Haberler
Göçmenlerin Gündemi (23-29 Haziran)

24 Haziran
Göçmenlerin Sağlığa Erişim Hakkı Yok Ediliyor! - İstanbul’dan bir grup hekim (uidder.org)
Aile hekimliği sisteminde Kasım 2024 tarihi itibariyle yürürlüğe giren “Eziyet Yönetmeliği”nin insan ve toplum sağlığını riske atacak bir diğer uygulaması da geçici koruma statüsündeki mültecilerin ve göçmenlerin aile hekimliklerindeki kayıtlarının silinmesi, yani artık Türkiye’deki mevcut birinci basamak koruyucu sağlık hizmetinden faydalanmalarının durdurulmuş olmasıdır. Kendilerine bu hizmet için adres olarak Göçmen Sağlığı Merkezleri gösterilmiş olsa da sahada bu talebe yetecek kadar Göçmen Sağlığı Merkezi yoktur. Çoğunluğunu Suriyeli mültecilerin oluşturduğu göçmen nüfusun epey kalabalık olduğu il ve ilçelerde bile en fazla 1-2 Göçmen Sağlığı Merkezi bulunmaktadır. Ayrı bir sorun da bu merkezlerin ulaşım sorunudur; evlerine yürüme mesafesindeki Aile Sağlığı Merkezlerinden bu hizmeti alan sığınmacı ve göçmenler, artık daha uzak noktalarda olan Göçmen Sağlığı Merkezlerine gidebilmek için en az bir ya da iki vasıta kullanmak zorundalar.
Aralık ayında bağlı oldukları aile hekimliklerinden kayıtları silinen göçmen ve mülteci hastalar, yapılan itirazlar sonucu Ocak 2025’te aile hekimliklerimize iade edilmişti. Ancak Mayıs 2025 itibarıyla tekrar uygulamaya konulan bu madde ile gebelik, bebek, çocuk izlemlerini ve aşılarını, kronik hastalık takiplerini yaptırdıkları Aile Sağlığı Merkezlerinden hizmet alamaz duruma geldiler. Son yapılan değişiklik ile de bu temel sağlık haklarına erişimleri ücretli hale getirildi. Zaten iş güvencesi olmadan, düşük ücretlerde çalışan göçmen ve mülteciler için sağlık hizmetinin çok ciddi bir mali yük haline gelmesiyle milyonlarca insanın sağlığa erişimi kısıtlanacak.
Bu uygulamayla Suriyeli mültecilerin aşıya erişimi de kısıtlanmış ve zorlaştırılmış oluyor. Bu durum yalnızca Suriyelilerin değil tüm toplumun sağlığının ciddi risk altına sokulması demektir. Toplumda aşı reddinin bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde, birlikte yaşadığımız mültecilerin, göçmenlerin aşı uygulamalarına erişiminin üstelik Sağlık Bakanlığı eliyle zorlaştırılmasını anlamak, biz doktorlar ve sağlık bilimcileri için mümkün değildir. Görünen o ki sağlık emekçileri olarak bizler, Sağlık Bakanlığıyla aynı dili konuşmuyor, olaylara bambaşka dünyalardan bakıyoruz.
Biz sağlıkçılar hizmet verirken dil, din, ırk, cinsiyet, milliyet ve benzeri hiçbir bir ayrım yapmaksızın hizmet vermek için yemin etmiş insanlarız. Sağlık hizmetinin herkes için ulaşılabilir, ücretsiz ve eşit olmasını istiyoruz. Anadilde sağlık hizmeti almanın temel insan hakkı olduğunu düşünüyoruz. İnsanlara pasaport rengine veya sigorta kapsamına göre ayrı hizmet vermek zorunda bırakılmak istemiyoruz.
Göçmen ve mültecilerin sağlık ve diğer kamu hizmetlerinde ayrımcılığa uğramasını kabul etmiyoruz. İşçi sınıfının herhangi bir bölüğünün hak ve ücret kaybı sınıfın genelini olumsuz olarak etkiler. Aynı şey tersinden kazanımlar için de geçerlidir. Dolayısıyla yerli işçi ve emekçiler, haklarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmek istiyorlarsa göçmen emekçilerin haklarının da ilerletilmesini savunmalıdırlar.
Devlet bütçesinin emekçiler için değil sermayeden yana yapıldığını biliyor, görüyoruz. Bütçedeki hiçbir maliyet hesabı, bir insanın canından daha önemli olamaz. Göçmenlerin istedikleri ülkeye güvenli ve konforlu geçişlerinin sağlanmasını, Türkiye’de kalmayı seçen göçmenlerin ise tam bir eşitlik içinde kamu hizmetlerinden yararlanmasını ve iş olanaklarının sağlanmasını talep ediyoruz.
Göçmen ya da yerli olsun işçi ve emekçilerin sorunlarının kaynağı mevcut sistem ve sistemin dümenindeki iktidardır. Sorunların mağduru olan göçmenlerin sorunların sebebiymiş gibi gösterilmesi tuzağına düşmüyoruz, düşmeyeceğiz.
https://uidder.org/gocmenlerin_sagliga_erisim_hakki_yok_ediliyor.htm
26 Haziran
Hak savunucuları Arnavutköy GGM önünde eylem yaptı (Enternasyonal Dayanışma)
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü kapsamında, İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde bulunan Geri Gönderme Merkezi (GGM) önünde açıklaması yaptı.
Açıklamaya Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı temsilcileri, İHD İstanbul Şubesi Başkanı Jiyan Tosun, TİHV İstanbul Temsilcisi Ümit Efe’nin yanı sıra çok sayıda insan hakları savunucusu katıldı. “İşkencesiz bir dünya mümkün!” pankartının açıldığı açıklamada, “Ters kelepçe işkencedir”, “İşkence suçunda zaman aşımı yoktur”, “İşkence mutlak yasaktır, istisnası yoktur”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir”, “İşkenceye cezasızlığa hayır”, “İşkencesiz bir dünya mümkün” dövizleri taşındı.
Ortak basın metnini İHD İstanbul Şubesi yöneticisi Bilal Yıldız okudu. Savaş ve çatışmalardan dolayı milyonlarca insanın göç ettiğini söyleyen Bilal Yıldız, “Resmi verilere göre 23 kentte faaliyet gösteren 27 GGM, yaklaşık 21.000 kişilik kapasiteye sahiptir. 2024 yılının ilk 8 ayında, ‘düzensiz’ olarak tabir edilen 126 bin 766 göçmenin büyük çoğunluğu bu merkezlere sevk edilmiştir. Mahkeme kararı olmadan alıkoyulan mülteciler; hukuki yardım, tercüman desteği, sağlık hizmeti ve temel insani koşullardan yoksun bırakılmaktadır. Fiziksel şiddet, cinsel taciz, kötü beslenme, hijyen yetersizliği ve iletişim hakkı ihlalleri GGM’lerde sistematik hale gelmiştir” dedi.
Açıklamanın tam metni şöyle:
26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde, Arnavutköy Geri Gönderme Merkezi önünde bir kez daha yüksek sesle dile getiriyoruz:
İşkence mutlak olarak yasaktır! Bu yasağın hiçbir istisnası yoktur! İşkence insanlık onuruna karşı bir fiildir! İnsanlık onuru işkenceyi mutlaka yenecektir!
Türkiye, savaş, zulüm ve ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle milyonlarca insanın göç ettiği bir ülke. Ancak göç etmek zorunda olan insanlar, güvenlik arayışıyla geldikleri ülkede yeni bir baskı rejimiyle karşı karşıya kalıyor. Özellikle Geri Gönderme Merkezleri (GGM), Türkiye’de mültecilerin en ağır hak ihlallerine maruz kaldığı, şeffaflıktan uzak, denetimsiz ve hesap vermeyen yapılar olarak varlıklarını sürdürüyor.
Resmi verilere göre 23 ilde faaliyet gösteren 27 GGM, yaklaşık 21.000 kişilik kapasiteye sahiptir. 2024 yılının ilk sekiz ayında, “düzensiz” olarak tabir edilen 126.766 göçmenin büyük çoğunluğu bu merkezlere sevk edilmiştir. Mahkeme kararı olmadan alıkoyulan mülteciler; hukuki yardım, tercüman desteği, sağlık hizmeti ve temel insani koşullardan yoksun bırakılmaktadır. Fiziksel şiddet, cinsel taciz, kötü beslenme, hijyen yetersizliği ve iletişim hakkı ihlalleri GGM’lerde sistematik hale gelmiştir. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT)’nin 2022 tarihli denetim raporu, GGM’lerde mahremiyetin ihlali, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve çocukların travmatik koşullarda tutulduğunu tespit etmiş ancak bu uyarılar dikkate alınmamıştır.
GGM’ler, aynı zamanda Türkiye’deki göç rejiminin en kapalı, en az şeffaf ve denetimden en uzak alanlarını oluşturmaktadır. Bu merkezlerde tutulan kişilere dair bilgiye erişim ciddi biçimde engellenmektedir. Ayrıca, avukatların müvekkilleriyle görüşmelerine yönelik fiili ve idari engeller, insan hakları örgütlerinin bilgi edinmesini neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Görüşmelerin sınırlandırılması, iletişim haklarının kısıtlanması ve keyfi uygulamaların norm haline gelmesi, birçok durumda bu merkezlerdeki koşulları cezaevlerinden çok daha ağır kılmaktadır. Zaman zaman kamuoyuna yansıyan şüpheli ölümler, ağır sağlık sorunları ve işkence iddiaları hakkında resmi makamlarca veri paylaşılmaması, şeffaflık ve hesap verilebilirlik eksikliğini çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır.
En savunmasız gruplar arasında yer alan çocuklar, engelliler, kronik hastalar ve LGBTİ+ mülteciler, GGM’lerde çok daha ağır koşullara maruz kalmaktadır. LGBTİ+ bireyler ve HIV+ kişiler, yalnızca ayrımcılığa değil, aynı zamanda sistematik şiddete, damgalamaya ve işkenceye maruz bırakılmaktadır. Cinsel yönelim temelli şiddet ve HIV statüsüne bağlı dışlama, GGM’lerde yaygın bir uygulama haline gelmiştir. İHD İstanbul Şubesi’ne 2024 yılı başından itibaren yapılan 148 bireysel başvuru ve işkence gördüklerini beyan ederek TİHV’e başvuran onlarca mültecinin yaşadıkları, bu ihlallerin ne denli yaygın ve yapısal olduğunun göstergesidir. Başvurularda, mültecilerin sokaktan rastgele ve keyfi biçimde alındığı, farklı karakollarda tutulduktan sonra bazen aynı kentte bulunan GGM’ye bazen ise binlerce kilometre uzaklıkta yer alan bir başka GGM’ye sevk edildikleri, sevk esnasında da işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları, aylarca bazen de bir yılı geçen sürelerde GGM’lerde tutuldukları ve tüm bu alıkonma süreçlerinde fiziksel/psikolojik işkenceye maruz kaldıkları bildirilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, son derece denetimsiz bir konumda olan bu kapatılma mekânlarının yani GGM’lerin inşası ve işleyişi, Avrupa Birliği tarafından sağlanan ekonomik katkılarla mümkün kılınmaktadır. AB tarafından şimdiye dek bu merkezlere yaklaşık 213 milyon Euro düzeyinde ekonomik destek sağlanmıştır. Ancak bu merkezlerde yaşanan ağır hak ihlallerine dair şeffaf, bağımsız ve düzenli bir denetim mekanizmasının kurulmaması ciddi bir sorundur. Uluslararası yükümlülüklerin gereği olarak, bu desteklerin insan hakları standartları çerçevesinde izlenmesi ve hesap verilebilirliğin sağlanması gerekmektedir.
Bu durum, yalnızca bireysel mağduriyetler üretmekle kalmamakta; insan hakları ihlallerinin belgelenmesini ve kamuoyuna ulaşmasını da sistematik biçimde engellemektedir. Şeffaf olmayan yapılar denetimsiz alanlara dönüşmekte, temel insan hakları idarenin keyfiyetine terk edilmektedir. Bu merkezlerde yaşanan ihlallerin görünür kılınması, bağımsız denetimlerin sağlanması ve mültecilerin temel haklarının güvence altına alınması hem Türkiye’nin hem de bu yapıları ekonomik olarak destekleyen uluslararası aktörlerin acil sorumluluğudur.
İşkencenin hiçbir istisnasının olamayacağını, ulusal ve uluslararası tüm insan hakları belgelerinde mutlak bir yasak olarak düzenlendiğini hatırlatarak; aşağıdaki taleplerimizi kamuoyuna ve tüm yetkili kurumlara iletiyoruz:
Tüm Geri Gönderme Merkezleri kapatılmalı, insan onuruna dayalı, koruma temelli ve hak odaklı alternatif mekanizmalar geliştirilmelidir.
Geri Gönderme Merkezleri kapatılana kadar, mevcut merkezler ilgili uluslararası standartlarla uyumlu olarak, bağımsızlığından şüphe duyulmayan insan hakları mekanizmaları ile insan hakları örgütlerinin etkin denetimine derhal açılmalı; sivil toplum kuruluşlarının, insan hakları örgütlerinin, baroların ve uluslararası insan hakları mekanizmalarının bu alanlara düzenli ve engelsiz erişimi sağlanmalıdır.
Çocuklar, engelliler, LGBTİ+ bireyler ve kronik hastalar GGM’lerde tutulmamalı, koruma temelli çözümler sunulmalıdır.
GGM’lerin kent yaşamından izole edilerek konumlandırılmasına son verilmeli, erişim koşulları insan hakları standartlarına uygun olmalıdır.
Avrupa Birliği tarafından sağlanan ekonomik katkılar, insan hakları kriterleri doğrultusunda izlenmeli; bu merkezlerde yaşanan ihlaller karşısında uluslararası şeffaflık ve denetim yükümlülüğü yerine getirilmelidir.
Cenevre Sözleşmesi’ndeki coğrafi çekince kaldırılmalı, mültecilik evrensel bir hak olarak tanınmalıdır.
İşkence, kötü muamele ve insanlık dışı uygulamalarla ilgili tüm başvurular ilgili uluslararası standartlarla uyumlu olarak bağımsızlığından şüphe duyulmayan insan hakları mekanizmaları ile insan hakları örgütleri tarafından derhal soruşturulmalı; sorumlu kamu görevlileri hakkında etkili ceza ve disiplin süreçleri işletilmelidir. Bu soruşturmalar, BM İşkenceye Karşı Komite’nin 14 Ağustos 2024 tarihli tavsiyelerine uygun olarak, kolluk görevlilerinin aşırı güç kullanımına dair iddiaların hızlı, tarafsız, bağımsız ve etkili şekilde incelenmesini, suçlu bulunanların cezalandırılmasını ve mağdurlara uygun giderim sağlanmasını güvence altına almalıdır.
GGM’lerde tutulanların sağlık, gıda, barınma ve iletişim ihtiyaçları insan onuruna uygun şekilde karşılanmalıdır.
İşkencesiz, kapatmaya dayalı olmayan ve insan onurunu esas alan bir göç rejimi mümkündür. Bunun için politik irade, insan hakları örgütlerinin etkin katılımı ve uluslararası yükümlülüklere koşulsuz bağlılık esastır.
İşkencenin hiçbir koşulda meşrulaştırılamayacağını bir kez daha vurguluyoruz.
Mülteciler yalnız değildir!
İşkencesiz, onurlu bir yaşam herkesin hakkıdır!
İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!
İşkencesiz bir dünya mümkün!
https://enternasyonaldayanisma.org/2025/06/26/hak-savunuculari-arnavutkoy-ggm-onunde-eylem-yapti/
27 Haziran
Hatay'da bir karakolda 2 Suriyeli işkenceyle öldürülüp bahçeye gömüldü (Kısa Dalga)
Hatay’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı bir karakolda 2 Suriyeli göçmen işkenceyle yaşamını yitirirken, 4 askere 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mart 2023 tarihinde Suriye’den Türkiye’ye kaçak yollarla geçiş yapmak isteyen 9 Suriyeli sığınmacı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Kavalcık Şehit Er Gökhan Çakır Hudut Karakolu personelleri tarafından saat 20.00 sıralarında yakalandı.
Gazeteci Alican Uludağ'ın aktardığına göre; Suriyelilerin karakola girilmesiyle işkence başladı. Dosyaya göre, önce karakol içerisindeki topçular garajına ve ardından da göçmen çadırına getirilen 9 Suriyeli, tahta ve demir sopalarla darp edildi, kafaları seyyar ahşap merdivene sokulup bu şekilde dövüldüler. Suriyelilere, içerisine suyla karıştırılan mazot içirildi. İşkence, yaklaşık 2,5 saat boyunca aralıklarla devam etti.
İşkenceler sonucunda ağır yaralanan ve yaşı tespit edilemeyen Abdurrezzak Kastal, hastaneye götürülmek yerine deport işlemi için Cilvegözü Gümrük Müdürlüğü'ne getirildi. Müdürlüğün önüne atılan Kastal’ın öldüğü tespit edildi. Savcılığa haber verildi.
Karakol içerisindeki hurdalığa gömüldü
9 Suriye sığınmacıdan biri olan 19 yaşındaki Abdulsettar El Haccar ise karakolda gruptan ayrılarak ayrı bir yerde tutuldu. El Haccar da işkence sonucu hayatını kaybetti. Olaya el koyan iki savcı, askerlerin ifadesini aldı, bu ifadeler üzerinden Suriyelinin karakol içerisinde bulunan hurdalığa gömüldüğü tespit edildi. Ölen iki şahsın vücutlarının neredeyse tamamına yakınında sopa izleri olduğu belirlendi.
Askerlerin işkenceleri sonucunda yaralanan 4 Suriyelinin müşteki sıfatıyla ifadesi alındı. Müşteki Muhammed El Muhammed, Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığı’nda verdiği ifadede, işkenceyi şöyle özetledi:
“Yakalandıktan sonra karakola götürülmek için araca bildirildiğimizde yolda karakola gelene kadar 2 asker tarafından yumruklarla darp edildik. Karakola geldiğimizde kafes tellerle çevrili bir alana götürüldük, sonrasında tahta merdivenin basamaklarının arasına başımız geçirildi. Yaklaşık 20 kişilik bir asker grubu, sopa ve kablolarla bizi darp etmeye başladı.
Sonrasında bizi tel bir kafesin içine koydular. Burada da zaman zaman içeri girerek bizi darp etmeye devam ettiler. Bu arada kafes saha içerisine Suriye uyruklu olduğunu sonradan öğrendiği 55-60 yaşlarında bir erkek şahsı daha getirdiler. Askerler, bizimle birlikte yaşlı adamı da dövdüler.
Burada kıyafetlerimiz çıkartılarak kovalar ile üzerlerimize su döküldü. Suriyeli şahıslardan bir tanesi dayaktan bayılmak üzere olduğundan onu kafesten alarak başka bir yere götürdüler. Ancak bu şahıs bağırarak 'Bana mazot içirmeyin' dedi. Akabinde bizi kafesten çıkartarak karakol binasının önüne gelen bir araca bindirmek istediler. Ancak yanımızda bulunan Suriyeli yerinden kalkamadı. Bunun üzerine kolundan tutup sürüklemek suretiyle araca bindirdiler. Şahsı konuşturmaya çalışsak da cevap vermedi."
Askerler ve Bölük Komutanı da itiraf etti
Olaya tanık olan askerlerin yanı sıra Bölük Komutanı Mehmet Alperen Sönmez da olanları itiraf etti.
Bir asker Sönmez'in kendisini ve Hasan Bektaş’ı kenara çekerek, “Korkmayın, bu iş hepimizin başına geldi. Konuyu halledeceğiz. Ama konuşursanız sizi mahvederim, öldürürüm” diye tehdit ettiğini söyledi.
Mehmet Alperen Sönmez de ifadesinde şunları söyledi:
“Kavalcık Hudut Karakoluna gittiğimde orada 8 değil 9 kişi vardı, bu kişilerin topçu garajı denilen boş arazideydiler, başlarında Mehmet MENEKŞE ve Cihangir ŞEN vardı. Mehmet MENEKŞE, bana telefondan 9 kişinin bulunduğu bir videoyu gösterdi, videoda düzensiz göçmenlere ait merdiven yan yatırılmış, merdiven boşluklarına da şahısların kafaları geçirilmiş şekilde dövüldüklerini ve götürüldüklerini gördüm. Bu videoyu izlediğimde Mehmet MENEKŞE'ye kızdım, akabinde makam arabasının içerisinde bulunan, bana ait plastik copu alıp bununla 9 kişinin baldır ve bacak kısımlarına bir daha Türkiye'ye gelmemelerini söyleyerek vurdum. Diğer askerlere de emrettim. Mehmet MENEKŞE, Karakolda olduğu süre içerisinde 9 Suriyeli şahsın dokuzuna da demir sopa ile vurdu. Cihangir Şen de elinde sopa olmadan tekme ve yumruklarla vurdu. Mehmet Menekşe’nin talimatıyla askerler, yerde yatan Suriyeli şahıslarından bir tanesinin ağzından içeriye su ile karıştırılmış mazot döktü. Sonrasında ben, Cihangir ŞEN'e ölen adamı kastederek "bu adamı yok edin" dedim. Mehmet SÜRÜCÜ, Mehmet BAYRI, Mürsel CEYLAN, ölen şahsı land aracına bindirerek gömmek üzere götürdü."
4 askere 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
Olayda adı geçen askerler TSK’dan ihraç edildi. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22 asker hakkında iki Suriyelinin işkenceyle ölümü, 4’ünün de yaralanmasına ilişkin dava açtı. Hatay 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın 11inci duruşmasında karar çıktı. Mahkeme, karakol komutanı teğmen Cihangir Şen, üsteğmen Mehmet Menekşe, uzman çavuşlar Mehmet Sürücü, Mürsel Ceylan’ı, 2 Suriyeli sığınmacının işkence sonucu ölümüne sebep olmak suçundan 2 kez müebbet hapis cezasına çarptırdı.
Mahkeme ayrıca 4 askeri, diğer Suriyelileri işkence sonucu yaralama suçundan 7,5 yıl hapis cezasına çarptırdı ve tutukluluk hallerinin de devamına karar verdi. 11 asker işkence ile kasten öldürme suçundan beraat etti.
Ölen Suriyelinin gömülmesi emrini veren ve sığınmacıları darp ettiğine ilişkin askerlerin aleyhinde ifade verdiği Bölük Komutanı Mehmet Alper Sönmez öldürme suçundan beraat ederken, yaralama suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tahliye edildi. Ölen Suriyeliyi gömen üç asker, suç delillerini gizleme suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. İki asker ise kasten yaralama suçundan 5 kez 10 ay hapis cezası verildi.
https://kisadalga.net/haber/gundem/jandarma-karakolunda-2-kisi-iskenceyle-oldurulup-bahceye-gomuldu-128796
27 Haziran
Almanya, Akdeniz'de göçmen kurtaran STK'lara fonu kesti (DW Türkçe)
Almanya'da yeni göreve başlayan Merz hükümetinin Akdeniz'de düzensiz göçmenleri kurtarma faaliyetleri yürüten STK'lara sağlanan fonları kesmesi tepkiye yol açtı.
Muhalefetteki Yeşiller Partisi, bu kararın Akdeniz'deki insani krizin daha da kötüleşmesine yol açabileceği konusunda uyardı.
Yeşiller Partisi'nin Federal Meclis'teki Grup Başkanı Britta Hasselmann, Hristiyan Birlik (CDU/CSU) Partileri ile Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) oluşturduğu koalisyon hükümetinin bu kararla "insani acılara yol açacağını" söyledi.
Hasselmann, "Koalisyon hükümeti, bu kararıyla Akdeniz'deki insani krizi daha da derinleştiriyor" dedi.
Karara Alman STK'lar da tepki gösterdi. Akdeniz'de arama kurtarma çalışmaları yürüten Sea Eye Başkanı Garden Isler, Alman hükümetinin politika değişikliğini "ölüme sebebiyet verecek bir karar" sözleriyle eleştirdi.
Isler, "Artık denizdeki acil durumlara rağmen limanda kalmak zorunda kalabiliriz" diye konuştu.
Mali destek Baerbock döneminde başlamıştı
Dışişleri Bakanlığı'nın paylaştığı bilgilere göre geçen yıl bu kuruluşlara toplam 2 milyon euro kaynak sağlanırken, bu yılın ilk çeyreğinde de 900 bin euro tahsis edildi.
Bu STK'lar arasında SOS Humanity, SOS Mediterranee, RESQSHIP, Sea-Eye ve Sant Egidio gibi kuruluşlar yer alıyor. Bu kuruluşlar, göçmenlerin güvenli olmayan teknelerle Afrika'dan Avrupa'ya seyahat ettikleri Akdeniz'de yürütülen arama kurtarma çalışmalarında yer alıyor.
Alman Dışişleri Bakanlığı, Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un görev süresi boyunca bu kuruluşlara mali destek sağladı. O dönem ana muhalefette yer alan CDU/CSU ise bu kuruluşların Avrupa'ya düzensiz göçü teşvik ettiklerini iddia ederek verilen desteği eleştirmişti.
https://www.dwturkce1.com/tr/almanya-akdenizde-g%C3%B6%C3%A7men-kurtaran-stklara-fonu-kesti/a-73051026