Haberler
Göçmenlerin Gündemi (30 Haziran – 6 Temmuz)

30 Haziran
Almanya vize retlerine itiraz hakkını tamamen kaldırıyor (DW Türkçe)
Almanya Dışişleri Bakanlığı, vize başvurularına yönelik ret kararlarına itiraz (remonstrasyon) hakkını 1 Temmuz 2025 tarihinden itibaren dünya genelinde süresiz olarak kaldırma kararı aldı. Böylece, daha önce 30 Haziran 2025'e kadar pilot proje olarak bazı ülkelerle sınırlı olan uygulama kalıcı hale getirildi. Yeni düzenleme uyarınca, Almanya tarafından vize başvurusu reddedilen kişiler artık bu karara itiraz edemeyecek.
Almanya, Haziran 2023'te başlattığı pilot uygulama kapsamında Türkiye, Çin, Hindistan, Rusya, Fas, Tunus, Nijerya, Endonezya, Tayland, Gana ve Vietnam gibi bazı ülkelerden yapılan vize başvurularında ret kararlarına karşı itiraz başvurularını geçici olarak askıya almıştı. Bu uygulamanın 30 Haziran 2025'e kadar sürdürülmesine karar verilmişti. Bu süreçte yapılan değerlendirmeler sonucunda itiraz dilekçlerinin incelenmesinin vize birimlerindeki iş yükünü daha da artırdığı tespit edildi. İtiraz hakkının iptalinin ise yeni başvurulara daha fazla kapasite ayrılmasını sağladığı ortaya çıktı.
Almanya Dışişleri Bakanlığı, dünya genelinde vize talebinin son yıllarda hızla arttığını ve bu artışa vize bölümlerinin aynı ölçüde yanıt veremediğini vurguladı. 2024 yılı itibarıyla yaklaşık 2 milyon vize başvurusunun değerlendirildiği, özellikle uzun süreli (ulusal) vizelere olan talebin pandemi öncesine göre yüzde 26 arttığı açıklandı.
Bakanlık, bu artan talep karşısında 2022'den bu yana vize süreçlerini modernleştirmek, dijitalleştirmek ve merkezileştirmek üzere kapsamlı bir reform süreci yürüttüğünü ifade etti. Remonstrasyonların kaldırılmasıyla elde edilen personel kapasitesinin doğrudan başvuru işlemlerine aktarılmasının, işlem süresini kısaltarak incelemeye alınabilen başvuru sayısını artırdığı vurgulandı.
Yeni dönemde ne olacak?
1 Temmuz 2025 itibarıyla yürürlüğe girecek yeni düzenleme ile birlikte Almanya'nın dış temsilcilikleri, vize başvurularına verilen ret kararlarına yönelik hiçbir itirazı kabul etmeyecek. Böylece ret kararı alan kişiler yalnızca hukuki yollara başvurabilecek. Bakanlıktan yapılan açıklamada itiraz hakkının ortadan kaldırılmış olmasının hukuki itiraz sürecini kapsamadığına işaret edildi. Açıklamada ayrıca vize başvuruları reddedilenlerin yeniden başvurmalarının önünde de hiç bir engel bulunmadığına dikkat çekildi.
Almanya Dışişleri Bakanlığı, remonstrasyonun yasal bir zorunluluk değil, idarenin gönüllü sağladığı bir hak olduğunu da vurguladı.
https://www.dw.com/tr/almanya-vize-retlerine-itiraz-hakk%C4%B1n%C4%B1-tamamen-kald%C4%B1r%C4%B1yor/a-73093856
1 Temmuz
Göç yönetiminden dış politikaya konuşulması gerekenler: Alisher Tursunov’un iadesi ne anlatıyor? – Bekir Berat Özipek (Serbestiyet)
Mayıs ayında Özbekistan’ın tanınmış alimlerinden biri, Alisher Tursunov (Alişir Hoca, Mübeşşir Ahmed) sessiz sedasız geri gönderildi.
Özbekistan yönetimi ihbarda bulundu, Alisher Hoca 7 Mayıs’ta İstanbul’da gözaltına alındı ve Geri Gönderme Merkezine gönderildi.
Alisher Hoca zaten her hafta Göç İdaresine imza vermeye gidiyordu. O hafta da gidip imza verdi. Ama imzadan iki gün sonra, üstelik sabah beş buçukta, evinin kapısı kırılarak[1] gözaltına alındı.
İzleyen günlerde kendisinden haber alınamayınca, idare bir açıklama yapmayınca ve hukuki temsilcisi de kendisiyle görüşemeyince Özbekistan’a iade edilmiş olabileceği kaygıları dile getirildi ve yetkililerden bir açıklama beklendi.
Ama Türkiye’den beklenen açıklamayı Özbekistan yaptı ve 10 Mayıs’ta Tursunov’un ülkeye getirildiğini ve “dini materyal yaymak” ile “kamu güvenliğine tehdit oluşturmak” suçlamalarıyla tutuklandığını açıkladı.
Ardından, gelen tepkiler üzerine Göç İdaresi de 15 Mayıs’ta bir açıklama yaptı ve “Kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle işlem tesis edilen bahse konu yabancı hakkında sınır dışı etme kararı alınmıştır” dedi.
“Kamuoyunu alenen yanıltıcı bilgiler yayanlar hakkında işlem yapılacağını” da bildiren Göç İdaresi, “yabancı”nın karara karşı itiraz yollarını kullanarak idare mahkemesinde dava açtığını ancak mahkemenin hukuka aykırılık görmeyerek davayı reddettiğini, kararın kesinleşmesi üzerine sınır dışı sürecinin tamamlandığını açıkladı.
Eğer ortada “kamuoyunu yanıltıcı bilgi” varsa, her halde biri de bu açıklama olmalı. Bunun neden böyle olduğunu, kavramları, zamanları ve olayları yerli yerine koyarak tane tane anlatalım.
“Sınırdışı” değil “iade”
Sırayla gidecek olursak, öncelikle Türkiye’de veya Özbekistan’da “kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğuna” dair bir mahkeme kararı yok. Sınırdışı ile ilgili olarak da birbirinden tamamen farklı iki karar var ve bunlar usul hukuku açısından idareye sınırdışı konusunda “seçmece” marjı vermiyor.
Asıl davada mahkeme, göç idaresinin sınır dışı etme kararını hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal ediyor. Ama daha sonra başka bir avukat da dava açmış ve o davaya ilişkin kararda mahkeme idarenin yaptığı sınırdışı işlemini iptal etmemiş. İdarenin atıf yaptığı karar bu. Ortada aynı konuda verilmiş iki bağımsız karar var ve sonraki karar önceki kararı iptal etmiyor. Esasen, sonraki açılan davada verilen karar hukuksuz; çünkü aynı konuda açılan davanın, derdestlik nedeniyle usulden reddedilmesi gerekiyordu.
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Başkanı Avukat Kaya Kartal ve Tursunov’un avukatı İbrahim Ergin, Göç İdaresi’nin sözünü ettiği “kararın kesinleşmesi” durumunun olmadığını uzun uzadıya izah ediyorlar.
Ama bir an için Göç İdaresi’nin dediği gibi olduğunu varsayalım. Sınırdışı etme kararının idarenin söz ettiği yargı kararından önce verildiğine ilişkin vahim iddiayı da gözardı edelim.
Sınırdışı kararından sonra koyulan kodu da unutalım; önce koyulmuş varsayalım. Bu durumda bile Alisher Tursonov’un Özbekistan’a iadesi yanlış olurdu. Çünkü yapılan işlem sınırdışı değil iadedir. “Sınırdışı etmek” ile “iade etmek” tamamen birbirinden farklı iki durum. Sınır dışı etme halinde yabancı kişi idari sebeplerle ülkeden çıkartılır, iade halinde ise suç işlediği iddia edilen yabancıyı isteyen ülkeye belirli prosedürler işletilerek teslim edilir. Devletler, ancak menşe ülkede yaşam hakkı, işkence yasağı gibi temel hakların ihlali konusunda makul bir kaygı yoksa oraya da sınırdışı edebilirler. Aksi halde uluslararası hukukun ve göç hukukunun meşhur prensibi olan “geri gönderme yasağı” (non-refoulement)” devreye girer ve kişi zorunlu halde, sadece “güvenli üçüncü ülke”ye sınırdışı edilebilir. İade halinde de geri gönderme yasağı devreye girer. Alisher Hoca’nın olayında, görünürde sınır dışı edilmiş gibi görünse de gerçekte onu isteyen Özbekistan ülkesine iade edilmiştir. Yani örtülü iade işlemidir.
Peki Özbekistan geri gönderme yasağı prensibi açısından temel hukuki güvencelerin geçerli olduğu bir ülke mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (MAMATKULOV VE ASKAROV / TÜRKİYE DAVASI Başvuru numaraları 46827/99 ve 46951/99) ve Türkiye Anayasa Mahkemesi kararları (AZIZJON HIKMATOV BAŞVURUSU, Başvuru Numarası: 2015/18582) ) tersini söylüyor.
Ama bu kararlardan haberdar değiliz varsayalım. Bu durumda da temel hukuki güvencelerin olmadığını anlamak için Alisher Hoca’nın Özbekistan’daki tutuklanma gerekçesine bakmanız yeterli. “Dini materyal oluşturma suçu” diye bir suça hukuk sisteminde yer veren bir devletin bireyi nasıl yargılayacağını anlamak için uzman olmaya gerek var mı? Bir devlet olarak asıl yapması gerekenleri bir yana bırakıp vatandaşının diniyle, diliyle uğraşan bir devleti biz kendi tecrübemizden bilmiyor muyuz?
Neden iade etmemek gerektiğini anlamak için Anayasa Mahkemesi’nin S.K. Kararına bakmak da yeterli. O karar, hukuka uygun bir iadenin gereklerini açıklıkla ortaya koyuyor ve hangi yolu takip etmek gerektiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Alisher Hoca’nın veya bir başkasının neden bu şekilde iade edilemeyeceğini de.
Ama bundan da ibaret değil. Gittiğinde kötü muameleye uğrayacağına dair haklı kaygılar, ciddi riskler var ve Özbekistan ülke raporları da bu açıdan durumun vahametine işaret ediyor. Nitekim Özbekistan’a iade edileli bir ayı geçti, yakınları hala nerede ve ne durumda olduğunu haber alabilmiş değil.
Özbekistan, Mısır gibi ülkelerin muhaliflerini suçlu gösterip iadesini sağlamak veya gittiği yerde mağdur etmek için keyfi kodlar koyabildikleri biliniyor. Öte yandan Türkiye’de de kodların verilme biçiminin objektif olmadığına dair sıkça dile getirilen eleştiriler var.
Ama mesele konulan kodların isabetli olup olmaması değil. Konumuz açısından kişinin suçlu olup olmamasının da önemi yok. Konulan kodun isabetli olduğunu varsaysak bile, kişi gerçekten suçlu olsa bile, eğer gönderildiği yerde adil yargılanmayacaksa veya gayri insani ceza ve muamele görebilecekse yine gönderemezsiniz. Suçlu bile olsa.
Özbekistan’ın Alisher Hoca’nın kendisine gönderildiğini ve tutuklandığını açıkladığı günden bu yana durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmaması, avukatının ve yakınlarının Özbekistan’da hocadan haber alamadıklarını dile getirmeleri maalesef kimseyi şaşırtmıyor. Gönderenlerin de “hayret, nasıl olur böyle bir şey?” şeklinde tepki verdiklerini zannetmemek gerek.
Özetle, idarenin uygulaması ayrıca birçok bakımdan hukuka aykırı.
Hayati hata ya da iade kararının altında kalmak
Yapılacak olan işlem sınır dışı etme işlemi değil de şahsın, onu yargılamak isteyen ülkeye teslim edilmesi ise buna suçlu iadesi (extradition) adı veriliyor ve bunun ayrı bir prosedürü var. Çok daha özel bir hukuki süreç bu. Hem yargının (ağır ceza mahkemesinin) “iade edilebilirlik kararı” hem de siyasi makamın (Cumhurbaşkanlığı) kararı gerekiyor.
Dolayısıyla sınırdışını menşe ülkeye yapmak, bu anlamda kanunun etrafından dolanmak anlamına geliyor.
Konunun mercek altına alınması gereken birçok boyutu var. Çünkü vahim bir karar üzerinden Türkiye’ye bu utancı kimin yaşattığından ülkenin bölgesel ve küresel konumu, iddiaları ve hedefleri bakımdan sarf edilen onca emeğin müsrifçe heba edilişine kadar meselenin görmemiz ve ders almamız gereken taraflarını bu vesileyle konuşmak gerek.
Meselenin Türkiye’nin göç yönetimi açısından ifade ettiği anlam önemli elbette. Türkiye’nin bölgesel ve stratejik hedeflerinin dar bir “reel politik” bakışla hesapsızca bir “aldım verdim” ilişkisine kurban edilmesinin uzun vadede beraberinde getireceği olumsuz sonuçlar da öyle. Onları da uzun uzun konuşuruz.
Ama bunların hiçbiri masum bir insanın canından daha değerli veya onun karşısına koyulması gereken hususlar değil.
Şimdi acil ve öncelikli olan, bir insanı hayatta tutmak. Bu da sadece Özbekistan devletinin bazı yetkililerinin sorumluluğu değil. Onu başına gelebilecekleri bile bile (Bilmeden gönderiyorlarsa bu da başka bir açıdan daha az vahim değil elbette) gönderenlerin de sorumluluğu.
“Gönderen devlet, iade ettiği kişinin akıbetinden, zulüm görmesinden sorumludur” diyor Türkiye’nin göç hukuku alanında yüz akı olan en önemli hukukçularından Abdulhalim Yılmaz. Hem ahlaken hem de hukuken böyle.
Hali hazırda olayın vahametinin altında kalmış durumdayız. Bunun hukuki ve siyasi faturası ödenir mi bilmem. Bir hukuk devletinde ödenmeli. Ahlaki bakımdan ikame edilemez zararı bir yana, hiçbir kamu görevlisi hesapsız ve sorumsuz bir iade kararıyla ülkesine bu ölçüde zarar verememeli. Kararın insani faturasının bedelini ödemek ise mümkün değil. Hiçbir özür veya para bunu tazmin etmeyecek.
Ama aciliyet arz edene dönelim:
Alisher Hoca şu an nerede ve ne durumda?
Şimdi ilk aşamada bu soru sorulmalı ve onun hukukundan kalanı korumak için acilen girişimlerde bulunulmalı.
Sonrasını sonra konuşuruz. Uzun uzun konuşuruz; şimdi hayati önem taşıyan bu.
Hem de kelimenin her anlamında hayati.
[1] Bunu da ayrıca konuşmak gerek. Her an erişilebilecek bir kişinin, sabaha karşı kapısını kırarak evine girmenin ve sadece ona yönelik olarak değil tüm ev halkı ve komşular üzerinde dehşet yaratıcı bir etki yapması kaçınılmaz olan bir uygulamanın hukuken gerekli bir önlem veya makul bir şiddet olduğuna ilişkin açıklama gerek. Hukuk devletinde şiddet kullanma tekeli devlete aittir ama devletin bu yetkiyi hukuka ve ölçülülük ilkesine uygun şekilde kullanması zorunludur. Fazladan şiddet hukuka aykırı olup onu irtikap ettiren kamu görevlisi açısından sorumluluk doğurmalıdır.
[2] Avukatı İbrahim Ergin’in açıklamasından kısaltarak aktarılmıştır. Bkz. https://x.com/erginibrahm/status/1922971560387752197?s=46&t=jcG8ayTOXjO3fVA53YNurQ
[3] Zeyneddin Askarov’un ismini daha önce gerçekleştirilen iade ve ardından gelen cinayet dolayısıyla duymuştum. Ancak internette ulaşabildiğim tek görseline baktığım zaman, metinlere yansımayan hüznü de gördüm. Tıpkı Sezen Aksu’nun “Son bakıştaki o gözler kaldı aklımda” dediği gibi benim de aklımda hüzünle bakan bir çift göz kaldı.
[4] Gülden Sönmez tarafından yapılan Mazlumder Açıklaması, Askarov’un işkence ile infazı, Türkiye’nin sorumluluğudur, mülteci.net, 10 Aralık 2010, https://multeci.net/2010/12/askarovun-ikence-ile-infaz-tuerkiyenin-sorumluluudur/
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/goc-yonetiminden-dis-politikaya-konusulmasi-gerekenler-alisher-tursunovun-iadesi-ne-anlatiyor-212030/
2 Temmuz
Avrupa'da sınır kontrolleri: Schengen'in sonu mu geliyor? (DW Türkçe)
Avrupa Birliği (AB) içinde büyük ölçüde serbest dolaşımı mümkün kılan Schengen uygulaması birçok Avrupa ülkesinin geçici sınır kontrollerine başlaması nedeniyle zora girdi.
Son olarak Polonya da Almanya ve Litvanya sınırlarında denetimleri geri getireceğini açıkladı. Polonya'nın kararıyla Schengen Bölgesi'nde geçici sınır denetimi uygulayan ülke sayısı 12'ye yükselecek.
Polonya Başbakanı Donald Tusk, 7 Temmuz itibarıyla Almanya ve Litvanya ile olan kara sınırlarında kontrol uygulamasına geçileceğini duyurdu. Tusk, "Amaç, düzensiz göçmen akışını kontrol altına almak ve en aza indirmek" dedi. Almanya'nın sınır kontrollerini sıkılaştırma kararının ardından bu adımın kaçınılmaz olduğunu belirten Tusk, "Almanya göçmenlerin girişini reddediyor, bu da gerginlik yaratıyor" diye konuştu.
Schengen sistemi baskı altında
AB Komisyonu kurallarına göre, Schengen Bölgesi'ndeki iç sınır kontrolleri yalnızca belirli koşullarda ve sınırlı sürelerle uygulanabiliyor. Ancak şu anda Almanya, Fransa, Avusturya, Danimarka ve Hollanda dahil olmak üzere 11 ülke bu istisnayı yürürlükte tutuyor. Komisyon Sözcüsü Markus Lammert, Polonya'nın henüz resmi bildirimde bulunmadığını ancak konuyla ilgili temas halinde olduklarını bildirdi. Lammert, "Üye ülkelerle yakın temas halindeyiz. Bu kontroller belirli şartlar altında geçici olarak mümkündür" dedi.
AP'de rahatsızlık yarattı
Avrupa Parlamentosu'ndaki bazı milletvekilleri yaşanan süreci Schengen sisteminin sonunun başlangıcı olarak değerlendiriyor. SPD'li milletvekili Birgit Sippel, "Almanya'nın merkezdeki konumu nedeniyle başlattığı her kontrol zincirleme etki yaratıyor" dedi. Schengen'in içten içe parçalandığını söyleyen Sippel, bunun yalnızca ekonomiyi değil, Avrupa halklarının Avrupa'ya olan güvenini de sarsacağını ifade etti.
https://www.dw.com/tr/avrupada-s%C4%B1n%C4%B1r-kontrolleri-schengenin-sonu-mu-geliyor/a-73115228
4 Temmuz
Hollanda'ya ilticayı zorlaştıran düzenlemeler ilk eşiği aştı (DW Türkçe)
Hollanda'da, iltica hakkının ciddi boyutta kısıtlanmasını öngören, Haziran ayında iktidardaki koalisyon hükümetinin dağılmasına yol açan iki tartışmalı yasa tasarısı ilk engeli aştı.
Yasa tasarıları Hollanda Temsilciler Meclisi'nde (İkinci Meclis), oy çoğunluğuyla kabul edildi.
Düzenlemeler Hollanda'ya iltica etmeyi ve aile birleşimini zorlaştırıyor. Ayrıca yasadışı yollardan ülkeye gelenler ve onlara yardım edenlerin cezalandırılması öngörülüyor.
Hukukçular, mülteci örgütleri, göç ve iltica kurumları bu yeni düzenlemelerin hukuka aykırı ve aynı zamanda fiilen uygulanamaz olduğu konusunda uyarılarda bulunmuştu. Ancak buna rağmen düzenlemeler ilk eşiği geçti.
Aşırı sağcı Wilders'in istediği oldu
Bu yasa tasarıların hazırlanmasına aşırı sağcı Geert Wilders öncülük etmişti. Wilders'in liderlik ettiği Özgürlük Partisi'nin ( PVV) yer aldığı koalisyon hükümeti bu düzenlemelere ilişkin anlaşmazlık nedeniyle dağılmış, Ekim sonunda erken seçime gitme kararı alınmıştı.
Ancak koalisyon hükümeti dağılmış olsa da "tüm zamanların en sert iltica yasasını hayata geçirmeyi" vaat eden Wilders, iki tasarının Temsilciler Meclisi'nde kabul edilmesini sağladı.
Oylamada, Temsilciler Meclisi'ndeki en güçlü parti olan PVV, eski hükümet ortaklarıyla birlikte tasarılar lehinde oy kullandı.
Şimdi gözler Hollanda Parlamentosu Senatosu'na (Birinci Meclis) çevrildi. Sonbaharda gündeme alınması öngörülen yasa tasarılarının Senato'da kabul edilip edilmeyeceği bilinmiyor.
İltica başvurularında yüzde 50 oranında azalma
Düzenlemeler iki tür iltica statüsü öngörüyor. Savaş veya afet bölgelerinden gelenler ile etnik köken gibi bireysel nedenlerle zulüm gören kişiler ayrı ayrı değerlendirilecek.
Verilecek oturum izinleri beş yıldan üç yıla düşürülecek, aile birleşimi de ciddi boyutta kısıtlanacak.
Hollanda'ya her yıl gelenlerin yaklaşık yüzde 12'sini iltica başvurusunda bulunanlar oluşturuyor.
2024 yılında Hollanda'ya 32 bin kişi iltica başvurusunda bulundu, 10 bin kişi de aile birleşimi için başvurdu.
2025'in ilk üç ayında rakamlarda yüzde 50 oranında düşüş olduğu belirtiliyor. Diğer Avrupa ülkelerinde de iltica başvurularında benzer eğilimler, gerileme gözlemleniyor.
https://www.dw.com/tr/hollandaya-ilticay%C4%B1-zorla%C5%9Ft%C4%B1ran-d%C3%BCzenlemeler-ilk-e%C5%9Fi%C4%9Fi-a%C5%9Ft%C4%B1/a-73152821
5 Temmuz
Almanya'ya yapılan iltica başvuruları yarı yarıya düştü (DW Türkçe)
Almanya'da Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) tarafından yayımlanan veriler, iltica başvurularının sayısındaki düşüşün bu yılın ilk altı ayında da sürdüğünü ortaya koydu.
Söz konusu verilere göre, Ocak-Haziran döneminde Almanya'da ilk kez iltica başvurusunda bulunan kişi sayısı 61 bin 336 oldu. Bu sayı geçen yılın aynı dönemine kıyasla yaklaşık yüzde 50'lik bir azalmaya işaret etti.
Almanya'ya 2025'in ilk yarısında yapılan toplam iltica başvurusu sayısı ise 65 bin 495 olarak kayıtlara geçti. Bu da 2024'ün aynı dönemine göre yüzde 43'lük bir düşüş anlamına geliyor.
Almanya ayrıca yıllar sonra ilk kez en fazla iltica başvurusu yapılan Avrupa ülkesi olmaktan çıktı. Yılın ilk altı ayında 76 bin 20 iltica başvurusu yapılan İspanya ve 75 bin 428 başvuru yapılan Fransa'nın gerisinde kalan Almanya, 62 bin 534 başvuru kaydedilen İtalya'nın önünde üçüncü sırada yer aldı. Listenin beşinci sırasında 27 bin 718 iltica başvurusuyla Yunanistan bulunuyor.
Almanya'ya iltica başvurularının düşme sebepleri
İltica başvurularındaki düşüşte, Almanya'nın kara sınırlarında aşamalı olarak sıkılaştırılan kontrollerin yanı sıra düzensiz göçün azaltılması için Balkan ülkelerince alınan önlemlerin önemli rol oynadığı düşünülüyor.
Bild gazetesine konuşan Almanya İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt de yayımlanan verilerin, daha fazla sınır kontrolü ve geri çevirmeyi kapsayan yeni göç politikalarının "açık bir başarısı" olduğunu söyledi. Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili Dobrindt, göçü yeniden "baş aşağı durumdan ayakları üzerine oturtma yolunda" ilerlediklerini sözlerine ekledi.
Bir başka faktör ise Suriye'de geçen Aralık ayında Esad rejiminin devrilmesinin ardından bu ülkede değişen durum olarak görülüyor. Türk hükümetinin yayımladığı resmi verilere göre, Esad rejiminin devrildiği tarihten Haziran ayı ortasına dek 273 binden fazla Suriyeli gönüllü olarak Türkiye'den ülkesine döndü.
Almanya'ya yapılan iltica başvurusu sayılarında uzun yıllar Suriye vatandaşları ilk sırada yer almıştı. Bu yılın ilk yarısında ise ilk sırayı Afgan vatandaşları aldı.
Ocak-Haziran döneminde 15 bin 181 Afgan vatandaşı ilk kez Almanya'ya iltica başvurusunda bulunurken Suriye vatandaşları ise 15 bin 127 başvuruyla ikinci sırada yer aldı.
Toplam başvuruların yüzde 22'sini Afganlar, yüzde 20'sini Suriyeliler ve yüzde 11'ini Türk vatandaşları oluşturdu. Rusya vatandaşları yüzde 3,1 ile beşinci sırada yer aldı.
Almanya'ya 2024'te yapılan iltica başvurularından 79 bin 433'ü Suriye, 36 bin 156'sı Afganistan, 31 bin 56'sı ise Türkiye vatandaşlarına aitti.
https://www.dw.com/tr/almanyaya-yap%C4%B1lan-iltica-ba%C5%9Fvurular%C4%B1-yar%C4%B1-yar%C4%B1ya-d%C3%BC%C5%9Ft%C3%BC/a-73169384