Haberler

Göçmenlerin Gündemi (30 Aralık – 5 Ocak)

Göçmenlerin Gündemi (30 Aralık – 5 Ocak)
10.01.2025

30 Aralık

Aliya Vakfı: Suriyeli Rebal Mohamad serbest bırakılsın

İstanbul'da Geçici Koruma statüsüyle yaşayan 29 yaşındaki Suriyeli Rebal Mohamad, yaklaşık üç aydır Şanlıurfa Harran Barınma Merkezi'nde tutulmaktadır.

İşitme ve konuşma engelli olan Mohamad, yol izni olmaksızın şehir değiştirdiği gerekçesiyle 3 aydır Harran Barınma Merkezi'nde tutulmaktadır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kendisine engelli kimlik kartı verilen genç adam, diğer birçok Suriyeli gibi Geri Gönderme Merkezi'nde (GGM) haksız bir şekilde alıkonulmaktadır.

Göç İdaresi geçtiğimiz haftada sosyal medya gündemine gelen iki vakayı serbest bırakmıştı. Bu da demek oluyor ki, her biri için ayrı sosyal medya çalışması beklemekte. Dolayısıyla önce Mohamad'ın derhal serbest bırakılmasını daha sonra Göç İdaresi'nin sürdürdüğü bu sıradan tutumuna da derhal son vermesini talep ediyoruz.

https://x.com/aliyavakfi/status/1873384395542757552

 

2 Ocak

Almanya'da CSU göç politikasını sertleştiriyor (DW Türkçe)

Almanya'da Hristiyan Birlik partilerinin küçük ortağı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisi göç konusunda daha sert bir çizgi benimsemeye hazırlanıyor. Muhafazakâr partinin önümüzdeki hafta federal parlamento üyeleriyle Bavyera'da yapılacak çalışma toplantısı için hazırlanan belgeye göre CSU, kardeş partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile pek çok noktada aynı çizgide olsa da, göç konusundaki sert duruşunu bir adım öteye taşımaya hazırlanıyor. Münchner Merkur'e konuşan partinin Eyalet Grup Başkanı Alexander Dobrindt, "Almanya'nın göç politikasında sert bir yön değişikliğine ihtiyaç bulunduğunu" savundu.

Hedeflenen yön değişikliği çerçevesinde CSU, göçmenlerin Almanya'da kalma hakkının yeterli bir gelire sahip olmaları şartına bağlanmasını talep ediyor. Belgede, "Almanya'da oturma izni almak isteyen bir kişi, geçimini sosyal yardımlarla sağlamak zorunda olmamalıdır. Geçim güvencesi, kendi işi yoluyla  sağlanmalıdır" ifadeleri yer aldı.

"Suç işleyen sınır dışı edilmeli"

Alman haber ajansının (dpa) söz konusu belgeye dayandırdığı haberine göre parti, sınır dışı uygulaması konusunda da daha sert düzenlemeler talep ediyor. "Bir suç işleyen ya da kasıtlı olarak tekrar suç işleyen kişi, ülkemizi terk etmek zorundadır" denilen belgede buna ilaveten "Eğer kişi sınır dışı edilemiyor ya da ülkeyi terk edemiyorsa, sınır dışı edilmek üzere süresiz gözaltına alınmalıdır" ifadesine yer verildi.

Daha sıkı sınır kontrolleri de talep eden parti, yeni hükümetin İçişleri Bakanı'nın sınırlarda geri çevirme uygulamasını öncelemesi gerektiğini savundu. Hazırlanan belgede, "Bununla fiili olarak yasa dışı göçmenlere giriş yasağı uygulamak istiyoruz" denildi. CSU, bu önlemleri hayata geçirebilmek için Alman polisine sınırlarda göçmenlerin cep telefonlarını okuma yetkisi verecek teknik ve hukuki imkanların sağlanması önerisinde bulundu.

CSU'nun hazırladığı belgede yeni Trump döneminde de ABD'yle yakın çalışma konusundaki kararlılığın da altı çizildi. "ABD'nin daha yakın ve güvenilir bir müttefiki olmaya devam etmek ve transatlantik ortaklığı daha da güçlendirmek istiyoruz" denilen belgede, "Bunun için, sol-yeşil dış politikanın ideolojik ve didaktik üslubuna son vereceğiz" ifadelerine yer verildi.

"Almanya'nın insani yükümlülüklerini hiçe sayıyor"

CSU'nun söz konusu planlarına dağılan hükümetin koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) tepki geldi. Parti Meclis Grup Başkanvekili Dirk Wiese, CSU'nun bir kez daha amacını aşarak aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisine yaranmaya çalıştığını savundu.

Rheinische Post'a konuşan Wiese, partinin önerilerinin hukuki anlamda da uygulanabilir olmadığını ve Almanya'nın insani yükümlülüklerini hiçe saydığını ifade etti. SPD'li politikacı bu tür iyi düşünülmemiş önerilerin, acilen nitelikli işgücüne ihtiyaç duyan Almanya'nın daha cazip hale getirilmesi konusunda da şüphelere neden olduğunu savundu.

CSU'nun çalışma toplantısı önümüzdeki Pazartesi başlayacak ve Çarşamba gününe kadar sürecek. Toplantıya, Birlik partilerinin Başbakan adayı Friedrich Merz'in de katılması bekleniyor.

Anketlere göre Almanya'da 23 Şubat'ta yapılacak erken seçimlerde Birlik partileri birinci parti konumunda bulunuyor.

https://www.dw.com/tr/almanyada-muhafazak%C3%A2r-csu-g%C3%B6%C3%A7-politikas%C4%B1n%C4%B1-sertle%C5%9Ftiriyor/a-71204448

 

2 Ocak

GGM’lerde keyfi uygulamalar ve kötü muamele can alıyor (Enternasyonal Dayanışma)

Türkiye’ye 2016 yılında İslami kimliği nedeniyle yaşadığı baskılardan kaçarak gelen Özbek Ozoda Dzhabbarova, 7,5 aydır Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor. Göç İdaresi’nin yabancıları en fazla 6 ay merkezde tutma hakkı bulunmasına ve Dzhabbarova hakkında yürütülen adli soruşturmalarda takipsizlik kararı verilmesine rağmen, Özbek kadın hâlâ gözaltında.

Karar gazetesinden Sema Kızılarsalan’ın haberine göre; en küçüğü iki yaşında 6 çocuğu olan Özbek kadın, üç ay boyunca hamileyken GGM’deki kötü şartlar nedeniyle düşük yaptı. 2 Eylül 2024 tarihinde hastaneye yatırılan Dzhabbarova, 21 Eylül 2024 tarihinde kaldığı hastanede bebeğini kaybetti.

Dzhabbarova’nın da tutulduğu Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan göçmen kadınların isyanı daha önce medyaya yansımıştı.

Soğuk odalarda bekletiliyorlar

Göçmen kadınların isyanına sahne olan merkezde, yetersiz beslenme, kötü muamele, ısınma sorunlarının yanı sıra “buzdolabı odası” olarak adlandırılan yasa dışı uygulamaların olduğu iddia ediliyor.

Yemekhane çalışanlarının göçmenlere hakaret ettiğini aktaran kaynaklar, yemeklerine ilaç katılmasını istemeyen göçmenlerin yemek verilmeme cezasıyla tehdit edildiğini söylemişti.

Özbek ve Uygur Türkü göçmenlere baskılar arttı

Karar gazetesine konuşan Türkistanlılar Dayanışma Derneği Temsilcisi Burhan Kavuncu, son bir ayda Özbek ve Uygur göçmenlere yönelik geri gönderme merkezlerinde (GGM) hak ihlallerinin belirgin bir şekilde arttığını anlattı.

“Normalde Göç İdaresi’nin yabancı kişileri 6 ay süreyle merkezde tutma hakkı var. Olağanüstü durumlarda bu süre 6 ay daha uzatılabiliyor ve burada da böyle bir uzatma kararı alınmış gibi görünüyor. Kendisi için sınır dışı kararı verilmiş durumda. Ayrıca eşi hakkında da sınır dışı kararı alınmış, ama eşinin nerede olduğu bilinmiyor. Hanımefendiye yönelik adli soruşturmalar sonucunda takipsizlik kararı verilmiş, yani herhangi bir suç isnadı bulunmuyor. Ancak Göç İdaresi, suçla ilgisi olmayan durumlarda da idari takdir yetkisini kullanarak sınır dışı kararları alabiliyor. Bu durum halk arasında suçlu olduğu algısına yol açıyor. Maalesef idarenin genel uygulaması bu yönde.”

Kavuncu, Türkistan kökenli göçmenlerin bu uygulamalardan en fazla etkilenen gruplardan biri olduğunu belirtti. Suçsuz bulunmalarına rağmen geri gönderme merkezlerine konulduklarını ve burada cezaevinden bile kötü koşullara maruz kaldıklarını söyledi:

“100 kişilik yerlerde 300 kişi tutuluyor; insanlar beton zeminlerde yatıyor, kötü muamele görüyor ve sınır dışı işlemlerine rıza göstermeye zorlanıyorlar. Soğukta bırakılarak veya diğer baskılarla ‘kendi rızamla sınır dışı edilmeyi kabul ediyorum’ şeklinde bir belge imzalatılıyor. Bahsettiğiniz hanımefendi, geri gönderme merkezinde tutulduğu sırada bir düşük de yapmış. Bu tür yerlerin, insani koşullardan çok uzak olduğunu maalesef bir kez daha görüyoruz.”

https://enternasyonaldayanisma.org/2025/01/03/ggmlerde-keyfi-uygulamalar-ve-kotu-muamele-can-aliyor/

 

3 Ocak

"Sığınmacıların geri dönüşü Suriye'deki şartlara bağlı olsa da gidenler iki ülke ilişkilerine katkı yapabilir" (Amerika’nın Sesi)

Türkiye, Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaşın ardından “açık kapı” politikası uyguladı. Böylece Türkiye’ye yıllar içinde 877 kilometrelik sınırı paylaştığı güneydoğu komşusundan yaklaşık 4 milyon kişi geldi ve Türkiye dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerden biri oldu.

Bu kişilerin Türkiye’ye entegrasyonu, kayıtlı işgücüne dahil edilmeleri gibi birçok konuda yıllar içinde Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler kaynaklı çeşitli maddi destekler verilse de, çoğu Türkiye’de zor koşullarda yaşadı.

Suriyeli sığınmacıların yaşadığı yerlerdeki asayiş, ekonomiye etkileri ve özellikle vatandaşlık ile oy verme hakları gibi konular Türkiye iç siyasetinde ve kamuoyunda tartışılan konuların başında geldi.

Seçim dönemlerinde Türkiye’de bulunan Suriyeliler konusu hem iktidarın hem de muhalefet partilerinin manifestolarında, “geri gönderme” söylemi üzerinden yer verdiği konular arasında yer aldı.

8 Aralık’ta Beşar Esat rejiminin devrilmesiyle, Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine dönüp dönmeyecekleri ilk akla gelen konulardan biriydi.

Sınır kapılarında bir yığılma olmasa da bazı kişilerin aileleriyle birlikte Esat rejimi devrilir devrilmez Türkiye’den ayrıldığı görüldü. Ancak birçoğu da Suriye’deki durum kesinleşmeden ve yeniden inşa süreci tamamlanmadan ülkelerine dönmeyi planlamadığını dile getirdi.

Göç uzmanları da hızlı geri dönüş beklentisinin gerçekçi olmadığını, dolayısıyla açıklanan dönüş sayılarının makul olduğunu düşünüyor.

Göç uzmanları ayrıca 10 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin iki ülke ilişkilerinin geleceğinde önemli rol oynayacağı görüşünü paylaşıyor.

Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı’nda VOA Türkçe’nin konuştuğu Suriyelilerin büyük kısmı ise, ülkelerindeki durumu görmeye gittiklerini, koşullara göre ailelerini daha sonra götüreceklerini söylüyor.

“Artık kendi ülkemde güzel bir yaşam istiyorum”

2013 yılında Halep’ten gelerek Türkiye’ye sığınan Ali Cerruh, ülkesine dönmek için sınır kapısına geldiğini anlatarak, “Burada yıllardır kasaplık yapıyorum. Evlendim bir çocuğum oldu. Buradaki dükkanı kardeşime bırakıyorum. Ben önden gidip durumlara bakacağım. Evimiz yıkılmış onarmaya çalışacağım. Orada şartları sağladığım zaman kardeşlerim dükkânı satıp gelecekler. Orada tekrar dükkân açacağız” dedi.

Suriye’deki yeni yönetimle ilgili bir şey söylemek için erken olduğunu dile getiren Cerruh, “Eğer yönetimi iyi sağlarlarsa hepimiz rahat ederiz. Ben artık kendi ülkemde güzel bir yaşam istiyorum” diye konuştu.

8 Aralık'tan sonra Türkiye'deki Suriyelilerin ülkeden ayrılmak için gittikleri sınır kapılarından biri de Kilis'teki Öncüpınar Sınır Kapısı oldu.

2012 yılında Suriye’nin Halep kentinden Türkiye’ye gelen Muhitttin El Hüseyin, 12 yıldır Gaziantep’te yaşadığını ve tekstil atölyelerinde terzilik yaptığını anlattı.

Hüseyin VOA Türkçe’ye, “Ülkemdeki savaşın bitmesi bizi çok mutlu etti, umarım bundan sonraki süreç çok iyi ve doğru ilerler. Şimdi önce Azez’e gideceğim bir süre kaldıktan sonra İdlib’de bulunan abilerimin yanına gideceğim” dedi.

“Şu aşamada Suriyeli göçmen kitlesini tatmin edecek derecede değişimler söz konusu değil”

VOA Türkçe’ye konuşan Harran Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi ve göç uzmanı Prof. Dr. Mahmut Kaya, her göç vakasındaki geri dönüşün kendine ait benzer ve özgün dinamikleri olduğunu belirtti. “Kaynak ülke ve hedef ülkedeki koşullar, amaçlar, beklentiler bu geri dönüş hızını etkileyen faktörler arasında, dolayısıyla Suriyelilerin geri dönüşü de bunlardan etkilenmektedir” dedi.

“Türkiye’deki Suriyeliler” kitabının yazarı Mahmut Kaya mevcut aşamada kamuoyunun beklentisinin aksine kitlesel geri dönüşün yoğun olmayışının söz konusu dinamiklerle ilişkili olduğunu belirterek, “Bir ‘bekle ve gör’ sürecini deneyimlediğimizi ifade edebilirim” şeklinde konuştu.

Geri dönüşün hızında politik ve ekonomik istikrarın önemli olduğunu vurgulayan Kaya, şu değerlendirmede bulundu:

“Ancak şu aşamada buna yönelik Suriyeli göçmen kitlesini tatmin edecek derecede değişimler söz konusu değil. Her ne kadar 8 Aralık sonrası eski rejim yıkılmış olsa da yeni rejimin nasıl olacağı, çatışmaların sürüp sürmeyeceği, istikrarlı bir barış ortamının oluşup oluşmayacağı hususunda endişeler olduğu sahada yaygın. Elbette mevcut yönetimin çok yeni ve zamana ihtiyacı olduğunu da vurgulamak lazım. Benzer durum ekonomik alan için de geçerli. Çünkü yeni Suriye’nin büyük bir merakla dünyanın dört bir tarafındaki mülteciler tarafından takip edildiğini biliyoruz.”

“Hızlı dönüş beklentisi gerçekçi değil”

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucusu Doç. Dr. Didem Danış da, Esat rejiminin yıkılmasının ardından, ana akım medyada ve toplumda ani ve kitlesel bir dönüş beklentisi oluştuğunu, ancak pek çok uzman gibi kendisinin de böyle hızlı bir dönüş beklentisinin gerçekçi olmadığını düşündüğünü dile getirerek, “Dolayısıyla açıklanan dönüş sayılarının makul olduğu kanaatindeyim” dedi.

Mültecilerin daha yoğun bir şekilde geri dönmesinin Suriye’nin yeniden yapılanması, altyapının onarılması ve en önemlisi siyasi istikrara kavuşmasıyla olabileceğini söyleyen Danış, “Hukuktan sağlığa, barınmadan eğitime kadar birçok alanda ciddi yıkım yaşamış bir ülkenin toparlanması uzun zaman alacaktır” diye konuştu.

“18 günde 30 bin 668 Suriyeli döndü”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya yeni yıldan önce yaptığı açıklamada, 18 günde 30 bin 668 Suriyelinin ülkesine döndüğünü söyledi.

27 Aralık’ta TGRT Haber ve Türkiye gazetesinin sorularını yanıtlayan Yerlikaya, “Zalim Esat’ın kaçması ve Suriye’nin özgürleşmesine kadar 2017’den bu yana 740 bin gönüllü dönüş yapan var. 9 Aralık’tan dün akşama kadar gönüllü dönen Suriyelilerin sayısı 30 bin 668. Bunu nasıl yorumlayabiliriz. Daha önce 2014’te aylık ortalama 10 bin kişi giderken, 18 günde bunun 3’e katlandığını görüyoruz” dedi.

Türkiye’deki bazı Suriyelilerin ülkelerine gidip, oradaki duruma bakıp ona göre ailelerini götürmeyi planladıkları da biliniyor. Yerlikaya, bu konuda Türkiye vatandaşlığı olan Suriyelilerin, bütün çifte vatandaşlara uygulandığı gibi gidip gelme haklarına sahip olduklarını belirtti.

Türkiye’de en çok Suriyeli İstanbul’da yaşıyor, İstanbul’u sırasıyla Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay ve Adana takip ediyor.

Yerlikaya’nın verdiği son bilgilere göre Türkiye’de 4 milyon 164 bin 472 yasal kalış hakkı olan yabancı bulunuyor. 19 Aralık itibariyle bu sayının 2 milyon 920 bin 119'unu geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçen ay partisinin TBMM grup toplantısında, Suriye ne kadar hızlı ayağa kalkarsa gönüllü dönüşlerin o kadar hız kazanacağını söyledi.

Erdoğan, Suriyelilerden kısa süreli veya kalıcı olarak geri dönmek isteyenlere her türlü kolaylığın sağlandığını kaydederek, “Belli bir süre giriş-çıkışlara da izin vereceğiz. Yaza doğru, okulların da tatile girmesiyle sınır kapılarındaki yoğunluk biraz daha artacaktır” dedi.

“Türkiye’de doğan ve yaşayan yaklaşık 875 bin Suriyeli çocuk var”

İçişleri Bakanı Yerlikaya 24 Aralık’ta Anadolu Ajansı Editör Masası’nda yaptığı açıklamada, Türkiye’de doğan ve yaşayan Suriyeli çocukların sayısını da verdi.

Yerlikaya Türkiye’de doğan ve yaşayan yaklaşık 875 bin Suriyeli çocuk olduğunu, Türkiye’de şu anda bulunan 2 milyon 920 bin Suriyelinin yüzde 30’unu Türkiye’de doğan çocukların oluşturduğunu belirtti.

Yerlikaya, Türkiye’deki Suriyeli öğrenci sayısının ise 819 bin 265 olduğunu söyleyerek, “Lisede okuyan 103 bin öğrenci, ortaokulda 273 bin, ilkokulda 398 bin, ana sınıfında 44 bine yakın” dedi.

60 bin 750 Suriyeli gencin ise Türkiye’deki üniversitelerde eğitim gördüğünü belirten İçişleri Bakanı, 17 bin 379’unun ise şimdiye kadar mezun olduğunu belirtti.

“Gençler ve çocuklar iki ülke ilişkilerinin geleceğinde güçlü bağlar olmasına zemin hazırlayacaktır”

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucusu Doç. Dr. Didem Danış, Türkiye’de doğan ve eğitim alan Suriyeli çocukların gelecekte Türkiye ve Suriye arasında oynayacağı önemli bir rol olacağı değerlendirmesinde bulundu.

Danış, “Ancak bu durum sadece çocuklarla sınırlı değil; hayatlarının büyük kısmını Türkiye’de geçirmiş genç yetişkinler için de aynı durum söz konusu. Bugün artık Suriye’de Türkiye’yi tanıyan, Türkçe konuşan bir nüfus var. Bu durum, iki ülke arasındaki kültürel, ekonomik ve siyasi bağların her zaman güçlü kalmasına zemin hazırlayacaktır” diye konuştu.

Harran Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi ve göç uzmanı Prof. Dr. Mahmut Kaya da, göç sürecinde hedef ülkede doğan veya yaşamının önemli bir kısmını burada geçiren kuşağın çeşitli avantaj ve handikaplarının olacağını kaydetti.

Anadil karmaşası, kültür şokları ve yeniden entegrasyonun geri dönüş süreçlerinde ortaya çıkabildiğini belirten Kaya, şu şekilde konuştu:
“Hiç Arapça bilmeyen veya yetersiz bir Arapça ile Suriye’deki okullara gitmek isteyenler eğitim süreçlerinde çeşitli problemler yaşayacaktır. Benzer şekilde savaştan zarar görmüş şehirlerde insanlar hayalkırıklığı ve ümitsizliği tecrübe edebilir. Tüm bunlar yeniden entegrasyon programlarını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de belirli bir eğitim almış özellikle nitelikli meslek grubu mensupları ve üniversite öğrencilerinin her iki ülke için kültür elçileri ve doğru enformasyon kaynağı olabileceği potansiyeli de mümkündür. Bu da geri dönüş ve Suriye’nin yeniden inşasında önemli sosyal sermaye kaynağı işlevi olacaktır.”

10 yılı aşkın süredir Türkiye'de yaşayan Suriyeliler, Türkiye'de ailelerini genişletti, çocukları oldu.

“Türkiye’ye iki kişi geldik şimdi beş kişi olarak dönüyoruz”

Öncüpınar Sınır Kapısı’nda bekleyenler arasında üç çocuğu da Türkiye’de doğan Abdülhamit Abdi isimli Suriyeli de vardı.

VOA Türkçe’ye konuşan Abdi, “2014 yılında savaştan kaçarak Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye geldiğimden beri her işi yaptım. Buradaki insanlar sağ olsunlar bize iş verdi, kapılarını açtılar. Şimdi artık savaş bitti Humus’a geri dönüyorum. Şu anda orada evimiz var, akrabalarımız var; hayatımıza bundan sonra orada devam edeceğiz. Bundan sonraki süreç için vatanımız olsun yeter diyorum. Güzel bir Suriye istiyoruz. Halkı düşünen, halkı destekleyen ve halkının yanında duran bir hükümet kurulsun istiyoruz. Türkiye’ye iki kişi geldik şimdi beş kişi olarak dönüyoruz” dedi.

“Suriye halkı çok yorgun”

Güvenlik kaygısı nedeniyle ismini vermek istemeyen iki çocuk annesi D.F. ise, 2012 yılında Türkiye’ye bir çocuk annesi olarak geldiğini ve şimdi iki çocuk annesi olarak döndüğünü dile getirdi.

Suriye’nin İdlib şehrinden gelen 24 yaşındaki anne, VOA Türkçe’ye şunları söyledi:

“Birçok anne, birçok çocuk bu süreçte ya bombalardan ya da gittikleri yerlerde başka nedenlerden dolayı öldüler. Ortadoğu ülkeleri arasında en fazla ölüm, en fazla yıkım, en fazla gözyaşı Suriye’de oldu. Burada gördüğünüz insanlar arasında bir yakınını kaybetmeyen maalesef yok. Bize bunları yaşatan Beşar Esat şu anda mülteci durumuna düştü. Umarım o da yakınlarının ölümünü görmeden ölmez. Bize ne yaşattı ise aynısını yaşasın istiyorum. Bir çocuk olarak çok ağır travmalarım vardı, artık bir anneyim ve halen geçmedi. Yeni Suriye’ye dönerken çocuklarımın aynı ya da benzer olayları yaşamasını istemiyorum. Colani yanındakilerle birlikte Suriye’yi Esat’tan kurtardı. Umarım bundan sonra da özgür, demokratik ve bağımsız bir Suriye için çalışmalarını sürdürür. Çünkü biz Suriye halkı çok yorulduk.”

Uluslararası kuruluşlardan insani yardım mesajları

BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi geçen ay sosyal medya platformu X’ten paylaştığı bir mesajda, “Komşu ülkelerden evlerine dönen Suriyeli mültecilerin sayısı yavaş yavaş artıyor. Son üç haftada bu sayı 50 binden biraz fazla” diye yazdı.

Grandi paylaşımında, Suriye’deki ekonomik koşulların kötülüğüne dikkat çekerek, daha fazla insani yardım çağrısında bulundu.

Türkiye de Suriye’deki yeni yönetimle iyi ilişkilerini koruyarak, güneydoğu komşusundaki yeniden inşa projelerinde rol almayı, böylece Suriyelilerin geri dönüşlerini hızlandırmayı amaçlıyor.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Esat rejiminin düşmesinin ardından geçen ay yaptığı Ankara ziyaretinde, Suriyelilerin geri dönüşleri, sağlık ve eğitim hizmetlerinden faydalanmaları gibi konularda Türkiye’ye ilave 1 milyar Euro yardımda bulunulacağını açıkladı. AB, şimdiye kadar Türkiye’ye 10 milyar Euro yardımda bulundu.

https://d33vxfhewnqf4z.cloudfront.net/a/turkiyedeki-suriyelilerin-geri-donuslerinde-beke-gor-sureci-yassanirken-donen-m%C3%BCltecilerin-iki-ulke-iliskilerine-katki-yapmasi-bekleniyor/7922894.html

 

5 Ocak

Ayrımcı ve Irkçı Siyasete Teslim Olmamak – Bekir Berat Özipek (Kriter)

“Orantısız ırkçı mizah” başlığıyla yer aldı basında. CHP’li belediyelerin sığınmacılarla ilgili son paylaşımları, Türkiye’nin ana muhalefet partisinin geri dönüş tartışmalarına ayrımcılığın kaba ve vülger diliyle katılımını ve bu katılımın düzeyini yansıtıyordu.

Keçiören Belediye Başkanı Özarslan, “Vatanına dön! Taşınma hizmetin bizden” diyordu. Torbalı Belediye Başkanı Demir, “Öncelikle çocuklu aileler olmak üzere size bir yılbaşı sürprizi yapmak istiyoruz. Tek yön otobüs biletleriniz için halkla ilişkiler birimimize başvurabilirsiniz”, Kilis Belediye Başkanı Bilecen ise “Bu coşkuya kayıtsız kalamadık ve sizi daha iyi koşullarda uğurlamak için Öncüpınar Sınır Kapısı’nda her türlü hizmeti sunmaya hazırız” şeklinde bir “mizah” yapıyordu (Serbestiyet, 9 Aralık 2024).

“Irkçılarımız yerli ve milli değil” demişti Ufuk Uras. Gerçekten de “ya sev ya terk et” veya “çok seviyorsan al evinde besle” türünden en ünlü sloganlar, genellikle Batıda üretilmiş ırkçı kalıpların birebir tekrarından başka bir şey değil. Torbalı Belediye Başkanının “tek yönlü bilet” “esprisi” de özgün olmayıp daha önce Almanya’da 1930’larda Naziler tarafından yapılan “Yahudiler için Kudüs’e tek yönlü bilet” şeklindeki kötülüğün, kaynak gösterilmeden tekrarlanmasını ifade ediyor.[1]

Ahlak Sorununun Ötesinde

Sınırdan çıkıp gitmekte olan insanların bile canını acıtmaya çalışacak şekilde konuşmak veya 1930’ların Avrupa’sındaki Nazi dönemi paylaşımlarına benzer şekilde mesajlar vermek, yerel yönetimler düzeyinde ise kâğıt toplayan sığınmacıların elindeki çekçeklere el konulmasından tabela yasağına bir dizi ayrımcı uygulama ve Suriyelilere tek yönlü bilet türünden aşağılayıcı paylaşımlar yapmak, sadece nezaketsizlik veya bir ahlak veya edep sorunundan ibaret değil. Bu paylaşımların üzerinde durulması gereken bir yanı, bir ülkenin ana muhalefet partisinin önemli şehirlerinin belediye başkanı düzeyindeki insanların mültecilerden sığınmacılardan bahsederken bir anda tepkisel ırkçı ergen paylaşımları yapmaları şeklindeki sürecin, psikolojik bir tahlil gerektirmesi meselesinden de ibaret değil. Bu tür paylaşımların ayrımcı veya ırkçı olarak adlandırılmasının da bir haber değeri veya yapanlar üzerinde mahcup edici bir etkisi bulunmuyor. Bu bakımdan uzun uzadıya konuşmaya değmediği de düşünülebilir.

Ancak burada sorun, söz konusu paylaşımlarda ve açıklamalarda ifadesini bulan, “bir an önce gitsinler”ci ısrarın, Türkiye’nin gönüllü geri dönüş ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması süreçlerinde hata yaptırmaya yönelik bir yönlendirme işlevinin olması. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin bu süreçte yanlış bir politika belirlemesine ve bu olağanüstü tarihi anın heba edilmesine sebebiyet verebilecek türden politikalar uygulamasına yöneltici niteliğe sahip olması ki bu bakımdan konuşmayı ve önlem almayı hak ediyor. İster bilinçli bir biçimde yapılıyor olsun, isterse de sadece aynı patolojik zihniyetin refleksif bir şekilde ayrımcı, ırkçı veya mezhepçi sayıklamalarını yansıtıyor olsun, niyetini veya gerekçelerini bir yana bırakarak, eğer farkına varılmazsa veya gündemi onların belirlemesine izin verilip onların belirlediği sınırlar içerisinde tartışma yürütülürse, bu propaganda ve telkinlerin göç yönetiminde hataya sürükleyici işlevini tespit etmek gerekir.

Yaşadığımız Tarihsel Anın Anlamının Farkında Olmak

İnsanların veya toplumların, tarihte ender olarak birbirlerine çok kritik ve yaşamsal dönemlerde ihtiyaç duymaları söz konusu olur. Doğal afetler, sel, deprem, kuraklık gibi durumlarla savaş, iç savaş, işgal, katliam ve soykırım gibi felaketler döneminde bir toplumun diğer topluma, bir ülkenin diğer ülkeye, genellikle de komşu ülkeye yardımcı olmak, onun yanında durmak gibi çok özel bir sorumluluk anı ortaya çıkar. İşte bu tarihsel kopuş, kırılış ve inşa dönemlerinde yapılanlar, olumlu veya olumsuz anlamda alınan tutumlar unutulmaz. Yüzlerce yıl geçse bile etkisi kalıcı olur.

Türkiye, Suriye’deki Baas rejiminin kendi halkına karşı giriştiği halkkırım (democide) uygulamasına karşı sınırlarını açarak ilk düğmeyi doğru ilikledi. Ancak Suriyelilerin Türkiye’de yaşadığı yıllar içinde, özellikle muhalefet partilerinin yürüttüğü yoğun ayrımcı propaganda dalgasının da etkisiyle yanlış uygulamalar da yapıldı.

Şimdi göçün son aşamasında muhalefetin kullandığı bu sorunlu dil ve “bir an önce gönderin” şeklindeki talepler de süreci aceleye getirerek yanlış adım attırmaya yönelik etki oluşturabilir.

Ne Yapmalı?

Eğer Türkiye, Suriyelilerin Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldığı süreçte doğru başladığı ama zaman içinde birçok alanda yönetim konusunda hatalar yaptığı süreci, Suriye’de hızlı bir biçimde değişen şartların da etkisiyle doğru ve makul bir şekilde tamamlayacak olursa, bu sadece Türkiye’nin komşusu olan bir ülke ile ilişkilerinde ebediyen hatırlanacak muhteşem bir final, geleceğin üzerine kurulacağı sağlam bir zemin ve sonraki kuşaklarda da sürekli olarak atıf yapılabilecek bir dayanışma öyküsü olarak kalabilir.

Sadece Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından değil, Türkiye’nin bölge ve dünya ülkeleri üzerindeki etkisi bakımından da bir diplomasi veya iletişim faaliyetinin sağlayacağının çok ötesinde bir kazanımı ifade eder. Özellikle de yapısal adaletsizlikle malul bir dünya düzeninde bunun fark oluşturucu etkisi, herkes tarafından kolaylıkla fark edilir. Türkiye’yi diğer pek çok devletin pozisyonundan ayırarak ona diplomatik ve stratejik bakımlardan avantaj sağlar. Bu yönüyle küresel ölçekte bir kazanımı da beraberinde getirir.

Muhtemeldir ki bunun böyle olmaması için halihazırda birçok devlet çaba sarf edecek ve Türkiye’nin bu avantajını elinden almak isteyecektir. Devletlerin dünyasında bu türden çabaların varlığını anlamak için üstün bir uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok. Devletler, birbirlerinin elinden kartları almak için her zaman her şeyi yapabilir. Örneğin, uluslararası öğrencilerle ilgili olarak küresel pazarın paylaşımı konusundaki yollardan biri öğrencileri kendisine gelmeye ikna etmekse diğeri de rakiplerin ayağını kaydırıp onların pazardaki payını azaltmaktır.

İşte bu bakımdan Türkiye, süreci daha fazla özenle yürütmek, gerek iç siyasette dar görüşlülüğü veya dar vicdanlılığı sebebiyle onu hataya sevk etmeye çalışanların ve gerekse de devletler arenasında onun başarısız olması için çaba sarf edenlerin hesaplarını boşa çıkarmak zorunda.

Türkiye bu süreci, kuşaklar boyu anılacak bir insani, siyasi ve stratejik başarı öyküsü şeklinde tamamlayacak olursa, geçmiş dönemde göç yönetimi ile yapılan hataları da telafi edebilir ve göçün yönetiminde yaşanan sıkıntıları unutturacak bir etki yapabilir. Ama bunun koşulları var.

Hikâyenin İyi Bitmesi İçin

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kimseyi zorla göndermeyeceğiz” şeklindeki yaklaşımı hem insani bakımdan çok değerli bir duruşu ifade ediyor hem de stratejik bakımdan hikâyenin doğru bir şekilde tamamlanmasının sağlıklı zeminine işaret ediyor.

Bu durumda Suriyeli göçmenlerin tercihleri nasıl olur? Kalırlar mı yoksa giderler mi? Giderlerse nereye giderler? 3 milyon Suriyeli göçmenin bir bölümünün ülkesine göç etmesi, bir bölümünün Almanya’ya (oradaki 1.100.000 Suriyelilerin yanına) gitmesi ve bir bölümünün de Türkiye’de kalması öngörülebilir.

Vatandaşlık konusuna gelince, özellikle burada doğup büyüyen, benliği ve kişiliği burada şekillenen çocuklar ve gençler bakımından, öncelikle onlar için bu statünün tanınması doğru olur. Evini barkını, işini burada kuran, burada yaşayan, Türkiye’nin kültürel, sosyal ve ekonomik hayatına katkı yapan insanların da vatandaşlık statüsü ile kalmaya devam etmeleri, Suriye’ye veya başka bir yere bu statüyle gitmeleri anlamlı ve faydalı bir adım olur. Vatandaşlık meselesi daha önce 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmişti. Ama sadece Türkiye’de kalanlar bakımından değil Suriye’ye dönüş yapacak olan göçmenler bakımından da çifte vatandaşlık türü bir çözüm isabetli olur. Türkiye ve Bulgaristan arasında mevcut olan ve her iki ülkeye de olağanüstü katkı sağlayan çifte vatandaşlık türünden bir uygulamayı Türkiye ve Suriye arasında da tesis etmek mümkün. Türkiye’deki Suriyelilerin iki ülke arasında tesis edeceği köprüler var. Bu bakımdan ilişkilerin pekişmesini sağlayacak adımlar bir plan ve program çerçevesinde atılmalı, burada kalmak isteyenin de gidenin de bundan hem kendisi hem de iki toplum için fayda sağlamasının hukuki zemini sağlanmalı. Statülere ilişkin bu mevzuat değişimi gerçekleştirilmeli. Türkiye bu adamları atarken önümüzdeki birkaç yılı ve değişen gündemin önceliklerini değil önümüzdeki 40-50 yılı görebilmeli.

Türkiye’de muhalefetin, sığınmacılara yönelik ayrımcı, ırkçı ve dışlayıcı politikaları, onlara iktidar getirmedi. Dehşet verici bir baskı rejiminden, işkence, tecavüz ve varil bombalarından kurtulmak için buraya sığınan insanlara yönelik olarak başta CHP olmak üzere bazı siyasi partilerin kullandıkları ayrımcı ve ırkçı dil ve önerdikleri insanlık dışı politika ile yüzleşmeleri bir gün gerçekleşecek. Özellikle CHP’nin, sığınmacılara karşı çıkarken kendi adalet ve demokrasi iddialarını bizzat kendisinin nasıl anlamsızlaştırdığını görmesi mümkün olacak. En zor durumdaki insanlara, sığınmacılara bunu reva gördüğü sürece toplumun ulaşmayı hedeflediği diğer kesimlerine, özellikle de geçmişte haklarını ihlal etmek için aktif bir politika izlediği dindar, muhafazakâr kesimlere ve Kürtlere yönelik olarak güven tesis etmesinin mümkün olamayacağı da bir şekilde anlaşılacak.

İşte o gün geldiğinde, o süre zarfında muhalefetin değil iktidarın ne yaptığı çok daha önemli olacak. O gün devletin bu politikalarının etkisiyle yanlış politikalar geliştirmediğini söyleyebilmemiz gerek. Bu bakımdan hayatın onların için de öğretici olması ve söz konusu siyasi parti veya partilerin ayrımcı politika önerilerini değiştirerek bir özeleştiri yapması da belki mümkün hale gelecek. Bunun zemini, demokrasinin gelişimi açısından iktidar ve muhalefet arasında diyalog ve iş birliğinin geliştirilmesi hiç kuşkusuz. Ama iktidar bunu yaparken, onların ayrımcı ve ırkçı telkinlerine itibar etmemeli; başka konularda iş birliği konusunda yapıcı bir tutum alırken insan hakları kapsamında mülteciler ve göçmenlerin hakları söz konusu olduğunda iş birliği yapmamayı aynı anda gerçekleştirilebilmeli. Tek yönlü bilet örneğinde, ileride bunu yapanların utançla anacakları politika önerilerine teslim olmadan göç sürecini, serinkanlı bir yaklaşımla ve önümüzdeki on yılları görebilecek bir perspektiften, dönenlerin sosyal uyumunu da içerecek biçimde planlamalı ve yürütmeli.

“Savaş bitti evinize dönün” diye seslenenlerin, “Suriye’ye bilet: Sadece gidiş” türünden Nazi dönemi mizahını 2024’te tekrarlayanların gündemine teslim olmamak herkese, yarın bu günlerini utançla anacak olanlara da iyi gelecek.

[1] https://dynasty-auctions.com/en/items/one-way-ticket-to-jerusalem-antisemitic-train-ticket-handed-out-at-train-stations-in-germany/

 https://kriterdergi.com/dosya-suriye/ayrimci-ve-irkci-siyasete-teslim-olmamak

 

5 Ocak

Almanya: Suriyelilere sağlanan koruma incelenecek (DW Türkçe)

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, Almanya'ya sığınmacı olarak gelen Suriyelilerin bir bölümünün belirli koşullar altında ülkelerine geri dönmeleri gerektiğini dile getirdi.

Sosyal Demokrat Partili (SPD) Bakan Faeser, Funke Medya Grubu'na bağlı gazetelere verdiği mülakatta ülkedeki Suriyelilerin durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

"Yasalarımızın öngördüğü gibi, Federal Göç ve Mülteciler Dairesi koruma statülerini inceleyecekve Suriye'nin durumunda istikrar sağlanması nedeniyle, insanların Almanya'da bu korumaya ihtiyaç duymaması halinde iptal edecek" ifadelerini kullanan Faeser, bunun çalışma veya eğitim hayatında olmadığı için oturum hakkına sahip olmayan ve Suriye'ye gönüllü olarak dönüş yapmayacak kişiler için geçerli olacağını vurguladı.

Uyum sağlayan kalacak suç işleyen sınır dışı edilecek

İçişleri Bakanı, "İyi uyum sağlamış, çalışan, Almanca öğrenen ve burada kendine bir vatan bulanların ise Almanya'da kalmasına izin verilmeli" diyerek, Suriye'ye dönmek isteyenleri desteklemeyi planladıklarını ve bunun için gönüllü dönüş programını genişleteceklerini kaydetti.

Almanya'da suç işleyen kişilerin ve İslamcıların ise mümkün olduğunca hızlı bir şekilde sınır dışı edilmeleri gerektiğini belirten Faeser, bunun için gereken yasal düzenlemelerin yapıldığını ve Suriye'deki durum izin verdiği takdirde uygulamaya da konulacağını aktardı.

Suriye'de yaklaşık bir ay önce Beşar Esad rejiminin çökmesine işaret eden Bakan Faeser, ülkede yıllar süren terör ve şiddetin ardından yeniden barış umudu olduğunu belirtti. "Bu barış umudu gerçeğe dönüşürse, çok sayıda sığınmacı da geri dönebilir" ifadelerini kullanan Bakan, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının Suriye'deki durumu daha net görebilmek için birlikte çalıştığını ve özellikle güvenlik meselelerine odaklandıklarını belirtti. Faeser, Almanya'nın Avrupalı ve uluslararası ortaklarıyla yakın temas halinde olduğunu da sözlerine ekledi.

Almanya, Esad rejiminin devrilmesi sonrasında Suriyelilerin iltica başvurularını değerlendirme sürecini askıya almıştı. İçişleri Bakanlığı verilerine göre Almanya'da yaklaşık 975 bin Suriyeli yaşıyor. Bunların 300 binden fazlasını ise Suriye'de iç savaş olması nedeniyle geçici koruma statüsü verilen Suriyeliler oluşturuyor.

https://www.dw.com/tr/almanya-i%CC%87%C3%A7i%C5%9Fleri-bakan%C4%B1-suriyelilere-sa%C4%9Flanan-koruma-incelenecek/a-71220164