Haberler

Göçmenlerin Gündemi (9 - 16 Aralık)

Göçmenlerin Gündemi (9 - 16 Aralık)
23.12.2024

9 Aralık

Suriyeli göçmenleri gönderme hevesine geçit yok! (Enternasyonal Dayanışma)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Esad rejiminin düşüşü üzerinden hemen Suriyelilerin “vatanlarına dönecekleri” propagandasını yapmaya başladılar. Yıllardır Türkiye’de olan, burada bir hayat kuran, çalışan, doğan göçmenler toplumumuzun bir parçasıdırlar. Kimse isteği dışında yaşadığı yeri terk etmeye zorlanamaz!

Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde ülkelerindeki otoriter rejimin liderinin düşüşünü kutlayan Suriyeliler, diğer yandan “ne zaman geri dönecekleri” konusunda tartışmaların da konusu oluyorlar.

Ankara’dan ilk açıklama: Suriyeliler artık ülkelerine dönebilir

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye’de çöken Baas rejiminin ardından, “Ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli artık ülkelerine dönebilirler. Barışın tesisi için elimizden geleni yapacağız” dedi.

Gelecek Partisi lideri, eski AKP’li Ahmet Davutoğlu gelişmelerle ilgili şunları söyledi:

“Mülteciler vatanlarına dönecekler. Bugün burada dışlanan Suriyeliler, Türkçe öğrenerek ülkelerine dönecekler. Ve inanıyorum ki Türkiye-Suriye ilişkileri için güçlü bir adım olacak. Şu anda Türkiye’nin moral üstünlüğü var. Türkiye ağır bedeller ödedi ama şu anda tam da Türkiye’nin Suriye konusunda söylediklerinin dikkate alınacağı vakit. Mültecilerin dönüşü gerçekleşecek.”

Özel, Suriye’ye demokrasi, sığınmacılara dönüş istedi

Beşar Esad’ın ‘otoriterlik’le yönettiğini belirten CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Suriye’ye demokrasi, sığınmacılara da ‘eve dönüş programı’ istedi.

Suriye’de saldırılar sürerken, dün Özgür Özel “Bir an önce Esad ile gerekli temaslar sağlanmalı” demişti.

Son gelişmelere ilişkin X‘ten açıklama yapan CHP lideri, “Suriye’yi yıllardır otoriterlikle yöneten Esad rejimi, bugün itibarıyla son buldu” dedi ve şöyle devam etti: Bizim Suriye’ye dair önceliğimiz, yurttaşlarımızın güvenliği ve huzurudur. Yıllardır Türkiye’de çeşitli statülerle bulunan Suriyelilerin evlerine dönüşlerini mümkün kılabilecek kapsamlı bir program derhal ortaya konulmalıdır.

Suriye’de diktatörlük devrildi ama henüz demokrasi kurulmadı

Baas rejiminin sürdürdüğü zulüm, işkence, kimyasal silah saldırıları, varil bombaları artık tarihe gömüldü. Şimdi sorun demokratik bir Suriye’ye barışçıl bir geçiş döneminin nasıl başlayacağı.

Suriye’de can güvenliği hâlâ tam olarak sağlanmış değil. Esad’ı deviren muhalefet homojen değil. Aralarında çatışmalar çıkabilir. Sahada patlamamış mayınlar, infilak etmemiş bombalar bulunabilir. Tarlalarına başkaları el koymuş, evlerine diğerleri yerleşmiş olabilir ya da evleri yıkılmış olabilir.

Yıllardır Türkiye’de olan, burada bir hayat kuran, çalışan, doğan göçmenler toplumumuzun bir parçasıdırlar. Kimse isteği dışında yaşadığı yeri terk etmeye zorlanmamalıdır.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/09/suriyeli-gocmenleri-gonderme-hevesine-gecit-yok/

 

9 Aralık

Taha Elgazi (Sığınmacı Hakları Platformu): Suriye'nin istikrarı bir-iki günde oluşmaz (İlke TV)

Siyasetçilerin ağzından ne zaman 'dönsünler' lafı çıksa, toplumun bir kısmı Suriyeli sığınmacılara yöneliyor.

Güvenlikleri sağlanırsa sığınmacıların çoğu ülkelerine geri döner.

https://x.com/ilketvcomtr/status/1865789560136876384?t=z-rBCeI9z_-kbBvdp1xqTQ&s=08

 

9 Aralık

PORTRE | Mazen Hammada: Avrupa’da gördüğü işkenceleri kayda geçirdi, 2020’de af vaadiyle Suriye’ye döndü, kaybedildi, cesedi bulundu (Serbestiyet)

Mazen Hammada, Deyrizorlu Suriyeli bir aktivistti. Petrol Mühendisi iken 2011 yılında Suriye’deki protestolara katılmıştı. Bir buçuk yıl hapishanede fiziksel ve cinsel işkence gördü. 2013’de Suriye’den kaçıp Hollanda’ya gitti, sığınmacı oldu, gördüğü işkenceleri TV’lerde, belgesellerde ve Lahey Adalet Divanı’nda anlattı. Hamada, aralarında yakınlarının da olduğu tutukluların salıverilmesi ve af vaadiyle Suriye’ye geri dönmeye ikna edildi. 23 Şubat 2020'de Şam Havalimanı’na indiğinde yeniden tutuklandı. Dört yıldır haber alınamayan Hamada’nın cesedi bulundu.

Mazen Hammada, 1977 yılında Suriye’nin Deyrizor kentinde doğmuştu. Petrol Mühendisliği okudu. Fransız çokuluslu petrol ve gaz şirketi Schlumberger’de teknisyen olarak çalışıyordu.

2011 yılında Arap Baharı sırasında Deyrizor’daki gösterilere katıldı.

Olayları telefonuyla çekip, yayınlamaya başladı. İlk kez 24 Nisan 2011’de Suriye istihbaratı tarafından tutuklandı. Bir hafta sonra serbest bırakıldı. Aynı şubede 29 Aralık 2011’de ikinci kez tutuklandıktan ve iki hafta gözaltında tutulduktan sonra Şam’a gitmeye karar verdi.

Mart 2012’de Suriye ordusunun abluka altına aldığı bir mahalleye 55 paket bebek maması sokmaya çalışırken, iki yeğeni ile birlikte tutuklandı.

Mezzeh Askeri Havaalanı’ndaki hava kuvvetleri istihbarat servisinin şubesine getirildiler. Tutuklanmasından iki hafta sonra, “kırk fitten biraz daha uzun ve yirmi fit genişliğinde küçük bir hangarda” 170 mahkumla birlikte tutuldu.

Hamada işkence altında terörist olduğunu, silah bulundurduğunu ve hükümet askerlerini öldürdüğünü itiraf etmeye zorlandı. İtiraf etmeyi reddettiğinde, ajanlar gelip ona işkence yapmak üzere çağrıldı. Dövüldü ve bileklerinden asıldı. Acısını hafifletmek için, göstericileri korumak için silah bulundurduğunu kabul eden zorla bir itirafname imzalamayı kabul etti, ancak herhangi bir suç işlediğini kabul etmeyi reddetti. Daha sonra başka bir sorgu odasına nakledildi ve burada soyularak cinsel tacize uğradı. Bu işkenceden sonra tüm belgeleri imzaladı.

2013’ün başında hastalandı ve diğer tutuklular tarafından “mezbaha” olarak adlandırılan 601 numaralı askeri hastaneye götürüldü. Hastaneye götürülürken Hamada fiziksel saldırıya uğradı. Kendisine adını unutması söylenmiş ve ona “1858” numarası verilmişti.

Orada tutukluların işkenceyle öldürüldüğünü, cesetlerin tuvaletlerde yığıldığını ve hastane personelinin hastaları öldüresiye dövdüğünü gördü. Hamada, doktoruna tutukluluğuna geri dönmesi için yalvardı.

Mezzeh havaalanında tutuklu bir doktor tarafından bir ay boyunca tedavi edildikten sonra 1 Haziran 2013’te Kabun askeri polisine, 5 Haziran 2013’te de yaklaşık iki ay kalacağı Adra Cezaevi’ne nakledildi.

 Mazen sonunda terörle mücadele mahkemesine çıkarıldı, mahkeme 3 Eylül 2013’te serbest bırakılmasına karar verdi.

Hamada, 1 yıl 7 ay süren tutukluluğu sırasında şiddetli işkence gördü. Fiziksel, zihinsel ve cinsel istismara maruz kaldı. Çocuk sahibi olmayı imkansız kılan genital yaralanmalar da dahil olmak üzere kalıcı fiziksel ve psikolojik yaralalar aldı.

Birlikte gözaltına alındığı iki yeğeni gözaltında öldü.

Serbest bırakıldıktan sonra Suriye’den ayrılmaya karar verdi ve Hollanda’ya sığınma talebinde bulundu.

Hollanda’da katıldığı yayınlarda ve STK etkinliklerinde Esad rejimi hapishanelerindeki işkenceleri anlattı.

Lahey Adalet Divanı’nda tanıklık yaptı.

Arkadaşları ve ailesine göre Hamada hem fiziksel olarak işkencenin sonuçlarından hem de psikolojik olarak bir geleceğinin olmamasından dolayı çok acı çekti.

Hamada, Hollanda’da verdiği ifadenin, röportajın Suriye’de hala tutuklu bulunan insanlara yardım etmemesinden rahatsızdı.

Önemli mali sorunları da vardı.

Sonunda Hama'da arkadaşlarıyla ilişkisini kesti.

Bu sırada Esad rejimine yakın Suriye büyükelçiliğinden birilerinin ona yaklaştığı ve aralarında yakınlarının da olduğu tutukluları serbest bırakma ve af vaatleriyle Suriye’ye gelmeye ikna ettiği anlaşılıyor.

Hama'ya gitmeden önce bazı arkadaşlarına başkalarını kurtarmak için kendini feda etmeye hazır olduğunu yazdı.

Berlin’e giderek büyükelçilikten pasaport ve vize aldı. 23 Şubat 2020’de Şam havaalanına indiğinde yeniden gözaltına alındı.

Dört yıldır kendisinden haber alınamıyordu.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinden sonra cesedi bir teoriye göre Suriye rejiminin kontrolündeki hastanelerden birinde, birine göre ise Sednaya Cezaevi’nde bulundu.

https://www.instagram.com/reel/DDZNBBCNs--/?igsh=MXR1ejA1cmYyMDNxaw==

 

10 Aralık

Suriye halkının yanındayız! – Ozan Tekin (Enternasyonal Dayanışma)

Tüm dünyanın gözü son iki haftadır yaşanan gelişmelerle Suriye’ye çevrilmişti. Hafta sonunda olaylar başdöndürücü bir hızla ilerledi ve Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarı, Esad ailesinin 53 yıllık hanedanı sona erdi.

El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’ndeki unsurların başka İslamcı gruplarla birleşmesiyle 2017 yılında kurulan HTŞ, sahadaki askeri ilerleyişi kontrol eden gruptu. Diğer tarafta Rusya-İran-Hizbullah ekseninin Esad rejimine askeri olarak yeterli desteği verip vermediği, Baas ordusundaki hızlı çözülüşün arkasında uluslararası bir siyasi mutabakat olup olmadığı bilinmezliğini koruyor.

Pazar günü ortaya çıkan manzara sonucunda ise yeni bir Suriye’nin nasıl kurulacağıyla ilgili hem “resmi muhalefet” hem bütün küresel ve bölgesel emperyalist devletler ve onların destekledikleri gruplar söz sahibi olmaya çalışıyor.

Gün gelir, zorbalar kalmaz, gider

Burada ilk söylememiz gereken şey, Esad’ın iktidardan düşüşünün milyonlarca Suriyelide yarattığı sevinç hissiyatına ortak olduğumuzdur. 2011’de Mısır ve Tunus’ta başlayan Arap Baharı ayaklanmaları Libya ve Suriye’ye ulaştığında, Soğuk Savaş’ın kampçı bakış açısıyla hareket eden stalinist solun aksine, ezilenlerin aşağıdan mücadelelerinin yaratacağı özgürleşme potansiyeline güvenerek devrimleri desteklemiştik. Tarihteki bütün büyük devrimler, egemenler tarafından onları yapanların barbar ve cahil olmasıyla, isyanların dış güçler tarafından kışkırtıldığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Suriye’nin sıradan insanlarının hayatlarının kaderini ellerine alma girişimine yöneltilen envaiçeşit saldırının bir bölümünün soldan geliyor olması üzücüydü; fakat olup bitenin gerçek bir devrim girişimi olduğunu görmemize engel değildi.

Esad rejiminin düşüşü 2011’de başlayan ayaklanmanın dinamikleriyle; kitle gösterileri, grevler, sivil itaatsizlik eylemleri yoluyla gerçekleşmedi. Ancak rejimin gidişinin ortaya çıkardığı tablo, o ayaklanmayı gerçekleştirenlerin hedeflerinin gerçekleşmesine yol açabilecek bir mücadele sürecinin önünü açıyor.

Sürgündeki Suriyeliler, seküler-sol muhalefetin aktivistleri, artık “mülteci” olmak zorunda olmadıklarını haykırıyorlar dünyaya. İstedikleri zaman özgürce ülkelerine dönebilecekler. Ve siyasi bir sürecin parçası olabilecekler. En ufak faaliyetleri siyasi baskılarla ve tutuklamalarla, protesto gösterileri kurşunlarla engellenmeyecek. Belki de sosyalist aktivistler Rojava’nın dışındaki bölgelerde de yayınlarını sokaklarda özgürce satabilecek.

Rejimin düşüşünün yarattığı türbülansta ortaya saçılanlar ise dehşet verici. Baas’ın hapishanelerinin korkunçluğu, bu rejimi “antiempreyalizm”, “laiklik” adı altında savunanları utanç verici bir duruma sokuyor. İnsanlar yerin altında ellerinde fenerle hücre arıyor, güneş görmeyen zindanlarda tek bir mahpus kalmasın diye. Hama katliamına katılmayı reddettiği için 42 yıldır hapiste olan Hava Kuvvetleri Pilotu Raghid Al-Tatari, rejimin düşüşüyle özgürlüğüne kavuştu.

HTŞ’nin liderliğinin cihatçılardan oluştuğu, onun ve öncülü olan grupların geçmişte Suriye’de Esad’a karşı mücadele eden halk tarafından protesto edildiği, birçok muhalif aktivisti ve hatta devrime katılan sosyalistleri öldürdükleri sır değil. Dolayısıyla rejimin düşüşünden sonra Suriye’nin doğrudan bir cennet bahçesine dönüşeceğini kimse beklemiyor. Her ne kadar HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Colani “değiştiğini” iddia etse de, farklı kesimlere diyalog çağrısı yapsa da, Batı basınına “ılımlılık” röportajları verip terör listelerinden çıkmaya çalışsa da, aşağıdan bir mücadele ve basınç olmadıkça liderliğini HTŞ gibi güçlerin çektiği bir sürecin Suriye halkına fazla bir faydası olmayacaktır.

Ama en başta söylediğimizi neticelendirmek gerekirse, bütün bu risklerin farkında olmakla birlikte, rejimin düşüşünün Suriye’yi ezilenler açısından daha iyi bir yer hâline getirme yolunda bazı olanakların önünü açabileceğini söylüyoruz. Verilecek eşitlik, özgürlük ve barış mücadeleleri için Suriye işçi sınıfına güveniyoruz. Suriye halkıyla dayanışmamızı ilan ediyoruz.

Emperyalizmi kovmak

İkinci vurgulamak istediğim şey, Esad’ın devrildiği koşullarda, tüm dış güçlerin elini Suriye’den çekmesi için verilecek mücadelenin yükseltilmesi gerektiğidir. Başta bahsettiğim gibi, Baas’ın yenilgisinin arkasında uluslararası bir anlaşmanın olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Ancak Rusya-İran-Hizbullah ekseninin zayıfladığı ve Suriye’deki etkinliğinin daha da azalacağı öngörülebilir. Bu durum, ülkede varlığı bulunan ABD, Türkiye ve İsrail’in -zaten katılmadığımız- gerekçelerini de ortadan kaldırıyor.

Suriye için yapılabilecek en iyi şey, ülkenin geleceğine kendi halkının karar vereceği bir yeni düzen için çalışmaktır. Ve bunun koşulu da bütün dış güçlerin Suriye’den çekilmesidir.

Bu görev, Suriyeli olmayıp Suriye halkıyla dayanışmak isteyenlerin önündeki en önemli husus olarak durmaktadır. 13 yıllık savaştan yorulmuş Suriye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin önünün açılması için dış ülkelerin politik ve askeri etkileri sona erdirilmelidir.

Aynı zamanda bunun için verilecek mücadele, “asıl düşman içerdedir” diye ifade edebileceğimiz marksist perspektifle de uyumludur.

Barış ve kardeşlik

Üçüncü konuşulması gereken şey, Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin tutacağı yerle ilgili.

Suriye Devrimi’nin yarattığı siyasi manzara, 2012’de Rojava’da rejimin yerini bugün SDG diye bildiğimiz güçlerin öncülük ettiği bir yönetimin almasıyla sonuçlandı.

Baas rejimi altında on yıllar boyu baskı gören, kimliksiz yaşayan iki buçuk milyona yakın Kürt nüfus, Arap Baharı ile birlikte kendi özgürlüğünü kazanabileceği bir statüye kavuştu.

Rojava’daki yönetimin liderleri bundan 11 yıl önce Türkiye’ye geldiklerinde kırmızı halıyla karşılanıyorlardı. Türkiye hükümeti çözüm süreci nedeniyle Kürtleri müttefik olarak görüyordu.

Ancak 2015’te çözüm sürecinin bitmesi ve ardından yaşanan gelişmeler, AKP-MHP ittifakı için dış politikada ana hedefi Rojava’daki durumu istikrarsızlaştırmak hâline getirdi. Bunun için askeri operasyonlar düzenlendi, uluslararası emperyalistlerle anlaşma yolları arandı.

Bugün Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı TBMM’de konuşma yapmaya davet ettiği koşullarda, bu düşmanlık bitmeli, Kürt sorununda çözüm odaklı yaklaşımların gündeme gelmesi gerekli. Suriye’deki Kürt güçleri rejimin düşüşünü tarihi bir fırsat olarak yorumlayarak diyalog çağrısı yapıyor. Türkiye’nin etkisi altındaki SMO ise Kürtlere saldırıp onların elindeki bölgeleri ele geçirmeye çalışıyor.

Suriye’nin geleceği Kürtlere düşmanlıkla kazanılamaz; hem burada demokratik bir yönetim ihtimalinin ortaya çıkması hem de bölgesel barış mücadelesinin güçlenmesi için Rojava’nın statüsü ve kazanımları Esad sonrası dönemde son derece belirleyici bir yerde duruyor olacak.

Göçmen düşmanlığına geçit yok!

Dördüncü ve son söylemek istediğim şey ise Suriye’de yaşananların Türkiye’deki yansımalarıyla ilgili.

Hakan Fidan, Ahmet Davutoğlu ve Özgür Özel’in başlattığı koroya İyi Parti, Zafer Partisi gibi aşırı sağcıların katılması çok uzun sürmeyecektir.

“Suriye’de savaş bitti, dolayısıyla mülteciler geri dönmeli” diyen anlayışla kıran kırana bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.

Yıllardır burada yaşayan, burada çalışan, ev ve aile kuran, belki de çocuk sahibi olan milyonlarca Suriyelinin ülkelerine zorla geri gönderilmeye çalışılması insanlık dışı bir girişim olacaktır. Suriyeli göçmenler toplumumuzun, işçi sınıfının bir parçasıdır, mücadele arkadaşlarımızdır. Zaten statüsüzlük, geri gönderme riski, devlet kurumlarında kötü muamele gibi artan otoriter rejimin yarattığı birçok baskıyla uğraşıyorlar. Bir de üstüne “memleketlerine geri dönmeleri” yönünde bir saldırıyla uğraşmamaları için Türkiye’deki göçmenlerle dayanışma hareketinin, ırkçılık karşıtlarının seslerini yükseltmesi gerekiyor.

Ülkelerindeki diktatörlüğün düşüşüne “istediğimiz zaman ülkemize gidebiliriz” diye sevinen insanların, bu sevinçlerinin ırkçı bir histeriye dönüştürülmesine izin vermemeliyiz.

Sonuç yerine

Suriye’de ortaya çıkan durumun, İsrail’in Filistinlileri soykırıma uğrattığı, bölgesel ve küresel savaş risklerini barındıran bir dünyada gerçekleştiğini aklımızda tutmalıyız. Dolayısıyla mücadele bitmedi, Suriye halkını özgürlük ve eşitlik yolunda birçok başka engel ve zorluk bekliyor olacak.

Fakat hangi konjonktür dayatmış olursa olsun, bugün gelinen durumda insanları umutlandıran, mücadeleye atılmaya itecek bir yan olduğunu görmezden gelemeyiz. Nasıl ki Türkiye’de faşist partinin lideri tarafından önerilen çözüm sürecine “bölgesel dengelerin zorlamasıyla oldu” diyerek burun kıvırmıyorsak, Suriye halkını on yıllardır ezen bir rejimin devrilmesine de kayıtsız kalamayız.

Oradaki dostlarımızın, yoldaşlarımızın, müttefiklerimizin çabalarıyla dayanışmak için elimizden geleni yapmalıyız. 13 senedir “Eş-şaab yurid ıskat’en-nizam” diyenlerle dayanıştığımız gibi şimdi de yeni bir Suriye’nin özgür ve demokratik bir ülke olmasını savunanlarla mücadele birliğimizi inşa etmeliyiz.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/10/suriye-halkinin-yanindayiz-ozan-tekin/

 

10 Aralık

Erdoğan’ın, CHP’nin ve tüm egemen sınıfların niyeti: Suriyeli göçmenleri geri göndermek (Enternasyonal Dayanışma)

Suriye’de diktatörlüğün devrilmesini fırsat bilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP ve egemen sınıflar, Suriyeli göçmenleri geri göndermek için her gün konuşmalar yapıyorlar.

Hem Türkiye’deki egemen sınıf partileri hem de son dönemlerde “paradigma değişikliği” çağrıları yapılan Avrupa’daki hükümetler, göçmenlere yönelik uygulamaları sertleştirmek için Suriye’deki iktidar değişikliğini bahane olarak kullanmaya başladı.

Erdoğan: Suriye istikrara kavuştukça güvenli geri dönüşler artacaktır

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısı sonrasında konuştu, şunları söyledi:

“Bir dönem nüfusu 3 milyon 700 bine ulaşan ancak şimdi sayıları 2,9 milyona düşen Suriyeli muhacirlere 13 yıl boyunca biz ensarlık yaptık.

Suriye’yi etkisi altına alan kuvvetli değişim rüzgarının, başta muhacirler olmak üzere tüm Suriye halkı için hayırlı sonuçlara vesile olacağına inanıyorum. Suriye istikrara kavuştukça inşallah gönüllü, güvenli, onurlu ve düzenli geri dönüşler de artacaktır. Yığılmaları önlemek ve trafiği kolaylaştırmak amacıyla Yayladağı Hudut Kapısı’nı da geçişlere açıyoruz.”

CHP’den Suriyelilerin dönüşü için kanun teklifi

CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, Suriyelilerin kendi ülkelerine dönüşlerini sağlamak amacıyla TBMM Başkanlığı’na bir kanun teklifi sundu. Tanal, Suriyeli sığınmacılar için geçici koruma statüsünün geçerliliğini yitirdiğini iddia etti.

İYİ Parti lideri Dervişoğlu: Artık Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki varlık sebebi sona ermiştir

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de bulunmasına sebep olan şartlar fiilen ortadan kalkmış ve artık Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki varlık sebebi sona ermiştir. Türk milletinin talebi, hiç vakit kaybetmeden tüm sığınmacıların vatanlarına geri dönmesidir” dedi.

Altı Avrupa ülkesi, Suriyelilerin sığınma başvurularını askıya aldı

Almanya, Avusturya, İsveç, Norveç, Danimarka ve Belçika, Suriyelilerin sığınma başvurularını askıya aldı.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/10/erdoganin-chpnin-ve-tum-egemen-siniflarin-niyeti-suriyeli-gocmenleri-geri-gondermek/

 

10 Aralık

Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Dr. Yıldız Önen: “GGM’lerdeki insan hakları ihlalleri sürüyor” (Enternasyonal Dayanışma)

Karar Gazetesinden Sema Kızılarslan, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde Enternasyonal Dayanışma aktivisti Yıldız Önen ile röportaj yaptı.

Röportajın tam metnini okurlarımızın bilgisine sunuyoruz:

Bugün dünya insan hakları günü. Türkiye’nin bu konudaki karnesi, uluslararası ölçekte zayıf. İnsan hakları aktivisti Yıldız Önen, Türkiye’de özellikle son yıllarda artan insan hakları ihlallerini ve Filistin İçin Bin Genç gibi haksız gözaltı uygulamalarını değerlendirdi.

10 Aralık, 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin yıldönümü olarak kutlanıyor. Türkiye, uluslararası raporlarda insan hakları konusunda olumsuz bir tabloyla dikkat çekiyor.

2024’te yayımlanan “Dünya Adalet Projesi (WJP) Hukukun Üstünlüğü Endeksi”ne göre, Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada yer aldı. Bu sıralama, Türkiye’nin temel haklara saygı, düşünce özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi alanlarda ciddi sorunlar yaşadığını ortaya koyuyor.

Rapora göre, Türkiye, temel haklara saygı açısından 142 ülke içinde 133. sırada, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından ise 134. sırada bulunuyor.

Hükümetin yargı üzerindeki kontrolü de endişe verici bir düzeyde ve Türkiye, bu kategoride ise 138. sırada yer alıyor​.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, HRW’nin 2024 raporu, Türkiye’de insan hakları savunucularına yönelik baskılar, hukukun üstünlüğüne yönelik tehditler ve medya üzerindeki kontrolü vurguluyor.

Rapora göre, seçim dönemi boyunca hükümetin medya üzerindeki baskıyı artırdığı, muhalif seslerin susturulduğu ve keyfi yargılamalar yapıldığı ifade ediliyor. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay davaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının hiçe sayılması örnekleri olarak raporda öne çıkıyor​.

Uluslararası alanda, Türkiye’ye yönelik eleştiriler giderek artıyor. Avrupa Konseyi, Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamama konusunda ısrarcı olmasının, ülkenin uluslararası imajını olumsuz etkilediğini belirtiyor.

KARAR’a konuşan İnsan Hakları Aktivisti Dr. Yıldız Önen, en son Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı konuşması sırasında ‘İsrail ile ticaret’ konusunda protesto eden ve gözaltına alınmalarının ardından tutuklanan 9 genci hatırlattı.

Ayrıca Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin uğradığı ayrımcılıklara da değinen Önen, Esad rejiminin düşmesi ile birlikte geri dönüşlerin başlamasına dikkat çekti ve Suriye’nin hâlâ güvenli bir bölge olmadığını anlattı.

Geri Gönderme Merkezlerinde insanlık dışı muamele devam ediyor

-Türkiye’de insan haklarının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle yakın zamanda yaşadığımız Filistin İçin Bin Genç’e yönelik baskılar, insan hakları konusunda ve ifade özgürlüğü açısından ne anlama geliyor?

İnsan haklarından bahsetmenin neredeyse imkânsız hâle geldiği bir dönemden geçiyoruz. Ne çocukların ne kadınların haklarının korunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Filistin İçin Bin Genç’in başına gelenler, yaşananlar, ifade özgürlüğünün yokluğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Esad rejiminin devrilmesi olumlu, ama henüz Suriye’de demokratik bir düzen kurulmadı

Yine Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, yıllardır süren bir diktatörlüğün yıkılması açısından elbette önemli bir gelişme. Bu, 2011’den itibaren Suriye halkının verdiği mücadelenin bir sonucudur. Dünyanın pek çok yerindeki Suriyeliler, bu gelişmeyi kutluyor. Biz de Suriyelilerle birlikte bu sevince ortak olduk. Ancak Suriye’de hâlâ dört farklı bölge ve dört farklı yönetim var. Suriyelilerin demokratik ve güvenli bir yönetimle bir arada yaşayabileceği bir düzen henüz inşa edilmiş değil.

Buna rağmen, Türkiye’de Suriyelilerin hızlıca geri gönderilmesi gerektiğine dair söylemler giderek artıyor. “Gidene 1000 lira, 5000 lira verelim” tarzında ifadeler, insan haklarına tamamen aykırı bir yaklaşımı temsil ediyor.

Türkiye’de 3-4 milyon Suriyelinin yaşadığı tahmin ediliyor ve bu insanların önemli bir kısmı evli, çocuk sahibi ve iş sahibi. Türkiye’ye 10 yılı aşkın süredir yerleşmiş olan bu insanların yaklaşık 700 bini burada doğan çocuklardan oluşuyor.

Bu kadar kök salmış bir nüfusun, Suriye’de güvenli bir ortam sağlanmadan hızlıca geri gönderilmek istenmesi, toplumsal huzursuzlukları tetikleyebilir. İnsanlar, “Neden gitmiyorsunuz?” diyerek bu kişilere yönelik fiili baskılara girişebilir. Bu nedenle, Suriyelilerin dönüşüyle ilgili siyasetçilerin kullandığı söylemler büyük bir özenle ele alınmalı.

Öncelikli mesele, Suriye’de güvenli, demokratik bir yönetimin kurulması olmalıdır. Bu sağlanmadan, milyonlarca insanı geri gönderme planları sadece insan hakları ihlaliyle sonuçlanır. Dahası, Türkiye’deki Suriyelilerle birlikte Mısırlılar, Filistinliler, Uygurlar ve Türkmenler de baskılara maruz kalıyor. Son 4-5 yılda bu gruplara yönelik giderek artan bir baskı söz konusu. Geri gönderme merkezleri, adeta hapishane gibi işliyor. Suriye’de boşaltılan hapishanelerin görüntüleri nasıl bir tabloyu yansıtıyorsa, Türkiye’deki geri gönderme merkezleri de benzer bir tablo ortaya koyabilir. İçeriden gelen raporlar, bu merkezlerdeki insanlık dışı koşulları gözler önüne seriyor. İçeriden çıkan kişilerin durumları, sağlık ve psikolojik açıdan endişe verici.

Göçmenlerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmeleri için köklü adımlar atılması gerekiyor

Türkiye’de göçmenler ve özellikle Suriyelilerle ilgili uygulamalar, ciddi insan hakları ihlallerine neden oluyor. Bu kapsamda, geri gönderme merkezleri ve sağlık hizmetlerine erişim konularında yaşanan sorunlara dikkat çekmek gerekiyor.

Geçen hafta aile hekimleri 5 günlük grev yapmıştı. Bu grevin nedenlerinden biri de, yeni aile hekimliği yönetmeliğiyle getirilen bir düzenlemeydi.

Yeni aile hekimliği yönetmeliğiyle getirilen bir düzenlemeye göre, Suriyeliler ve diğer göçmenler, bulundukları bölgedeki aile hekimliklerinden hizmet alamayacak ve yalnızca “Göçmen Sağlık Merkezleri”ne gitmek zorunda bırakılacak. Örneğin, İstanbul Esenler’de on binlerce Suriyelinin yaşadığı bir bölgede yalnızca bir göçmen sağlık merkezi bulunuyor ve burada yalnızca üç doktor görev yapıyor. Bu durum, özellikle yeni doğan bebekler, hamile kadınlar ve acil tıbbi desteğe ihtiyaç duyan kişiler açısından büyük bir sağlık ihlali riskini beraberinde getiriyor. Bu madde, hem göçmenler hem de aile hekimliği sisteminde zaten var olan yükü artıran ciddi bir eksikliktir ve derhal iptal edilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, Suriyelilerin ve göçmenlerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmesi için hem Türkiye’de hem Suriye’de köklü adımlar atılmalı. Geri gönderme politikasının insan hakları ihlallerine yol açmaması için bu konudaki siyasi söylemlerin dikkatle gözden geçirilmesi şart. Göçmenlerin sağlık, eğitim ve barınma hakları güvence altına alınmalı, insanlık dışı muamelelere son verilmelidir.

Bu nedenle, geri gönderme merkezlerinin kapatılması, yenilerinin açılmaması ve göçmenlerin ikamet kısıtlamalarının kaldırılması gerekiyor. Ayrıca, çocukların istedikleri yerde eğitim alabilmeleri sağlanmalı.

-Yine yakın zamanda Türkiye’nin gündemini sarsan Yenidoğan Çetesi Davası’nda çok çarpıcı gerçekleri öğrendik. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?

Bu noktada, “Yenidoğan çetesi” olarak bilinen vakayı hatırlatmakta fayda var. Bu vakada, özellikle mülteci bebeklerin, ailelerin ve hamile kadınların mağdur edildiği örnekler ortaya çıkmıştı. Telefon dinlemelerinde, bir çete üyesinin “Aile Suriyeli, o yüzden araştırmadılar” şeklinde konuştuğu tespit edilmişti. Bu tür ifadeler, göçmen ailelerin adalete erişiminin nasıl engellendiğini net biçimde ortaya koyuyor. Göçmen hastaların özellikle bu çetelerin aktif olduğu hastanelere yönlendirildiği iddia ediliyor. Bu hastaneler, göçmen ailelerin yaşadığı hukuki savunmasızlığı ve sessizliği kullanarak yasa dışı eylemlerini sürdürdü.

Göçmen aileler, şikâyette bulunduklarında geri gönderme merkezlerine konulma riskiyle karşılaştıkları için çoğu zaman sessiz kalmayı tercih etti. Bizzat birkaç aileyle konuştum, şikâyette bulunmaya cesaret edemediğini aktardılar. Bu durum, adalet sistemindeki eksikliklerin, göçmenlerin temel hak arayışlarını nasıl engellediğini ortaya koyuyor.

-Geri gönderme merkezlerinde yaşanan insan hakları ihlalleriyle ilgili hangi somut örnekleri paylaşabilirsiniz? Bu merkezlerin işleyişi, hapishanelerle kıyaslandığında nasıl bir tablo ortaya koyuyor?

Geri gönderme merkezleri, insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerden biri. Türkiye’deki bu merkezlerin koşulları, bir hapishaneyi aratmıyor. İçeride kalan kişilerin giysi ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı, avukat ve aileleriyle görüşmelerine izin verilmediği ifade ediliyor.

Kaç ay içeride kalacakları belirsiz. 8 ay, 10 ay boyunca içeride kalanların olduğu biliniyor. Bu merkezlerde doğum yapan kadınlar var. “İçeride” kelimesi normalde hapishaneler için kullanılır, ancak bugün Türkiye’deki geri gönderme merkezleri de bu terimi hak eden bir yapıya dönüşmüş durumda. Avukatların görüşme taleplerinin reddedilmesi, hukuki destekten yoksun bırakılan göçmenlerin tamamen savunmasız kalmasına neden oluyor.

Bu ihlalleri gündeme getirmek ve çözüm yolları aramak amacıyla 16 Aralık’ta İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından bir toplantı düzenlenecek. Toplantının ana gündemi, geri gönderme merkezlerindeki hak ihlalleri olacak. Bu merkezlerde yaşananların listesi saymakla bitmiyor. Göçmenlerin sağlık hakkı, barınma hakkı, adalete erişim hakkı ve aile bireyleriyle görüşme hakkı, bu merkezlerde ihlal edilen temel haklar arasında yer alıyor.

Göçmenlerin aile ziyaretlerine dair bir başka sorun da, Suriye’ye bayram ziyaretlerinin üç yıl önce yasaklanmış olması. Bu yasak, ailelerini görme, onlardan haber alma ve bağlarını devam ettirme hakkını engelliyor. İnsanların, özellikle sınırdaki kamplarda kalan akrabalarını görmek için bayramlarda ziyaret gerçekleştirmesi, temel bir insan hakkıdır. Bu yasak, göçmenlerin insani haklarını ihlal eden bir başka düzenleme olarak karşımıza çıkıyor.

Kriz ortamı devam ederken Suriyelileri Güvenli Bölge adı altında sınır dışı etme işlemlerinden vaz geçilmeli

Son olarak, Suriyelilerin “gönüllü geri dönüş” adı altında zorla gönderilme riski bulunuyor. Gönüllü geri dönüş kavramı, bazı durumlarda zorunlu dönüşe dönüşebiliyor. Türkiye’de 10 yıldır yaşayan, burada ev kurmuş, iş sahibi olmuş, çocukları Türkiye’de doğmuş Suriyelilerin, Suriye’deki mevcut belirsizliklere rağmen geri gönderilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Suriye’de hâlâ güvenli bir yönetim ve demokratik bir sistem kurulmuş değil. Bölge, hâlâ ABD, Rusya, İran ve İsrail gibi aktörlerin askeri müdahalelerine sahne oluyor. Bu nedenle, Suriye’de hâlâ savaş ve kriz ortamı devam ederken, Suriyelileri “güvenli bölge” adı altında sınır dışı etme girişimlerinden vazgeçilmelidir.

Gönüllü geri dönüşü tercih eden göçmenlerin ise dönüş süreçlerinin güvenli ve onurlu bir şekilde gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Geri gönderme merkezlerinin kapatılması, göçmenlerin insanca yaşam koşullarına erişimlerinin güvence altına alınması ve Suriyelilere yönelik zorla gönderilme politikalarının derhal son bulması gerekmektedir.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/11/siginmaci-haklari-platformu-sozcusu-dr-yildiz-onen-ggmlerdeki-insan-haklari-ihlalleri-suruyor/

 

11 Aralık

Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı’ndan katledilen mülteci işçinin davasına çağrı

Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, katledilen mülteci Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin mahkemesi ile ilgili 16 Aralık’ta basın toplantısı yapacak.

Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağı çalışanı olan ve cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani’nin ölümüne ilişkin açılan davanın duruşması 20 Aralık’ta Zonguldak 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Duruşmaya ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde 16 Aralık saat 13’te düzenlenecek basın toplantısında, davanın gidişatı ile ilgili bilgi verilecek.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/11/gocmen-multeci-dayanisma-agindan-katledilen-multeci-iscinin-davasina-cagri/

 

11 Aralık

Türkiye'deki 3 milyon Suriyeli mülteci, evlerine dönmek veya kalmak konusunda büyük bir kararla karşı karşıya (BBC Türkçe)

Suriyeli mülteciler, Beşşar Esad'ın devrilmesini Türkiye sokaklarında kutlarken, rejimin ani çöküşünü sevinçle karşılarken, birçoğu artık ülkelerine geri dönüp dönmeme konusunda endişeleniyor.

Binlerce Suriyeli, Türkiye'nin Suriye sınırına akın ederken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "trafik sıkışıklığını önlemek ve trafiği rahatlatmak amacıyla" sınır kapısının açılacağını duyurdu.

Ancak şu anda 2011'de başlayan iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan yaklaşık üç milyon Suriyeli, bundan sonra ne yapacakları konusunda zor bir kararla karşı karşıya kalacak.

"Suriye'nin birçok bölgesinde hala su yok, elektrik günün belirli saatlerinde geliyor. Ülkeyi kimin ve nasıl yöneteceği bile belli değil, ancak Suriye'yi tekrar ayağa kaldırmak için geri dönmemiz gerekiyor" diyor Suriye sınırındaki Hatay ilinde 12 yıldır yaşayan kimya mühendisi İbrahim.

Tüm risklere rağmen en kısa zamanda geri dönmeyi planlayan, hayatlarına sıfırdan başlamak zorunda kalacak Suriyeli mülteciler arasında o da var.

Birçok Türk de Suriyelilerin en kısa sürede ülkelerine dönmelerini istiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye'nin onların "güvenli ve gönüllü dönüşleri" için çalışacağını söyledi.

Köşe yazarı Mehmet Tezkan, burada birçok kişinin görüşünü dile getirerek, kalmaları için hiçbir neden olmadığını ileri sürdü.

Son iki yıldır Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin hayatı, artan enflasyonla birlikte ekonomik krizle karşı karşıya kalmaları nedeniyle giderek zorlaşıyor.

Toplumda göçmen karşıtlığı arttı ve Erdoğan hükümeti göç konusundaki politikalarını sıkılaştırdı.

Türkiye, uzun süredir devrik Esad rejimiyle mültecileri ülkelerine gönderme konusunda görüşmeye çalışıyordu.

Ancak Türkiye'deki Suriyelilerin çoğu, böylesine büyük bir karar almadan önce önümüzdeki çalkantılı ayların nasıl geçeceğini beklemek ve görmek isteyecektir.

Göç uzmanı Prof. Murat Erdoğan, "Bir miktar hareketlilik olacak ama herkesin düşündüğü gibi milyonlarca insanın bir anda göç etmesini beklemiyorum" uyarısında bulunuyor.

Eğer bu olmazsa, "yeni bir gerginlik ortamı doğabilir" diyor.

Sığınmacı ve Göç Araştırma Merkezi Başkanı Metin Çorabatır, gerekli hazırlıkların yapılması halinde en geç bir yıl içinde "kademeli dönüş" gerçekleşeceğini öngörüyor.

"Suriye'de hem güvenlik hem de günlük yaşam açısından hala riskler var. Şam'da uluslararası alanda tanınan bir hükümetin göreve gelmesi gerekiyor," dedi BBC'ye.

İbrahim, birçok mülteci için evlerine dönecek hiçbir şey kalmayacağı konusunda hemfikir: "Bazı bölgelerde ev yok, okul yok. Halep gibi büyük şehirler bile kötü durumda."

"Ama bu ülke 13 yıllık bir savaştan çıktı ve her şeyin bizim için hazır olmasını bekleyemeyiz. Suriye halkı olarak her şeyi azar azar yeniden inşa etmeye çalışacağız."

Başka bir deyişle İbrahim, Suriye'deki bir sonraki hükümetin kimliğinin, Suriyelilerin kendi ülkelerine dönüp geleceklerini etkilemelerinden daha az önemli olduğunu söylüyor.

"Kim gelirse Esad'dan daha iyi olacak," diyor. "Geri dönmezsek seçimlere kim gidecek, ülkenin nasıl yönetileceğine kim karar verecek?"

Metin Çorabatır, Türkiye'ye büyük akının başlangıçta Suriyelilerin 2011-2013 yılları arasında Esad rejiminden kaçmasıyla gerçekleştiğini belirtiyor. Daha sonraki göç, Suriyelilerin militan İslamcı grup IS'in yükselişinden ve siyasi istikrarsızlığın yayılmasından kaçmasıyla gerçekleşti.

"İktidara gelen grupların nasıl davranacağını söylemek kolay değil ve Suriyeliler doğal olarak bunu görmeyi bekleyeceklerdir" diyor.

"Orada nasıl bir rejim kurulacak? Gelen ekip 'biz cihatçı değiliz, çeşitliliğe izin vereceğiz' diyor - ama bunun gerçek olup olmadığını ancak zaman gösterecek."

Türkiye'deki tüm Suriyeliler geçici koruma statüsüne sahiptir. Çoğunluğu İstanbul ve iki sınır şehri olan Gaziantep ve Şanlıurfa'da yaşamaktadır.

Birçok Suriyeli aile uzun süredir burada yaşadığı için, çocuklarını Türk okullarına ve üniversitelerine göndererek kök salmış durumda.

Buradaki Suriyeliler de güvencesiz bir hayat sürüyor.

Birçoğu asgari ücretin altında maaşlarla, çoğunlukla sigortasız, kayıt dışı çalışıyor.

Hepsinin birden eve dönmesi durumunda bunun Türkiye ekonomisi üzerinde önemli etkileri olabilir.

Murat Erdoğan, Türkiye'nin Suriyelileri bir anda ülkelerine dönmeye zorlamaması gerektiği konusunda uyarıyor; bunun basit nedeni, altyapı konusunda büyük sorunların olması: okul, iş ve hastane eksikliği.

Birleşmiş Milletler, Suriye'deki nüfusun yüzde 90'ının yoksulluk sınırının altında yaşadığını tahmin ediyor.

"Bu harap olmuş şehirleri yeniden inşa etmek yüzlerce milyar dolar alabilir. Kaynakları hangi ülke sağlayacak?" diyor Sayın Erdoğan. "Suriye'deki derin yoksulluk ve altyapının çöküşü uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Bunlar kısa vadede kolayca çözülebilecek sorunlar değil."

Metin Çorabatır, mültecilerin evlerine dönerken patlamamış bombalar ve mayınlar tehlikesine karşı da uyarıyor: "Yıkılan şehirlerdeki evlerinin ne durumda olduğunu da önceden öğrenmeleri gerekiyor."

"Milyonlarca insandan bahsediyoruz. Evlerini terk edip Suriye'ye ulaşıp oraya yerleşmeleri; tüm bunlar büyük ölçüde hafife alınıyor."

Türklerin, aralarında yaşayan Suriyelileri, birdenbire toplanıp gidecek bir insan topluluğu olarak görmemeleri gerektiğine inanıyor.

https://www.bbc.com/news/articles/cvg6eeg87lqo

 

11 Aralık

OCHA Raporu: Suriye'de durum

Suriye’nin birçok bölgesinde çatışmalar sürüyor; yaklaşık 100,000 kişi Kuzeydoğu Suriye’ye göç etti. İnsan hareketliliği her yerde devam ederken insani yardım kuruluşları patlamamış bomba, cephanelik ve mayınlara dikkat çekiyor. 52 adet mayınlanmış bölge tespit edildi. Hastaneler yaralı ve travma vakalarında dolup taşıyor.

Sağlık çalışanları özellikle çocuklar arasında ciddi travma vakaları olduğunu söylüyor. Şam, Deyrizor, Hama ve Halep de dahil büyük kentlerde yiyecek sıkıntısı var.

27 Kasımdan bu yana İdlib ve Halep'te ekmek fiyatı yüzde 900 arttı. Zorluklara rağmen BM ve STK'lar güvenlik koşullarının izin verdiği ölçüde yardım faaliyetlerini sürdürüyorlar.

 

11 Aralık

Suriye: AB ülkeleri sığınma başvurularını durdurdu, sınır dışı tartışılıyor (BBC Türkçe)

Avrupa Birliği'nde Suriye'deki gelişmeler ışığında uygulanacak politikalar konusunda arayış sürüyor. Bazı üye ülkelerin ilk adım attıkları konu ise göç oldu. Çok sayıda Avrupa Birliği üyesi, Suriyelilerin yaptığı sığınma başvurularını askıya aldı.

Henüz karar bekleyen on binlerce başvuruyu etkileyecek olan bu yaklaşım, Suriye'de hızla değişen siyasi durumun yanı sıra Avrupa genelinde göçü kısıtlamak isteyen sağ eğilimli partilerin yeniden yükselişini yansıtıyor.

Sığınma başvurularını askıya alan Avrupa Birliği ülkeleri arasında Suriyelilerin en fazla sığınma talebinde bulunduğu Almanya da var.

Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, 47 bin Suriyelinin sığınma başvurusunu dondurma kararı aldı. Bu yıl kasım sonuna kadar yapılan toplam başvuru sayısı 72 binden fazlaydı.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, değerlendirmelerin Suriye'deki gelişmelere bağlı olacağını ve ülkenin geri dönmek için güvenli olup olmadığını söylemek için çok erken olduğunu söyledi.

Hristiyan Denokratlardan Jens Spahn, Almanya'nın Suriye'ye uçak seferleri organize etmesini ve dönmek isteyen Suriyelilere 1.000 euro vermesini önerdi.

Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi'nden Alice Weidel'in mesajı ise "Almanya'da özgür Suriye'yi kutlayanların artık kaçmak için bir nedeni kalmadı. Derhal Suriye'ye dönmeliler" oldu.

Ülkede durumun halen belirsiz olduğunu ve henüz yaşam koşullarında normalleşme olmadığını belirten insan hakları savunucuları ise karardan memnun değil.

Anketler, şubatta erken seçime hazırlanan Almanya'da göçün, ekonominin ardından en önemli ikinci sorun olarak görüldüğüne işaret ediyor.

Avusturya'da sınır dışı çalışması

Avusturya, sığınma başvurularını askıya almakla yetinmeyeceğinin sinyallerini verdi.

İçişleri Bakanı Gerhard Karner, "Bakanlığa Suriye'ye düzenli dönüş ve sınır dışı etme programı hazırlama talimatı verdim" dedi.

Yaklaşık yüz bin Suriyelinin yaşadığı Avusturya'nın geri gönderme için hangi kesimleri hedef alacağı henüz netleşmedi.

Avusturya'nın askıya alma kararı 7.300 dosyayı etkileyecek. Aile birleşimi talepleri de bunlar arasında.

Viyana'nın sığınma hakkı verilen bazı dosyaları da yeniden incelemeye alması bekleniyor.

Yunanistan geri dönmelerini istiyor

Suriye kaynaklı göçtün Avrupa Birliği'ne ilk giriş noktası Yunanistan.

Bu nedenle Atina da Suriyelilerin ülkelerine dönmesinden yana.

Hükümet Sözcüsü Pavlos Marinakis gazetecilere yaptığı açıklamada, Esad'ın devrilmesinin Suriyeli mültecilere evlerine tam güvenlik içinde geri dönüş yolunu açması gerektiğini söyledi.

Yunanistan yaklaşık 9.000 kişinin dosyasını dondurdu.

Şu anda koruma gerekçelerini değerlendirmenin mümkün olmadığını düşünen İsveç de başvuruları askıya alma kararı aldı.

Benzer kararlar Finlandiya ve Danimarka'da da devreye sokuldu.

Danimarka'nın askıya aldığı başvuru sayısı 69.

Bu ülke, 2020'den bu yana Suriye'deki durumun oturma izni verilmesini ya da bu iznin uzatılmasını haklı kılacak nitelikte olmadığı görüşünde.

Avrupa Birliği'nde askıya alma kararını devreye sokan diğer ülkeler Fransa, Belçika, İtalya, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti.

Bu kararın giderek yayılması beklenirken şu ana kadar 72 Suriyeliye koruma sağlayan Estonya mevcut politikasını değiştirmeyeceğini açıkladı.

İspanya da ilk etapta sığınma başvurularını değerlendirmeyi sürdüren ülkeler arasında yer aldı.

Askıya alma hakkı var mı?

Üye ülkelerin başvuruları askıya alma hakkı var ancak alınan kararların Avrupa Birliği kural ve düzenlemeleriyle uyumlu olması gerekiyor.

Dosyalar toplu olarak değil bireysel olarak değerlendirilmek zorunda.

Bir sığınma başvurusunun altı ay içinde olumlu ya da olumsuz şekilde sonuçlandırılması gerekiyor. Bazı durumlarda bu süre dokuz aya kadar uzatılabiliyor.

Askı gibi yöntemler devreye sokulsa bile bir sığınma başvurusuna, yapıldığı andan itibaren en geç 21 bir ay içinde mutlaka cevap verilmesi şart.

Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden Stefan de Keersmaecker da "Üye devletler kaynak ülkede değişiklik olması durumunda başvuruların incelenmesini erteleme hakkına sahiptir. Koruma hakkı bulunmayanlar hakkında daha sonra gönderme kararı verilebilir ancak sahadaki durumu takip etmemiz önemli" dedi.

Geri göndermeler şarta bağlı

Avrupa Birliği ülkeleri sığınma talebi kabul edilmeyen kişileri geri gönderme uygulamasını rutin şekilde işletiyor.

Suriye'de yaşananlar, bu ülkeden kaçarak Avrupa Birliği'nden sığınma hakkı alanların bu haklarını kaybetme riski olup olmadığı tartışmasını gündeme getirdi.

Sahadaki gelişmelerin çok yakından izlendiğini belirten De Keersmaecker, "Koşullardaki değişiklikler bağlamında mülteci veya ikincil koruma statüsünün sona erdirilmesi, durdurulması için gerekçe sağlayan kurallar var ancak bu değişikliklerin önemli nitelikte olması gerekir" diye konuştu.

Avrupa Birliği geri dönüşler konusunda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ni referans alıyor.

Geri göndermelerin gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde yapılmasına önem veriliyor.

Suriye güvenli ülke mi?

Sığınma hakkı tanınırken dikkate alınan ana unsurlardan biri, vatandaşının başvuruda bulunduğu ilgili ülkenin güvenli olup olmadığı.

Avrupa Birliği İltica Ajansı, güvenli bir ülkeyi, "Hukukun demokratik şekilde uygulandığı, siyasi koşulların genel ve sürekli olarak zulme, işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezaya, ayrım gözetmeyen şiddet nedeniyle tehdide yol açmadığı ülke" olarak tanımlıyor.

Avrupa Birliği, Esad yönetimindeki Suriye'nin güvenli olmadığına karar vermişti.

Son yaşananlardan sonra Suriye güvenli mi değil mi sorusu Brüksel'de basın tarafından Avrupa Birliği Komisyonu'na sıkça yöneltilen bir soru.

Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden Anouar El Anouni, "Şu an için, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'yle aynı doğrultuda, Suriye'ye güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşler için koşulların oluşmadığını düşünüyoruz" dedi.

Suriye'den en fazla çıkışın yaşandığı 2015'ten bu yana yaklaşık 4.5 milyon Suriyeli bir şekilde Avrupa Birliği ülkelerine ulaştı.

2015-2023 arasında bunlardan 1.3 milyon kişiye uluslararası koruma sağlandı.

Suriyeliler, geçen yıl Avrupa Birliği'nden uluslararası koruma talebinde bulunan arasında ilk sıradaydı.

2023'te, toplam 180 binden fazla başvurudan yaklaşık 122 binine olumlu yanıt verildi.

Mülteci sayıları, bazı ülkelerde çok düşük olsa da ciddi sorun yaratabiliyor.

Avrupa Birliği'nin mülteci akının engellenmesi için 2016'da anlaşmaya vardığı Türkiye, en fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan ülke olmayı sürdürüyor.

Türkiye'de üç milyona yakın Suriyeli bulunuyor.

Türkiye'deki, Suriyeliler de dahil, toplam mülteci sayısı ise 4.5 milyon civarında.

https://www.bbc.com/turkce/articles/cy4plkpqj5xo


 

12 Aralık

11 Aralık’ta yapılan Sığınmacı Hakları Platformu toplantı raporu

11 Aralık’ta zoom üzerinden yaptığımız “Türkiye'deki Suriyeli göçmenlerin durumu ve sürecin doğru yönetilmesi açısından atılması gereken adımlar” başlıklı Sığınmacılar toplantısında aşağıdaki önerileri konuştuk.

Katılımcılara bir kez daha teşekkür ederiz, verimli ve bilgilendirici bir toplantı oldu.

Notları tutan Türkan Çakır’a teşekkürler

Çözüm Önerileri:

1. Suriyeliler Türkiye’den “Gidecekler” söylemine karşı net bir tavır alınmalı

a.            BM'nin geri dönüş kriterlerinin karşılanıp karşılanmadığına dair incelemeler yapılarak açıklamalar yapılabilir.   

b.            Suriye'deki mevcut durumda güvenli ve insanca bir yaşamın mümkün olmadığının, eğitim, sağlık, altyapı gibi temel hizmetlerin yetersiz olduğu vurgulanarak geri dönüş için erken olduğunun altı çizilebilir.

c.            Ülkelerine geri gönderilmeye çalışan kişilerin çoğunun evlerini kaybetmiş olabileceği, evleri varsa bile başkalarının oraya yerleşmiş olabileceği gibi somut örneklerle açıklamalar yapılabilir.

d.            Gidecekler diye propaganda yapıldığında gitme geciktiğinde Kayseri olaylarına benzeyen olaylar yaşanabilir. Bu propagandadan vazgeçmek gerekir.

2. Planlı Geri Dönüş Programı oluşturulması istenmeli

Gitmek isteyenler için güvenli bir geri dönüş süreci oluşturulmalı; bu süreç hızlı değil, planlı ve uzun vadeli bir şekilde yürütülmelidir.

3. Kalanların Koşullarının Düzeltilmesi

Türkiye'de kalmak isteyen Suriyelilerin yaşam koşulları iyileştirilmelidir. (Geri gönderme merkezlerinin kapatılması, ikametgah kısıtlamalarının kaldırılması, çalışma izinlerinin verilmesi gibi). Özellikle burada doğan ve büyüyen çocuklar ve aileleri için ekstra planlar yapılmalı. Belki bunlara tüm aileye vatandaşlık hakkı tanınmalı.

4. Gönüllü Geri Dönüş hakkında tam Bilgilendirme yapılmalı

Giden kişilere, “Gönüllü Geri Dönüş Formu” imzalamanın bir daha Türkiye’ye gelememelerine neden olacağı açık bir şekilde anlatılmalıdır. Bunun için sınırda bilgilendirme yapılmasına yönelik bir çalışma yapılabilir.

5. Suriye’ye Ziyaret İmkanı Sağlanmalı

Suriyelilerin ülkelerine giderek mevcut durumu değerlendirmeleri için fırsatlar ve imkanlar sağlanmalıdır.

6. Heyet ve Raporlama

Bir heyet oluşturulup Suriye’de nasıl bir durumun olduğu, geri dönüş durumunda insan onuruna yakışan bir hayatın sürdürülüp sürdürülemeyeceği, iş olanakları vs konuları içeren bir rapor hazırlanabilir.

7. Suriyelilerin Görüşlerinin Alınması

Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin geri dönüşle ilgili düşüncelerini ve beklentilerini içeren bir rapor hazırlanabilir.

 

12 Aralık

Avukat Gülden Sönmez, Sednaya Cezaevindeki suçlarla ilgili suç duyurusunda bulundu (Anadolu Ajansı)

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına avukat Gülden Sönmez tarafından sunulan suç duyurusu dilekçesinde, Esed başta olmak üzere askeri ve siyasi sorumlular şüpheli olarak yer aldı.

Dilekçede, avukat Sönmez ile bazı hukukçuların, 7 Mart 2019'da 533'ü kadın bin 183 mağdur adına şüpheliler hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) suç duyurusunda bulunduğu hatırlatılarak, şüphelilerin Interpol tarafından yakalama kararı çıkarılıp Türkiye'ye teslim edilmeleri talep edildi.

Türkiye'deki soruşturma sürecinde Suriye'de kurulacak yeni yönetimle adli yardımlaşma sağlanarak, başta Sednaya Hapishanesi olmak üzere özel kriminal inceleme yapılması istenilen dilekçede, Esed hakkında UCM'ye yeni deliller sunulacağı, başta Esed olmak üzere şüpheliler hakkında tutuklama talep edileceği kaydedildi.

Dilekçede, yeni sunulacak delillerle yargılamanın başlamasının talep edileceği aktarılarak, ayrıca UCM'den Sednaya ve diğer hapishaneler etrafındaki toplu mezarlarda delil incelemesi yapılması amacıyla heyet gönderilmesinin isteneceği anlatıldı.

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/istanbulda-devrik-bessar-esed-yonetimi-hakkinda-suc-duyurusu-/3422973

 

14 Aralık

Harran GBM'de ilaç verilmeyen göçmenler açlık grevinde: İlaçsızlıktan ölmemizi bekliyorlar (Karar)

Harran Geçici Barınma Merkezinde (GBM) kalan göçmenlerin uğradıkları hak ihlallerini KARAR gündeme getirdi. GBM’de kalan Epilepsi hastası Munaf’ın ve kanser hastası Amer’in ilaçları temin edilmiyor. On gün önce bir göçmenin kalp krizi geçirmesi sonucunda kampta başlayan isyan bugün açlık greviyle devam ediyor. Harran GBM’de kalan göçmenler zor koşulları KARAR’a anlattı.

Epilepsi hastası Munaf Alawani iki aydır Harran Geçici Barınma Merkezinde kalıyor. 2013 yılında Türkiye’ye pasaportla giriş yapan Munaf, geçici kimlik belgesi yenilenmediği için önce Arnavutköy Geri Gönderme Merkezinde ardından Şanlıurfa Harran Geçici Barınma Merkezinde tutuluyor. İlaçları temin edilmediği için haftada bir epilepsi krizi geçiren Munaf Alawani, Harran Geçici Barınma Merkezinin kötü şartlarını KARAR’a anlattı. Kendisine ilaç temin edilmediği gibi hastaneye sevki de gerçekleştirilmiyor. Avukatı Yağmur Karagöz, “Hiçbir suç kaydı olmayan Munaf, defaatle Geçici Koruma Kimlik başvurusunda bulunmuş ancak başvurunun alınmaması nedeniyle kaçak durumda kalmıştır. Akabinde Harran Geçici Barınma Merkezi'ne sevk edilen Munaf'a ilaçlarının 1.5 aydır temin edilmemesi sebebiyle sağlık durumu risk altındadır” dedi.

‘ÖLDÜĞÜN ZAMAN HASTANEYE GÖTÜRÜRÜM’

Harran Geçici Barınma Merkezinin esaret merkezine döndüğünü, KARAR gündeme getirdi. Munaf Alawani, merkezdeki en büyük hak ihlalinin hasta göçmenlere ilaç tedarik edilmemesi olduğunu ifade etti:

“Arnavutköy Geri Gönderme Merkezinde (GGM) tutulurken ilaçlarım temin ediliyordu ve kriz geçirmiyordum. Oradan Harran’a sevk edildiğim 3 Ekim gününden beri ilaç temin edemiyorum. Merkezde görevli memurlara neredeyse her gün ilacımın bittiğini, kriz geçirdiğimde kendime zarar verdiğimi hatta dişlerimin bu krizler nedeniyle kırıldığını anlattım. Memurların bana verdiği tek cevap ‘yapabileceğimiz bir şey yok’ ve ‘öldüğün zaman hastaneye götürürüm ’ oldu. Memurlar durumumu idareye haber vermediği için de bir şey yapılmıyor.”

TEDAVİ İÇİN HASTANEYE GÖTÜRÜLMESİ GEREKİYOR

Alawani’nin avukatı Yağmur Karagöz, yetkili makamlara defalarca başvuruda bulunduğunu ancak bir yanıt alamadığını söyledi. Karagöz, kampta bulunan doktorun müvekkilinin Nöroloji birimine sevk edilmesi gerektiğini belirttiği ancak kamp yönetiminin, hekim kararını dikkate almadığını ifade etti.

“Av. Yağmur Karagöz'ün durumla ilgili beyanını paylaşıyoruz; "Müvekkilimizin hastaneye sevki ile alakalı çeşitli başvurularda bulunduk. Cimer üzerinden Urfa Valiliğine ve Sağlık Bakanlığına müracaat ederek müvekkilimizin hastaneye sevkini talep ettik. İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğü aracılığıyla Urfa İl Göç İdaresi Müdürlüğüne ve ayrıca Göç İdaresi Başkanlığına da yazılı olarak başvuruda bulunduk. Ancak başvurularımıza dönüş yapılmadı. Harran GBM'de bulunan Dr. Mehmet Ali ORAK tarafından müvekkilimizin Nöroloji birimine sevki talep edilmiş ancak kamp yönetimi hekim kanaatini dahi dikkate almamıştır."

GÖÇ İDARESİNİN SEVK TAKTİĞİ

Munaf Alawani, Arnavutköy GGM’de kalan bir göçmenin intihara teşebbüs etmesi sonucunda GGM’de karışıklık çıktığını ve olaya şahit olan herkesin Harran’a sevk edildiğini anlattı. Daha önce Çatalca GGM’de yaşanan isyanı gündem ettik. Avukat Hamid Yılmaz, GGM veya GBM’de intihar, kavga, ölüm gibi olaylar yaşandığında o merkezde kalan göçmenlerin sevk edildiğini, bunun Göç İdarelerinin taktiği olduğunu ifade etti.

Alawani ailesi, Esad rejiminden kaçarak 2013 yılında pasaportlarıyla birlikte Türkiye’ye giriş yaptı. Ancak şu anda 24 yaşındaki Munaf ve abisi Salih geçici kimlik belgelerinin yenilenmemesi sebebiyle GGM’ye alındı. Anneleri ise dışarıda hiçbir geliri olmadan çocuklarının serbest bırakılmasını bekliyor.

GÖÇMENLER AÇLIK GREVİNE BAŞLADI

Munaf Alawani, Harran GBM’de ilaç verilmediği için mağdur olan hikayelerden yalnızca bir tanesi. Kanser hastası olmasına rağmen ilaçları temin edilmeyen bir diğer göçmen de Amer Aljah. 1O gün önce tuvalette bayılan ve nefes almayan bir göçmenin hastaneye götürülmesi ve bir daha haber alınamaması nedeniyle isyan çıktı. Harran GBM’de kalan Suriye uyruklu H.H., ilaçların temin edilmemesi ve kötü muamele nedeniyle dün açlık grevine başladıklarını ifade etti. Öte yandan nefes alamadığı için hastaneye götürülen göçmenin öldüğüne dair iddialar sürüyor. H.H., arkadaşının ilaçsızlıktan dolayı kalp krizi geçirdiğini söyledi.

İNTİHAR TEŞEBBÜS ETTİ DAYAK YEDİ

Harran GBM’de kalan göçmenler, yedi aydır ailesiyle birlikte kampta kalan Hamza’nın intihara teşebbüs ettiği için güvenlikten şiddet gördüğünü anlattı. Olaydan sonra ailesi GBM’den çıkarılan Hamza hala kampta tutulmaya devam ediyor.

12 yıldır Türkiye’de yaşayan 70 yaşındaki Suriyeli göçmen, yol izni olmadan Kayseri’den Şanlıurfa’ya torunlarını görmeye gitti. Geri dönüş yolunda yakalanarak Harran GBM’ye alındı. Kampın dedesi olarak tanıttıkları göçmen bir daha Kayseri’ye dönemedi.

BURADA İLAÇSIZLIKTAN İNSANLAR ÖLÜYOR

Beş aydır Harran GBM’de kalan H.H., yaşadıkları yerin koşullarını anlattı. H.H., “Şu anda Türkiye’de herkes Şam’daki Sednaya Hapishanesini konuşuyor. Burada kalan göçmenler de ilaçsız bırakılarak ölüme terk ediliyor. İnsanlar ölüyor, intihara teşebbüs ediyor ancak bunların üstü örtülüyor” dedi.

Konteynırlarda sekiz kişi yaşadıklarını anlatan H.H., yemeklerin çok kötü ve aynı olduğunu temiz su verilmediği için şebeke suyu içmek zorunda kaldıklarını, temizlik yapılmadığını ifade etti. H.H., “Memurlardan bir şey talep etmekte ısrarcı olduğumuzda şiddetle karşılaşıyoruz” dedi.

https://www.karar.com/guncel-haberler/harran-gbmde-ilac-verilmeyen-gocmenler-aclik-grevinde-ilacsizliktan-1916808

 

16 Aralık

Esad gitmiş, misafirlik bitmiş midir! – Yıldız Önen (Enternasyonal Dayanışma)

Son bir aydır Suriye’de olanları hep beraber dikkatle izliyoruz. Yıllarca Suriyeli muhaliflerin Suriye diktatörü Esad ve yönetimi konusunda söylediği vahşeti, özellikle Sednaya Hapishanesi açıldıktan sonra tüm dünya görmeye ve kabul etmeye başladı. Pek çok Suriyeli aktivist, Esad devrildikten sonra gerçek isimleri ile yaşadıklarını anlatmaya, siyaset yapmaya başladılar. Esad diktatörlüğünden ve muhaberatından kurtulmanın sevinci ile özgür olduklarını ilan ettiler.

Maalesef emperyalist ülkeler, Suriyelilerin bu sevincini kursaklarında hapsetmeye çalışıyorlar. Daha Suriye’de yeni bir rejim oturmamış, açlık, yoksulluk kol gezerken, Avrupa’daki pek çok ülke devam eden iltica başvurularını askıya almaya ve iltica eden, oturum alan Suriyelileri de geri göndereceklerini söylemeye başladılar.

Kürtler arasında meşhur bir laf vardır: “Kürtlerin yüzünün gülmesine izin verilmez.” Belli ki Suriyelilerin de yüzünün gülmesine izin verilmeyecek.

Almanya, Suriye’deki belirsizlik nedeniyle 47 bin sığınma başvurusunu askıya aldı. Almanya’yı Hollanda, Belçika, Avusturya, Çekya, Danimarka, Finlandiya, Norveç, İsveç, İtalya takip etti. Bu dalgaya şimdilik İspanya ve Estonya katılmadı. Avusturya’da bununla da yetinilmiyor, İçişleri Bakanı Gerhard Karner, “Bakanlığa Suriye’ye düzenli dönüş ve sınır dışı etme programı hazırlama talimatı verdim” dedi.

Türkiye’de ise hemen koro hâlinde pek çok siyasi lider, gazeteci, yazar geri dönüş olanaklarını değerlendirmeye başladı. Onlarca örnek var ama bir tanesi hepsini özetliyor gibi: Mansur Yavaş’tan “Suriyeliler” açıklaması: Esad’ın zulmü bahane ediliyordu, şimdi gitmelerinin önünde engel kalmadı. Ya da İYİ Parti Lideri Dervişoğlu’nun açıklaması “Esad gitmiştir, misafirlik bitmiştir. 238 bin Suriyelinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı derhal iptal edilmelidir”.

Esad gidince prensin uyuyan güzeli öpmesi gibi tüm sihir bozuluyor: binlerce ölen diriliyor, yakılan, yıkılan evler düzeliyor, sular akıyor, elektrikler geliyor, ekonomi canlanıyor, Suriye cennet oluyor.

Yıllarını siyaset ile geçirenlerin bu masala inandıklarını sanmıyorum ama popülizm, ırkçılık tam da böyle bir şey; her fırsatta en zayıf olana saldırma siyaseti. Avrupa’da iptal edilen yeni iltica başvuruları toplamda kaç tanedir, 100 bin yoktur bile, hepsi kabul edilse 100 bin yeni mülteci Avrupa ekonomisini ne batırır ne düze çıkarır. O zaman neden Suriyelilerin sevinçleri kursaklarında bırakılıyor?

Bunun arkasında dünya çapında yükselen aşırı sağ dalganın olduğunu görmek gerekiyor. Amerika’ya Trump’ı ikinci defa başkan yaptıran sağ ve popülist bir dalga dünyada yayılıyor. İnsan haklarını, demokrasiyi değil kendi maddi çıkarlarını öne çıkaran, geniş kitleleri ise “her koyun kendi bacağından asılır” fikrine inandıran neoliberalizmin başarısı bu. Daha önceki yazılarımda sık sık bu konuyu anlattığım için burada bu parantezi kapatıyorum.[1]

Suriyeliler ülkelerine dönsünler diye propaganda ile birlikte bir de hepsi değil entegre olmayanlar gitsin diye de bir akım var. Örneğin Almanya Başbakanı Olaf Scholz “Burada çalışan, iyi entegre olmuş kişiler Almanya’da hoş karşılanmaya devam edecektir” dedi. Ya da Türkiye Cumhurbaşkanı “Birikimiyle, işiyle, kabiliyetiyle, emeğiyle, üretimiyle ülkemize katkı vererek burada olmak isteyenlerin de başımızın üstünde yeri vardır” dedi.

Sığınmacılık bir ülkede yaşamakta zorlanan kişilerin içine düştüğü durumdur. Mültecilik başvurusunda o kişinin başvuran ülkeye ne katacağı değil, geldiği ülkede güvenli bir yaşam imkânı olup olmadığı sorulur. Maalesef yeni model popülist aşırı sağcı rejimler “bizim ülkeye ne katacaksınız” sorusunu öne çıkarmayı tercih ediyorlar.

Halbuki sığınmacı olmanı gerektiren durum önemlidir. Türkiye’de yaşayan Suriyeliler ile yapılan röportajların çoğunda şu basit cevap alınabiliyor: “Suriye’de durum çok kötü. Nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk içinde yaşıyor. Yeni rejimin nasıl olacağı, kimlerden oluşacağı belli değil, çatışmalar devam ediyor. Altyapıda büyük bir yıkım var, çok sayıda nitelikli insan gücü ülkeyi terk etti, ulaşım bağlantıları çok kötü. Tarım sektörü büyük bir yıkıma uğradı, maaşlar çok düşük. İnsanlar geri dönse bile evlerini bulamama ihtimalleri çok yüksek.”

Güvenli bir yaşam şansı olmayan bir ülkeye zorla geri gönderilmek istenen Suriyelilerin büyük bir kısmı dönmek istemiyor. Area Araştırma’nın hazırladığı “Suriyeli Göçmenler Araştırması” raporuna göre 1.207 kişiyle yapılan anket kapsamında Suriye’de yaşanan son gelişmelerin ardından “Ülkenize geri dönecek misiniz?” sorusu yöneltilen katılımcıların yüzde 60,7’si dönüş yapmak istemediğini söyledi. Geri dönmek istemeyen göçmenlerin yüzde 40,2’si kurulu düzeni olduğunu, yüzde 16’sı Türkiye’nin daha rahat, huzurlu ve güvenli olduğunu, yüzde 13,6’sı ise dönecek kimsesi olmadığını söyledi.[2]

Her türlü siyasi karar için anketlere de ihtiyaç yok esasında. Birleşmiş Milletler’e bağlı Mülteciler Yüksek Komiserliği, geri dönüş programlarında gözetilmesi gereken üç ilke ortaya koymuştur. Bu ilkelerin ilki gönüllülük, ikincisi güvenlik, üçüncüsü ise sürdürülebilirliktir. Bu üç ilke ne Türkiye’de ne diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Suriyeliler için yerine gelmemişken “geri dönsünler” kampanyası zaten son 4-5 yıldır gurbette çok zor koşullarda yaşayan Suriyelilerin yaşamlarını olumsuz etkilemektedir.

“Gidecekler” diye propaganda yapıldığında ve geri dönüşler geciktiğinde Kayseri olaylarına benzer, mültecilere dönük yaygın şiddet eylemleri gerçekleşebilir. O yüzden bu propagandadan vazgeçmek gerekir.

Suriyelilerin geri dönmesi Türkiye’deki sorunları çözmeyecektir. Mansur Yavaş gibi Dervişoğlu gibi siyasetçilerin popülist ırkçı söylemlerine kapılmayalım. Sorunların çözümü ekonomik sistemin işçilerin lehine değişmesi ile mümkündür. Asgari ücretin 60-70 bin lira gibi insanca bir miktarda olması, silahlanmaya değil sağlığa, eğitime bütçe ayrılması, işçilerin, emeklilerin insanca yaşayabilecekleri bir ücret ve sosyal haklara sahip olması ile daha iyi bir Türkiye’de yaşayabileceğiz. Bunun yolu işçi sınıfının birlikte mücadelesi ile mümkün. Suriyeli, Kürt, Türk, Alevi, Sünni, kadın, erkek işçiler beraber çalışıp beraber mücadele etmeyi başardıklarında herkesin yaşam koşullarında bir iyileşme olacaktır, göçmenleri sınırdışı ettiğimizde değil. Daha iyi bir yaşam beraber mücadele ile mümkün, zor olan bunu inşa etmek.

https://enternasyonaldayanisma.org/2024/12/16/esad-gitmis-misafirlik-bitmis-midir-yildiz-onen/

 

16 Aralık

Suriye'ye dönüş projeksiyonu: Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi – Bekir Berat Özipek (Anadolu Ajansı)

Suriye’de 61 yıllık bir korku rejiminin yıkılmasıyla birlikte önemli bir dönemeç aşıldı. Bu bakımdan öncelikle çetin ve sabırlı bir mücadelenin ardından 8 Aralık 2024 tarihini bayram ilan eden Suriye halkını ve bu tarihi anları kutlamak gerek.

Bugünlere kolay gelinmedi. Orta Doğu’nun en zalim diktatörünün yarattığı dehşetle ülkenin yarısının ülke içinde veya dışında yerinden edildiği, insan kaçakçıları tarafından batacağı bilinen teknelere doldurulup denizlere bırakıldığı, ailelerin bölündüğü ve anneyle çocuğun nehrin iki tarafında kalıp birbirini kaybettiği tahayyül edilemez bir acıydı Suriye halkının yaşadıkları.

Şimdi ilk kez Suriye’nin kendi halkı tarafından yeniden ve gerçek anlamda kuruluşu için bir imkan var. Buna yeni bir kuruluş ve o kuruluşun niteliğini belirleyecek bir “sosyal sözleşme süreci” gözüyle de bakabiliriz.

Suriye'nin önünde elbette uzun bir yol var. Özgür bir ülkeye erişmek de sihirli bir değnekle bir günde olmayacak. Suriyeliler, devletin teşkilat yapısını, anayasayı ve temsil süreçlerini konuşacaklar; gerilimler ve uzlaşmalar olacak, hatalar yapıp dersler çıkaracaklar. Tıpkı Batı demokrasilerinin veya Türkiye demokrasisinin geçtiği yollar gibi onların da önünde uzun bir yol var. Ülke nüfusunun yarısını dehşet içinde yollara düşüren rejimin geride bırakılmış olması ilk ve en önemli aşamaydı ve bu aşama geçildi.

İlk işaretler olumlu

Suriye’nin, ilk defa Suriyeliler tarafından demokratik bir biçimde yeniden kuruluşu bakımından ilk işaretler çok umut verici. Suriye Muhalif ve Devrimci Milli Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) “özgür, demokratik ve çoğulcu bir Suriye” vurgusu, dini ya da etnik temelde hedef gösterme ya da ayrımcılığa izin verilmeyeceğinin belirtilmesi, Hıristiyanların “Suriye'nin ulusal kumaşının bölünmez bir parçası” olarak tasvir edilmesi ve “Suriye’nin toplumsal dokusunu birleştirme” hedeflerine ilişkin açıklamalar, Suriye’de herkesi kapsayacak bir ülke ideali açısından adil ve kucaklayıcı bir perspektif ortaya koyuyor.

Suriye’de Baas rejiminin devrilmesinin ardından kurulan geçici yönetim, ağır bir insanlık dışı baskı rejiminin ardından, bölünmüş bir toplum ve dünyanın her tarafına savrulmuş ailelerden sonra adaleti tesis etmek gibi ağır bir sorumlulukla karşı karşıya. Yeni yönetimin temsilcilerinin bu zorluğu başarmaları, bölgenin kaderini de değiştirebilecek muazzam bir potansiyelin aktif hale gelmesi anlamını taşıyor. Suriye’de yaşayan herkesin, Arapların, Kürtlerin, Türklerin, Hıristiyanların, Nusayrilerin, Sünnilerin, Şiilerin ve diğer tüm grupların eşit bir biçimde bu “benim devletimdir” diyebilecekleri bir sosyo-politik düzeni birlikte inşa etmek, sonuçları sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak özgürleştirici bir potansiyeli ifade ediyor. Bu ilk duyarlılığı yarın çıkacak tüm sorunlarda hatırlamak ve ne olursa olsun hiçbir zaman terk etmemek gerek.

Elbette Suriye’nin geleceğinin ve yönetim yapısının nasıl şekilleneceği Suriyelilerin kararı olacak ve bu bakımdan herkesin buna saygı duyması gerek. Ama bu süreçte onların yanında olmak, tecrübe paylaşımı ve tavsiyelerle katkıda bulunmak da oldukça önemlidir.

Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi neden önemli?

Suriye’nin yeniden inşası sürecinde Türkiye’nin katkısı da bu açıdan hayati bir önem taşıyor. İşgal sonrası Afganistan’ın gruplar arasındaki çatışmalarla bugüne ulaşan istikrarsızlığı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bu istikrarsızlığın sürekliliğini sağlayıcı etkisi biliniyor.

ABD, Rusya veya diğer Batılı büyük devletlerin Suriye’de çözümsüzlüğe, istikrarsızlığa, farklı unsurların karşılıklı olarak birbirlerini yiyerek enerjilerini tüketip kendileri tarafından yönetilebilir hale getirilmesine dayalı bir statükoyu empoze etmeye çalışacaklarını anlamak için şimdiye kadar Suriye’de oynadıkları role bakmak yeterli.

Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreçte, kendi anayasal demokratik tecrübelerinden de istifade ederek yeni Suriye yönetimine makul ve basiretli bir siyaseti tesis etmeleri yönünde destek olması gerekiyor. Bunun yanında Türkiye, bölgeye ve Suriye’ye dair niyetleri bugüne kadarki icraatlarından belli olan “müttefiklerinin” istikrarsızlaştırıcı müdahalelerinden Suriye'nin azade olabilmesi için çaba sarf etmelidir.

Bu bakımdan dayatmada bulunmaksızın Suriye halkının yanında durarak, 8 Aralık sonrasında açıkladıkları çoğulcu ilkeler doğrultusunda bir sosyo-politik düzenin inşası için Suriye halkına destek vermek gerekiyor. Açıkçası bölgede Türkiye’nin dışında Suriye’ye doğru yönde destekte bulunacak başka bir devlet de yok. Eğer doğru biçimde yapılabilecek olursa bu katkı Suriye’nin geleceği açısından hayati bir önem taşıyor.

Göç yönetiminde göz önüne alınması gerekenler

Ancak bu süreçte Türkiye’nin yapması gerekenler, Suriye’nin demokratik geçişine doğru bir zeminden katkı sağlamaktan ibaret değil. Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerle ilgili bundan sonra atacağı adımlar da bir o kadar önemli.

Türkiye’de şimdiye dek Suriyelileri ayrımcı, ırkçı ve mezhepçi bir temelde ötekileştiren çevreler şimdi de “madem Esed gitti, hemen gitsinler” propagandasına başladılar. Onların bugüne kadar Suriye meselesinde verdikleri zarar, Türkiye’ye ve stratejik çıkarlarına herhangi bir yabancı gücün verebileceği zararın çok üstünde oldu ve bugün de Türkiye’nin bu kritik dönemde hata yaparak Suriye ve bölge ile ilişkilerini zedelemesini beraberinde getirecek bir politika öneriyorlar.

O çevrelerin veya ırkçı siyasilerin bunu kendi hesaplarına mı yaptıkları yoksa başka bir devlet adına Türkiye’nin elini zayıflatmak için mi yaptıkları ayrı bir tartışma konusu. Önemli olan, söz konusu çevrelerin bu süreçteki propagandalarının etkisinde kalmadan, yeni dönemde Türkiye-Suriye ilişkilerinde de kilit rol oynayacak Suriyeli göçmenlerle ilgili doğru bir politika belirlemek ve uygulamak olmalı.

Bunun için öncelikle 13 yıldır burada olan, burada yaşayan, evini, işini yeniden kurup çocuklarını okula gönderen, Türkiye’nin kültürel ve iktisadi her anlamda bir parçası haline gelen insanların ikinci bir travmaya girmesine izin verilmemeli. Onların “acaba sosyal medyada yazdığı gibi bizi geri dönmeye zorlayacaklar mı?” şeklindeki kaygılarla sosyal uyumunu zedeleyecek propagandaların önü baştan kapatılmalı.

Burada doğan, kendilerini buraya ait hisseden, Türkçe konuşan ve kendisini ülkedeki diğer çocuklardan ayıramayacağımız ölçüde “buralı” olan yaklaşık bir milyon çocuk var. Özellikle onlar ve aileleri için vatandaşlık statüsünün erişilebilir hale getirilmesi, kimsenin dönmeye zorlanmaması, dönecek olanların da sıkboğaz edilmeden, oradaki düzenini kurduktan sonra Türkiye’den sağlık ve selametle ayrılmaları için gerekli düzenlemeler yapılmalı.

İnsanların geride bıraktıklarına, evlerine ve ailelerine güven içinde gidip gelerek kendileri için en uygun olana gönül rahatlığı içinde karar verebilmeleri kolaylaştırılmalı. Bunun için de çoklu giriş ve çıkışlara herhangi bir engel konulmamalı. Türkiye bu süreçte yapılabilecek menfi propagandalara aldırmadan Suriyeli göçmenlerin kendileri için en iyi olanı tercih edip gidecekleri veya kalacakları durumlara uygun düzenlemeler yapmalı.

On yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan, farklı ilişkiler ve hususiyetler arz eden insanlara içinde bulunduğu ortam ve şartların farklı olabileceği gerçeğiyle yaklaşılmalı. Mevzuat bu insani durumlardaki çeşitliliğe uyarlanmalı ve bu süreçte geliştirilecek tüm politikalar hak temelli olmalı.

Öte yandan Suriyeliler çekildiğinde Türkiye ekonomisinin uğrayacağı kayıpların telafisi olmayacak. Dolayısıyla hükümet ve karar vericiler, Suriyelilere dair menfi kanaatlerini hiçbir şekilde değiştirmeyecek insanların zalimane talep ve beklentilerini canlı tutmalarına elverişli bir durum oluşmamasına özen göstermeli.

Türkiye’deki Suriyelilerin tedirgin edilmeden yaşama ve çalışma haklarını güvence altına alacak, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına yaptıkları katkıyı sürdürmelerini mümkün kılacak esnek bir sosyo-politik çerçeve tesis edilmelidir. Suriyelilere yönelik herhangi bir geri dönüş baskısı yapılmayacağı -ve yapılmaması gerektiği- gerekçeleriyle birlikte izah edilmeli.

Şimdi Türkiye’de siyasa oluşturan iradeye doğru yönden politika önerebilecek olan çevrelere bu süreçte önemli bir iş düşüyor. Zira Türkiye’den Suriye’ye giden her Suriyeli için sevinen, onların eksilmesini bir kazanç olarak gören dar görüşlü ve dar vicdanlı çevrelerin telkinlerine kapılmamak zorundayız. Üç-beş milyon insan ne Türkiye’nin demografisini değiştirebilir ne de dokusunu bozabilir. Tam tersine Türkiye’nin zengin dokusu tam da bu çeşitliliğe, yüzyılların ürünü olan farklı kaynaklardan beslenmeye ve bunu bir potada buluşturmaya dayanıyor ve bu potayı muhafaza etmek gerek.

İşte tam da bu yüzden Türkiye’deki Suriyeliler hem Türkiye ve Suriye için hem iki ülkenin geleceği bakımından başka hiçbir ülkenin sahip olamayacağı muazzam bir stratejik gücü de ifade ediyor. Bu bakımdan Türkiye’nin izlemesi gereken doğru politika çok özel bir keşif konusu değil. Türkiye'nin tek yapması gereken insanların hayatını kolaylaştıracak bir duruş ve ona uygun bir uygulama ortaya koymaktan ibaret. Suriye’nin Baas kabusundan kurtulduğu bu tarihi günler, bütün bunları gerçekleştirebilmenin imkanlarını sunuyor.

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/suriyeye-donus-projeksiyonu-gecis-surecinde-turkiye-nin-etkisi/3425688