anlaşması 2026 yılı ortasında yürürlüğe girecek. Bazı AB liderleri ise bu zirvede daha acil ve "yenilikçi" önlem önerilerini gündeme getirdi.
Zirvede, Avrupa sınırları dışında geri dönüş merkezleri kurulması önerisi üzerinde ortak tutum oluşmadı.
Çek Cumhuriyeti Başbakanı Peter Fialla'nın deyimiyle, Afganistan ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine gönderilmesi de dahil, daha önce "tabu" sayılan birçok konuda AB liderleri görüşlerini açıkladı.
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, sığınma başvurusu reddedilen göçmenler için Arnavutluk'ta açılan iki geri dönüş merkezi hakkında bilgi verdi.
'Suriye artık güvenli ülke'
Hollanda Başbakanı Dick Schoof da, sığınma başvurusu reddedilen Afrikalılar için Uganda'da geri dönüş merkezi kurmayı planladıklarını ve bu konuda Uganda ile yapılan temasları anlattı.
Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırıları sonrası buradaki 250 bin civarında Suriyeli sığınmacının ülkelerine geri döndüğünü belirtti ve Suriye'nin artık güvenli bir ülke haline geldiğini savundu.
Nehammer, Avrupa'daki Suriyeli ve Afgan sığınmacıların kendi ülkelerine geri gönderilmesi önerisinde bulundu.
İtalya Başbakanı Meloni de, Suriyeli sığınmacıların güvenli bir şekilde ve gönüllü olarak geri dönüşünün sağlanması için Esad rejimi ile bağların yeniden kurulmasını istedi.
Rusya ve Belarus suçlanıyor
Rusya ve Belarus'un sığınmacıları "silah olarak" kullandığını belirten Polonya Başbakanı Donald Tusk da, bu hafta başı açıkladığı, sığınma başvurularını geçici olarak askıya alma planı hakkında bilgi verdi.
Polonya Başbakanı'nın bu önerisi, AB liderlerinin büyük çoğunluğundan destek gördü. AB Komisyonu Başkanı von der Leyen de, Tusk'un talebine kapıyı kapatmadı.
Donald Tusk, liderler zirvesi sonrası yaptığı açıklamada, "Az önce tüm liderlerle önemli bir toplantıdan çıktım ve istediklerimi başardım" açıklamasını yaptı.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, talepleri reddedilen sığınmacıların sınır dışı edilmesi konusunda kısa sürede bir yasa önerisi sunacaklarını açıkladı.
Von der Leyen, yasal yolları tüketen sığınmacıların sadece beşte birinin sınır dışı edilebildiğine de işaret etti.
İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, von der Leyen tarafından gündeme getirilen Avrupa sınırları dışında geri dönüş merkezleri önerisine taraf olmadıklarını söyledi.
Sánchez, zirve sonrası yaptığı açıklamada, "Bu hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi, yeni sorunlar da yaratacaktır" dedi.
Belçika Başbakanı Alexande De Croo da, Avrupa sınırları dışında kurulacak göçmen merkezlerinin hem maliyetli hem de etkisiz olduğunu savundu.
İtalya'da mahkeme iptali
İtalya'da ise sığınma talebinde bulunan göçmenleri Arnavutluk’ta kurulan merkezlere gönderme projesi başladıktan hemen sonra mahkeme engeliyle karşı karşıya kaldı.
Çarşamba günü 16 göçmen, İtalya donanmasına ait bir gemiyle Arnavutluk’a götürülmüştü.
Roma’daki mahkeme, bu göçmenlerin Arnavutluk’taki merkezlerde tutulmasının onanması talebini reddetti.
Mahkemenin kararında, Arnavutluk’ta ‘gözaltında tutulan’ bu kişilerin geldikleri ülkelerin ‘güvenli’ olarak tanımlanmasının mümkün olmadığı ve İtalya’ya getirilme haklarının bulunduğu belirtildi.
Mısır ve Bangladeşli oldukları açıklanan bu 16 kişiden 4’ü Arnavutluk’a götürüldükten sonra küçük yaşta ya da korunmaya muhtaç durumda olduklarının tespit edilmesiyle tekrar İtalya’ya gönderilmişti.
İtalya hükümeti binlerce göçmeni sığınma başvuruları değerlendirilirken Arnavutluk’ta kurulan iki merkezde tutmayı planlıyor.
Başka bazı Avrupa ülkelerinin de göç meselesini 3. ülkelere nakil yoluyla çözme girişimleri açısından bu plana ilgi gösterdiği belirtiliyor.
Ancak İtalya-Arnavutluk arasındaki anlaşma insan hakları ve uluslararası yasaların ihlal edilmesi endişesine de yol açtı.
İlk aşamada 16 kişinin Arnavutluk’a götürülmesinin masrafının 300 bin euroyu bulduğu, göçmenleri bu ülkede tutmanın İtalyan vergi mükelleflerine çok daha pahalıya mal olduğu eleştirileri de var.
Hafta başında 16 kişinin Arnavutluk’taki merkezlere götürülmesinden bu yana İtalya’ya deniz yoluyla gelen göçmen sayısı ise 2 binin üzerinde oldu.
Bu nedenlerle muhalefet ve insan hakları örgütleri İtalya-Arnavutluk anlaşmasını hükümetin pahalı ama etkisiz bir propaganda aracı olarak yorumluyor.
KapatMülteci meselesi siyasetin ana gündem maddelerinden biri ve uzun yıllar da böyle olmaya devam edecek gibi görünürken, dünyanın en ...
17 Ekim - Röportaj: Avukat Derman Güler: 'CHP ırkçı siyasetçileri makamla onurlandırıyor' – Nuray Babacan (Gazete Duvar) Devamı17 Ekim - Röportaj: Avukat Derman Güler: 'CHP ırkçı siyasetçileri makamla onurlandırıyor' – Nuray Babacan (Gazete Duvar)
Mülteci meselesi siyasetin ana gündem maddelerinden biri ve uzun yıllar da böyle olmaya devam edecek gibi görünürken, dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesi olan Türkiye’nin de bu meseleye akılcı ve hakkaniyetli çözümler üretmesi bekleniyor. Ancak merkezdeki partilerin yapısal sorunları gidermek yerine, ‘öteki’ni işaret etmeye başladıkları bu süreçte ne yazık ki konu ırkçı siyasetin inisiyatifine terk edilmiş durumda.
Yaşadığımız dönemde insanlık krizine dönüşen mülteci meselesinin uluslararası boyutlarını, sağ popülizme karşı solun nasıl bir tavır alması gerektiğini ve konunun çözüm imkanlarını insan hakları hukukçusu, avukat Ali Deman Güler ile konuştuk.
‘GÖÇ İNSANLIK TARİHİNİN, MÜLTECİLİK İSE KAPİTALİST ÇAĞIN BİR ÜRÜNÜ’
Uzun yıllardır insan hakları ve mülteci hukuku alanında çalışıyorsunuz. Sizce dünyada ve Türkiye'de insanlık krizine dönüşen mülteci meselesindeki ırkçı popülist siyasete karşı sol neden etkili bir politika geliştiremiyor?
Mülteci meselesinin çözümüne yönelik solun neden etkili bir politika geliştiremediğini sorgulamadan önce solun bu konuda nasıl bir yaklaşımı olması gerektiğini konuşalım isterseniz. Sosyalistler, hepimizin bildiği üzere, emek sömürüsünün son bulduğu, sınıflı toplumun ortadan kalktığı, devletin tedrici olarak sönümlendiği bir dünya için mücadele ederler. Sosyalist solun bu bağlamda tarihi henüz birkaç yüzyılı bulan ulus devletleri ve bunlarca çizilmiş siyasal sınırları aşan apayrı bir dünya tahayyülü vardır. Dolayısıyla kapitalist dünyanın reel politiği ile sosyalist fikriyatın gelecek kurgusu arasındaki fark bugün sizin sorduğunuz sorunun cevaplarını içinde barındırıyor.
Örneğin, sosyalistler için kapitalist dünyanın çizdiği siyasal sınırlar hiçbir anlam ifade etmez. Buna göre dünyadaki temel çelişki emek ve sermaye arasındadır. Bu bağlamda Komünist Manifesto'da söylendiği gibi "işçilerin vatanı yoktur!" Dolayısıyla tüm dünya proleterlerinin sınıf mücadelesi etrafında birleşmesini öngören bir ideolojinin kapitalist dünyanın ulus devlet sınırlarıyla doğrudan bağlantılı olan ‘mültecilik’ gibi bir kavrama parlamenter siyaset içinde yanıt verirken zorlanması kadar doğal bir şey olamaz.
İnsanlık tarihi aynı zamanda bir göç tarihi…
Evet, yeri gelmişken sıklıkla yapılan bir hatayı düzeltelim o halde. Göç, insanın dünya üzerinde yaşamaya başladığı ilk günden beri var olan bir olgudur, hatta bir bakıma evrimseldir. İlkel toplumda da feodal toplumda da kapitalist toplumda da var olmuştur. Bugün gibi yarın da var olmaya devam edecektir. Mültecilik ise devlet sınırlarının belirginleştiği, kulun vatandaş olduğu, ulus devletlerin güçlü sınır denetimlerine başladığı henüz çok yakın bir tarihsel dönemin meselesi. Şöyle diyelim, insan yeryüzü üstünde yetmiş bin yıldır yaşıyorsa, mültecilik taş çatlasın yüz elli yıllık bir konu. Dolayısıyla yetmiş bin yıllık göç olgusuyla yüz elli yıllık mülteciliği birbirinden ayırmak gerekir. Göç insanlık tarihinin, mültecilik ise kapitalist çağın bir ürünüdür diyebiliriz.
‘1951 MÜLTECİ SÖZLEŞMESİNİN KURGUSU 73 YILDA ÇÖKTÜ’
Avrupa Birliği (AB) gibi siyasal aktörler iltica hukuku kavramlarını işine geldiği şekilde kullanırken göç ve mültecilik terminolojisine ilişkin bir kargaşa da yaşanıyor. Peki, mülteciler uluslararası hukuk tarafından nasıl tanımlanıyor?
Benim de uzun süredir üzerinde düşündüğüm bir konu bu. Elimizde burjuva hukukunun 1951 Sözleşmesi tanımı dışında bir veri yok. Buna göre kabaca ‘dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan kişi’ diye tanımlanıyor mülteciler. Bu tanım, adil bir dünya hayali kuran bizler için başlı başına bir sorun. Öncelikle tanımın çerçevesi çok dar. Örneğin, kıtlık çeken bir ülkenin yurttaşı açlıktan ölecek duruma gelse bile mülteci olmaya hak kazanamıyor, uluslararası hukuk onu korumuyor. Mülteci Sözleşmesi'nin üzerinden geçen 73 yılda metnin ana kurgusu çöktü. Küreselleşen yağmacı kapitalizm dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirdi. Mesela bugün iklim mültecileri diye bir kavram oluştu. 2050 yılına kadar içinde Fiji ve Solomon Adaları’nın bulunduğu beş ülke sular altında kalacak. Milyonlarca insan bu felakette yurtlarını yitirecek. Vatansız kalacak bu halklar için mevcut uluslararası hukuk bir koruma sağlamıyor, onlara mültecilik statüsü vermiyor.
‘SİSTEM, MİLYONLARCA YURTTAŞI MÜLTECİ İŞÇİ SOPASIYLA TEDİP EDİYOR’
Peki, siz genel olarak ülkemizdeki mültecileri nasıl tanımlıyorsunuz? Bununla birlikte Türkiye’de siyasal rejimin mülteci politikalarını nasıl anlamalıyız?
Ben ülkemize gelmiş, çoğu Suriyeli, milyonlarca insanı ‘güvencesiz göçmen proleterler’ olarak tanımlıyorum. Bu grubun tümünün işçi sınıfına dahil olmadığı elbette aşikar. Fakat ‘Erdoğan Devletinin’ mültecileri konumlandırdığı yer tam olarak burası. Bir ikame topluluktan bahsediyoruz. Ekonomik ve siyasi ikame rejimine tabi bir grup bu. Düşük ücrete, kötü çalışma koşullarına, sendikalılığa karşı Türkiyeli proleterleri ikame ediyor. Suriyeliler olmasa fabrikalar durur diyen ahlaksız zihniyet buradan besleniyor. Çalışma izni sayılarına bakın lütfen. Bu insanların sigortasız şekilde, asgari ücretin altında kalan maaşlarla, azami çalışma sürelerinin çok üzerindeki saatler boyunca çalıştırıldığını bilmeyen var mı? Sistem işte milyonlarca yurttaşı bu mülteci ikame işçi sopasıyla tedip ediyor. İşin ekonomik ikame boyutu bu… İnsan haklarına, uluslararası hukuka, anayasaya aykırı binlerce uygulamayı da mültecileri üzerinize salarım diye AB ve uluslararası siyaset nezdinde görünmez kılıyor. Bu sayede sistem, mülteci meselesini kişi hak ve özgürlüklerine yedeklemiş oluyor. Fiilen çökmüş uluslararası insan hakları rejimi de bu aşağılık durumu kabulleniyor. Mültecilerin ikame rejimi dediğim uygulamadaki siyasi rolü de bu. İşte sol siyasetin önündeki görevin bu gerçekleri halka anlatmak; durumu “mücadelede ortaklaşmamız gereken mültecilerdir, karşı çıkılması gereken ise iktidar ve kapitalizmin mülteci yaratan politikalarıdır” diye ifşa etmek olduğunu düşünüyorum. Tabi bu dilin yozlaşmış sağ söylemin dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı diskuru kadar kolay kurulamayacağını, yurttaş nezdinde karşılık bulması için yoğun çaba gösterilmesi gerektiğini kabul etmemiz gerekiyor.
‘KILIÇDAROĞLU'NUN ‘GÖNDERECEĞİZ’ SÖZÜNÜ HATIRLAYIN’
Sanırım bu yanıt baştaki ırkçı popülist siyasete karşı solun etkili politika geliştirmesinin önündeki zorlukları açıklıyor. Peki, bu güçlükler, ırkçı popülist söylemlere teslim olup zaman zaman da benzer politikalar üretmeyi haklı kılar mı?
Ben sınıf perspektifi olmayan bir siyaseti sol olarak adlandırmaya karşıyım. Bu açıdan, hadi adını açıkça analım CHP, olsa olsa burjuva demokratik değerleri savunan bir kitle partisi olarak adlandırılabilir. CHP'den ulus devlet sınırlarını inkar eden, emeğin serbest dolaşımını, enternasyonalist güç birliğini savunan bir yaklaşım beklemek makul de mantıklı da değildir. Ancak, sıkıntı da esasen burada başlıyor. CHP demin yetersizliğinden dem vurduğumuz 1951 Sözleşmesi'nin bile gerisinde tutum alan bir parti oldu. Kılıçdaroğlu'nun defalarca ‘göndereceğiz’ sözünü kullanmasını hatırlayın. Geri gönderme yasağı gibi temel, aksine işlem yapmanın mümkün olmadığı bir "jus cogens" normu dahi popülizm uğruna feda edebilen bir bakış bu.
‘CHP, IRKÇILARI TALTİF EDİYOR, MAKAMLA ONURLANDIRIYOR!’
Bu bağlamda CHP’nin özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ırkçı bir partiyle aynı söylemleri kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kapalı kapılar ardında meselenin en ırkçı kanadını teşkil eden Ümit Özdağ gibi bir kişiye bakanlık verebilen bir anlayışa söylenecek çok da bir söz yok aslında. Bu basiretsiz siyasi bezirganlık olsa olsa politika kısırlığı, kadro kalitesizliği ve siyasi körlük ile açıklanabilir. Yalnız bir o kadar vahimi de CHP'nin güncel durumunda saklı bence. Bugünkü CHP yönetiminin yerel seçimlerde iki üç fazla belediye almak adına düştüğü acziyet mutlaka tartışılmalıdır. Ben mültecilere iş yeri ruhsatı vermiyorum, sularını on kat pahalıya satıyorum diyen Tanju Özcan'ı Bolu'ya; mültecilerin nikah ücretini yirmi dört kat artırdım, onları göndereceğim diyen Burcu Köksal'ı Afyon'a belediye başkanı yapan da bugünkü Özel'in CHP'si. Burada Kılıçdaroğlu'ndan Özel'e devamlılık arz eden bir siyasal patern olduğunu görüyoruz. Artık kabul edelim ki bu sağcı duruş, CHP'nin mülteci konusundaki tercihi, genel geçer siyaseti olmuştur. Yoksa bu iki belediye başkanının uygulamalarının CHP tarafından tepki görmesi, bu rezilliğe kurumsal olarak karşı çıkılması beklenirdi.
Söz konusu açıklamaları Avrupa'da herhangi bir ırkçı parti yetkilisi yapsa mahkemeden ceza alır, üyesi oldukları ırkçı partiler dahi kamuoyu tepkisinden sakındıkları için böylelerinin üyeliklerini derhal sonlandırır. Bizde ise CHP, adı geçen bu ırkçı siyasetçileri taltif ediyor, makamla onurlandırıyor. Söz konusu açıklamaları bırakın kınamayı, bunlara bir düzeltme dahi yapamıyor. Bu durum hem siyasi acziyet hem de sözün en usturuplu hali ile ayıptır. Bir insanın suyuyla, ekmeğiyle, evi ve evliliği ile uğraşmaktan; bunları siyasi malzeme yapmaktan insanım diyen herkes utanır, hicap duyar. Faşistlerle, faşistleri makam sahibi yaparak mücadele edemezsiniz. Bunu yapıyorsanız da artık o saatten sonra değil sol, demokratız deme lüksünüz bile kalmaz. Sağcılarla iş tutup sosyalistlere laf çakmanın, onların aldığı oy oranlarını küçümserken sokakta yürüse tanınmayacak figürlere milletvekili dağıtmanın CHP'yi gömdüğü ideolojik çukur işte tam da burasıdır. Sol bu çarpık zihniyete mahkûm değildir diye düşünüyorum.
‘MÜLTECİLER TÜRKİYE’DEKİ EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN ASLİ UNSURUDUR’
Peki, söyleşimizi bitirirken mülteci meselesinde ırkçılığa karşı kalıcı ve etkili bir politika için nereden başlamalı, nasıl bir söylem geliştirmeliyiz diye soralım isterseniz...
Solun, sosyalistlerin tarafı amasız fakatsız ezilenlerin yanıdır. Bugün uluslararası hukukun kazanımlarından bir adım bile olsun geri adım atmak asla kabul edilemez. Beğenmesek, yeterli bulmasak dahi bu düzenlemeler insanlığın ortak kazanımlarıdır. Bu bağlamda mültecileri statüsüzleştirmeye hizmet eden ‘geçici koruma’ gibi muğlak ve hukuka aykırı kavramları reddetmekle işe başlayabiliriz. Bu geçiciliğin yabancı işçiler ve emekçiler için güvencesizlik anlamına geldiğini, bunun da Türkiyeli yoksulları tehdit ve terbiye etmek için kullanıldığını ısrarla dile getirmeliyiz. Türkiye'nin mülteci meselesi ülkenin tüm ilerici unsurlarının birlikte mücadelesi ile hakkaniyetli bir çözüme ulaştırılabilir. Mültecilerin kendisini de bu mücadelenin içinde temel bir özne olarak kabul etmekten başka yol yoktur. Kadın meselesini kadınsız, Kürt meselesini Kürtsüz çözmek nasıl mümkün değilse, mülteci meselesini de mülteciler olmadan, onların fikrini sormadan, mültecileri mücadeleye ortak etmeden çözmek mümkün değildir. Mültecilerden bir eşya gibi söz etmek, onları alınıp satılacak, bir yerden bir yere taşınacak unsurlar olarak görmek yaygın ırkçı aklın hastalıklı bir çıkarımıdır. Mülteci meselesini ülkenin diğer meselelerinden ayırmayı, onu burjuva demokrasinin hapsettiği alandan tartışmayı doğru bulmuyorum. Mülteciler uzunca bir süredir Türkiye'deki eşitlik ve özgürlük mücadelesinin asli unsurlarıdır. Çözüm öncelikle bunu kabul etmek, ardından yurttaşları ve mültecileri bu ortak mücadelede bir araya getirmektedir diye düşünüyorum.
‘KÜRESEL KAPİTALİZMİN SÖMÜRÜ DÜZENİ DEVAM ETTİKÇE MÜLTECİLİK VAR OLACAK’
Dünyada savaşlar, yoksullaşma ve iklim krizi ile birlikte oluşan global devletsizleştirme ve istikrarsızlaştırma politikaları sonucunda neredeyse bütün coğrafyalarda yurtsuzlaştırılmış, topraklarından koparılmış insanların daha güvenceli gördükleri bölgelere akın ettiği bir tablo ile karşı karşıyayız. Göçün her geçen gün daha fazla arttığı bir süreçten geçiyoruz. Son olarak şunu sormak istiyorum, sizce aslında bu durumun müsebbibi olan büyük devletler kendi yarattıkları krizi yönetebilecekler mi? Bu gidişata göre 10 yıl sonra dünyayı nasıl bir tablo bekliyor?
Kapitalist sistemin batıda yarattığı refah devletlerinin ne pahasına varlıklarını sürdürdüklerini hatırlamadan bu sorulara yanıt vermek oldukça zor. Konuyu açıklamak adına Okyanusya’daki küçük ada devleti Nauru ilginç bir örnektir. Bu ada halkının hayatı 1900’lerin başında ülkelerinde bulunan fosfat sayesinde geri dönülemez biçimde değişti. Ülkenin 1968 yılında bağımsız olmasını izleyen on yıl içinde Naurulular önemli bir gelire sahip oldular ve ülkede gayri safi milli hasıla 1981 yılında zirveye çıktı. Fakat aradan geçen yıllarda ülke ekonomisinin bel kemiği olan fosfatın tükenmesiyle Nauru ciddi bir ekonomik krize girdi. Bu süre zarfında fosfattan kazanılan gelirin büyük kısmı sömürgeci kapitalistleri zengin etmiş, Nauru halkı bu gelirin ancak çok küçük bir kısmından yararlanabilmişti. Bunun yanında yaklaşık yüz yıllık madencilik serüveni adanın yüzde seksenini ekonomik olarak kullanılamaz duruma getirmiş, suyunu içilmez toprağını ekilmez kılmıştı. Bugün ada, bu sömürünün ana bileşeni Avustralya tarafından bir mülteci gözaltı merkezi olarak kullanılıyor. Bu iş için Nauru hükümeti Avustralya’dan çeşitli adlar altında milyonlarca dolar ödeme alıyor. Ülkeden çıkarılıp götürülen fosfatın yanında devede kulak kalsa da, ödemeler 2015 yılında, artık iyice fakirleşmiş ülkenin bütçesinin üçte birine kadar yükseldi. Kendisi de bir göçmen ülkesi olan Avustralya’nın Nauru’ya para karşılığı bir mülteci hapishanesi muamelesi yapması size bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
Adı Nauru ya da Türkiye olsun, küresel kapitalizmin ekonomik sömürü ve savaşla dizayn ettiği yoksul ülkelerin vatandaşları ya kendisi mülteci oluyor ya da bu hale gelmelerinin sebebi olan devletlerin mevcut refahını sürdürmesi için ülkelerinin sınır karakolları olmasına razı bırakılıyorlar. Bugünkü uluslararası mülteci mevzuatı küresel kapitalizmin kendi yarattığı sorunları yine kendi sistemi içinde çözme çabasından başka bir şey değil. Bu açıdan durum bana kesik kuyruğunu yakalamak için etrafında dört dönen çaresiz bir kediyi anımsatıyor. Küresel kapitalizmin sömürü düzeni ve saldırganlığı devam ettikçe mülteci krizi devam edecek ve bu krizi yönetmek mümkün olmayacaktır. Solun önündeki güncel görev bu nedenle, uluslararası hukukun kazanımlarını korumak, iklim krizi, kıtlık ve derin yoksulluk gibi alanları mevzuata yeni iltica sebepleri olarak eklemek olmalıdır diye düşünüyorum. Ancak, sistemin temel çelişkilerine küresel çapta bir yanıt verilmedikçe, on yıl sonrasının bugünden farklı olmayacağını, hatta kazanımlarda kısmi geriye gidişlerin mümkün olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
KapatAylarca süren ortak soruşturma, Brüksel'den gelen fonlarla işletilen ve hak ihlalleriyle dolu bir sistemi ortaya ...
14 Ekim - Türkiye'nin AB tarafından finanse edilen sınır dışı etme makinesinin İçindeki ihlaller Devamı14 Ekim - Türkiye'nin AB tarafından finanse edilen sınır dışı etme makinesinin İçindeki ihlaller
Aylarca süren ortak soruşturma, Brüksel'den gelen fonlarla işletilen ve hak ihlalleriyle dolu bir sistemi ortaya çıkardı
Dawood, geçen yıl tutulduğu sınır dışı merkezindeki Türk güvenlik görevlilerinin gözlerindeki iğrenmeyi hatırlıyor. "İnsanlığın öldüğünü hissettim," dedi, güvenliğini korumak için takma adla tanımlanan 30'lu yaşlarındaki yumuşak sesli Suriyeli adam. "Sadece bağırmaya devam ettiler: 'Siz hayvanlar gibisiniz! Sizden bıktık. Eğer bir erkekseniz, Suriye'ye geri dönün ve savaşın!'"
Cesaretten ve ülkesine olan sevgiden yoksun olmayan Dawood için aşağılanma çok ağır oldu. Suriye'ye döndüğünde, Beyaz Miğferler olarak da bilinen Suriye Sivil Savunması için gönüllü kurtarma görevlisi olarak çalıştı. Dawood, beş yıl boyunca Beşşar Esad rejimi ve Ruslar tarafından bombalanan yanan binalara daldı, başkalarını kurtarmak için kendi hayatını riske attı ve sonunda 2022'de Suriye'nin İdlib eyaletinden kaçıp geçerli belgeleri olmadan İstanbul'a yerleşti.
Dawood, şu anda saklandığı Suriye restoranından bir röportaj sırasında bu muhabire, "O gardiyanlara Suriyelilerin neler deneyimlediğini anlatmaya çalıştım," dedi. "Ama onlar, 'Umursamıyoruz. Öleceksen, git Suriye'de öl,' dediler."
Dawood, Eylül 2023'te Türkiye'den Bulgaristan'a yasadışı yollardan geçmeye çalışırken yakalandıktan sonra, Türkiye'nin Gaziantep şehrinin hemen dışında bulunan sınır dışı merkezinde son bulmuştu. Diğer Suriyelilerle dolu bir otobüsle Suriye sınırına yakın tesise vardığında, metal çitler ve dikenli tellerle kaplı uzun duvarlarla çevrili devasa beş katlı bir kompleks gördü. Girişte, "Bu proje Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilmektedir" yazan soluk bir tabela duruyordu.
Dawood geldiğinde telefonuna el konuldu ve bir odanın önünde sıraya girmesi söylendi. Sırasını beklerken, önünde sırada duran adamın iki sivil polis memuru tarafından odadan sürüklenerek çıkarıldığını ve dövüldüğünü hatırladı. Sonra Dawood çağrıldı. Odanın içinde, 30'lu yaşlarında, sarıya boyanmış saçlı bir kadın bir bilgisayarın başında oturuyordu ve ona daha sonra el konulan eşyalarını alabilmek için "bazı standart evrakları" imzalamasını söyledi. Dawood önündeki forma baktı ve "Suriye Arap Cumhuriyeti'ne gönüllü dönüş" kelimelerini gördü.
“Daha sonra o kadına bir avukatla görüşmek istediğimi söyledim, ancak o kadar çok insanın sırada beklediği bir ortamda böyle şeyler için zaman olmadığını söyledi,” diye hatırlıyor Dawood. “Israr ettiğimde, 'Gerçekten o polis memurlarını tekrar aramamı mı istiyorsun?' diyerek beni tehdit etmeye başladı.”
Dawood'un anlattıkları anormal bir olay değil. AB'nin göç yönetimini üçüncü ülkelere dış kaynak olarak vermesinin ve mültecilerin hakları ihlal edildiğinde göz yummasının karanlık yüzü. Bu makalenin yazarlarının Lighthouse Reports tarafından koordine edilen ortak bir soruşturmada bildirdiği gibi, AB göçmenlerin ve mültecilerin kötü muamele gördüğü, aşağılandığı ve sözde "gönüllü sınır dışı formları" imzalamaya zorlandığı 32 "geri gönderme merkezi"nden oluşan geniş bir ağın kurulması ve işletilmesi için en az 200 milyon avro fon ayırdı. Soruşturma, El Pais, NRC, Der Spiegel, Al Jumhuriya, Politico, Le Monde, L'Espresso, Etilaat Roz ve Suriye Araştırmacı Gazeteciliği Hesap Verebilir Gazetecilik (SIRAJ)'dan 20'den fazla gazetecinin yarım yıldan fazla süren haberciliğini içeriyordu.
Ankara, Haziran 2023'ten bu yana yetkililerin 180.000 "düzensiz göçmeni" sınır dışı ettiğini ve 160.000 Suriyelinin ülkelerine "gönüllü olarak geri döndüğünü" söylüyor. Türkiye ayrıca geçen Temmuz ayında ülke çapında binlerce kişinin Suriyelilerin evlerini, dükkanlarını ve diğer mülklerini ateşe verdiği ve Suriyelilere saldırdığı, 17 yaşında bir Suriyeli çocuğun öldüğü isyanlara tanık oldu. Bu tür ırkçı şiddet patlamaları, Türk hükümetinin kitlesel sınır dışı etme kampanyasıyla birleşince, Türkiye'yi bir zamanlar dünyanın en fazla mültecisine ev sahipliği yaptığı için övülen bir ülkeden, bu mültecilerin sokaktan alınma, gözaltına alınma ve zorla sınır dışı edilme korkusuyla evlerinin içinde saklandıkları bir yere dönüştürdü.
AB, bu baskının sorumluluğunu birkaç şekilde paylaşıyor. Brüksel, milyonlarca mülteciyi Türkiye'de tutmak için Ankara ile anlaşmalar yaparak Türk toplumuna muazzam bir baskı yapmakla kalmadı, aynı zamanda göçmenleri ve mültecileri yakalama, gözaltına alma ve uzaklaştırma sistemini de finanse etti, araştırmamız bunu buldu. Geçtiğimiz yıl bir bilgi edinme özgürlüğü talebiyle elde edilen yüzlerce sayfalık AB iç belgelerini inceleyerek, AB'nin geri gönderme merkezleriyle ilgili bir düzine projeye 213 milyon avro taahhüt ettiğini ve yatak çarşaflarından dikenli tellere kadar neyin finanse edildiğini ayrıntılı bir şekilde belgeleyebildiğimizi hesapladık. AB yetkililerinin merkezler içinde bildirilen suiistimallerin farkında olduğuna dair açık kanıtlar bulmamıza rağmen, finansman kesintiye uğramadan devam etti ve Brüksel şu anda yeni bir uzatma hakkında görüşüyor.
Ayrıca geri gönderme merkezlerinde ve yardımcı tesislerde tutulan (ve bazı durumlarda hala tutulan) yaklaşık 40 kişiyle görüştük. Bireysel tanıklıkları görsel kanıtlar, kamu ve iç AB belgeleri ve hükümet dışı örgüt raporlarından elde edilen bulgularla doğrulayarak geri gönderme merkezlerindeki koşulları ayrıntılı bir şekilde araştırdık ve aşırı kalabalıklık, kötü hijyen, dayak, ırkçı taciz ve intihar girişimlerinin yanı sıra belirsiz koşullar altında meydana gelen bildirilen ölümlere dair ezici kanıtlar bulduk. Lighthouse araştırması hem Suriyelilerin hem de Afganların deneyimlerini kapsarken - Türkiye'deki iki ana mülteci grubu ve en sık gözaltına alınanlar - New Lines özellikle Suriyelilere odaklandı.
Lighthouse'un yazılı sorularına yanıt olarak Ankara, hem Türk hem de uluslararası hukukta yerleşik geri göndermeme ilkesine olan bağlılığını yineledi, bu ilkenin Suriye için geçerli olduğunu teyit etti ve bu nedenle Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşlerin "gönüllü, güvenli ve onurlu" olduğunu savundu. Ancak bu soruşturma, sadece çok sayıda avukat da dahil olmak üzere zorla sınır dışı edilen Suriyelilerin ifadelerinde değil, aynı zamanda hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem de Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında ve hatta mevcut ve eski Türk yetkililerin itiraflarında aksine ezici kanıtlar buldu. Bu yetkililerden biri, geçen yıla kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanıydı ve Suriye'ye gönderilen kişilerin geri dönmek istememesi durumunda hükümetin "onları yine de gönderdiğini" teyit etti.
Ankara'nın sınır dışı etme makinesi yıllardır tam gaz çalışıyor, ancak 2023'teki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından aşırı ısındı. Bu kritik oylama sırasında Erdoğan devrilmeye yaklaştı ve göç konusundaki "yumuşak duruşu" nedeniyle sürekli olarak saldırıya uğradı. Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), en azından 2018'den beri bu konuyu öne çıkardı, ancak bu sefer bir adım daha ileri giderek ülkedeki sözde "13 milyon Suriyelinin" toplu olarak sınır dışı edilmesini isteyen aşırı sağcı bir uç parti olan sözde Zafer Partisi ile ittifak kurdu (gerçekte, Türkiye'de 3 milyondan fazla kayıtlı ve en az yüz binlerce kayıtsız Suriyeli var). Sonuç, milliyetçi öfke ve ırkçı söylemlerle dolu bir kampanya oldu ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu mültecileri "her gün damarlarımıza sızan kontrolsüz bir sel ... ve bir gün varlığımızı tehdit edecek" olarak tanımladı.
Erdoğan muhalefetin tonunu eleştirirken, sonunda onların mesajını devraldı ve aynı şekilde bir milyon Suriyelinin "geri dönüşünü" sağlama sözü verdi. 20 yıl önce iktidara geldiğinden beri en dar farkla yeniden seçildiğinde, Ankara'daki birkaç kaynak, yeni içişleri bakanına ve Göç İdaresi Başkanlığı (PMM) müdürüne verdiği talimatların açık olduğunu söyledi: sınırı kontrol edin, düzensiz göçü bastırın ve Suriyelilerin sayısını azaltın. PMM ile sık sık temas halinde olan bu kaynaklardan biri, ortak soruşturmaya isminin açıklanmaması koşuluyla "Entegrasyon çabaları bir kenara bırakıldı" dedi. "Şimdi tüm odak mümkün olduğunca çok sayıda insanı sınır dışı etmek."
Bu hedefe ulaşmak için Başbakanlık, seçimden hemen sonra Temmuz 2023'te yeni bir amiral gemisi projesi başlattı: sözde mobil göç araçları. İçişleri bakanına göre, şu anda dolaşımda 270 adet kırmızı-beyaz minibüs bulunuyor. Bunlar Türkiye sokaklarında devriye geziyor veya otobüs ve metro istasyonlarının dışında belgesiz yabancı olabilecek kişileri arıyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bu yılın Ağustos ayında Türk kanalı Habertürk'e verdiği röportajda, "Bu araçlar geldiğinde kimse dışarı çıkamaz," diye övündü. "Elbette kayıtlı yasal göçmenlerden bahsetmiyorum," diye hemen ekledi. "Ama diğerleri için: Dışarı çıkar çıkmaz onları yakalayacağız."
Birkaç diplomat ve avukat, Türkiye'deki Afgan mülteciler için, Taliban'ın 2021'de Afganistan'ı ele geçirmesine rağmen uluslararası koruma elde etmenin çok zor olduğunu söyledi. Suriyeliler, Türkiye'nin mültecileri hala açık kollarla karşıladığı ve Erdoğan'ın onlara "kardeşlerim" dediği 2013'te onlar için oluşturulan bir statü olan "geçici koruma" için hak kazanırken, belirli bir eyalette kayıtlı olmaları gerekiyor ve 2022'den beri İstanbul, Ankara ve diğer 14 eyalette bu statüye başvurmaları engelleniyor. Yasal statü elde edenler bile - "kimlik" olarak bilinen imrenilen kimlik kartını edinenler - hala işgücü piyasasına erişimlerini ve hareket özgürlüklerini sınırlayan bir dizi kısıtlamaya tabi tutuluyor, örneğin bir eyaletten diğerine taşınmadan önce önceden "seyahat izni" alma zorunluluğu gibi.
İbrahim ismiyle tanınan üniversite öğrencisi genç bir Suriyeli adam, bu yaz Gaziantep'in şehirlerarası otobüs istasyonunda mobil göç aracına bindirildiğinde ve gerekli seyahat izin belgelerini gösteremediğinde yaşadığı bir çileyi hatırladı. İbrahim, yazarlardan birinin duyduğu kız kardeşiyle yaptığı bir telefon görüşmesinde, "Adama Türk üniversitesinde öğrenci olduğumu ve sadece orada yaşayan kız kardeşimi ziyaret etmek için Gaziantep'e geldiğimi söyledim," dedi. "Ama adam bana 'Umurumuzda değil. Beni takip et' dedi."
İbrahim, aynı gün Suriye sınırında bulunan Elbeyli kasabasının dışındaki bir kampa götürüldüğünü söyledi. İbrahim, Dawood'un aksine telefonunu saklamasına izin verilen kampın içinden, "Her iki saatte bir buraya bir otobüs geliyor ve insanları Suriye'ye götürüyor," dedi. "Bizi dövüyorlar ve Suriye'ye gitmek istediğimizi söyleyen bir kağıt imzalamamızı söylüyorlar. Hatta beni su olmayan bir odaya koydular ve gardiyana 'Suriye'ye gitmek istiyorsa su alabilir' dediler."
Başbakanlık Müsteşarlığı, ortak soruşturmanın sorularına verdiği yanıtta, mobil göç araçlarında her zaman bir göç uzmanı ve bir tercümanın bulunduğunu, Başbakanlık Müsteşarlığının “düzensiz göçle mücadelesini medeniyet değerleri, insan hakları ve hukuka uygun olarak” yürüttüğünü belirtti.
Ankara'daki üç kaynağa göre, mobil göç araçları projesi İngiltere'den fon aldı. Ne Ankara'daki İngiltere Büyükelçiliği ne de Londra'daki Dışişleri, Milletler Topluluğu ve Kalkınma Ofisi bu iddiaya yanıt verdi. Öte yandan AB, araçların içinde kullanılan teknolojiye yatırım yaptı. 2020 tarihli bir AB iç belgesinde gösterildiği gibi, Brüksel en az 800 parmak izi tarayıcısı sağladı ve GocNet (MigrationNet) adlı dijital bir veritabanını geliştirmek için yaklaşık 10 milyon avro yatırım yaptı. PMM web sitesinin söylediğine göre bu veritabanı minibüslerin içinde kimlik kontrolleri için kullanılıyor. Dahası, yakalamalar sırasında AB logoları taşıyan farklı tipte araçlar da kullanılıyor. Örneğin, İstanbul'daki merkezi bir meydanda, mobil göç ekipleri tarafından yakalanan kişilerin kimliklerini kontrol etmek için kullanılan AB logolu bir minibüs gördük. Aracın arka kapısında AB ve Türk bayraklarının bulunduğu bir tabela ve yine o bilindik ifade vardı: "Bu proje Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir."
Erdoğan hükümeti için bu proje siyasi bir nimet gibi görünüyor. Yerlikaya, göçü kontrol altına alma konusundaki başarılarıyla övünmesi için neredeyse her ay hükümet yanlısı televizyon kanalları tarafından davet ediliyor. Geçtiğimiz Eylül ayında A Haber kanalına verdiği bir röportajda, arkasındaki büyük ekranda sınır dışı istatistikleri gösterilirken stüdyoda volta atarken, "Size iyi bir haber vereyim!" dedi. Bakan, bir önceki yılın Haziran ayından bu yana mobil göç araçlarının 1,5 milyondan fazla kimlik kontrolü gerçekleştirdiğini ve yaklaşık 190.000 "düzensiz göçmen" tespit ettiğini söyledi. Aynı dönemde 180.000 kişi sınır dışı edilmiş ve yaklaşık 160.000 Suriyeli "gönüllü olarak" Suriye'ye dönmüştü. Sunucunun iltifatlarına maruz kalan Yerlikaya, "Bunu bu şekilde yapan dünyadaki tek ülkeyiz," dedi. Geçtiğimiz yıl, "Tüm zamanların en büyük sınır dışı etme kampanyasını yaptık."
Göçmenler ve mülteciler yakalandıktan sonra sınır dışı etme sürecinin ikinci aşamasına geçiyorlar: bir geri gönderme merkezinde gözaltına alınma. Yerlikaya aynı röportajda ülke genelinde yaklaşık 20.000 tutukluya resmi toplam kapasitesi olan 32 tane böyle merkez faaliyette olduğunu söyledi.
AB, 2007'den itibaren merkezlere fon sağlamaya başladı ve uydu görüntüleri inşaatın 2012 civarında başladığını gösteriyor. Dawood'un tutulduğu Gaziantep dışındaki merkez inşa edilen ilk merkezlerden biriydi. Ayrıca Avrupa Komisyonu, bu muhabirlerin gördüğü 2022 tarihli İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne yazdığı mektupta, "başlangıçta sığınmacılar ve mülteciler için kabul merkezleri olarak planlanmış ve tasarlanmış" altı tesisten biriydi. "2015'te Türk Hükümeti'nin talebi üzerine [kabul merkezleri] Avrupa Komisyonu ile mutabakata varılarak geri gönderme merkezlerine dönüştürüldü."
Avrupa Komisyonu raporunda, "Bu dönüşümün maliyeti Türkiye Hükümeti tarafından finanse edildi" denildi.
Ancak tüm maliyetler değil. PMM “tüm pencerelere demir parmaklıklar” ve “gerekli kapıları ahşaptan çeliğe değiştirmek” için ödeme yaparken, yakın zamanda dönüştürülen merkezlerde güvenlik bir sorun olmaya devam etti; bu soruşturmayla elde edilen 2016-2019 yılları arasında yürütülen bir AB projesine ilişkin dahili bir raporda belirtildi. AB daha sonra dönüştürülen merkezlerde güvenlik panelleri ve dikenli tellerle “dış duvarların yüksekliklerinin artırılması” için en az 1,4 milyon avro ödemeyi kabul etti; Dawood'un parmaklıklar ardındaki penceresinden baktığını söylediği dikenli telin aynısı. Raporda, Avrupa vergi parasının bu şekilde yatırılması sonucunda “kaçış oranının önemli ölçüde azaldığı” belirtildi.
Avrupa Komisyonu sözcüsü, ortak soruşturmalarda sorulan sorulara verdiği yanıtta, burada bahsi geçen yatırımların “geri gönderme merkezlerindeki standart güvenlik sistemlerine atıfta bulunduğunu” ve “genel olarak, geri gönderme merkezlerine sağlanan AB yardımı, Türk yetkililerin merkezlerdeki fiziksel ve maddi koşulları iyileştirme çabalarına önemli ölçüde yardımcı oldu” dedi.
Toplam değeri 60 milyon avro olan bu özel proje, dahili ve kamusal belgelerde bulduğumuz Türkiye'nin geri gönderme merkezleriyle ilgili bir düzine AB projesinden yalnızca biri. Geri gönderme merkezleriyle ilgili projelere taahhüt edilen toplam AB fonunun en az 213 milyon avro olduğunu hesapladık. Bulgularımıza yanıt olarak yazan bir Avrupa Komisyonu temsilcisi, toplamın 200 milyon avronun hemen altında olduğunu söyledi ancak bu paranın harcandığı bireysel projelerin kesin bir dökümünü vermedi.
AB, bu soruşturma boyunca bu tür ayrıntılar konusunda pek açık sözlü olmadı. Örneğin, bir Avrupa Komisyonu sözcüsü, AB'nin 14 merkezin inşası ve 11'inin yenilenmesi veya tadilatı için ödeme yaptığını belirtti. Ancak, iç belgelerde AB'nin sözcü tarafından belirtilmeyen dokuz merkezde daha duvarların uzatılması veya personel alımı için ödeme yaptığına dair kanıtlar bulduk (bu tutarın toplamı, bazıları zamanla kapandığı için şu anda faaliyette olan 32 merkezden daha fazladır).
AB'nin merkezlere sağladığı fonların neredeyse tamamı, sözde "Katılım Öncesi Yardım Aracı"ndan (IPA) geliyor. Teoride, bu katılım öncesi fonlar, Türkiye gibi AB aday ülkelerinin AB üyeliğine nihai katılım için gereken reformları uygulamalarına yardımcı olmak için tasarlanmıştır. Ancak Brüksel ve Ankara arasındaki katılım müzakereleri 2016'dan beri durmuş durumda ve AB, Erdoğan'ın artan otoriterliği nedeniyle bazı IPA yardımlarını askıya aldı, ancak göç alanındaki IPA desteği devam etti.
Ankara'nın AB için göç yönetimi açısından ne kadar önemli bir ortak olduğu, Brüksel ve Ankara'nın sözde AB-Türkiye anlaşmasını imzaladığı Mart 2016'da netleşti. Anlaşmanın özü, Ankara'nın Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapmak için her biri 3 milyar avroluk iki yardım paketi karşılığında Yunan adalarına geçen "düzensiz göçmenleri" geri almasıydı. 2021'de 3 milyar avroluk üçüncü bir dilim eklendi. Bu paranın büyük çoğunluğu Suriyeli mülteciler için çok ihtiyaç duyulan nakit desteğine, sağlık hizmetlerine ve eğitime giderken, AB-Türkiye anlaşması kapsamında bütçelenen paranın bir kısmı da Dawood'un baktığı dikenli tellerin parasını ödeyen 60 milyon avroluk proje dahil olmak üzere sınır dışı merkezleri için projeleri finanse etti.
Elbette, AB fonları merkezlerdeki yaşam standartlarını iyileştirmeye de gitti, AB hijyen kitleri, battaniyeler, yastıklar ve hatta müzik aletleri için ödeme yaptı. Ancak konuştuğumuz tutukluların birkaçı böyle bir yardımdan faydalanmadıklarını belirtti. “Kampa girdiğimizde şampuan, sabun, battaniye ve yastık alacağımızı söyleyen bir kağıt parçası imzalamak zorunda kaldık, ancak sonra almadık,” dedi İngiliz ordusunda tercüman olarak çalışan ve Taliban'dan kaçmak zorunda kalan Afgan bir adam olan Ghani, Kırklareli merkezinde geçirdiği zaman hakkında. “AB'nin ödediği duşlar veya futbol sahaları gibi birçok iyi şey vardı. Ancak bunların hiçbirini kullanmamıza izin verilmedi.”
Yerlikaya, Ağustos ayında Habertürk'teki röportajında, herkesin gelip merkezleri "herhangi bir zamanda" ziyaret edebileceğini belirtmesine rağmen, birkaç Avrupalı diplomat, bir diplomatın "propaganda turları" olarak tanımladığı önceden ayarlanmış ziyaretler dışında böylesine sınırsız bir erişime sahip olmadıklarını bize bildirdi. BM Mülteci Ajansı ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) de merkezlere sınırlı erişimle mücadele ediyor, başka bir diplomat kaydetti. "İzlemek istediklerini izleyemiyorlar."
Avrupa Komisyonu sözcüsü, AB'nin AB parasının nasıl harcandığını kontrol etmek için merkezlere düzenli "izleme misyonları" gerçekleştirdiğini yazdı. Komisyon, bu raporları elde etmek için yaptığımız bilgi edinme özgürlüğü talebimizi kabul etmedi ve belgelerin, üçüncü taraflarla paylaşılırsa "Avrupa Komisyonu ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilere zarar verebilecek" "kritik gözlemler" içerdiğini belirtti.
Koşulların merkezden merkeze değiştiği ve bazılarında son zamanlarda iyileşme olduğu söylense de, eski personelle yapılan görüşmeler, merkezleri ziyaret eden birkaç avukat ve üç dört tesisteki koşullara tanık olan yaklaşık 40 eski tutukluyla yapılan görüşmeler, kötü muamelenin çeşitli biçimlerinin sistemsel ve sürekli olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Konuştuğumuz üç eski ve mevcut personel, merkezlerin “hapishanelerden daha kötü” olduğunu söyledi. “Hijyen berbat, yemekler berbat, her şey kirli ve binalar aşırı kalabalık,” dedi hala birkaç merkezde çalışan bir Türk tercüman. Başka bir mevcut personel, kötü muamelenin ciddiyetinin, tutukluların “Türk vatandaşı olmaması” ve personelin aşırı çalıştırılması ve düşük ücret almasıyla da ilgili olduğunu söyledi. “Çoğu o kadar bitkin ki 'yabancıları' sadece sayı olarak görüyorlar,” diyor.
Aşırı kalabalıklık yapısal bir sorundur. Birçok tutuklu bize en az sekiz kişiyle dört yataklı odaları paylaşmak zorunda kaldıklarını ve açık avlularda veya kapalı spor sahalarında uyuduklarını söyledi. Sosyal medyada doğrulanan görüntüler, İstanbul'un hemen doğusunda bulunan Tuzla merkezindeki tutukluları, çöp yığınlarının ortasında çitle çevrili bir basketbol sahasında sıkışmış halde gösteriyor. (Buradaki durumun, kısmen geçen yılın sonunda İstanbul'un batı ucunda başka bir büyük geri gönderme merkezinin açılması nedeniyle yakın zamanda iyileştiği söyleniyor.)
"Sardalya gibi sıkıştık" dedi 2023 sonbaharında Tuzla'da olduğunu söyleyen Azerbaycanlı bir adam. "Her dört kişiye bir battaniye verildi ve donarak ölmemek için tamamen yabancı insanlara doğru sürünmek zorunda kaldık." 2023 depreminden sağ kurtulduktan sonra başka bir yerde kayıtlıyken İstanbul'a taşınan bir başka Suriyeli adam, Tuzla'da "kanalizasyonlardan sıçrayan fareler" olduğunu söyledi. Aşırı kalabalık ve kötü hijyen, hastalıkların yayılmasını körükledi. İlkbaharda Şanlıurfa geri gönderme merkezinde tutulan 20'li yaşlarının başındaki bir Suriyeli, "Birçok kişide mide hastalıkları, diş sorunları ve uyuz gibi cilt hastalıkları vardı" dedi. Aynı merkezde aynı zamanlarda gözaltına alınan bir başka Suriyeli adam, oraya vardıktan kısa bir süre sonra dayanılmaz mide ağrısı çektiğini söyledi. Üç hafta içinde midesinin tamamen sıvıyla şiştiğini ve ağrıdan yürüyemediğini, ancak merkezdeki doktorun onu hastaneye nakletmeden önce iki aydan fazla beklediğini söyledi. Kuzey Suriye'deki bir kasabadan yaptığı telefon görüşmesinde, tıbbi tedavisi tamamlanmadan sınır dışı edildiğini söylediği adam, "Şanlıurfa'ya girdiğimde 73 kiloydum ve çıktığımda 44 kiloydum," dedi. Ortak soruşturmada, Şanlıurfa'daki gözaltına alınmasına dair kağıt kanıtların yanı sıra zayıflığını gösteren yakın tarihli bir video da görüldü.
Bu bildirilen sefil koşulların üstüne, tutuklular rutin olarak dövülüyor. Konuştuğumuz tutukluların yaklaşık yarısı kendilerinin dövüldüğünü söylerken, yaklaşık dörtte üçü böyle bir şiddete tanık olduklarını söyledi. Bunlardan dördü ve iki avukat bize "özel vakaların" dövüldüğü veya üzerlerine buzlu su döküldüğü "buzdolabı odalarından" bahsetti. PMM, bu iddialara yanıt olarak merkezlerin "kötü muameleye sıfır tolerans" ilkesiyle işletildiğini söyledi ve buzdolabı odalarının kullanımını reddetti.
İstismar mağdurlarının neredeyse tamamı dayakların kameraların olmadığı alanlarda gerçekleştiğini vurgularken, CCTV görüntüleri çok nadiren basına sızıyor. Örneğin, geçen Kasım ayında Türk kanalı T24, iç çamaşırı giymiş, bacağı kanlı bir adamın, AB parasıyla inşa edilen merkezlerden biri olan İzmir sınır dışı merkezinin koridorlarında gardiyanlar tarafından kovalandığını gösteren gözetleme görüntülerini yayınladı. T24'e göre, olayda bir Suriyeli ve bir Filistinli adam ağır şekilde dövüldü ancak şimdiye kadar kimse mahkum edilmedi.
"Tam bir dokunulmazlık var," dedi iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bir üyesi olan ancak muhalefetteki Demokrasi ve İlerleme Partisi'ne geçen ve mültecilerin haklarının güçlü bir savunucusu olan milletvekili Mustafa Yeneroğlu. Parlamentodaki ofisinden konuşan o da, "istismarın, korkutmanın ve zorlamanın sistematik olarak her yerde sınır dışı merkezlerinde gerçekleştiğinin iyi bilindiğini" söylüyor. Ancak yabancılara karşı olduğu sürece, bu tür şeyler bu ülkede normal kabul ediliyor."
Türkiye'nin Şanlıurfa şehrinde, 17 yaşında bir Suriyeli çocuk, ailesinin dükkanında durup fındık satıyor, akıcı Türkçe konuşuyor ve Türk müşterilerine hangi fıstık türünü satın almaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyordu. Türkler ayrıldığında, kırık bir pencereyi işaret etti ve bu yılın Temmuz ayının başlarında orada neler olduğunu anlattı.
"Hiçbir şeyden çıkıp saldırmaya başladılar," dedi çocuk. "50 taneydiler, çok korkutucuydu." Aynı yoldaki başka bir dükkan sahibi de dükkanının saldırıya uğradığını söyledi ve genç Türk adamların ve hatta oğlanların Suriyelilere tahta sopalarla vurduğu bir videoyu ve kırık camların ve yerdeki kan damlalarının fotoğraflarını gösterdi. Dükkan sahibi, "Güvenlik kamerası görüntüleri var, ama ne yapabiliriz?" dedi. "Polisle şikayette bulunursak sınır dışı ediliriz."
Türkiye'nin birçok farklı şehrinde patlak veren isyanlar, sosyal medyada Suriyeli bir adamın genç bir kıza tecavüz ettiği iddialarının ardından Orta Anadolu şehri Kayseri'de başladı. Yerel polis şefi isyancılara derhal "kurbanın Türk olmadığını" garanti etti ve adama ve "ailesine" karşı "sınır dışı etme" dahil olmak üzere gerekli tüm adımları atacağına söz verdi, ancak bu isyancıları sakinleştirmedi. Sonraki günlerde, birkaç bin kadar adam Kayseri sokaklarına çıktı ve tahmini 400 Suriyeli dükkanı, arabası, evi ve diğer mülkü tahrip etti veya yaktı.
Mülteci haklarını savunan Türk milletvekili Yeneroğlu, "Bu bir pogromdu" dedi. "Türkiye'de Suriyelilere ve diğer mültecilere karşı bir linç kültürü var ve ekonomi daha da kötüleştikçe bu daha da kötüleşecek. Ne yazık ki, Türkiye tarihinde ilk kez olmayacak."
Ancak hükümetin tepkisinin bir kısmı, öfkeyi yatıştırmak amacıyla Suriyelilerin sınır dışı edilmesini artırmak oldu. Yeneroğlu, PMM'de tanıdığı insanların yaptıklarının yanlış olduğunun farkında olduğunu söyledi. "Ancak endişeleri artıracak çok fazla korku var. Ve her durumda, yabancı düşmanlığı ve Arap karşıtı duygular zirvede. Bu, onların kontrolü dışında bir gelişme."
"Hadi imzala," dedi boyalı sarı saçlı kadın, Dawood'a tehditkar bir bakış atarak. Eski kurtarma görevlisi tereddüt etti, sonra birkaç dakika önce bu odadan sürüklenen adamı düşündü ve kalemi aldı. "İmzaladım çünkü dövülmek istemiyordum," dedi Dawood. "Onurumu korumak için imzaladım."
Bu soruşturma için konuştuğumuz gözaltına alınan Suriyelilerin dörtte üçünden fazlası, gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaları için baskı gördüklerini veya fiziksel olarak zorlandıklarını söyledi. Zorlamanın çoğu merkezlerde gerçekleşse de, bazı gözaltına alınanlar Suriye sınırında belgeleri imzalamaya zorlandıklarını söyledi. Bunlardan biri, geçen yıl Tuzla'da gözaltına alınan Suriyeli depremzede Mohammed'di. Elbeyli tarafından bir kampa transfer edildikten ve orada dört ay daha tutulduktan sonra (aynı kampta "İbrahim" de tutuluyordu) gece yarısı civarında Türk kasabası Öncüpınar'ın sınır kapısına götürüldüğünü söyledi.
“Bizi bir odaya koydular ve 'Kim Suriye'ye gitmek istiyor?' diye sordular,” dedi Mohammed. “Sonra ışıkları kapattılar ve Türkiye'de kalmak istediklerini söyleyen insanları demir çubuklarla dövdüler. Sonra ışıkları tekrar açtılar ve herkes 'Suriye'ye gitmek istiyoruz' dedi.” O ve diğerleri daha sonra formları imzalamak için yakındaki bir yere götürüldüler. “Ayrıca gidip bir kameranın önüne geçip Suriye'ye gönüllü olarak gideceğimizi söylemek zorundaydık. Bazıları bunu söylerken ağlıyordu, diğerlerinin yüzlerinde dayak izleri vardı.”
Yazılı sorulara yanıt olarak, PMM, “Suriyelilerin ülkelerine gönüllü olarak geri dönme isteklerini ifade ettikleri anların video kaydının alınması” uygulamasını doğruladı. Ancak herhangi bir zorlamanın kullanıldığı iddialarını reddetti ve Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşlerin “gönüllü, güvenli ve onurlu” olduğunu söyledi. PMM ayrıca “tüm tutuklulara hukuki desteğe erişim sağlandığını” vurguladı.
Ancak bir AB projesinin 2023 değerlendirme raporunda, 2022'de tutukluların yalnızca %20'sinin bir avukat atadığı belirtiliyor. Bir önceki yıl bu oran %10 kadar düşüktü. Bazı tutuklular hukuki yardım almaya gücü yetmeyebilir (çoğu, nispeten basit prosedürler için binlerce dolar talep eden avukatlık uygulamaları bildirdi) ancak birçoğu da avukatlarla iletişime geçmekte zorlanıyor. Türk yasaları, tutuklanma anından itibaren hukuki yardıma anında ve sınırsız erişimi açıkça öngörse de, konuştuğumuz birkaç tutuklu, günlerce iletişimsiz tutulduklarını ve gözaltına alındıklarını arkadaşlarına veya akrabalarına bildiremediklerini, hatta bir avukatla iletişime geçemediklerini söyledi. Başbakanlık bu iddiaları reddetti ve merkezlerde ankesörlü telefonlar sağlandığını ve yeterli imkânı olmayanlara ücretsiz telefon kartları verildiğini iddia etti. Hukuki yardıma erişim açısından bir diğer önemli sorun da tutukluların sürekli hareket halinde olmasıdır. Başbakanlık Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi, transferlerin "kısa süreli aşırı kalabalık" sorununu çözmek için yapıldığını söylerken, görüştüğümüz bazı avukatlar ve tutuklular, transferlerin aynı zamanda avukatların ilk görüşmeden sonra müvekkilleriyle iletişimini kaybetmesi nedeniyle hukuki süreci engellediğini söyledi.
Bazı yerler kanunun erişiminden daha da uzak. Türkiye, geri gönderme merkezlerinin yanı sıra, fiili gözaltı tesisleri olarak sözde "geçici konaklama merkezleri" (TAC'ler) kullanmaya başladı. Bu büyük konteyner kamplarının çoğu, Suriye'deki savaşın başlamasından kısa bir süre sonra mültecileri karşılamak için inşa edildi, ancak bugün en azından bazıları Türkiye'nin sınır dışı etme makinesinin yardımcıları olarak hareket ediyor. Birkaç avukat ve tutuklu, açık ara en kötüsünün, Şanlıurfa şehrinin güneyinde ve Suriye sınırına yakın Harran ilçesindeki geçici barınma merkezi olduğunu söyledi. Sitenin etrafında dolaştığımızda uzun duvarlar, gözetleme kuleleri ve dikenli tellerle karşılaştık. Uydu görüntüleri, gözetleme kulelerinden bazılarının 2018 ortasından sonra inşa edildiğini ortaya koyuyor. Dikenli tellere takılıp, geçmişteki kaçış girişimlerinin kalıntıları olan bir sırt çantası ve bir kadının çantası gibi nesneler var.
Yakındaki Urfa kasabasının Baro Başkanı Abdullah Oncel, “Burayı Guantanamo olarak düşünün,” dedi. “Orada çok uzun süre tutulabilirsiniz ve kimse orada ne olduğunu bilmez. Bir avukata erişim çok zordur. Adalete erişim imkansızdır.”
Harran TAC'de tutulan beş Suriyeli erkek ve bir Afgan kadınla konuştuk. Bazıları telefonlarını saklamayı başarmış ve bize kampın içinden fotoğraflar ve videolar göndermişlerdi. Görüntülerde kavurucu sıcakta kalan erkekler, bazılarında ciddi cilt enfeksiyonları ve küçük çocuklar ve kadınların sızdıran tuvaletlerin hemen yanında uyudukları küçük kapların yanında durduğu görülüyordu. "Bu aşağılanma dayanılmaz," diye yazmıştı bir Suriyeli erkek bu yaz kampın içinden Signal mesajlaşma servisine. "Bugün bir kadın sadece dışarı çıkmak için kendini bıçakladı."
Bazı tutuklular kampın içinden bizimle konuşabildi. Bunlardan biri bir gün önce ağır bir şekilde dövülmüştü. Arkadaşının telefonundaki kamerayı kısaca açıp kanlı ve morarmış bir göğüs gösterdiğinde, "Çok vahşiydi, bu sefer sopa kullandılar," dedi. Arkadaşı istismara tanık olduğunu doğruladı. Orada kalan beş Suriyeli adamın hepsi kamp içinde intihar girişiminde bulunduklarından bahsetti. Biri, "O kadar çok intihar girişimi oldu ki sayamıyorum bile," dedi. "Buradaki insanlar psikolojik olarak çökmüş durumda." Hem AB hem de Başbakanlık, Harran TAC'nin AB'den hiçbir fon almadığını söyledi. Başbakanlık ayrıca, personel tarafından tutukluların dövülmesi ve intihar girişimleri hakkındaki raporları reddetti ve "geçici konaklama merkezlerinin ... geri gönderme merkezleri olarak kullanılmasına dair kesinlikle hiçbir uygulama olmadığını" iddia etti - bu iddia, yalnızca Harran TAC'de değil, aynı zamanda "geçici konaklama merkezi" olan Elbeyli'de (örneğin "İbrahim" ve "Muhammed") kalan tutukluların ifadeleriyle çelişiyor.
Başbakanlık, ancak, geçen yılın ekim ayından bu yana çeşitli AB fonlu merkezlerde tutulan üç tutuklunun ölümlerini doğruladı. Ölümlerin tıbbi rahatsızlıklardan kaynaklandığını söyledi veya aynı iddiayı ileri süren Türk yetkililerin daha önce yaptığı açıklamalara atıfta bulundu. Bu vakaların en sonuncusu, bu yıl 16 Temmuz'da, AB fonlarıyla inşa edilen merkezlerden biri olan Kırklareli'nde gözaltına alındıktan birkaç gün sonra ölen İbrahim İzzeddin adlı 37 yaşındaki Suriyeli bir adamın ölümüdür (ortak soruşturmada ölüm belgesinin bir kopyası bulunmaktadır). Bir hafta sonra, Türk gazetesi Karar'da Suriyeli adamın dövüldükten sonra öldüğüne dair bir haberin ardından, Kırklareli valisi, İzzeddin'in "ön tanısı büyük pulmoner emboli ile hayatını kaybettiğini ... ve otopsi raporunda herhangi bir saldırı veya güç belirtisi bulunmadığını" belirten bir açıklama yaptı.
İbrahim'in kardeşi bunun doğru olduğundan şüphe ediyor. Almanya'daki evinden yaptığı bir telefon görüşmesinde, İbrahim'in ölümünden üç gün sonra iki farklı Suriyeli tarafından arandığını ve her birinin kendisine İbrahim ile aynı merkezde kaldıklarını ve ölümünden hemen sonra sınır dışı edildiklerini söylediğini anlattı. Kardeş, her iki adamın da İbrahim'in güvenlik görevlilerinden birinden ölüm tehditleri aldığını ve birinin de ölmeden önceki gece feci şekilde dövüldüğünü doğruladığını söyledi. Ertesi sabah erken saatlerde arayan adamlardan biri, İbrahim'in ağzından köpük gelmeye başladığını ve yardım istediğini, ancak çenesini kapatması gerektiğini söylediğini ve ancak gardiyanlar vardiya değiştirdiğinde ambulans çağrıldığını söyledi. "O adam bana İbrahim'in ölmek üzere olduğunu bildiğini ve oğluna babasının onu sevdiğini söylemesini istediğini söyledi."
Ortak soruşturma, Kırklareli valisine otopsi raporunun bir kopyasını talep etmek için mektup yazdı ancak herhangi bir yanıt alamadı. Kardeş de böyle bir rapor almadığını söyledi. Karar gazetesindeki orijinal makale Türk yetkililer tarafından engellendi.
Amsterdam'daki Prakken d'Oliveira hukuk firmasından Tom de Boer, bu yıl AB-Türkiye anlaşmasına katılımı nedeniyle Hollanda devletini bir dizi STK adına dava eden, "Bu, birçok ilginç hukuki soru ortaya çıkarıyor," dedi. De Boer, AB'nin AB tarafından finanse edilen merkezlerdeki insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulmasının da yolları olabileceğini söyledi. "Hem AB hem de üye devletler, kendi toprakları dışında da dahil olmak üzere, insan hakları ihlallerine aktif olarak katkıda bulunmama konusunda bir özen yükümlülüğüne sahiptir. Bu nedenle, AB'nin insan hakları ihlallerinin risklerini bilip bilmediğini veya bilmesi gerekip gerekmediğini ve buna rağmen finansmana devam etmeyi seçip seçmediklerini incelemeniz gerekir."
Brüksel ve Türkiye'deki bir düzineden fazla Avrupalı diplomat ve yetkiliyle yapılan görüşmeler, bu tür risklerin farkındalığının yaygın olduğunu gösteriyor. Neredeyse hepsi, en azından 2015'ten beri AB tarafından finanse edilen merkezlerdeki ihlaller ve Suriye'ye yasadışı sınır dışı etmeler hakkında rapor veren Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi STK'ların raporlarından haberdar olduklarını gösteriyor. Bunun da ötesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2022'de Türkiye'nin bir Suriyeli mülteciyi "gönüllü geri dönüş formu" imzalamaya zorladıktan sonra zorla sınır dışı ettiğine karar verdi ve Avrupa Komisyonu'nun 2020 yıllık "Türkiye raporu" "göçmenlerin gönüllü geri dönüş formları imzalamaya zorlandığı vakalar olduğunu" belirtiyor. "Onlar biliyor. Herkes biliyor. İnsanlar gözlerini kapatıyor," dedi eski bir komisyon görevlisi ve AB tarafından finanse edilen merkezlerde bildirilen ihlallerin bloğa itibar ve yasal riskler oluşturacağı konusunda "sürekli bir endişe" olduğunu doğruladı.
Ancak AB'nin politikası değişmedi - tam tersine. Brüksel 2021'de Türkiye anlaşması kapsamında 3 milyar avroluk üçüncü yardım ödemesini taahhüt ettiğinde, 250 milyon avro sınır ve göç yönetimine gitti. Aynı eski komisyon görevlisi, 2019'da göreve başlayan AB'nin mahalle ve genişleme komiseri Oliver Varhelyi'nin Türkiye'nin Afganları toplu halde sınır dışı ettiği yönündeki haberlerden "çok mutlu" olduğunu ve içeride Türkiye'nin Suriyelileri geri göndermesine destek olmak için yollar araştırılmasını savunduğunu söyledi. Varhelyi ayrıca Mısır ve Tunus ile yakın zamanda yapılan göç anlaşmalarını zorladı ve radikal sağcı Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın parti meslektaşı.
Türkiye'de görevli beş uyruktan altı Avrupalı diplomat, bizimle isimlerini gizli tutarak konuştular ve merkezlerde bildirilen ihlallerden de haberdar olduklarını söylediler. Bunlardan biri bunu "günümüzde gözden kaçırılmayacak konu" olarak adlandırdı. Bir diğeri ise "AB tarafından finanse edilen 'kabul merkezleri' fiili hapishanelere dönüştürüldü" dedi. Birkaç diplomat, bu endişelerini düzenli olarak kendi hükümetlerine ve Ankara'daki AB delegasyonuna ilettiklerini bize bildirdi.
Ancak Türk muadilleriyle yüzleşmek daha zor. Bir diplomat, Türklerin zorla sınır dışı etmelerle ilgili tüm iddiaları reddettiğini ve BM ve AB ajansları tarafından daha fazla denetim olmadan, suistimallerin ne kadar "sistematik" olduğunu bilmenin zor olduğunu söyledi. Başka bir diplomat, "Biz o kadar çatışmacı değiliz," dedi. "Biz sadece Türklere, 'Geri dönüşün gönüllü olmasını nasıl sağlıyorsunuz?' diye soruyoruz. Sonra, 'Her şey gönüllü, çünkü insanlar bir form imzalıyor ve avukatlara erişebiliyor.' diyorlar. Genellikle konuşmanın sonu bu oluyor."
Geçtiğimiz yılın ekim ayının başlarında bir sabah, Dawood, Gaziantep merkezdeki gardiyanlar tarafından uyandırıldı ve hazırlanması söylendi. “Bizi yaklaşık 50 ila 60 kişiyle basketbol sahasının dışına oturttular ve bir otobüse bindirdiler,” dedi Dawood, o gün Türkiye'nin Karkamış kasabası ile Suriye'nin Cerablus kasabası arasındaki sınır kapısından sınır dışı edildi. Ortak soruşturmada, Cerablus sınır kapısı tarafından verilen, tam adının yazılı olduğu damgalı ve tarihli bir giriş kağıdının fotoğrafı görüldü.
Sınır dışı sürecinin bu son aşamasında bile Türkiye görünüşe göre AB tarafından finanse edilen ekipman kullanıyor. Ağustos ayında aynı sınır kapısının Türk tarafını ziyaret ettiğimizde, ön kapısında PMM logosu ve AB bayrağı bulunan beyaz bir yolcu otobüsü gördük. Ortak soruşturmanın sorularına yazılı bir yanıt veren bir Avrupa Komisyonu sözcüsü, "AB tarafından finanse edilen ekipmanların, örneğin ... araçların, amaçlanan amaçlar dışında kullanıldığına dair hiçbir rapor yok" dedi. Sözcü, "Her zamanki gibi," diye ekledi, "kanıt sağlanırsa her türlü iddia araştırılacak.
Aynı sınır kapısında ve Türkiye'nin Öncüpınar ilçesindeki bir diğerinde, bavul taşıyan ve kendilerinin ayrılmaya karar verdiklerini söyleyen Suriyelilerle de karşılaştık. Ancak bu vakaların bazılarında bile Suriye'ye dönüşlerinin ne kadar "gönüllü, güvenli ve onurlu" olduğu tartışmaya açık. Örneğin yaşlı bir çift, oğullarının sınır dışı edilmesi nedeniyle ayrıldıklarını söyledi. Bebeği olan başka bir kadın, denediğini ancak geçerli bir kimlik edinemediğini, bu yüzden ayrılmanın daha iyi olduğunu söyledi.
Kamuya açık Türk istatistikleri Suriye'ye yapılan tüm geri dönüşleri "gönüllü" olarak kaydederken, Ankara'nın Suriyelileri sınır dışı etmek için rutin olarak kullandığı dört sınır kapısından en çok kullanılanı olan Bab al-Hawa olarak bilinen kapı, web sitesinde yayınlanan istatistiklerde "sınır dışı etme" ve "gönüllü geri dönüş" arasında ayrım yapmıyor. Bu yılın nisan ayından bu yana, Bab al-Hawa yaklaşık 11.000 gönüllü geri dönüş ve 10.000 sınır dışı kaydetti. Bab al-Salama'daki bir diğer sınır kapısı yalnızca "gönüllü geri dönüş" terimini kullanıyor. Sınırda bulunan bir Suriyeli kaynak, isminin açıklanmaması koşuluyla bize "Türkler hükümetin güvenilirliğini artırmak için bu kelimeyi kullanmamızı istediler" dedi. "Gerçeği gizlememizi istiyorlar."
Sınırı geçtikten sonra Suriyeliler kendilerini İdlib ilinde Hayat Tahrir el-Şam'ın, Afrin, Azez ve Tel Abyad çevresindeki bölgede ise Türkiye destekli "Suriye Ulusal Ordusu"nun kontrolündeki topraklarda buluyorlar. Her iki grubun da keyfi tutuklamalar, kaçırmalar, işkence ve gasplarda bulunduğu biliniyor. Dahası, bölge hala Esad rejimi ve Rus savaş uçakları tarafından düzenli olarak bombalanıyor ve insani durum felaket: BM'ye göre, kuzeybatı Suriye'deki 5 milyon kişiden 3,6 milyonu hala iç göç içinde ve nüfusun %80'i insani yardıma bağımlı.
Burada sınır dışı edilen Suriyeliler, "bölgedeki en zayıf halka" dedi, kuzeybatı Suriye'de çalışan Gaziantep'teki bir Suriyeli yardım görevlisi. "Giysileri yok, SIM kartları yok ve çoğu zaman aileleri nerede olduklarını bile bilmiyor. Birçoğu camilerde ve askeri üslerde uyuyor ve son derece savunmasızlar: Geçimlerini sağlamak için her işi yapıyorlar ve herkes tarafından işe alınabiliyorlar."
Dawood'un başına gelen de tam olarak buydu. Cerablus'ta iş bulamayıp İdlib'e taşınmaya karar verdiğinde, Sultan Murat Tugayı'nın savaşçıları ona yaklaşıp Nijer'de bir iş teklif ettiler. Nijer, Suriyeli paralı askerlerin Türk aracılar aracılığıyla gönderildiği son yerlerden biriydi (öncekiler arasında Libya ve Azerbaycan da vardı). Dawood, eklendiği potansiyel adayların yer aldığı WhatsApp grubunu göstererek, "Bana ayda 3.500 dolar alacaklarını ve savaşmak zorunda kalmayacaklarını söylediler." dedi. "Bazıları için tek çıkış yolu bu. Ama ben paralı asker olmak istemiyorum." dedi.
Bunun yerine Dawood, kendisini sınır dışı eden ülkeye geri getirmesi için bir kaçakçıya 2.600 dolar ödedi. Bunu yapan tek kişi o değil: Konuştuğumuz diğer birkaç Suriyeli Türkiye'ye geri dönmeye çalıştı ve başardı, ancak yol tehlikeli. Dawood, "Yolda, sınır muhafızları tarafından vahşice dövülen birçok insan gördüm," dedi. "12 kez geçmeyi denedik ve başaramadık. Ancak 13. seferde başardık ve bir kaçakçı beni ta İstanbul'a kadar götürdü. Tanrıya şükür, çünkü Nijer'e giden adamların çoğu artık öldü."
Sınır dışı edildikten sonra Türkiye'ye dönen Suriyelilerin orada çok az veya hiç gelecek beklentileri yok. Türk kimlik kartlarını yenileyemiyorlar, eğer varsa ve herhangi bir zamanda tekrar yakalanıp sınır dışı edilebilirler. Birçok Suriyelinin yanı sıra — ve Türkiye'deki diğer mülteciler ve göçmenler — geçerli belgeleri olanlar arasında bile, Avrupa'ya ulaşma hedefi en önemli hale gelmiş gibi görünüyor.
Gerçekten de BM Mülteci Ajansı istatistiklerine göre, Türkiye'den Yunanistan'a düzensiz girişler 2023'te bir önceki yıla göre üç kat artarak yaklaşık 50.000'e ulaştı ve bu, Ankara'nın "düzensiz göçmenlerin" sınır dışı edilmesini hızlandırmaya karar vermesiyle yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleriyle aynı zamana denk geldi. Birkaç diplomat, sınır dışı edilme korkusunun şu anda insanları Avrupa'ya iten faktörlerden biri olduğunu söyledi. Bir diplomat, AB'nin Türkiye'nin sınır dışı merkezlerine yatırım yapma politikası hakkında "Bu tamamen bir başarısızlık" dedi. "Sadece insan hakları açısından değil, aynı zamanda göç yönetimi açısından da."
Bu arada Brüksel'de AB yetkilileri, bloğun Şubat ayında Türkiye'ye tahsis ettiği 2 milyar avroluk yeni yardım paketinin tam olarak nasıl harcanacağını tartışıyor. Hollanda Dışişleri Bakanlığı, merkezler için potansiyel yeni fonlamanın bu tartışmanın bir parçası olduğunu doğruladı. Bir AB diplomatı, "Göç ve sınır yönetimi için fonlamanın artırılması bekleniyor, çünkü bu komisyon üyemizin bir taahhüdüydü." dedi.
Dawood şimdi İstanbul'un dış mahallelerindeki bir Suriye restoranında saklanarak bir hayat yaşıyor, arkadaşları ona sığınak teklif etti. Bunlardan biri de Suriye Sivil Savunması'nda gönüllü olarak çalışan eski bir meslektaşı. Dawood, "Birlikte çok şey atlattık," dedi. "Kardeş gibiyiz."
Dawood, son birkaç aydır buradan yalnızca bir kez ayrıldığını söyledi. Restoranın arka tarafında uyuyor ve birkaç eşyasını -birkaç düzgünce katlanmış gömlek, bir battaniye, bir şişe parfüm- tuvaletlerin yanındaki gardıropta saklıyor. Her gün aklını korumak için 60 mekik ve 60 şınav çekiyor. Geri kalan zamanını mutfakta çalışarak, önceki kaçakçıya olan borçlarını ödeyerek ve tıpkı bir yıl önce yaptığı gibi onu Avrupa'ya götürecek başka bir kaçakçı için para biriktirerek geçiriyor.
"Tek istediğim tekrar bir insan gibi muamele görmek," dedi Dawood. Avrupa'daki akrabaları ona para göndermeyi teklif etti, ancak eski kurtarma görevlisi bu sefer kendini kurtarmayı tercih ettiğini söyledi. Neden diye sorulduğunda, şakayla bir pazısını esneterek, "Çünkü ben bir erkeğim." dedi.
Lighthouse soruşturmasının tamamı için buraya tıklayın.
Bu soruşturmaya katılan muhabirler arasında Andrés Mourenza (El Pais), Melvyn Ingleby (NRC), Ylenia Gostoli (L'Espresso), Mesut Tatuz (Al Jumhuriya), Mohannad Al-Najjar, Şebnem Arsu, Muriel Kalisch ve Steffen Lüdke (Der Spiegel) yer aldı. , Zia Weise (POLITICO), Nicolas Bourcier (Le Monde), Mohammad Bassiki (Sorumluluk Gazeteciliği için Suriye Araştırmacı Gazeteciliği Derneği), Jalil Rawnaq (Etilaat Roz), bağımsız gazeteciler Mahmoud Naffakh, Giacomo Zandonini ve J. Jalali ve May Bulman, Fahim Lighthouse Reports'tan Abed, Bashar Deeb, Elena DeBre ve Charlotte Alfred.
https://newlinesmag.com/reportage/inside-turkeys-eu-funded-deportation-machine/
KapatGöçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Suriye göçü 13. yılına girerken Suriyelilerin kitlesel olarak sınırdışı edildiklerini, vatandaşlık ...
13 Ekim - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” (Enternasyonal Dayanışma) Devamı13 Ekim - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Suriye göçü 13. yılına girerken Suriyelilerin kitlesel olarak sınırdışı edildiklerini, vatandaşlık hakkı olanların bu haklarının askıya alındığını açıkladı.
Bu uygulamalarla, temel insan haklarının yanı sıra göç ve iltica hukukunun da yerle bir edildiğini belirten Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı; iktidarı, geçici koruma ve vatandaşlık iptallerine dair bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya ve bu hukuka aykırı uygulamalara derhal son vermeye çağırdı.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, “İstisnai vatandaşlık iptallerini durdurun” başlığıyla hazırladığı deklarasyona ilişkin İstanbul Beyoğlu’ndaki İnsan Hakları Derneği (İHD) Şubesi’nde açıklama yaptı. Basın açıklamasına Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen, gazeteci Ercüment Akdeniz, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri’nin yanı sıra çok sayıda hak savunucusu katıldı.
Basın açıklamasında açılış konuşmasını Gülseren Yoleri yaptı. Avukat Ömer Taş ve Ali Diler sorunun hukuki boyutundan bahsettiler. Açıklama metnini Yıldız Önen okudu.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın basın açıklamasında okunan metin şöyle:
Basına ve Kamuoyuna
İSTİSNAİ VATANDAŞLIK İPTALLERİNİ DURDURUN!
Türkiye’de Geçici Koruma kapsamındaki Suriyeliler, son dönemde gerek “seyreltme” operasyonları gerekse geri gönderme merkezlerindeki yıldırma politikasıyla süratle ve kitlesel olarak sınır dışı edilmektedir. Bu uygulamalarla, temel insan haklarının yanı sıra göç ve iltica hukuku yerle bir edilmektedir. Suriye göçünün 13’ncü yılında, daha önce vatandaşlık başvurusu kabul edilmiş olan Suriyelilerin vatandaşlık belgeleri de askıya alınmaktadır. Resmi olarak açıklanmadığı için tam sayı bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklardan yapılan bildirimlere göre yaklaşık 4 bin kişinin vatandaşlığı askıya alınmış yahut iptal edilmiştir.
Bilindiği üzere, Suriye savaşı ve Suriye göçünün ardından Türkiye’ye sığınmış bulunan Suriyeliler, aslında “sığınma hakkı ellerinden alınmış mülteciler”dir. Türkiye’nin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi (Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi)’ne koyduğu coğrafi çekince nedeniyle Suriyeliler Türkiye’de “mülteci statüsü” elde edemedikleri gibi, kendilerine Geçici Koruma Statüsü tanındığı için, istisnai durumlar dışında uluslararası koruma/ Türkiye dışında bir ülkeye sığınma hakları da ellerinden alınmıştır.
Hal böyle olunca, “geçici koruma” uygulaması kalıcı hale gelmiş, Suriyeliler 12 yıldır “geçicilik” sürecine sıkıştırılmışlardır. Milyonlarca insanı etkileyen bu durum insani ve vicdani olmadığı gibi, sığınma hakkını düzenleyen Uluslararası insan hakları sözleşmelerine de açıkça aykırıdır. Bu nedenle Suriye ve diğer ülkelerden Türkiye’ye sığınan ve uzun süre Türkiye’de yaşamak zorunda kalan insanların temel haklarının korunması için, Türkiye ya sözleşmeye koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırarak mülteci statüsü vermeli ya da vatandaşlık statüsü sağlamalıdır.
1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşmenin 34. Maddesinde “vatandaşlık hakkı” şu şekilde ifade edilmektedir: “Taraf devletler, mültecileri özümlemeyi ve vatandaşlığa almayı her türlü imkân dâhilinde kolaylaştıracaklardır. Vatandaşlığa alma işlemlerini çabuklaştırmaya ve bu işlemlerin masraf ve resimlerini her türlü imkân dâhilinde azaltmaya özen ve çaba göstereceklerdir.”
Aynı sözleşmede ayrıca; sığınmacı ya da mülteciyi vatandaşlığa hazırlama gerekleri sıralanmaktadır. Dil ve meslek edindirme, barınma ve eğitim bunlardan bazılarıdır. Türkiye’deki az sayıda Suriyeliye tanınan istisnai vatandaşlık sürecinde bu gerekler göz ardı edilmekle kalmamış, vatandaşlık verilenlere sağlanması gereken güvencelerden de yoksun bırakılmışlardır. Bu durum, hukuki dayanağı olmayan kararlarla vatandaşlığın askıya alınması veya iptaline imkân yaratmış, vatandaşlığı askıya alınan ya da iptal edilen mültecileri her türlü hukuki statüden yoksun, korunmasız bir duruma düşürmüştür. Vatandaşlıkları iptal edilerek bir anda korumasız bırakılan mülteciler; ikamet, çalışma, eğitim, seyahat ve aile birliği gibi temel haklarından yoksun kalmıştır.
2019 yılı sonunda yaptığı bir açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan; “110 bin Suriyeliye vatandaşlık verdik. Diğerleri için de vatandaşlık sürecini daha da artırma konumundayız. Niye? Çünkü bu insanlar ülkemde kaçak köçek yaşamasın. Her hangi bir kurumda, kuruluşta rahatlıkla işini bulsun, çalışsın…” diyerek, vatandaşlık verilmesinin önemine işaret ederken, bugün, tanınmış olan istisnai vatandaşlıklar, keyfi gerekçelerle iptal yoluna gidilmektedir.
Soruna demografik siyaset penceresinden bakan iktidar, işine geldiğinde savaş politikalarını ve göçü teşvik etmekte, işine gelmediğinde sınırdışı etme politikalarına hız vermektedir. Haksızlığa itiraz eden, mağduriyetini dile getiren, hükümetlerin ya da devletlerin göç politikasını eleştiren, temel haklara erişim için mücadele eden sivil örgütlerle işbirliği yapan, etkinliklere katılan herhangi bir mülteci sınır dışı etme uygulamasıyla baş başa kalmakta, varsa geçici koruma statüsü ve vatandaşlığı hiçbir açıklama yapılmadan iptal edilmektedir.
Hükümeti, geçici koruma ve vatandaşlık iptallerine dair bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya ve bu hukuka aykırı uygulamalara derhal son vermeye çağırıyoruz. (Hukukçu arkadaşlarımızın mevzuata, sürece ve hak ihlallerine dair hazırladığı metin aşağıdadır.)
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
Kapat
İstanbul’un yoksul kategorisinde sayılan mahallelerinden birindeyiz: kas hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç hale gelmiş, emekli bir belediye işçisi ...
12 Ekim - Türkmenistanlı bakıcı Tazegül: Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey – Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV) Devamı12 Ekim - Türkmenistanlı bakıcı Tazegül: Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey – Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV)
İstanbul’un yoksul kategorisinde sayılan mahallelerinden birindeyiz: kas hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç hale gelmiş, emekli bir belediye işçisi kadının evinde. Yürümek bir yana, kendi başına ayakta durması bile mümkün olmayan bir hastalık bu.
Kızları ve damadı ona çok düşkünler. Fakat evin yetişkinleri gündüz çalışmak zorundalar. Sadece bir kızı çalışmıyor. O da bazı kronik hastalıklara sahip ve annesine yeterli bakımı yapacak durumda değil. Bakıma muhtaç hastanın ve çalışan çocukların maaşlarından yıllarca SGK primi kesilmiş. Sosyal devlet ilkesi neo liberal politikalarla tırpanlandığı için, aileler uzun süren hasta bakımı için başka çözümler aramak zorundalar. Tam da bu aşamada göçmen işçi kadınlar aranır hale geliyor. Türkmenistanlı Tazegül bunlardan biri.
Alenin ve Tazegül’ün rızasıyla, onları bir gün boyunca evlerinde gözledim. Masaj, yemek, tuvalete çıkarma ve diğer işler görülürken arada sorular sordum. Ve ortaya göçmen bir kadın işçinin portresi çıktı. İsterseniz Tazegül’ün dünyasına şimdi birlikte bakalım…
Kendinizden biraz bahseder misiniz? Çalışmaya nasıl karar verdiniz, neden Türkiye’yi tercih ettiniz?
Adım Tazegül, 35 yaşındayım. Türkmenistanlıyım. Evliyim, üç çocuğum var. Beş aydır Türkiye’deyim, 4 aydır da çalışıyorum. Bu benim ilk işim. Hasta bakımı yapıyorum. Bu işte tecrübeliyim. Türkmenistan’dayken yaşlı ve hasta olan anneme baktım, ölene kadar. Annemi bir yıl önce kaybettik. Annem tavuk çiftliğinde çalışıyordu. Aylık 150 dolar kazanıyordu. Bize yardım ediyordu. Babam polis emeklisidir. O da aylık 150 dolar alıyor. Burada, yanında çalıştığım aile beni şirket üzerinden buldu. Ben de işi internet üzerinden buldum.
Kadın işçi transferinde aracı şirketler
Tazegül’den şirketin adını istiyorum. Şirketi hemen internetten araştırıyorum. Türkiye çapında yaklaşık olarak 350 bin bakıcı portföyü var. Bu şirketin sitesinde ise 10 bin bakıcının tanıtım ilanları mevcut. Özbekistan’dan Gürcistan’a, Türkmenistan’dan Filipinler’e kadar oldukça geniş bir işçi kiralama pazarı oluşturulmuş. En pahalı işçiler Filipinli kadınlar, çünkü İngilizce biliyorlar ve çocuk bakımında tercih ediliyorlar. Sosyal medya hesabı üzerinden tanıtılan işçi kadınların resimlerini, videolarını görebiliyorsunuz. Bakıcı kadınlar bir dakikada kendini tanıtıyorlar, talep etmeniz durumunda şirketle iletişime geçiyorsunuz. Adı geçen şirket 81 ile bakıcı temin edebildiklerini reklam ediyor.
Bakıcıların İŞKUR güvencesinde çalıştıkları belirtiliyor. Ama Tazegül örneğinde olduğu gibi aslında işçi kadınların çoğu kayıt dışı kiralanıyor. Çalışacak insanların SGK kaydı kiralayan kişinin keyfine kalmış. Gelir durumu düşük ya da az para vermek isteyen aileler bakıcı kadınları sigortasız çalıştırmayı tercih ediyor. Kayıt dışı çalışmanın bir nedeni de göçmen kadınların durumuyla ilgili. Çünkü Türkmenistan örneğinde olduğu gibi çoğu kadın geçici turistik vizelerle çalışmaya geliyor. Vize süresi bitiminde yakalanana kadar kaçak çalışmak zorundalar. Geride kalan çocuklara para göndermenin başka bir yolu yok onlar için. Güvencesizlik hali, işgücünü kiralayan aracılar için adeta bir fırsata dönüşüyor. İnternet siteleri ve sosyal medya üzerinden işçi kiralayan şirketler ise yeterli denetime tabi değil.
Biz, sorularımıza devam edelim…
Çalışma şartlarınız, çalışma koşullarınız nedir?
Şirket beni kiralık verdiği aileden önce 500 TL aldı. Buna “eleman bulma” parası diyorlar. Aile memnun kalır ve karar verirse 5 bin TL daha veriyor. Benden önce bu evde iki Türkmenistanlı işçi denemişler, sonunda aile bende karar kıldı. Ben işe başladıktan sonra şirket 3 defa aileyi aradı, “memnun musunuz” diye sordu. Kural böyledir. Şirkette Rusça konuşan elemanlar da var. Biz göçmenlerin dilinden anlıyorlar, Antalya gibi yerlere de işçi pazarlayabiliyorlar.
Bakım yaptığım teyzenin kas erimesi var. Bu evde 24 saat ona bakmalıyım. Ona “annem” diyorum, annemi hatırlatıyor. Türkmenistan’da güreş eğitimi gördüm. Bu nedenle onu koltuktan kaldırıp gezdirebiliyorum. Duş alması, ilaç takibi, yemek yapılması, temizliği, nabız ölçümü, gece takibi benim yaptığım işler. Gece hastayla aynı odada yatıyorum, en küçük kıpırtıda kalkıyorum. Nefesini kontrol ediyorum.
‘Yakalamasınlar diye güneş gözlüğü takıyorum’
İzin günün var mı?
Var, haftada bir gün. Yemek, kira, yol giderim olmuyor. Çünkü bu evde birlikte yaşıyoruz, izin günü dışında dışarı çıkmıyorum. Yakalanma korkumuz var, hem de para biriktirme şansım oluyor. Başka türlü para birikmez.
İzin günü ne yapıyorsun?
Gezmeye gidiyorum, denize de gittim. Ben üç aylık turistik vize ile geldim, sürem bitti, şimdi kaçak durumdayım. Yakalanırsam Türkmenistan’a deport ederler. O zaman 7 yıl boyunca Türkmenistan dışına çıkamam, pasaporta damga yerim. Bu yüzden dışarı çıkarken güneş gözlüğü takıyorum. Minibüste bile çıkartmıyorum çünkü gözlerim çekik. Yani korka korka geziyoruz.
Gelirin ne kadar?
İşe başladığımda maaşım 500 dolara eşitti. Ama Türk lirası değer kaybetti. Enflasyon durumu feci. Bugün aynı parayı alıyorum ama maaşım 350 dolara geriledi. Ev halkı biraz iyileştirme düşünüyor ama süreç herkesi zorluyor. Burada iki defa hastalandım, doktora gidemiyorum. İlaçları aile yazdırıp getiriyor bana.
Ailene parayı nasıl gönderiyorsun?
Önce maaşımı dövize çeviriyorum. Sonra Türkmenistan’a göndermek için Aksaray’da bir kuyumcuya gidiyorum. Buradaki kuyumcu 100 dolara karşılık 1,5 dolar kesiyor. Türkmenistan’da anlaşmalı kuyumcu o parayı alıp aileme teslim ediyor. Karşı tarafta ayrıca kesinti olmuyor. Geçen 330 dolar gönderdim, 5 dolar kestiler. Kaçak çalıştığımız için banka hesabı açamıyoruz. Kargo göndermek istersen kilo başına 1,5 dolar alıyorlar. Kamyonlar, tırlar götürüyor, onlarla anlaşıyoruz.
‘Banyosu içinde olan bir ev olsun diye’
Ailen ne durumda, geçim durumu nasıl?
Türkiye’ye gelebilmek için ablamdan borç para aldım. O da İstanbul’da yaşıyor. Eşinden ayrı, onun da üç çocuğu var. Ablam 6 yıl boyunca burada çocuk bakıcılığı yaptı. Aldığım ilk 3 maaşla borçlarımı kapattım. İkisi kız, biri erkek 15, 14 ve 6 yaşlarında üç çocuğum var.
Çocukları bırakıp gelmek zorunda kaldım. Çünkü onların geleceği benim ellerimde. Onlar okusun istiyorum. Büyük kızım doktor olmak istiyor. Oğlan da dedesi gibi polis olmak istiyor. Büyük kızım ve en küçükleri okulda sabahçı. Çünkü büyük kızım ona bakıyor. Ortanca olan öğlenci. Yemekleri büyük kızım yapıyor. Yemek yapmayı öğrettim onlara. Büyük kızım derslerinde çok başarılı, okul birincisidir. Türkmenistan’da çocuklar aynı anda dört dil öğreniyorlar. Biri de Rusça. Üniversiteyi Rusya’da okumasını istiyorum. Belki burs alır, ben de çalışmaya devam ederim.
Eşim 40 yaşında, demircilik yapıyor, ayda 100 dolar kazanıyor. Ama içki bağımlısı olduğu için eve para getirmiyor. Çocuklara faydası yok. Bir defa bana şiddet uygulamaya çalıştı, bağırdım, durdu. Boşanmak istedim. Ama devlet her defasında ona 6 aylık süre veriyor. Bitince özür diliyor, eve geri dönüyor. En büyük korkum burada yakalanmak ve bu arada onun bu durumu kullanarak çocukları benden alması. Çocuklar da babasız olmak istemiyor.
Ben ayda 350 dolar alıyorum, 50’sini çocuklara gönderiyorum. Kalan 300’ü ev almak için biriktiriyorum. Türkmenistan’daki evimiz bir oda ve mutfaktan ibaret. Evimiz oldukça kötü durumda. Eski sosyal konutlardan kalma bir ev bu. Farklı odalarda yaşayan 15 insan ortak tuvaleti kullanıyor. Şimdi ben buradayım, çocuklar orda. Korkuyorum. Evimizin anahtarı bile yok. Küçüğün oturağı var, kovaya yapıyor, sabah atıyorlar. Anahtarlı kapı yapmak 100 dolar, yapamadık. En büyük hayalim çocuklarımla birlikte kalacağım bir ev yapmak. Kocamı da boşayacağım. Tuvaleti banyosu içinde olan bir evim olacak. Çocuklarım dedelerine gidip yıkanmak zorunda kalmayacak.
Düzenli çalışırsam ve ayda 500 dolar gönderirsem ev 5 yılda biter. Sovyet zamanından beri doğalgaz, su, elektrik çok ucuz. Ama kiralar pahalı, evler de pahalı. Türkmenistan’da ciddi konut sorunu var, iş yok, gelirler çok düşük.
‘Bizi kahredenler de aynısını yaşasın’
Devlet Başkanınız Kurbangül Berdimuhammedov başkent Aşkabat’ın merkezine, köpeğinin dev heykelini diktirdi. Sanırım Alabay cinsi bir köpek bu. Heykelin boyunun 6 metre olduğu söyleniyor. Altın varakla kaplıymış heykel. Ama siz göçmen kadın işçiler de bu durumdasınız. Ne söylemek istersiniz?
Halk sefalet yaşıyor, bizler gurbetteyiz. Çocukları bile ararken yasaklıyız. Bizim ülkemizde Whatsapp yasak, Imo denen bir haberleşme sistemi var. O da takip ediliyor. Her şeyi konuşamıyoruz. Telefonda şikâyet yok, çünkü başın belaya girer. Bu yüzden çocukları sürekli uyarıyorum. Çünkü devlet izliyor. Mesela pandemi zamanı çok insan öldü, bizler de gördük ama kimse konuşamadı.
Çocuklarımızdan utanmıyorlar. Çocuklarımızı kahrediyorlar. Bizi kahredenler de aynısını yaşasın. Ben burada, kızım sılada. Her gün ağlıyor, onun bana ihtiyacı var.
Telefonda ne konuşuyorsunuz, çocuklara ilk neleri soruyorsunuz?
Bugün ne yedin, küçüğe ne yedirdin? Bugün yumurta yedirmeyi unutmuş, çok üzüldüm.
Derslerine yardım ediyor musun?
Dışarı çıkmayın, çok sıcak!
Akşam baban kaçta geldi, içti mi?
İşte bunları söylüyorum. Dede ile nine ayrı evdeler, çocuklarım korumasız. Kızım çok güzel, onun için korkuyorum. Yakalanmadan çalışırsam 5 yıl çocuklarımdan ayrı kalacağım. Ben onlar için bunu göze aldım. Çocuklar anasız, anneler çocuklarından ayrı. Şu dünyada göçmen olmak korkunç bir şey!
https://ilketv.com.tr/turkmenistanli-bakici-tazegul-su-dunyada-gocmen-olmak-korkunc-bir-sey/
Kapat
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana düzenli olarak ...
11 Ekim - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı neden azalıyor? (BBC Türkçe) Devamı11 Ekim - Türkiye’deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı neden azalıyor? (BBC Türkçe)
Türkiye’de geçici koruma statüsünde yaşayan Suriyelilerin sayısı 2021’den bu yana düzenli olarak azalıyor.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre 2021’de 3 milyon 737 bin 369’a kadar çıkan sayı 3 Ekim 2024 itibarıyla 3 milyon 89 bin 904’e gerilemiş durumda.
Yeni doğumlar da hesaba katıldığında bu, sayılarda ciddi bir düşüşe işaret ediyor.
İçişleri Bakanlığı’nın adreslerini güncellemeyen Suriyelilere verdiği ek sürenin 1 Kasım'da dolmasının ardından, bu güncellemeyi yapmayanların geçici koruma statüsü kaydından silinecek olması nedeniyle bu sayının önümüzdeki aylarda daha da azalması olası görülüyor.
Ortadaki düşüşün en önemli nedenleri arasında Suriye’ye geri dönüşler ve Avrupa’ya yasa dış göç gösteriliyor.
Suriyelilerin sayısındaki düşüşü, açık kaynaklardaki verileri ve açıklamaları inceleyip; uzmanlar, yetkililer ve sivil toplum örgütleriyle görüşerek araştırdık.
Suriyelilerin sayısı nereden nereye geldi?
Türkiye'deki Suriyelilerin tamamına yakınının sunulan imkanlar nedeniyle geçici koruma statüsüyle yaşadığı düşünülüyor.
Göç İdaresi’nin verilerine göre bu statüdeki Suriyelilerin sayısı, 2011 ile 2021 arasındaki 10 yıllık dönemde, 2019’daki küçük bir düşüş dönemi dışında, sürekli arttı.
2021’de sayı en üst seviye olan 3 milyon 737 bin 369’a ulaştı. Ancak 2021’den sonra sayı sürekli düştü.
Göç İdaresi’nin sitesindeki en güncel veri 3 Ekim tarihine ait. Bu tarihte açıklanan sayı, 3 milyon 89 bin 904’e gerilemiş durumda.
Uzmanların sahadan aktardıkları da bu düşüş eğilimiyle paralellikler gösteriyor.
BBC Türkçe’nin görüştüğü, "Türkiye’deki Suriyeliler" kitabının yazarı, Harran Üniversitesi sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mahmut Kaya, “Saha gözlemlerim çeşitli nedenlere bağlı olarak sayının düştüğü yönünde” diyor.
Görüştüğümüz göç araştırmacısı Hakan Ünay da son yıllarda bunu sahada gözlemlediğini söylüyor.
‘Değişen göç politikasının sonucu’
Konuştuğumuz uzmanlar, sayının azalışını anlamak için Türkiye’nin son yıllardaki göç politikasındaki değişime bakmak gerektiği kanısında.
Prof. Dr. Mahmut Kaya, son yıllarda bazı siyasi ve ekonomik sorunlar ile afetlerin göç politikalarını etkilediğini belirtiyor ve ekliyor:
“Yerel ve genel seçimlerde mülteciler üzerinden oluşturulan politik gerilim geri dönüş tartışmalarını beraberinde getirdi. Bu da hükümetin gönüllü geri dönüş söylemlerini etkiledi ve güvenli bölgelere göç akışları gerçekleşti.”
Göç araştırmacısı Hakan Ünay ise değişen göç politikasının Avrupa Birliği’nin (AB) değişen politikasından bağımsız olmadığı kanısında:
“Türkiye’nin ‘açık kapı’, ‘ensar-muhacir’ politikasından tam tersi bir yere döndüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu, AB’nin politika değişimden bağımsız düşünemeyiz. AB göç politikasının asıl finansman kaynağı ve AB’nin daha önce Türkiye’deki göçmenlerin uyumu üzerine verdiği proje hibeleri göçmenlerin geri döndürülmesine evrildi.”
BBC Türkçe’ye konuşan Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği'den Doç. Dr. Didem Danış, sayılardaki azalmayı, “Türkiye’deki bir kısım Suriyelinin kalıcı olarak yerleşeceğini kabullenen hükümetin bu sayıyı 'hazmedilebilir' bir orana çekmek için yaptığı bir politikanın yansıması” olarak yorumluyor.
Danış; ekonomik sorunlardan, Zafer Partisi’nin gücünü artırması ve eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen yılki seçim kampanyasına kadar farklı nedenlerin, göç politikasındaki değişimi etkilediği kanısında.
Suriyelilerin belirli yerlere yoğunlaşmasını engellemeye yönelik seyreltme uygulamasının ve Göç İdaresi’nin son dönemde yaygınlaşan mobil denetim araçlarının da bu değişimi yansıttığı kanısında, Danış.
Sonuç itibarıyla uzmanlara göre bu politika değişiminin sonucu olarak Suriyelilerin sayısı azalıyor.
Peki nasıl azalıyor?
Sayılardaki düşüşün en büyük sebebi geri dönüşler mi?
Konuştuğumuz birçok uzman ve bir hükümet yetkilisine göre sayılardaki düşüşün en büyük nedeni Suriye’ye geri dönüşler.
Suriye’ye gönüllü olarak geri dönenlerle ilgili sayı dönem dönem yetkililer tarafından açıklanıyor.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu konudaki en güncel veriyi 26 Eylül tarihinde katıldığı A Haber yayınında açıkladı.
Yerlikaya, “Gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş” olarak tarif ettiği süreçle ilgili “2016-2024 yıllar arasında toplam 715 bini aşkın Suriyeli karşı tarafa gitmiş. 1 Haziran 2023 yani bu kabine döneminde 160 bin 236'sı gitmiş” dedi.
BBC Türkçe’nin görüştüğü bir hükümet yetkilisi bu açıklamayı hatırlatarak Suriyelilerin sayısındaki düşüşün en büyük nedeninin geri dönüşler olduğunu söylüyor.
Görüştüğümüz, Türkiye’deki Suriye asıllı sivil toplum kuruluşları tarafından kurulan Uluslararası STK Federasyonu’nun (ULFED) Genel Müdürü, Muhammed Akta, “Özellikle depremden sonra bölgeye çok yoğun dönüşlere şahit olduk” diyor.
Akta, gönüllü olarak geri dönenler dışında bir de geri gönderilenler olduğunu ekliyor:
“Geçici koruma kapsamındakiler kurallara uymamaları veya suça karışmaları durumunda Suriye'ye geri gönderilirler. Kamu düzenini bozanlarla alakalı geçici koruması iptali ve sınır dışı kararı veriliyor. Fakat bu kamu düzenini bozma değerlendirmesi çok fazla suistimal ediliyor. Komşusundan şikayet alanların da bu kapsamda değerlendirildiği çokça vakaya şahit oluyoruz.”
Prof. Dr. Kaya, bazı toplumsal ve siyasi gelişmelerin de geri dönüşleri etkilediği kanısında:
“Son yıllardaki sosyopolitik ortam itici bir güç olarak Suriyelilerin geri dönüşünü de tetikliyor Kayseri’deki mültecilere yönelik saldırılar, artan ırkçı ve ayrımcı söylem korku ve tedirginliğe neden oluyor. Bu ve benzeri faktörler göç etme planlarını da etkiliyor.”
‘Geri dönüşler gönüllü değil’ iddiası
Bugüne kadar çeşitli ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri geri dönüşlerdeki süreci eleştirdiler.
Göç araştırmacısı Hakan Ünay, saha gözlemlerine dayanarak, “Geri dönüşlerin çoğu gönüllü değil” iddiasında bulunuyor ve ekliyor:
“Kişiler, ülkelerine gönüllü bir şekilde geri dönmek istediklerine dair bir belge imzalıyor. Ama fiiliyatta başlarında polis, sınır görevlisi bekliyor. Maalesef geri gönderme çoğunlukla zorla geri göndererek yapılıyor.
“Gerçekten gönüllü geri dönmek isteyenler de var. Bunun pandemi, depremler, ekonomik kriz gibi gerekçeleri olabilir. Ayrıca Türkiye sınır ötesi operasyonlarıyla orada bir güvenli bölge oluşturup bir sosyal hayat inşa etmeye çalışıyor. Bunun da etkisi olmuştur.”
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder), geçen günlerde yayımladığı “Göç İdaresi Uygulamalarında Yaşanan Sorunlar” adlı raporda geri dönüşlerle ilgili hak ihlali iddialarına yer verdi.
Raporda, göçmenlerin geri dönüşündeki evrakların zorla imzalatılması veya personel tarafından imzalanmış evrakların göçmenler tarafından imzalanmış gibi işleme koyulması gibi iddialardan bahsediliyor.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Mazlumder Mülteci Hakları Komisyonu üyesi avukat Rumeysa Kılıç Uğurlu, bu iddiaları şöyle açıklıyor:
“Genel olarak, ismi gönüllü geri dönüş formu olan belgelerin, tamamen rıza dışı bir şekilde imzalattırılması sorunu ile karşılaşıyoruz. Kimi zaman; başka bir belgeymiş gibi irade yanıltılarak, kimi zaman geri gönderme merkezlerinde uzun süre kötü koşullarda tutulanlara buradan çıkmalarının tek yolu olarak gösterilerek, kimi zaman da kötü muamele ile bu belgelerin imzalattırıldığı yönünde iddialar ile karşılaşıyoruz.”
“Uygulamada Suriyeliler sınır dışı edilemeyen kişiler olarak değerlendirildiğinden bu form imzalatılarak tabi olunan uluslararası sözleşmeler ve mevzuata aykırı bir şekilde aslında üstü örtülü bir menşe ülkesine sınır dışı işlemi yapılıyor” yorumunu yapıyor Uğurlu.
Uğurlu, “Bize yansıyan yönüyle söyleyecek olursak; gönüllü geri dönüş formları hakkında ciddi bir şaibe var diyebiliriz. Çünkü; Suriye hala riskli bir bölge ve özellikle Türkiye’de bir hayat kurmuş kişiler bakımından gitmek çok da akıl karı değil” diyor.
Bu tür iddiaların Suriyelilerin geri dönüşünde etkili olup olmadığını sorduğumuz Uğurlu şu cevabı veriyor:
“Maalesef çok etkili. Suriyeliler halen çatışma bölgesi olan Suriye’ye, haklı olarak kendi özgür iradeleri ile gitmek istemiyor. Ancak Türkiye’deki ekonomik sorunlarla beraber yaşanan hak İhlallerinin etkisiyle Suriye’de İdlib’e yerleşmek amacı ile ayrılanlar bulunmaktadır.”
Yetkililer 'zorla geri gönderme' iddialarına ne diyor?
BBC Türkçe bu iddiaları hükümet yetkilisine sordu.
Yetkili iddiaları reddetti:
“Tüm gönüllü geri dönüşlerde dilekçe alınıyor. Bu sadece bizim tek başımızda yürüttüğümüz bir süreç de değil. Valilikler koordine ediyor, içinde STK’lar var, uluslararası kuruluşlar var.
“Suriye şu anda geri göndermeme ilkesinin uygulandığı bir ülke. Bu, hukuka aykırı. Buradaki gönüllü geri dönüş. Suriye’nin kuzeyinde harekatlar yapıldı, orada bir iyileştirme, hayatın normalleştirmesi çalışması yapılıyor. Oradaki çalışmalara paralel olarak bizim gönüllü geri dönüşlerimizin tamamı mevzuata uygun bir şekilde yürütülüyor.”
Konuştuğumuz yetkili, bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da referans veriyor:
“Ortada Cumhurbaşkanının da iradesi var. O da gönüllü geri dönüş diyor. Dolayısıyla bizim daha farklı bir şey yapmamız mümkün değil. Son seçim döneminde birkaç parti Suriyeliler üzerinden bir siyaset üretti. Cumhurbaşkanımız ona rağmen o dönem dahi 'güvenli, onurlu, geri dönüş' dedi.”
Avrupa’ya geçenlerin sayısı ne kadar?
Geçici koruma statüsünde olup yasadışı yollarla Avrupa’ya geçiş yapan Suriyelilerin de olduğu anlaşılıyor.
ULFED Genel Müdürü Muhammed Akta, “Düzensiz bir şekilde Avrupa'ya gidenlerin en büyük faktör olduğunu düşünüyorum” diyor.
Konuştuğumuz hükümet yetkilisine göre Suriyelilerin sayısının düşmesinin ilk nedeni geri dönüşler ikinci neden ise Avrupa’ya düzensiz göç.
Yetkili hem Türk hem de Yunan tarafında sınır güvenlik önlemleri alındığını ancak yine de Avrupa’ya geçişler olduğunu belirtiyor.
Bunun sayısı henüz net olarak açıklanmamış olmamakla birlikte, adres güncellemeleri süreci sonrası daha fazla netleşmesi olası görünüyor.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 9 Ağustos’ta yaptığı açıklamada adres tahkikatı yaptıklarını, 731 bin Suriyelinin adreslerini güncellemediğini belirtti ve bunun için onlara 90 günlük süre verdi.
Bu süre dolduğunda ise iki aylık ek süre verdi.
Bu ek süre de 1 Kasım tarihinde dolacak.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu konudaki en güncel veriyi 26 Eylül’de katıldığı A Haber yayınındaki açıklamasında 731 bin 146 Suriyelinin adreslerinin güncel olmadığını tespit ettiklerini, bunlardan 242 bin 853’ünün yaptıkları çağrı ardından adreslerini güncellediklerini, 196 bin 812’sinin ise adreslerini güncellemek için randevu aldıklarını söyledi.
Geriye kalan 291 bin 481 Suriyelinin ise henüz adreslerini güncellemediklerini belirtti.
Yerlikaya, bazı açıklamalarında AB sınır gücü örgütü Frontex'in verilerine dikkat çekerek adres güncellemesi yapmayan Suriyelilerden bazılarının kaçak yollarla Avrupa’ya geçen göçmenler arasında olabileceğini aktardı.
Bakan Yerlikaya, henüz adresini güncellememiş 291 bin 481 Suriyeliden bir bölümünün Avrupa’ya gitmiş olabileceğini belirtti.
Konuştuğumuz hükümet yetkilisi bu konuda şunu diyor:
“Bakan Bey şuna işaret ediyor. Bir kişi hizmet almıyorsa, kaydını güncellemediyse o kişinin artık Türkiye’de olduğuna dair bir emare yok. O yüzden Avrupa'ya geçmiş olabileceklerini değerlendiriliyor.”
Öte yandan Doç. Dr. Didem Danış, sahadaki görüşmelerine dayanarak, bazı Suriyelilerin kayıttan düştüğü halde Türkiye’de yaşamaya devam ettiğinden bahsediyor.
Danış’a göre bunu en net gözlemlediği yer deprem bölgesi. Bunu, Hatay örneği üzerinden anlatıyor:
“Depremden sonra Hatay’da bulundum. Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin büyük kısmının evi yıkılmış. Statülerini sürdürmek için adres güncellemesi yapmaları lazım. Ama kentte çok ciddi bir barınma sorunu var ve emlak fiyatları uçmuş durumda. Konteyner kentlere de alınmayabiliyorlar.
"Bakın Hatay’da 11 Haziran 2021’de, geçici koruma statüsünde 429 bin 21 Suriyeli varmış. 19 Mayıs 2024’te bu sayı 259 bin 449’a inmiş. Bence bunun çok önemli bir sebebi kayıt olmanın giderek zorlaşması, kişilerin aslında Türkiye’de yaşamaya devam ederken geçici koruma statülerini kaybetmeleri.”
Vatandaşlık verilenler de düşüşte etkili mi?
Suriyelilerin bir kısmına Türk vatandaşlığı da verildi.
Bunun da kayıtlı Suriyeli sayısının düşmesinde bir etkisinin olduğu iddia ediliyor.
Bununla birlikte hem konuştuğumuz uzmanlar hem de hükümet yetkilisi, vatandaşlık verilenlerin Suriyeli sayısının düşüşündeki etkisinin az olduğunu söylüyor.
Vatandaşlık verilen Suriyelilerle ilgili son resmi veri, 21 Ağustos’ta Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından açıklandı.
Açıklamada, Türkiye'de geçici koruma kapsamında bulunup Türk vatandaşlığını kazanan Suriye uyruklu kişi sayısının 238 bin 768 olduğu belirtildi.
Yeni kabine döneminde ise 183 Suriye uyruklu kişinin Türk vatandaşlığını kazandığı aktarıldı.
Ali Yerlikaya’nın bakanlığı döneminde Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin neredeyse durduğu iddia ediliyor.
Böyle bir politika değişikliği olup olmadığını sorduğumuz hükümet yetkilisi, “Vatandaşlık verilen sayısı 183 kişi. Tam olarak durdu denilemiyor. Ama sayı bu olduğu için yavaşlama söz konusu gibi görünüyor” diyor.
‘Suriyelilerin sayısı daha da azalacak’
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya göre, 2022 Haziran ayından beri yeni hiçbir Suriyelinin kaydı yapılmıyor.
Veriler 2021’den bu yana da Suriyelilerin sayısının azaldığını gösteriyor.
Bakan Yerlikaya, henüz adresini güncellememiş 291 bin 481 Suriyeli için ek sürenin 1 Kasım'da dolacağını ve o dönemde de adresini yenilememiş olan Suriyelilerin kayıttan düşeceğini belirtiyor.
BBC Türkçe’ye konuşan hükümet yetkilisi 1 Kasım'dan sonra elde edilecek verilerle, mevcut sayının düşebileceğini söylüyor.
Doç. Dr. Didem Danış bir yandan geri dönüşler yaşandığını ama bir yandan da Suriye’den Türkiye’ye kaçak geçişlerin yapıldığına dikkat çekiyor:
“Önemli sayıda insan Suriye’ye gönderildi ama onların hepsi hâlâ Suriye’de mi? Bu büyük bir soru işareti. Bugün iki - üç bin dolar gibi fiyatlarla yeniden Suriye’den Türkiye’ye kaçak geçişler yaşanıyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda birlik komutanı bir tuğgeneralin makam aracıyla insan kaçakçılığı yaptığı haberini okuduk.”
Göç araştırmacısı Hakan Ünay ise önümüzdeki yıllarda göç politikasının temel odağının geri gönderme olacağını, o yüzden Suriyelilerin sayısının azalmaya devam edeceğini tahmin ettiğini söylüyor.
Bununla birlikte, “Suriyelilerin tamamımın gideceğini beklemek bir hayalden ibaret olur çünkü çoğunluğu artık burada bir hayat kurdu” diye ekliyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cn9dqn9eldpo
KapatAvrupa Birliği (AB) Komisyonu, AB tarafından finanse edilen merkezlerde sığınmacıların kötü muameleye uğradıkları ve zorla sınır dışı ...
11 Ekim - AB, Türkiye'den 'sığınmacıların istismarı ve zorla sınır dışı edilmesi' iddialarını araştırmasını istedi (BBC Türkçe) Devamı11 Ekim - AB, Türkiye'den 'sığınmacıların istismarı ve zorla sınır dışı edilmesi' iddialarını araştırmasını istedi (BBC Türkçe)
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, AB tarafından finanse edilen merkezlerde sığınmacıların kötü muameleye uğradıkları ve zorla sınır dışı edildikleri yönündeki iddiaları araştırmasını istedi.
Ankara ise iddiaların doğru olmadığını, sınır dışı işlemlerinin uluslararası kurallara uygun bir biçimde gerçekleştirildiğini belirtiyor.
Hollanda merkezli gazetecilik kolektifi Light House öncülüğünde Almanya, Fransa, İngiltere ve İspanya'dan 21 gazeteci tarafından yapılan araştırmada, Türk makamlarının, AB tarafından finanse edilen merkezlerde, sığınmacıları zorla sınır dışı ettiği öne sürüldü.
Hollanda’nın etkin gazetelerinden NRC’de yayımlanan araştırmaya göre, toplam 20 bin kişilik 32 sınır dışı merkezinde, özellikle Suriyeli sığınmacılara büyük baskı uygulanıyor.
Haberde, Türk makamlarının AB Komisyonu'nu tarafından sağlanan araçlarla toplu olarak gözaltına alınan sığınmacıların, yine AB tarafından finanse edilen merkezlerde "gönüllü geri dönüşe zorlandığı" öne sürüldü.
Gazetecilik kolektifinin araştırmasına göre, AB'nin sığınmacılara ilişkin soruşturma ve parmak izi sistemlerinin genişletilmesi gibi hizmetleri genişletmek için sağladığı kaynaklar artık göçmenleri takip etmek, toplamak ya da sınır dışı merkezlerini dikenli tel ve daha yüksek duvarlarla donatmak için kullanılıyor.
Haberde, sınır dışı merkezindeki sığınmacılara çoğu zaman hukuki yardım sağlanmadığı, aşırı kalabalık, sağlıksız merkezlere tıkıştırıldıkları, "istismara ve hatta işkenceye" maruz kaldıkları ileri sürüldü.
NRC gazetesi, araştırma kapsamında Suriye'deki Beyaz Baretliler örgütünün eski bir üyesinin iddialarına yer verdi.
Suriye vatandaşı olan kaynak, kendisine zorla "gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini" içeren bir belge imzaltıldığını öne sürdü.
Gazetecilerin araştırmasına göre, AB, bu merkezlerde yaşananların farkında ancak finansmanı durdurmayacağını bildiriyor.
AB yetkilileri, Brüksel tarafından sağlanan desteğin, sınır dışı merkezlerindeki koşulların daha iyi olmasına katkıda bulunduğunu belirtiyor.
Türkiye'deki sınır dışı merkezlerindeki durumdan "tamamen Türkiye'nin sorumlu olduğunu bildiren AB yetkilileri, Komisyonun durumu yakından takip ettiğini söylüyor.
Geri gönderme konusunda uluslararası ilkelere her zaman saygı gösterilmesi gerektiğini belirten AB yetkilileri, Avrupa'nın finansal destek verdiği projelerin insan haklarına uygun olması koşuluna işaret ediyor.
'İddialar titizlikle araştırılıyor'
NRC’ye konuşan Türk makamları ise Suriyelilerin zorla geri gönderildiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını söylüyor.
Göç İdaresi yetkililerine göre, AB tarafından sağlanan mobil araçlarda her zaman bir çevirmen ile bir göç uzmanı bulunuyor.
Merkezlerdeki durumun hem Türk makamları hem AB hem de Birleşmiş Milletler tarafından yakından izlendiğini belirten Türk yetkililer, istismar iddialarının da titizlikle araştırıldığını belirtiyor.
Hollanda medyasına göre, AB yönetimi daha önce de Tunus'taki sığınma merkezleri nedeniyle benzer suçlamalarla karşı karşıya geldi.
AB Komisyonu, bu yıl kabul edilen yeni göç anlaşması ile sığınmacıların Avrupa sınırları dışında tutulmasını amaçlıyor.
Perşembe günü Lüksemburg'da yapılan Avrupa Göç Bakanları toplantısında, Avrupa sınırına yakın ülkelerde yeni sığınma merkezleri kurulması ve iltica başvurusu reddedilen kişilerin ülkelerine dönene kadar buralarda barındırılması önerisi gündeme getirildi.
BM rakamlarına göre Türkiye, diğer uyruklara ek olarak 3 milyonu aşkın Suriyeli mülteciyle dünya çapında en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerden biri.
AB, Avrupa'ya göçmen akışını durdurmak için 2016'da Ankara ile yaptığı anlaşma uyarınca Türkiye'ye insani yardım ve kalkınma yardımı olarak 6 milyar euro ödedi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2k191qxlpo
KapatÇok sayıda göçmene verilen istisnai vatandaşlıklar, son birkaç yıldır geçerli hukuki bir sebep olmadan iptal edilmektedir. Bu konu ...
8 Ekim - Basın toplantısına çağrı: “İstisnai Vatandaşlık İptallerini Durdurun!” Devamı8 Ekim - Basın toplantısına çağrı: “İstisnai Vatandaşlık İptallerini Durdurun!”
Çok sayıda göçmene verilen istisnai vatandaşlıklar, son birkaç yıldır geçerli hukuki bir sebep olmadan iptal edilmektedir. Bu konu hakkında avukat arkadaşlarımızın sunum yapacağı, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın vatandaşlık iptallerinin durdurulması talebini kamuoyu ile paylaşacağı basın açıklamasına katılımınızı dileriz.
Tarih: 13 Ekim, Pazar Saat: 13.00
Yer: İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Toplantı Salonu
Kapat
Göç İdaresi Başkanlığı skandal niteliğinde kararlara imza atmayı sürdürüyor!
Türkiye’nin göç ...
7 Ekim - Suçsuz insanları sınır dışı ederek ne amaçlıyorsunuz? Devamı7 Ekim - Suçsuz insanları sınır dışı ederek ne amaçlıyorsunuz?
Göç İdaresi Başkanlığı skandal niteliğinde kararlara imza atmayı sürdürüyor!
Türkiye’nin göç yönetiminde son yıllarda izah edilmesi güç adımlara imza atılıyor. Türkiye mültecilere ev sahipliği yaparken insanlık adına oldukça önemli bir misyon yüklendi. Birçok ülkeye örnek olacak bu politika son dönemde ise sorumsuz bürokratların uygulamalarıyla ciddi anlamda yara aldı.
Türkiye’nin başta ekonomi olmak üzere birçok açıdan destekçisi olan Arap coğrafyası da mülteci meselesindeki olumsuz gelişmelerden etkilendi. Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik darboğaz da düşünüldüğünde mülteci düşmanlığını körükleyen insanlık dışı uygulamaların niçin devreye sokulduğunu izah etmek mümkün değil. Göç İdaresi Başkanlığı ise skandal niteliğinde kararlara imza atmaya devam ediyor!
2014’ten beri sorunsuz bir şekilde Türkiye’de yaşayan Fatih Eid’in İstanbul Valiliği onaylı Geçici Koruma Kimlik Belgesi mevcut. Arap Dili ve Edebiyatı mezunu olan Eid, Arapça öğretmenliği ile geçimini sağlıyor. 03.10.2024 tarihinde sabah altı sularında emniyet güçleri Fatih Eid’i asılsız bir ihbarla gözaltına alıyor. İhbardaki isnat edilen suçla Eid’in alakası olmadığını anlayan görevli savcı suç unsuru bulunmadığına kanaat getirerek konunun mahkemeye intikal etmesine gerek görmüyor. İşte tam da bu aşamada kendisini vazifelendiren bir takım yetkililer Fatih Eid’i sınır dışı edilmek üzere Arnavutköy İl Göç İdaresine ardından ise Binkılıç Geri Gönderme Merkezi’ne gönderiyor.
Fatih Eid hangi suçtan dolayı başına bunların geldiğini bilmezken yaşadığı mağduriyetin acilen çözülmesi gerekiyor. Eid’in sınır dışı edilmesi durumunda suçsuz bir insan daha sebepsiz yere büyük bir adaletsizliğe maruz kalmış olacak!
https://www.haksozhaber.net/sucsuz-insanlari-sinir-disi-ederek-ne-amacliyorsunuz-181566h.htm
Kapat
Doğu Türkistanlı göçmen Ahmet Can, Türkiye’de soydaş olarak kabul edilse de, ırk temelli ayrımcılık ve hükümetin göç ...
5 Ekim - Doğu Türkistanlı Ahmet Can: ‘Irk temelli yakınlaşma bizi rahatsız ediyor’ Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV) Devamı5 Ekim - Doğu Türkistanlı Ahmet Can: ‘Irk temelli yakınlaşma bizi rahatsız ediyor’ Röportaj: Ercüment Akdeniz (İlke TV)
Doğu Türkistanlı göçmen Ahmet Can, Türkiye’de soydaş olarak kabul edilse de, ırk temelli ayrımcılık ve hükümetin göç politikalarından rahatsız olduğunu ifade ediyor.
Türkiye’de göçmenler ya da mülteciler deyince akla daha çok Suriyeliler gelir. Oysa savaş, zulüm ya da yoksulluk nedeniyle çok çeşitli ülkelerden insanların yolu Türkiye’den geçiyor. Bu topluluklardan biri de Doğu Türkistanlı göçmenler. Soydaş kültürü, hem resmi hem sivil alanda onlara “pozitif bir ayrımcılık” alanı açsa da; Hükümetin Doğu Türkistanlılara ve göçe dair politikalarına eleştirileri var.
Mahlas adını Ahmet Can olarak seçen Doğu Türkistanlı gençle söyleşiyoruz. Kendisi 24 yaşında ve üniversite öğrencisi. Hem çalışıp hem okuyor. Türkiye’ye 7 yıl önce göç etmek zorunda kalmış. Sonraki yıllarda vatandaşlık hakkını kazanmış. Kendini ırkçılık karşısında tarif eden Ahmet Can, “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” diyenlerden rahatsız olduğunu söylüyor.
Ezilmiş bir halkın göçmeni olarak Suriyelilere ve Kürtlere bakışı da oldukça çarpıcı: “Meseleye ırk temelinde bakmamak lazım. ‘Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım’ gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Bakıyorum, bazı konularda Kürtlerin hakları bizden bile geri. Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar”. Devamında şu örneği veriyor: “Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyorduk. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir…”
İsterseniz, Doğu Türkistanlı göçmenleri tanımak ve liberteryan bir genç olarak Ahmetcan’ı dinlemek için söyleşimize başlayalım:
Kendinizi nasıl tanımıyorsunuz, Uygur mu, Uygur Türk mü?
Her ikisi de kullanılıyor. Ama genel olarak kendimizi Doğu Türkistanlı olarak tanımlıyoruz. Çin’de bulunduğumuz yer Doğu Türkistan yani Sincan olarak geçiyor.
Türkiye’de şu anda ne kadar Doğu Türkistanlı nüfus var? Neden gelmek durumunda kaldınız?
Çok göç veriyoruz memleketten. Sanırım Türkiye’de 30 bin kadar kişiyiz. Gelenlerin bir bölümü de buradan Avrupa’ya gitti. Diasporamızdaki en yüksek nüfus Kazakistan’da, ikinci sırada Türkiye var. 1980 ile 2000 yılları arasında göç Kazakistan’a yönelmişti. Orada yerel bir Uygur nüfusu da var zaten. Türkiye kültürel olarak Uygurlara Avrupa’dan daha yakın geliyor. Çünkü Doğu Türkistanlılar Müslüman bir toplum. Çin 2016’da adı konulmamış bir tehcir politikası uyguladı. Çin’deki Uygur vatandaşlarına zorla pasaport dağıtıldı. Öncesinde pasaport almak çok zor, hatta imkânsız bir şeydi. Sadece çok zenginler iyi bir rüşvet karşılığında pasaport alabiliyordu. Politika değişikliğinin sebebi yeni ipek yolunun başlamasıydı. “Ebedi barış” adı altında bir uygulamaya gidildi. Milliyetçilikten terörizmden arındırılmış bir bölge kurma amacıyla asimilasyon başladı. Bu proje kapsamında herkese pasaport verildi. İnsanlar baskı rejiminin başladığını hissettiler. Başörtüsü ve sakal yasakları geldi. Ramazanda oruç yasağı da geldi. Baskıdan rahatsız olan insanlar göç etmeye başladı. Pasaportlar da göç edelim, yerimizden edilelim diye verilmişti.
Kamp politikası da bu planın içindeydi. Kamplar asimilasyon ve “dönüşüm” için kuruldu. Uyum sağlamayanlar pasaport kolaylığıyla gönderildi. Bu yolla 60 ile 100 bin arasında insan göç etti. 2016’nın Ramazan ayında Çin devleti herkesin elindeki pasaportu geri aldı. Sakıncalıların gittiği düşünülmüştü. Üç milyon insanı kamplarda tutmak maliyetli olduğu için insanları kamplarda çalıştırdılar. Örneğin pamuk tarlalarına götürüp çalıştırdılar, doğru düzgün para vermediler tabi.
Doğu Türkistan’da partinin başındaki kişi Çin devletinin atadığı kişiydi. Yönetim yurt dışına çıkanların bir daha Doğu Türkistan’a alınmamasını emretti. Gelen olursa içeri tıkılacaktı. Bağımsızlık ve demokrasi fikirlerine yer yoktu. Biz Uygurlar olarak parti de kuramıyoruz, çünkü yasak.
Türkiye’deki statünüz nedir, sizi nasıl kabul ettiler?
Bizler sığınma değil ikamet başvurusu yaptık. Soydaşlık hukukuna göre insanlar Türkiye’de ikametgâh alabiliyor. Beş seneyi doldurunca kısa bir mülakat yapılıyor, sonra sınav ve ardından vatandaşlık veriliyor. Tabii sabıka kaydı olmamak şartıyla. Gelenlerin üçte biri vatandaş olmuştur sanırım. Fakat son dönem göç politikaları sertleşti. Vatandaşlık süreci duraklamaya başladı. Başvurular yine alınıyor ama bekletiliyor insanlar.
Ailelerimizle iletişim kurmak, para göndermek yasak!
Talepleriniz neler, bunları dile getirebiliyor musunuz?
Türkiye’de rahatça eylem yapabiliyoruz. Sadece bir defa bir polis memurunun ağır müdahalesi oldu. Çin konsolosluğu önündeydi eylem. Onun dışında sorun olmadı. Eylemlerimiz elçilik önünde izinli oluyor. Sanat sergisi gibi etkinlikler de düzenliyoruz.
Taleplerimize gelince: Diasporadaki insanların Doğu Türkistan’daki aileleriyle iletişim kurmaları mümkün değil. Aradığımız zaman aileler ajan ya da işbirlikçi muamelesi görüyor. Ailelerimizi tehlikeye atmak istemiyoruz. Misal, telefonda “İyi değilim” diyenler 5 ile 10 yıl arasında hapis cezası alabiliyor. BM’nin de bu konuda hak ihlalleri raporları var.
Bizler diasporayı güçlendirmek istiyoruz. Siyasal taleplerimizi anlatmak istiyoruz. Ekonomi de önemli, hayatı güvence almak için bu gerekli. Toprağından kopup gelenlerin başını koyacak bir yer alması Türkiye şartlarında çok zor. Bu yüzden Avrupa’ya göçler oluyor. Örneğin Kanada 10 bin Uygurluyu almayı kabul etti.
Ailelerimize para göndermiyoruz. Çin sisteminde para göndermek “terörizmi fonlamak” olarak algılanıyor, para ve haber akışı yasak. Çocuklara bile para gönderemiyorsunuz. Herkes çalışıp para kazanarak geleceğe yatırım yapıyor. Eşler çocuklar da buraya gelemiyor.
Eğer geri dönüş yolu açılırsa ve Çin’de yaşayacaksak, kampların kapatılmasını istiyoruz. Anadilde eğitimin geri gelmesini istiyoruz. Bizim aydınlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Yurtdışı ile iletişim serbest olmalı. İnsanlar rahat gidip gelebilmeli. Doğu Türkistan’da inanç haklarımız tanınmalı. Türkiye “geri göndermeme” ilkesine uymalı. Otonomi hakkımız, Çin’de, 1948’de imzalandığı gibi uygulanmalı. Dışardan atamalara son verilmeli. Taleplerimiz böyle. Ama maalesef Türkiye’de hükümet Doğu Türkistan sorununa mesafeli duruyor. Çünkü bu sorunları dile getirdiğinde akla Kürt sorunu gelecek. Adama demezler mi “Sen bunları Kürtlere niye vermiyorsunuz kardeşim” diye. Bunlar zor şeyler.
‘Irkçılık Çinlilere de yapılsa kötüdür bizim için’
Soydaş göçmenler ile Suriyeliler gibi soydaş olmayan göçmenler arasında nasıl bir ilişki var? Temaslarınız oluyor mu? İzlenimleriniz neler?
Buradaki bazı vatandaşlar “Hükümet size iyi davranmalı ama Suriyelilere iyi davranıyor” diyor. Bunu doğru bulmuyoruz. Meseleye ırk temelinde bakılmamalı. “Arapları gönderip sizi daha çok almak lazım” gibi ırk temelli anlatımlar bizi rahatsız ediyor. Çünkü göçmenler benimle aynı şeyi yaşayan insanlar. Suriyeliler bir savaştan geldiler, ekstra ırkçılıkla karşılaştıkları zaman bu insanların psikolojisinin ne denli kötü olduğunu anlayabiliyorum. Bir insanın ailesinden, toprağından ayrı kalması kolay bir şey değil. Bana ırkım üzerinden bir yakınlık duyulması beni rahatsız eder. Uygurlar arasında kendisini Türklere yakın hisseden ya da bu konfordan yararlanmak isteyen insanlar var. Ama Uygurlar genel olarak ırkçılığa mesafelidir. Çünkü İslami hassasiyetleri daha ön planda. Çin’de yaşanan baskı da daha çok dinsel bir baskıydı. Dedelerimizden ırkçılığa karşı olmayı öğrendik. Irkçılık Çinlilere yapılsa da kötü bizim için. Suriyelilere karşı da ırkçılık söz konusu olmaz. Irkçılık ahlaki çürümedir.
Kişisel olarak ve dünya görüşü bakımından kendinizi nerede tarif ediyorsunuz?
Ben liberteryanım yani özgürlükçüyüm. Devletler sisteminin, insanların ihtiyacı olmayan bir kötülük olduğunu düşünüyorum. Şu anki ÇKP’yi komünist olarak görmüyorum. ÇKP’nin ılımlı yönetim zamanları da oldu. O zamanlar Doğu Türkistan’a federal yapı da savunulmuştu. Ama sonra değişti durum.
Burada Türk olmayan yabancı arkadaşlarım da var. Gördüğüm kadarıyla Suriyeli küçük çocuklar akran zorbalığına uğruyor. Ebeveynlerdeki ırkçı yaklaşım ve Arap düşmanlığı çocukları etkiliyor. Çocuklarda travma oluşuyor. Uygurlu çocuklar bunu yaşamıyor çünkü pozitif ayrımcılık var onlara. Ne yazık ki durum böyle.
Çalışma koşullarınız nasıl? Hakkınızı arayabiliyor musunuz?
Uygurlar genellikle ticaretle uğraşıyor. Her şeyi deniyorlar, lokanta, turizm işkolunda çalışıyorlar. Çince ve Türkçe bilme avantajları var. Afrika’da madenlerde çalışanlarımız da var. Çin yemekleri yapabiliyoruz. İkametle yaşayan Uygurlar, vatandaş Uygurlara göre daha kötü durumda. Çünkü aynı parayı alamıyorlar, sigorta sorun. Bu sorunları aşmak için bir araya geliyoruz. Burada hem iş bulunuyor hem de hak gaspı varsa avukat tutuluyor. Biz buna sendika diyoruz ama aslında sendika değil dernek gibi bir yapı.
Uygur göçmen toplumunda sosyal kültürel hayat nasıl?
Misal, eğlence yapamıyoruz. Doğu Türkistan’da “heydgah” dediğimiz bayram yerleri vardı. Orda bayram çıkışında Uygurlar “sama” dansı yapar, sonra evlere dağılırdı. Türkiye’de bunu yapmayı düşündük ama hoş karşılanmayacağından çekindik ve vazgeçtik. Düğünlerimiz düğün salonlarında oluyor. Cenazeleri memlekete gönderemiyoruz, burada gömüyoruz mecburen. Cenazelerimizin Çin’e gitmesine izin verilmiyor. Memlekette biri ölünce Tiktok’tan görebiliyoruz. Onlar için burada namaz kılıyoruz.
‘Paranın üzerinde Kürtçe yazsa’
Vatandaş olarak oy kullandınız mı hiç, hangi partiye oy verdiniz?
Son iki seçimde YSP ve DEM Parti’ye oy verdim. Kürt arkadaşlarımın bizim gibi baskı gördüğünü düşünüyorum. Ben Türkiye’ye geldikten sonra ve Kürtlerin durumunu görünce bazı haklar konusunda bizden bile geri olduğunu fark ettim.
Mesela Çin parasında Uygurca yazı var. Eğer Türkiye’de böyle bir şey olsa kıyamet kopar. Ya da Doğu Türkistan’da Çin marşı okuyoruz. Her ne kadar benimsemesek de marşı Uygurca okuyabiliyoruz. Okulda her pazartesi Çin marşını kendi dilimizde okuyoruz. Şimdi ben böyle bir yasa sunsam, Diyarbakır’da herkes İstiklal Marşını Kürtçe okusun desem, yolda bir tane aşırı sağcı beni çevirip vurabilir. Ben doğu Türkistan’da kendi anadilimde eğitim gördüm. Okulda Çince dâhil üç dil seçebiliyorsun. Maalesef 2014’te tek dil seçeneği olarak Uygurca kaldırıldı. Ama çift dil eğitimi hala mevcut. Üniversite’de de Uygurca seçmeli ders var. Türkiye’de Kürtlerin anadilde eğitim konusu aktif bir tartışma konusu bile olamıyorsa bu durum üzücü.
Örneğin Doğu Türkistan hala bir otonom bölgedir. Gerçi devlet adamları merkezden ve Çinlilerden atanıyor ama yine de otonomi tanınıyor. Anayasa’da haklarımız çok, pratik olarak Çin istediği gibi kullanıyor. Bu haliyle bile otonomi Türkiye’de gündeme gelemiyor. Gelse bölücülük olarak karşılanır. İnsanların kafasında “bölücülük” fikrinin normalleşmesi beni üzüyor.
Diğer muhalefet partileri için ne söylersiniz?
Bir dönem DEVA partisini destekledim ama adayını beğenmedim. Selahattin Demirtaş bırakılsın diye DEM’e oy verdim. CHP’ye mesafeliyim çünkü benzer taleplerimize uzak.
Gelecek Partisi ve DEVA, Doğu Türkistanlılarla ilgili hükümeti eleştiren açıklamalar yaptı. BM’nin Doğu Türkistan’la ilgili hak ihlali raporu çıkmıştı. Hükümet bu raporlara mesafeliydi. Geri göndermeler de oldu Doğu Türkistan’a ama tepkiler üzerine şimdilik durdu. Zafer Partisi de Türkçülük üzerinden Doğu Türkistan sorununu gündeme getirdi. Ama mesafeli onlara duruyoruz. Çünkü bizler mazlumuz. Mazlumlar arasında ırkçılık üzerinden bir karşılaştırma ya da ayrım yapılamaz. Filistin konusunda tüm Uygurlular hassastır. Arapları dışlayıp karşısına Doğu Türkistanlıları koymak doğru değil.
https://ilketv.com.tr/dogu-turkistanli-ahmet-can-irk-temelli-yakinlasma-bizi-rahatsiz-ediyor/
KapatSMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporuna göre;
Suriye'nin kuzeybatı bölgesinde ...
2 Ekim - SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporu Devamı2 Ekim - SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporu
SMDK'ya bağlı yardım koordinasyon biriminin yayınladığı kış ihtiyaçları raporuna göre;
Suriye'nin kuzeybatı bölgesinde bulunan kamplarındaki demografi: Kamplarda yaşayan toplam nüfus 2 milyon 14 bin 363 kişiye ulaşmış durumda. Toplam nüfusun %55'ini 0-18 yaş arası çocuklar oluşturuyor.
Kamplardaki Barınma Durumu: %53'ü yarı kalıcı odalarda barınmaktadır. %39'u geçici çadırlarda kalmaktadır. %7'si ise prefabrik barakalarda barınmaktadır. Konutların yarısı ek yalıtıma ihtiyaç duymaktadır.
Kış Mevsiminde Kamplardaki Endişeler ve Zorluklar: Kampların yarısı, yağmur yağdığında yolların kapanması nedeniyle temel hizmetlere erişimde zorluk yaşamaktadır. Kampların %75'i kış aylarında güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Kampların %99'u besleyici gıdaya erişimde sıkıntı yaşamaktadır.
Kış İhtiyaçları: Kampların %82'si battaniyeye ihtiyaç duymakta, sobalar ve yakıt yetersizdir. Halk, ısınmak için güvenli olmayan alternatifler kullanmaktadır.
Tavsiyeler: Soba, yakıt, battaniye ve kışlık giysi sağlanmasının yanı sıra barınaklardaki yalıtımın iyileştirilmesi gerekmektedir. Sel baskınlarını önlemek için altyapının geliştirilmesi önem arz etmektedir.
https://x.com/mohammadakta/status/1841378060181839992
Kapat
Göç Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II ...
30 Eylül - Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı Devamı30 Eylül - Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı
Göç Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye’de Göç ve Göçmen Bağlamında Değişen Öteki Algısı II Çalıştayı sonuç raporu yayınlandı.
Çalıştay, Türkiye’deki göçmenlerin karşılaştığı temel sorunları ele almak ve bu sorunlara yönelik etkili çözümler geliştirmek amacıyla gerçekleştirildi. Türkiye’nin göçmen politikalarını daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir yapıya kavuşturma yolunda önemli bir adım olan bu organizasyon, göçmenlerin yaşadığı zorlukları ve bu zorlukların toplumsal uyum üzerindeki etkilerini derinlemesine inceleme fırsatı sundu.
Kapat
Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı ...
28 Eylül - Af Örgütü: Eritreliler zorla geri gönderilme riski altında Devamı28 Eylül - Af Örgütü: Eritreliler zorla geri gönderilme riski altında
Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı karşıya kalacak.
Yüzlerce Eritreli, işkence, keyfi gözaltı ve diğer ciddi insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalabilecekleri Eritre'ye zorla geri gönderilme tehlikesiyle karşı karşıya. Son raporlar, yeterli iletişim veya hukuki desteğe erişim olmadan yaklaşık 300 Eritrelinin kısa süre önce Eritre'ye sınır dışı edildiğini gösteriyor.
Uluslararası Af Örgütü'ne göre, Türkiye'de gözaltında tutulan Eritreliler, Eritre’ye geri gönderilmeleri halinde ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşma riskiyle karşı karşıya kalacak.
Örgüt, Eritre’ye geri dönen kişilerin izinsiz ülke dışına çıkma gerekçesiyle gözaltına alınıp işkence gördüğünü belgelemiş durumda.
Eritre'de gözaltı ve kötü muamele riski
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (UNCHR) de zorla geri gönderilen Eritrelilerin, suçlama olmaksızın tutuklanabileceğini, kötü muamele ve işkenceye maruz kalabileceğini vurguladı.
UNCHR, Eritre'de gözaltı koşullarının son derece kalabalık, hijyenik olmayan ve tıbbi bakım imkanlarından yoksun olduğunu belirtiyor. Eritre’den yasa dışı yollarla çıkmış kişilerin, ülkelerine geri döndüklerinde incelemeye ve sert cezalara maruz kalabileceği kaydediliyor.
Türkiye'nin Mülteci Sözleşmesi'ne yaklaşımı
Türkiye, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü'ne taraf olsa da, coğrafi kısıtlamalar nedeniyle yalnızca Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelen kişilere mülteci statüsü tanıyor. Avrupa dışından gelen sığınmacılar ise "şartlı mülteci" statüsüne başvurabiliyor ve bu statü, tam mülteci statüsüne kıyasla daha sınırlı haklar içeriyor.
Uluslararası Af Örgütü, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’den sınır dışı edilen yaklaşık 180 Eritrelinin, Eritre'nin başkenti Asmara yakınlarındaki Adi Abeto Cezaevi'nde gözaltında tutulduğunu açıkladı. Türkiye'deki göçmen gözaltı merkezlerinde tutulan Eritreliler, yetkililerin kendilerini de sınır dışı etmeye hazırlandığını ailelerine bildirdi.
Uluslararası Af Örgütü ve diğer insan hakları kuruluşları, Türkiye'nin Eritrelileri geri gönderme işlemlerini derhal durdurması çağrısında bulunuyor.
Yetkililerden, Eritrelilerin güvenli bir şekilde Türkiye’de uluslararası koruma başvurusunda bulunmalarına izin verilmesi ve gözaltı koşullarının uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi talep ediliyor.
Türkiye’nin, Eritrelileri ciddi insan hakları ihlalleri riskiyle karşılaşacakları Eritre’ye geri göndermesi halinde, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve BM İşkenceye Karşı Sözleşme'deki yükümlülüklerini ihlal etmiş olacağı belirtiliyor.
https://bianet.org/haber/af-orgutu-eritreliler-zorla-geri-gonderilme-riski-altinda-299651
Kapatİstanbul Akgün Otelde; İHH İnsani Yardım Vakfı, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü ...
27 Eylül - STK'lardan Abdullatif Davvara cinayetine tepki: “Cezalar caydırıcı hale getirilmeli” Devamı27 Eylül - STK'lardan Abdullatif Davvara cinayetine tepki: “Cezalar caydırıcı hale getirilmeli”
İstanbul Akgün Otelde; İHH İnsani Yardım Vakfı, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü Avukatlar Derneği ve Mülteci Dernekler Federasyonu tarafından “Çocuk katliamlarına, ayrımcılık ve şiddete dur de” başlıklı basın toplantısı yapıldı.
İstanbul Gaziosmanpaşa’da 21 Eylül 2024 tarihinde 15 yaşındaki tekstil işçisi Abdullatif Davvara parkta oturduğu sırada, kimliği belirsiz 2 kişi tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Yaşanan cinayet sonrasında; Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Yeryüzü Çocukları Derneği, Yeryüzü Avukatlar Derneği, Mülteci Dernekler Federasyonu ve İHH İnsani Yardım Vakfı öncülüğünde çeşitli sivil toplum kuruluşları bir basın toplantısı düzenleyerek, çocuk cinayetlerine dikkat çekti.
Basın toplantısında, 6 Şubat 2023 depremlerinde annesini ve kardeşini kaybeden Abdullatif’in canice bir cinayete kurban gittiği vurgulandı. Toplantıda, toplumda giderek artan çocuklara yönelik şiddet olaylarının sosyal huzur ve güvenliği tehdit ettiği ifade edildi.
Artan çocuk cinayeti haberlerine bir yenisinin daha eklenmiş olmasından büyük bir üzüntü ve hicap duyuyoruz
Toplantıda basın açıklamasını okuyan Yeryüzü Çocukları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Av. Betül Zağlı Topal, "Son günlerde artan çocuk cinayeti haberlerine bir yenisinin daha eklenmiş olmasından büyük bir üzüntü ve hicap duyuyoruz. Çocuğa yönelik şiddetin toplumumuzdaki artış hızı toplumsal huzur ve güven ortamı için ciddi bir tehlike teşkil etmektedir. Çocuklarımızı cinayetlere kurban verdiğimiz sokaklarımızda çocuklar için hayat gitgide güvensiz hale gelmektedir. Narin'i Diyarbakır'da, Sıla'yı Tekirdağ'da kaybettik. 21.09.2024 tarihinde de İstanbul Gaziosmanpaşa'da 15 yaşındaki tekstil işçisi Suriyeli Abdullatif, arkadaşlarıyla bir çocuk parkında otururken silahlı saldırıya uğramıştır. Saldırganlar parkta oturan çocuklara 12 kurşun sıkarak ateş açmışlardır. Bu saldırıda Abdullatif'e 4 kurşun isabet etmiştir. Henüz hayatının baharında, sadece 15 yaşındaki Abdullatif bu hayattan acımasızca koparılmıştır. Bir yıl önce, 6 Şubat 2023 depreminde, annesi ve kardeşinin vefatının acı tazelinde Abdullatif de onların aralarına katılarak hayata veda etmiştir." dedi.
Abdullatif Davvara'nın katledilmesinin ardından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklama ile olaya karışan 5 kişinin gözaltına alındığını hatırlatan Topal, dernek ve ailenin avukatları olarak tüm suçluların, azmettirenlerin hak ettiği cezayı alması için olayın takipçisi olacaklarını ifade etti.
"Cezalar yeterli ve caydırıcı hale getirilmeli"
Toplumda gittikçe artan şiddet ortamı ve toplumsal öfke nedeniyle çocukların katledildiğini aktaran Topal, "Çocukların korunması ve haklarının güvenceye alınması adına suçların caydırıcılığının artırılması, sokakların güvenliğin sağlanması zaruridir. Yaşanan çocuk cinayetlerinde ve istismar olaylarında bu gibi vahşi eylemler işleyenlerin genellikle ilk suç eylem olmadığı bilinmektedir. Suçla mücadelede, faillerin mükerrer eylemler çocuklarımız için tehdit oluşturmadan harekete geçilmeler. Cezaların yetersizliği, herhangi bir ıslah ediciliğin olmadığı ve hatta verilen cezaların infaz edilmediği açıkça ortadadır. Cezalar yeterli ve caydırıcı hale getirilmeli, cezaların infazı için infaz kanununda gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Aksi halde katledilen nice çocuk haberin almamız kaçınılmaz hale gelecektir." diye konuştu.
"Davanın takipçisi olacağız"
Topal, "Milliyet, din, dil, ırk fark etmeksizin tüm çocukları korumak ve gözetmek toplumun asla sorumluluğudur. Narin, Sıla, Gina, Ahmed, Abdullatif ve şiddete, istismara kurban gitmiş tüm çocuklarımız adına adaletin sağlanmasını, sokakların güvenilir hale getirilmeseni talep ediyoruz. Ahlak yozlaşmanın, kötülüğün, ötekileştirmenin çocuklarımıza yönelmesini toplumun çöküşünün çığlığı olarak görüyoruz. Sosyal medyada ve çeşitli kitle iletişim mecralarında toplumsal ayrımcılığa yönelik ifadeler kullananların da çocuklara karşı işlenen suçların fitilini ateşlediklerini biliyoruz. Adalet sağlayacak mercilerden beklentimiz, toplum içinde öfke ve ayrımcılık tohumları ekenlere de caydırıcı yaptırımların uygulanmasıdır. Yeryüzünün tüm çocuklarının haklarına kavuşması için çalışan, gayret gösteren Yeryüzü Çocukları Derneği olarak Abdullatif'e davasının da takipçisi olacağımızı bir kez daha bildiriyoruz. Bizler tüm çocuklar adli bir dünya sistemde yaşayana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Toplumsal şiddete, ayrımcı söylemlere, istismar ve cinayete kurban edecek bir çocuğumuz daha yoktur." şeklinde konuştu.
"Halkı kin ve düşmanlığa sevk edenlerin cezalandırılmaması göçmenlere karşı işlenen suçların cezasız kalacağı algısını oluşturdu"
Katledilen Abdullatif Davvara'nın Suriyeli olması nedeniyle sürece müdahil olduklarını belirten Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Av. Abdullah Resul Demir, "Ne acıdır ki bu menfur hadise ilk değildir ve korkarız ki son da olmayacaktır. Ülkemizde meydana gelen ve tarafı göç eden yabancılar olan her türlü olay derneğin çalışma konuları arasında bulunmaktadır. Bu kapsamda Gaziosmanpaşa'da yaşanan bu olay da derneğimizce takip edilmekte olup yargılamanın hukuka uygun şekilde yürütülmesi amacıyla dosyanın takipçisi olacağımızı sizlere bildirmekteyiz. Ancak biz bu basın toplantısıyla bu olay özelinde birkaç hususunda daha altını çizmek istiyoruz. Ülkemizde giderek yükselen nefret söylemleri neticesinde göç eden yabancıların mağduriyetine sebebiyet veren çok sayıda olaya şahit olduk. Uzun yıllardır nefret söyleminin arttığını ve bu söylemlerin suç unsuru oluşturduğunu çeşitli vasıtalar ile gündeme getirmeye gayret ettik. Derneğimizin avukatları tarafından yıllar içerisinde açıkça halkı kin ve düşmanlığa sevk eden siyasiler, gazeteciler, bireyler hakkında sayısız suç duyurusunda bulunulmuş olunmasına rağmen neredeyse hiç birinden 'TCK'nın 216'ncı maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama' kapsamında kovuşturma yapılmamıştır. Kamu barışına karşı suçlar arasında yer alan 216'ncı madde kapsamına giren ve bugüne kadar defalarca açıkça işlenen bu eylemler bugün toplumda yabancılara karşı işlenen suçların cezasız kalacağı algısını oluşturmuştur. Toplumun dezavantajlı gruplarına yönelen bu şiddetin derhal ve kesin bir şekilde durdurulması gerekmektedir. Yargının ve İdarecilerin yaşanan bunca olay karşısında sessiz kalmış olması kötülerin seslerini daha gür çıkarmasını sağlamıştır." dedi.
İnfaz hukukunun en önemli amacının suçluların topluma kazandırılması ve ıslahı olduğunu ancak suçluların topluma kazandırılmasına yönelik düzenlemelerin hiçbir şekilde cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmaması gerektiğini vurgulayan Yeryüzü Avukatları Derneği Başkanı Av. Enes Kafadar, Türkiye'de 5 yıldan az hapis cezasına çarptırılan suçlulara hapis cezasının infaz edilmediğini, benzer düzenlemelerle cezaların caydırıcılığın ortadan kaldırıldığını söyledi.
"Konuşulan sorunlar buz dağının görünen yüzü"
Son 10 yıldır ayrımcılığa maruz kalan insanlarla muhatap olduklarını belirten İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Av. Uğur Yıldırım, "Bugün konuştuğumuz sorunlar Türkiye'de bulunan göçmenlerin, sığınmacıların yaşadığı sorunlar aslında buz dağının sadece görünen yüzü. Bunun altında çok daha fazla şiddete, ayrımcılığa maruz kalan, korkuları olan, kendiişlerinde sorunları olan insanlarla son 10 yıldır daha fazla muhatap oluyoruz. Türkiye'deki infaz sisteminden, adalet sisteminden kaynaklanan, kanuni bir karşılığı olmayan veya kanuni karşılığı olmasına rağmen düzgün yürütülmeyen soruşturmalar ve diğer koşullar sebebiyle maalesef yaptıkları yanına kar kalan bir sistemde suça meyilli kişilerin göçmenleri hedef aldığını görüyoruz. Çünkü onlar toplumun zaten en zayıf kesimi. Diğerleri zalimliklerini göçmenlere, çocuklara yönelik gerçekleştirmeyi bir adet haline getirmiş durumdalar." diye konuştu.
Kapat
İstanbul Gaziosmanpaşa'da 21 Eylül’de parkta oynarken 12 el ateş edilerek vurulan 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara’nın ölümüne ...
25 Eylül - Öldürülen Suriyeli çocuğun ailesinden adalet çağrısı (bianet) Devamı25 Eylül - Öldürülen Suriyeli çocuğun ailesinden adalet çağrısı (bianet)
İstanbul Gaziosmanpaşa'da 21 Eylül’de parkta oynarken 12 el ateş edilerek vurulan 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara’nın ölümüne dair bianet’e konuşan Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı ile Özgürlükçü Hukukçular Derneği avukatlarından Ömer Taş, çocuğun ailesinin adalet mücadelesi başlatacağını söyledi.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği avukatlarından Ömer Taş, olayın ardından Davvara’nın ailesini ziyaret etti ve bilgi aldı.
Taş, bianet’e yaptığı açıklamada, olayın ırkçı saiklerle işlenmiş olabileceği üzerinde durduklarını belirtti ancak soruşturmanın devam ettiğini ve net bir bilgiye ulaşmadan kesin bir yargıya varmanın doğru olmayacağını ekledi.
Taş, saldırı sırasında Davvara ve arkadaşlarının Arapça konuştuklarını ve bu sırada motosikletli iki kişinin parkta bulunan gençlere ateş açtığını belirtti. "Olay sırasında Abdullatif ve diğer gençler kaykay ve kaydırakların arkasına saklanmaya çalıştı. Ancak Abdullatif başarılı olamadı ve 12 kurşundan 4’ü vücuduna isabet etti. Hastaneye kaldırıldı ancak maalesef kurtarılamadı" dedi.
Davvara ailesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı desteğiyle adalet mücadelesine devam edeceklerini belirtti.
Avukat Ömer Taş, sürecin takipçisi olacaklarını vurguladı. "Aile, çocuklarının suçsuz olduğunu, hiçbir şekilde karıştığı olumsuz bir durum olmadığını ifade etti. Adalet arayışlarından vazgeçmeyecekler" dedi.
Soruşturma devam ediyor
İstanbul Emniyeti, olayla ilgili 5 kişinin gözaltına alındığını ve 2 ruhsatsız silah ile bir motosikletin emniyette tutulduğunu açıkladı. Olayla ilişkisi olduğu düşünülen bu kişiler hakkında soruşturma devam ediyor.
Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında, saldırının nedenine ve olası ırkçı bir saikle işlenip işlenmediğine dair daha fazla bilgi elde edilmesi bekleniyor.
Davvara ailesi, oğullarına hak ettiği adaletin sağlanması için yetkililere çağrıda bulunurken, bu vahim olayın aydınlatılması adına hukuk mücadelesini sürdüreceklerini vurguladı.
https://bianet.org/haber/oldurulen-suriyeli-cocugun-ailesinden-adalet-cagrisi-300053
Kapat
Son birkaç yıla bakıldığında Avrupa’da arka arkaya pek çok aşırı sağcı hükümet ve liderle karşı karşıya olduğumuz ...
24 Eylül - Her yerde göçmenleri savunacağız! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma) Devamı24 Eylül - Her yerde göçmenleri savunacağız! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma)
Son birkaç yıla bakıldığında Avrupa’da arka arkaya pek çok aşırı sağcı hükümet ve liderle karşı karşıya olduğumuz görünüyor. Guardian’da 17 Eylül’de çıkan bir yazıda Avrupa’daki aşırı sağcı ittifakların yükselişinden ve buna karşı nelerin yapılması gerektiğinden bahsediliyor[1]. Gordon Brown yazıda şunları söylüyor: “Avrupa’ya musallat olan hayalet, Karl Marx’ın bir zamanlar yazdığı gibi komünizm değil, aşırı sağcılıktır… Avrupa’da şu anda aşırı sağcı partilerin desteklediği ya da koalisyonda yer aldığı yedi hükümet var, bir zamanlar kirlenmenin önündeki aşılmaz engeller merkez sağ yatıştırıcılar tarafından bir kenara itilirken, sırada muhtemelen Avusturya var.”
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Marine Le Pen’in aşırı sağcı göçmen karşıtı gündemine teslim oldu. Her ne kadar Temmuz ayında sol cepheyle yaptığı seçim anlaşması sonucu Le Pen’e karşı bir güvenlik duvarı oluşturduysa da seçim sonrası aşırı sağa döndü. Macron, parlamento seçimlerinin birincisi solcu Yeni Halk Cephesi’ne (NFP) hükümeti kurma görevini vermeyi reddedip sağcı bir siyasetçi olan Michel Barnier’i başbakan olarak atadı. Macron, aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisinin desteğini alan bir hükümet kurmaya çalışıyor.
Avusturya’da iki eski Nazi üyesi tarafından kurulan Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) ay sonuna kadar göçmen karşıtı ve Rusya yanlısı bir hükümet kurması bekleniyor. Aşırı sağ eksen; Avusturya, Macaristan ve Slovakya’da ve daha da önemlisi, aşırı sağcı Başbakan Giorgia Meloni’nin adım adım basını ve yargıyı kontrol altına almakla suçlandığı İtalya’da giderek güçleniyor.
Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Doğu Almanya’daki bölgesel seçimleri Thüringen’de kazandı, Saksonya’da ikinci oldu. Bu durum, Almanya’nın iç istihbarat teşkilatının AfD’yi üç eyalette “aşırılık yanlısı” bir örgüt olarak listelemesine, bazı üyelerinin Holokost inkârı ve aşırı sağcı siyasi şiddetle bağlantıları konusundaki endişelerini yansıtmasına ve partinin Thüringen lideri Björn Höcke’nin Alman mahkemelerinde iki kez suçlu bulunmasına rağmen gerçekleşti. Maalesef geçen hafta Alman koalisyon hükümeti AfD’nin başarısına, düzensiz göçü engellemek amacıyla sınırların kontrolünü sıkılaştırarak tepki verdi.
Hollanda’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (PVV) öncülüğünde kurulan hükümet, sığınma ve göçün önemli ölçüde sınırlandırılması için, bugüne kadarki en katı uygulamaları hayata geçirmeye hazırlanıyor. Eski istihbarat servisi şefi Dick Schoof’un başkanlığında kurulan dört partili sağcı hükümetin programı, Cuma günü açıklandı. Yeni hükümet programına göre, sığınmacılar konusunda “acil durum” ilan edilecek. Süresiz sığınma izni sona erecek. Suçlu yabancıların sınır dışı edilmesi kolaylaştırılacak. Aile birleşimi büyük ölçüde sınırlanacak.
Avrupa’da yükselen aşırı sağın nasıl büyüdüğünün tartışılması, bu durumdan çıkışın da yolunu gösterecektir.
2008’de başlayan ekonomik kriz ile aşırı sağın yükselmesinin paralel gittiğini söylemek mümkün. Ama Avrupa’da aşırı sağın mültecileri kullanarak yükselmesi, Britanya’daki Brexit sürecinde oldu. Nigel Farage’ın 2016 yılında Brexit referandumu kampanyası sırasında kullandığı, sakallı ve koyu tenli göçmenlerin sürüler hâlinde yürüdüğü posterin sloganı “Kırılma Noktası” idi. Brexit’e, yani Britanya’nın AB’den ayrılmasına “evet” oyu verenlerin arasında en büyük nedenin yabancı işçiler olduğu anketlere yansımıştı. Aynı fotoğraf daha sonra Macaristan’da kullanıldı, ancak başlık “Kırılma noktası” yerine “Dur” olarak değiştirildi. Benzer sloganlar arasında Matteo Salvini’nin İtalyan Ligi partisi tarafından kullanılan “İstilayı durdurun”, Alman aşırı sağ grupları AfD ve Pegida (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) tarafından benimsenen “Sınırları kapatın” yer almaktadır. Tüm bu sloganların Türkiye’deki ırkçı siyasetçiler tarafında kullanılması tabii ki tesadüf değil.
Aşırı sağ siyasetçiler ve partileri, mültecileri “Günah Keçisi” ilan ederek popüler olmaya ve seçimlerde başarılı olmaya devam ediyorlar. Bu yükselişte neoliberalizmin etkisini görmek son derece önemli. Meşhur tarihçi Fukuyama’nın dediği gibi olmadı, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun yıkılışı kapitalizm büyük bir zafer kazandırmadı. Fukuyama 1990’larda “Tarihin Sonu mu?” tezinde, genel anlamda “Batının zaferi” ile sonuçlanan tarihsel bir süreçten, liberalizmin zaferinden söz etmekteydi. Fukuyama, Batı genelinde, Amerika özelinde, liberal demokrasiyle insanlığın ulaşabileceği en son noktaya ulaştığını, bundan sonra insanların yapacakları pek bir şey kalmadığını, liberalizmin çözemediği veya çözemeyeceği hiçbir meseleyi çözebilecek ideoloji olmadığını ve artık tarihin sonunun geldiğini iddia etmekteydi.
İçinde yaşadığımız krizler çağı bunun ne kadar yanlış bir tez olduğunu defalarca kanıtladı. Neoliberalizm ile işçi sınıfının direnişi kırıldı ama bu durum burjuva demokrasisinin çöküşüne de vesile oldu. Her ne kadar Fukuyama hâlâ aynı rüyaları anlatmaya devam etse de gerçekler tam tersini söylüyor. Fukuyama 2024’teki seçim sonuçlarına bakarak “Demokrasinin gerilemesine pek çok ülkede direnilebilir ve direnildi de” diye değerlendirmeler yaparken, yukarıdaki manzarayı görmezlikten geliyor.
Neoliberal merkez partilerin “aşırı sağ güçlenmesin” diye verdikleri tüm tavizler aşırı sağı güçlendirdi, maalesef aynı teraneye devam ediyorlar. Aşırı sağın istismar ettiği tüm “sistem karşıtı” öfke, buradan göçmenleri hedef hâline getiren çok tehlikeli bir yere doğru gidiyor.
Enternasyonal Dayanışma’da yayınlanan bir yazıda söylendiği gibi sosyal demokrat partilerin halkta yarattığı hayal kırıklığı, aşırı sağın yükselişinin sebepleri arasında yer alıyor: “AfD’nin yükselişinin ana nedeni SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan federal hükümetin, sosyal altyapının ihmal edilmesini kabul ederken devasa bir askeri yığınağa milyarlarca yatırım yapan politikasıdır.”[2]
20 Eylül’de seçime giderken sayıları birkaç bini bulan AfD’li faşist güruh, ellerinde taşıdıkları pankartlarda, Brandenburg ve Berlin’de iktidarda olan Sosyal Demokratlara atfen “Bıktık usandık” ya da “Kızıl fareler defolun” yazılı pankartlar taşıdı. Bu pankartlar, ırkçılığın göçmenlerle sınırlı olmadığını, büyüdükleri takdirde işçi sınıfına ve sosyal demokratlara yöneleceğinin en iyi örneği. 1930’lar Almanya’sını yeniden yaşamak istemiyorsak göçmenleri savunmak, işçi sınıfının ve sosyal demokratların kendilerini savunması anlamına geliyor.
Göçmen düşmanlığında yarışan ülkeler kervanına Türkiye’nin katılmasının miladı 2019 yılıdır. Daha önce de tabii ki ırkçılık etkindi ama 2019 yerel seçimlerinde İYİ Parti Fatih Belediye başkan adayı İlay Aksoy’un “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” pankartı, bu işin startını verdi.
Geçen hafta Zonguldak’ta görülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’yi yakıp, cesedini yok etmeye çalışan maden ocağı sahipleri “Afganlı işçi, kim peşine düşer ki yakalım gitsin” demişlerdi. Bunu sağlayan politik iklim, muhalefetin AKP-MHP ittifakını yenmek için mülteci kozunu kullanma çabası ve iktidarın da bunu büyük bir ustalıkla alıp uygulaması ile gelişti. Serbestiyet’te yazdığım gibi “Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu.”[3]
AKP-MHP iktidarı son 5-6 senedir Avrupa’daki aşırı sağı aratmayacak uygulamalar ile göçmenlere karşı büyük bir saldırıyı sürdürüyor. Ali Yerlikaya’nın sık sık “illegalize ettikleri” göçmenler hakkında yakalama ve sınırdışı etme rakamları vermesi, komple teorisyenlerinin “İstilayı durdurun” havasına büyük destek sağlıyor.
Türkiye’de ekonomik, politik krizleri yaratan, istikrarı bozan 4 milyon göçmenmiş gibi bir hava yaratılıyor. 1980’lerin, 2000’lerin ekonomik krizleri hemen unutuluyor. Kapitalizmde ekonomik krizi üreten, bir avuç elitin milyonlarca işçinin sömürüsü üzerinden kazanma hırsı unutuluyor. Milyarlarca dolar kazanırken sıfır vergi vermeleri, üzerine Kovid vs bahane edilerek devletten kredi almaları unutuluyor. Bunun yerine savaştan, şiddetten, baskıdan ve diktatörlükten kaçıp başka bir ülkeye sığınan göçmenler suçlanıyor.
Bugün sigorta hakkı, sosyal yardım hakkı olmadan “kaçak” çalışan milyonlarca göçmen işçi ile Türkiyeli işçilerin, Avrupalı işçilerin kaderi bir ve tektir. Afgan işçi Nourtani yüzbinlerce maden ocağı işçisinden biridir. Onları insanlık dışı işlerde çalıştıran işverenler de bir ve tektir. Bu işverenlere destek verenler de…
Enternasyonal Dayanışmadaki yazıda yazıldığı gibi: “Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, başta AKP-MHP iktidarı olmak üzere Türkiye kapitalizminin işçi düşmanı yüzünü sergilemektedir. Ancak muhalefet de, başta CHP olmak üzere Türkiye’de çalışan mültecilerin kayıtlı olarak çalışabilmeleri için gerekli yasal izinlerin verilmesi konusunda iktidarı sıkıştıran herhangi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Mülteciler ve göçmenler yasal çalışma iznine sahip olsalar, yasal ikamet iznine sahip olsalar, ucuz iş gücü söylemleri sona erer.”[4]
“Ya sosyalizm ya barbarlık” çağrısının bugünkü karşılığı, sınıf mücadelesinin en kritik unsuru olarak, uluslararası düzeyde her yerde göçmenleri savunmaktır. Bu mücadele kazanırsa aşırı sağ gerileyecek. Göçmenler yalnız bırakılırsa işçi sınıfı ve tüm ezilenler kaybedecek.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/24/her-yerde-gocmenleri-savunacagiz-yildiz-onen/
Kapat
21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki ...
24 Eylül - İstanbul’da maskeli ırkçı grup dehşeti: 15 yaşındaki Suriyeli çocuk 12 el ateş edilerek öldürüldü – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı24 Eylül - İstanbul’da maskeli ırkçı grup dehşeti: 15 yaşındaki Suriyeli çocuk 12 el ateş edilerek öldürüldü – Sema Kızılarslan (Karar)
21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki Abdullatif Davvara, hayatını kaybetti. KARAR’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in öldürüldüğü parkta sık sık Suriyeli çocukların ırkçı saldırılara maruz kaldıklarını anlattı. Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, “Yeğenim için adalet istiyorum” dedi.
Abdullatif, Suriye'den Türkiye'ye ailesiyle birlikte savaş nedeniyle göç eden binlerce çocuktan biriydi. Parkta arkadaşlarıyla oyun oynadığı sırada hedef alınan çocuğa 12 el ateş edildi. Abdüllatif, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Olayın ardından saldırganlar kayıplara karıştı.
MASKELİ VE SİYAH GİYİMLİ SALDIRGANLAR 12 EL ATEŞ ETTİ
Abdullatif’in saldırıya uğradığı sırada yanında olan arkadaşlarının ifadelerine ve güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerde iki saldırganın da siyah giyindiği ve maske taktığı tespit edildi.
Annesi ve kardeşleri 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybettiği için amcasıyla birlikte Gaziosmanpaşa’da yaşayan 15 yaşındaki Abdullatif, bir tekstil fabrikasında çalışıyordu.
BU PARKTA OYNAYAN SURİYELİ ÇOCUKLAR SIKLIKLA HEDEFTE
Olay günü amcasından izin aldıktan sonra arkadaşlarıyla oyun parkına giden
Abdullatif’in kimseyle kavgalı olmadığı belirtildi.
KARAR’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in 12 el ateş açılarak öldürüldüğü parkta iki aydır sıkça ırkçı saldırılar olduğunu ve özellikle Suriyeli çocukların parktan kovulduğunu ileri sürdü.
HASTANE MÜDAHALESİ YETERSİZ KALDI, GEÇ SEVK EDİLDİ
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, Gaziosmanpaşa’da yaşayan bir esnaf olduğunu ve kimseyle bir sorunu olmadığını anlattı:
“Benden arkadaşlarıyla oyun oynamak için izin aldı. Berberden gelmişti. Ben de 15 dakika müsaade ettim. Kamera kayıtlarını izledik. Abdullatif’e saldıranlar simsiyah giyinmiş ve maske takmıştı. Ben bu bölgede esnaflık yapan biriyim. Kimseyle hiçbir kavgam, tartışmam yok. Yeğenim vurulduktan sonra kadın doğum hastanesine kaldırıldı ve orada gerekli müdahaleler yapılamadı. Sonrasında Başakşehir’de bir hastaneye sevk edildi ama artık çok geçti.”
Amca Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif'in cenazesi Kilis'te defnedildi.
Kapat
İstanbul’da yaşayan Üsküdar Üniversitesi öğrencisi Naya Alsaffan, evlilik teklifini defalarca reddettiği erkek tarafından silahlı saldırıya ...
20 Eylül - Suriyeli öğrenci Naya saldırıya uğradı (Enternasyonal Dayanışma) Devamı20 Eylül - Suriyeli öğrenci Naya saldırıya uğradı (Enternasyonal Dayanışma)
İstanbul’da yaşayan Üsküdar Üniversitesi öğrencisi Naya Alsaffan, evlilik teklifini defalarca reddettiği erkek tarafından silahlı saldırıya uğradı.
Suriyeli üniversite öğrencisi Naya Alsaffan, evlenme teklifini reddettiği Türkiyeli Mustafa Öztaşçı tarafından silahlı saldırıya uğradı.
Defalarca şikâyette bulunmasına rağmen polis tarafından şikâyetleri ciddiye alınmayan Naya, 17 Eylül’de evine dönerken iki kurşunla vuruldu. Saffan yoğun bakıma alındı.
Evlenme teklifini reddettiği Mustafa Öztaşçı tarafından silahlı saldırıya uğrayan Naya Alsaffan için #NayaİçinAdalet etiketiyle sosyal medyada paylaşımlar yapılıyor.
Kadınlara ve göçmenlere yönelik suçların cezasız kalmaması için tüm kamuoyunu #NayaİçinAdalet hastagi ile dayanışmaya davet ediyoruz.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/20/suriyeli-ogrenci-naya-saldiriya-ugradi/
KapatAfganlar, Türkiye’deki çoban ihtiyacının karşılanmaması ve hayvancılık sektöründe Afgan çobanların varlığı üzerinden ...
19 Eylül - Türkiye'deki Afganlarla ilgili neler biliniyor? Afgan çoban tartışması neden gündemde? (BBC Türkçe) Devamı19 Eylül - Türkiye'deki Afganlarla ilgili neler biliniyor? Afgan çoban tartışması neden gündemde? (BBC Türkçe)
Afganlar, Türkiye’deki çoban ihtiyacının karşılanmaması ve hayvancılık sektöründe Afgan çobanların varlığı üzerinden gündeme geliyor.
Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın “Bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz” sözleri konunun yeniden tartışılmasına neden oldu.
Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik de Afganistan ve Türki cumhuriyetleri ile yabancı çoban istihdamı için görüşmeler yapıldığını da iddia etti.
Peki, Türkiye’deki Afganlarla ilgili neler biliniyor?
Türkiye'deki Afgan göçmenlerle ilgili merak edilenleri çeşitli kurum ile kuruluşların verilerini kullanarak, buralardaki kaynaklarla konuşarak, teyitli olarak ve güncel bilgiler üzerinden bir araya getirdik.
Afganların Türkiye'ye göçü yeni mi?
Afganistan'dan ülke dışına göç hareketi yeni değil.
1970'lerin sonundan itibaren bu göç hareketi, çatışmalar ile siyasi ve ekonomik sorunlar gibi nedenlerle sürüyor.
Suriye krizi başlamadan önce Afganistan, dünyaya en fazla mülteci ve sığınmacı veren ülke konumundaydı.
Çeşitli sorunlarla ülkesinden ayrılan Afganların büyük bölümü bugün İran ve Pakistan'da bulunuyor.
Türkiye de yıllardır, Afganların hem yaşamak için hem de transit ülke olarak geldikleri ülkelerden biri.
2000'li yıllara bakıldığında, Afganistanlıların yasa dışı yollarla ülkeye girişinin 2018'de sıçrama gösterdiği, 2019'da bunun da daha arttığı, 2020'de düştüğü, 2021 ve 2022’de tekrar artıp sonra yeniden düştüğü görülüyor.
Afganlar neden Türkiye'ye geliyor?
Sivil toplum ve akademi alanında yapılan saha araştırmaları ile medyada yer alan haberler, Afganların ülkelerinden ayrılma nedenleri arasında şiddet ve ekonomik nedenlerin ön sıralarda olduğuna işaret ediyor.
Avustralya merkezli, göçmenlerle ilgili bir araştırma kuruluşu olan Mixed Migration Center'ın 2020 yılında yayımladığı "Bilinmeyen Yön: Türkiye'de İlerleyen Afganlar" adlı raporunda, 2018 sonrasında Türkiye'ye gelen bir grup Afgan ile yapılan ankette, bu kişilerin ülkeden ayrılma nedenleriyle ilgili çoktan seçmeli sorulara yüzde 66,3 oranında "şiddet" cevabını verdikleri görülüyor.
Bunu, yüzde 63,6 ile "ekonomik nedenler", yüzde 34,3 ile "haklar ve özgürlükler" ve yüzde 28,2 ile "kişisel veya ailevi sebepler" yanıtları izliyor.
Türkiye’ye gelen Afganların bir bölümünün ülkede yaşamak, diğer bir bölümüyse Batı ülkelerine geçmek için geldiği anlaşılıyor.
Türkiye'ye nasıl geliyorlar?
Yasal yollarla da gelenler olmakla birlikte Türkiye'ye gelen Afganların büyük bir bölümünün, yasa dışı yollarla sınırı geçip ülkeye giriş yaptığı düşünülüyor.
Bunun için önce Pakistan'a, sonra İran'a, oradan da Türkiye'ye uzanan ya da direkt önce İran'a geçilen, oradan da Türkiye'ye uzanan rotalar takip ediliyor.
Aralarında İran'da bir süre yaşamış olup Türkiye'ye geçmeye karar vermiş olanlar da var.
Anlatımlarına göre Afganistanlılar, yer yer yürümek zorunda da kaldıkları bu yolculuk için göçmen kaçakçılarına ödeme yapıyor.
Türkiye sınırında geçişlerin en fazla, İran'la yaklaşık 300 kilometrelik sınırı olan Van'dan yapıldığı anlaşılıyor.
Bunun yanında Ağrı, Hakkari, Iğdır ve Kars'tan da geçişler yaşanıyor.
Türkiye'deki Afganların statüsü ne? Toplam kaç kişi var?
Türkiye'de farklı statülerde Afganlar bulunuyor.
Ülkeye yasa dışı yollarla giriş yapan ve hiçbir kaydı olmayan bir kesim olduğu anlaşılıyor.
Ülkeye girdikten sonra kayıt altına alınanların bir kısmı uluslararası koruma statüsü için başvurmuş olanlar.
Geçici koruma statüsü sadece Suriyelilere veriliyor. Bu, Afganlar ya da diğer yabancılar için geçerli değil.
Bir başka grup ise ikamet izni ile Türkiye'de yaşayan Afganlar.
Bu grup, gelir düzeyi nispeten daha yüksek kişilerden oluşuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem Afganistan’dan 1,5 milyon düzensiz göçmen geldiği iddialarına karşı 20 Ağustos 2021’de yaptığı açıklamada, "Türkiye'de şu anda emniyet kayıtlarımızda ve kayıt dışı 300 bin Afganistanlı göçmen söz konusudur" demişti.
Türkiye'deki düzensiz Afgan göçmenlerle ilgili durum ne?
Yasadışı giriş, giriş koşullarının ihlali, vizenin geçerlilik tarihinin sona ermesi, izinsiz çalışma veya yasadışı çıkış nedenleriyle, bulundukları ülkedeki hukuki statüden yoksun olan kişilere düzensiz göçmen deniyor.
Türkiye'de 2024 yılında yakalanan düzensiz göçmenler arasında en büyük grubu Afganlar oluşturuyor.
Göç İdaresi'nin en son 12 Eylül 2024’te güncellediği verilerine göre yıl içinde, 12 Eylül tarihine kadarki sürede yakalanan toplam düzensiz göçmenlerin sayısı 155 bin 271.
Bu kişilerin arasındaki Afgan uyrukluların sayısı ise 42 bin 674.
Afganları; Suriye, Filistin, Türkmenistan, Fas, Özbekistan, Irak, İran ve Yemen uyruklular takip ediyor.
2005-2024 yılları arasındaki dönemde yakalanan düzensiz Afgan göçmenlerin sayısının 2018 yılında 268 bin ile büyük bir sıçrama gösterdiği ve 2019'da daha da artarak 454 bin 662 olduğu görülüyor.
Birleşmiş Milletler Afganistan Yardım Misyonu'na (UNAMA) göre 2018 yılı, 2001 sonrası süreçte Afganistan'da, sivil ölümlerin en fazla gerçekleştiği yıl oldu.
2018'de çatışmalar, intihar saldırıları, bombalı saldırılar ve hava operasyonları sonucu 10 binden fazla sivil hayatını kaybetti.
2019'da yayımlanan Dünya Küresel Barış Endeksi'nde Afganistan, Suriye'yi de geçerek listenin en alt sırasında yer aldı yani dünyanın en az güvenli ülkesi oldu.
2015 ile 2024 yılları arasında bakıldığında 2020 yılında, genel olarak yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısının düştüğü görülüyor.
2020'de 50 bin 161 düzensiz Afgan göçmen yakalandı.
Bunun Covid-19 salgınına bağlı gelişmelerle ilgili olduğu düşünülüyor.
Normal şartlarda yakalanan düzensiz göçmenler, geri gönderme merkezlerine götürülüyor ve uluslararası koruma başvurusu gibi bir sürecin başlamaması durumunda sınır dışı ediliyor.
Uluslararası koruma nedir? Kaç Afgan buna başvurdu?
Savaş veya zulüm sebebiyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan ve geri dönemeyecek durumda olan kişilerin Türkiye'de sığınma başvurusu yapma hakkı bulunuyor.
Türkiye kanunlarına göre bu başvurunun adı, uluslararası koruma başvurusu.
Türkiye'ye gelen bir yabancının bunun için Valilikler bünyesindeki İl Göç Müdürlüğü'ne başvurması gerekiyor.
Eğer kişi yasa dışı yollarla ülkeye girip, yakalanıp Geri Gönderme Merkezi'ne gönderildiyse, burada idari gözetim altındayken de başvuruda bulunabiliyor.
Başvuru sonrası kişiye Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi veriliyor ve bu kişiye başvuruyla ilgili karar çıkıncaya kadar Türkiye'de kalma izni ile bazı temel hak ve hizmetlerden yararlanma imkanı sağlanıyor.
Bu kişi kendisine gösterilen şehirde yasal olarak kalmaya başlıyor. Buralar, uydu şehir olarak da anılıyor.
Başvurunun kabul edilmesi durumunda başvurucuya uluslararası koruma statüsü veriliyor.
Afganların uluslararası koruma başvurularının sonucunda, eğer olumlu karar verilirse onlara, durumlarına göre şartlı mülteci veya ikinci koruma statüsü veriliyor.
Bu şekilde oluşan uluslararası koruma statüsü sonucu kişilere uzun vadeli ülkede kalma ya da vatandaşlık alma imkanı verilmiş olmuyor.
Bununla birlikte bu kişilere ancak, ülkelerindeki durum düzelmediği veya uzun vadeli yerleşmek için onları kabul eden başka bir ülke bulunmadığı müddetçe Türkiye'de kalmaları ve bazı hak ve hizmetlerden yararlanmaları imkanı veriliyor.
Başvurusu kabul edilmeyenler bu karara çeşitli yöntemlerle itiraz edebiliyor.
İtiraz süreci sonunda da başvuruları olumsuz bulunanlar sınır dışı ediliyor.
Göç İdaresi’nin son güncel verilerine göre Türkiye’de 2023 yılında en fazla uluslararası koruma başvurusu yapanlar Afgan uyruklular oldu.
2023’te 13 bin 68 Afganistanlı, Türkiye'de uluslararası koruma başvuru yaptı.
Afganları 2776 başvuruyla Iraklılar, 1416 başvuruyla İranlılar takip etti.
İkamet izni ile Türkiye'de yaşayan Afganların sayısı ne kadar?
Göç İdaresi'nin son olarak 12 Eylül 2024 tarihinde güncellediği verilerine göre, Türkiye'de ikamet izni ile yaşayan 1 milyon 84 bin 425 yabancı bulunuyor.
İkamet izni ile Türkiye'de bulunan yabancıların önemli bir bölümü İstanbul'da yaşıyor.
Bu izinle İstanbul'da yaşayanların sayısı 528 bin 102.
İlk beş kente bakıldığında İstanbul'u 124 bin 872 ile Antalya, 69 bin 899 ile Ankara, 49 bin 40 ile Bursa ve 43 bin 847 ile Mersin takip ediyor.
Bu izinle Türkiye'de yaşayan yabancıların uyruklarına bakıldığında Afganistanlılar dokuzuncu sırada bulunuyor.
Ülkede ikamet izni sahibi 38 bin 808 Afganistanlı yaşıyor.
İkamet izni ile Türkiye’de bulunan yabancı uyrukluların ülkelerinin sıralaması şöyle; Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Irak, İran, Suriye, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Afganistan, Ukrayna.
Kaç Afganistanlıya çalışma izni verildi?
Afganların Türkiye'de çalışabilmeleri için tıpkı diğer tüm yabancılar gibi çalışma iznine sahip olmaları gerekiyor.
Genel olarak çalışma izni başvurusu, işverenler tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yapılıyor.
İzin sonrası işverenin yabancıya ödeyeceği ücret en az asgari ücret tutarı kadar olmak zorunda.
Eğer kişi kendi nam ve hesabına çalışacak ise de kendi adına Bakanlığa başvuru yapabiliyor.
Mevsimlik tarım ve hayvancılık işlerinde çalışacak olan uluslararası koruma başvuru sahibi ve şartlı mülteci yabancılar, çalışma izni almalarına gerek olmaksızın, resmi makamlardan çalışma izni muafiyet formu alarak çalışabiliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın sitesinde Yabancı Çalışma İzinleri İstatistikleri adlı yıllık raporlar bulunuyor.
Bu raporların sonuncusu 2023’te yayımlanmış.
Rapora göre 2022'de 4 bin 957, 2023’te ise 6 bin 204 Afganistan vatandaşına çalışma izni verilmiş.
Afgan çoban tartışması neden gündemde?
Türkiye’deki Afganların yaptıkları işler arasında çobanlığın (resmi adıyla sürü yöneticiliği) yaygın olduğu anlaşılıyor.
Göç Araştırmaları Derneği’nin 2021 yılında yayımladığı “İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin Kıyısında Afganlar” adlı saha araştırmasına dayanan raporda, “Afgan göçmenler arasında belgesiz ve kayıtsız olanların çoğunluğu oluşturduğu, ve İstanbul’daki en ağır çalışma koşullarına maruz kaldıklarını” aktarıyor.
Bunların arasında çöp-kağıt toplamadan inşaat işçiliğine kadar geniş bir yelpazede bedensel emeğe dayalı işlerin olduğu, bunlardan birinin de çobanlık olduğu belirtiliyor.
Günümüzde Facebook sosyal medya mecralarında Afgan çoban arayanların kullandığı gruplar bulunuyor.
Eski Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde verdiği bir röportajda Suriyelilerin geri gönderilmesini anlatırken şu sözleri sarf etmişti:
"Sahadayız dolaşıyoruz. Seçim öncesi popülizm yapmak doğru değildir. Tamamını yüzde 100 göndereceğiz dersek doğru olmaz. Şu anda Türkiye'de tarım sektörü, sanayide, hallerde istihdama ihtiyaç var. Benim babamın koyunları var mesela çoban bulamıyorum diye söyleniyor.”
Ticaret Bakanı Bolat ise 7 Temmuz 2024'te Sabah gazetesinde yayımlanan söyleşisinde tarım ve hayvancılıktaki eleman ihtiyacıyla ilgili şunları söyledi:
“Ürün o kadar çok ki, çiftçi toplayacak adam bulamıyor. Ciddi bir elemansızlık problemi var. Bu açık yabancı işçilerle de kapatılamıyor. Örneğin bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz. Limon 1 ile 3 TL arasında satılıyor diye ağaçta çürüdü.”
Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik de 14 Eylül’de yaptığı açıklamada, Türkiye’de bazı işletmelerde Afgan çobanların çalıştığını söyledi.
Hâli hazırda yaklaşık 50 bin çobanın çalıştığını belirtti ve sektörde sürdürülebilirliğin sağlanması açısından 150 bin çobanın daha çalışmasının şart olduğunu savundu.
Çelik, “Bizim önceliğimiz Afgan çobanlar değil, kendi vatandaşlarımızın bu işi yapmasıdır. Birinci planımız yerli çobanlarımızı bu işe yönlendirmemiz, ikinci planımız sınırlandırılmayla Afgan çobanlar istihdam edilebilir” dedi.
Bununla birlikte “insanları çobanlığa yönlendirmenin de pek mümkün olmadığını” söyledi.
Çelik, hükümetin Afganistan ve Türk cumhuriyetleri ile yabancı çoban istihdamı için görüşmeler yaptığını da iddia etti. Bu iddia ile ilgili henüz hükümet tarafından bir açıklama yapılmadı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c79nzjy0gdxo
KapatZonguldak’ta cesedi yakılmış hâlde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması ...
19 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Muhammed Nourtani’nin davası 20 Aralık’a ertelendi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Muhammed Nourtani’nin davası 20 Aralık’a ertelendi (Enternasyonal Dayanışma)
Zonguldak’ta cesedi yakılmış hâlde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması öncesi adliye önünde açıklama yapıldı. Duruşmada tutuklu sanıkların tutukluluğunun devamı kararı verilirken dava 20 Aralık tarihine ertelendi.
Haklarında müebbet hapis cezası istenen, Nourtani’nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnüş (46), Enver Gideroğlu (34) ve Körnüş’ün kuzeni Ahmet Aydın (52) tutuklu yargılanırken, kaçak maden ocağında çalışan Sercan Kayabaş (28), Eray Demiro (22) ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı (46) ise tutuksuz yargılanıyor.
Duruşma sonrası açıklama yapmak isteyen Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı üyelerine sanık aileleri saldırdı. Siyasi partiler ve göçmen kuruluşlarının üyelerinin üstüne yürüyen sanık aileleri, “Biz ona ekmek verdik”, “Göçmenler dışarı” dedi.
Nourtani için adalet istiyoruz
Enternasyonal Dayanışma grubu üyelerinin de içinde yer aldığı Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, duruşma öncesi yaptığı basın açıklamasında Nourtani için adalet istedi. Zonguldak Adliyesi önünde “Vezir Nourtani için Adalet” pankartı açılırken, “Vezir’in hesabı sorulacak”, “Hepimiz göçmeniz, göçmenlere özgürlük”, “Yaşasın halkların eşitliği” sloganları atıldı.
Basın açıklamasında konuşan DEM Parti milletvekili Özgül Saki, “Bu bölgede kaçak madenlerde mültecilerin çalıştırılmasına AKP iktidarı fiilen göz yumuyor. Vezir Nourtani ailesiyle birlikte Taliban baskısından kaçarak buraya gelen, onurlu bir yaşam sürdürmek isteyen binlerce mülteciden biriydi. Ancak ona sunulan; maden ocaklarında ucuza, güvencesiz çalıştırıldığı bir sömürü sistemi. Mülteci göçmen düşmanlığı artıyor. Çalışma izni patronların insafına bırakılmış, koşullara tepki gösteren geri gönderme merkezlerine kapatılıyor. Bu dava mültecilerin katmerli sömürüsüne karşı bir mücadeledir, tüm sanıkların tutuklu yargılanmasını istiyoruz. Tek bir işçinin bile hakkını almadan mücadeleyi bırakmayacağız” dedi.
EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “En ağır cezanın çıkması gerekiyor. Buradan çıkacak sonuç bundan sonra göçmenlere dönük ırkçı, faşist saldırılara, onları katletme, onlara dönük her türlü hak gasplarına karşı örnek bir dava olacaktır” dedi.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı adına konuşan Yağmur Yurtsever ise göçmen ve mültecilerin güvencesiz bir şekilde yaşadığı ve çalıştırıldığına dikkat çekti. Dava sürecinde Nourtani’nin ailesinin sınır dışı edilmekle tehdit edildiğini hatırlattı. “Nourtani davasında adalet için herkesi bu davaya sahip çıkmaya çağırıyoruz” diye konuştu.
Nourtani’nin avukatı Şeker: Bu dosya insanlığa karşı suç olarak değerlendirilmelidir
Birinci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada tutuksuz sanıklar Alaattin Çayırlı ve Eray Demiro hazır bulunurken, tutuksuz sanık Sercan Kayabaş bir kez daha davaya gelmedi. Tutuklu sanıklar Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Ahmet Aydın ise SEGBİS sistemiyle duruşmaya katıldı.
Duruşmada Nourtani’nin eşi Kamer Gül, “Sanıkların cezalandırılmasını ve hapisten çıkmamalarını istiyorum” dedi.
Avukatı Kerim Bahadır Şeker ise, ölümün ne şekilde meydana geldiğini hatırlatarak, sanıkların “zaten ölmüştü” ifadelerine karşın Koç Üniversitesinin bilimsel raporunu mahkemeye sundu. “Bu otopsi raporunda, Nourtani’nin; sanıkların söylediğinin aksine kalp krizi geçirmediği, ayrıca yakılmadan önce canlı olabileceği belirtiliyor. Bu dosya insanlığa karşı işlenen suç olarak değerlendirilmeli. Canavarca hisle tasarlayarak kasten cinayetin işlendiği ortada. Sanıkların bu suçlardan cezalandırılmalarını talep ediyoruz” dedi.
Duruşma ertelendi
Mahkeme, tutuklulukların devamına, Adli Tıp Kurumundan yeni rapor talep edilmesine, Sercan Kayabaş’ın bir sonraki duruşmada hazır edilmesine karar verdi, duruşmayı 20 Aralık saat 14’e erteledi.
Sanık yakınları, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nın basın açıklamasına saldırdı
Dava sonrası davayı takip eden siyasi partiler ve göçmen kuruluşlarının yaptığı basın açıklamasına sanık aileleri saldırdı. Sanık yakınları açıklama yapanların üzerine yürürken yaktıkları Afgan işçi için “Biz ekmek verdik onlara” dedi. Dava avukatı Kerim Bahadır Şeker “ekmek verdiğiniz için mi yaktınız?” diyerek duruma tepki gösterdi. Ailelerden bazıları “Göçmenler dışarı” diye bağırdı.
Saldırının ardından açıklamalarına devam eden grup adına söz alan DEM Parti milletvekili Özgül Saki, “Biraz önce yaşadığımız şey tam da ırkçılığın mülteci düşmanlığının nasıl yayıldığının göstergesi. Yakılarak öldürüldüğü tespit edilmiş, bütün sanıkları dinlemişiz, birbirlerine çakmak verdiklerini, benzin aldıklarını bile itiraf etmişler. ‘Afgandır yakalım zaten kimliği yok’ dedikleri halde böyle bir tepkiye maruz kalıyoruz. Bu topraklarda savaştan ekonomik krizden kaçmak zorunda kalanlarla dayanışmak isteyenlerin 20 Aralık’ta burada olması gerekiyor. Bunun ciddiyetini tüm siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri biliyorlar, bunu fiili olarak da burada göstermek zorundayız” dedi.
Ne olmuştu?
Olay, 10 Kasım 2023’te Kırat Mahallesi Koca Osman Sokak’ta meydana geldi. Yoldan geçenler, yandaki ormanda yanmış cesedi fark edip, ihbarda bulundu. Gelen ekipler tarafından, benzin dökülüp yakıldığı belirlenen ceset, otopsi için Atatürk Devlet Hastanesi’nin morguna götürüldü. Cesedin kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan 3 çocuk babası Afganistan uyruklu Vezir Mohammad Nourtani’ye ait olduğu belirlendi. Otopside Nourtani’nin 9 Kasım’da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi. Afgan madencinin cenazesi, 11 Kasım’da toprağa verildi.
Kapat– Hastalanan Afgan işçiyi hastaneye götürmek yerine öldürüp yaktılar
– Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan ...
19 Eylül - Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi? (Can TV) Devamı19 Eylül - Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi? (Can TV)
– Hastalanan Afgan işçiyi hastaneye götürmek yerine öldürüp yaktılar
– Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan Hakları Programının Konuğu Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı Üyesi Yıldız Önen
KapatZonguldak'ta cansız bedeni yakılmış halde, yoldan geçenlerce fark edilen Afgan maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani'nin ölümüne ...
19 Eylül - Mütalaa raporu: "Ölüm sonrası yakıldığı kesin değil" Nourtani "diri diri yakılmış olabilir" (DW Türkçe) Devamı19 Eylül - Mütalaa raporu: "Ölüm sonrası yakıldığı kesin değil" Nourtani "diri diri yakılmış olabilir" (DW Türkçe)
Zonguldak'ta cansız bedeni yakılmış halde, yoldan geçenlerce fark edilen Afgan maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani'nin ölümüne ilişkin dava Çarşamba günü yapıldı.
https://x.com/dw_turkce/status/1836076397267447880?s=46&t=i9cCn79PiGQx19cVsyULhw
KapatEnternasyonal Dayanışma üyesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı aktivisti Yıldız Önen, DW Türkçe ve Can TV’de patronu ...
19 Eylül - Yıldız Önen ile Vezir Muhammed Nourtani davası üzerine söyleşi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı19 Eylül - Yıldız Önen ile Vezir Muhammed Nourtani davası üzerine söyleşi (Enternasyonal Dayanışma)
Enternasyonal Dayanışma üyesi, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı aktivisti Yıldız Önen, DW Türkçe ve Can TV’de patronu tarafından öldürülüp yakılan göçmen işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davasıyla ilgili son gelişmeleri paylaştı.
Yıldız Önen, davayı takip etmek için her duruşmada Zonguldak’a giden ekiplerin içerisinde yer alıyor.
DW Türkçe, son duruşmanın hemen öncesinde yaptığı haberde Önen’in görüşlerine yer verdi.
Aynı zamanda Can TV’de Gülseren Yoleri’nin Sunduğu İnsan Hakları programının bu haftaki konuğu da Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı üyesi Yıldız Önen oldu.
Programda “Öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında adalet sağlanabilecek mi?” sorusuna yanıt arandı.
KapatAntep’te saldırıya uğrayan ve GGM’ye gönderilen Hasan Kubabi’nin yaşadıkları Meclis gündemine taşındı. EMEP Milletvekili Sevda Karaca, ...
18 Eylül - Göçmenlerin korunması için tedbir alınıyor mu? (Enternasyonal Dayanışma) Devamı18 Eylül - Göçmenlerin korunması için tedbir alınıyor mu? (Enternasyonal Dayanışma)
Antep’te saldırıya uğrayan ve GGM’ye gönderilen Hasan Kubabi’nin yaşadıkları Meclis gündemine taşındı. EMEP Milletvekili Sevda Karaca, İçişleri Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
14 Eylül Cumartesi günü Gaziantep’in Kolejtepe mahallesinde Ahmet T., ikamet ettiği apartmanın giriş katında bakkal dükkanı işleten Suriyeli Hasan Kubabi ve oğullarına “gürültü yaptıkları” iddiasıyla saldırdı, dükkanı bastı, dükkanın camlarını kırdı, Hasan Kubabi’yi darp etti.
Gürültüler nedeniyle Suriyeli esnaf için endişelenen komşuları polisi aradı.
Ahmet T., polisin arandığını duymasının ardından Kubabi’ye, aile bireylerine ve komşuya bıçak salladı, Hasan Kubabi’nin oğlu Adil’in karnına bıçak dayadı. Olay yerine polislerin gelmesinin ardından da Ahmet T. bir süre daha saldırılarına devam etti.
Olayın ardından Hasan Kubabi ve oğlu GGM’ye gönderildi
Olayın ardından karakola şikâyetçi olmaya gidildiğinde, polis Suriyeli mağdurların ifadesinin alınması sırasında alaycı davrandı, tutanağa ifadeleri yanlış geçirmeye çalıştı, avukat eşliğinde alınan ifadede avukatın müdahalesi ile tutanakta defalarca düzeltme yapıldı.
İfadeler alındıktan sonra Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi’ye işlemlerin Yabancılar Şube’de devam etmesi gerektiği söylendi, kişiler önce Yeşilvadi Polis Merkezi’ne daha sonra Oğuzeli’nde bulunan GGM’ye gönderildi.
Mağdur bile olsa sınır dışı ediliyor
Bu sevk işlemine dayanak olarak polisler tarafından, Bakanlığın “hizmete özel genelgesine” dayanarak, mağdur olup olmamasına bakılmaksızın herhangi bir Suriyelinin bir olayda isminin geçmesinin GGM’ye gönderilmesi için yeterli olduğu ve sonrasında sınır dışı edileceği, mağdur Suriyelilere söylendi.
Konuyu meclis gündemine taşıyan EMEP Milletvekili Sevda Karaca, Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi’nin halihazırda mağduru oldukları bir olay sebebiyle GGM’de rehin tutulduğunu vurgulayarak Bakan Yerlikaya’ya şunları sordu:
- Bir süredir saldırı tehdidi altında bulunan, Gaziantep’te yaşayan Suriyeli göçmen ve mültecilerin korunması için Bakanlığınız ne tür tedbirler almaktadır?
- Kubabi ailesine ve komşularına silahla saldırarak darp eden, tehdit ve hakaret eden saldırgan Ahmet T. ve saldırıya karışan aile bireyleri için ne tür adli işlemler uygulanmıştır? Kubabi ailesinin canına kast eden bu kişiler serbest midir?
- Mağdur oldukları tartışmasız olan Hasan Kubabi ve oğlu Muhammed Kubabi hangi gerekçeyle GGM’ye gönderilmiştir? Bu kişilerin sınır dışı edilecekleri doğru mudur?
- Avukatlara bahsedilen ancak verilmeyen/gösterilmeyen “hizmete özel genelge”nin mahiyeti nedir? Kamuoyuyla paylaşır mısınız?
- Genelge kanunların üzerinde midir? İçeriği her ne olursa olsun, mağdur edilen kişileri sınır dışı etmeyi emreden bu hukuk dışı genelgenin iptali için ne yapacaksınız?
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/18/gocmenlerin-korunmasi-icin-tedbir-aliniyor-mu/
Kapat
Sığınmacı girişini büyük ölçüde kısıtlamayı planlayan Hollanda hükümeti, Avrupa Birliği (AB) göç kurallarının ...
18 Eylül - Hollanda, sığınmacı girişini sınırlamak amacıyla AB göç kurallarından muafiyet için başvuruda bulundu Devamı18 Eylül - Hollanda, sığınmacı girişini sınırlamak amacıyla AB göç kurallarından muafiyet için başvuruda bulundu
Sığınmacı girişini büyük ölçüde kısıtlamayı planlayan Hollanda hükümeti, Avrupa Birliği (AB) göç kurallarının askıya alınması için harekete geçti.
Aşırı sağcı Özgürlük Partisi'ne (PVV) mensup Sığınma ve Göç Bakanı Marjolein Faber, Çarşamba günü AB Komisyonu'na resmen başvurarak yeni bir Avrupa anlaşması kapsamında, sığınma kuralları konusunda Hollanda'ya istisna tanınmasını istedi.
AB yönetimi, mevcut sığınma kurallarının Hollanda için bağlayıcı olmaya devam edeceğini bildirdi.
AB, daha önce sadece Danimarka ve İrlanda'ya göç konusunda istisna uygulamıştı.
Hollanda, "sığınmacı krizi" nedeniyle benzer bir hakkın kendisine de tanınmasını istiyor.
Bakan Faber, AB Komisyonu'na yaptığı resmi başvuruda, Hollanda'nın sığınma konusunda kapsam dışı kalmak istediğini belirtti.
Hollandalı bakan, ülkesinin yeniden kendi sığınma politikasını uygulaması gerektiğini vurguladı.
Aşırı sağcı PVV lideri Geert Wilders, sağ kolu olan bakan Faber'in "tarih yazdığını" savunarak "Hollanda, göçten vazgeçmek istediğini AB Komisyonu'na bildirdi" dedi.
Hollanda'nın talebi kabul edilebilir mi?
Ancak Brüksel yönetimi, AB sığınma ve göç kurallarının Hollanda için bağlayıcı olmaya devam edeceğini açıkladı.
Komisyondan yapılan açıklamada, AB anlaşmasında herhangi bir değişiklik yapılana kadar bu durumun devam edeceğinin altı çizildi.
Komisyon sözcüsü, AB sığınma ve göç politikasının yakın gelecekte değiştirilmesini beklemediğini de sözlerine ekledi.
AB üyesi Danimarka ve İrlanda'ya, 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması'ında yapılan bir değişiklik uyarınca, sığınma kurallarında istisna tanınmıştı.
Kapsam dışı bırakılan bu iki ülke, sığınma ve göç konularında AB düzenlemelerini askıya alabiliyor.
Danimarka, Maastricht Antlaşması'nın reddedildiği referandum sonucu, İrlanda da İngiltere ile özel ilişki ve iki ülke arasındaki ortak seyahat alanı nedeniyle böyle bir istisna elde etmişti.
Ancak Brüksel'deki kaynaklar, böyle bir istisnanın Hollanda için tanınmasının uzun zaman alacak zorlu bir süreç olacağına işaret ediyor.
Bunun için Maastricht Anlaşması'ında yeni bir değişikliğe gidilmesi, ardından 27 AB üyesi ülke parlamentosunda bunun onaylanması gerekiyor.
AB mevzuatı ne diyor?
Mevcut AB yasalarına göre, üye ülkeler, sığınma ve göç konusunda kendi inisiyatifi ile hareket edemiyor.
Sığınma konusunda istisna talebinin Avrupa hukuku ile çelişen maddeler içermemesi gerekiyor.
Hollanda hükümeti, AB’nin tanıdığı istisna çerçevesinde sığınma başvurularını geçici olarak askıya almak istiyor. Ancak AB yasaları gereği bu mümkün değil. Şu anki düzenlemelere göre, sığınma hakkı temel bir insan hakkı kabul edildiği için, AB mevzuatı Hollanda’nın hayata geçirmek istediği katı sınırlamalara izin vermiyor.
İstisna talebinin, AB'nin genel sığınma politikasına zarar vermemesi gerekiyor. Bu nedenle, Hollanda hükümetinin sığınma hakkı ve aile birleşimi konusundaki planlarının AB politikasına ters düştüğü vurgulanıyor.
Hollanda Sığınma ve Göç Bakanı Faber, AB Komisyonu'na yaptığı başvurunun önemli bir sinyal olduğunu belirterek, Almanya ve İsveç'in de daha sıkı bir sığınma politikasından yana olduğunu vurguladı.
Hollandalı bakan, bu konudaki taleplerin artması durumunda Brüksel yönetiminin kendilerine kulak vermek zorunda kalacağına inanıyor.
Hollanda bundan sonra ne yapacak?
Hollanda Başbakanı Dick Schoof da, sığınma politikalarını kendi uygun gördükleri biçimde şekillendirmek istediklerini söyledi.
Hollanda hükümetine göre, şu anda bir "sığınmacı krizi" yaşanıyor. Ülkenin en büyük sığınmacı kabul merkezi Ter Apel'daki aşırı kalabalık nedeniyle çok sayıda kişi, geceyi civardaki bir spor salonunda geçiriyor.
Aşırı sağ ve sağcı partilerden oluşan koalisyonun, geçen hafta açıklanan hükümet programında, sığınma ve göç konusunda istisna tanınması konusunda kısa sürede AB yönetimine başvuru yapılacağı belirtilmişti.
Hollanda hükümetinin programına göre, bir sonraki adım Başbakan Dick Schoof tarafından bir olağanüstü hal kararnamesi çıkarılarak, sığınma başvurularının askıya alınması ve aile birleşiminin zorlaştırılması olacak.
Hükümet programına göre, aile birleşimi için en az iki yıl bekleme koşulu getirilecek. Evi ve yeterli resmi aylık geliri olanlar aile birleşimi talep edebilecek. 18 yaşından büyük çocuklar aile birleşimi kapsamından çıkarılacak.
Sığınmacılara artık süresiz oturma izni verilmeyecek.
Savaş bölgelerinden gelen sığınmacılar, orada durumun normale dönmesinin ardından ülkelerine geri gönderilecek.
Geçen yıl toplam 48 bin sığınmacının gittiği Hollanda'da bu yıl bu sayının 32 ila 63 bin arasında olması bekleniyor.
Hollanda'da yaklaşık 40 bin sığınmacı da aile birleşimi için sırada bekliyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cdxrv0vdgpvo
KapatGöçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağında çalışan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir ...
17 Eylül - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen Vezir Mohammad Nourtani’nin duruşmasına katılım çağrısı yaptı. (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen Vezir Mohammad Nourtani’nin duruşmasına katılım çağrısı yaptı. (Enternasyonal Dayanışma)
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağında çalışan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşmasına çağrı yaptı. 18 Eylül’de Zonguldak 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmaya ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda “Patron tarafından öldürülüp yakılan Vezir Mohammad Nourtani için adalet” pankartı asıldı. Toplantıya, Mayısta Yaşam Kooperatifi, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Enternasyonal Dayanışma, Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticileri ve çok sayıda kişi katıldı.
Toplantıda konuşan Enternasyonal Dayanışma üyesi Yıldız Önen, savcının bu duruşmada mütalaa açıklamasını beklediklerini söyledi. Adli tıp raporunun hazırlandığını ve rapora göre Vezir Mohammad Nourtani’nin “diri diri yakılmış olabileceği” bilgisinin yer aldığını aktaran Önen, adaletin sağlanması için herkesi duruşmaya çağırdı.
Mülteci işçiler ırkçı nefret saldırılarına uğruyor
Basın açıklamasını Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı adına Yağmur Yurtsever okudu. Göçmenlerin emperyalistlerin kurguladığı savaşlardan dolayı, her tür kötü ihtimali göze alarak yola çıktıklarını ifade eden Yurtsever, pek çok mültecinin ırkçı nefret saldırılarının hedefi olarak hayatını kaybettiğini vurguladı. Yurtsever, göç yollarında hayatta kalmayı başarıp Türkiye’ye gelen göçmenlerin, güvencesiz ucuz işgücü olarak kullanıldıklarını, her an üzerlerindeki sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya olduklarını belirtti. “Bu durumun sonuçlarının en acı örneklerinden biri de 9 Kasım 2023’te Zonguldak’ta ruhsatsız, kaçak işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz olarak çalıştırılırken fenalaşan, daha sonra maden ocağı sahipleri tarafından öldürülüp bedeni de yakılarak yok edilmek istenen Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’dir” diye konuştu.
Ailenin koruma başvurusuna ret
Sanıkların tutuksuz yargılandığını aktaran Yurtsever, “Sanıklar görülen ilk iki duruşmada Vezir Muhammed Nourtani’yi madende fenalaştıktan sonra hastaneye götürmeyip öldürmeye karar verdiklerini, ‘hastaneye götürürsek başımız belaya girer. Bu adamın kimliği yok, Afgan zaten, yakalım’ diyerek birbirlerini suçlamışlardır. Dava sürerken Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi ise sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ailenin Zonguldak İdare Mahkemesi’ne yaptığı uluslararası geçici koruma başvurusu reddedilmiştir” dedi.
Davanın takipçisiyiz
Göçmen işçilerle yerli işçilerin kaderinin ortak olduğunun altını çizen Yurtsever, sözlerini şöyle noktaladı: “Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu ölüme mahkûm edilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.”
Basın açıklamasının tam metni şöyle:
Vezir Mohammad Nourtani için adalet!
Göçmenler, emperyalistlerin kurguladığı savaşlardan, hakları ve halkları yok sayan faşizan rejimlerin politikalarından, çatışmadan, yoksulluktan kaçıp, büyük ekonomik bedelleri ve her tür kötü ihtimali göze alarak çıktıkları yolda, bazen denizin ortasında, bazen bir kamyon kasası altında, bazen bir madende, bazen ırkçı nefret saldırılarının hedefi olarak hayatını kaybetmektedir.
Bugün geldiğimiz durumda göç yollarında hayatta kalmayı başarıp Türkiye’ye gelen göçmenler ülkede yalnızca güvencesiz ucuz işgücü olarak, her an üzerlerindeki sınır dışı edilme tehdidiyle sömürüye, şiddete, düşmanlığa açık halde, hiçbir talepte bulunmalarına izin verilmeden tutulmaktadır. Bu durumun sonuçlarının en acı örneklerinden biri de Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalıştırılırken fenalaşan Afganistanlı mülteci işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından öldürülmesi ve bedeninin yakılarak yok edilmek istenmesidir.
Nourtani’nin öldürülmesinin ardından açılan Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Nourtani’nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Körnöş’ün kuzeni Ahmet Aydın tutuklu yargılanırken, ocak çalışanları Sercan Kayabaş, Eray Demiro ve kömür ticareti yapan Alaattin Çayırlı ise tutuksuz yargılanmaktadır. Sanıklar görülen ilk iki duruşmada Vezir Muhammed Nourtani’yi madende fenalaştıktan sonra hastaneye götürmeyip öldürmeye karar verdiklerini, “hastaneye götürürsek başımız belaya girer” “Bu adamın kimliği yok, Afgan zaten, yakalım” dediklerini birbirlerini suçlayarak anlatmışlardır.. Dava sürerken Vezir Muhammed Nourtani’nin ailesi ise sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ailenin Zonguldak İdare Mahkemesi’ne yaptığı uluslararası geçici koruma başvurusu reddedilmiştir.
Hiçbir resmiyeti ve iş güvenliği olmayan kaçak ocaklarda çalışmak zorunda kalan ve patronlar tarafından “harcanabilir işçiler” olarak görülen kimliksiz göçmen olarak yaşayan çoğu Afganistanlı işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden yoksun, emek-yoğun ve insanlık dışı koşullarda madenlerde çalıştırılmakta, bunun sonucu olarak da iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmektedirler. Vezir Muhammed Nourtani cinayetinden anlaşılmaktadır ki patronlar için iş kazası geçiren bir göçmenin öldürülerek bedeninin yakılması, hastaneye götürülmesinden daha kolay görülmektedir!
Göçmen işçilerle yerli işçilerin kaderinin ortak olduğunu biliyoruz. Kaçak ocakların bulunduğu bölgelerdeki halk tarafından; ocakta ölen işçilerin hastane önüne bırakılıp kaçılması, elektrik çarptığı süsü vermek için yıkandıktan sonra elektrik direği dibine bırakılması, trafik kazası süsü vermek için ölen işçilerin ısısız dağlarda yol kenarlarına bırakılması, ölen işçilerin kaçak şekilde gömülmesi gibi birçok olay bilinmektedir. Kaçak madenlerde ölen işçilerin ailelerine bir miktar para verilerek ocak sahibi olarak gösterilip patronların sorumluluktan kurtulmasının değişmeyen bir Zonguldak gerçeği olduğu ifade edilmektedir. Bazı kaçak ocak patronlarının işçilere maaş vermediği, hakkını isteyenleri tehdit edip şiddet uyguladığı, Vezir Muhammed Nourtani’yi öldüren Hakan Kornoş örneğinde olduğu gibi üye ya da yöneticisi olduğu iktidar partilerinin gücünü kullanarak yetkililere siyasi baskı uyguladığı gündeme gelmiştir. Vezir Muhammed Nourtan’nin kaçak madenlerde çalıştırılan ve yaşamına kast edilen binlerce göçmenden biri olduğunu, patronların gözünde işçilerinin yaşamının kaçak madenlere kesilen para cezasından daha ucuz olduğunu biliyoruz.
Nourtani’nin katillerinin yargılandığı davanın üçüncü duruşması 18 Eylül 2024 saat 14:00’te Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak cinayetten sorumlu tüm faillerin en ağır cezaları alması için, göçmen işçiler için adalet talebiyle davanın takipçisiyiz. Tüm kamuoyunu ölüme mahkum edilen göçmen işçiler için davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
Kapatİtalya’da İçişleri Bakanlığı döneminde bir göçmen kurtarma gemisini denizin ortasında bırakmakla suçlanan aşırı sağcı LİGA ...
17 Eylül - Göçmenleri denizde bırakan aşırı sağcı Salvini için hapis istemi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Göçmenleri denizde bırakan aşırı sağcı Salvini için hapis istemi (Enternasyonal Dayanışma)
İtalya’da İçişleri Bakanlığı döneminde bir göçmen kurtarma gemisini denizin ortasında bırakmakla suçlanan aşırı sağcı LİGA lideri Matteo Salvini’nin altı yıl hapsi istendi.
Savcıların gerekçesi, sağcı liderin 2019’da içişleri bakanlığı döneminde 100’den fazla göçmenin İtalya’ya ayak basmasını engelleme kararı.
Salvini, insani yardım örgütü Open Arms’ın işlettiği bir kurtarma gemisinin 19 gün boyunca denizin ortasında mahsur kalmasına yol açarak, gemidekileri özgürlüğünden yoksun bırakmakla suçlanıyor.
Olayda geminin kaptanı güvenli bir liman talep ederken, bazı göçmenler yaşadıkları umutsuzluk nedeniyle güverteden atlamıştı. Gemide kalan 89 kişinin ise mahkeme kararıyla Lampedusa adasına ayak basmalarına izin verilmişti.
İtalyan Senatosu 2020’de Salvini’nin dokunulmazlığının kaldırılmasını oy çokluğuyla kabul etmiş ve bakanın mültecilere karşı izlediği sert siyasetten dolayı yargılanmasının önü açılmıştı.
Salvini sosyal medya hesabından kararından pişmanlık duymadığını ifade ederek “Hepsini yine yapardım” dedi.
İtalya Başbakan aşırı sağcı Meloni, Salvini’ye destek mesajı yayınladı. Milyarder girişimci Elon Musk da Salvini’nin açıklamasını paylaşarak “Bravo!” notunu düştü.
KapatCHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın açıklamalarına tepki ...
17 Eylül - Özgür Özel’e yanıt: Sorun göçmenler değil kapitalizm! (Enternasyonal Dayanışma) Devamı17 Eylül - Özgür Özel’e yanıt: Sorun göçmenler değil kapitalizm! (Enternasyonal Dayanışma)
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdi.
CHP lideri Özel, AKP’ye Bilal Erdoğan’ın EYT ve Suriyeliler ile ilgili sözleri üzerinden yüklendi.
Balıkesir Susurluk Belediyesi’nde açıklamalarda bulunan Özel’in konuşmasının özellikle Suriyelilerle ilgili bölümleri, sosyal medyada daha önce pek çok defa yanlış olduğu ortaya çıkan bilgilerle dolu.
CHP Genel Başkanının Suriyeliler ile ilgili söylediği gerçek dışı açıklamaları, Enternasyonal Dayanışma olarak sıraladık:
Suç oranları karşılaştırması
Özgür Özel: “Ne diyor? Efendim diyor, Suriyelilerin Türkiye’de suç işlediklerini kabul etmiyorum diyor. Suriyeliler Türklere göre diyor, suç oranında daha düşükler diyor. Onlar bizim vatandaşımıza göre Türkiye ile daha uyumlular diyor. Onları uyumlu görüyor, burada tutmak istiyor. Bilal Bey sen Suriyelileri burada tut. Biz önce sizin iktidarınızı yollayacağız, sonra da Suriyelileri memleketine yollayacağız.”
Mülteci karşıtı söylemlerin başında olan “Suriyeliler suç oranını artırıyor” iddiasını TÜİK verileri yalanlıyor. Suç oranının en yüksek olduğu 10 il içerisinde Suriyelilerin yoğun olduğu iller yok. Suç oranının yüz binde 156 ile en düşük olduğu Adıyaman’da Suriyeli mülteci nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 3,34 iken, en yüksek olduğu Aydın’da mülteci nüfus oranı yüzde 0,75.
Özel’in Suriyelileri geri yollayacağız sözü, hem uluslararası, hem de ulusal yasalara aykırı. Mülteciler, tehlike altındaki bir ülkeye gönderilemezler. Birleşmiş Milletler daha geçen hafta yayınladığı bir raporda, Suriye’de savaşın devam ettiğini, mülteciler için bu bölgenin tehlikeli olduğunu teyit etti.
Suriyeliler işsizliğin kaynağı
Özgür Özel: “Efendim, ucuz iş gücü imiş. Bu kadar Susurluklu, bu kadar Balıkesirli, bu kadar vatan evladı gencimiz işsizken ucuz iş gücü diye Suriyelileri övmek nasıl bir akıldır. Her gün bir suç bulaşan bunları suç işlemiyorlar diye sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermek nasıl bir vicdandır, bunu bir kenara yazalım. İşte AK Parti budur, işte Bilal Erdoğan budur, işte Recep Tayyip Erdoğan budur… Bunlar Suriyelinin dostu, bu milletin karşıtıdır.”
Suriyelilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, başta AKP-MHP iktidarı olmak üzere Türkiye kapitalizminin işçi düşmanı yüzünü sergilemektedir. Ancak muhalefet de, başta CHP olmak üzere Türkiye’de çalışan mültecilerin kayıtlı olarak çalışabilmeleri için gerekli yasal izinlerin verilmesi konusunda iktidarı sıkıştıran herhangi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Mülteciler ve göçmenler yasal çalışma iznine sahip olsalar, yasal ikamet iznine sahip olsalar, ucuz iş gücü söylemleri sona erer.
İşsizlik Türkiye’nin yapısal bir sorunu. Bu sorun mülteci göçmen işçileri kovmakla çözülmez.
EYT, Suriyeli karşılaştırması
Özgür Özel: “Yaşa takılanları emekli ettik, çok yanlış yaptık. Öyle diyor, yattığı yerden para almak yok hiçbir ülkede diyor. Bak sen! dünya kadar Suriyeli yattığı yerden para alacak buna alkış tutacaksın, CHP’nin gayretleriyle birer maaş bağlandı, o da 10 bin lira bağlandı, bugün 12 bin 500 lira, bunu çok görüp, yan gelip yatıyor diyorlar.”
EYT’lilerin haklarını alması konusunda, CHP dahil çaba gösteren bütün partilerin, sendikaların, kurumların emekleri elbette değerli. Yine Özel’in dediği gibi emeklilerin aldığı 12 bin 500 lira para, açlık sınırının neredeyse yarısı, 4 kişilik ailenin karnını bile doyurmaya yetmez. Ama Suriyelilerin yan gelip yattığını Özel’e kim söylüyor, bunu nereden çıkarıyor. Bir yandan Suriyeliler ucuz iş gücü olarak en pis işleri yapıyorlar denirken, bir yandan yan gelip yatıyorlar denmesi tam bir demagoji. Suriyeliler ve diğer mülteciler, Türkiye toplumunun en yoksul, en dezavantajlı kesimini oluşturuyorlar. Gelir düzeyleri, ortalama bir Türkiye vatandaşının yarısı kadar. Özgür Özel, konuşmasının özellikle bu bölümünde her türlü insaf çizgisinden uzaklaşıyor.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/09/17/ozgur-ozele-yanit-sorun-gocmenler-degil-kapitalizm/
KapatAvrupa’da son yıllarda artan Müslüman göçü ve Avrupa'daki aşırı sağın yükselişi, komplo teorilerini arttı. KARAR’a ...
16 Eylül - Avrupa'da aşırı sağ ile birlikte İslam düşmanlığı artıyor: "Göçmen Karşıtlığı ile Müslüman Düşmanlığı birleşiyor” – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı16 Eylül - Avrupa'da aşırı sağ ile birlikte İslam düşmanlığı artıyor: "Göçmen Karşıtlığı ile Müslüman Düşmanlığı birleşiyor” – Sema Kızılarslan (Karar)
Avrupa’da son yıllarda artan Müslüman göçü ve Avrupa'daki aşırı sağın yükselişi, komplo teorilerini arttı. KARAR’a konuşan Araştırmacı Hasan Ayer, aşırı sağ ve İslam karşıtlığının nedenlerini anlattı. Ayer, Avrupa’da bazı komplo teorilerinin çok yaygınlaştığını ve göç karşıtlığı üzerinden Türkiye ile benzerliklerine de dikkat çekti.
"Avrabiya" ve "Büyük İkame Teorisi" gibi komplo teorileri, Avrupa’da giderek daha yaygın hale geliyor. Özünde göçmen karşıtlığı ve İslamofobiye dayanan bu popülist stratejilerin nasıl toplumsal kabul gördüğünü, ODTÜ'de aşırı sağ hareketler ve çok kültürcülük üzerine çalışan Araştırmacı Hasan Ayer ile konuştuk.
Son yıllarda Avrupa’da artan Müslüman göçü, kıtanın siyasi atmosferini ciddi şekilde etkilerken, aşırı sağın yükselişiyle birlikte İslam karşıtlığı ve göçmen düşmanlığı da hızla yaygınlaştı. Bu durum, özellikle aşırı sağ grupların söylemlerinde komplo teorilerinin daha fazla yer bulmasına neden oldu.
En dikkat çekici komplo teorilerinden biri olan "Avrabiya"ya göre, 2000’li yılların sonunda Avrupa Birliği, Müslümanlar tarafından ele geçirilip, Arap Birliği olarak ilan edilecek. Bu teori, Avrupa’daki İslamofobiyi besleyen önemli bir söylem haline gelmiş durumda.
Hasan Ayer, Avrupa'daki aşırı sağ hareketlerin temel motivasyonlarını ve bu grupların İslam karşıtlığını nasıl körüklediğini detaylandırdı. Ayer’e göre, Avrupa’da hızla yayılan bu komplo teorileri, göçmen karşıtlığı üzerinden Türkiye’deki gelişmelerle benzerlikler taşıyor.
Aşırı sağ grupların, göçmenleri kültürel bir tehdit olarak görüp bu söylemi kullanarak Müslüman karşıtı propagandayı nasıl yaygınlaştırdığını anlatan Ayer, bu eğilimlerin kıta genelinde toplumsal kutuplaşmayı nasıl derinleştirdiğini de değerlendirdi.
Türkiye'deki göçmen karşıtı söylemler ile Avrupa’daki aşırı sağın söylemleri arasındaki benzerliklere dikkat çeken Ayer, “Ümit Özdağ'ın göçmen karşıtı söylemlerinde Avrupa’daki aşırı sağ grupların benimsediği "liberal blaming" (liberalleri suçlama) söylemiyle örtüşen ifadeler görüyoruz. Özdağ, özellikle liberaller ve sol demokrat grupları "foncular" gibi aşağılayıcı terimlerle hedef alarak, Avrupa’daki aşırı sağın kullandığı söylemlerle benzer bir çizgi izliyor.” dedi.
AVRUPA’NIN “AVRABİYA: ARAP BİRLİĞİ” OLACAĞI KEHANETİ
-Popülist sağın yükselişiyle komplo teorilerinin ana akıma taşınması arasında nasıl bir ilişki var ve bu teoriler seçim başarılarını nasıl etkiliyor?
Her ne kadar Türkiye’de çok gündemde olmasa da, Avrupa’da 90’lı yıllardan bu yana popülist ve radikal sağ siyasetin yükseldiğini görüyoruz. Bilhassa 1996-2010 arası dönem önemli zira bu dönem arasında birçok Batı Avrupa ülkesinde radikal sağ, koalisyon hükümetlerinin parçası haline geldi.
Öte yandan, sorunuza daha net cevap vermem gerekirse buradaki temel mesele, popülist sağın pek çok siyasi argümana sahip olmasının ve yükselişinin yanı sıra, komplo teorilerinin bu hareketin önemli bir parçasını oluşturması. Komplo teorileri aşırı sağın merkezinde olmasa bile, bu teoriler ile aşırı sağ arasında sıkı bir ilişki mevcut olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca bu teoriler, kitleleri cezbettiği gibi aşırı sağın seçim başarılarına katkıda bulunuyor. Komplo teorilerinin ana akım siyasette dolaşıma girmesi de bu başarıda etkili.
“Avrabiya” teorisi haricinde Büyük İkame Teorisi gibi diğer birçok aşırı sağ komplo teorisini de dikkate almakta fayda var. Bu teoriler, Avrupa dışı toplumlardan gelen göçü, bir kültürel ve zihinsel istila olarak gören bir anlayışa dayanıyor. Özellikle 80'lerden itibaren aşırı sağın söylemleri çeperlerden ana akıma kaydı ve bu söylemler artık sadece aşırı sağın değil, merkez partilerin de kullandığı argümanlar haline geldi. Bu açıdan merkez siyasetin bu teorileri dolaşıma sokmadaki rollerini de tartışmaya açmak elzem.
Örneğin, Fransız yazar ve teorisyen Renaud Camus tarafından ortaya atılan Büyük İkame Teorisi bu bağlamda dikkate değer. Camus, Fransa’daki göçün ve liberal kurumsallığın, ülkenin kültürel kimliğini tehdit ettiğini savunarak "The Great Replacement" adlı bir kitapçık yayınladı. Bu kitapçıkta, Fransa'nın Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen göçmenler tarafından istila edildiğini ve bu olgunun Fransa'nın ruhunu yok eden bir süreç olduğunu iddia ediyor. Teori sadece Fransa’da değil, ABD ve Avrupa'daki aşırı sağ çevrelerde de yaygın olarak kullanılıyor. Wilders, Le Pen, Salvini ve Orban gibi siyasetçiler de bu teoriyi benimsedi ve yer yer siyasi söylemlerine entegre etti.
MÜSLÜMANLARI YEKPARE BİR BİÇİMDE KARİKATÜRİZE EDEREK DEMOKRATİK DEĞERLERE HİÇBİR ŞEKİLDE ENTEGRE OLAMAYACAKLARI İDDİASI
-Bu tür teorilerin toplumları kutuplaştırması konusunda neler söylenebilir?
Bu teoriler birbirine benzer ve birçok noktada ortaklık taşıyor. Örneğin, Avrabiya teorisi, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa'da Arapça konuşan Müslümanların toplumsal yapıyı domine edeceğini ve Hristiyan-Yahudi mirasının bütünüyle tasfiye edileceğini öngörür. Müslümanlara yönelik önyargıları pekiştiren bu söylem, Avrupa'nın yüzyılın sonlarına doğru şeriata mahkum olacağı ve Hristiyanların da zımni statüsüne indirgeneceği bir gelecek tasavvuru sunuyor.
Teori, geçmişin gelecekte yeniden yaşanacağına dair bir kehanet sunması açısından da önemli; Yahudiler ve Hristiyanlar tekrar baskı altında olacak ve “İslami barbarlık”, eşcinselleri ve “zinakarları” hedef alacak. Dahası, liberaller, feministler ve çokkültürcülerin de bu politik doğrucu yaklaşımlarının bedelini ağır bir biçimde ödeyeceğini iddia ediyorlar.
Avrabiya, kültürel bir karşıtlık teorisi yaratıyor ve Müslümanları yekpare bir biçimde karikatürize ederek demokratik değerlere hiçbir şekilde entegre olamayacaklarını iddia ediyor. Bu söylem, Batılı liberal değerlerle Müslümanların kültürel olarak sürekli çatışma içinde olduğu tezine dayanır ve böylece uzlaşması mümkün olmayan kültürel bir çatışma teorisi kurgular.
Müslüman kültürünün değişime kapalı olduğu, demokratik bir düşünce yapısına sahip olamayacağı ise beraberinde iddia ediliyor. Bunun sebebinin ise kültürün kendisinde aranması gerektiğini iddia ederek bu insanların kültürel karakterinin hiçbir şekilde entegrasyonu mümkün kılamayacağı öne sürülüyor. Bu da, çokkültürcülüğün tamamen çöktüğünü işaret eden bir müesses nizam karşıtlığına kapı aralıyor.
"BİZİM ÜLKELERİMİZE GELİYORLAR VE BURADA ÜRÜYORLAR. BU YOLLA İSTİLA SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR”
-Müslümanlar gerçekten barbar bir ordu gibi mi görülüyor? Burada dikkat çekici olan, günümüzde İslam devleti veya Müslümanların geniş bir ordusu olmamasına rağmen bu tür bir korku söyleminin neden yaygınlaştığı. Müslümanların dahil olduğu ve büyük ölçüde kazandıkları bir savaş da yok. Örneğin Filistin’de tam tersi ciddi bir soykırıma maruz kalıyor Müslümanlar.
Avrabiya teorisyenleri de zaten bu durumu kabul ediyor. Onlara göre, Müslümanlar oldukça zeki bir strateji izleyerek Avrupa’yı içeriden istila ediyorlar. Askeri bir savaşta kazanamayacaklarını bilen Müslümanlar, bilinçli olarak üreyerek kültürel ve zihinsel bir istila gerçekleştiriyorlar. Avrabiyacı Müslüman stratejisi, askeri bir istilanın değil, bu tür bir doğum stratejisinin Avrupa’yı fethedeceğini iddia ediliyor. Bu nedenle aşırı sağ, özellikle doğum oranlarına odaklanıyor. Yani, Müslümanların askeri güçle değil, bu kurnaz stratejiyle Avrupa’yı ele geçireceklerine inanılıyor.
"Bizim ülkelerimize geliyorlar ve burada ürüyorlar. Bu yolla istila sürecini hızlandırıyorlar. Toplumun içeriden kolonize edilmesi söz konusu" diyorlar. Burada asıl dikkat çekici noktalardan biri, Avrabiya gibi teorilerin doğum oranlarına yaptığı vurgu. Müslümanların radikal bir biçimde üredikleri ve bu yolla Avrupa'yı ele geçirecekleri iddiası, Batılıların ise daha az ürediği şeklindeki sanrıyla birleşiyor.
Bu durum, Avrupalı kadınlara bir misyon yüklüyor. Aşırı sağ söylemde, beyaz ırkın yeniden üremesi ahlaki bir zorunluluk olarak kadınlara sunuluyor ve dayatılıyor. Bu, yalnızca Avrabiya ve Büyük İkame Teorisi'nde değil, Avrupa ve Amerika’daki diğer radikal sağ gruplarda ve partilerde de benzer şekilde dile getiriliyor. Kadın cinselliği ve doğurganlığı üzerinden bir anlatı kurgulanıyor. Bu açıdan bakıldığında, aşırı sağın güçlü bir üreme stratejisi olduğu ortada. Ancak bu strateji kendisini beyaz üstünlükçüsü bir yerden kurduğu gibi, aynı zamanda kadınlara ilişkin geleneksel rolleri yeniden diriltmeyi de hedefliyor.
“ARAP VE ORTA DOĞU DEVLETLERİ, AVRUPA’DAKİ ELİTLERLE ANLAŞTI” KEHANETİ
Gelinen noktada aşırı sağ için savaş, artık demografik bir savaş olarak görülüyor Sema Hanım. Bu savaşta kendi kültürünü ve ırkını sürdürebilmenin yolu, kadınlara yüklenen misyonla, daha fazla doğum yapmaları gerektiği üzerinden şekilleniyor.
Bir diğer önemli nokta, Bat Yeor’un Avrabiya’yı kamusallaştırmadaki rolüdür. Yeor, Mısır doğumlu bir Yahudi yazar olarak, Arap ve Orta Doğu devletlerinin Avrupa’daki elitlerle anlaştığını ve Avrupa’yı bilinçli olarak bir Avrabiya haline getirmeye çalıştıklarını iddia ediyor.
Bu teorilerin komplocu yapısını anlamak için bu önemli bir nokta. Dikkatinizi çekerim Yeor, Müslümanların Avrupa’da üremek suretiyle kıtanın demografik yapısını değiştirdiğini kabul etse de, aynı zamanda Avrupalı ve Ortadoğulu elitler arasında bir anlaşma olduğunu da öne sürüyor. Bu anlaşmaya göre, Avrupa’nın bilinçli olarak bir Avrabiya haline getirilmesi planlanıyor. İki elit grup arasında bir anlaşma olduğu savunuluyor.
Bu tür iddialar, absürtlükleri nedeniyle yanlış anlaşılması zor teoriler. Aşırı sağ komplocu tasavvur gücünü tam da buradan alıyor.
Zira olmayan bir şeyi yanlışlamak zordur. Bat Ye’or, Avrupa’daki müfredatın değiştiğini ve Avrupa medeniyetine Hristiyan-Yahudi mirasdan daha çok Müslüman grupların katkılarının anlatıldığını belirtiyor. Örneğin, Avrupa’da bilinçli olarak Endülüs'ün ve İslam'ın altın çağının anlatıldığı bir müfredat stratejisine gidildiğini belirtiyor. Avrabiyacılar için bu “yeni durum”, muhalif seslerin bastırıldığı ve liberal elitlerin Müslümanlara ilişkin eleştirileri topyekün reddettiği bir kurumsal siyasete kapı aralamıştır.
Bat Ye’or, Avrupa’daki medya ve üniversitelerin Arap propagandasına maruz kaldığını ve kitapların yeniden yazıldığını da savunuyor. Ayrıca, Avrupa Birliği'nin Müslüman grupların entegrasyonunu ve Batılılar ile Müslümanlar arasında uyum sağlamayı amaçlayan teşviklerinin, farklı düşünceleri baskı altında tutmak için bilinçli olarak yapıldığını düşünüyor. Bu yaklaşım, George Orwell’ın 1984 romanındaki düşünce kontrolü mekanizmasına benzetiliyor.
Hollanda'da Geert Wilders'ın karşısında bulunan Mark Rutte'nin liderliğindeki VVD partisi, seçim döneminde “nasıl bir ülke istiyoruz” başlığı altında bir mektup yayınlamıştı. Bu mektupta, merkez parti figürlerden biri olan Rutte, aşırı sağ söylemi benzer şekilde kullanarak Müslüman gruplara ilişkin oldukça önyargılı sözler sarf etmişti. Bu durumun benzerini, 2023 seçimlerinde Türkiye’de de yaşamıştık.
Zafer Partisi’nin çıkışıyla birlikte, DEVA Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin göçmenlere ilişkin söylemlerinde bir kayış gözlemledik. Bu bağlamda, aşırı sağ komplo teorilerini ve tasavvurlarını tartışırken merkez siyasetin rolünü de düşünmemiz gerekiyor. Merkez siyaset, aşırı sağın yayılmasında ve göçmenlere yönelik yaklaşımların kamusallaşmasında etkili oldu.
-Siz anlatırken Türkiye'deki göçmen karşıtı söylemler ile Avrupa'daki aşırı sağ söylemler arasında belirgin benzerlikler gördüm. Örneğin, Türkiye'de sosyal medyada sıkça rastladığımız "Göçmenleri mancınıkla yollayacağız" gibi ifadeler, Avrupa'daki "İstilacı göçmenler" temalı argümanlarla paralellik taşıyor. Türkiye'deki diğer birçok söylem de Avrupa’daki aşırı sağın kullandığı "kültürel istila" ve "güvenlik tehdidi" gibi metaforlarla da örtüşüyor. Türkiye’yle bir kıyaslama yaparsanız benzeşen ve farklılaşan noktalar nedir?
Türkiye’deki "Araplaşma" ve "istila" argümanları, Avrupa’daki aşırı sağcı grupların öne sürdüğü "kültürel çürüme" ve "etnik temizlik" gibi söylemlerle benzerlik taşıyor. Bu benzerlikler, hem Avrupa’daki hem de Türkiye’deki aşırı sağ söylemlerin ve politikaların göçmenleri dışlama ve ötekileştirme eğilimlerini yansıttığını gösteriyor.
Ayrıca, Türkiye’de göçmen karşıtı partiler, özellikle Zafer Partisi, Avrupa’daki aşırı sağcı partilerle benzer bir dil ve retorik kullanıyor. Küresel olarak, göç krizine verilen tepkiler, hem Avrupa'da hem de Türkiye’de sağcı hareketlerin yükselmesine yol açıyor.
Özdağ’ın eleştirilerinde, Türkiye’deki göçmen karşıtı söylemlerle Avrupa’daki aşırı sağcı söylemler arasında benzerlikler görüyoruz. Örneğin Özdağ, liberaller yahut “yetmez ama evetçiler” olarak nitelendirdiği demokrat grupları ki bu demokrat grupların içinde elbette sol liberaller de var, “foncular” gibi ifadeler kullanarak aşağılıyor. Bu söylemler, Avrupa’daki aşırı sağcı grupların "liberal blaming" (liberalleri suçlama) argümanlarıyla özdeşleşiyor.
Tabii Türkiye’de Avrupa’daki gibi liberal bir elit bulunmuyor. Avrupa’daki tartışmalar genellikle Brüksel’in politikalarını ve kamusal alanı dizayn etme çabalarını hedef alırken, Türkiye’de göçmen karşıtı söylemler daha çok yerel ve ulusal politikalar üzerinden yürütülüyor. Türkiye’deki göçmen karşıtı söylemler, Brüksel ile yapılan anlaşmaları, özellikle geri kabul anlaşmasını AK Parti’nin Türkiye’ye ihanet ettiği bir durum olarak sunuyor.
Örneğin, "istila" metaforu hem Türkiye’de hem de Avrupa’da göçmenleri hedef alarak kullanılan ortak bir kavram. Ancak, Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’dan farklı bir konumda olduğu ve farklı bir sosyal ve siyasi bağlamı olduğu unutulmamalı. Yine de, temel eğilimler ve suçlanan kişiler, kurumlar, elitler ve gruplar arasında örtüşmeler bulunuyor.
Yine örneğin, bir Suriyelinin gerçekleştirdiği tekil bir şiddet eylemi, tüm Suriyelilere yönelik olumsuz bir yargı oluşturabiliyor. Bu tür bir bakış açısı, "bizler" ve "onlar" ayrımını radikalize ediyor.
Avrupa’daki aşırı sağ "biz" yerine "onlar"ın tercih edildiğini öne sürüyor. Bu, "bizim yerimize onlar" söylemiyle kendini gösteriyor. Türkiye’de de benzer bir retorik var. Hastaneler, sosyal yardımlar ve diğer sosyal hizmetlerde Suriyelilerin avantaj sağladığı iddiaları, yerel halkın hakkının gasp edildiği şeklindeki söylemle birleşiyor. Özdağ, göçmenlere yönelik söylemlerinde bu temaları sıkça işliyor.
Ancak Türkiye’nin özgül koşulları ve sosyal bağlamı, batıdaki aşırı sağ hareketlerle doğrudan özdeşleştirilemez. Yine de, popülizm ve radikal sağ, kültürler-arası bir etkileşim içeriyor ve küresel aşırı sağ blok benzer temalar üzerinde birleşebiliyor.
Zafer Partisi ve benzeri grupların korkuları, "İslamcı Tehdit" olarak adlandırılabilir. Türkiye'deki bu grupların endişeleri, Suriyelilerin geçmişteki radikal gruplarla ilişkili olabileceği düşüncesiyle şekilleniyor. Bu korku, Suriyelilerin Türkiye’de nasıl bir değişim getireceği konusunda belirsizlik yaratıyor. Özellikle, Suriyelilerin ileride Türkiye’de siyasi haklar talep edip edemeyeceği, ana dil hakları isteyip istemeyeceği gibi sorular, bu korkuların temelini oluşturuyor.
Türkiye’deki bazı komplo teorileri, Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin AK Parti'ye oy kazandırma amacı güttüğünü de iddia ediyor. Bu görüşler, Suriyelilerin Türkiye’de demografik bir değişim yaratacağı ve böylece İslamcı bir yapının daha da güçleneceği şeklindeki endişelere dayanıyor.
Bu anlamda Avrupa’da da aşırı sağ komploları Türkiye’yle örtüşüyor.
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan ve İran’a iade edilmek istenen dört Kürt mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından ...
16 Eylül - İki mültecinin İran’a gönderilmesi kararından vazgeçildi (Enternasyonal Dayanışma) Devamı16 Eylül - İki mültecinin İran’a gönderilmesi kararından vazgeçildi (Enternasyonal Dayanışma)
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan ve İran’a iade edilmek istenen dört Kürt mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından vazgeçildi. Aileler, diğer iki mülteci hakkında da aynı kararın verilmesini istiyor.
Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutulan ve idam riskine rağmen İran’a iade edilmek istenen dört mülteciden ikisinin sınır dışı edilmesi kararından vazgeçildi.
Dört Kürt mülteci, İran’da Mahsa Jîna Amini’nin 16 Eylül 2022’de öldürülmesi üzerine başlayan protestolara katıldığı için haklarında dava açılmış ve bu nedenle Türkiye’ye gelmişlerdi.
Yaklaşık bir aydır GGM’de tutulan mültecilerden Hüseyin Minbarî ve Şewgar Muhammadî’nin İran’a iade kararından vazgeçildi. Aileler, Minbarî ve Muhammadî’nin yakın zamanda serbest bırakılacağını aktardı.
Aileler, haklarında deport kararı bulunan gazeteciler Reşad Muhammadî ve Fahîme Hüseynî için de baskı oluşturulması gerektiğini vurguladı: “İran’a geldiklerinde ya idam edilecekler ya da uzun süre tutuklu kalacaklar. Onlar için kamuoyu oluşturmak zorundayız. İran’a iade edilmemeliler.”
Kapat
"Kayseri Anadolu Haber" isimli haber sitesi "Kayseri'de MA plakalı araçların sırrı çözüldü – İşte ...
16 Eylül - Zafer Partisi Bursa'da Suriyelilerin Kurduğu Dükkânları Hedef Gösteriyor! Devamı16 Eylül - Zafer Partisi Bursa'da Suriyelilerin Kurduğu Dükkânları Hedef Gösteriyor!
"Kayseri Anadolu Haber" isimli haber sitesi "Kayseri'de MA plakalı araçların sırrı çözüldü – İşte çoğalmasının sebebi" başlıklı bir haber yayınladıktan 2 hafta sonra Kayseri'de patlak veren 1 Temmuz olaylarında Suriyelilere ait 300'den fazla MA plakalı araba kundaklanmıştı.
Şimdi ise Zafer Partisi Bursa'da, Suriyelilere ait birkaç dükkânın fotoğrafıyla "Bursa işgalden yeniden kurtarılacak" yazılı bir pankart asıyor. Peki, ne iktidar ne muhalefet ortağı olmayan Zafer Partisi, Bursa'yı, işgal olarak iddia ettiği bu dükkânlardan nasıl kurtaracak? Parti teşkilatı açık bir şekilde Suriyelileri hedef göstererek şiddet çağrısı yapıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi Zafer Partisi bir milli güvenlik sorunudur.
https://x.com/mohammadakta/status/1835645946765476235
KapatGeçen yıl çalıştırıldığı kaçak maden ocağında fenalaştıktan sonra, önce böbreği alınıp sonra canlı canlı yakılarak katledilen ...
15 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davası 18 Eylül’de Zonguldak’ta Devamı15 Eylül - Öldürülen mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin davası 18 Eylül’de Zonguldak’ta
Geçen yıl çalıştırıldığı kaçak maden ocağında fenalaştıktan sonra, önce böbreği alınıp sonra canlı canlı yakılarak katledilen 55 yaşındaki mülteci işçi Vezir Muhammed Nourtani için görülen davada, kararın açıklanacağını beklediğimiz duruşma 18 Eylül Çarşamba günü, Zonguldak Adliyesi'nde saat 14:00 te görülecek. Bütün aktivistlerin ve kurumların davaya katılması önemli.
8 Temmuz'da görülen ikinci duruşmaya ve olaya dair haberler şöyle:
https://www.evrensel.net/haber/522775/nourtani-davasinin-ikinci-durusmasi-goruldu
Kapat
Bir göç idaresi hadisesi daha...
Çok çalıştı, kazandı. Tekirdağ'da Namık Kemal Fakültesi'nde Acil Afet ve Yardım ...
15 Eylül - 10lar Medya: Suriyeli Abdülillah okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor Devamı15 Eylül - 10lar Medya: Suriyeli Abdülillah okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor
Bir göç idaresi hadisesi daha...
Çok çalıştı, kazandı. Tekirdağ'da Namık Kemal Fakültesi'nde Acil Afet ve Yardım Yönetmeliği bölümünde okuyordu.
Kayıtlı olduğu ve ailesinin yaşadığı Hatay'da tüm mahalleler yabancılara kapalı olduğu için adresini yenileyemedi.
Göç İdaresi'ne birçok kez çözüm aramak için gitti, öğrenci olduğu için "yardımcı olacaklarını" söylediler ancak "bir kadın görevli", onu karakola ve kampa yönlendirdi, sınır dışı ettirdi!
Abdülilah 6. sınıftan beri okuduğu Türkiye'ye ikinci vatanım diyerek sesleniyor ve okuluna devam edebilmek için yardım bekliyor!
https://x.com/10larMedya/status/1835273409237799149
KapatÖHD "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. ÖHD’li Rezan Gezer, adil yargılama ...
14 Eylül - ÖHD’li Gezer: Mülteciler adil yargılanma hakkı istiyor (Evrensel) Devamı14 Eylül - ÖHD’li Gezer: Mülteciler adil yargılanma hakkı istiyor (Evrensel)
ÖHD "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. ÖHD’li Rezan Gezer, adil yargılama hakkının mültecilerin talepleri içinde ön plana çıktığını ifade etti.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi Göç ve Mülteci Komisyonu, mültecilere dönük ırkçı saldırılara dair 30 Ağustos’ta "Türkiye'de Mültecilere Yönelik Irkçılık ve Hak İhlalleri” raporunu yayımladı. Sosyal medya taraması, bilimsel makaleler ve uluslararası bulguların incelemesiyle hazırlanan raporda, 1 Ocak 2020 ile 31 Aralık 2022 tarihleri arasında yaşanan ırkçı saldırılara ve nefret söylemlerine yer verildi. İhlaller, yaşam hakkı, mültecilerin maruz kaldığı şiddet, nefret söylemleri ve nefret suçu işleyen kamu personelleri, siyasilerin-siyasi partilerin mültecilere yönelik nefret suçu içeren ifadeleri, mülteci LGBTİ+’lara dönük şiddet, cinsel saldırı, toplumsal linç, ayrımcı uygulamalar ve barınma hakkı başlıkları altında sıralandı.
Mültecilere dönük 675 hak ihlalinin yer aldığı raporun sonuç ve değerlendirme bölümünde ise cezasızlığa dikkat çekildi. Derneğin Göç ve Mülteci Komisyonu üyesi Rezan Gezer, rapora ilişkin konuştu.
Haberin devamı aşağıdaki linkte:
https://www.evrensel.net/haber/528205/ohdli-gezer-multeciler-adil-yargilanma-hakki-istiyor
Kapatİtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini hakkında beş yıl önce bir göçmen gemisine limanları açmayı reddettiği için açılan ...
14 Eylül - İtalya’da göçmenleri denizde ‘mahsur bırakan’ Başbakan Yardımcısı Salvini’ye 6 yıl hapis istemi (BBC) Devamı14 Eylül - İtalya’da göçmenleri denizde ‘mahsur bırakan’ Başbakan Yardımcısı Salvini’ye 6 yıl hapis istemi (BBC)
İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini hakkında beş yıl önce bir göçmen gemisine limanları açmayı reddettiği için açılan davada savcılık 6 yıl hapis talep etti.
Salvini o dönem iktidarda olan başka bir koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapıyordu ve İtalya limanlarını göçmenleri taşıyan yardım gemilerine kapama politikası yürütüyordu.
Ağustos 2019'da Akdeniz'de yaklaşık 160 kişiyi kurtaran yardım gemisi Open Arms, Salvini’nin bu politikasıyla denizde mahsur kalmış, ancak 19 gün sonra mahkeme kararıyla İtalya'nın Lampedusa adasına yanaşabilmişti.
https://www.bbc.com/turkce/articles/ckgn1krd6ndo
KapatGaziantep'te 11 Ocak'ta ırkçıların işkence ederek öldü diye yol kenarına attığı Ahmed hala hastanede gözetim altında. Ailesi Ahmed ile ...
13 Eylül - Irkçıların işkence ettiği Ahmed’e Göç İdaresi geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi Devamı13 Eylül - Irkçıların işkence ettiği Ahmed’e Göç İdaresi geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi
Gaziantep'te 11 Ocak'ta ırkçıların işkence ederek öldü diye yol kenarına attığı Ahmed hala hastanede gözetim altında. Ailesi Ahmed ile ilgilenirken göç idaresi, adres güncellemesi yapılmadığı için Suriye'ye geri gönderileceğine dair tebligat gönderdi.
https://x.com/Ferhatpolatt1/status/1834613919983251822?t=5Q2KnzsEygc7TJWY76lw6w&s=19
KapatIrkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef ...
12 Eylül - Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar) Devamı12 Eylül - Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar)
Irkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef gösterildi. Gaziantep’te okuyan Suriyeli çocuğun durumu ile ilgili emniyet ekipleri harekete geçti.
Kayseri'de bir kişinin 7 yaşındaki çocuğu istismar ettiği iddiası ile başlayan Suriyelilere karşı saldırı dalgası sonrası bir takım Telegram sayfaları gençleri örgütleyerek ırkçı saldırıların devamı için organizasyonlar ve toplantılar düzenlemeye başlamıştı.
En son Eskişehir’deki Tepebaşı Cami’ne girip beş kişiyi yaralayan 18 Yaşındaki Arda K.’nin saldırısı sonrası da KARAR, bu telegram gruplarını gündeme getirmişti. Saldırı sonrası saldırıyı destekleyen kişilerin olduğu gruplarda skandal tartışmalar yaşanmış, Arda K.’nin neden Suriyelileri hedef almadığına ilişkin şiddet içerikli mesajlar paylaşılmıştı.
ORTAOKUL ÖĞRENCİSİNİN GİZLİCE FOTOĞRAFI ÇEKİLMİŞ
Yine KARAR’ın eriştiği benzer ırkçı Telegram gruplarından birinde Gaziantep’te yaşayan Suriyeli bir ortaokul öğrencisi hedef gösterildi. Okul ve adres bilgileri paylaşılarak saldırı çağrısı yapıldı. Telegram gruplarında olan kişilerin yazdıkları mesajlardan öğrenci oldukları anlaşılıyor. Gruplarda ayrıca hangi şehirde yaşadığını belirten öğrencilere “saha eğitimi” vereceklerine ilişkin bir duyuru da paylaşıldı.
Gaziantep’te yaşayan ortaokul öğrencisinin durumu ile ilgili KARAR, hem okul yönetimi hem de bölgedeki emniyet güçleri ile görüştü. Olayın takipçisi olduklarını söyleyen güvenlik birimleri, gerekli önlemlerin alındığını belirtti.
Telegram gruplarında hedef gösterildi: Suriyeli ortaokul öğrencisine ırkçı saldırı çağrısı – Sema Kızılarslan (Karar)
Irkçı Telegram hesaplarında bir Suriyeli ortaokul öğrencisinin gizlice çekilen fotoğrafı paylaşıldı, eğitim bilgileriyle birlikte hedef gösterildi. Gaziantep’te okuyan Suriyeli çocuğun durumu ile ilgili emniyet ekipleri harekete geçti.
Kayseri'de bir kişinin 7 yaşındaki çocuğu istismar ettiği iddiası ile başlayan Suriyelilere karşı saldırı dalgası sonrası bir takım Telegram sayfaları gençleri örgütleyerek ırkçı saldırıların devamı için organizasyonlar ve toplantılar düzenlemeye başlamıştı.
En son Eskişehir’deki Tepebaşı Cami’ne girip beş kişiyi yaralayan 18 Yaşındaki Arda K.’nin saldırısı sonrası da KARAR, bu telegram gruplarını gündeme getirmişti. Saldırı sonrası saldırıyı destekleyen kişilerin olduğu gruplarda skandal tartışmalar yaşanmış, Arda K.’nin neden Suriyelileri hedef almadığına ilişkin şiddet içerikli mesajlar paylaşılmıştı.
ORTAOKUL ÖĞRENCİSİNİN GİZLİCE FOTOĞRAFI ÇEKİLMİŞ
Yine KARAR’ın eriştiği benzer ırkçı Telegram gruplarından birinde Gaziantep’te yaşayan Suriyeli bir ortaokul öğrencisi hedef gösterildi. Okul ve adres bilgileri paylaşılarak saldırı çağrısı yapıldı. Telegram gruplarında olan kişilerin yazdıkları mesajlardan öğrenci oldukları anlaşılıyor. Gruplarda ayrıca hangi şehirde yaşadığını belirten öğrencilere “saha eğitimi” vereceklerine ilişkin bir duyuru da paylaşıldı.
Gaziantep’te yaşayan ortaokul öğrencisinin durumu ile ilgili KARAR, hem okul yönetimi hem de bölgedeki emniyet güçleri ile görüştü. Olayın takipçisi olduklarını söyleyen güvenlik birimleri, gerekli önlemlerin alındığını belirtti.
Kapat
Türkiye tarafından sınır dışı edilen Suriyeli bir sığınmacının, Esed rejimi tarafından Halep'te yakalandığı ve işkence sonucu hayatını ...
12 Eylül - Türkiye'nin sınır dışı ettiği Suriyeli sığınmacı Esed rejimi tarafından işkenceyle öldürüldü Devamı12 Eylül - Türkiye'nin sınır dışı ettiği Suriyeli sığınmacı Esed rejimi tarafından işkenceyle öldürüldü
Türkiye tarafından sınır dışı edilen Suriyeli bir sığınmacının, Esed rejimi tarafından Halep'te yakalandığı ve işkence sonucu hayatını kaybettiği bildirildi.
Suriyeli kaynakların haberine göre, 33 yaşındaki Suriyeli mühendis Abdulgani Münir, sınır dışı edilmesinin ardından, iş bulamadığı için Halep’e geçmek istedi, kontrol noktasında rejim güçleri tarafından tutuklandı. Halep'teki Askeri Güvenlik Şubesi'nde işkence sonucu hayatını kaybetti.
Evli olan ve iki çocuğu bulunan Münir'in yaklaşık bir yıl önce bir Türk vatandaşıyla mali anlaşmazlık yaşayarak tutuklandığı ve bunun ardından sınır dışı edilerek Cerablus'a gönderildiği ifade edildi. Yasal olmayan yollarla Türkiye'deki ailesinin yanına geri dönen Münir yeniden sınır dışı edildi.
Azez'de yaşamaya başlayan ve Esed rejimine karşı herhangi bir hukuki problemi bulunmayan Abdulgani Münir, iş için Halep'e girdiğinde gözaltına alındı. Esed rejiminin 24 gün boyunca işkence ettiği Münir, sonunda işkenceler sebebiyle can verdi. Esed rejimi 24 günün ardından Münir'in ailesine haber vererek cenazesini almalarını talep etti.
Esed rejiminin Suriye'ye geri dönen sığınmacılara yönelik işkence ve kötü muamelesinin sürdüğü biliniyordu.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) şimdiye kadar geri dönen sığınmacıların rejim güçleri tarafından keyfi olarak tutuklandığı en az 4 bin 714 vakayı belgeledi.
SNHR sadece Ağustos ayında, 19'u Lübnan'dan zorla geri gönderilenler olmak üzere 214 Suriyelinin keyfi olarak tutuklandığını ifade etti.
Türkiye'de kimi çevrelerin son aylarda dile getirmeye başladığı "Esed ile normalleşme" söylemlerinin içinin boş olduğunu kanıtlayan bu durum Suriye'de hiçbir şeyin normalleşmediğini, Esed rejiminin kendi halkına düşmanlığa devam ettiğini gösteriyor.
Kapat
Savaşlar, göç ve göçmenlik milyonlarca çocuğun eğitim alamamasına neden oluyor.
Birleşmiş Milletler ...
10 Eylül Dünyada 7,2 milyon mülteci, Gazze’de 625 bin çocuk eğitimden mahrum Devamı10 Eylül Dünyada 7,2 milyon mülteci, Gazze’de 625 bin çocuk eğitimden mahrum
Savaşlar, göç ve göçmenlik milyonlarca çocuğun eğitim alamamasına neden oluyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), dünya genelinde 7,2 milyon mülteci çocuğun eğitimden mahrum kaldığını bildirdi.
BMMYK’nin yayınladığı ‘mülteci eğitim raporu’na göre dünyada 14,8 milyon civarındaki mülteci çocuğun eğitim hayatlarını iyileştirmede bazı ilerlemeler sağlansa da sorunlar devam ediyor.
Rapordaki değerlendirme şöyle:
“Mültecilere ev sahipliği yapan 65 ülkeden alınan veriler, yaklaşık 7,2 milyon mülteci çocuğun güvensizlik, kapsayıcı eğitim politikaları eksikliği, kapasite kısıtlamaları ve dil engelleri gibi faktörler nedeniyle eğitimden mahrum kaldığını, gençlerin gelecekteki refahını riske attığını ve potansiyellerini gösterme şansını ellerinden aldığını gösteriyor.”
Ayrıca Ukraynalı 600 binden fazla yerinden edilmiş çocuk ve gencin 2022’den bu yana Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle okuldan uzak kaldığı aktarıldı.
Gazzeli çocuklar
Gazze’de savaş yüzünden dersbaşı yapılmadı. BM’ye göre yaklaşık 625 bin çocuk okuldan uzak.
Gazze Şeridi’nde normal takvime göre dün yüz binlerce öğrenci dersbaşı yapacaktı ancak savaş nedeniyle eğitim başlayamıyor.
Pazartesi günü sezonun ilk ders zilinin çalması gereken saatlerde çocukların çoğu çamur içindeki derme çatma çadırlarda oturuyor veya yardım kuruluşlarının mutfakları önünde yiyecek sırasında bekliyordu.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) sözcüsü Tess Ingram eğitimden uzak kalınan süre uzadıkça Gazzelilerin geleceğine olan olumsuz etkisinin de büyüdüğünü söyledi. Özellikle küçük çocukların bilişsel, sosyal ve duygusal gelişim sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu belirtti.
Ingram, “Çocuğun okuldan uzak geçirdiği süre uzadıkça eğitimi tamamen bırakma ve bir daha okula dönmeme riski artıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Gazze’de yaklaşık 625 bin çocuk geçen eğitim yılının neredeyse tamamını okuldan uzakta geçirdi. Okullar 7 Ekim’den sonra İsrail’in Gazze’yi bombalamaya başlamasıyla kapılarını kapatmıştı.
Global Education Cluster’e göre Gazze’deki okulların yüzde 90’ından fazlası geçen 11 aydaki İsrail saldırılarında zarar gördü, birçoğunun tekrar kullanılabilmesi için yıllar süren onarım çalışmasına ihtiyacı var. Bu okulların çoğu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından işletiliyordu.
UNICEF ve çeşitli sivil toplum örgütleri Mayıs sonlarına doğru Gazze’de 175 geçici eğitim merkezi açtı, buralarda bin 200 gönüllü öğretmek yaklaşık 30 bin çocuğa temel dersleri öğretiyor. Ancak BM kağıt, kalem gibi en temel eğitim materyalini dahi bölgeye göndermekte zorlandıklarını bildirdi.
Çatışmalar Gazze dışında Batı Şeria’da da eğitimi olumsuz etkiliyor. Ingram, “Ekim’den beri hemen her gün okulların yüzde sekiz ila 20’si kapalı. Okullar açık olsa bile güvenlik endişesiyle öğrencilerin devamlılığı düştü” dedi.
Bu arada BM Filistin Ajansı (UNRWA) Komiseri Philippe Lazzarini, Batı Şeria’daki UNRWA okullarında eğitime başlanacağını açıkladı. Lazzarini, “Çocukların eğitim hakkı korunmak zorunda” dedi.
KapatBM Suriye'de şiddet olaylarının yeniden artışa geçtiği uyarısında bulundu. Aralarında Almanya'nın da olduğu bazı ülkeler bir süredir, ...
10 Eylül - BM uyardı: Suriye'de şiddet tekrar tırmanıyor (DW Türkçe) Devamı10 Eylül - BM uyardı: Suriye'de şiddet tekrar tırmanıyor (DW Türkçe)
BM Suriye'de şiddet olaylarının yeniden artışa geçtiği uyarısında bulundu. Aralarında Almanya'nın da olduğu bazı ülkeler bir süredir, Suriye'de çatışmaların azaldığı gerekçesiyle sığınmacıları geri göndermeyi tartışıyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye'de çatışmaların yeniden artmaya başladığı uyarısında bulundu. Ülkede yeni bir şiddet dalgası yaşandığını dile getiren BM Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam rejimine bağlı birlikler arasında yaşanan yeni çatışmalara dikkat çekti.
Pinheiro sahadaki son duruma dair raporunda, İsrail'in Gazze Savaşı'nın başından beri Suriye'ye hava saldırılarını artırdığını da kaydetti. Raporda, İsrail'in Suriye'deki İran destekli militanlara saldırılarının bölgede Amerikan üslerine yönelik karşı saldırıları tetiklediği belirtildi.
Komisyonun 1 Ocak-30 Haziran tarihlerini kapsayan altı aylık raporunda aralarında Türkiye, Rusya ve ABD'nin de olduğu altı ülkenin Suriye'de askeri faaliyetlerde bulunduğu kaydediliyor. Söz konusu dönemde Şam rejimine bağlı güçlerin ülkenin kuzeybatısında yasaklı misket bombaları kullandığı, yarısı kadın ve çocuklardan oluşan 150 kişiyi öldürdüğü veya yaraladığı da raporda yer alıyor. Ayrıca Türk güçlerinin Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik hava saldırılarında enerji santralleri ve tıbbi tesisleri bombaladığı, bunun da yasa dışı olduğu vurgulanıyor.
Raporda Suriye hükümeti mahkûmlara işkence etmekle suçlanırken, Kürt güçlerden oluşan SDG de 30 bin çocuğu ebeveynleri IŞİD üyesi olduğu gerekçesiyle yıllardır kötü koşullarda tutmakla eleştirildi.
Alman mahkemesinin kararı
Almanya'da bir mahkeme, Suriye'nin bazı bölgelerinin "artık güvenli" olduğu gerekçesiyle Suriyeli sığınmacıların geri gönderilebileceğine hükmetmişti. Ülkesinde güvende olmayacağı gerekçesiyle koruma statüsü isteyen bir Suriyelinin iadesine dair yargı süreci 28 Ağustos'ta kesinleşmiş, Almanya'da son aylarda yaşanan terör eylemlerinin ardından birçok siyasi parti ve eyalet yönetiminden de geri göndermelere başlanması çağrısı gelmişti.
Suriye'de 2011'de patlak veren iç savaşta 500 binden fazla kişi hayatını kaybetti, ülke nüfusunun büyük bölümü göç etmek zorunda kaldı. Savaş ve izolasyon döneminde iktidarını korumayı başaran Devlet Başkanı Beşar Esad, ülkesinin tamamına hakim olamasa da bölge ülkeleriyle yeniden ilişkiler kurdu. İç savaşta silahlı rejim muhaliflerine destek veren Türkiye de bir süredir Şam ile normalleşme arayışında.
Kapat
İstanbul Sefaköy'de dört çocuğuyla birlikte yaşayan Uygur müslümanı Hafife İbrahim, evlerine yapılan baskınla 'sebep ...
9 Eylül - Uygur müslümanı 4 çocuk annesi Hafife İbrahim GGM’ye alındı Devamı9 Eylül - Uygur müslümanı 4 çocuk annesi Hafife İbrahim GGM’ye alındı
İstanbul Sefaköy'de dört çocuğuyla birlikte yaşayan Uygur müslümanı Hafife İbrahim, evlerine yapılan baskınla 'sebep belirtilmeden' gözaltına alındı. Hafife İbrahim'in Geri Gönderme Merkezi'ne alındığı bildirilirken, dört çocuğu şimdilik komşularıyla birlikte.
https://x.com/dailyislamist/status/1833065293154824623?t=vPv9dyb4uSozynfXCY9mRA&s=08
KapatHollanda hükümeti, sığınma başvurusu reddedilen ve kaçak durumdaki yabancılara barınma ve beslenme olanağı sağlayan Ulusal Göçmenlik ...
5 Eylül - Hollanda hükümeti yılbaşından itibaren kaçak yabancılara destek vermeyecek Devamı5 Eylül - Hollanda hükümeti yılbaşından itibaren kaçak yabancılara destek vermeyecek
Hollanda hükümeti, sığınma başvurusu reddedilen ve kaçak durumdaki yabancılara barınma ve beslenme olanağı sağlayan Ulusal Göçmenlik Hizmetleri’nin (LVV) ödeneğini yılbaşından itibaren kesme kararı aldı.
Aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) öncülüğünde kurulan koalisyon hükümetindeki tüm partiler, Ulusal Göçmenlik Hizmetleri ödeneğinin durdurulması konusunda anlaşma sağladı.
PVV'den Sığınma ve Göç Bakanı Marjolein Faber, alınan kararla, sığınma konusunda tüm yasal yolları tüketen kişileri, geldikleri ülkeye geri dönmeye zorlamak istiyor.
Belediyeler ise desteği kesilen yabancıların sokaklara düşerek rahatsızlık yaratacağını belirterek, hükümetin kararına tepki gösteriyor.
Hollanda’da sığınma başvuruları tamamen reddedilen ve kaçak duruma düşen yabancılar için, sokaklarda yaşayarak halka rahatsızlık vermemeleri için özel barınaklar bulunuyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cdxl8975dn2o
Kapatİnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch - HRW) tarafından Çarşamba günü yayınlanan yeni bir raporda, Lübnan'dan ...
4 Eylül - HRW Raporu: Güney Kıbrıs ve Lübnan güçleri Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı Devamı4 Eylül - HRW Raporu: Güney Kıbrıs ve Lübnan güçleri Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch - HRW) tarafından Çarşamba günü yayınlanan yeni bir raporda, Lübnan'dan Güney Kıbrıs'a ulaşmaya çalışan Suriyeli mültecilerin savaş ve zulümden kaçmalarına rağmen Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen Lübnanlı yetkililer tarafından zorla ülkelerine geri gönderildiği iddia edildi.
Raporda ayrıca, Güney Kıbrıs sahil güvenliğinin mültecileri Lübnan'a geri iterek zorla göndermelere olanak sağladığı, AB'nin ise tekrarlanan insan hakları ihlallerinden sorumlu Lübnan silahlı kuvvetlerine para aktardığı belirtildi.
Raporda, "Avrupalı bağışçıların insan hakları yükümlülüklerine sözde hizmet etmelerine rağmen, Avrupa'nın sınır yönetimi için Lübnan güvenlik kurumlarına sağladığı fonlar devam ederken, aynı kurumlar Suriyeli mültecileri kötü niyetli bir şekilde geri çekmeye ve topluca sınır dışı etmeye devam etti," ifadelerine yer verildi.
Bulgular, New York merkezli sivil toplum örgütü tarafından fotoğraf ve video kanıtları, uçak ve tekne izleme verilerinin yanı sıra Lübnan'ı terk etmeye çalışan ve giderek daha düşmanca koşullarla karşılaşan 16 Suriyeli mülteci ve sığınmacının tanıklıklarına dayanılarak toplandı.
Bu sadece uluslararası koruma talep etme hakkının -ki bu onların hakkıdır ve hem Kıbrıslı hem de Lübnanlı yetkililer tarafından bu haktan mahrum bırakıldılar- açıkça ihlal edilmesi değil. Aynı zamanda dövüldüler, itilip kakıldılar, kelepçelendiler, keyfi olarak alıkonuldular ve insanlık dışı muameleye maruz bırakıldılar.
16 mülteciden 15'inin, Lübnan ya da Güney Kıbrıs makamları tarafından, gözaltı, dayak ve sözlü hakaret gibi insan hakları ihlallerine maruz kaldığı belirtildi.
Bu kişilerden 11'i Lübnan Silahlı Kuvvetleri (LAF) tarafından zorla Suriye'ye geri gönderilmiş olup, bunlardan dördü daha önce Güney Kıbrıs'tan Lübnan'a geri gönderilmişti.
Euronews'e konuşan HRW Mülteci ve Göçmen Hakları Bölümü araştırmacısı Nadia Hardman, "Bu sadece uluslararası koruma talep etme hakkının -ki bu onların hakkıdır ve hem Güney Kıbrıslı hem de Lübnanlı yetkililer tarafından bu haktan mahrum bırakıldılar- açıkça ihlal edilmesi değil. Aynı zamanda dövüldüler, itilip kakıldılar, kelepçelendiler, keyfi olarak alıkonuldular ve insanlık dışı muameleye maruz bırakıldılar," dedi.
"Tüm bunlar, hikayenin en yıkıcı kısmı olan, bazen Suriye'ye geri dönmeye zorlandıkları ve (...) geri dönen mültecilerin keyfi olarak gözaltına alındığını, kaybolduğunu ve bazen öldürüldüğünü belgelememizden önce yaşandı."
Hardman, Güney Kıbrıslı ve Lübnanlı yetkililerin eylemlerinin, bir devletin herhangi bir kişiyi zalim veya aşağılayıcı muameleye maruz kalabileceği bir ülkeye sınır dışı etmesini yasaklayan "geri göndermeme" ilkesinin açık bir ihlali olduğunu söyledi.
Aralarında 1,5 milyon Suriyeli mültecinin de bulunduğu dünyanın kişi başına en fazla mültecisine ev sahipliği yapan Lübnan'da Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kaldığı koşullar, mülteci karşıtlığı arttıkça son yıllarda önemli ölçüde kötüleşti.
Bölgesel istikrarsızlığın arttığı Nisan ayında AB üyesi Güney Kıbrıs'a düzensiz geçiş yapan Suriyeli mültecilerin sayısında ciddi bir artış tespit edilmiş ve Güney Kıbrıslı yetkililer iltica başvurularının işleme alınmasını askıya almıştı.
AB, Mayıs ayında Lübnan'a 2026 yılına kadar 1 milyar euro'luk bir mali destek vereceğini açıkladı. AB'nin mali desteği, Lübnan silahlı kuvvetlerinin sınırı daha iyi yönetebilmesi için donatılmasını ve eğitilmesini de kapsıyordu.
Mali desteğin yarısı Ağustos ayında kabul edildi ve bunun 368 milyon euro'luk kısmı Suriyeli mülteciler de dâhil olmak üzere Lübnan'daki hassas durumdaki kişilerin desteklenmesini hedefliyordu. Komisyon'a göre geriye kalan 132 milyon euro ise "güvenlik sektörüne ve sınır yönetimine verilen desteğin" arttırılması da dâhil olmak üzere bir dizi ekonomik ve güvenlik reformunun uygulanması için ayrıldı.
AB 'anlamlı kontroller' yapmadan kurumları 'finanse ediyor'
HRW, AB'nin Lübnan devlet yetkililerine ve kurumlarına, temel haklara uymalarını sağlamak için gerekli kontrol ve dengeler olmaksızın para aktardığını iddia ediyor.
Euronews'e konuşan Hardman,"Bu kurum ve kuruluşların temel insan hakları ilkelerine uymaları konusunda herhangi bir koşulluluk yok," dedi.
"Aslında, AB-Lübnan anlaşmasında gördüğümüz şey neredeyse bir ödül. Burada da herhangi bir koşula bağlı olmaksızın büyük miktarlarda para sağlama taahhüdü var" diyen Hardman, örgütünün Lübnanlı yetkililere fon sağlanmasına karşı olmadığını, ancak AB'nin bu ihlallere ortak olmamasını sağlamak için açık koşullar ve izleme mekanizmaları getirilmesi gerektiğini söyledi.
HRW ayrıca AB yönetiminin, Lübnanlı yetkililere sınır yönetimi desteği sağlamak üzere sözleşme yaptığı ortakların -Viyana merkezli Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi (ICMPD) gibi- AB'nin insan hakları çerçevelerine tabi olmadıkları göz önüne alındığında, temel haklara uyup uymadıklarını tespit etme kapasitesini de sorguluyor.
Avrupa Komisyonu 20 Ağustos tarihli bir mektupla HRW'ye ICMPD tarafından yürütülen AB finansmanlı müdahalelerin "Beyrut'taki AB Delegasyonu da dahil olmak üzere Avrupa Komisyonu tarafından yakından takip edildiğini" söyledi.
HRW'ye göre mektupta, "[ICMPD'ye] yapılan her ödemeden önce AB, uygulayıcı ortak tarafından sunulan anlatı ve mali raporlar temelinde mali ve operasyonel ilerlemenin bir doğrulamasını yapar" deniyor.
HRW, erişebildiği belgelerde AB yönetiminin, "AB projelerinden yararlanan güvenlik aktörlerinin uluslararası insan hakları standartlarına aykırı davranabileceğini" kabul ettiğini de ekliyor.
Güney Kıbrıs, Akdeniz Komiseri rolüne göz dikti
HRW'nin açıklamaları, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in önümüzdeki beş yıl boyunca AB yürütme organının çalışmalarına yön vermekten sorumlu olacak Komisyoner adaylarıyla görüştüğü sırada geldi.
Güney Kıbrıs'ın adayı Costas Kadis Pazartesi günü yerel medyaya yaptığı açıklamada, Akdeniz'den sorumlu yeni Komisyon Üyesi pozisyonunun hükümetinin "ilgisini çektiğini" belirtti.
Bu görev, bloğun güney komşusu olan ülkelerle yaptığı göç yönetimi anlaşmalarının denetlenmesini ve Mısır, Lübnan, Moritanya ve Tunus ile göçmen akınlarını durdurmak için yapılan mevcut anlaşmaları içerecek.
Bu anlaşmalardan bazıları, ülkelerin belgelenmiş ihlallerini görmezden geldikleri için insan hakları savunucuları tarafından ağır bir şekilde eleştirildi.
Önümüzdeki dönem için siyasi önceliklerini açıklayan von der Leyen, AB üyesi olmayan ülkelerle göç ve güvenlik konularında "stratejik ilişkiler" geliştirmeye devam etme sözü verirken, "Akdeniz için yeni bir pakt" ile bu ortaklıkları derinleştirmeyi hedeflediğini de sözlerine ekledi.
HRW, Komisyonu'nun Akdeniz'den sorumlu yeni üyeliğinin Güney Kıbrıs'a tahsis edilmesinin uygunluğunu sorguluyor.
Hardman, "Kıbrıs yasa dışı bir şekilde sınır dışı ediyor. AB'nin çok güçlü insan hakları çerçevesi ve normları ile bağlılar, ancak bunlar göz ardı edilmektedir," dedi.
"Uluslararası hukukun aleni ihlalleri konusunda bir soruşturma ve hesap verebilirlik sağlanana kadar, göç gibi önemli konulardan sorumlu olmaları gerektiğini düşünmüyorum," diyerek ekledi.
Kapat
Bursa'da 23 yaşındaki Suriyeli Hani Kasım, aynı mahallede yaşayan 9 Türk tarafından 12 kez bıçaklanarak acımasızca katledildi. Kasım'ı ...
3 Eylül - Suriyeli Hani Kasım öldürüldü Devamı3 Eylül - Suriyeli Hani Kasım öldürüldü
Bursa'da 23 yaşındaki Suriyeli Hani Kasım, aynı mahallede yaşayan 9 Türk tarafından 12 kez bıçaklanarak acımasızca katledildi. Kasım'ı öldürenler 16-17 yaşında çocuklar. Kasım, aslında arkadaşını Türk komşularıyla yaşanan bir kavgadan uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Babası sekiz yıldır Esad rejiminin cezaevinde esir tutulan Kasım, Türkiye'de parçalanmış ailesini bir araya getirmek ve yeni bir hayat kurmak istiyordu.
Türkiye'de yaşayan bir Suriyeliyseniz, her an geri gönderme merkezinde işkence görerek ölebilir, sokakta bıçaklanarak can verebilirsiniz.
Suriyeli bir gencin böyle vahşice öldürülmesi, siyasilerin yıllardır beslediği nefret söylemlerinin nasıl ölümcül sonuçlar doğurduğunun ispatı. Bu gerçekliğin kabul edilmesi için daha kaç göçmenin ırkçı saldırılarla vahşice öldürülmesi gerekiyor?
Kapat
İhbar sonrası bölgeye giden ekiplerin 50'den fazla kişiyi kurtardığı bildirildi.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Salı günü ...
3 Eylül - Manş Denizi'nde mülteci teknesi alabora oldu: Üçü çocuk 12 kişi hayatını kaybetti Devamı3 Eylül - Manş Denizi'nde mülteci teknesi alabora oldu: Üçü çocuk 12 kişi hayatını kaybetti
İhbar sonrası bölgeye giden ekiplerin 50'den fazla kişiyi kurtardığı bildirildi.
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Salı günü sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Manş Denizi'nde bir mülteci teknesinin alabora olduğunu, üçü çocuk 12 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Darmanin, "Wimereux açıklarındaki Pas-De-Calais'te korkunç kaza. Son bilançoya göre 12 ölü, 2 kayıp ve birkaç yaralı var," dedi.
"Kayıpları bulmak ve mağdurların ihtiyaçlarını karşılamak için kamu hizmetleri seferber edildi," diyerek ekledi.
İngiltere İçişleri Bakanı Yvette Cooper ise, Gerald Darmanin ile iletişim halinde olduklarını belirtirken, "Hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla ve yaralılarla beraberiz. Birçok mağdurun hayatını kurtaran Fransız sahil güvenlik ekiplerine saygılarımızı sunuyoruz. Şimdi Fransa'da yapılacak soruşturmanın sonucunu bekleyeceğiz," ifadelerini kullandı.
50'den fazla kişinin kurtarıldığı operasyonda kaybolan iki kişi için sahadaki ekiplerin mücadelesinin devam ettiği aktarıldı.
Olayın yaşandığı bölgenin yakınlarındaki Le Portel kasabasının belediye başkanı Olivier Barbarin, teknenin zemininde meydana gelen ağır hasardan ötürü facianın yaşandığını iddia etti.
Uluslararası Göç Örgütü (International Organization for Migration - IOM) kayıt tutmaya başladığı 2014 yılından beri en fazla can kaybının geçen yıl yaşandığını duyurmuştu.
2023'te göçmen ölümlerinin bir önceki yıla kıyasla yüzde 20 artarak 8 bin 565'e çıktığını ve bunun da son 10 yılın en yükseği olduğunu açıkladı.
IOM Genel Müdür Yardımcısı Ugochi Daniels, Kayıp Göçmenler Projesi'nin 10. yılında, "Bu can kayıplarının her biri, aileler ve topluluklar arasında yıllar boyu yankılanacak korkunç bir insanlık trajedisidir," dedi.
IOM'nin Kayıp Göçmenler Projesi, göçmen ölümleri ve kaybolmalarına ilişkin açık erişimli bir veri tabanı olarak 2014 yılında kuruldu. O zamandan beri dünya çapında 63 bin 872 vakayı belgeledi.
Atlas Okyanusu ile Kuzey Denizi'ni birbirine bağlayan Manş Denizi, Fransa'dan İngiltere'ye giden mültecilerin rotaları arasında. Denizin ortalama derinliğinin 63 metre olduğu belirtiliyor.
KapatSon yıllarda artan göç hareketleri, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde önemli sorunları da beraberinde getirdi. MAZLUMDER olarak, ...
3 Eylül - MAZLUMDER Göç İdaresi uygulamaları ile ilgili bir rapor yayınladı Devamı3 Eylül - MAZLUMDER Göç İdaresi uygulamaları ile ilgili bir rapor yayınladı
Son yıllarda artan göç hareketleri, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde önemli sorunları da beraberinde getirdi. MAZLUMDER olarak, Türkiye'deki göçmenlerin karşılaştığı zorlukları ve Göç İdaresi uygulamalarındaki sorunları derinlemesine inceledik.
Bu raporda, Göç İdaresi Müdürlükleri ve Geri Gönderme Merkezleri'nde yaşanan hak ihlalleri, idari gözetim altındaki yabancıların maruz kaldığı koşullar ve bürokratik engeller ayrıntılı vaka örnekleri ile ele alınmıştır. Raporumuz, daha insani ve adil bir göç yönetimi için çözüm önerileri sunmaktadır.
İnsan haklarına saygının her zaman öncelikli olması gerektiğini vurgulayan bu çalışmamız, kamuoyunun ve ilgili tüm paydaşların dikkatine sunulmuştur. Daha adil bir gelecek için bu raporu yaygınlaştırmayı ve farkındalık oluşturmayı hedefliyoruz. Raporu incelemek için bağlantıya tıklayın:
https://drive.google.com/file/d/184IeO_dtVUP39HMb0fgoIFUc0Ccyi2Cu/view?usp=drive_link…
Kapat
Geçmişte pek çok konuda olumlu açıklamalarda bulunan Papa Franciscus, Vatikan’da yaptığı konuşmada göçmenlerin denizlerde ...
2 Eylül - Papa: “Göçmenleri geri itmek ciddi bir günah” Devamı2 Eylül - Papa: “Göçmenleri geri itmek ciddi bir günah”
Geçmişte pek çok konuda olumlu açıklamalarda bulunan Papa Franciscus, Vatikan’da yaptığı konuşmada göçmenlerin denizlerde ölmesini, “medeniyetin bir zulmü” olarak tanımladı.
Papa Franciscus çarşamba günü yapılan genel kabul oturumunda Akdeniz’de yaşanan göçmen ölümleri hakkında konuştu. Papa, göçmenleri türlü yöntemler ile geri itmenin ciddi bir günah olduğunu duyurdu. Uydu ve insansız hava araçlarının olduğu bir çağda çöllerde ve denizlerde insanların ölmesini “medeniyetin bir zulmü” olarak tanımladı.
Papa, her Çarşamba, Vatikan’da yaptığı genel kabul oturumunda açıklamalarda bulunuyor. Bu Çarşamba Akdeniz’de yaşanan düzensiz göç konusuna değinen Papa; “Bir zamanlar, halklar ve medeniyetler arasında bir iletişim yeri olan ‘Bizim Deniz’ şimdi mezarlığa dönüşmüş vaziyette. Ve trajedi aslında şu ki; bu ölümlerin pek çoğu önlenebilir, kurtarılabilirdi. Bunu açıkça söylemek gerekir ki göçmenleri sistematik olarak ve türlü yöntemlerle geri gönderenler var ve bu, bilinçli yapıldığında ciddi bir günahtır” dedi.
Yetimlerin ve mazlumların korunmasından bahseden Papa; “Bir konuda hemfikir olabiliriz; bugünün göçmenleri, o ölümcül denizlerde ve çöllerde olmamalıydı. Ancak bu sonucu, kısıtlayıcı yasalarla, sınırların askerileştirilmesiyle veya geri itmelerle sağlayamayız. Bunu, göçmenler için güvenli ve düzenli erişim yollarını genişleterek, savaşlardan, şiddetten, zulümden ve çeşitli felaketlerden kaçanlar için sığınmayı kolaylaştırarak ve insan ticaretine karşı mücadele etmek, insan kaçakçısı suçluları durdurmak için güçleri birleştirerek başaracağız” dedi.
https://enternasyonaldayanisma.org/2024/08/29/papa-gocmenleri-geri-itmek-ciddi-bir-gunah/
KapatBursa’nın İnegöl ilçesinde 16 yaşındaki genç Suriyeli genci bıçaklayarak öldürdü.
Olay, saat 00.30 sıralarında ...
2 Eylül - Irkçılık can almaya devam ediyor! Devamı2 Eylül - Irkçılık can almaya devam ediyor!
Bursa’nın İnegöl ilçesinde 16 yaşındaki genç Suriyeli genci bıçaklayarak öldürdü.
Olay, saat 00.30 sıralarında İnegöl ilçesi Sinanbey Mahallesi, Arap Cami Sokak'ta meydana geldi. Efe G. ile Suriye uyruklu Hani K. arasında bilinmeyen nedenle tartışma çıktı. Tartışma kısa sürede büyürken Efe G., yanındaki bıçakla Hani K.'yı yaralayıp kaçtı. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Hani K., sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından İnegöl Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. 12 yerinden bıçaklandığı öğrenilen Hani K., doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı.
Polis ekipleri, olay yerinden kaçan Efe G.'yi kısa sürede yakaladı. Olayla ilgili başlatılan soruşturma sürdürülüyor.
Öldürülen Suriyeli gencin babası 8 yıldan beri Esed cezaevlerinde tutuklu.
https://www.evrensel.net/haber/527068/bursada-16-yasindaki-cocuk-suriyeli-genci-bicaklayarak-oldurdu
Kapatİstanbul Bahçelievler'de polisten kaçan 3 şüpheliden biri, çıktığı çatı katındaki daireden düşerek hayatını ...
1 Eylül - Polisten kaçan Suriyeli mülteci çatı katındaki daireden düşüp öldü Devamı1 Eylül - Polisten kaçan Suriyeli mülteci çatı katındaki daireden düşüp öldü
İstanbul Bahçelievler'de polisten kaçan 3 şüpheliden biri, çıktığı çatı katındaki daireden düşerek hayatını kaybetti.
Kocasinan Mahallesi'nde devriye gezen polis ekipleri, şüpheli gördükleri 3 kişinin kimliğini kontrol etmek istedi. Polisi gören şüpheliler ise kaçarak oturdukları evin bulunduğu sokağa girdi.
Suriye uyruklu oldukları ve kimlikleri olmadığı için polisten kaçtıkları öğrenilen şüphelilerden 2'si gözaltına alındı. Diğer şüpheli ise çatı katına çıktı.
Polis, kaçan kişinin girdiği dairenin kapısını çaldığı sırada şüpheli balkondan düştü.
İhbar üzerine olay yerine sağlık ve takviye polis ekibi sevk edildi. Sağlık ekipleri 4'üncü kattan düşen kişinin hayatını kaybettiğini belirledi.
Olayı anlatan bina sakini Fikri Kelkik, polisin kimliğini sorduğu kişilerden birinin koşup aşağı atladığını söyledi.
Olay yeri inceleme ekiplerinin çalışmasının ardından, hayatını kaybeden kişinin cenazesi Adli Tıp Kurumu morguna götürüldü.
https://manage.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/3108202410
Kapat
Suriye uyruklu, geçici koruma kimliğine sahip İsmail Cisri, eşi ve 3 küçük çocuğuyla birlikte Harran Geçici Barınma ...
29 Ağustos - Suriyeli aile 2 aydır Harran GBM’de hukuk dışı olarak tutuluyor Devamı29 Ağustos - Suriyeli aile 2 aydır Harran GBM’de hukuk dışı olarak tutuluyor
Suriye uyruklu, geçici koruma kimliğine sahip İsmail Cisri, eşi ve 3 küçük çocuğuyla birlikte Harran Geçici Barınma Merkezinde hukuk dışı şekilde tutuluyor.
Kendisi ve aile fertleri Geçici koruma statüsü ile Antep ilinde yasal olarak kalmaktayken eşi küçük çocuklarıyla birlikte markete gittiği sırada gbt kontrolüne takılıyor ve kimlikleri yanlarında olmadığı için sınır dışı ediliyorlar. Ancak daha sonra baba İsmail Cisri'nin konu hakkında video çekmesi üzerine olay kamuoyunda gündeme geliyor ve İsmail, eşi ve çocuklarıyla Çobanbey sınır kapısında buluşturuluyor. Fakat bu defa tüm aile Harran Geçici Barınma merkezine alınıyorlar.
Haklarında herhangi cezai veya idari işlem yok. Barınma Merkezinde olduğu için herhangi bir idari karar da verilmemiş ve tebliğ yapılmamış durumda. Yaklaşık 2 aydır Harran'da küçük çocuklarıyla birlikte tutulmaktalar. Yaklaşık 2 aydır aynı kıyafetlerle yaşıyorlar, dilekçe hakkından dahi mahrum bırakılmışlar. Bu süre zarfında Antep’teki ruhsatlı dükkanı, dükkan sahibi tarafından kira ödenmediği için boşaltılmış, ailenin ciddi maddi zararı da mevcut. Bir an evvel hukuka aykırı şekilde alıkonulduğu Harran Geçici Barınma Merkezinden çıkmayı bekliyor.
Kapat
İstanbul metrosunda bir şahıs, toka satan Suriyeli çocuğu dövdü. Polis ırkçı saldırganı gözaltına aldı.
İçişleri ...
29 Ağustos - Suriyeli çocuğa ırkçı saldırı Devamı29 Ağustos - Suriyeli çocuğa ırkçı saldırı
İstanbul metrosunda bir şahıs, toka satan Suriyeli çocuğu dövdü. Polis ırkçı saldırganı gözaltına aldı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, İstanbul'da metroda yabancı uyruklu bir çocuğa saldırıda bulunan kişinin gözaltına alındığını duyurdu.
Yerlikaya, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, metroda yabancı uyruklu bir çocuğa şiddet uygulayan kişiyle ilgili görüntülerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerince incelendiğini belirtti.
Yapılan araştırmalar sonrasında olayın Yenikapı-Hacıosman M2 metrosunda meydana geldiğinin, çocuğa şiddet uygulayan kişinin ise 41 yaşındaki D.A. olduğunun tespit edildiğini aktaran Yerlikaya, "Şüpheli şahıs bugün gözaltına alınmıştır. Çocuklar dünyanın en masum varlıkları, en büyük zenginliğimizdir. Çocuklara yönelik şiddet asla kabul edilemez." ifadelerini kullandı.
https://x.com/dokuz8haber/status/1829149095149310154?s=48&t=iHY9qQAbnu7pPF4LUHKq1w
KapatYıldız Önen, İlke Tv'de göçmenler ve mültecilerin sorunlarını konuştu. Konuşma 9. Dakikadan itibaren başlıyor.
29 Ağustos - Yıldız Önen, İlke TV’de göçmenlerin sorunlarını anlattı Devamı
29 Ağustos - Yıldız Önen, İlke TV’de göçmenlerin sorunlarını anlattı
Yıldız Önen, İlke Tv'de göçmenler ve mültecilerin sorunlarını konuştu. Konuşma 9. Dakikadan itibaren başlıyor.
https://www.youtube.com/live/GCKW-4715CY?si=SzkCozZ1av1ANxqU
KapatGöçmenlere yönelik ırkçı saldırılara karşı birlikte hareket eden aktivistler, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı isimli bir ...
28 Ağustos - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: Eşit ve özgür birlikte yaşamı inşa edelim Devamı28 Ağustos - Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı: Eşit ve özgür birlikte yaşamı inşa edelim
Göçmenlere yönelik ırkçı saldırılara karşı birlikte hareket eden aktivistler, Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı isimli bir platform oluşturdu.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’nda bir araya gelen aktivistler, daha önce Dünya Mülteciler Günü etkinliklerini organize etmişlerdi. Kayseri’de başlayıp birçok yere yayılan göçmenlere karşı pogrom girişimlerinde, göçmen düşmanlarına karşı birlikte hareket eden ırkçılık karşıtları; İstanbul’da İHD bürosunda gerçekleştirilen basın toplantısında, “Eşit Özgür Birlikte Yaşamın İnşası ve Hak İhlallerinin Çözümü İçin Bir Aradayız” sloganıyla bir deklarasyon yayınladı.
Basın toplantısının açılışını İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaptı. Çok sayıda hak savunucusunun katılım sağladığı toplantıya Enternasyonal Dayanışma’dan Yıldız Önen, Ozan Tekin ve Mehmet Doğan da katıldı.
Deklarasyon metnini Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’dan Buse Mine okudu. Deklarasyonun tam metni şöyle:
Eşit Özgür Birlikte Yaşamın İnşası ve Hak İhlallerinin Çözümü İçin Bir Aradayız
İnsan hakları, barış ve demokrasi için faaliyet yürüten bizler; göçmen ve mülteci düşmanlığı üzerinden yükseltilen ırkçılığa karşı mücadele etmek, hakları ihlal edilen göçmen ve mültecilerle dayanışmak için bir araya geldik.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre; Mayıs 2024 itibarıyla 120 milyon insan zorla yerinden edildi ve dünya genelinde uluslararası göçmen sayısı tahmini olarak 300 milyona ulaştı.
Emperyalist paylaşımın, kapitalist neoliberal politikaların ve saldırıların sonucu olarak savaş, çatışma, yoksulluk, ekolojik kriz, şiddet, baskı, ayrımcılık gibi kitlesel göç ve mülteciliğe yol açan nedenleri üreten devletler ise; sığınma hakkını temel bir hak olarak düzenleyen uluslar arası insan hakları belgelerine imza koymuş olmalarına rağmen, göçmen ve mültecileri ülkelerinde barındırmak istemiyor, hatta sınırlarından içeri sokmamak için yoğun bir çaba sarf ediyorlar. Giderek insan haklarından uzaklaşan göç politikaları ile milyonlarca insanı sığınma hakkı yanında bütün temel hak ve özgürlüklerinden mahrum ediyor, ağır sömürü, istismar ve şiddet karşısında korumasız bırakıyorlar.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi çekince koyduğu için Avrupa dışından gelenlere mültecilik statüsü vermeyen Türkiye de dahil bir çok ülkede, faaliyetlerini durdurarak görevlerini yerel makamlara terk etmesi ile, bugün göçmen mülteciler uluslararası koruma mekanizmasının da dışına itilmekte, tehlikeli yollardan umut yolculuklarına mecbur ya da bulundukları ülkelerde her türlü baskı, şiddet ve sömürüye açık bir yaşama mahkum edilmektedirler.
Avrupa Birliği ülkelerinin göç ve sınır politikalarının bir aracı olarak gündemimize giren geri kabul anlaşmaları ve geri gönderme yasağına rağmen yaygın bir uygulama haline gelen hukuki dayanaktan yoksun sınır dışı ve geri itme uygulamaları ise, sığınma hakkını fiili olarak ortadan kaldırmaktadır.
Geri kabul anlaşmalarının tarafı olmasının yanında, sığınma hakkını yok sayan yasal mevzuat, sınırlarına ördüğü duvarlar, şiddet ve işkencenin meşrulaştığı sınır güvenliği uygulamaları, geri itme ve geri gönderme yasağını ihlal eden uygulamaları, ırkçı ve ayrımcı politika ve uygulamaları, yoğun sömürü, istismar, toplu linç saldırıları ile göçmen mülteciler için güvensiz bir ülke haline gelen Türkiye, Avrupa’ya göç yolunu göçmen mültecilere neredeyse tamamen kapatmış ve büyük bir göçmen mülteci hapishanesine dönüşmüş bulunuyor. Nitekim;
Türkiye’de bir yanda siyasetçiler göçmen mülteci düşmanı politikalarla oy toplamaya çalışırken, diğer yandan devlet Orta Doğu’da halkları yerinden eden savaşın derinleştirilmesinde rol oynamaya devam etmektedir.
Çeşitli Afrika ve Asya ülkelerinden Türkiye’ye gelen çok sayıda kayıt dışı göçmen mülteci gibi, Geçici Koruma Kimliği verilen milyonlarca Suriyeli de bugün insan hakları ve hukukun koruması dışındadır.
Göçmen mülteciler, sırf göçmen olmakla maruz kaldıkları ayrımcılık, şiddet ve nefret saldırıları yanında, kayıt dışı ekonominin motoru denilerek, kayıt dışı angarya koşullarında çalıştırılmaktadırlar.
Göçmen çocuklar yoksulluk nedeniyle çalışmaya mecbur kalmakta, göçmen kız çocukları, yoksulluk ve güvencesizlik nedeniyle erken yaşta evlendirilmektedirler.
Göçmen kadınlar ve LGBTİ+lar şiddet ve ayrımcılığa maruz kalmakta; kadınlar ve çocuklar organ mafyası ve insan ticareti mağduru haline getirilmektedirler.
Sonuç olarak;
Devasa bir insani krizin ortasında yaşayan göçmen mülteciler için insanca ve güvenceli bir yaşamın inşası, siyasi ve insani bir sorumluluk olarak sahiplenilmeyi beklemektedir.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı olarak bir araya gelen ve bu ağı yeni katılımlarla genişletmek amacında olan bizler; Faaliyetlerimizi;
- Sığınma hakkının gaspının ve göçmen mültecilere yönelik hak ihlallerinin önlenmesi,
- Halkların dayanışması temelinde eşit ve özgür birlikte yaşamın inşası,
- Ortak mücadele zemininin güçlendirilmesi,
temelinde sürdüreceğimizi kamuoyuna duyuruyor, duyarlı kurum ve kişileri ağımıza katılmaya çağırıyoruz.
GÖÇMEN MÜLTECİ DAYANIŞMA AĞI
KapatTRT World'ün panelinde İsrail'e tedarik edilen petrolü ifşa eden Filistinli üniversite öğrencisi, Arnavutköy'de Geri ...
27 Ağustos - Filistinli öğrenci “Petrol Vanalarını kesin” dediği için Arnavutköy GGM’ye kapatıldı Devamı27 Ağustos - Filistinli öğrenci “Petrol Vanalarını kesin” dediği için Arnavutköy GGM’ye kapatıldı
TRT World'ün panelinde İsrail'e tedarik edilen petrolü ifşa eden Filistinli üniversite öğrencisi, Arnavutköy'de Geri Gönderme Merkezine alındı. Kendisi telefonla arayıp polisin telefonunu alacağını söyledikten sonra hattı kesilen Filistinli gençten ancak 2 gün sonra haber alınabildi. İki günün ardından nihayet avukatları, Filistinli gence ulaşabildi.
Geri Gönderme Merkezleri’nin olağan işleyişi haline gelmiş olan hukuksuzluk, soykırımı besleyen petrol akışına karşı çıkmakla suçlanan Filistinli gence karşı da işletilmeye devam ediliyor. Bilgi alma çabalarını Göç İdaresi süreci sürüncemede bırakıyor. Her söyleminde Filistin’e verdiği destekle övünen hükümetin ve Göç İdaresinin göçmenlere karşı yaptıkları tam bir ikiyüzlü zulüm politikasıdır.
Avukatları Filistinli genç ve Arnavutköy GGM’de yaşananları anlattı
“Görünen o ki eylem sebebiyle kendisini almışlar ve şu anda Geri Gönderme Merkezi’nde işlemleri devam ediyor. Geri Gönderme Merkezleri, içerideki insanların, dışarıdaki yakınları ve avukatlarıyla iletişimine, hafta sonu olması gerekçesi ile izin vermiyor. Yapılan bu muamele bir hak ihlalidir.”
Salı akşam saatlerinden beri Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi’nde tutulan Filistinli öğrencinin neden gözetim altında tutulduğu konusunda resmi açıklama ve gerekçe henüz yok. Ayrıca Filistinlinin öğrencinin avukatı Üsame Sarıyaşar’a göre, müvekkili hakkında gerekçe çıkmadığı gibi, görüşmeyi engellemek için, ihtiyaçlarını sormak gibi konularda da önlerine engel konuyor.
GGM’ler hapishaneden beter
“Normal şartlarda gözaltında ve tutuklu olan kişiler cezaevlerinde avukat yardımından mahrum bırakılamaz. Ancak Geri Gönderme Merkezi’nde ve söz konusu durumda tutukluluk kararı olmamasına rağmen ‘idari gözetim’ gibi farklı bir kavram kullanarak kişiyi avukat yardımından yoksun bırakıyorlar. Cezaevlerinde avukat olarak görüşmek istediğimizde bu talebimiz sağlanırken Geri Gönderme Merkezi’nde hafta içi ve mesai saatleriyle sınırlıyız. En temel haklardan uzak bu uygulamalar nedeniyle kişinin acil bir durumda en temel hakkı olan hukuk ve avukat desteğinden mahrum kalmasına sebep oluyor.”
Ne olmuştu?
Çekimleri TRT World ekibi tarafından işgal altındaki Filistin topraklarında gerçekleştirilen ‘Kutsal İşgal’ belgeselinin galası 24 Ağustos’ta düzenlendi. Belgesel gösteriminin öncesinde gerçekleşen panelde çeşitli konukların katılımıyla “Gazze’de barış ve ateşkesin önündeki engeller” tartışıldı. Galaya katılan Filistin için Bin Genç hareketinden eylemciler, panel sırasında ‘Türkiye’nin İsrail’e Azerbaycan şirketi olan Socar üzerinden taşıdığı petrolü’ dile getiren pankart ve sloganlarla protesto düzenlediler.
Eylemin gerçekleştiği günden üç gün sonra, eylemciler içerisinde olan Filistinli bir üniversite öğrencisi, evine gelen polisler tarafından Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi'ne (GGM) götürüldü. 27 Ağustos’tan itibaren ailesi ve arkadaşları Filistinli genç kızdan haber alamıyordu.
Kapat
Teoman: "Norveçli sarışın çocukları görseler harika olmuş diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar. 'Her yer Arap ...
26 Ağustos - Sanatçı Teoman Suriyelilere dönük ırkçılığa tepki gösterdi Devamı26 Ağustos - Sanatçı Teoman Suriyelilere dönük ırkçılığa tepki gösterdi
Teoman: "Norveçli sarışın çocukları görseler harika olmuş diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar. 'Her yer Arap oldu' demek ırkçılıktır. Suriyelilerden rahatsız olanların hepsi İngiltere'ye gitmek istiyor. Kendine hak gördüğünü başkasına görmüyor."
https://x.com/etkilihaber/status/1827821999022055866?t=5LrMS1RwAXQyHt6-KhtoOA&s=08
Kapatİngiltere’de Manş Denizi'ni teknelerle geçerek gelen göçmenlerin sayısı yılın ilk yarısında rekor kırdı. Sağlık çalışanları ...
23 Ağustos - İngiltere’de yılın ilk yarısı botlarla ülkeye düzensiz giriş yapanların yüzde 10’u Türk Devamı23 Ağustos - İngiltere’de yılın ilk yarısı botlarla ülkeye düzensiz giriş yapanların yüzde 10’u Türk
İngiltere’de Manş Denizi'ni teknelerle geçerek gelen göçmenlerin sayısı yılın ilk yarısında rekor kırdı. Sağlık çalışanları ve öğrencilerin düzenli göçüyle ülkeye gelişinde ise azalma görüldü.
İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre ülkeye ilk altı ay küçük botlarla gelenlerin sayısı geçen yıla göre yüzde 18 artarak 13 bin 489’a çıktı.
Haziran ayına kadarki verilere göre İngiltere’ye yasal izni olmadan giriş yapan göçmenlerin yüzde 81’i botlarla giriş yaptı.
Hükümetin düzenli olmayan girişleri saymaya başladığı 2018 yılından beri 133 bin kişi bu şekilde ülkeye geldi. Bu kişilerin yüzde 70’i erkek ve beşte biri de 18 yaşın altında.
Bu yılın ilk yarısı düzensiz olarak ülkeye gelenlerin yüzde 18’i ise Afgan. Yüzde 13’ü İranlı, yüzde 10’u Vietnamlı, yüzde 10’u Türk ve yüzde 9’u Suriyeli.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c5y3qxdlgrdo
KapatGöçmenler, günümüzde Türk kamuoyunun toplumsal sorun önceliklerinde ilk sıralarda yer almaktadır. Güncel tartışmalarda ...
23 Ağustos - Göçmenlere Yönelik Tutumlar: İşgücü Piyasaları Bağlamında Bir Analiz (İlke Vakfı) Devamı23 Ağustos - Göçmenlere Yönelik Tutumlar: İşgücü Piyasaları Bağlamında Bir Analiz (İlke Vakfı)
Göçmenler, günümüzde Türk kamuoyunun toplumsal sorun önceliklerinde ilk sıralarda yer almaktadır. Güncel tartışmalarda göç sorununun, kültürel ve politik yönlerinin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Ancak kapsamlı kamuoyu araştırmaları, vatandaşların göçmenlere ilişkin olumsuz tutumlarının temelinde, işgücü piyasalarındaki rekabet tehdidi algısının yattığını göstermektedir. Ülkemizde göçmen işgücü figürü, 1990’ların ortasından itibaren görünür olmakla birlikte; kamuoyunun ilgisi 2011 sonrası Suriyelilerin göçüyle canlanmıştır. Suriyeli göçmenlerin varlığı, diğer göçmen grupları gibi, kayıt dışı ve güvencesiz işlerde yoğunlaşmıştır.
Bu analiz raporu, göçmenlere yönelik tutumları yönlendiren işgücü piyasalarıyla bağlantılı koşulları, Türk toplumu bağlamında değerlendirmeyi hedeflemektedir. Raporda, vatandaşların tutumlarının işgücü piyasalarındaki koşullardan nasıl etkilendiği kuramlar üzerinden tartışmaya açılmış ve işgücü piyasalarında bir göçmen alt segmenti oluşmasına neden olan koşullar değerlendirilmiştir. Son olarak, var olan kapsamlı veri setleri üzerinden vatandaşların işgücü piyasalarındaki konumlarına göre tutum farkları analiz edilmiştir.
https://ilke.org.tr/gocmenlere-yonelik-tutumlar-isgucu-piyasalari-baglaminda-bir-analiz#hakkinda
KapatMuhammed Akta: ''Suriyeliler, Türkiye'ye hem katma değer olmak için çabalıyor, hem de kendi ihtiyaçları, aileleri için ...
23 Ağustos - 10lar medya: “Suriyeliler yardımla yaşamıyor, çalışıyor, üretiyorlar Devamı23 Ağustos - 10lar medya: “Suriyeliler yardımla yaşamıyor, çalışıyor, üretiyorlar
Muhammed Akta: ''Suriyeliler, Türkiye'ye hem katma değer olmak için çabalıyor, hem de kendi ihtiyaçları, aileleri için çalışıyor, üretiyorlar, yardımla yaşamıyorlar."
https://x.com/10larmedya/status/1826990276281303458?s=46
Kapat
KARAR, Kırklareli Geri Gönderme Merkezinde Suriyeli bir göçmen hayatını kaybettiğini gündeme getirmiş ve haber mahkeme kararıyla erişime ...
22 Ağustos - Ölüme tanık olan göçmenler zorla sınır dışı edildi, şiddet kurbanının ses kaydı ortaya çıktı - SEMA KIZILARSLAN (Karar) Devamı22 Ağustos - Ölüme tanık olan göçmenler zorla sınır dışı edildi, şiddet kurbanının ses kaydı ortaya çıktı - SEMA KIZILARSLAN (Karar)
KARAR, Kırklareli Geri Gönderme Merkezinde Suriyeli bir göçmen hayatını kaybettiğini gündeme getirmiş ve haber mahkeme kararıyla erişime engellenmişti. 37 yaşındaki İbrahim İzziddin’in geri gönderme merkezinde gördüğü şiddet sonrası nefes darlığı çekerek öldüğü iddia ediliyordu. Olayla ilgili yeni ayrıntılar, kafalardaki soru işaretlerini daha belirginleştirdi.
KARAR’ın ulaştığı bilgilere göre, 37 yaşındaki İbrahim İzziddin, sınırdan Avrupa’ya kaçmaya çalışırken yakalandı ve geri gönderme merkezine alındı. Daha önce iki kere kaçma girişiminde bulunan ve gözaltına alınarak geri gönderme merkezine götürülen İzziddin, iddialara göre görevliler tarafından maruz kaldığı şiddet sonrası nefes darlığı yaşadı ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. KARAR’ın duyurduğu habere Kırklareli Sulh Ceza Hakimliğinin 24 Temmuz tarihli kararıyla erişim engeli getirildi.
İBRAHİM ABİSİNE ATTIĞI SES KAYDINDA AĞIR ŞİDDET GÖRDÜĞÜNÜ SÖYLEMİŞ, O SES KAYDINA KARAR ULAŞTI
İzziddin, daha önce aynı geri gönderme merkezinde farklı zamanlarda gözaltına alınmış ve arkadaşlarına şiddet gördüğünü anlatmıştı. KARAR’a konuşan arkadaşları, gözaltı sonrası serbest bırakılan İzziddin’in vücudunda çok sayıda morluk ve şişlik olduğunu ifade etti.
Yine KARAR’a konuşan İbrahim’in abisi Ahmet İzziddin'in ise kardeşinin kendisine attığı son ses kaydını bizimle paylaştı.
Arapça ses kaydında İbrahim İzziddin, abisine geri gönderme merkezinde şiddet gördüğünü ve vücudunda morluklar olduğunu anlattı. Abisi Ahmet, İbrahim’e polise gitmesini söylemiş ancak İbrahim, “Polisi, polise şikayet edemem. Hastaneye gidip darp raporu da alamam. Çünkü kimliğim yok.” diyor.
O GÜN İBRAHİM’İN ŞİDDETE MARUZ KALDIĞINI GÖREN GÖÇMENLER ZORLA İMZA ATTIRILARAK SINIR DIŞI EDİLDİ
Olayın yaşandığı gün İbrahim, zorla geri gönderme uygulamasıyla sınır dışı edilmek için imza atmak istemiyor. İbrahim’in olduğu geri gönderme merkezinde olan arkadaşları “Hepimiz sınır dışı edilmek için imzayı attık, şiddete dayanamadığımız için. Ama İbrahim direndi ve sabaha kadar şiddet gördü. Sonra yardım için çok bağırdı ama gardiyanlar onunla ilgilenmedi. Sabah nöbet değişimi olduğunda gelen gardiyanlar hastaneye kaldırdı ama o zamana kadar İbrahim çok fenalaşmıştı zaten. Bu olaya şahit olan herkes imza attırılarak sınır dışı edildi. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde bir bölgedeyiz.”
En büyüğü 13 yaşında dört çocuk babası olan İzziddin’in herhangi bir sağlık problemi bulunmuyordu. Kırklareli Geri Gönderme Merkezi yetkilileri, İzziddin’in ölüm nedeninin “kalp krizi” olduğunu ve doğal ölüm olduğunu söylüyor. Kayıtlara normal ölüm olarak geçildiği için otopsi raporu da hazırlanmadı.
İbrahim'in ölümüne şahit olan arkadaşları şu an sınır dışında, Suriye'nin kuzeyinde bir bölgede bulunuyor.
Uluslararası faaliyet gösteren ve kâr amacı gütmeyen Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü, Libya açıklarında denizde ...
19 Ağustos - Libya açıklarında onlarca göçmen kurtarıldı (Euronews) Devamı19 Ağustos - Libya açıklarında onlarca göçmen kurtarıldı (Euronews)
Uluslararası faaliyet gösteren ve kâr amacı gütmeyen Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü, Libya açıklarında denizde gerçekleştirdiği iki operasyonla 73 kişinin kurtarıldığını açıkladı.
İlk olarak Cuma gecesi gerçekleşen operasyonda zor durumda bulunan dalgalara dayanıksız olan bir fiberglas tekneden 47 kişi kurtarıldı.
Cumartesi sabahı yapılan ikinci operasyonda ise ahşap bir teknede bulunan 26 kişi daha kurtarıldı.
Hepsi güvenli bir şekilde MSF tarafından işletilen ve şu anda İtalya'daki Ravenna limanına doğru yola çıkan GeoBarents kurtarma gemisine bindirildi.
MSF kurtarma ekibi, Cuma günü gerçekleşen operasyonda iki kişinin yardımı reddettiğini ve teknede kalmaya karar verdiğini söyledi.
Daha sonra kendilerini Libya sahil güvenliği olarak tanımlayan ancak üzerinde buna dair herhangi bir logo taşımayan iki teknenin bu kişilere yardım ettiği bildirildi.
Özellikle göçmenleri kurtarmak için gemileri görevlendirerek Akdeniz'de faaliyet gösteren bir Alman sivil toplum kuruluşu olan Sea-Watch ise Cumartesi günü Libya sahil güvenliğinin 80 kadar göçmeni aşırı kalabalık bir sandaldan iki teknesine aldığını tespit etti.
KapatTarih 22 Temmuz 2011. 32 yaşındaki Anders Behring Breivik, aynı gün içerisinde biri Oslo’da diğeri de Utøya Adası’nda olmak üzere ...