Haberler
Göçmenlerin Gündemi (31 Mart – 6 Nisan)

1 Nisan
Göç bilançosu: Nitelikli iş gücü arttı, iltica azaldı
Almanya'da görevini bırakmaya hazırlanan İçişleri Bakanı hükümetin göç bilançosunu açıkladı. Buna göre, nitelikli iş gücü göçü yüzde 77 arttı, iltica başvuruları ise azaldı.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, görevini yeni kurulacak koalisyona bırakmaya hazırlanan hükümetin göç politikasının bir bilançosunu çıkartarak, izledikleri siyaseti savundu.
Sosyal Demokrat Partili (SPD) Bakan Faeser, bugün Berlin'de düzenlediği basın toplantısında "Hedefimiz nitelikli iş gücü göçünü güçlendirmek, düzensiz göçü etkili bir şekilde sınırlandırmak ve kaçakçılık suçu ile etkin mücadeleydi. Her üç alanda da önemli ilerlemeler sağladık" diye konuştu.
Göç politikası kadar kutuplaştıran başka bir konu olmadığını ifade eden Faeser, bu nedenle de "sayılar, veriler ve gerçeklerin sunulmasının" önemli olduğunu kaydetti.
Nitelikli iş gücü göçü yüzde 77 arttı
İçişleri Bakanı'nın açıkladığı verilere göre, SPD liderliğindeki koalisyon hükümetinin göreve başladığı 2021 yılından bu yana nitelikli iş gücü göçünde yüzde 77 artış kaydedildi. Buna göre, 2021 yılında 97 bin olan çalışma vizesi sayısı 2024 yılında 172 bine yükseldi. 2021'te 63 bin öğrenci vizesi sayısı da 2024'te 90 bine ulaştı.
SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'nin (FDP) koalisyonu, nitelikli iş gücü yasasında değişiklik yaparak yabancı iş gücünün Almanya'ya gelmesini kolaylaştırmıştı. Üçlü koalisyon, vatandaşlık yasasında da değişiklik yaparak, Almanya'ya uyum sağlamış yabancıların vatandaşlığa geçişine bazı kolaylıklar sağlamış, çifte vatandaşlığı mümkün kılmıştı.
İltica başvurularının sayısı düştü
Almanya'da iltica taleplerinin sayısında düşüş kaydedildiğini ifade eden Faeser, "Mart ayı içinde iltica başvurularının sayısının 2021 yılının başındaki, yani koronavirüs pandemisi dönemindeki sayılar kadar az" olduğunu söyledi.
İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre, Faeser'in göreve başladığı 2021 yılına kıyasla iltica başvurularında düşüş, geri göndermelerde ise artış kaydedildi. 2025 yılının ilk çeyreğinde, 2024'ün ilk çeyreğine kıyasla iltica başvuru sayılarında yüzde 35, 2023'ün aynı dönemine kıyasla ise yüzde 49 düşüş oldu.
2024 yılında iltica başvurusunda bulunanların toplam sayısı 213 bin 499 olarak kayıtlara geçerken, Suriyeliler, Afganlar ve Türkler iltica başvurusu yapanlar arasında ilk üç sırayı aldı.
2025 yılının ilk çeyreğinde sınır dışı edilenlerin oranı da 2024 yılının aynı dönemine kıyasla yüzde 30 arttı. 2021 yılında sınır dışı edilenlerin sayısı 11 bin 982 iken bu sayı 2024 yılında 20 bin 84 oldu.
"Bireysel sığınma hakkı tartışmaya açık değil"
Faeser, bireysel iltica hakkının kaldırılması önerisine ise karşı çıktı.
Federal Göç ve Mülteciler Dairesi Başkanı Hans-Eckhard Sommer Pazartesi akşamı bir toplantıda yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği'nin iltica politikasını tamamen değiştirerek, sadece insani kabul programına dönüştürülmesini ve bireysel iltica ile benzeri koruma haklarının kaldırılmasını önermişti.
İnsani kabul programının etkin bir yöntem olmayacağını, bu şekilde göçün ve savaştan kaçan sığınmacıların engellenemeyeceğini ifade eden Faeser, bu nedenle de hiçbir Avrupa ülkesinin bunu uygulamadığını söyledi. Faeser, iltica hakkının SPD için tartışmaya açık olmadığını vurguladı.
https://www.dwturkce1.com/tr/g%C3%B6%C3%A7-bilan%C3%A7osu-nitelikli-i%C5%9F-g%C3%BCc%C3%BC-artt%C4%B1-iltica-azald%C4%B1/a-72105891
2 Nisan
Anket: Almanların göç endişesi azaldı
Kamuoyu araştırma şirketi Ipsos'un yaptığı anket Almanların en büyük kaygısı göç olmaya devam ediyor, ancak bir önceki aya göre bu endişe azaldı.
Mart ayı anketine göre, askeri çatışma endişesi ise bir önceki aya göre arttı.
Kamuoyu araştırma şirketi Ipsos tarafından aylık olarak yapılan "Dünyanın Endişeleri" anketine göre Almanların yüzde 41'i göç nedeniyle kaygı duyduğunu ifade etti. Ancak, bu oranın Şubat ayına kıyasla yüzde 3 azaldığı belirtildi.
Mart ayı anketinde, kaygı duyulan konular arasında en yüksek artış ise askeri çatışma konusunda oldu. Askeri çatışma endişesi duyduklarını ifade edenlerin oranı 11 puan artarak yüzde 27'ye yükseldi. Askeri çatışma, en çok endişe duyulan konular arasında beşinci sırada bulunuyor.
Almanları en çok kaygılandıran ikinci konu ise yüzde 33 ile yoksulluk ve sosyal eşitsizlik oldu. Bu konuda kaygılarını dile getirenlerin oranı Şubat'a kıyasla yüzde 3 arttı.
Suç ve şiddetten duyulan kaygı 5 puan düşerek yüzde 31 olarak kaydedildi. Enflasyon endişesi ise 4 puan azalarak, yüzde 27 olarak belirlendi.
Ankete katılanların yüzde 21'i Almanya'nın yeniden ilerleme kaydettiğine inanıyor. Mart ayı anketinde bu oran Şubat'a kıyasla yüzde 4 daha yüksek oldu.
Ülkede ekonomik durumun kötü olduğunu düşünenlerin oranı bir önceki aya kıyasla yüzde 1 artarak yüzde 74 olarak kaydedildi.
Almanya göç endişesi konusunda ikinci sırada
Almanya, anketin yapıldığı diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında göç konusunda endişe duyanların oranı ile ikinci sırada yer aldı. Bu konuda yüzde 44 ile Şili birinci sırada bulunuyor. İngiltere'de bu konuda kaygı duyduğunu belirtenlerin oranı yüzde 32, Fransa'da yüzde 27, ABD'de ise yüzde 25 oldu.
Ipsos anketi, Avrupa'daki diğer ülkelerde askeri çatışma kaygısının arttığını ortaya koydu. Polonya'da askeri çatışma endişesi taşıyanların oranı yüzde 32, İsveç'te yüzde 27, Hollanda'da yüzde 25 ve Fransa'da yüzde 15 olarak belirlendi.
Online olarak 21 Şubat-7 Mart tarihleri arasında yapılan ankete 29 ülkeden 25 bin 231 kişi katıldı.
https://www.dwturkce1.com/tr/anket-almanlar%C4%B1n-en-b%C3%BCy%C3%BCk-endi%C5%9Fesi-g%C3%B6%C3%A7/a-72118289
3 Nisan
AB’nin paradigma değişikliği ve mülteciler - Ercüment Akdeniz (Enternasyonal Dayanışma)
Avrupa medeniyetinin inşası köle transferi olmadan gerçekleşemezdi. Kolonyalizmin bir amacı toprak işgali ve kaynakların talanı iken diğer amacı keşfedilmiş köle emeğinin transferiydi. Avrupalı gemi kumpanyaları, savaş ve kargo gemilerinin yanına köle transfer gemilerini inşa etmekte gecikmediler. Avrupa bir yandan siyah köleleri transfer ederken “yeni dünya” Amerika’ya köle transferinin de köprüsü hâline geldi.
İçleri köleler için özel olarak dizayn edilmiş olan bu gemiler aynı zamanda beyaz efendiye biat etmeyi öğreten, onlara dil ve iş becerisi kazandıran, en nihayetinde köle işçi üreten “fabrika gemilere” dönüştüler. Uzun yolculuklardan sağ kalan kadın ve erkek köleler tarım plantasyonlarının zincirlenmiş yeni iş gücü oldular. Çocuklar ve doğmakta olan bebekler ise geleceğin en önemli iş gücü yatırımıydı.
Modern sanayinin gelişimi, köle ve buna ek olarak göçmen emeğinin makine başına çekilmesini sağladı. Siyahlara uygulanan ve 20’nci yüzyılın ortalarına kadar devam eden ırkçı ayrımcılık, siyah işçilerin esaret zincirlerinden kurtulmasını engelledi. “Yurttaş özgürlüğü” tanındığında onlar artık kapitalist üretim zincirlerine bağlanmış modern kölelerdi.
Avrupa medeniyeti 20’nci yüzyılda iki kanlı boğazlaşmanın savaşını yaşadı. Bunlar emperyalist paylaşım savaşına dayanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıydı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı, Avrupa’nın faşizme teslim olduğu kanlı bir süreçti. Faşizm yeni tipte bir sömürgecilik, Nazi toplama kampları ise yeni türde bir kölelik sistemi inşa etti. Kapısında “Çalışmak Özgürleştirir” yazan kamplar sadece imha kurumları değil aynı zamanda devasa sermaye birikimi sağlayan sömürü merkezleri oldular.
Berlin’de Reichtag binasına kızıl bayrak asıldığında İkinci Büyük Savaş sona erdi. Faşizm yenilmişti. Ucuz ve güvencesiz emek ticareti bu kez Almanya ve Avrupa kentlerinin, sanayi tesislerinin yeniden inşası için gündeme geldi. Savaş yorgunu milyonlarca işçi “misafir işçiler” olarak Avrupa kentlerine transfer edildiler. Fakat misafirlerin çoğu geri dönmedi. Sistematik hâle gelen emek göçü yıllar içinde devam etti.
Tarihin ilginç anekdotlarından biri de şudur: Savaş boyunca yurttaşları mülteci durumuna düşen Avrupa devletleri, savaş sonrasında bu kez Avrupa dışındaki ülkelerden gelecek mültecileri heyecanla karşıladı. “Medeniyet” 1951’de Cenevre’de imzalanan mülteci sözleşmesini emek transferi için alabildiğine kullandı.
21’inci yüzyıla girerken dünya göç nüfusu katlanarak büyüdü. Merkez kapitalist ülkeler için bu durum gereğinden fazla mülteci demekti. 2000’li yıllardan itibaren kademeli olarak sert tedbirler ve kalın bariyerler gündeme geldi. Avrupa Birliği artık mültecileri istemiyor, tersine onları olabildiğince sınır dışı etmek istiyordu. Yine de nüfusu giderek yaşlanan Avrupa’nın genç iş gücüne ihtiyacı vardı. Bundan böyle “sınırlar” göçmen geçişlerini sıfırlamak için değil, filtrelemek için dizayn edilecekti. Mülteciler geri itilirken onların yerini dolduracak çözüm “geçici sözleşmeli göçmen işçiler” şeklinde formüle edildi.
Kanımca Avrupa medeniyeti modernizminin göç alanındaki temel paradigma değişikliği, AB Yeni Göç ve İltica Paktı’nın imzalanmasıyla taçlanmış oldu. Yeni göç yönetimi stratejisi mültecilere karşı adı konmamış bir muharebe başlatıyor ve göçü az gelişmiş ülkelerin üzerine yıkacak “göçmen depoları” oluşturuyordu. Kelle başı kirli para pazarlıkları Avrupa medeniyetinin utanç vesikası olarak kayda geçti. Şüphe yok ki bu projenin prototip ülkesi Türkiye’ydi.
AB Yeni Göç ve İltica Paktı aynı zamanda nitelikli iş gücünün eğitimi ve elbette ticareti için çeşitli fon ve projeleri devreye soktu. AB kalkınma ajansları özel istihdam bürolarıyla iş birliği hâlinde muazzam bir göçmen işçi pazarı oluşturdu. Fakat pazarın yeni işçileri için bir şart vardı: kalıcı olmamak, sürekli hâlde ve mobilize yedek işçi ordusu olarak Avrupa iş gücü sahasında dolaşmak. İşi ya da pili biten göçmen işçiler önceden bağıtlanan akitler gereği Avrupa dışına çıkarılacaklardı. Magdooff’un “kullan at emekçileriydi” artık onlar.
Avrupa tekeller birliği bununla da yetinmedi. Yeni göç paradigması ışığında ve evrensel mülteci haklarını ayakaltı ederek “sistematik geri gönderme” stratejisini devreye koydu. Eskiden “başlangıç ülke – transit ülke – hedef ülke” biçiminde şekillenen göç rotası tersine çevrildi. Böylece hedef ülkeye ulaşan mülteciler kademeli olarak transit ve başlangıç ülkelere deport edilmeye başlandılar. Göç döngüsünde yarım kalan daire tekeller için tamamlanmıştı artık. Yeni yüzyıla miras bırakılan karanlık ve devasa bir göç yönetim biçimiydi bu. AB parlamentosu oylaması sırasında sevinç gözyaşı döken milletvekilleri, efendilerine sadakatin en önemli sahnelerinden birini sergilemişti. Zira kapitalizmin küresel rekabetinde AB için muazzam bir buluştu bu.
Ama ve lakin tüm bu sürecin siyasal bir zemine oturması gerekiyordu. Böylece “aşırı sağ” partilerin önü açıldı ve mülteci deportunu hızlandıracak güçlü bir yerli kitle tabanı oluşturuldu. Avrupa “sol”una ve sosyal demokrat partilerine de rol biçilecekti. Sosyal demokratların yeni sloganı belli olmuştu: “Aşırı sağ gelmesin diye göçmen karşıtı yasaları biz uygulayalım”(!) İkinci Enternasyonal’in bakiyesi uğursuz şovenizm ruhu bir kez daha karşımızdaydı.
Fakat her şey kötü değil ve her şeye rağmen ufukta umut ışığı var. Avrupa halklarının anti-faşist, anti-ırkçı mücadele ve dayanışma geleneği zaman zaman kendini gösteriyor. En önemli zayıflık ise “mültecilerle dayanışma” çizgisinin aşılamaması. Oysa AB’nin yeni göç paradigmasında gedikler açmak, esas olarak yerli ve göçmen emekçilerin ortak hak mücadelesi ve ortak örgütlenmesiyle mümkün. Sınıf mücadelesi ise her şeyin esası. Avrupa işçi sınıfının şovenizmden kurtarılması ve hatta eski nesil göçmen işçilerin ırkçı partilere yönelişinin engellenmesi için de bu adımlar şart.
AB Komisyon Başkanı Ursula Von Der Leyen’in Türkiye ziyaretleri, AKP iktidarını Yeni Göç ve İltica Paktı’nın partneri yaparken, Avrupa’nın ve Türkiye’nin mücadele dinamikleri karşıt bir göç stratejisi için el ele vermek zorunda. AB’nin Suriye’nin yeniden inşasında mülteci işçiler üzerinden oluşturmaya çalıştığı köle pazarını da bir kenara not düşelim. Dolasıyla Suriye ve Orta Doğu’nun yeni göçmen işçileri de bu kapsam içine alınmalı.
(Enternasyonal Dayanışma dergisinin 2. sayısında yayımlanmıştır.)
https://enternasyonaldayanisma.org/2025/04/03/abnin-paradigma-degisikligi-ve-multeciler/